İmparatorluğun sonunda britanya ve ikinci dünya savaşı

İmparatorluğun Sonunda Britanya

Britanya’da senkronize sesli sinemadan ticari yararlanış neredeyse tamamen Amerikan teknolojisine bağlıydı.

Amerika, ulusal sinema endüstrisiler arasında en büyük yerli izleyiciye sahip olanıydı, yapımcılar yapım maliyetlerini yurtiçinde çıkarabiliyor ve tüm kazançlarını yurtdışından sağlıyorlardı. Bu yüzden Amerikalı dağıtımcılar, yabancı pazarlarda rakiplerine göre fiyat kırma esnekliğine sahiptiler; Amerikalı olmayan ‘en güçlü sistemler bile, Amerikalılarınn fiyat kırma, blok satış ve görmeden alma uygulamalarına karşı koyamıyorlardı.

Amerikan filmlerinin izleyiciler arasındaki popülerliği, yerli endüstriyi daha da zayıflatarak İngiliz gösterimcileri İngiliz yapımı filmleri oynatmaya isteksiz hale getirdi.

Durum öyle korkunçlaştı ki, “Kara Kasım “ diye anılan kasımn 1924’te film üretimi tamamen durdu.

1927 tarihli Sinema Filmleri Yasası’yla (ya da “Kota Yasası ) blok satış  ve görmeden alma gibi kısıtlayıcı politikalan yasaklayan korumacı

Amerikan stüdyoları, artık belirli miktarda İngiliz filminin yapımını finanse edip bir kısmını göstermek üzere Birleşik Devletlere götürerek Egemenliklerinin bedelini ödemek zorunda kalacaktı.

Sonuçta kota koşullarını yerine getirmek için Britanya’da Ciddi yapımcılık  birimleri kuran iki şirket, sadece Warner broş. ve paramount’tu

1927 yasası İngiliz sinema endüstrisine benzer tekelci üretim , dağıtım ve gösterim örgütlenişiyle birlikte Amerikan dikey bütünleşme modelini taklit etme şartlarını da yaratmış.

Yasadan hemen sonraki yıllar , yasa ‘da hesaba katılmayan bir  karışıklığa endüstrinin sese dönüş çılgınlığına tanık oldu. Ses , bazı yapımları zamansız yakalamıştır , örneğin Alfred HİTTCHCOCK’UN “ŞANTAJ” senkronize sesle bütünleştirilmek üzer bölümler halinde yeniden çekildi.

Sesli film tanıtımları “görün ve duyun. İşte konuşulması gerektiği gibi anadilimiz!’ biçimindeydi

1930’larda sinema ve sinema izleyicisi

Sözlü filmlerin gelişi, izleyicinin sinema alışkanlığını büyük ölçüde değiştirdi

Sese dönüş masrafları birçok bağımsız salonun kapanmasını sağlamıştı ama ABC ve Gaumon-british gruplarının ortaya çıkışı ve sinemanın genel popülerliği bilet fiyatlarının düşmesiyle birlikte sinema salonu sayısında bir patlamaya yol açıyordu.

Atmosferik salonlar artmaya başladı bu dönemde.

Amerikan modelini izleyen bu sinemaların izleyicilere “hasretini çektikleri romans’ı sunmak işçin tasarlanan Mağrip ,oryantal, yada gotik katedral üsluplu geniş , süslü iç mekanlar vardı

Endüstriye üretimdeki yavaşlamaya rağmen 1930’lar yaşam standartlarında genel bir yükseliş dönemiydi.

Sinemaya alışkanlığı pek değişmemişti. En sık gidenlerin başında kentli geçler ve kadınlar olmak üzere yoksul ve işçi sınıfı İngilizlerdi.

Çağdaş incelemeler sinemanın çekiciliğinin bir kaçış biçimi bir oyun alanı bir toplumsal geçerlilik tarzı ve görmüş olduklarımızı hakkında konuşabilme olanağı sağlamasından yattığını gösterir.

Film ve varyete dünyaları birbirine yakındı bazı gösterim ağlarının hala varyete sahneleyen salonları vardı ve bazıları ise karma “sine- varyete” gösteriler düzenlemekteydi

Yıllar geçtikçe sinema salonları ve izleyiciler orta sınıf banliyölere doğru genişledi.

1936 yıllara gelindiğinde sinema izleyicisi sınıflara ayrılmıştı .

İşçi sınıfı genel olarfak Amerikan filmlerini çok fazla kibar konuşan ve hızını daha yavaş buldukları İngiliz filmlerine tercih ederdi.

Birleşik devletler ’de ses teknolojisi eski türleri güçlendirip müzikal gangster filmleri ve tatlı kaçık komedi gibi yenilerini yaratıyordu.

Britanya’daysa sese dönüş uzun metrajlı film üretimini üç alanda değiştirdi;

Alfred hitchcock’un belirsizlik sineması

Jesii matthews , gracie fields , will hay müzikal komedi türündeki popüler filmleri  ve en görkemli biçimde

Alexander korda’nın london films’i tarafından yapılan imparatorluk yada tarihsel macera çıkışlı epik filmlerdi.

Alfredd hitchcock’un İngiltere dönemi filmlerinin en verimli yılları 1925- 1939 kadar sürür

Hitchcock’un İngiliz gerilim filmlerinde, kendi olgun Amerikan sinemasını karakterize eden kimi özellikler ortaya çıkar ; önemli nesnelerin uğursuz tasvirleri , sürekli haksız yere suçlanan erkekler , genç , çekici ve karmaşık kadın karakterler , izleyicinin karakterlerden fazlasını bildiği ve röntgenci rolüne sahip olduğu zekice kurulmuş sürüncemli anlatı dizenleri; belgesel üsluplu çekimlerin beklenmedik ve oldukça öznel sahnelerle birbirine karıştığı başarılı görüntü ve ses kurgulama tekniklerini kullanışı gibi.

Avrupa’nın sorunlu faşizm , casusluk ve ilhak siyaseti ekseninde genç ve masum çiftleri konu edinen kişisel anlatıları tercih ediş tipik bir hitchcock özelliğidir.

Sesin gelişiyle birlikte duygusal ve dramatik olarak güçlenen bir yapım türü de imparatorlukla ilgili filmlerdi.

Geçmişe yada sömürge dönemine yerleştirilen bu filmler , yurtsever müzikal temalarla desteklenen açık anlatılar aracılığıyla – aile , annelik , ