İLETİŞİM HUKUKU ünite 8
BASIN VE YAYINCILIKTA CEZAİ SORUMLULUK
KİTLE İLETİŞİMİ VE CEZA HUKUKU İLİŞKİSİ
Kitle iletişim faaliyetlerinin ceza hukuku alanıyla karşılaşması çeşitli sebeplerden kaynaklanabilir. Gerçekten basın-yayın organlarının işçi-işveren ilişkilerinden, tevdi yahut bildirimde bulunma yükümlülüğünden ya da bizatihi yayının içeriğinden dolayı suçların meydana gelmesi ve ceza hukuku yaptırımlarıyla karşılaşılması mümkündür.
Kitle iletişim araçlarının etki alanı genişledikçe medyanın bir araç olarak suçun işlenmesinde kullanılması da yaygınlık kazanmış; bunun sonucu olarak, hem basının kişiler ve toplum üzerindeki zararlı olabilecek etkilerini önlemek hem de kitle iletişim araçlarını denetlemek amacıyla basın yoluyla işlenen suçlara ve ceza sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Yasa koyucular, kitle iletişim alanında işlenebilecek suçları belirleyerek ortak hukuk kurallarının uygulanmasında zorluklar yaşanan basın suçları bakımından ayrı kurallar koyma ihtiyacı duymuşlardır. Bu tür suçlar ve bunları yaptırıma tabi tutan kurallar ile yargılama usulüne ilişkin özel nitelikli hükümler pek çok devlette yer almaktadır.
Ceza Hukuku ve Ceza Sorumluluğunun Esasları :
Haksızlık oluşturan insan davranışlarından hangilerinin suç olarak kabul edilmesi gerektiğini ve bu davranışlar karşılığında hangi tür yaptırımların uygulanacağını belirleyen bir hukuk disiplini olarak ceza hukuku, diğer hukuk dallarına göre daha fazla devlet müdahalesini gerektirir.
Diğer bir ifade ile ceza hukuku, suç teşkil eden bir haksızlığın varlığından söz edilebilmesi ve dolayısıyla bir kişi hakkında, işlemiş olduğu bu suçtan dolayı ceza hukuku müeyyidesi uygulanabilmesi için aranan şartların gerçekleşip gerçekleşmediği ile ilgilenir.
Toplumsal düzenin devamı açısından korunması gereken hukuki değerlerin bilerek ve istenerek (kasten) ihlalini veya bu değerleri korumaya matuf kurallara karşı özensizliği (taksir) ifade eden insan davranışlarına, suç adı verilmektedir.
Her hukuk kuralının temelinde bir değer vardır. Hukuki değerler, toplumdaki sosyal düzenin devamı için korunması gereken soyut değerlerdir. Bu değerlerin kaynağı ve somut ifade biçimi olan davranış normları toplumda değer telakkilerini oluşturmaktadır. Kişinin, muhatabı olduğu davranış normlarına aykırılık oluşturan davranışı bir haksızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, her suç bir hukuki değerin ihlalidir ve bir haksızlıktır. Ceza hukukunda bir insan davranışının suç oluşturabilmesi için o davranışın önceden kanunda açıkça suç olarak düzenlenmiş olması (tipiklik), fiil, netice, nedensellik bağlantısı, konu gibi maddi unsurlar, kast ya da taksir biçiminde olabilen manevi unsur ile fiilin hukuk düzeniyle çelişmesi anlamına gelen hukuka aykırılık unsuru bulunmalıdır. Bunlar suç oluşturan insan davranışını suç oluşturmayandan ayıran ve fiilin suç teşkil etmesi için varlığı muhakkak aranan unsurlardır. Bunlardan birinin bile eksikliği fiili suç oluşturmaktan çıkaracaktır.
Suçun unsurları bakımından yapılan değerlendirmede haksızlık teşkil eden bir fiilin işlenmesi hâlinde, bu haksızlığı gerçekleştirin kişinin şahsi özellikleri dikkate alınmaksızın bu fiil hakkında bir yargıda bulunulmaktadır.
Ancak bir suçun varlığı, her zaman failin cezalandırılabileceği anlamına gelmez. Diğer bir deyişle suçun oluşması ayrı, failin cezalandırılabilmesi ayrı bir değerlendirmeyi gerekli kılar. Şöyle ki; işlediği haksızlık sebebiyle failin cezalandırılabilmesi için onun kusurlu olması da aranır. Kusurluluk, işlediği fiille ilgili olarak kişideki iradenin oluşum şartlarının belirlenmesi ve bu tespite istinaden gerçekleştirdiği eylem dolayısıyla failin şahsen cezalandırılmasının gerekip gerekmediği, diğer bir söyleyişle kınanabilirliği hususundaki yargıyı ifade eder. Suçun faili kusurlu olmasa dahi fiil haksızlık oluşturmaya devam edecektir; ancak bu fiili işlemesinden dolayı fail hakkında ceza yaptırımı tatbik edilemeyecektir. Ceza yaptırımı için “kusur”; güvenlik tedbiri yaptırımı için “tehlikelilik” esas alınır.
Basın Suçu Kavramı:
Suç niteliğindeki bir fiilin basılmış eserler yoluyla işlenmesi hâlinde basın suçu söz konusu olur. Basın yoluyla işlenip sorumluluk ve takip bakımından özel bir sisteme bağlanan suçlar basın suçu olarak adlandırılır.
Aleniyetin bazı suçlarda bir unsur olarak yer aldığı, bir kısım suçların basının idari rejimini düzenleyen kurallara muhalefet sebebiyle meydana geldiği, üçüncü bir grup suçların ise salt düşüncenin yayılmasını suç hâline getiren düzenlemelerden kaynaklandığı belirtilmekte ve ayrı bir basın suçunun bulunup bulunmadığı hususunda farklı sonuçlara ulaşılmaktadır. Öğretideki tartışmaların esasına girmeksizin bu konuda üçlü bir ayrımın genel kabul gördüğü söylenebilir. Buna görekanunun bir hareketi sırf basın yoluyla işlendiği takdirde cezalandırdığı suçlar basın suçu olarak nitelendirilebilir. Bu suçlar başka bir araçla işlendiğinde cezalandırılmazlar, yalnız basını araç olarak kabul ederler ve başka bir şekilde gerçekleşecek aleniyet bu suçların oluşması bakımından yeterli olmaz. Bu suçlara dar anlamda basın suçları da denir.
Dar anlamda basın suçlarına örnek olarak Basın Kanunu’nun 20. maddesinde yer alan;cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resim yayımlamayı ceza yaptırımına bağlayan hüküm ile yine Basın Kanunu’nun 21. maddesinde düzenlenen; evlenmeleri yasak olan kişiler arasındaki cinsel ilişki haberlerindeki kişi isimlerinin yayımlanmasını, bazı suçların mağdurları ile 18 yaşından küçük suç faili ve mağdurlarının kimliğinin açıklanmasını yasaklayanhükümler gösterilebilir.
Yine Basın Kanunu’nda dar anlamda basın suçu olarak değerlendirilen, aynı kanunun yargıyı etkileme suçunu düzenleyen 19. maddesi ilga edilmiş, yeni Türk Ceza Kanunu’nda soruşturmanın gizliliğini ihlal (m. 285) ve intihara yönlendirme (m. 84) suçları genel suç olarak kabul edilmiştir.
Basılmış eserlerin içeriğine ilişkin suçlar bakımından yapılan ayrımlarda bir diğer kategoriyi basın yoluyla işlenen suçlar oluşturur. Bu grupta ele alınan suçlar hem başka araçlarla hem de basının araç olarak kullanılması suretiyle işlenebilmektedir. bu suçlar aslında her türlü araçla işlenmesi olanağı bulunan suçların fiilen basılmış eserle işlenmesi anlamına gelir. 5680 sayılı eski Basın Kanunu’ndan farklı olarak 2004 tarihli ve 5187 sayılı yeni Basın Kanunu “basın suçu” kavramı yerine “ basılmış eserler yoluyla işlenen suç” ibaresini kullanmayı tercih etmiştir.
Basın yoluyla işlenen suçlara örnek olarak Türk Ceza Kanunu’nda yer alan aşağıdaki fiiller sayılabilir :
İntihara azmettirme ve teşvik (m. 84), tehdit (m. 106), şantaj (m. 107), hakaret (m. 125), haberleşmenin gizliliğini ihlal (m. 132), özel hayatın gizliliğini ihlal (m. 134), verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (m. 136), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını özendirme (m. 190), suç işlemeye tahrik (m. 214), suçu ve suçluyu övme (m. 215), halkı kin ve düşmanlığa tahrik (m. 216), kanunlara uymamaya tahrik (m. 217), suç örgütünün propagandasını yapma(m. 220/8) müstehcenlik (m. 226), fiyatları etkileme (m. 237), göreve ilişkin sırrın açıklanması (m. 258), iftira (m. 267), soruşturmanın ve kapalı duruşmanın gizliliğini ihlal (m. 285), ses veya görüntülerin kayda alınması (m. 286), adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (m. 288), cumhurbaşkanına hakaret (m.299), devletin egemenlik alametlerini aşağılama (m. 300) Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılama (m. 301), devlete karşı savaşa tahrik (m. 304), temel millî yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama (m. 305), halkı askerlikten soğutma (m. 318), askerleri itaatsizliğe teşvik (m. 319), savaşta yalan haber yayma (m. 323).
Basın suçlarına ilişkin genel kabul gören tasnifte üçüncü kategoriyi basın düzenine karşı suçlar oluşturmaktadır. Basın faaliyetinde bulunanlar, basının idari rejiminin gereği olarak birtakım yükümlülükler üstlenmekte ve belirli formaliteleri yerine getirme mükellefiyeti altına girmektedir. Basının yönetsel düzenine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranışlar basın düzenine karşı suçlar olarak adlandırılmaktadır.
Basının idari düzeninin sağlanması amacının bir ürünü olan bu suçların diğer basın suçlarından farkı, çoğunlukla yayına bağlı olmaksızın gerçekleşmeleri ve sorumluluk bakımından başka esaslara dayanmalarıdır.
Diğer bir deyişle dar anlamda basın suçları ve basın yoluyla işlenen suçlar basılmış eserin fikrî içeriğiyle ilgili iken, basın düzenine ilişkin suçlar yayım öncesi veya sonrası uyulması icap eden bir kısım kurallara ilişkindir. beyanname vermeden dönemsel (süreli) yayın faaliyetine girişme, gerçeğe aykırı beyanname verme, beyannamedeki değişiklikleri bildirmeme, yasal şartları taşımayanların süreli yayın çıkarmaları, kanunda öngörülen nitelikleri haiz olmayanların sorumlu müdür olması basının yayın öncesi düzenine ilişkin suçlardır.
Basılmış eserin yayın türü, sahibi, sorumlu müdürü, yönetim yeri gibi belirli bilgileri içermesi (impressum) yükümlülüğüne uyulmaması, basılan her türlü yayının imzalı iki nüshasının basımcı tarafından dağıtım veya yayımın yapıldığı gün o yerdeki Cumhuriyet başsavcılığına teslim edilmesi yükümlülüğünün yerine getirilmemesi de yayım sonrası basın düzenini bozan suçlar arasında yer almaktadır.
Basın Suçunun Unsurları : Basın suçunun varlığından söz edebilmek için her şeyden önce bir basılmış eserin varlığı zorunludur. Basın Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde basılmış eserin; yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim vb. eserler ile haber ajansı yayınlarını ifade ettiği belirtilmiştir.
Basın suçunun oluşabilmesi için basılmış eserin aleniyet kazanması gerekir ki bu da yayım yoluyla gerçekleşir. Basın Kanunu yayımı; basılmış eserin, herhangi bir şekilde kamuya sunulması biçiminde tarif etmiştir. Keza Kanunu’nun 11. maddesi basılmış eserler yoluyla işlenen suçun yayım anında oluşacağını belirtmektedir.
Basın suçunun oluşması bakımından varlığı aranan üçüncü unsur bir görüşe göre fikrî muhteva, diğer görüşe göre manevi unsur olan kasttır. Basının düzenine karşı suçları basılmış eserin içeriğine yönelik suçlar olmamaları sebebiyle ayrı olarak ele alıp basın suçları tabirini sadece basılmış eserin içeriğine ilişkin (dar anlamda basın suçları ve basın yoluyla işlenen suçlar) suçlarla sınırlı kabul eden görüş sahipleri üçüncü unsur olarak fikrî muhteva (düşünsel içerik) ögesini saymaktadır.
Buna karşılık böyle bir ayrım yapmaksızın her üç suç kategorisini basın suçları başlığı altında ele alan görüş ise basın suçunun oluşabilmesinde genel esaslara göre failde o suçu işleme kastının varlığını üçüncü öge olarak kabul etmektedir.
Fikri muhtevayı basın suçunun üç unsurundan biri gören yaklaşım, öğretide daha baskındır. Buna göre, örneğin zorunlu bilgilerin basılmış eserde gösterilmemesi Basın Kanunu’na göre suç oluşturmasına karşılık, bu fiil basın yoluyla işlenen suçlardan değildir. Çünkü böylesi bir yükümlülüğe aykırı davranışın, okuyucu kitlesi üzerinde tehlikeli bir fikrî etki meydana getirdiğinden söz edilemez.
BASIN SUÇLARINDA CEZA SORUMLULUĞU
Basılmış eserler aracılığıyla işlenen suçlardan dolayı ceza hukukunun genel sorumluluk düzeninden ayrı bir sorumluluk rejimine ihtiyaç duyulduğu kabul edilmekte ve buna gerekçe olarak basın suçlarının muhtelif kişilerin kolektif ve aynı amaca yönelmiş fiilleri sonucunda meydana gelmesi gösterilmektedir.
Gerçekten çok sayıda insanın katıldığı bir dizi işlemin ardından ortaya çıkan basılmış eserin içeriğinde bir suç unsuru bulunması durumunda, bundan kimin ya da kimlerin sorumlu tutulacağı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Suç içeren yazıyı kaleme alan yazar ya da muhabir, yazının teslim edildiği sorumlu müdür, yazının dizimi ve matbaada yazının basımında görev yapanlar, dağıtıcı ve satıcılar gibi bir basılmış eserin muhatap kitleye ulaşmasında rolü bulunanların sorumluluğunun belirlenmesinde ceza hukukunun iştirake ilişkin hükümlerinin yeterli olmayacağı, zira kimin fail, kimin yardım eden sıfatıyla sorumlu tutulacağının belirlenme imkânının bulunmadığı düşüncesiyle basın suçlarında ceza sorumluluğunu tanzim eden kurallara ihtiyaç bulunduğu belirtilmektedir.
Basın özgürlüğünün kısıtlanmamasını sağlamak hedefinin yanı sıra bu özgürlüğün kötüye kullanılmasını önlemek amacıyla her ülke kendine özgü sistemler geliştirmiştir. Basın yoluyla işlenen suçlar ile genel nitelikteki diğer suçlar arasında fark gözetmeyen; ceza sorumluluğunu, ceza hukukun genel hükümleri çerçevesinde belirleyen sistemlere genel kurallara göre sorumluluk sistemleri denilmektedir.
Bu sistemde asıl sorumlu olarak görülen, eserin fikrî içeriğini oluşturan eser sahibi dışında bir kimsenin sorumlu tutulabilmesi bu kişinin suçu oluşturan yayım fiiline iştirak etme iradesinin varlığına bağlıdır. Bu sisteme göre, örneğin yazı işleri müdürü suç oluşturan yazının içeriği hakkında bilgi sahibi olmadığını kanıtlamak suretiyle sorumluluktan kurtulabilecektir.
Dönem dönem Almanya’nın bazı eyaletleri, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de uygulama alanı bulmuş olan bu sistem özellikle anonim nitelikteki eserlerde basın suçlarının cezasız kalma ihtimali sebebiyle eleştiriye uğramıştır.
Birbirini izleyen ve kolektif bir çabanın sergilendiği bir sürecin ardından yayımlanan basılmış eserin içeriğinde bir suç unsuru bulunması durumunda, bundan kimin ya da kimlerin sorumlu tutulacağı hususunda karşılaşılan zorluklar nedeniyle birçok ülkede özel sorumluluk sistemleri geliştirilmiştir. Ceza hukukundaki genel sorumluluk sisteminden farklı olarak bazı ülkelerde “kanuni sorumluluk sistemi”, “basamaklı sorumluluk sistemi” ve “taksirden doğan sorumluluk sistemi” şeklinde uygulamalar olduğu görülmektedir.
Kanuni sorumluluk sisteminde basın suçlarının cezasız kalmaması için genel sorumluluk kurallarından ayrı olarak kanunlarda özel bir sorumluluk rejimi öngörülmektedir. Mutlaka bir sorumlu bulunarak basın suçlarının cezasız kalmasını önlemeyi amaçlayan ve otomatik bir sorumluluk getiren bu sistemde basın suçlarının cezasız kalmaması için bir kişi yayının sorumlusu olarak gösterilmekte, bu kişi basın suçunun sorumlusu olarak kabul edilmekte ve cezalandırılmaktadır.
Fransız basın kanunlarının getirdiği bu sistem özellikle hukuk devleti ve “kusursuz ceza olmaz” ilkelerine aykırı olduğu için kaba bir sistem olarak nitelendirilmiştir.
Belçika’da ortaya çıkan ve kanuni sorumluluk sisteminin yumuşatılmış bir şekli olarak nitelenen basamaklı sorumluluk sisteminde, bir basın suçu işlendiğinde kural olarak eser sahibi sorumlu tutulmakta, eser sahibinin (failin)bilinmemesi/bulunamaması durumunda sorumluluk ikinci derecede başka şahsa (yazı işleri müdürüne) geçmektedir. Onun da sorumlu tutulamaması hâlinde sırasıyla basan, satan, dağıtan kişinin sorumluluğu cihetine gidilir.
Taksirden doğan sorumluluk sisteminde, basın suçlarından dolayı süreli yayınlarda sorumlu müdür, süresiz yayınlarda ise yayımcı, taksir esasına göre yani kendilerine yüklenen dikkat ve özen yükümlüğünün ihmali nedeniyle sorumlu tutulmaktadır. Kanunlarla sorumluluk statüsü verilen bu kişiler, görevlerini yerine getirmede mesleklerinin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğünü (yayın faaliyetlerini denetleme ve basılacak eseri suç unsurlarından arındırma gibi birtakım görev ve yükümlülükleri) savsaklamaları durumunda basılmış eser yoluyla işlenen suçlardan sorumlu tutulmaktadırlar.
Prusya Basın Kanunu kökenli olan bu sistemde fail ve şeriklerin cezalandırılamamaları durumunda yayınlarda etkili konumda bulunan, yayın politikasını ve işlemlerini yönlendirmede söz sahibi olan kişilerin mesleki taksire dayalı olarak esas suçun failine göre daha az ceza ile tecziyeleri öngörülmektedir.
Basılmış eserler aracılığıyla işlenen suçlardan dolayı özel sorumluluk sistemlerinin çeşitli biçimlerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş karma sorumluluk sistemleri de bulunmakta, bunun yanı sıra bir yazının yayımlanmasına ne sıfatla olursa olsun bilerek katılan herkesi sorumlu tutan birlikte sorumluluk sisteminden ve totaliter düzenlerde görülen devlet basını sisteminden de söz edilmektedir.
Basın Kanunu’na Göre Cezai Sorumluluk :
Basın Kanunu’na göre, süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan, esersahibi sorumludur.2004 tarihli ve 5187 sayılı yeni Basın Kanunu’nun “Cezai Sorumluluk” başlığını taşıyan 11. maddesinde yer alan yeni düzenleme şöyledir: “Madde 11- Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur. Süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur.
Süreli yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hâllerinde, sorumlu müdür ve yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu olur. Ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması hâlinde, bundan doğan sorumluluk yayımlatana aittir.
Süresiz yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hâllerinde yayımcı; yayımcının belli olmaması veya basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması hâllerinde ise basımcı sorumlu olur.
Yukarıdaki hükümler, süreli yayınlar ve süresiz yayınlar için bu Kanun’da aranan şartlara uyulmaksızın yapılan yayınlar hakkında da uygulanır.
”Maddenin 1. fıkrasında basılmış eserler yoluyla işlenen suçun “yayım anında” oluşacağı belirtilerek suçun işlendiği zaman, Kanun’la açıklığa kavuşturulmuş,
- fıkrada “süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur” denilerek basın suçlarında asıl sorumlunun eser sahibi olduğu vurgulanmıştır.
Eser sahibi terimi, süreli veya süresiz yayının içeriğini oluşturan yazıyı veya haberi yazanı, çevireni veya resmî ya da karikatürü yapanı ifade eder. Böylece eser sahibi ile birlikte sorumlu müdür ve yayımcıyı da cezalandıran (2004 yılı öncesinde yürürlükte olan 5680 sayılı Basın Kanunu’nun benimsediği) eski sistemden dönülmüştür. Basın Kanunu’nun 11. maddesinin gerekçesinde, süreli veya süreli olmayan yayınlar yoluyla işlenen suçlardan sorumlu olacak kişiler belirlenirken 5680 sayılı eski Kanun’dan farklı olarak başkasının fiilinden sorumluluk ve objektif sorumluluk hâllerine yer vermemek ve bu tür sorumluluk hâllerini en aza indirmek amacıyla böyle bir düzenlemenin yapıldığı belirtilmektedir.
Basın Kanunu’na göre süreli (dönemsel) yayın; belli aralıklarla yayımlanan gazete, dergi gibi basılmış eserler ile haber ajansları yayınlarınıetmektedir. Süreli yayınlarda işlenen basın suçlarından; eser sahibi, sorumlu müdür ve bağlı olduğu yetkili ile yayımlatanın birbirlerinin yerine kademeli olarak cezalandırılmasını öngören basamaklı bir sorumluluk sistemi kabul edilmiştir.
Basamaklardan birinde sorumlu bulunması ve cezalandırılabilmesi durumunda diğer basamaktaki kişi sorumlu tutulmamaktadır.
Basın Kanunu’na göre süresiz (dönemsel olmayan) yayın; belli aralıklarla yayımlanmayan kitap, armağan gibi basılmış eserleri ifade eder. Kanun, süreli yayınlarda olduğu gibi süresiz yayınlarda işlenen basın suçlarından doğan ceza sorumluluğu bakımından da özel sorumluluk sistemlerinden basamaklı sorumluluk sistemini kabul etmiştir. Sorumluluk basamakları; eser sahibi, yayımcı ve basımcı şeklinde sıralanmaktadır. Basamaklardan birinde sorumlu bulunması ve cezalandırılabilmesi durumunda diğer basamaktaki kişi sorumlu tutulmamaktadır. Diğer bir ifadeyle bir önceki basamakta yer alan kişinin sorumluluğuna gidilebildikçe bir alttaki basamakta yer alan kişinin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Alt basamaktaki kişilerin sorumluluğu kendisine nazaran üst basamaktaki kişiler açısından yedek/tamamlayıcı niteliktedir.
Türk Ceza Kanunu’nda yer alan basın yoluyla işlenen suçlardan yukarıda
söz edilmişti.
Basın Kanunu’nda ise zorunlu bilgileri göstermeme (m. 15), durdurulan yayının yayımına devam etme (m. 16), teslim yükümlülüğüne uymama (m. 17), düzeltme ve cevabın yayımlanmaması (m. 18), cinsel saldırı, cinayet ve intihara özendirme (m. 20), kimliğin açıklanması yasağını ihlal (m.21), basılmış eserleri engelleme, tahrip ve bozma (m. 22), süreli yayınları dağıtma yükümlülüğünü ihlal (m. 23), kaynak göstermeksizin yeniden yayımlama (m. 24) suçlarına yer verilmiştir.
Basın Kanunu’nun 26. maddesinde basın yoluyla işlenen suçlara ilişkin dava süreleri günlük süreli yayınlarda 2 ay, diğer basılmış eserler yoluyla işlenen suçlarda 4 ay şeklinde düzenlenmiştir.
TRT Kanunu’na Göre Cezai Sorumluluk :
2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 28. maddesine göre Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun yayınları yoluyla işlenen suçlarda veya haksız fiillerde, yayın tespit yoluyla yapılmışsa, metni yazan veya sesi tespit edilen, bu metni veya tespiti fiilen kontrol eden ve yayını fiilen yöneten ve kontrol eden kişiler sorumludur. Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun, kendilerine tevdi edilen metni aynen okumakla görevli personeli o
yayının yönetim ve kontrolünde özel olarak görevlendirilmiş olmamak şartıyla, o yayın yoluyla işlenen suçtan veya haksız fiilden sorumlu tutulmazlar.
TRT yayınlarında suç oluşturan davranışlarda bulunulması hâlinde ceza sorumluluğunun nasıl belirleneceği meselesinin çözümü, çeşitli yayın türleri bakımından ayrı ayrı ele alınabilir. Herhangi bir ön hazırlık yapılmadan, herhangi bir denetimden geçmeksizin gerçekleştirilen (olayın veya konuşmanın anında ve doğrudan doğruya aktarıldığı) canlı yayın esnasında işlenen suçlardan (ilgili kanunda açıkça belirtilmemekle birlikte) kurum personelinin sorumlu tutulması düşünülemez.
Ön hazırlık yapıldıktan sonra gerçekleştirilen canlı yayınlarda (örneğin metni önceden hazırlanıp da canlı olarak sunulan ana haber programında)metni hazırlayan ile bu metni önceden denetleyenler sorumlu iken sadece kendilerine verilen metni okumakla görevli personel (spikerler) yayın yoluyla işlenen bu suçtan sorumlu tutulamaz. Aynı sorumluluk esası canlı olmayan yayınlar bakımından da geçerlidir.
Kanun’a göre 28. madde kapsamına giren suçlardan ve haksız fiillerden dolayı yayının yapıldığı tarihten başlayarak 60 gün içinde açılmayan davalar dinlenmez.
Özel Radyo TV Yayınlarında Cezai Sorumluluk :
6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 46. maddesi sorumlulukla ilgilidir. Buna göre yayından doğan sorumluluk yayını yöneten veya programı yapanla birlikte sorumlu müdüre aittir.
Böylece yeni Kanun suçlar ve haksız fiillerden birlikte sorumluluk esasını benimseyerek TRT yayınlarının hukuki rejiminden farklı bir düzen öngörmüştür. Kanun’un “Adli Yaptırımlar” başlıklı 33. maddesinde de, geçerli bir yayın lisansı bulunmaksızın yayın yapan kişiler, yayın lisansı olmasına rağmen lisans tipi dışında yayın yapan ve izinsiz verici tesis edenler, yayın kayıtlarını bir yıl süreyle muhafaza etmeyen veya Üst Kurulca ya da Cumhuriyet başsavcılığınca istenmesine rağmen, süresi içerisinde ve aslına uygun olarak teslim etmeyen kuruluş sorumlu müdürü hakkında çeşitli miktarda hapis ve/veya adli para cezası öngörülmüştür.
İnternet Ortamında Yapılan Yayınlarda Cezai Sorumluluk :
5237 sayılı TCK’nin yürürlüğe girdiği 2005 yılından sonra bilişim suçlarına ilişkin mevcut düzenlemelerin internetin gün geçtikçe artan kullanım oranına paralel olarak ortaya çıkan yeni suç tipleriyle mücadele etmek bakımından yetersiz kaldığı düşüncesiyle, sadece internet ortamında işlenebilecek suçlarla mücadeleyi mümkün kılacak bir yasal düzenlemenin gerekliliği üzerinde yoğun tartışmalaryaşanmıştır. Bu tartışmaların neticesinde 04.05.2007 tarihinde 5651 sayılı “İnternetOrtamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun’la ilk amaçlan husus, internet süjelerinin yani içerik sağlayıcı, erişim sağlayıcı, yer sağlayıcı ve toplukullanım sağlayıcının ceza hukuku bakımından yükümlülük ve sorumluluk alanlarınıbelirlemek ve böylece özellikle internet ortamında işlenebilen içerik suçlarının önüne geçmektir. Bu Kanun’la özellikle, fonksiyonları ve sorumlulukları tartışmalıolan internet süjelerine ilişkin tek tek tanımlamalar ve sorumluluk alanları belirleme yoluna gidilmiştir.
5651 sayılı Kanun, ortaya çıkan suçuncezalandırılması aşamasında suçluyla mücadelede genel yasaklamaları tercihederek geneli cezalandırdığı için “eksik” olarak nitelendirilmiştir.
Kanun’un benimsediği sistemde ceza sorumluluğu belirlenirken Kanun’da tanımlanan içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı gibi kavramlar dikkate alınacaktır.
Kanun’un 4. maddesine göre, internet ortamı üzerinden kullanıcılara sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayan gerçek veya tüzel kişi anlamına gelen içerik sağlayıcı, internet ortamında kullanıma sunduğu her türlü içerikten sorumludur.
Basın Kanunundaki “eser sahibi” kavramının, internet ortamındaki yayınlar bakımından karşılığı olan içerik sağlayıcının kendi eyleminden kaynaklanan ceza sorumluluğunu üstlenmesi (tüzel kişinin ceza sorumluluğu kısmı hariç) ceza hukukunun temel prensipleriyle uyumludur.
İnternetin hukuki rejimi, henüz gelişimini tamamlamamış, istikrar kazanamamış ve eksiklikleri giderilememiş bir düzendir. Bunda internetin dinamik ve sınırlanmaya az elverişli bir olgu olmasının da payı bulunmaktadır. Nitekim internet ortamındaki yayınların hukuki düzenini oluşturan yasal düzenleme çalışmaları gündemden düşmemektedir. 5651 sayılı Kanun’un da eleştirilen birçok yönü bulunmaktadır.
CEVAP VE DÜZELTME HAKKI ünite 9
CEVAP VE DÜZELTME HAKKI KAVRAMI
Cevap ve düzeltme hakkı, muhteva bakımından kişi ve kuruluşların iletişim özgürlüğünün kötüye kullanılması suretiyle mağdur edilmelerini önlemeye yönelik oluponlara aynı araçla hemen karşılık verebilme imkânı sunan bir kurumdur.
Çağdaş demokrasilerde medyanın denetleme, haber verme ve kamuoyu oluşturma gibi temel işlevlerini bihakkın yerine getirebilmesi için varlığı zorunlu olan özgürlük ortamı ve kitle iletişim araçlarının kendine özgü nitelikleri, medyayı büyük ve etkin bir güç hâline getirmiştir. Ne var ki medya, kendinden beklenen görevleri ve işlevleri yerine getirirken bazı kişi ve kuruluşlarla ihtilafa düşebilir, bunlar hakkında gerçek dışı bilgiler vererek ya da kişilik haklarını ihlal ederek olumsuz kanaatlerin doğmasına yol açabilir. Bu durum söz konusu kişi ve kuruluşlar bakımından tehlikeli, hatta yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Medya ile muhatap kitle arasında ortaya çıkabilecek bu gibi tehlikeler ve olumsuz sonuçlar ancak ilgiliye aynı yayın organında alenen cevap ve düzeltme hakkının tanınması ile önlenebilir. Aksi hâlde haberin doğruluğunun kanıtlanmış sayılması ihtimali söz konusu olabilir.
1961 ve 1982 Anayasaları, 5187 sayılı Basın Kanunu, 2954 sayılı TRT Kanunu ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun, kavramı “düzeltme ve cevap hakkı” biçiminde ele almaktadırlar.
Tarihsel perspektiften cevap ve düzeltme hakkına ilişkin yasal düzenlemelere bakıldığında bir kavram ve terim birliği görülmemektedir. 1864 tarihli Matbuat Nizamnâmesi’nde “cevap”, 1877 tarihli Matbuat Kanunu’nda “cevap ve tekzip”,
1931 tarihli Matbuat Kanunu’nda “tashih” ve “cevap hakkı”, daha sonraki yasal düzenleme olan 5680 sayılı Basın Kanununda ise “cevap ve düzeltme hakkı” deyimi kullanılmıştır.
Özellikle karşılaştırmalı hukukta “cevap hakkı” ile “düzeltme hakkı” ayrı ayrı ele alınmaktadır. Bizim Anayasa’mız ve diğer kanunlarımız ise ikisini tek bir hak ve bir kavram olarak birleşik hâlde düzenlemektedir. Uygulamada bazen bu kavramların yanında, bazen bu kavramların yerine “tekzip” sözcüğü de kullanılmaktadır. Tekzip, Arapça kökenli bir kelime olup “yalanlama” anlamına gelmektedir. Ancak 5680 sayılı Basın Kanunu ile öğretideki yazarların ve uygulamacıların birçoğu, “cevap ve düzeltme hakkı” deyimini benimsemektedir. Buçalışmada hem öğreti hem de uygulama bakımından iletişim hukukumuzda yerleşmiş ve yaygınlık kazanmış bir terim olması sebebiyle “cevap ve düzeltme hakkı” deyimi tercih edilecektir.
Cevap ve düzeltme hakkının tanınması ile iletişim özgürlüğünün kötüye kullanılmasını önlemek, halkın doğru bilgi alma hakkının gerçekleşmesini sağlamak gibi amaçlar da güdülür. Nitekim öğretide cevap ve düzeltme hakkına ilişkin yapılan tanımların birçoğunda bu amaçlar ön plana çıkarılmıştır. Bunların yanı sıra cevap ve düzeltme hakkı ile ilgili olarak kişi ve kuruluşların iletişim özgürlüğünden yararlanmasını sağlayan ve doğru haber dolaşımının gerçekleşmesinde etkinliği bulunan bir hak olması yanında, yayın organı ile hak sahibi arasında bir denge kurması ve bir savunma aracı olması niteliğinden de bahsedilmektedir. Cevap ve düzeltme hakkına ilişkin olarak çeşitli yönlerinin ön plana çıkarıldığı tanım denemelerinin ortak özelliklerini nazara alarak bu hakkın muhteva bakımından kişi ve kuruluşların iletişim özgürlüğünün kötüye kullanılması suretiyle mağdur edilmelerini önlemeye matuf ve onlara aynı araçla hemen karşılık verebilme imkânı sunan bir kurum olduğunu belirtebiliriz.
Kitle iletişim özgürlüğünün öncelikli tarafları devlet ve kitle iletişim araçları iken cevap ve düzeltme hakkının tarafları, kitle iletişim araçları ile söz konusu hakkın süjesi olacak ilgili kişi ve kuruluşlar olmaktadır.
Tarihsel gelişimi ve pozitif hukukumuzdaki yeri Cevap ve düzeltme hakkının tarihsel kökeni 1789 Fransız İhtilali’ne kadar gitmektedir. Ancak 19. yüzyılın bir ürünü olan bu hakkın ilk yasal kaynağını 1822 Fransız Basın Kanunu oluşturmuştur. Cevap hakkının da düzenlendiği bu kanunun yerini alan 1880 tarihli Basın Kanunu ise, cevap hakkının yanında düzeltme hakkına da yer vermiştir. Fransız İhtilalinin getirdiği siyasi fikir mücadelesi atmosferinde basın özgürlüğünün kötüye kullanılması ve iftira niteliğindeki ithamlara cevap verilememe tehlikesi üzerine kişilere cevap ve düzeltme hakkının yasal yoldan tanınması önerilmiş, Fransız Meclisi’nde ilk başlarda kabul görmeyen bu teklif daha sonra 1822 tarihli Fransız Basın Kanunu’na girmiş ve bundan sonra diğer devletlerin basın kanunlarınca da kabul edilmişti. Belirtmek gerekir ki cevap hakkına çeşitli gerekçelerle itiraz eden müellifler bulunduğu gibi bu hakka hukuk düzenlerinde yer vermeyen devletler de vardır.
Ülkemizde ise iletişim hukukumuzun ilk yasal kaynaklarından 1864 Matbuat Nizamnâmesi ile 1877 tarihli Matbuat Kanunu, cevap ve düzeltme hakkı bakımından Fransız Basın Kanunu’nun içerdiği düzenlemelerde yer alan esaslara paralel hükümler getirmişlerdir. İkinci meşrutiyet ile birlikte kabul edilen 1909 tarih ve 287 sayılı Matbuat Kanunu, 1931 tarihli Matbuat Kanunu gibi daha sonraki düzenlemeler de bu hakka yer vermiş nihayet 1961 Anayasası’nın 27. maddesi ve 1982 Anayasasının 32. maddesi cevap ve düzeltme hakkını anayasal bir hak hâline getirmiş, düzenlenmesini kanunlara bırakmıştır. 1950’den 2004 yılı ortalarına kadar yürürlükte kalan 5680 sayılı Basın Kanunu’nun 19. ve 29. maddeleri gibi 09.6.2004 tarih ve 5187 sayılı yeni Basın Kanunu’nun 14. ve 18. maddeleri anayasa hükmü gereği cevap ve düzeltme hakkına ilişkin esasları düzenlemişlerdir. Bunun yanı sıra 2954 sayılı TRT Kanunu, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ile Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’nin 8. maddesinde de cevap ve düzeltme hakkına yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler bünyesinde 1952 yılında imzaya açılan ve 1962 yılında yürürlüğe giren Cevap ve Düzeltme Hakkına İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye ise çok az devletin katılmış ve günümüz kitle iletişiminin özelliklerine uygun hâle getirilmesi önerilen bu sözleşme “platonik bir mekanizma öngördüğü” gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Cevap ve düzeltme hakkı, Basın Meslek İlkeleri’nin 16. maddesinde de “Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar” biçiminde ifadesini bulmuştur.
Hukuki niteliği :
Cevap ve düzeltme hakkının hukuki niteliği konusunda doktrinde bir görüş birliğinin bulunduğunu söylemek zordur. Hukukumuzda anayasal bir hak olarak ilk kez tanındığı 1961 Anayasası’nın 27. maddesinde cevap ve düzeltme hakkı, temel haklar çerçevesinde düzenlenmiş, Anayasa’nın gerekçesinde bu hakkın “basın hürriyetinin fertlerin şeref ve haysiyetlerini gölgelememesi” adına benimsendiği ifade edilmiştir. 1982 Anayasası da cevap ve düzeltme hakkını “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı ikinci kısım içinde “Kişinin Hakları ve Ödevleri” bağlamındadüzenlemiştir.
Cevap ve düzeltme hakkının hukuk düzenindeki ve hakların sınıflandırılması sistemi içindeki yerine ilişkin görüşler, hukuk sistemlerine ve zamana göre değişiklik arzetmektedir. Türk Anayasalarının konuyu “temel haklar” çerçevesinde ele almasına karşın, söz konusu hakkın kamu hukukuna ilişkin bir kavram mı, özel hukuka ait bir kavram mı olduğu hususunda da bir görüş birliği bulunmamaktadır. Önceleri cevap ve düzeltme hakkının, kamunun doğru bilgi alma hususundaki bilgilenme hakkını gerçekleştirmesi sebebiyle kamu hukukuna ait bir kavram olduğu kabul edilmekte iken daha sonraları bu hakkın içerik olarak Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’ndaki kişiliğin korunmasına ilişkin hükümlere benzemesinden dolayı cevap ve düzeltme hakkının özel hukuka ilişkin bir kavram olduğu belirtilmektedir. Diğer yandan cevap ve düzeltme hakkını belirli bir suçlamaya karşı kullanılan meşru müdafaa benzeri bir araç olarak niteleyenler olduğu gibi bu hakkın, basına karşı kişiliğin korunmasına yönelik olduğu, kullanılması ilgilinin cezai ve medenisorumluluğu şartına bağlı olmadığı için meşru müdafaaya benzetilemeyeceğini ileri sürenler de vardır. Bu konuda daha farklı ve çok çeşitli görüşlerin bulunduğu da bilinmektedir.
Ancak bizce cevap ve düzeltme hakkı, tıpkı iletişim hukuku gibi bir yandan kamu hukukunu, diğer yandan özel hukuk alanını ilgilendiren, iletişim özgürlüğü ve bilgilenme hakkı ile ilişkilendirilebilen, aynı zamanda kişi ile medya arasındaki ilişkilerde kişiliği korumayı amaçlayan kendine özgü bir müessesedir. Zira cevap ve düzeltme hakkı vasıtasıyla yayına konu edilen kişinin düşüncesi de kamuoyuna aktarılmış olur; bu sayede toplumda doğru bilgilenmenin sağlanmasına katkıda bulunulur. Hiç şüphesiz cevap ve düzeltme hakkı, kişilik haklarının korunmasına da hizmet etmektedir.
TÜRK KİTLE İLETİŞİM HUKUKUNDA CEVAP VE DÜZELTME HAKKI
Yayına konu edilen kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileri hakkında gerçeğe aykırı yayınlar yapılmış olmasıdurumunda cevap ve düzeltme hakkı kullanılabilir.
1982 Anayasası’nın cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen 32. maddesi ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hâllerinde bu hakkın tanınacağını ve kanunla düzenleneceğini belirtmektedir. Aynı hükmün ikinci fıkrasına göre, cevap ve düzeltme yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir. Anayasa’nın bu düzenlemesinden, söz konusu hakkın mutlak, sınırsız ve genel nitelikte değil, belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı bir hak olduğu ve yazılı basının yanı sıra diğer kitle iletişim araçlarına karşı da başvuru imkânının bulunduğu sonuçlarına ulaşılabilir. Anayasa’nın belirtilen hükmü gereği, 5187 sayılı Basın Kanununun 14. maddesi cevap ve düzeltme hakkına yer vermiş, kanunun 18. maddesi ise cevap ve düzeltmenin yayımlanmaması durumunda uygulanacak yaptırımı düzenlemiştir. Keza 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 27. maddesi ile 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 18. maddesi de cevap ve düzeltme hakkına yer vermiştir.
Gerek Anayasanın 32. maddesi, gerekse buna dayalı olarak basılmış eserleri düzenleyen Basın Kanunu’nun, TRT yayınlarına ilişkin 2954 sayılı Kanun’un ve özel radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin 6112 sayılı Kanu’nun cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen maddeleri, söz konusu hakkın doğması için bazı durumların varlığını şart koşmaktadır. Bunlar; yayına konu edilen kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileri hakkında gerçeğe aykırı yayınlar yapılmış olmasıdır. Bir yayında bu durumdan birinin bulunması halinde ilgili kişi kanunda belirtilen hususlara uygun olarak hazırladığı cevap ve düzeltme metnini belirli süreler içinde yayınlatma hakkına sahip olabilecektir. Cevap ve düzeltme hakkının kullandırılmaması veya usulsüz cevap ve düzeltme metninin yayınlatılmaya çalışılması hâlinde yargı organına başvuru imkânı da söz konusudur.Ülkemizde basılmış eserler, kamu radyo-TV yayıncılığı, özel radyo televizyon yayınları ve internet ortamında gerçekleştirilen yayınlar için dört ayrı kanun söz konusu olduğundan ulusal mevzuatımızda yer alan cevap ve düzeltme hakkına ilişkin bu düzenlemeler her kanun bakımından aşağıda ayrı ayrı incelenecektir.
Basın Kanunu’nda Cevap ve Düzeltme Hakkı :
26.06.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” başlığını taşıyan 14. maddesi, söz konusu hakkın doğma ve kullanım koşullarını düzenlemiş, cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının yaptırımını ise 18. maddede tespit etmiştir. Buna göre “Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması hâlinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan cevap ve düzeltme yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.”
5187 sayılı Basın Kanunu’nun basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsadığını ifade eden 1/2. maddesini göz önüne alarak Kanun’un konu ile ilgili düzenlemesine bakıldığında dikkati çeken ilk husus, söz konusu hakkın yalnız süreli yayınlar bakımından tanınmış olduğudur. Buna göre belli aralıklarla yayımlanmayan kitap, armağan gibi basılmış eserler bakımından bu Kanu’na göre cevap ve düzeltme hakkının kullanılabilmesi mümkün değildir. Esasen bu tür yayınların niteliğinin de bu hakkın kullanılabilmesine elverişli olduğu pek söylenemez.
Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının şartları :
Basın Kanunu’nun cevap ve düzeltme hakkına ilişkin 14. maddesi, söz konusu hakkın doğması için öncelikle bir süreli yayında kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edilmesi ya da kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması şartını aramaktadır. “Şeref” ve “haysiyet” sözcüklerinin toplumda kişiye gösterilen saygının dayandığı şahsi değer, onur ve iyi şöhreti ifade ettikleri gerçeğinden hareketle bu kavramların hukuk düzeni tarafından korunan kişilik hakları kapsamındaki değerler olarak ortaya çıktığı belirtilebilir. “Şeref ve haysiyetin ihlali söz, yazı, resim veya bir hareketle bir kimseye toplum tarafından verilen manevi değerlere saldırılması sonucu bunlarda bir azalmanın meydana gelmesidir” Kişinin şeref ve haysiyetini ihlal eden yayınların genellikle ceza hukuku bakımından hakaret suçunu teşkil ettiği görülmekle beraber bir yayına karşı cevap ve düzeltme hakkının kullanılabilmesi için yayının ilgili kişinin şeref ve haysiyetini ihlâl etmesi yeterli olup bunun ayrıca sövme veya hakaret suçunu oluşturması gerekli değildir.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden yayınların gerçeğe uygun olması, objektif haber verme niteliğine sahip olması ya da başka bir kaynaktan iktibas edilmiş olması dahi cevap hakkının doğmasını engellemez.
Basın Kanunu’nun 14. maddesinin cevap ve düzeltme hakkının doğduğunu kabul ettiği durumlardan ikincisi ise bir süreli yayında kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması hâlidir. Günümüz dünyasında haber, çabucak eskiyen, aktüalitesini hemen yitirebilen bir üründür. Kitle iletişim kuruluşları arasındaki haber verme yarışı ve amansız rekabet, olayların hedef kitleye geciktirilmeksizin ulaştırılmasını gerektirmektedir. İşte bu noktada haberin içerik yönünden hukuka uygunluk koşullarından birisini teşkil eden “gerçeklik” unsuru ön plana çıkmaktadır. Öncelikle bugün kitle iletişim hukukunda haberin gerçekliğinden anlaşılması gereken, maddi gerçeklik, diğer bir ifade ile ileride belirli bir zaman sonra belirlenebilecek olan maddi gerçeğe uygunluk değil, yayında yer alan haberin okuyucuya sunulması anındaki duruma ve iddialara uygun biçimde aksettirilmesidir. Gerçeklikten Yargıtayın anladığı da “görünen gerçekliktir.
Haberin gerçekliğinden anlaşılan, “görünen gerçeklik”tir. Ancak gazetecinin maddi gerçeği araştırıp bulmakla yükümlüolmaması, onu mesleğin gerektirdiği özen ve dikkati sarf etmekten alıkoymamalıdır.
Haberin, diğer medya kuruluşlarından önce okuyucuya ulaştırılması gerekliliği, basın mensubundan bir polis müfettişi, bir dedektif yahut ceza hâkimi gibi davranmasını beklememizi engeller. Ne var ki bu durum, gazetecinin maddigerçeği araştırıp bulmakla yükümlü olmaması, onu mesleğin gerektirdiği özen ve dikkati sarf etmekten alıkoymamalıdır. Diğer yandan yayının gerçeğe aykırılığının tespitinde subjektif kriterlerin mi, yoksa objektif kıstasların mı esas alınması gerektiği, öğretide tartışmalı bir husustur. Karşılaştırmalı hukukta birçok ülkede ilgilinin yayını gerçeğe aykırı görmesi cevap hakkının doğması için yeterli kabul edilmiştir. Öğretide de bu görüş önemli ölçüde taraftar bulmaktadır. Zira gerçeğe aykırılık şartının objektif olarak anlaşılması durumunda hakkında yayın yapılan kişiye cevap ve düzeltme hakkını kullanabilmek için yayın konusu haberin gerçeğe aykırılığını ispatlamak yükümlülüğünün yüklenecek, böylece söz konusu hakkın kullanımı önemli ölçüde daralacaktır; oysa cevap hakkı, kişiliği koruma amacı gütmektedir ve böylesi bir uygulama, müessesenin amacına uygun düşmeyecektir.
Gerçeğe aykırılık bakımından ilgilinin görüşünün yeterli kabul edilmesinin cevap ve düzeltmehakkının etkin kullanımını sağlayacağı da ifade edilmektedir.Ancak bu durumda da doğru olarak verilmiş haberlere karşı dahi bu hakkın kullanılmasının söz konusu olacağı, bunun haber verme hakkını ciddi biçimde sınırlayacağı, hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğuracağı bir karşı görüş olarak savunulmaktadır.
Son olarak, bir yayın, kişinin aleyhine bir nitelik arz etmese, diğer bir ifade ile yayın konusu kişiyi övücü, ona üstün meziyetler atfedici mahiyette bile olsa, yayının gerçeğe aykırılık taşıması durumunda ilgili kişi bu yayından dolayı gerçeğe aykırılık sebebiyle cevap ve düzeltme hakkını kullanabilmelidir.
Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının kullanılması :
Cevap ve düzeltme hakkının uygulaması, hakkın kim tarafından, hangi süre içinde, kime karşı, nasıl kullanılacağı; cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması hâlinde ne gibi sonuçların doğacağı ve başvurulabilecek hukuki yolların nelerden ibaret olduğu gibi hususları ihtiva eder. Basın Kanunu açısından bakıldığında Kanun’un 14. maddesinde hakkın kullanılması usulü, 18. maddesinde ise cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının müeyyidesi düzenlenmiştir.
Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının sahipleri :
- maddenin birinci fıkrasına göre “süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması hâlinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan cevap ve düzeltme yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.”
Basın Kanunu’nun 14/1. fıkrası hükmü incelendiğinde, süreli bir yayında şeref ve haysiyeti ihlal edilen veya hakkında gerçeğe aykırı yayım yapılan ilgili kişilerin cevap ve düzeltme hakkının süjesi olarak kabul edildiği görülmektedir. Buna göre hakkında belirtilen nitelikte yayın yapılan kişiler cevap ve düzeltme hakkını kullanabileceklerdir. “Kişi” sözcüğünün bir hukuki terim olarak haklara ve borçlara ehil olabilen varlıkları ifade ettiği göz önünde bulundurularak kanuni düzenlemeye göre gerçek ve tüzel kişilerin cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri ifade edilebilir. Kanunun kişi sözcüğünü kullanmasından dolayı özel hukuk ya da kamu hukuku tüzel kişiliği niteliğinde olmayan toplulukların söz konusu hakkı haiz olmadıkları kabul edilmektedir. Ancak kanundaki diğer koşulların bulunması hâlinde bu tip toplulukları oluşturan gerçek kişilerin kendileri bakımından cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri tabiidir. Yine söz konusu hakkın yabancılar tarafından da kullanılabilmesini önleyen bir hüküm yoktur. Yasa’nın 14. maddesinin son fıkrası, cevap ve düzeltme hakkına sahip olan kişinin ölmesi hâlinde bu hakkın, mirasçılardan biri tarafından kullanılabileceğini öngörmüştür. Türk hukukunda cevap ve düzeltme hakkının bizzat veya ilgilinin yasal temsilcileri marifetiyle kullanılabileceği kabul edilmektedir.
Cevap ve düzeltme hakkının doğması ve kullanılabilmesi için yayının, hakkı kullanmak isteyen kişi ile ilgili olması gerekir. Bu ilgi genel bir ilgi değil, bireysel bir ilgi olmalıdır. Aksi hâlde gerçeğe aykırı olduğu düşünülen her yayın hakkında hemen herkesin cevap ve düzeltme hakkını kullanabilmesi gerekirdi ki bu durum hem söz konusu hakkın amacına aykırı düşerdi hem de basın kuruluşları için altından kalkılamaz bir külfet doğururdu.
Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme yazısının nitelikleri :
Basın Kanunu, cevap ve düzeltme metninin nitelik ve nicelik bakımından bazı özelliklere sahip bulunması koşulunu getirerek hakkın amacına uygun kullanımını temin etmek istemiştir. Buna göre süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayın yapılması hâlinde, bundan zarar gören kişinin yayın tarihinden itibaren iki ay içinde göndermesi gereken cevap ve düzeltme metni “suç unsuru” içermemeli, “üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı” olmamalıdır. Diğer bir deyişle kişi, hakkını kötüye kullanmamalı, cevap ve düzeltme metni, yayınlanan yazıyla ilgili olmalıdır. Cevap ve düzeltmede, buna neden olan eser belirtilmelidir.
Cevap ve düzeltme metni ilgili yazıdan uzun olmamalıdır. Cevap ve düzeltmeye neden olan eserin 20 satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hâllerinde cevap ve düzeltme otuz satırı geçemeyecektir. Bu nitelikleri taşıyan cevap ve düzeltme metni, yayını yapan süreli yayının sorumlu müdürüne gönderilir. Sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde cevap ve düzeltmemetnini yayımlamak zorundadır. Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, cevap ve düzeltme yazısı, cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.
Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasında yargıya başvuru :
Cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmaması hâlinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına karar verilmesini isteyebilir.
Basın Kanunu’nun 14/1. fıkrasında belirtilen süreler içinde cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmaması hâlinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması hâlinde ise yayım tarihinden itibaren 15 gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam (asliye ceza hâkimi) üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Cevap ve düzeltmenin yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.
Kanu’nun öngördüğü düzenlemede, hem sulh ceza, hem de asliye ceza hâkiminin yapacağı iş bellidir. Hâkim talebin zamanında yapılıp yapılmadığına, şekil şartlarına uygun olup olmadığına, cevap ve düzeltme metninin suç unsuru içerip içermediğine veya üçüncü kişilerin haklarını ihlal edip etmediğine bakacaktır. Hâkime başka bir denetim yolu tanınmamıştır. Bu düzenleme 5680 sayılı Basın Kanunu’nun getirdiği düzenlemeden farklılık arzetmektedir. Bu husus eleştirilere hedef olmakta, hatta yeni hükmün hukuka aykırı olduğu iddia edilmekte, hâkimin, eskiden olduğu gibi cevap ve düzeltme metni üzerinde gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilme hakkına sahip olması gerektiği belirtilmektedir.
Cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının yaptırımı :
Basın Kanunu’nun 18. maddesi, düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin adli para cezasıyla cezalandırılmasını öngörmektedir. Kanun, ayrıca para cezasının miktarı bakımından, “tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından basılan ve en az üç komşu ilde veya en az bir coğrafi bölgede yayımlanan süreli yayını ifade eden” bölgesel süreli yayınlar ile “tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından aynı isimle basılan ve her coğrafi bölgede en az bir ilde olmak üzere, ülkenin en az yüzde yetmişinde yayımlanan süreli yayın ile haber ajanslarının yayınlarını ifade eden” yaygın süreli yayınlar arasında da bir ayrım yapmış; cezanın alt sınırını bölgesel süreli yayınlarda, yaygın süreli yayınlar için öngörülenden dahadüşük tutmuştur. Kanu’na göre, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen adli para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu birlikte sorumluluk hükmü ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.
2954 Sayılı TRT Kanunu’nda Cevap ve Düzeltme Hakkı :
Ülkemizde, Basın Kanunu yalnız basılmış eserlerin basımı ve yayımını düzenlemekte, radyo ve televizyon yayıncılığı alanı ise biri kamu yayıncılığını, diğeri özel radyo ve televizyon yayıncılığını konu edinen iki farklı kanun tarafından düzenlenmektedir.
- yüzyılın başlarında radyonun, 1930’lu yıllarda televizyonun ortaya çıkmasıyla radyo ve televizyon yayıncılığı doğmuş, kitlesel iletişim yeni araçlar sayesinde etkinliğini artırmıştır. Cevap ve düzeltme hakkı, zamanla bu yeni iletişim araçları bakımından da bir ihtiyaç olarak baş göstermiş ancak basın açısından genel kabul gören bu hak, radyo ve televizyon yayınları bakımından tereddütlere ve görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Öyle ki doktrinde bazı müellifler radyo ve televizyonda cevap ve düzeltme hakkının mümkün olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Bugün cevap ve düzeltme hakkı, gerek radyo televizyon yayıncılığı alanını düzenleyen kanunlar ve uluslararası sözleşmeler gerekse öğretinin ve meslek mensuplarının büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiş bir müessese hâlini almıştır.
Türkiye’de radyo yayıncılığı 1927 yılında Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi’ne radyo yayınları yapma, daha doğrusu, bir sözleşmeyle işletme yetkisi verilmesiyle başlamış, 1936 yılından itibaren radyo yayınları Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından sürdürülmüştür. Türkiye’de televizyon yayınlarının 9 Temmuz 1952 yılında başlamasından sonra yeni bir medya aracı olan televizyon, Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun 31 Ocak 1968 tarihinde düzenli yayına geçmesiyle Türk halkının ilgi alanına girmiştir. Ülkemizde 01 Mayıs 1964 tarihinde yürürlüğe giren 359 sayılı yasa ile Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) oluşturulmuş, televizyon yayınları 1980’li yılların sonuna kadar TRT tarafından devlet tekelinde yürütülmüştür. 1980 askerî müdahalesinden sonra birçok kurumda olduğu gibi TRT bakımından da yapısal değişikliğe gidilmiş, 11.11.1983 tarih ve 2954 Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu Kanu’nun 27. maddesi, Anayasa’da da yer verilen cevap ve düzeltme hakkını düzenlemiştir.
TRT Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının şartları :
2954 sayılı Kanun’un 27. maddesinde cevap ve düzeltme hakkının doğması için gereken şartlar, Anayasa’nın 32. maddesi ile belirlenen esaslara uygun biçimde düzenlenmiştir. TRT yayınlarına karşı cevap ve düzeltme hakkının, ancak bir kişinin “haysiyet ve şerefine dokunulması” veya kendisiyle ilgili olarak “gerçeğe aykırı hususlar bulunması” durumlarında tanınması söz konusu olabilecektir.
Kanu’nda geçen “yayınlarda bir kişinin haysiyet ve şerefine dokunulması” ibaresinin anlamının açıklığa kavuşturulması gerekir. Sözlük anlamı itibarıyla“dokunmak” kelimesiyle temas etmek, tedirgin etmek, ilişkin olmak ve hafifçe değinmek kastedilir. Kişinin haysiyet ve şerefine dokunan yayınların hakaret suçlarında da görülen, şahsın namusunu, şerefini, şöhretini, vakarını, toplumdaki yeri ve saygınlığını haleldar eden ifadeleri içerdiği genellikle kabul edilmektedir.
Ancak cevap ve düzeltme hakkının doğması bakımından bu ifadelerin sövme veya hakaret suçunu oluşturmuş olmaları şart değildir. Yayının imalı dahi olsa kişinin haysiyet ve şerefi ile ilgili bir dokundurmada bulunması yeterlidir. Yayının kişinin haysiyet ve şerefine dokunan nitelik taşıyıp taşımadığının tespiti, yayına konu edilen kişinin sübjektif değer ölçüleri ve duyarlılıkları değil, yayının iletişim özgürlüğünün ve haberin hukuka uygunluk şartlarının sınırlarının aşılıp aşılmadığı gibi objektif kriterler ile toplumsal ölçütlere göre ilgili kişinin sosyal konumu da göz ardı edilmeksizin hâkim tarafından değerlendirilerek yapılır. 2954 Sayılı TRT Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının doğabileceği diğer bir durum olan yayında kişinin kendisiyle ilgili olarak gerçeğe aykırı hususlar bulunması hâli için, Basın Kanunu bakımından bu koşul için yapılan açıklamalar, TRT yayınları açısından da geçerlidir.
-Cevap hakkının kullanılabilmesi için yayının ima yoluyladahi olsa kişinin haysiyet ve şerefi ile ilgili bir dokundurmada bulunması yeterlidir.
TRT Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının kullanılması :
TRT yayınları hakkında cevap ve düzeltme hakkının kullanılması, hak sahiplerinin kimler olduğu, hakkın hangi süre içinde, kime karşı, nasıl kullanılacağı gibi hususlar 2954 Sayılı TRT Kanunu’nun 27. maddesinde düzenlenmiştir. TRT yayını, ister canlı olarak yayımlansın yahut önceden hazırlanmış bir program olsun, ister haber veya yorum ya da yayımlanması mecburi bir program niteliğinde olsun, cevap ve düzeltme hakkının doğması bakımından yayının türü veya vasfı önemli değildir. Yeter ki bir kişinin “haysiyet ve şerefine dokunulması” veya kendisiyle ilgili olarak “gerçeğe aykırı hususlar bulunması” koşullarından en az biri gerçekleşmiş olsun.
TRT Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının sahipleri :
TRT yayınları bakımından cevap ve düzeltme hakkının sahipleri haysiyet ve şerefine dokunulan veya kendisiyle ilgili olarak gerçeğe aykırı hususlar dile getirilen kişilerdir. “Kişi” tabiri, tüm gerçek kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişilerini kapsamaktadır. TRT Kanunu’nun ilgili madde (27. m.) metninde özel hukuk tüzel kişileri ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan fakat hükûmete dâhil olmayan siyasi partiler ayrıca belirtilmiştir. Bu sebeple Yasa’da “kişi” kavramının kapsamının dar tutulduğu akla gelmektedir.
Kanun’da devlet daireleri ve kamu kuruluşlarından söz edilmemesinden dolayı bu tür kuruluşların cevap ve düzeltme hakkının bulunmadığı ifade edilmektedir. Tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlar bakımından ise bunlara mensup olan gerçek kişilerin, kendileri bakımından cevap hakkını kullanabilmeleri kabul edilmektedir.
TRT yayınında cevap ve düzeltme hakkını kullanacak kişinin, adı açıkça anılmasa bile tereddüde mahal bırakmayacak biçimde anlaşılabilmesi gereklidir. Cevap ve düzeltme hakkı, küçükler ve ehil olmayanlar tarafından bizzat kullanılabileceği gibi bunların yasal temsilcilerinin de bu hakları vardır. İradi temsilin de geçerli olacağı, diğer bir deyişle ilgilinin vekilinin de cevap ve düzeltme talebinde bulunabileceği belirtilmektedir.
Kanun’un 27/h maddesi gereğince cevap ve düzeltme hakkını kullanmadan ölen kimsenin bu hakkını mirasçıları birlikte veya bunlardan yalnız ilk başvuranı kullanabilir. Cevap ve düzeltme hakkı, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’nin 8. maddesi gereği yabancılar bakımından da geçerlidir; hatta yabancının oturduğu yerin ulusal sınırlar dışında olması da hak sahibi olmasını engellemez.
Cevap ve düzeltme yazısının nitelikleri :
Yayınlarda bir kişinin haysiyet ve şerefine dokunulması veya kendisi ile ilgili olarak gerçeğe aykırı hususlar bulunması hâlinde; Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, o kişinin yayın tarihinden başlayarak yedi gün içinde göndereceği cevap ve düzeltme metnini, TRT Genel Müdürlüğünce alınmasından başlayarak üç gün içinde yayınlamakla yükümlüdür. Kanuna göre cevap ve düzeltme hakkının sahibi, cevap ve düzeltme metninde, yayında kendisine gerçeğe aykırı olarak bir husus atfedildiğini veyahut şeref ve haysiyetine dokunulduğunu veya gerçeğin ne olduğunu kısaca açıklar. Ancak cevap ve düzeltme metni, cevap ve düzeltmeye esas olan yayın süresinin ilgili bölümünün süresini aşamaz. Cevap ve düzeltme metninin ilgili kanun hükümlerine uygun olmalı, suç niteliğindeki ifadeler taşımamalı, yeni bir cevap ve düzeltme hakkı doğurur nitelikte olmamalıdır. Aksi hâlde, TRT Genel Müdürlüğü bu talebi reddeder.
Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasında yargıya başvuru :
Cevap ve düzeltme hakkı doğan kişi bu hakkını kullanabilmek için önce TRT’ye yayının yapıldığı tarihten itibaren 7 günlük hak düşürücü süre içinde başvurulmalı; cevap ve düzeltme metni TRT Genel Müdürlüğüne gönderilmelidir. Kanun’da gösterilen şekil ve şartlara uygun olarak gönderilen cevap ve düzeltme metni, ulaşmasından itibaren 3 gün içinde yayımlanmalıdır. Kanun’un 19. maddesi uyarınca yapılan yayınlar nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan fakat hükûmete dâhil olmayan siyasi partiler, cevap ve düzeltme hakkı taleplerini yayın tarihinden başlayarak üç gün içinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde yaparlar (27/2 md.). Cevap ve düzeltme metninin 2954 sayılı Kanun hükümlerine uygun olmaması veya suç niteliğindeki ifadeler taşıması veyahut yeni bir cevap ve düzeltme hakkı doğurur nitelikte olması hâlinde, Genel Müdürlük bu talebi reddettiğini, yayınlamakla yükümlü olduğu üç günlük sürenin bitiminden itibaren iki gün içinde ilgilisine bildirir. İlgili, bu red kararına karşı, iki gün içinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde itiraz edebilir. Hak sahibi, itirazını, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmek üzere bulunduğu yer mahkemesine de verebilir. Ankara Sulh Ceza Hâkimi, en geç iki gün içinde cevap ve düzeltme metnini; suç niteliği olup olmadığı, yayın ile ilgisi bulunup bulunmadığı, bu maddede yazılı şartlara uygun olup olmadığı, yeni bir cevap ve düzeltme hakkı doğurur nitelikte olup olmadığı ve süresi içinde Türkiye Radyo Televizyon Kurumuna gönderilip gönderilmediği yönlerinden inceleyerek karar verir.
Hâkim cevap veya düzeltme metninin aynen yayınlanmasına karar verebileceği gibi uygun göreceği değişiklikleri bizzat yaptıktan sonra yayınlanmasına da karar verebilir. Bu kararın birer örneği taraflara gönderilir. Taraflar, bu karara, kendilerine tebliğinden başlayarak iki gün içinde Ankara Asliye Ceza Hâkimliği nezdinde itiraz edebilirler. Asliye ceza hâkiminin verdiği karar kesindir. Bu kararın Genel Müdürlüğe tebliğinden itibaren en geç iki gün içinde cevap ve düzeltmenin yayınlanması zorunludur.
Cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının yaptırımı :
TRT yayınları bakımından cevap ve düzeltme hakkının doğmasında kural olarak yayının türü ve içeriğinin önem taşımadığı kabul edilmekle birlikte 2954 sayılı TRT Kanunun’un 27/son fıkrası, “siyasi partilerin radyo ve televizyondan özel kanunları uyarınca yapacakları seçim propaganda konuşmaları ile bu kanun’un 18. maddesi uyarınca yayınlanan hükümet bildirisi veya konuşmaları hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz” hükmünü getirmek suretiyle bu nitelikteki yayınlar açısından cevap ve düzeltme hakkını kullanma imkânını tanımamıştır. Burada belirtilen yayınlar dışında herhangi bir TRT yayınının cevap ve düzeltme hakkına sebebiyet vermesi ve ilgilinin süresi içinde gönderdiği, Kanuna ve usulüne uygun cevap ve düzeltme metninin gerekli zaman zarfında yayımlanmaması; itiraz edilmeksizin yahut tapılan itiraz sonucu yargı kararıyla kesinleşmiş cevap ve düzeltme metnini süresi (iki gün) içinde yayımlanmaması hâlinde hangi sonucun doğacağı hakkında kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Ancak TRT Kurumunun genel müdür tarafından temsil ve idare edildiği, bu sebeple bu konuda sorumluluğun da TRT Genel Müdürüne ait olacağı ve bu durumda genel hükümlere göre hareket edilmesi gerekeceği, yetkili savcılığın Ankara Cumhuriyet Savcılığı olacağı düşünülmekte; diğer yandan genel müdürün ağır hizmet kusuru işlediği veya tarafsızlığını ihlâl ettiği gerekçesi ile Türkiye Radyo Televizyon Kurumu yönetim kurulunun teklifi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile görevden alınmasının yolunun açılacağı belirtilmektedir.
6112 Sayılı RTKYH Kanun’da Cevap ve Düzeltme Hakkı :
Özel radyo ve televizyonlarda haklarında şeref ve haysiyetlerini ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın yapılan kişiler cevap ve düzeltme hakkını kullanabilir.
Türkiye’nin 75 yıllık elektronik yayıncılık geçmişinde 1990 yılına kadar fiilen, 1993 yılına kadar da hukuken bir devlet tekelinin varlığı söz konusudur. Yayın tekelinin kaldırılması konusunda TBMM’de anlaşma sağlanması üzerine 8 Temmuz 1993’te 3913 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 133. maddesi, radyo ve televizyon istasyonları kurma ve işletme hakkını kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbest kılacak şekilde değiştirilmiştir. Anayasal değişiklik, tekel durumundaki kamu yayıncılığından, özel yayıncılığı da kapsayan çoğulcu yayıncılığa geçişin başlangıcı olmuştur. Bundan sonra Anayasa’nın öngördüğü yasal düzenleme ihtiyacına cevap vermek üzere 1994’te yürürlüğe giren 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, yerini 2011 yılında kabul edilen 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’a bırakmıştır.
6112 Sayılı Kanun’a göre cevap ve düzeltme hakkının sahipleri ve şartları :
6112 sayılı Kanun’un 18. maddesi cevap ve düzeltme hakkına yer vermiştir.
Buna göre cevap ve düzeltme hakkının sahipleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın gerçek ve tüzel kişilerdir. Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin bu hakkı kullanmadan ölmesi hâlinde, bu hak mirasçılarından biri tarafından kullanılabilir. Bu durumda, ölümün 60 günlük düzeltme ve cevap hakkı süresi içinde gerçekleşmiş olması kaydıyla, kalan düzeltme ve cevap hakkı süresine 30 gün ilave edilir. Hakkıkullanacak kişiler hakkında şeref ve haysiyetlerini ihlal edici veya gerçeğe aykırıyayın yapılması, bu hakkın doğması için şarttır. Bu hususta diğer kanunlara ilişkin açıklamalar geçerlidir.
6112 sayılı Kanun’a göre cevap ve düzeltme hakkının kullanılması :
Medya hizmet sağlayıcıya başvuru süresi yayın tarihinden itibaren 60 gündür. Cevap ve düzeltme metni, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmamalı ve suç unsuru içermemelidir. Medya hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde, cevap ve düzeltmeye konu yayının yapıldığı saatte ve programda, izleyiciler tarafından kolaylıkla takip edilebilecek ve açıkça anlaşılabilecek biçimde düzeltme ve cevabı yayınlar. Düzeltme ve cevap hakkı doğuran programın yayından kaldırıldığı veya yayınına ara verildiği durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.
Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasında yargıya başvuru :
Düzeltme ve cevabın belirtilen süre içinde yayınlanmaması hâlinde bu sürenin bitiminden; usulüne aykırı şekilde yayınlanması hâlinde düzeltme ve cevabın yayınlandığı tarihten itibaren 10 gün içinde ilgili kişi, mahkemeden cevap ve düzeltmenin ilgili kanun hükümlerine uygun olarak yayınlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Yetkili ve görevli mahkeme; başvuru sahibinin ikamet ettiği yerdeki sulh ceza mahkemesi, başvuru sahibinin yurt dışında ikamet etmesi hâlinde Ankara Sulh Ceza Mahkemesidir. Sulh ceza hâkimi, istemi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Bu karara karşı tebliğden itibaren yedi gün içinde yetkili asliye ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Asliye ceza mahkemesi itirazı üç iş günü içinde inceleyerek kesin karara bağlar. Hâkim tarafından düzeltme ve cevabın yayınlanmasına karar verilmesi hâlinde, birinci fıkradaki yedi günlük süre, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten; itiraz edilmişse asliye ceza mahkemesi kararının tebliği tarihinden itibaren başlar. İlgili kişi belirtilen cevap ve düzeltme hakkını, aynı süreler içinde doğrudan (medya hizmet sağlayıcısına başvurmaksızın) sulh ceza mahkemesinden isteyebilir.
Cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının yaptırımı :
6112 sayılı Kanun’un “Yayın hizmeti ilkeleri” başlıklı 8. maddesi hükümlerinin, hem özel radyo ve televizyon yayınları hem de TRT yayınları bakımından da uygulanacağı aynı Kanun’da açıkça belirtilmiştir. 8/1-o bendi, yayınların kişi veya kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorunda olduğunu amirdir. Kanun’un 32. maddesine göre bu ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcıları uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verilir. İdari para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için 10bin Türk lirasından az olamaz. Bu Kanun hükümlerine göre idari para cezasına veya idari tedbire karar vermeye Üst Kurul yetkilidir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki gerçek ve tüzel kişilerin kişilik haklarını ihlal eden yayın hizmetlerinden doğan maddi ve manevi zarardan dolayı, medya hizmet sağlayıcı kuruluş ile birlikte programın yapımcısı müştereken ve müteselsilen sorumludur.
İnternet Ortamındaki Yayınlara Karşı Cevap ve Düzeltme Hakkı :
Türkiye’de 23 Mayıs 2007 tarihinde yürürlüğe giren 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un “İçeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı” başlıklı 9. maddesinde “içerik nedeniyle hakları ihlal edildiğini iddia eden kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde reddedilmiş sayılır” denilmekte ve kişilere yerleşim yerindeki sulh ceza mahkemesine 15 gün içinde başvurarak hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilmekteydi. Bu düzenleme,hakkın kullanım alanını diğer mevzuata göre daha geniş tutmaktaydı.
Ancak 6 Şubat 2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun’un 93. maddesiyle maddenin başlık ve içeriğindeki cevap hakkına ilişkin ibareler Kanun’dan çıkarılmış ve erişimin engellenmesine ilişkin hükümler konulmuştur. Erişimin engellenmesi, cevap ve düzeltme hakkından farklı bir müessese olduğundan burada ele alınmayacak, internetin hukuki rejiminin anlatıldığı ünitede incelenecektir.
KİTLE İLETİŞİMİNDE DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ KURUMLAR ünite 10
DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ KURUMLARIN TARİHSEL GELİŞİMİ
Düzenleyici ve Denetleyici Kurum Kavramı :
İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulan düzenleyici ve denetleyici kurumlar, Avrupa’da özellikle 1980’lerden itibaren hızla yayılmaya başlamıştır.
İlk olarak 1930’larda Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulan düzenleyici ve denetleyici kurumlar, Avrupa’da özellikle 1980’lerden itibaren hızla yayılmaya başlamıştır. Amerika’da genel olarak “Bağımsız Düzenleyici Birimler” (Independent Regulatory Agencies) olarak adlandırılan bu kurumlar, İngiltere’de “Yarı-Özerk Hükûmet Dışı Örgütler” (Quasi-Autonomous Non Govermental Organizations), Fransa’da ise “Bağımsız İdari Otoriteler” (Autorités Administratifs Indépendantes) olarak isimlendirilmektedir.
Düzenleyici ve denetleyici kurumların ortaya çıkış nedenleri şu şekilde özetlenebilmektedir:
- a) Ekonomik alandaki teknik ve karmaşık sorunların çözümü uzmanlık gerektirmektedir ve klasik bakanlık yapısı bu sorunları çözmede yetersiz kalabilmektedir.
- b) Zaman zaman devletin piyasada hem hakem hem de oyuncu olması durumunda, alınacak kamusal kararların haklılığının ve tarafsızlığının şaibeli hâle gelmemesi için kararların bağımsız ve tarafsız kurumlarca alınması tercih edilmektedir.
- c) Bu bağımsız kurumlar siyasi etkilerden uzak olma durumları ile siyasi iktidarların siyasal nedenlerle alamayacakları, almaktan çekinecekleri veya erteleyecekleri kararların alınmasını kolaylaştıracaklardır.
- d) Kriz dönemlerinde krizin bedelinin kendilerine yüklenmesini istemeyen siyasi iktidarlar da bu tür kurumların oluşturulmasında istekli olmaktadırlar.
Öğretide yaygın olarak kabul gören tanım Ulusoy tarafından yapılmıştır. Ulusoy’a göre, “toplumsal yaşam için özel bir önem ve duyarlılık taşıyan, temel hak ve özgürlükler ile ekonomik ve sosyal sektörlerde veya alanlarda düzenleme, denetleme ve yönlendirme (regülasyon) faaliyetinde bulunan, kararları üzerinde hiçbir makam ve merciin etkisinin olmadığı, karar organları özel güvencelere sahip, mali özerkliği haiz, özerk bütçeli kamu tüzel kişileri” olarak tanımlanabilecek bu kurumlar, bazı istisnalar dışında, asli karar organı olan Kurul ve ona yardımcı olmak ve kararlarını uygulamak üzere, Kurul Başkanı ve yardımcı personelden oluşan kurum şeklinde yapılanmaktadırlar.
Ülkemizde düzenleyici ve denetleyici kurumların Anayasal dayanağı olarak, devletin toplumsal ve ekonomik yaşamın para, kredi, mal ve hizmet piyasaları gibi bireylerin ve toplulukların hak ve özgürlükleri ile yakından ilişkili alanlarındaki kamusal ve özel kesim etkinliklerini düzenlemek, denetlemek, aykırı davranışları önlemek ve yaptırımlara bağlamak ödevi gösterilmektedir.
Nitekim Anayasa’nın 167. maddesinde “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler” hükmüne yer verilmiştir.
Düzenleyici ve denetleyici kurumlar “karar organlarının şekli”, “regülasyon özelliği” ve “faaliyet alanlarının niteliği” gibi ölçütler kullanılmak suretiyle birtakım sınıflandırmalara tabi tutulmuşlarsa da, radyo ve televizyon alanında faaliyette bulunanlar dışında diğerleri piyasa ekonomisinin düzenlenmesine yönelik faaliyette bulunmaktadırlar. Bu nedenle, iletişim alanında faaliyette bulunan düzenleyici ve denetleyici kurumlar özel bir öneme ve ayrı bir yere sahiptirler.
İletişim alanındaki düzenleyici ve denetleyici kurumların dünyadaki gelişimine kısaca göz atmak faydalı olacaktır. Bu gelişimde üç ülke dikkat çekmektedir. Bu ülkeler sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa’dır.
Amerika Birleşik Devletleri diğer alanlarda olduğu gibi radyo ve televizyon yayıncılığı alanında da düzenleyici ve denetleyici kurumların ortaya çıktığı ilk ülkedir. 1934 yılında çıkarılan İletişim Kanunu ile bütün elektronik iletişim alanının sorumluluğu Federal Communications Commission (FCC) adıyla anılan Federal İletişim Komisyonuna verilmiştir (www.fcc.gov).
İngiltere’de özel radyo ve televizyon yayıncılığı diğer Avrupa ülkelerine göre daha önce başlamış olup bu alan 2003 yılına kadar çeşitli kurumlar ile düzenlenmiştir. 2003 yılında iletişim sektörünü düzenleyen İletişim Ofisi (Office of Communication), kısa adıyla OFCOM kurulmuştur. OFCOM, daha önce kurulan beş düzenleyici kurumun görevini devralmıştır. Bu düzenleyici kurumlar; Yayın İlkeleri Komisyonu (The Broadcasting Standards Commission), Bağımsız Televizyon Komisyonu (The Independent Television Commission), İletişim Bürosu (The Office of Telecommunications/OFTEL), Radyo Otoritesi (The Radio Authority) ve Telsiz Bürosu’dur (The Radiocommunications Agency)(www.ofcom.org.uk).
Özellikle özel televizyonların yasal düzenlemeler olmaksızın yayın yapmaya başlaması ülkemizde olduğu gibi Fransa’da da yapılmak zorunda kalınan yeni yasal düzenlemelerle hukuki bir zemine kavuşmuştur. 1986 yılında Görsel-İşitsel İletişim Yüksek Kurulu (Commission Nationale de la Communication et des Libertés/CNCL) adı ile kurulan ve yayınların denetimini üstlenmiş kurul, 1989 yılında Yayıncılık Yüksek Konseyi (Counseil Supérieur de L‟audiovisiuel/CSA) olarak değiştirilmiştir.
Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların Özellikleri :
5108 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 3. maddesinin c bendine ve bu Kanun’a ekli III sayılı cetvelde ülkemizde dokuz adet düzenleyici ve denetleyici kurumun olduğu ifade edilmektedir: Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Kamu İhale Kurumu, Rekabet Kurumu, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu. Her ne kadar bu kurumların tabi olduğu tek bir hukuki rejim olmasa da bu kurumların ortak özellikleri öğretideverilmektedir:
Bunlar; sermaye piyasası, rekabet, radyo ve televizyon yayıncılığı, bankacılık gibi kamusal yaşamın hassas alanlarında düzenleme ve denetleme görevlerini yerine getiren, devlet adına icrai karar alma yetkisine sahip bağımsız nitelikteki kuruluşlardır.
1- Regülasyon:
Düzenleyici ve denetleyici kurumların en önemli ayırt edici özelliği regülasyon işlevi görmeleridir. Regülasyon görevini üstlenmiş düzenleyici ve denetleyici kurumlar, kamusal hayatın hassas alanı denilen alanlarda kamu hizmetlerini yürütmek ve işletmekten ziyade bu alanlarda “oyunun kurallarını” belirler, diğer bir ifadeyle o alanı organize ederler.
2- Bağımsızlık :
Bağımsızlık, “toplumun, toplumsal bir kümenin ya da bireyin başka bir toplumun, toplumsal kümenin ya da bireyin etkisi, güdümü, yönetimi ve belirlenimi altında bulunmaması” olarak tanımlandığına göre, bir kurumun bağımsız olması yürütme organının ve öteki idari mercilerin bu kurum üzerinde herhangi bir idari yetkiye ve denetime sahip olmamasını ifade eder ki bu kurumların bağımsızlığı hem organik hem de işlevsel anlamda bağımsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır.
Düzenleyici ve denetleyici kurumların organik anlamda bağımsız sayılabilmeleri için şu özelliklere sahip olmaları gerekir:
- A) Düzenleyici ve denetleyici kurumların görev ve yetkileri, bakanlıkların kontrolü dışında, kanunla düzenlenmelidir.
- B) Kurul üyelerinin atanmasında mesleki standartlar öngörülmelidir.
- C) Kurul üyelerinin görev süreleri, genel siyasi seçimlerle çakışmayacakşekilde belirlenmeli ve kurul üyelerinin bireysel görev süreleri, diğer üyelerin değişim süresinden ayrılmalıdır.
- D) Kurullara, düzenleme yapmak ve uygulamayı yönlendirme yetkisi verilmelidir.
- E) Kurulların özel bütçeleri olmalıdır.
- F) Personel ücretleri iyileştirilmelidir.
Düzenleyici ve denetleyici kurumların işlevsel bağımsızlığı ise kendilerine herhangi bir organ, makam, merci ya da kişi tarafından görevleri ile ilgili emir ve talimat verilememesinin, tavsiye ya da telkinde bulunulamamasının sağlanması ile olur ki, bu da ancak bu kurumların işlem ve eylemlerinin yürütme organının hiyerarşi ya da vesayet denetimi biçimindeki denetimine tabi olmaması ile sağlanabilir.
3- Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların Yetkileri :
Her biri birer kamu tüzel kişisi olan düzenleyici ve denetleyici kurumlar, icrai karar alma yetkileri ile danışma organı olmaktan çıkmaktadırlar.
3.1. Düzenleme Yetkisi :
Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenleyici ve denetleyici kurumları devletin dördüncü gücü konumuna getiren değer bu kurumların düzenleyicilik misyonudur. Anayasa’ya göre (madde 124) kamu tüzel kişileri kendi görev alanlarını ilgilendiren kanun ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelikler çıkarabildiği için düzenleyici ve denetleyici kurullar da öncelikle yönetmelikler aracılığıyla bu düzenleme misyonunu yerine getirirler. Ayrıca uygulamada karar, tebliğ, tamim, sirküler,bildiri vb. işlemler adı altında yayınladıkları ve idarenin adsız işlemleri denilenbelgeler aracılığıyla da düzenleme yaparlar. Ancak, düzenleme yetkisi yasalar çerçevesinde yerine getirilen ikincil bir yetki olduğu için bu kurumların bu yetkilerini kullanarak yapacağı işlemlerle yasal düzenlemenin kapsamı daraltılamaz veya genişletilemez.
3.2. İnceleme ve Denetleme Yetkisi :
Kamusal hayatın hassas alanında faaliyette bulunan aktörlerin yasalara ve kendi düzenlemeleri ile getirilen kurallara ne derecede uyduğunu kontrol etmek amacıyla, düzenleyici ve denetleyici kurumlar gerekli gördüğü bilgi ve belgeleri ilgililerden istemek, onların bilgilerine başvurmak, gerektiğinde yerinde inceleme yapmak yetkilerini haizdir.
3.3. Yaptırım Uygulama Yetkisi :
Düzenleyici ve denetleyici kurumların yaptırım uygulama yetkisi, faaliyette bulundukları alanda düzenleme ve denetleme yetkilerinin bir uzantısı olarak kabul edilmektedir ve bu yaptırımlar “idari müeyyide” niteliğindedir.
Rekabet Kurumu gibi bazı düzenleyici ve denetleyici kurumlar uyguladıkları yüksek para cezalarıyla ön plana çıkarken, diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlar ilgili kanunlarında kendilerine verilen ruhsatıniptali, uyarı, kapatma, askıya alma gibi değişik idari yaptırımlara başvurmaktadır.
RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU
Radyo ve televizyon yayıncılığı, uzunca bir süre hemen hemen her ülkede olduğu gibi devlet tekeline bırakılan bir alan olmuştur. Nitekim 1982 Anayasası“Radyo ve televizyon idareleri ancak devlet eliyle kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenlenir” ifadesiyle bunu Anayasal bir ilke olarak belirlemiştir (madde 133). Ancak çok sayıda radyo ve televizyon yayın faaliyetinde bulunmaya başlamış ve yasama organı bu fiili durumu hukuki bir zeminedayandırmak için 1993 yılında, 1982 Anayasası’nın 133. maddesini “Radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir” şeklinde değiştirmiştir. Radyo ve televizyon yayıncılığını düzenleyen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, TBMM tarafından 13/4/1994 tarihinde kabul edilmiş ve 20/4/1994 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir ve böylece bir kamu tüzel kişiliği niteliğinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) kurulmuştur. Yasa koyucu bu düzenleyici ve denetleyici kurum için “kurul” ya da “kurum” kavramını kullanmamış ve bu kavramların yerine “üst kurul” kavramını tercih etmiştir.
2005 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile “Radyo ve televizyon faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu dokuz üyeden oluşur. Üyeler, siyasi parti gruplarının üye sayısı oranında belirlenecek üye sayısının ikişer katı olarak gösterecekleri adaylar arasından, her siyasi parti grubuna düşen üye sayısı esas alınmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluşu, görev ve yetkileri, üyelerinin nitelikleri, seçim usulleri ve görev süreleri kanunla düzenlenir” hükmüne yer verilmek suretiyle RTÜK’ün üye seçimi değiştirilmiştir.
AB müktesebatına uyum çerçevesinde Aralık 2007’de AB Resmî Gazetesi’nde yayımlanarak yürürlüğe giren ve AB Sınır Ötesi Televizyon Direktifi’ni değiştiren AB Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi hükümleri esas alınarak yürütülen yeni kanun çalışmaları neticesinde 15/02/2011 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluşu ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun 03/03/2011 tarihinde 27863 numaralı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (www.rtuk.org.tr). Böylece ülkemizde radyo ve televizyon yayınlarının hukuki rejimi 2011 yılında çıkarılan 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun çerçevesinde şekillenmektedir.
RTÜK’ün Özerkliği ve Bağımsızlığı :
Anayasa’nın 133. maddesine 2005 yılında eklenen ikinci fıkra ile paralel bir düzeleme olarak 6112 sayılı Kanun’un “Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla, idari ve mali özerkliğe sahip, tarafsız bir kamu tüzel kişiliği niteliğinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu kurulmuştur” ifadesiyle RTÜK’ün hem idari ve mali özerkliğine vurgu yapılmış hem de tarafsız bir kamu tüzel kişiliği olduğu belirtilmiştir (madde 34/1). Aynı maddenin ikinci fıkrasında RTÜK’ün bağımsızlığına şu ifadelerle vurgu yapılmıştır: “Üst Kurul, bu Kanun ve mevzuatta kendisine verilen görev ve yetkileri kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır” (madde 34/2).
RTÜK, 6112 sayılı Kanun’da ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde kendisine tahsis edilen malikaynakları görev ve yetkilerinin gerektirdiği ölçüde, kendi bütçesinde belirlenen usul ve esaslar dâhilinde serbestçe kullanır. RTÜK’ün malları Devlet malı hükmündedir, haczedilemez (madde 34/2).
RTÜK, hükûmet ile olan ilişkilerini Başbakan veya onun görevlendireceği bir bakan aracılığıyla yürütmektedir (madde 34/4). RTÜK, en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili konularda kamu kurum ve kuruluşları veya özel kuruluşlarda en az 10 yıl süreyle görev yapmış, mesleki açıdan yeterli bilgiye, deneyime ve Devlet memuru olma niteliğine sahip, otuz yaşını doldurmuş kişiler arasından Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilen dokuz üyeden oluşur (madde 35/1).
Seçim için, siyasi parti gruplarının üye sayısı oranında belirlenecek üye sayısının ikişer katı aday gösterilir ve Üst Kurul üyeleri bu adaylar arasından her siyasi parti grubuna düşen üye sayısı esas alınmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilir. Ancak, siyasi parti gruplarında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak seçimlerde kime oy kullanılacağına dair görüşme yapılamaz ve karar alınamaz (madde 35/2).
RTÜK üyelerinin seçimi, adayların belirlenerek ilanından sonra 10 gün içinde yapılır. Siyasi parti grupları tarafından gösterilen adaylar için ayrı ayrı listeler hâlinde birleşik oy pusulası düzenlenir. Adayların adlarının karşısındaki özel yer işaretlenmek suretiyle oy kullanılır (madde 35/3).
Karar yeter sayısı olmak şartıyla seçimde en çok oyu alan boş üyelik sayısı kadar aday seçilmiş olur. Seçim sonucu Resmî Gazetede yayımlanır (madde 35/4).
RTÜK üyelerinin görev süresi altı yıldır. Üyelerin üçte biri iki yılda bir yenilenir. Üyelerin görev sürelerinin bitiminden iki ay önce; üyeliklerde herhangi bir sebeple boşalma olması hâlinde, boşalma tarihinden veya boşalma tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise tatilin bitiminden itibaren bir ay içinde aynı usulle seçim yapılır. Bu seçimlerde, boşalan üyeliklerin siyasi parti gruplarına dağılımı, ilk seçimde siyasi parti grupları kontenjanından seçilen üye sayısı ve siyasiparti gruplarının hâlihazırdaki oranı dikkate alınmak suretiyle yapılır. Üyeliklerdeki boşalma sebebiyle yapılan seçimlerde seçilen üyeler, yerlerine seçildikleri üyelerin görev süresini tamamlar (madde 35/5).
RTÜK’ün Düzenleme Yetkisi :
RTÜK’ün düzenleme yapma yetkisinin kaynağını öncelikle Anayasa’nın 124. maddesi oluşturur. Anayasa’nın 124. maddesine göre Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Dolayısıyla bir kamu tüzel kişisi olan RTÜK’ün görev alanlarıyla ilgili yönetmelik çıkarma yetkisi vardır.
6112 sayılı Kanun’da RTÜK’e görsel işitsel iletişim alanını düzenleme konusunda geniş yetkiler verildiği görülmektedir. 6112 sayılı Kanun’un 34. maddesinde RTÜK’ün görev ve yetkileri Ünite 6’da bir liste hâlinde verildiği için burada tekrar edilmeyecektir. Ancak 6112 sayılı Kanun’un 34. maddesinin ilk fıkrasında radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla RTÜK’ün kurulduğu belirtildiğine göre düzenleme yetkisi açıktır.
6112 sayılı Kanun’un diğer maddelerinde de RTÜK’e açıkça düzenleme yetkisi verilmiş konular şunlardır:
Kanun’un “Yeniden İletim” başlıklı 4. maddesinde yeniden iletimin serbest olduğu belirtilirken, maddenin son fıkrasında yeniden iletimin usul ve esaslarının RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Kanun’un 5. maddesine göre yayın hizmetlerinin Türkçe yapılması esas olmakla birlikte Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir. Bu yayınlara ilişkin usul ve esaslar RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
Kanun’un 10. maddesinde radyo ve televizyon yayın hizmetlerinde reklam ve tele-alışveriş ele alınmış, televizyon ve radyoda yayınlanacak reklam ve tele-alışverişe ilişkin diğer hususların RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Kanun’un 16. maddesinde kamuoyu için büyük önem taşıyanolayların münhasır yayın haklarına sahip televizyon yayıncılarının, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında, diğer yayıncılara adil, makul ve eşitlikçi bir temelde bedeli karşılığında kısa gösterim hakkı sağlamak zorunda oldukları belirtilmiştir. Kısa gösterim hakkının uygulanmasıyla ilgili usul ve esasların RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Kanun’un 17. maddesinde toplum için büyük önem arz eden ulusal ve uluslararası önemli olayların ülke genelinde şifresiz ve ücretsiz olarak yayınlanması düzenlenmiştir. Kamunun önemli olaylara erişimi ile ilgili usul ve esasların ise RTÜK tarafından hazırlananyönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Kanun’un 21. maddesinde İlgili mevzuata uyulması ve kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmamak şartıyla, her türlü ad ve bu adı tasvir eden blok grafiklerin logo olarak; sesli duyuruların ise çağrı işareti olarak kullanılabileceği ifade edilmiştir. Uygulamayla ilgili usul ve esasların RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Kanun’un 27. maddesinde RTÜK’e verilen düzenleme yetkilerinden biri de frekans planlarının uygulanmasına, karasal sayısal yayına geçiş ve sıralama ihalesine ilişkin usul ve esasların RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Bu sayılan hususlar dışında bazı mali konular ve personel rejimine ilişkin bazı konularda 6112 sayılı Kanun ile RTÜK’e açıkça düzenleme yetkisi verilmiştir.
RTÜK’ün İzin Yetkisi :
6112 sayılı Kanun’da RTÜK’e görsel işitsel iletişim alanında geniş izin verme yetkileri verildiği görülmektedir. Kanun’un 37. maddesinin (c) bendine göre “Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayın lisansı talebinde bulunabilmeleri için gerekli idari, mali ve teknik şartları belirlemek ve bu kuruluşlardan şartlarısağlayanlara yayın lisansı vermek, denetlemek ve gerektiğinde iptal etmek” görevi RTÜK’e verilmiştir.
Kanun’un 32. maddesinin 5, 6, 7. fıkralarında RTÜK’ten yayın izni alan kuruluşların hangi şartlarda yayın izinlerinin iptal edileceği düzenlenmektedir. Buna göre Kanun’un “Yayın Hizmeti İlkeleri” başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerindeki ilkelere bir yıl içinde tekraren aykırı yayın yapılması hâlinde medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının 10 güne kadar durdurulmasına; ikinci tekrarı hâlinde ise, yayın lisansının iptaline karar verilir.
Yayın lisansı verilmesi için Kanun’da aranan şartlardan birinin kaybedilmesi hâlinde, ilgili medya hizmet sağlayıcı kuruluşa bu şartı yerine getirmesi için 30günlük süre verilir. Verilen süreye rağmen şartı yerine getirmeyen kuruluşun yayınları üç ay süreyle durdurulur. Bu süre zarfında şartın yerine getirilmemesi hâlinde ise, ilgili kuruluşun yayın lisansı iptal edilerek kanal ve frekans kullanımına son verilir.
Yayın lisansının verilmesi için gerekli şartlara uygunluğunu hile ile elde ettiği tespit edilen kuruluşun yayın lisansı iptal edilir. Yayın lisansı iptal edilmiş olan kuruluştan alınmış olan yayın lisans bedeli ile kanal ve frekans yıllık kullanım bedeli iade edilmez.”
RTÜK’ün Denetleme Yetkisi :
6112 sayılı Kanun’un 34. maddesinin ilk fıkrasında da belirtildiği üzere RTÜK, temel olarak radyo ve televizyon yayınlarını düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulmuş bir kurumdur.
Kanun’un 37. maddesinde ise RTÜK’ün görev ve yetkileri sayılır iken şu denetleme yetkilerinden bahsedilmektedir:
Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yerleşik medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerini, bu Kanun hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalara uygunluğu açısından izlemek ve denetlemek (madde 34/e).
Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yerleşik olmayan, ancak Türkiye Cumhuriyeti yargı yetkisi altında bulunan medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerinin bu Kanun hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası antlaşmalara uygunluğunu gözetmek, gerekli hâllerde diğer devletlerin yetkili kurum ve kuruluşlarıyla iş birliği yapmak (madde 37/f).
Medya hizmet sağlayıcılardan görevleri kapsamında her türlü bilgi, belge ve kayıtları almak, medya hizmet sağlayıcıları yerinde denetlemek ve lisans şartlarına uymayan cihazları mühürleyerek kapatmak (madde 37/s).
Medya hizmet sağlayıcılarının seçim dönemlerindeki yayınlarını Yüksek Seçim Kurulunun kararları doğrultusunda izlemek, denetlemek ve değerlendirmek (madde 30/2).RTÜK’ün içerik denetimi ile ilgili yukarıda sayılan görevlerini yerine getirmeyetkisi, hâlen yürürlükte olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Teşkilatı Kuruluş ve Görev Yönetmeliği’nin 7. maddesinde belirtildiği üzere, İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığına verilmiştir.
RTÜK’ün Yaptırım Yetkisi :
6112 sayılı Kanun’un 32. maddesinde RTÜK’ün uygulayabileceği idari yaptırımlara yer verilmiştir. Bu yaptırımlardan nispeten daha hafif nitelikte sayılabilecek uyarma yaptırımı 32. maddenin ikinci fıkrasında sayılan yayın hizmeti ilkelerine ve Kanun’un diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara uygulanacaktır. İhlalin tekrarı hâlinde ise medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verileceğide öngörülmek suretiyle kademeli bir yaptırım tercih edilmiştir.
Kanun’un 32. maddesinin 4. fıkrasında idari tedbir olarak öngörülen program durdurma cezasının nasıl uygulanacağı da düzenlenmiştir: “İdari tedbir uygulanması sonucu yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve ticari iletişim yayını içermeksizin, Üst Kurulca temin edilen eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı, çevre eğitimi, engelli sorunları, sağlık ve benzeri kamuya yararlı konularda programlar yayınlanır. Yükümlülük veya yasağa aykırılık dolayısıyla idari tedbir olarak programın yayınının durdurulması kararının verilmesi halinde, yaptırım uygulanmasına sebebiyet veren fiilin işlenmesinden dolayı sorumluluğu olan programın yapımcısı veya varsa sunucusu, yayının durdurulduğu süre zarfında, aynı veya farklı medya hizmet sağlayıcı kuruluşta hiçbir ad altında başka bir program yapamaz veya sunamaz”.
- maddesinin 5. fıkrasına göre, Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerindeki ilkeleri bir yıl içinde tekraren ihlal eden yayıncı kuruluşlara çok daha ağır müeyyideler öngörülmüştür. Şöyle ki “8. maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerindeki ilkelere aykırı yayın yapılmasını müteakip verilecek yaptırım kararının tebliğinden itibaren bir yıl içinde aynı ihlalin tekrarı hâlinde, medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının on güne kadar durdurulmasına; ikinci tekrarı halinde ise, yayın lisansının iptaline karar verilir.”
Kanun’un 33. maddesinin ilk fıkrasında; “Üst Kuruldan yayın lisansı almadan veya yayınları Üst Kurul tarafından geçici olarak durdurulmasına ya da yayın lisansı iptal edilmesine rağmen yayın yapan gerçek kişiler ile tüzel kişilerin yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürü,” hakkında bazı adli yaptırımlar öngörülmüştür. Şöyle ki bu kişiler “bir yıldan iki yıla kadar hapis ve bin günden bes bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Tüzel kişiler hakkında ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 60. maddesindeki güvenlik tedbirleri uygulanır. İzinsiz olarak faaliyetine devam eden yayın cihaz ve tesisleri Üst Kurulca mühürlenerek kapatılır.”
- maddenin ikinci fıkrasına göre de “Yayın lisansı olmasına rağmen lisans tipi dışında yayın yapan ve izinsiz verici tesis eden medyahizmet sağlayıcılar Üst Kurulca uyarılır, yapılan uyarıya rağmen izinsiz yayına devam edenler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanır.”Sonuç olarak 6112 sayılı Kanun’un idari yaptırımın türü, miktarı ve süresine ilişkin ulusal düzenlemeleri;
- a) idari para cezaları,
- b) program durdurma, katalogdan çıkarma yaptırımı,
- c) yayın durdurma,
- d) yayın iletiminin durdurulması,
- e) yayın lisansının veya iletim yetki belgesinin iptalinden oluşmaktadır
RTÜK’ün Çalışma Esasları :
Düzenleyici ve denetleyici kurumların en önemli özelliklerinden biri olan bağımsızlık şüphesiz bu kurumların çalışma esasları, toplantı ve karar yeter sayısı ile de yakından ilgilidir.
RTÜK, tam gün esasına göre çalışır, haftada en az bir defa olmak üzere, en az beş üyenin hazır bulunması ile toplanır ve en az beş üyenin aynı yöndeki oyuyla karar alır. Çekimser oy kullanılamaz (madde 40/1).
Başkanın çağrısı veya üç üyenin birlikte talep etmesi hâlinde RTÜKolağanüstü toplantıya çağrılabilir (madde 40/2).
Toplantı gündemi Başkan, yokluğunda Başkan vekili tarafından hazırlanarak, toplantıdan en az bir gün önce RTÜK üyelerine bildirilir. Gündeme yeni madde eklenebilmesi için toplantıda bir üyenin öneride bulunması ve önerilen maddenin RTÜK tarafından kabul edilmesi gerekir (madde 40/3).
Geçerli mazereti olmaksızın üst üste iki, bir ay içerisinde üç defa toplantıya katılmayan RTÜK üyeleri üyelikten çekilmiş sayılır. Bu durum, Üst Kurul kararı ile tespit edilir ve Türkiye Büyük Milleti Meclisi Başkanlığına bildirilir (madde 40/4).
RTÜK toplantılarındaki müzakereler gizlidir ve açıklık kararı alınmadıkça müzakereler açıklanamaz (madde 40/5).
İhtiyaç duyulması hâlinde, görüşlerinden yararlanmak üzere ilgili kişiler RTÜKtoplantısına davet edilebilir. Ancak RTÜK kararları toplantıya dışarıdan katılanların yanında alınamaz (madde 40/6).
RTÜK’ün gizliliği bulunmayan düzenleyici ve denetleyici nitelikteki kararları uygun vasıtalarla kamuoyuna duyurulur (madde 40/1).
RTÜK’ün gelirleri şunlardır (madde 41):
- a) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlardan alınacak yayın lisansı ücretleri.
- b) Karasal ortamdan yayın yapan kamu ve özel medya hizmet sağlayıcı kuruluşlardan alınacak televizyon kanal, multipleks kapasite ve radyo frekans yıllık kullanım ücretleri.
- c) 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, yayın hizmetlerinin iletimi faaliyetinde bulunan platform, multipleks ve altyapı işletmecileri ile verici tesis ve işletim şirketinden alınacak yayın iletim yetkilendirme ücretleri.
ç) Medya hizmet sağlayıcılarının, program destekleme gelirleri hariç aylık brüt ticari iletişim gelirlerinden ayrılacak yüzde üç paylar.
- d) Gerektiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bütçesinden alınacak Hazine yardımı.
- e) Sair gelirler.
SİNEMA ESERLERİNİN DENETİMİ ünite 11
Sinema filmleri görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarındandır.
Teknolojik gelişim süreci göz önünde bulundurulduğunda bu araçlar, kullanım şekillerine göre üç ayrı başlık altında incelenebilir. Bunları görsel araçlar, işitsel araçlar, görsel – işitsel araçlar şeklinde saymak mümkündür. Basılı eserler görsel araçları oluştururken; radyo, kaset ve plaklar işitsel araçları, televizyon, internet, videobantları ve sinemada görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarını oluşturmaktadır.
İlk sinema gösterimi Fransa’da yapılmıştır. 28 Aralık 1895 yılında Paris’teCapucine Bulvarı’ndaki Granda Cafe’de Lumiere kardeşlerin ilk filmi izleyiciyle buluşmutur. Osmanlı Devleti’nde ilk sinema deneyimi 1896 yılında, İstanbul’da gerçekleşmiştir.
Görüldüğü gibi ülkemizde sinema faaliyetleri zaman bakımından Avrupa ile parelellik göstermektedir. İlk deneyim bir belgesel filmdir. Yabancı bir yönetmen tarafından Haliç’te kiralık bir sandalda gezi filmi çekilmiştir. Sonraki yıllarda yine yabancı yönetmenler tarafından çekilmiş gezi filmlerine rastlanmaktadır.
Diğer yandan sinema gösterimleri ise 1908 yılına kadar gezici niteliktedir. Çeşitli kahvelerde kısa süreli gösterimler şeklindedir. İlk yerleşik sinema II. Meşrutiyetin ilanıyla Tepebaşında kurulmuştur.
İlk Türk sinemacısı ise Fuat Uzunkınay’dır. 1914 yılında Osmanlı Devleti’ninBirinci Dünya Savaşı’na girdiği sıralarda, 1876-1877 Osmanlı-Rusya Savaşı esnasında Ruslar tarafından Yeşilköy’de dikilen zafer anıtı yıkılmak istenmiştir. Yıkılma anı bir belgesel film olarak kayıt altına alınmıştır. “Ayestefanos’da Rus Abidesi’nin Yıkılışı” isimli 150 metrelik bu çekim bir Türk’ün çektiği ilk sinema filmidir.
Sinemanın ilk defa gösterime girmesi eğlence sektörüyle olmuş, ticari kaygılarla bu amaç doğrultusunda yayınlar yapılmıştır. Ancak, sonraki yıllarda, özellikle 20. yy.’da, siyasal saiklerle, bizzat devletler tarafından propaganda aracı olarak da kullanılmıştır. Çağımızda, sinema teknolojisinin ve sinemaya ait ürünlerin üretimi, Amerika, Avrupa ve Japonya’ ya ait büyük şirketlerin egemenliği altında yoğunlaşmaktadır.
Özellikle internetin yaygınlaşması ve sinema filimlerinin intenet ortamında da izlenebiliyor olması, sinema filimlerine ilişkin hukuki rejimi oldukça karmaşık bir hâle getirmiştir.
ÜLKEMİZDE SİNEMA FİLİMLERİNİN HUKUKİ REJİMİNİN
TARİHİ
Sinema eserlerine ilişkin ilk yasal düzenlemelerle birlikte dünyada sinema filmlerinin denetiminde temel olarak iki sistemin kullanıldığı gözükmektedir.Bunlar, “Devlet Sansürü Sistemi” ve “Kendi Kendini Denetleme Sistem”leridir.
Devlet sansürü sisteminde devlet, sinema filmlerini, kendine bağlı bir kurum eliyledenetler. Kurumun yapısı ve işleyişi bizzat devlet tarafından belirlenmektedir. Öte yandan kendi kendini denetleme sisteminde devlet, bu alana müdahale etmez. Denetim, toplumsal sorumluluk teorisi paralelinde, büyük oranda sektörün kendi iç işleyişine bırakılmıştır. Ancak, bu sistemde de sinema filmleri, çocuklar ve gençlerin korunması vs. gibi birtakım temel amaçlarla ve sektör tarafından oluşturulan bir bağımsız kurum aracılığıyla denetlenebilmektedir.
Ülkemizde sinema filmlerine ilişkin ilk düzenleme 9 Haziran 1932 yılında yürürlüğe giren “Sinema Filimlerinin Kontrolüne Ait Talimatname”dir. Bu tarihe kadar sinema filimlerinin takibatını valilikler sürdürmüşlerdir. Sonrasında ilgili talimatname, 4 Temmuz 1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 6. maddesine dayanarak çıkarılan ve 31 Temmuz 1939 tarihinde yürürlüğe giren “Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname” ile yürülükten kaldırılmıştır. Bu Nizamname sansüre hukuki altyapı sağladığı için sansür nizamnamesi olarak bilinmekteydi. Nizamnamenin oluşturduğu sansür ortamı sinema sektörünün gelişmesini önlemiş, sinemadaki bir çok yeniliği ticari kaygıyla göze almak istemeyen yapımcılar, sansür zırhının arkasına sığınarak sansürden en az etkilenecek ve daha çok kazandıracak salon filmleri yapmaya yönelmişlerdir.
1977 yılına kadar bazı küçük değişikliklerle 1939 Nizamnamesi yürürlükte kalmıştır. Film sansürünün daha sonraki yıllarda 1977 ve 1983 tüzüklerine dayalı olarak sürdürülmüştür. Görüldüğü gibi çok uzun yıllar ülkemizde sinema filmlerinin hukuki rejimi bağımsız bir kanuna kavuşamamıştır. Sinema filimlerinin Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun kapsamından çıkarılıp ayrı bir kanuni çerçeveye kavuşturulması 1986 yılında yayınlanan 3257 sayılı “Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu” ile mümkün olmuştur. Böylece ülkemizde sinema ve müzik eserlerinin teşvik edilmesi, eserlerin üretilmesi, denetlenmesi, dağıtılması, gösterilmesi, icrası ve bu işlemlerden doğan hakların korunmasına ilişkin kuralları koyarak büyük bir boşluk doldurulmuştur.
3257 sayılı bu Kanun 2004 yılına kadar çeşitli değişikliklerden geçirilmekle birlikte yürürlükte kalmıştır. Sinema filimlerinin desteklenmesi amacıyla hukuki alt yapıya duyulan ihtiyaç ve 3257 sayılı Kanun’un artık ihtiyaca cevap verememesinden dolayı yeni kanun çalışmalarına başlanmıştır. 14.7.2004 tarihinde sinema filimlerinin hukuki rejimine ilişkin 5224 sayılı “Sinema Filimlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun” çıkarılmıştır.
5224 SAYILI KANUN’UN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Kanun’un Amacı :
5224 sayılı Kanun’un 1. maddesinde, Kanun’un amacı, “bireyin ve toplumun sinema sanatı ürünlerinden verimli bir biçimde yararlanabilmesi ve sinema sanatının sunduğu olanaklardan yararlanarak çağdaş ve etkin bir kültürel iletişim ortamının yaratılması için sinema sektörünün eğitim, yatırım, girişim, yapım, dağıtım ve gösterim alanlarında geliştirilmesi ve güçlendirilmesi ile kayıt ve tescile de esas olacak şekilde sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasını ve bu alanda yerli ve yabancı yatırım ve girişimlerin desteklenmesini sağlamak”olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla bu Kanun’un amacı;
Bireyin ve toplumun sinema sanatı ürünlerinden verimli bir biçimde yararlanabilmesini
Sinema filimlerinin desteklenmesini, değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasını sağlamaktır.
Görüldüğü gibi Kanun, sinema filmlerinin takibi veya denetlemesi yerine, desteklenmesi ve toplumun etkin bir şekilde bu sanat ürününden yararlanabilmesini temel amaç edinmiştir. Dolayısıyla yeni Kanun’la birlikte sinemanın hukuki rejiminde, önceden beri süre gelen sansürcü anlayıştan, sinema sanatının desteklenmesi gerektiği düşüncesini öne çıkaran özgürlükçü bir anlayışa adım atıldığı ileri sürülebilir.
Bu gelişmeye rağmen Kanun’un tam anlamıyla bağımsız bir sinemanın doğumuna imkân tanıdığını ileri sürmek yanlış olur. Kanun’un İkinci Bölümü’nde sürekli kurullar düzenlenmiştir. Bu kurullar Kanun’un 1. maddesinde ifade edilen amaçları yerine getirecek topluluklardır. İkinci Bölüm’de sayılan bu topluluklar Danışma Kurulu, Destekleme Kurulu, Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurul’udur.Kanun’un ilanıyla birlikte ilk tepkiler, kanunun bu kurullar vasıtasıyla sinema sektörünü tümüyle devletin ve Kültür ve Turizm Bakanlığının denetimine soktuğu yönünde olmuştur.
Kanun’un Kapsamı :
Kanun’un “Kapsam” üst başlıklı ikinci maddesine göre “bu Kanun sinema sektörünün güçlendirilmesi, desteklenmesi, kayıt ve tescile de esas olacak şekilde sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılması ile Bakanlığın görev, yetki ve sorumluluğuna ilişkin hükümleri kapsar”. Görüldüğü gibi bu maddeye göre bu kanun
Sinema filimlerinin güçlendirilmesi ve desteklenmesi
Sinema filimlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılması ve bu kapsamda (Değerlendirme ve sınıflandırmanın teknik anlamda “denetleme” anlamına geldiği ileride belirtilecektir.)
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görev, yetki ve sorumluluğuna ilişkin hükümlerİle ilgilidir.
Destekleme :
Kanun’un tanımlar üst başlıklı 3. maddesinde destekleme, “Sinema sektöründe yapım, senaryo yazımı, arşiv, belgeleme, teknik altyapı, eğitim, araştırma, geliştirme, tanıtım, dağıtım, pazarlama, gösterim alanlarına ilişkin projelerin değerlendirilerek uygun görülenlerin desteklenmesi,” şeklinde tanımlanmıştır.
Destekleme işlemi Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan “Destekleme Kurulu”nca yerine getirilir. Kurul, Bakanlık temsilcisi ile ilgili alan meslek birliklerinin üyeleri arasından seçtiği birer üye ve sinema ile ilişkili alanlarda temayüz etmiş uzman kişilerden Bakanlıkça belirlenecek üç üyeden oluşur.
Bakanlık kendi belirlediği üyelerden gerekli gördüğünü değiştirebilir veya meslek birliklerinden, seçtikleri üyelerin değiştirilmesini isteyebilir. Kurul üye sayısı 15kişiyi geçemez. Kurulun oluşturulmasında üye bildirimi açısından ortaya çıkan eksiklikler Bakanlıkça giderilir. Kurul üyelerinin görev süresi iki yıldır. Bakanlık temsilcisi dışındaki üyeler iki dönem üst üste seçilemezler.
Kurulun başkanlığını Bakanlık temsilcisi yapar. Kurul, üye tam sayısının en az üçte ikisi ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar verir. Kurulun iki defa üst üste toplanamadığı veya karar veremediği durumlarda Bakanlık kendiliğinden karar verir.
Kurul kararları Bakan onayı ile yürürlük kazanır. Onaylanmayan kararlar 30gün içinde yazılı gerekçesi ile birlikte yeniden gözden geçirilmek üzere Kurula iade edilir. Kurulun son kararı Bakan onayına tekrar sunulur, bu durumda da onaylanmayan kararlar geçersiz sayılır.
Kurulun sekreterlik hizmetleri Bakanlık tarafından yerine getirilir. Bu faaliyetin yerine getirilmesi için Bakanlık, destekleme başvurusunda bulunan projelere ilişkin ön incelemeleri yapmak üzere kendi bünyesinde yeterli sayıda raportör görevlendirir.
Kurul tarafından desteklenen yapım projelerinin gerçekleştirilmesinden sonra meydana getirilen filmlerde değerlendirme ve sınıflandırma sonucu, uyarı niteliğindeki işaret ve ibare kullanılmasının zorunlu tutulması hâlinde bu projelere sağlanan destek geri alınır. Bu işaret ve ibareler 2005 yılında 5224 sayılı Kanun’a dayanılarak çıkarılan “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”le düzenlenmiştir.
Filmlere konulacak zorunlu işaretler, “genel izleyici kitlesi”, “cinsellik unsurları içerir”, “şiddet ve korku unsurları içerir”, “olumsuz örnek oluşturacak davranışlar içerir” ibarelerinin yanı sıra yaş gruplarına ilişkin belirlemelerden oluşmaktadır.
Yukarıdaki sebepten ötürü desteğin geri alınması durumunda veya destek sağlanan projelerin geçerli bir sebep olmaksızın; süresinde gerçekleştirilmemesi veya geri ödemelerin yapılmaması hâlinde, sağlanan destekler ve alacaklar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
5224 SAYILI KANUN’A GÖRE SİNEMA FİLMLERİNİN
DENETLENMESİ
Genel Olarak
5224 sayılı Kanun’da denetim, “değerlendirme ve sınıflandırma” şeklinde ifade edilmiştir. Bu tercihin sebebinin, denetim kelimesinin sansürü çağrıştırmasından kaynaklandığı ileri sürülebilir.
Kanun’un tanımlar üst başlıklı 3. maddesinde “değerlendirme ve sınıflandırma”nın denetim yerine tercih edildiği şu ifadelerle açıklanmıştır. Buna göre, “Değerlendirme ve sınıflandırma: Ülke içinde üretilen veya ithal edilen sinema filmlerinin ticari dolaşıma ve gösterime sunulmadan önce, gösterim ve iletim biçimleri dikkate alınarak kayıt ve tescile de esas olacak şekilde kamu düzeni, genel ahlak ile küçüklerin ve gençlerin ruh sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve Anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda denetlenmesi, değerlendirilmesi ve sınıflandırılması” anlamına gelir.
Yine Kanun’un 7. maddesine göre, ülke içinde üretilen veya ithal edilen sinema filmlerinin, ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasından önce kayıt ve tescile de esas teşkil edecek şekilde değerlendirilmesi ve sınıflandırılması yapılır. Bu faaliyet sonucunda uygun bulunmayan filmler, ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz.
Değerlendirme ve sınıflandırma sonrası uygun bulunan veya istenilen gerekli düzeltmeleri yapılan filmler kayıt ve tescil edilir ve bu filmleri içeren taşıyıcı materyaller bandrollenir. Ayrıca filmlerin, değerlendirme ve sınıflandırma sonucunu gösterir işaret veya ibareleri taşıması zorunlu tutulduğu takdirde, bu işaret veya ibarelerin her türlü tanıtım ve gösterim alanında ve taşıyıcı materyal üzerinde kullanılması zorunludur.
2005 yılında 5224 sayılı Kanun’a dayanılarak “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” çıkarılmıştır. Yukarıda bahsedilen işaret veya ibarelere ilişkin ayrıntılar bu Yönetmelik’te düzenlenmiştir. Yönetmelik’in 12. maddesine göre, ticari dolaşıma veya gösterime sunulması uygun bulunan ancak içerikleri nedeniyle seyircinin bilgilendirilmesi veya izleyici kitlesi için yaş sınırı uygulanması gereken filmlerde çeşitli işaret ve ibareler kullanılması zorunludur. Zorunlu tutulan bu içerik gösterici işaret ve ibarelere “aile ile birlikte izlenebilir”i ifade eden (A) işareti eklenebilir.
Bu işaret ve ibareler 11 adettir:
Genel İzleyici Kitlesi. ooo
7 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. (7+)
7 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir. (7A)
13 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. (13+)
13 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir. (13A)
15 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. (15+)
15 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir. (15A)
18 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir.(18+)
Şiddet ve korku unsurları içerir. ***
Cinsellik unsurları içerir. +o+
Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir. (-)
Söz konusu işaret ve ibarelerin, 12 puntodan küçük olmayacak şekilde, filme ilişkin tüm taşıyıcı materyal, afiş, broşür ve diğer tanıtıcı malzeme ile jenerikte kullanılması; ayrıca, gösterim veya tanıtım yapılan tüm mekânlarda rahatça görülebilecek şekilde bulundurulması da zorunludur. Ayrıca bir sinema filminin gösterimi öncesinde veya film arasında seyirciye sunulan diğer film fragmanlarının o anda gösterimi yapılan film için belirlenmiş olan içerik gösteren işaret ve ibarelere ve yaş sınırına uygun olması da zorunludur.
Ticari dolaşıma veya gösterime sunulması uygun bulunmayan filmlere iseYönetmelik ekinde (EK: B) yer alan uyarıcı nitelikteki işaret ve ibare verilir ve bunlar filme ilişkin rapora işlenir. Ek B’de belirtilen işaret şu şekildedir:
Denetim sonucu zorunlu tutulan yukarıdaki işaret ve ibarelerin kullanılmaması hâlinde, Bakanlığın talebi veya üçüncü kişilerin ihbarı üzerine mülkiidare amirlerince filmlerin gösterim ve dağıtımı durdurulur ve;
Zorunlu tutulduğu hâlde gerekli işaret ve ibareleri taşımayan filmlerin dağıtım ve gösterimini yapanlara 12 bin Türk lirası,
Zorunlu tutulduğu hâlde gerekli işaret ve ibareleri kullanmayan filmlerin yapımcılarına 50 bin Türk lirası,
Üzerindeki işaret ve ibarelere rağmen, bu işaret ve ibarelere uyulmaksızın dağıtım ve gösterim yapanlara 50 bin Türk lirası, idaripara cezası verilir.
İdari nitelikte olan bu para cezaları mahallî mülki amir tarafından verilir.
Diğer yandan idari para cezasının ödenmiş olması, öngörülen yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.Yönetmelikte Kanun’la paralel bir düzenleme öngörmüştür. Yönetmelik’in 9. maddesine göre denetleme neticesinde gösterimi uygun bulunmayan filmler ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz. Uygun bulunan, öngörülen kısıtlayıcı tedbirleri uygulanan veya istenilen gerekli düzeltmeleri yapılan filmler ise kayıt ve tescil edilir ve bu filmleri içeren taşıyıcı materyaller bandrollenir.
Değerlendirme ve sınıflandırmaya ilişkin diğer ayrıntılar Yönetmelik’te düzenlenmiştir. Buna göre; değerlendirilmesi ve sınıflandırılması için başvuru; ekinde filme ilişkin kısa bilgi ve Bakanlıkça belirlenecek formatta izlenebilir bir kopyanın bulunduğu başvuru formu ile filmin yapımcısı veya ithalatçısı tarafından yapılır. Başvuru formlarında, filmin adı, türü, süresi, yapımcısı, başrol oyuncuları, varsa dağıtımcı ve ithalatçısı, gösterim ve iletim biçimleri ile Bakanlıkça gerekli görülebilecek diğer bilgiler yer alır (m.10).
Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu :
Kanun’un 4. maddesine göre sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılması, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu”nca yapılır.Kurul; dokuz üyeden oluşur. Üyelerin dağılımı şu şekilde olur:
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İçişleri ve Millî Eğitim bakanlıklarındanbirer üye
İlgili alan meslek birliklerince önerilecek uzman kişiler arasından Bakanlıkça seçilecek üç üye
Bakanlık tarafından belirlenecek, alanında doktora derecesi bulunan bir sosyolog, bir psikolog ve bir çocuk gelişimi uzmanı
Bu kişilerle birlikte denetimi yapılan filmin yapımcısı istediği takdirde Kurula “gözlemci” olarak katılabilir.
Kurul, en az altı üyenin katılımıyla toplanır ve beş üyenin aynı yöndeki oyuyla karar alır. Dolayısıyla kurul için toplantı yeter sayısı 6 iken karar yeter sayısı 5 olarak öngörülmüştür.
Kurul, alt kurullar oluşturarak çalışabilir. Alt kurul oluşturulmasının amacı ön değerlendirme ve sınıflandırma yapılmasıdır.
Kurulun Çalışma Usul ve Esasları :
Değerlendirme ve Sınıflandırma kurulunun çalışma usul ve esasları Yönetmelik’te belirlenmiştir. YönetmeliK’in 6. maddesine göre kurul şu hâllerde karar verebilir:
Alt kurullarca yapılan ön değerlendirme ve sınıflandırma sonucunda gerekli görülen hâllerde,
Alt kurullarca filme ilişkin kısıtlayıcı tedbir uygulanması ve düzeltme yapılması kararına yapımcının veya ithalatçının itirazı üzerine,
İnsan onurunun, kamu düzeninin, genel ahlakın, çocukların ve gençlerin ruh sağlığının korunması amacıyla; şiddet, pornografi ve insan onuruyla bağdaşmayan görüntü ve etkiler içermesi nedeniyle Bakanlıkça yeniden değerlendirilmek üzere kendiliğinden, sevk edilen sinema filmlerinin Kanun’un 4. maddesinde belirtilen esaslar çerçevesinde değerlendirme ve sınıflandırmasını yapar. Değerlendirme ve sınıflandırma sonucu; filmin gösterim ve ticari dolaşıma sunulmasının uygun olup olmadığı, filmle ilgili kısıtlayıcı tedbir uygulanması veya düzeltme yapılması, filme ilişkin işaret ve ibare kullanılmasının zorunlu tutulması hususlarına ilişkin karar alabilir. Gerektiği takdirde birden fazla işaret ve ibare kullanılmasına karar verilebilir.
Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulunun kararları gerekçesine de açıkça yer vermek suretiyle raporlanır. Bu rapor başkan ve üyeler tarafından imzalanır.
Alt Kurullar :
Alt kurulların, sinema filimlerinin ön değerlendirme ve sınıflandırmasının yapılması amacıyla oluşturulabileceğinden yukarıda bahsedildi. Birden fazla alt kurul oluşturulabilir. Alt kurul, yapılan ön değerlendirme ve sınıflandırma sonucunda, gerekli görülen hallerde veya filme ilişkin öngörülen kısıtlayıcı tedbire yapımcının muvafakat etmemesi halinde, filmi bir kez daha değerlendirilmek ve karara bağlanmak üzere Değerlendirme ve Sınıflandırma Kuruluna gönderir.
Yönetmeliğin 7. Maddesine göre alt kurul, Bakanlık temsilcisi, meslek birliklerince sektörden önerilen kişiler arasından Bakanlıkça seçilecek bir temsilci ile Bakanlıkça belirlenecek bir psikolog olmak üzere üç kişiden oluşur. Üye sayısı kadar yedek üye belirlenir. Burada dikkat edilmesi gereken alt kurullarda görevlendirilen üyeler Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulunda görev alamaz.
Bakanlık temsilcisi alt kurulun başkanıdır. Alt kurul toplantılarına üyelerden başkası katılamaz.
Değerlendirme ve Sınıflandırmanın Esasları :
Sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasının, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu”ncayapıldığından yukarıda bahsedildi. Değerlendirme ve sınıflandırmanın esasları Yönetmelik’te belirlenmiştir.
Yönetmelik’in 11. maddesine göre, Bakanlık bünyesinde oluşturulan Kurul sinema filmlerini gösterim ve iletim biçimlerini de dikkate almak suretiyle kamu düzeni, genel ahlak, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve Anayasa’da öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda değerlendirir. Burada “değerlendirme” ifadesinin denetleme anlamına geldiğini bir kez daha belirtelim.
Bu maddeye göre yerli veya yabacı sinema filmleri gösterime girmeden önce,
Kamu düzeni Genel ahlak Küçüklerin ve gençlerin ruh sağlığının korunması İnsan onuruna uygunluk Anayasada öngörülen diğer ilkeler çerçevesinde denetlenir.
Sınıflandırmanın esasları da Yönetmelik’te belirlenmiştir. 11. maddeye göre kurullar sinema filmlerini, genel izleyici kitlesi tarafından izlenebilirlik ve yaş bakımından sınıflandırır. Bu sınıflandırmada cinsellik, korku veya şiddet unsurlarının ağırlıklı olup olmadığı gibi hususlar dikkate alınır. Kurullar ayrıca bahsedilen bu unsurlarınağırlığını dikkate alarak bazı filmlerin aile eşliğinde izlenmesinin uygun olacağına karar verebilir.
Kurullar tarafından, yaş bakımından sınıflandırılan sinema filmlerinin, radyotelevizyon gibi araçlarla veya dijital iletim de dahil olmak üzere işaret, ses, ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla yayın ve/veya iletiminin günün hangi saatlerindeyapılamayacağı da karara bağlanır.
REKLAMLARIN HUKUKİ DENETİMİ…..ünite …12
Görsel ve işitsel iletişim araçlarının ticari faaliyetlerde ve reklamcılıkta da kullanıldığı bilinmektedir. Bu tür yayınların ticari faaliyetlerin desteklenmesi, tanınırlığın sağlanması satışların artırılması gibi gelir getirici bir etkisi bulunmaktadır.
Radyo ve televizyon yayınlarında ticari iletişime ilişkin ilke ve kurallar temel olarak 6112 sayılı Kanun’la düzenlenmiştir. 6112 sayılı Kanun bir bölüm başlığını tamamen bu konuya ayırmıştır.
Kanun’un dördüncü bölümünün başlığı “Yayın Hizmetlerinde Ticari İletişim”dir. Bununla birlikte 2954 sayılı TRT Kanunu’nda, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’da ve Mayıs 2014’te yürürlüğe girecek olan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da da çeşitli düzenlemeler bulunmaktadır.
6112 SAYILI KANUN’DA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM
Ticari İletişimin Genel Esasları :
Radyo ve televizyon yayıncılığının, düşünceyi açıklama özgürlüğünün önemli bir aracı olduğu göz önünde bulundurulursa, bu kitle iletişim araçlarının nasıl toplumsal bir fonksiyon gördüğü ve ne derece kamusal öneme sahip bulunduğu anlaşılmış olacaktır. Radyo ve televizyon yayıncılığının amacı doğrultusunda kamu yararına uygun şekilde gerçekleştirilebilmesi ticari iletişimin belirli kurallar çerçevesinde yürütülmesini gerektirmektedir. 6112 sayılı Kanun’da bu ilkeler ticari iletişimin genel esasları başlığında düzenlenmiştir.
Kanun’un 3. maddesinde ticari iletişimin ne olduğu tanımlanmıştır. Buna göre, ticari faaliyetlerin kitle iletişimi ile buluştuğu ticari iletişim, radyo ve televizyon reklamları, program desteklemesi, tele-alışveriş ve ürün yerleştirmeyi de kapsamak üzere, ekonomik bir faaliyette bulunan gerçek veya tüzel kişinin, ürün,hizmet veya imajını, doğrudan veya dolaylı olarak tanıtmak amacıyla tasarlanmış sesli veya sessiz görüntülerin bir ücret veya benzeri bir karşılıkla ya da öz tanıtım amacıyla bir programla birlikte ya da bir program içine yerleştirilerek verilmesidir.
Bununla birlikte Kanun gizli ticari iletişimi de belirlemiş ve denetim altına almıştır. Aynı maddeye göre gizli ticari iletişim, medya hizmet sağlayıcı tarafından reklam yapmak maksadıyla veya kamuyu yönlendirebilecek şekilde; mal veya hizmet üreticisinin faaliyetinin, ticari markasının, adının, hizmetinin ve ürününün reklam kuşakları dışında ve reklam yapıldığına ilişkin açıklayıcı bir ses veya görüntü bulunmaksızın programlarda sözcükler veya resimler ile tanıtılmasını ifade eder.
6112 sayılı Kanun ticari iletişimin genel ilkelerine yer vermiştir. Kanun’un 9. maddesi bu konuya ilişkindir. Buna göre:
(1) Ticari iletişim, yayın hizmetinin diğer unsurlarından görsel ve işitsel olarak kolayca ayırt edilebilir olmak zorundadır. (2) Ticari iletişimde bilinçaltı teknikleri kullanılamaz. (3) Gizli ticari iletişime izin verilemez. (4)Haber bülteni ve haber programlarını düzenli olarak sunan kişilerin görüntü veya seslerine ticari iletişimlerde yer verilemez. (5)Ticari iletişim, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve program içeriğini etkileyecek şekilde kullanılamaz. (6) Ticari iletişim, 8. maddede belirlenen esas ve ilkeler saklı kalmak kaydıyla; a) Adalet, hakkaniyet ve dürüstlük ilkelerine uygun olmak, b) Cinsiyet, ırk, renk veya etnik köken, tabiiyet, din, felsefi inançveya siyasi düşünce, engellilik, yaş ve herhangi bir ayrımcılığı içermemek veya teşvik etmemek, c) Yanıltıcı olmamak ve tüketicinin çıkarlarına zarar vermemek, ç)Çocukların fiziksel, zihinsel veya ahlaki gelişimine zarar vermemek, deneyimsizliklerini veya saflıklarını istismar ederek, çocukları bir ürün veya hizmeti satın almaya veya kiralamaya doğrudan yönlendirmemek; çocukları reklamı yapılmakta olan ürün veya hizmetleri satın almak için ebeveynlerini veya başkalarını ikna etmeye doğrudan teşvik etmemek; çocukların ebeveynlerine, öğretmenlerine veya diğer kişilere duyduğu güveni istismar etmemek veya sebepsiz olarak çocukları tehlikeli durumlarda göstermemek, d) Kadınların istismarına yönelik olmamak, e)Sağlık, çevre ve güvenliğe zarar verecek davranışa teşvik etmemek, zorundadır. (7) Genel beslenme diyetlerinde aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen gıda ve maddeler içeren yiyecek ve içeceklerin ticari iletişimine, çocuk programlarıyla birlikte veya bu programların içinde yer verilemez. (8) Ticari iletişim yayınlarının ses seviyesi diğer yayın bölümleri ile aynı seviyede olmak zorundadır.”
Görüldüğü gibi ticari iletişim, yayın hizmetinin diğer unsurlarından görsel ve işitsel olarak kolayca ayırt edilebilir olmak zorundadır. Dolayısıyla ticari iletişimde bilinçaltı teknikleri kullanılamaz ve ticari iletişimin gizli yapılmasına izin verilmez.
Ayrıca, haber bülteni ve haber programlarını düzenli olarak sunan kişilerin görüntü veya seslerine ticari iletişimlerde yer verilemeyeceği ve ticari iletişimin, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve program içeriğini etkileyecek şekilde kullanılamayacağı belirtilmiştir.
6112 sayılı Kanun kapsamında medya hizmet sağlayıcıların uyması gereken yayın hizmeti usul ve esaslarını belirlemek için RTÜK tarafından yayınlanan “Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”de de ticari iletişimin temel esasları düzenlenmiştir.
Konuyu ele alan Yönetmelik’in 9. maddesindeki düzenleme de şu şekildedir:
(1) Ticari iletişim, yayın hizmetinin diğer unsurlarından görsel ve/veya işitsel olarak kolayca ayırt edilebilir olmak zorundadır. (2) Ticari iletişimde bilinçaltı teknikleri kullanılamaz. (3) Gizli ticari iletişime izin verilemez. (4) Haber bülteni ve haber programlarını düzenli olarak sunan kişilerin görüntü veya seslerine ticari iletişimlerde yer verilemez. (5) Ticari iletişim, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve program içeriğini etkileyecek şekilde kullanılamaz. (6) Ticari iletişim, yayın hizmeti ilkeleri saklı kalmak kaydıyla; a) Adalet, hakkaniyet ve dürüstlük ilkelerine uygun olmalıdır. b) Cinsiyet, ırk, renk veya etnik köken, tabiiyet, din, felsefi inanç veya siyasi düşünce, özürlülük, yaş ve herhangi bir ayrımcılığı içermemeli veya teşvik etmemelidir. c) Yanıltıcı olmamalı ve tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarına zarar vermemelidir. Ticari iletişimi yapılan bir ürün, hizmet veya imajın özellikleri hakkında aldatıcı düzeye ulaşan eksik bilgi ve abartılı ifade ve görüntülere yer verilemez. ç) Çocukları hiçbir şekilde istismar etmemelidir. Çocukların fiziksel, zihinsel veya ahlaki gelişimine zarar vermemeli, deneyimsizliklerini veya saflıklarını istismar ederek, çocukları bir ürün veya hizmeti satın almaya veya kiralamaya doğrudan yönlendirmemeli; çocukları reklamı yapılmakta olan ürün veya hizmetleri satın almak için ebeveynlerini veya başkalarını ikna etmeye doğrudan teşvik etmemeli; çocukların ebeveynlerine, öğretmenlerine veya diğer kişilere duyduğu güveni istismar etmemeli veya sebepsiz olarak çocukları tehlikeli durumlarda göstermemelidir. Çocukların sahip oldukları deneyim göz önünde bulundurularak bu kapsamdaki yaş gruplarında gerçek dışı beklentilere neden olunmamalıdır.
- d) Kadınların istismarına yönelik olmamalıdır. Tanıtımı yapılan ürün, hizmet veya imajda, kadın bedeni cinsel bir meta olarak kullanılmamalıdır. e) Sağlık, çevre ve güvenliğe zarar verecek davranışa teşvik etmemelidir. f) Ticari iletişimde yer alan kişi, meslek ve unvanı ile tüketicinin güvenini kötüye kullanacak ya da tecrübe ve bilgi eksikliklerini istismar edecek biçimde hareket edemez. (7) Yağ, yağa dönüşen asitler, tuz/sodyum ve şeker gibi genel beslenme diyetlerinde aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen gıda ve maddeleri içeren yiyecek ve içeceklerin ticari iletişimine, çocuk programlarıyla birlikte veya bu programların içinde yer verilemez. (8) Ticari iletişim yayınlarının ses seviyesi diğer yayın bölümleri ile aynı seviyede olmak zorundadır. Ticari iletişim yayını başladığında ses seviyesi yükseltilerek veya alçaltılarak izleyici veya dinleyici rahatsız edilmemelidir.”
Tele-alışveriş, taşınmazlar, hak ve yükümlülükler dâhil olmak üzere, mal veya hizmetlerin bir ücret karşılığında temini amacıyla kamuya yönelik doğrudan arz yayınını ifade eder.
Televizyon ve Radyo Yayın Hizmetlerinde Reklam ve Tele Alışveriş
Ticari iletişimin bir boyutunu oluşturan radyo ve televizyon reklamı Kanun’da şu şekilde tanımlanmıştır: Taşınmazlar, hak ve yükümlülükler dâhil olmak üzere mal veya hizmetlerin teminini teşvik etmek, bir amaç veya düşünceyi yaymak veya başka etkileri oluşturmak amacıyla ticaret, iş, zanaat veya bir meslekle bağlantılı gerçek ve tüzel kişi tarafından, bir ücret veya benzeri bir karşılıkla yapılan her türlü duyuru veya öz tanıtımdır. Ticari iletişimin başka bir boyutunu oluşturan telealışveriş ise, taşınmazlar, hak ve yükümlülükler dâhil olmak üzere, mal veya hizmetlerin bir ücret karşılığında temini amacıyla kamuya yönelik doğrudan arz yayınını ifade eder.
6112 sayılı Kanun’un 10. maddesi televizyon ve radyo yayın hizmetlerinde reklam ve tele-alışverişe ilişkin kuralları düzenlemiştir. Buna göre;
(1) Televizyon ve radyo yayın hizmetlerinde reklamlar ile telealışveriş, sesli ve/veya görüntülü bir uyarıyla açıkça fark edilebilecek ve program hizmetinin diğer unsurlarından kolaylıkla ayırt edilebilecek biçimde düzenlenir.
(2) Tele-alışveriş yayınları hariç her türlü reklam yayınlarının oranı, bir saat başından bir sonraki saat başına kadarki yayın içinde % 20’yiaşamaz.
(3) İkinci fıkrada belirtilen orana, program desteklemesi ve yayıncının kendi programlarının tanıtımlarına ayrılan süre ile ürün yerleştirme dâhil değildir. Program tanıtımlarının oranı, bir saat başından bir sonraki saat başına kadarki yayın içinde % 5’i aşamaz.
(4) İkinci fıkrada belirtilen süreden bağımsız olarak, sesli ve görüntülü bir uyarı ile açıkça belirtilerek, kesintisiz en az 15 dakika süreyle tele-alışveriş yayını yapılabilir. Bu yayının süresi bir gün içinde toplam bir saati aşamaz.
(5) Ücretsiz yayınlanan ve Üst Kurul tarafından tavsiye edilen kamu hizmeti duyuruları reklam sürelerine dâhil edilmez.
(6) Reklam ve tele-alışveriş yayınları, programların arasına veya programın bütünlüğü, değeri ve hak sahiplerinin hakları zedelenmeyecek biçimde bir program içine yerleştirilebilir. Bağımsız bölümlerden oluşan programlarda veya devre araları içeren spor programları ve benzer yapıdaki olay ve gösteri programlarında, reklam ve tele-alışveriş yayınları bölüm veya devre aralarına yerleştirilir.
(7) Sinema ve televizyon için yapılmış filmler ile haber bültenleri ve çocuk programları, planlanan yayın süreleri otuz dakikadan fazla olması hâlinde, her otuz dakikalık yayın süresi için bir kez olmak üzere reklam ve tele-alışverişle kesilebilir.
(8) Dinî tören yayını içine hiçbir şekilde reklam ve tele-alışveriş yayını yerleştirilemez.
(9) Münhasıran reklam, tele-alışveriş ve öz tanıtım yayınlarına ayrılmış televizyon ve radyo yayın hizmetlerine bu madde hükümleri uygulanmaz.
(10) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar Üst Kurulca yönetmelikle düzenlenir.”
“Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”de de radyo ve televizyon yayıncılığında reklam ve tele-alışverişin kuralları belirlenmiştir. Konuyu ele alan “Reklam ve tele-alışveriş yayınlarının biçim ve sunuşu” başlıklı, Yönetmelik’in 10. maddesindeki düzenleme de şu şekildedir:
(1) Televizyon hizmetlerinde reklamlar ile tele-alışveriş yayınları, sesli ve görüntülü bir uyarıyla açıkça fark edilebilecek şekilde, program hizmetinin diğer unsurlarından kolaylıkla ayırt edilebilecek biçimde düzenlenir. Reklamlar ve tele-alışverişin ayırt edilebilmesi için;
- a) Televizyon reklam ve tele-alışveriş kuşaklarının önünde ve bitiminde herhangi bir reklam unsuru içermeyen reklam veya tele-alışveriş kapağı kullanılır. Reklam veya tele-alışveriş kapağı en az 3 saniye süre ile ekranda kalır. Medya hizmet sağlayıcıları, reklam veya tele-alışveriş kapağı tasarımında Ancak reklam veya tele-alışveriş kuşaklarının önünde kullanılan reklam kapağı ile birlikte başlamak üzere en az 6 saniye süre ile Ek-2’de yer alan reklam veya tele-alışveriş giriş logosu yayınlanır.
Reklam veya tele-alışveriş kuşaklarının bitiminde kullanılan reklam veya tele-alışveriş kapağı yayını ile son bulacak şekilde en az 6 saniye süre ile Ek-2’de yer alan reklam veya tele-alışveriş çıkış logosu yayınlanır. Üst Kurulca reklam sürelerinden sayılmayacağına ve ücretsiz olarak yayınlanabileceğine karar verilmiş olan kamu spotlarının yayını sırasında; Ek-2’de yer alan kamu spotu logosu sürekli olarak yayınlanır.
- b) Bant reklam yayını süresince Ek-2’de yer alan bant reklam logosu yayınlanır. Bant reklam yayınında reklam alanı görüntü alanının %20’sini aşamaz. Bant reklam teknikleri kullanılarak yapılan spot ve küçük ilanlar tarzındaki reklamlar; program bütünlüğü, değeri, etkinliği ve mesajın bozulmasını önlemek için sesli olarak yayınlanamaz. Spor karşılaşmalarında sporcuların ve yayınlanan müsabakanın, diğer programlarda oyuncuların, sunucuların ve konuşmacıların görüntülerini kapatacak şekilde yerleştirilemez.
(2) Radyo yayın hizmetlerinde reklamlar ile tele-alışveriş yayınları, sesli bir uyarıyla açıkça fark edilebilecek şekilde, program hizmetinin diğer unsurlarından kolaylıkla ayırt edilebilecek biçimde düzenlenir. Reklamlar ve tele-alışverişin ayırt edilebilmesi için; “REKLAMLAR” ve “TELE-ALIŞVERİŞ”şeklindeki ticari iletişimin türünü belirten sözler ile reklam müziği (cıngıl) reklamın önünde ve bitiminde dinleyicinin anlayacağı biçimde en az 3 saniye süreyle kullanılır.
(3) Dinî tören yayını içine hiçbir şekilde reklam ve tele-alışveriş yayını yerleştirilemez.
(4) Haber bültenleri ve çocuklara yönelik programlarda bant reklamlar yayınlanamaz.
(5) Özel tarifeli telefon hatları içeren ve yayın ilkelerine uygun olarak yayınlanan reklamlarda yazılı açıklamalarda kullanılan karakter büyüklüğü en az 8 punto olmalıdır. Söz konusu açıklamaların ekranda kayar şekilde verilmesi durumunda izleyicilerin okuyabileceği bir hızda olması, bu yazıların ekranda sabit bir şekilde bulundurulması durumunda ise ekranda en az 10 saniye kalması sağlanır.”
“Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”de reklam ve telealışverişte oran ve süreler de düzenlenmiştir. Yönetmeliğin “Televizyon ve radyo yayın hizmetlerinde reklam ve tele-alışveriş oran ve süreleri” adlı 11. maddesi şu şekildedir:
(1) Reklam ve tele-alışveriş yayınları, programların arasına veya programın bütünlüğü, değeri ve hak sahiplerinin hakları zedelenmeyecek biçimde bir program içine yerleştirilebilir.
(2) Bağımsız bölümlerden oluşan programlarda veya devre araları içeren spor karşılaşmaları ve benzer yapıdaki olay ve gösteri programlarında, reklam ve tele-alışveriş yayınları bölüm, duraksamalar veya devre aralarına yerleştirilir.
(3) Tele-alışveriş yayınları hariç her türlü reklam yayınlarının oranı, bir saat başından bir sonraki saat başına kadarki yayın içinde % 20’yi (12dakikayı) aşamaz. Bu orana, program desteklemesi ve yayıncının kendi programlarının tanıtımlarına ayrılan süre ile ürün yerleştirme dâhil değildir. Bu süre en fazla altı defa program bölünerek kullanılabilir.
*Alkol ve tütün ürünleri için hiçbir şekilde ticari iletişime izin verilemez.
*Reçeteye tabi ilaçlar ve tedaviler hakkında ticari iletişim yapılamaz.
*Reçeteye tabi olmayan ilaçlar ve tedavilerin reklamları dürüstlükilkesi çerçevesinde, gerçeği yansıtan ve doğrulanması mümkün unsurlardan oluşacak şekilde hazırlanır.
*İlaçlar ve tıbbi tedaviler için telealışverişe izin verilemez.
(4) Program tanıtımlarının oranı, bir saat başından bir sonraki saat başına kadarki yayın içinde % 5’i (üç dakikayı) aşamaz.
(5) Bant reklamlar her bir girişte en fazla 10 saniye olarak verilebilir.
(6) Üçüncü fıkrada belirtilen süreden bağımsız olarak, sesli ve görüntülü bir uyarı ile açıkça belirtilerek, kesintisiz en az 15 dakika süreyle tele-alışveriş yayını yapılabilir. Bu yayının süresi bir gün içinde toplam bir saati aşamaz.
(7) Reklam ve tele-alışveriş sürelerinin hesaplanmasında ticari iletişimin önünde ve bitiminde kullanılan “reklam kapağı”/“cıngıl”ların süresi dikkate alınmaz.
(8) Ücretsiz yayınlanan ve Üst Kurul tarafından tavsiye edilen kamu hizmeti duyuruları reklam sürelerine dâhil edilmez.
(9) Sinema ve televizyon için yapılmış filmler ile haber bültenleri ve çocuk programları, planlanan yayın süreleri 30 dakikadan fazla olması hâlinde, ilk 30 dakikada reklam ve tele-alışverişle kesilemez. İlk 30dakikadan sonra her 30 dakikalık bölüm, en fazla bir defa ve istenilen zamanda kesilebilecek şekilde reklam ve tele-alışveriş yerleştirilebilir.”
Mevzuatımıza göre reklama ve tele-alışverişe özgülenmiş televizyon ve radyo hizmetlerinin oluşturulması mümkündür. Gerek Kanun’un 10. maddesinin 9. fıkrası gereğince gerekse de Yönetmelik’in 15. maddesi gereğince, reklam ve telealışveriş yayınlarının biçim ve sunuşu ile oran ve süreleri ilişkin Kanun ve Yönetmelik’te yer alan yukarıdaki düzenlemeler, bu konuya özgülenmiş yayın hizmetlerine uygulanmaz.
Belirli Ürünlerin Ticari İletişimi :
Radyo ve televizyon yayıncılığının işlevlerinin bir kısmı, toplumu doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek ve uyarmak, bireyleri içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları yönünden bilinçlendirmektir. Bu açıdan bakıldığında radyo ve televizyon yayıncılığının kamu yararını gözetmesi gerektiği de anlaşılmaktadır. Bu gereklilikten hareketle belirli ürünlerin ticari iletişiminin kısıtlanması ya da tamamen yasaklanması mümkün olabilir. Dolayısıyla radyo ve televizyon yayıncılığın kamu yararı boyutu göz önünde bulundurulursa, her türden ürünün ticari iletişime konu edilemeyeceğine işaret etmek gerekir.
Bu tür ürünler ağırlıklı olarak insan sağlığıyla ilgilidir. 6112 sayılı Kanun’da bu tür özel ürünlere ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir. Kanun’un 11. maddesi şu şekildedir:
(1) Alkol ve tütün ürünleri için hiçbir şekilde ticari iletişime izin verilemez.
(2) Reçeteye tabi ilaçlar ve tedaviler hakkında ticari iletişim yapılamaz.
(3) Reçeteye tabi olmayan ilaçlar ve tedavilerin reklamları dürüstlük ilkesi çerçevesinde, gerçeği yansıtan ve doğrulanması mümkün unsurlardan oluşacak şekilde hazırlanır.
(4) İlaçlar ve tıbbi tedaviler için tele-alışverişe izin verilemez.”
Sponsorluk, kurumsal ve ekonomik amaçlara ulaşmak için basın, medya, spor, sanat, kültür ve sosyal faaliyet alanlarında kişilerin, kurum ve kuruluşların ya da kamusal boyutu olmayan çeşitli organizasyonların para, araç gereç veya hizmet ile desteklenmesi ve tüm bu aktivitelerin planlanması, organizasyonunun yürütülmesi ve kontrolüdür.
“Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”de de “Belli Ürünleri Ticari İletişimi” üst başlığıyla benzer bir düzenleme bulunmaktadır. Konuyu ele alan 12. maddeye göre;
(1) Aşağıda belirlenen ürünlerin reklamlarında uyulması gereken kurallar şunlardır:
- a) Alkol ve tütün ürünleri için hiçbir şekilde ticari iletişime izin verilemez.
- b) Reçeteye tabi ilaçlar ve tedaviler hakkında ticari iletişim yapılamaz.
- c) Reçeteye tabi olmayan ilaçlar ve tedavilerin reklamları dürüstlük ilkesi çerçevesinde, gerçeği yansıtan ve doğrulanması mümkün unsurlardan oluşacak şekilde hazırlanır. Bu konuda 17/2/2005 tarihli ve 25730 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Beşeri Tıbbi Ürünlerin Sınıflandırılmasına Dair Yönetmelik hükümlerine göre hazırlanan ve her yıl Sağlık Bakanlığınca yayımlanan liste esas alınır.
ç) İlaçlar ve tıbbi tedaviler için tele-alışverişe izin verilemez.
d)Her türlü (ateşli veya ateşsiz) silah veya silah üreticisi ve satıcısının ticari iletişimine izin verilemez.
- e) Falcı, medyum, astrolog ve benzerlerinin verdikleri hizmetlerin ticari iletişimi yapılamaz.
- f) Eş ve arkadaş bulma hizmetlerinin ticari iletişimine izin verilemez.
- g) Diğer kanunlarla reklamı yasaklanan ürün ve hizmetlere ilişkin ticari iletişim yayını yapılamaz.”
Görüleceği gibi Yönetmelikteki yasak katalogu genişletilmiştir. Kanun’da alkol, tütün ürünleri, reçeteyle satılan ilaçlar ve tedaviler gibi insan sağlığıyla doğrudan ilgili ürünlere ilişkin ticari iletişim yasağı getirilirken, Yönetmelik’te bunlara ilaveten her türlü silah veya silah üreticisi ve satıcısının, falcı, medyum, astrolog ve benzerlerinin verdikleri hizmetlerin ve eş ve arkadaş bulma hizmetlerinin ticari iletişimine izin verilemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Yönetmelik’te diğer kanunlara da gönderme yapılarak, liste genişletilmiştir.
Ticari İletişimde Sponsorluk
Günümüzde sponsorluk kavramını, kurumsal ve ekonomik amaçlara ulaşmak için basın, medya, spor, sanat, kültür ve sosyal faaliyet alanlarında kişilerin, kurum ve kuruluşların ya da kamusal boyutu olmayan çeşitli organizasyonların para, araçgereç veya hizmet ile desteklenmesi ve tüm bu aktivitelerin planlanması, organizasyonunun yürütülmesi ve kontrolü karşılar. Sponsorluk faaliyetine radyo ve televizyon yayıncılığında da, maliyetlerin azaltılması amacıyla sıkça başvurulmaktadır.
Bilindiği gibi tamamen teknolojik donanımla gerçekleştirilen radyo televizyon yayıncılığı oldukça pahalı faaliyetlerdir. Bu masrafların asgari düzeye indirilmesi amacıyla, yayınlanan programın yayın aşamasına ulaşıncaya kadar gereken kimi hizmet ve araç gereçlerin temini ya da programa doğrudan mali kaynak sağlanması karşılığında çeşitli tanıtımlar yapılmaktadır. Daha önce radyo ve televizyon yayıncılığının kamu hizmeti boyutundan bahsedilmişti. İşte sponsorluk yöntemiyle yapılan destek faaliyetlerinin, radyo ve televizyon yayıncılığının kamu hizmeti olma vasfını olumsuz etkilemesini önlemek için, ilke ve kurallarının belirlenmesi gerektiği düşünülmüştür.
Bu amaç doğrultusunda 6112 sayılı Kanun’da da birtakım kurallar oluşturulmuştur. Kanun’da sponsorluk kavramı yerine “program desteklenmesi” ifadesi tercih edilmiştir. Kanun’un “Program Desteklemesi” başlıklı 12. maddesine göre;
(1) Bir program tamamen veya kısmen destek görmüşse, bu husus programın başında, program içindeki reklam kuşaklarına giriş ve çıkışta ve programın sonunda uygun ibarelerle belirtilir. Program tanıtımlarında programı destekleyene atıfta bulunulamaz.
(2) Desteklenen programlarda, destek verene veya üçüncü bir kişiye ait mal ve hizmetlere atıfta bulunulamaz ve bunların alınması, satılması ve kiralanması teşvik edilemez.
(3) Programlar, ticari iletişimi yasaklanmış olan mal ve hizmetlerin üretimi veya satışıyla iştigal eden gerçek ve tüzel kişilerce desteklenemez. Tıbbi ürünleri üreten, pazarlayan veya satan ya da tıbbi tedavileri pazarlayan veya sunan gerçek ve tüzel kişilerin program desteklemesinde bulunması hâlinde, gerçek ve tüzel kişilerin ismi, markası, logosu veya imajı program desteklemesinde kullanılabilir; ancak gerçek ve tüzel kişilerin üretim veya satışını yaptığı reçeteye tabi tıbbi ürünler veya tıbbi tedaviler kullanılamaz.
(4) Haber bülteni ve dinî tören yayınlarında program desteklemesine izin verilemez.
(5) Program desteklemesinin, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve sorumluluğunu etkilemesine izin verilmez. Programın başında, program içindeki reklam kuşaklarına giriş ve çıkışta ve programın sonunda program desteklemesi yapıldığı belirtilirken, programı destekleyenin ürün veya hizmetlerinin kiralanması veya satın alınması doğrudan teşvik edilemez ve ürün veya hizmetlere aşırı vurgu yapılamaz.”
“Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in 13. maddesinde program desteklemesi daha ayrıntılı düzenlenmiştir. Buna göre:
(1) Bir program tamamen veya kısmen destek görmüşse, destek verenin ticari kimliği programın başında ve sonunda, program içindeki reklam kuşaklarına giriş ve çıkışta görsel ve/veya işitsel unsurlarla 5’er saniye süre ile belirtilir. Destek verenin ismi, markası, logosu, ürün görüntüleri ve imajı dışında hiçbir görüntü ve ifadeye yer verilemez.
(2) Program tanıtımlarında programı destekleyene atıfta bulunulamaz.
(3) Desteklenen programlarda, ürün yerleştirme yöntemi de dâhil, hiçbir şekilde destek verene veya üçüncü bir kişiye ait mal ve hizmetlere atıfta bulunulamaz ve bunların alınması, satılması ve kiralanması teşvik edilemez. Destekleyen firma ismi program adının bir parçası olarak kullanılamaz.
(4) Ticari iletişimi yasaklanan ürün ve hizmetleri üretenlerle bunların satışı ile iştigal edenler, program desteklemesinde bulunamazlar.
(5) Tıbbi ürünleri üreten, pazarlayan veya satan ya da tıbbi tedavileri pazarlayan veya sunan gerçek ve tüzel kişilerin program desteklemesinde bulunması hâlinde, gerçek ve tüzel kişilerin ismi, markası, logosu veya imajı program desteklemesinde kullanılabilir; ancak gerçek ve tüzel kişilerin üretim veya satışını yaptığı reçeteye tabi tıbbi ürünler veya tıbbi tedaviler kullanılamaz.
(6) Haber bülteni ve dinî tören yayınlarında program desteklemesine izin verilemez.
(7) Program desteklemesinin, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve sorumluluğunu etkilemesine izin verilemez.
(8) Programın başında, program içindeki reklam kuşaklarına giriş ve çıkışta ve programın sonunda program desteklemesi yapıldığı belirtilirken, programı destekleyenin ürün veya hizmetlerinin kiralanması veya satın alınması doğrudan teşvik edilemez ve ürün veya hizmetlere aşırı vurgu yapılamaz.”
Ticari İletişimde Ürün Yerleştirme
Ürün yerleştirme eski bir yöntem olarak yarım yüzyıldan fazladır başta sinema filmlerine olmak üzere kitle iletişim araçlarında uygulanmaktadır. Tüketicilerin tutum ve davranışlarını yönlendirmek maksadıyla, ticari ürünlerinmarkalarının bir bedel karşılığında görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarınayerleştirilmesi olarak tanımlanabilen bu yöntem; günümüzde etkili bir pazarlama iletişimi aracı olarak sıkça kullanılmaktadır. Ürün yerleştirmeyle izleyicinin inanç ve davranışlarının firma lehine etkilenmesi amaçlanmaktadır. 1940’lı yılların başından bu yana kullanılan ürün yerleştirmenin, günümüzde sınırlarını oldukça geliştirmiş ve farklı platformlarda da uygulanmaya başlamıştır. Bu çerçevede ürün yerleştirme yöntemine sinema ve televizyon filmlerinin yanında televizyon programlarında, bilgisayar ve video oyunları ile kitaplarda rastlamak mümkündür. Bu yöntem, özellikle televizyonda reklamdan kaçan izleyicilere de ürünlerin tanıtılması imkânını tanımaktadır.
Radyo ve televizyonda ürün yerleştirmenin ilkeleri 6112 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. 3. maddeye göre ürün yerleştirme, bir ürün, hizmet veya ticarimarkanın, ücret veya benzeri bir karşılıkla program içine dâhil edilerek veya bunlara atıf yapılarak, program içinde gösterildiği her tür ticari iletişim olarak tanımlanmıştır.
Kanun’un “ürün yerleştirme” başlıklı 13. maddesine göre;
(1) Sinema ve televizyon için yapılmış filmler, diziler ile spor ve genel eğlence programları haricinde, yayınlarda ürün yerleştirmeye yönelik uygulamalara yer verilemez. Ürün yerleştirme uygulamaları ticari iletişimle ilgili düzenlemelere tabidir.
(2) Üst Kurul tarafından belirlenecek şartlarda, belirli mal ve hizmetlerin ücretsiz olarak program içine dâhil edildiği durumlarda da ürün yerleştirmeye izin verilebilir.
(3) Ürün yerleştirmenin, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve sorumluluğunu etkilemesine izin verilmez. Ürün yerleştirmede, ürün veya hizmetlerin kiralanması veya satın alınması doğrudan teşvik edilemez ve ürüne aşırı vurgu yapılamaz. İzleyiciler, programın başında, sonunda ve reklam arası sonrasında program başladığında, ürün yerleştirmenin varlığı hakkında açıkça bilgilendirilir.
(4) Haber bültenlerinde, çocuk programlarında ve dinî programlarda ürün yerleştirmeye izin verilmez.
(5) Ticari iletişimi yasaklanmış ürünlerin ürün yerleştirmede kullanılmasına izin verilmez.”
“Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in 14. maddesinde ürün yerleştirme daha ayrıntılı düzenlenmiştir. Buna göre:
(1) Sinema ve televizyon için yapılmış filmler, diziler ile spor ve genel eğlence programlarında ürün yerleştirme yapılabilir. Ürün yerleştirme uygulamaları ticari iletişimle ilgili düzenlemelere tabidir.
(2) Ürün yerleştirme ile ilgili bilgilendirmede, ürün yerleştirme uygulaması yapılacak programın başında, sonunda ve her reklam kuşağı sonrasında program başladığında, “Arial” yazı tipinde, “Normal” yazı stili ve boyutu 15 piksel büyüklüğündeki “Bu programda ürün yerleştirme bulunmaktadır.” ifadesi yayınlanır. Söz konusu bilgilendirme yazısının ekranda akan yazı ile belirtilmesi durumunda izleyicilerin okuyabileceği bir hızda olması; ekranda sabit bir yazıyla belirtilmesi durumunda ise ekranda en az 10 saniye kalması sağlanır.
(3) Genel olarak, ürün yerleştirme, programın bütünlüğünü bozmamalıdır. Ürün yerleştirmede; ürün veya hizmetin özelliklerinin övülmesi ya da benzeri diğer ürün ya da hizmetlere göre belli bir ürüne yönelik tercih bildirilmesi, ürünlere veya hizmetlere özel tanıtıcı atıflar yaparak ürün veya hizmetlerin kiralanmasının veya satın alınmasının doğrudan teşvik edilmesi ve aşırı vurgu yapılması, ürüne ilişkin detaylı bilgi verilmesi ve farklıçekim teknikleriyle ürünün ön plana çıkarılması yasaktır.
(4) Ürün yerleştirme ile program içerisine yerleştirilen ürün, programın bir parçasıymış gibi doğal mecrasında kullanılmalıdır.
(5) Ürün yerleştirilen programda, bir saatlik yayın süresince en fazla 4 farklı ürün yerleştirmesi yapılabilir.
(6) Ticari iletişimi yasaklanmış ürünlerin, ürün yerleştirmede kullanılmasına izin verilmez. Ürün yerleştirme esnasında yerleştirilen ürüne ilişkin bant reklam yapılamaz.
(7) Ürün yerleştirmenin, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve sorumluluğunu etkilemesine izin verilmez.
(8) Haber bültenlerinde, çocuk programlarında ve dinî tören yayınlarında ürün yerleştirmeye izin verilmez.”
Ticari İletişime İlişkin İdari Yaptırım
6112 sayılı Kanun’un 10. bölümü idari yaptırımları düzenlemiştir. Bu bölüm incelendiğinde idari yaptırım uygulaması bakımından ticari iletişim ihlalleri ile genel ihlallere uygulanacak yaptırım düzenlemeleri açısından temel bir ayrımın bulunmadığı görülecektir. Dolayısıyla 32. maddede yer alan idari yaptırım düzenlemeleri ticari iletişim içinde geçerlidir. Dolayısıyla 32. maddenin 2. fıkrasına göre, Kanun’da ticari iletişime ilişkin belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcısı uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verilir. İdari para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için on bin Türk lirasından az olamaz.
Diğer yandan 32. maddenin 1. fıkrasına göre içeriği;
*Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı olan,
* Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan,
* Terörü öven ve teşvik eden, terör örgütlerini güçlü veya haklı gösteren, terör örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerini yansıtıcı nitelikte olan, terör eylemini, faillerini ve mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet eder şekilde sunan,
* Suç işlemeyi, suçluyu ve suç örgütlerini övücü, suç tekniklerini öğretici nitelikte olan,
* Müstehcen olan,
* Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeren,
* Şiddeti özendirici veya kanıksatıcı olan,
ticari iletişime yer veren medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, uyarı yapılmaksızın ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin % 2’sinden% 5’ine kadar idari para cezası verilir. İdari para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için on bin Türk lirasından az olamaz. Ayrıca, idari tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idari para cezası ile birlikte idari tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idari para cezasına veya tedbire de karar verilebilir.
İdari para cezası veya idari tedbir kararı verme yetkisi RTÜK’e aittir. Kurul’un kararlarına karşı 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre yargı yoluna başvurulur. Ancak, idare mahkemesinde dava, işlemin tebliği tarihinden itibaren 15 gün içinde açılır. İdare mahkemesinde iptal davası açılmış olması, kararın yerine getirilmesini durdurmaz.
TRT’nin reklam yayınlarında halkı aldatıcı, yanıltıcı, haksız rekabete veya karşılıklı cevaplamaya yol açıcı, diğer ürün veya nitelikleri kötüleyici, herhangi bir ürünün israfını telkin veya ima edici ve genel olarak memleketin ekonomik durumuna zarar verici hususlara yer verilmez, siyasi propaganda yapılamaz.
2954 SAYILI TRT KANUNU’NDA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM
TRT her ne kadar kamu yayını yapsa da ekonomik olarak sürdürülebilirliğini gerçekleştirmek için çeşitli gelirlere de ihtiyaç duymaktadır. Zira radyo ve televizyon yayıncılığı tesislerin ve program üretiminin pahalılığı dolayısıyla oldukça masraflıdır. 3093 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Gelirleri Kanunu’nun “Gelirler” başlıklı 2. maddesinde diğer gelirlerinin yanında reklam yayınları da sayılmıştır.
Ticari iletişimin bir aktörü olan TRT’nin bu tür yayınlarının esaslarının belirlenmesi gerekir.Reklamlara ilişkin esaslar ise 2954 sayılı TRT Kanunu’nun 26. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, TRT, görev ve yayın esaslarına uymak kaydıyla gerçek kişiler, kurumlar ve özel hukuk tüzel kişilerince de hazırlanan programlı veya programsız reklam kuşaklarını radyo ve televizyondan yayınlayabilir. Ancak bu reklam yayınlarında; halkı aldatıcı, yanıltıcı, haksız rekabete veya karşılıklı cevaplamaya yol açıcı, diğer ürün veya nitelikleri kötüleyici, herhangi bir ürünün israfını telkin veya ima edici ve genel olarak memleketin ekonomik durumuna zarar verici hususlara yer verilmez, siyasi propaganda yapılamaz.
4207 SAYILI TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARININ ÖNLENMESİ VE KONTROLÜ HAKKINDA KANUN’DA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM
4207 sayılı Kanun’da tütün ürünlerinin ticari iletişimiyle ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Bu düzenlemeyle tütün ürünlerinin reklam ve tanıtımı yasaklanmıştır. Kanun’un “Diğer koruyucu önlemler” başlıklı 3. maddesinde bu yasaklar şu şekilde düzenlenmiştir:
“Tütün ürünlerinin ve üretici firmaların isim, marka veya alâmetleri kullanılarak her ne suretle olursa olsun reklam ve tanıtımı yapılamaz. Bu ürünlerin kullanılmasını özendiren veya teşvik eden kampanyalar düzenlenemez. Tütün ürünleri üreten ve pazarlamasını yapan firmalar, her ne surette olursa olsun hiçbir etkinliğe isimlerini, amblemlerini veya ürünlerinin marka ya da işaretlerini kullanarak destek olamazlar.
Her ne amaçla olursa olsun, tütün ürünlerinin isim, logo veya amblemleri kullanılarak bildirim yapılamaz, basın-yayın organlarına ilân verilemez. Televizyonda yayınlanan programlarda, filmlerde, dizilerde, müzik kliplerinde, reklam ve tanıtım filmlerinde tütün ürünleri kullanılamaz, görüntülerine yer verilemez.
Tütün ürünleri, (…) otomatik makinelerle, telefon, televizyon ve internet gibi elektronik ortamlarla satılamaz ve satış amacıyla kargo yoluyla taşınamaz.
Görüldüğü gibi 4207 sayılı Kanun’da tütün ürünlerinin ticari iletişimiyle ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Her ne amaçla olursa olsun, tütün ürünlerinin isim, logo veya amblemleri kullanılarak bildirim yapılamaz, basın-yayın organlarına ilan verilemez.
Ayrıca televizyonda yayınlanan programlarda, filmlerde, dizilerde, müzik kliplerinde, reklam ve tanıtım filmlerinde tütün ürünleri kullanılamaz, görüntülerine yer verilemeyeceği gibi, tütün ürünleri, otomatik makinelerle, telefon, televizyon ve internet gibi elektronik ortamlarla satılamaz ve satış amacıyla kargo yoluyla taşınamaz.
Bir ticari uygulamanın; mesleki özenin gereklerine uymaması ve ulaştığı ortalama tüketicinin ya da yöneldiği grubun ortalama üyesinin mal veya hizmete ilişkin ekonomik davranış biçimini önemli ölçüde bozması veya önemli ölçüde bozma ihtimalinin olması durumuna haksız ticari uygulama adı verilir.
6502 SAYILI TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN’DA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM
6502 sayılı Kanun’un bir kısmının başlığı tamamen ticari reklama ayrılmıştır. Kanun’un altıncı kısmının başlığı “Ticari Reklam ve Haksız Ticari Uygulamalar”dır.Bu kısımda ticari reklama ilişkin genel ilkelere ve haksız ticari uygulamalara ilişkin esaslara yer verilmiştir. Ayrıca bu kısımda Reklam Kurulu da düzenlenmiştir.
Ticari Reklama İlişkin Genel Esaslar6502 sayılı Kanun’un 61. maddesi ticari reklama ilişkin düzenlemelere yer vermiştir. Buna göre:
(1) Ticari reklam, ticaret, iş, zanaat veya bir meslekle bağlantılı olarak; bir mal veya hizmetin satışını ya da kiralanmasını sağlamak, hedef kitleyi oluşturanları bilgilendirmek veya ikna etmek amacıyla reklam verenler tarafından herhangi bir mecrada yazılı, görsel, işitsel ve benzeri yollarla gerçekleştirilen pazarlama iletişimi niteliğindeki duyurulardır.
(2) Ticari reklamların Reklam Kurulunca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, doğru ve dürüst olmaları esastır.
(3) Tüketiciyi aldatıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve engellileri istismar edici ticari reklam yapılamaz.
(4) Reklam olduğu açıkça belirtilmeksizin yazı, haber, yayın ve programlarda, mal veya hizmetlere ilişkin isim, marka, logo veya diğer ayırt edici şekil veya ifadelerle ticari unvan veya işletme adlarının reklam yapmak amacıyla yer alması ve tanıtıcı mahiyette sunulması örtülü reklam olarak kabul edilir. Her türlü iletişim aracında sesli, yazılı ve görsel olarak örtülü reklam yapılması yasaktır.
(5) Aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal veya hizmetlerin karşılaştırmalı reklamı yapılabilir.
(6) Reklam verenler ticari reklamlarında yer alan iddiaların doğruluğunu ispatla yükümlüdür.
(7) Reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları bu madde hükümlerine uymakla yükümlüdür.
(8) Ticari reklamlara ilişkin getirilecek sınırlamalar ile bu reklamlarda uyulması gereken usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”
Haksız Ticari Uygulama
6502 sayılı Kanun’un 62. maddesi haksız ticari uygulamanın ve haksız ticari uygulamanın reklam yoluyla yapılırsa sonuçlarının ne olduğu şu şekilde düzenlenmiştir;
(1) Bir ticari uygulamanın; mesleki özenin gereklerine uymaması ve ulaştığı ortalama tüketicinin ya da yöneldiği grubun ortalama üyesinin mal veya hizmete ilişkin ekonomik davranış biçimini önemli ölçüde bozması veya önemli ölçüde bozma ihtimalinin olması durumunda haksız olduğu kabul edilir. Özellikle aldatıcı veya saldırgan nitelikte olan uygulamalar ile yönetmelik ekinde yer alan uygulamalar haksız ticari uygulama olarak kabul edilir. Tüketiciye yönelik haksız ticari uygulamalar yasaktır.
(2) Ticari uygulamanın haksız olduğunun iddia edilmesi hâlinde, ticari uygulamada bulunan, bu uygulamasının haksız ticari uygulama olmadığını ispatla yükümlüdür.
(3) Haksız ticari uygulamanın reklam yoluyla gerçekleştirildiği hâllerde bu Kanu’un 61. maddesi hükümleri uygulanır.
(4) Haksız ticari uygulamaların tespit edilmesine ve bunların denetlenmesine ilişkin usul ve esaslar ile her hâlükârda haksız ticari uygulama olarak kabul edilecek uygulamalar yönetmelikle belirlenir.”
Reklam Kurulu
Ticari reklam ve ilanlarda uyulması gereken ilkeleri belirlemek, bu ilkeler çerçevesinde ticari reklam ve ilânları incelemek amacıyla oluşturulmuş olan Reklam Kuruluna ilişkin temel ilkeler 6502 sayılı Kanun’un 63. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;
(1) Ticari reklamlarda uyulması gereken ilkeleri belirleme ve haksız ticari uygulamalara karşı tüketiciyi korumaya yönelik düzenlemeleri yapma, bu hususlar çerçevesinde inceleme ve gerektiğinde denetim yapma, inceleme ve denetim sonucuna göre durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari para cezası veya gerekli görülen hâllerde de üç aya kadar tedbiren durdurma cezası verme hususlarında görevli bir Reklam Kurulu oluşturulur. Kurul tedbiren durdurma kararıverme yetkisini Reklam Kurulu başkanına devredebilir. Kurulun kararları Bakanlıkça uygulanır.
(2) Başkanlığı, Bakanın görevlendireceği ilgili Genel Müdür tarafından yürütülen Reklam Kurulu;
- a) Bakanlığın ilgili Genel Müdür yardımcıları arasından görevlendireceği bir üye,
- b) Adalet Bakanlığının, bu Bakanlıkta idari görevlerde çalışan hâkim veya savcılar arasından görevlendireceği bir üye,
- c) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının görevlendireceği bir üye,
ç) Sağlık Bakanlığının görevlendireceği bir üye,
- d) Kültür ve Turizm Bakanlığının görevlendireceği bir üye,
- e) Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun görevlendireceği bir üye,
- f) Türk Standartları Enstitüsünden bir üye,
- g) Ankara, İstanbul ve İzmir büyükşehir belediyelerinin kendi aralarından seçeceği bir üye,
ğ) Yükseköğretim Kurulunun, reklamcılık, iletişim veya ticaret hukuku alanında uzman öğretim üyeleri arasından görevlendireceği bir üye,
- h) Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin, Türkiye Medya ve İletişim Meclisi üyeleri arasından görevlendireceği bir üye,
ı) Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonunun görevlendireceği bir üye,
- i) Tüketici Konseyinin Konseye katılan tüketici örgütü temsilcileri arasından seçeceği bir üye,
- j) Reklam verenler derneklerinin veya varsa üst kuruluşlarının seçeceği bir üye,
- k) Reklamcılar derneklerinin veya varsa üst kuruluşlarının seçeceği bir üye,
- l) Türk Eczacıları Birliğinin görevlendireceği eczacı bir üye,
- m) Türk Diş Hekimleri Birliğinin görevlendireceği diş hekimi bir üye,
- n) Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyinin görevlendireceği doktor bir üye,
- o) Türkiye Barolar Birliğinin görevlendireceği avukat bir üye, olmak üzere başkan dâhil 19 üyeden oluşur.
(3) Kurul üyelerinin görev süreleri üç yıldır. Süresi bitenler yeniden görevlendirilebilir veya seçilebilir. Üyelikler herhangi bir sebeple boşaldığı takdirde boşalan üyeliklere ikinci fıkra esasları dâhilinde bir ay içinde görevlendirme veya seçim yapılır. Süresi dolan üyenin görevi, yeni üye görevine başlayıncaya kadar devam eder.
(4) Kurul ayda en az bir defa veya ihtiyaç duyulduğu her zaman Başkanın çağrısı üzerine toplanır.
(5) Kurul, başkan dâhil en az 11 üyenin hazır bulunması ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir. Oyların eşit olması hâlinde başkanın oy kullandığı taraf çoğunluğu sağlar.
(6) Bakanlıkça, Kurulun karar vermesine yardımcı olmak üzere sektörel alanlarda ihtisas komisyonları kurulur. Komisyonlar, başkan dâhil en az üç en fazla beş kişiden oluşur.
(7) Kurul Başkan ve üyeleri ile ihtisas komisyonu başkan ve üyelerine ödenecek huzur hakkı ve huzur ücreti ile buna ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir.
(8) Kurul, incelemesini ilgili belgelerin yer aldığı dosya üzerinden yapar. Kurulun sekretarya hizmetleri Genel Müdürlük tarafından yerine getirilir.
(9) Kurul, gerekli gördüğü takdirde özel uzmanlık gerektiren hususlarla ilgili olarak ihtisas sahibi üniversiteler, özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişilerin görüşlerine başvurabilir.
(10) Kurul kararları, tüketicilerin bilgilendirilmesi, aydınlatılması ve ekonomik çıkarlarının korunması amacıyla Bakanlıkça açıklanır.
(11) Reklam Kurulunun ve ihtisas komisyonlarının kuruluşu, görevleri, çalışma usul ve esasları ile sekretarya hizmetleri ve diğer hususlar yönetmelikle belirlenir.”
Ticari Reklama İlişkin İdari Yaptırım
Kanun’un ticari reklama ilişkin düzenlemelere yer verilen 61. maddesinde belirtilen yükümlülüklere aykırı hareket eden reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları hakkında durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari para cezası ve gerekli görülen hâllerde de üç aya kadar tedbiren durdurma cezası uygulanır.
Reklam Kurulu, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebilir. Aykırılık;
* Yerel düzeyde yayın yapan televizyon kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise on bin Türk lirası,
* Ülke genelinde yayın yapan televizyon kanalı aracılığı ilegerçekleşmiş ise iki yüz bin Türk lirası,
* Süreli yayınlar aracılığıyla gerçekleşmiş ise, yerel düzeyde yayın yapanlar için beş bin Türk lirası, ülke genelinde yayın yapanlar için yüz bin Türk lirası,
* Yerel düzeyde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise beş bin Türk lirası,
* Ülke genelinde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise elli bin Türk lirası,
* İnternet aracılığı ile gerçekleşmiş ise elli bin Türk lirası,
* Kısa mesaj aracılığı ile gerçekleşmiş ise yirmi beş bin Türk lirası,
*Diğer mecralar aracılığı ile gerçekleşmiş ise beş bin Türk lirası,
idari para cezası verilir. Reklam Kurulu, idari işleme konu ihlalin bir yıl içinde tekrar edilmesi hâlinde yukarıda belirtilen idari para cezalarını on katına kadar uygulayabilir. Reklam Kurulu tarafından karar verilen idari yaptırımlar Bakanlık tarafından uygulanır.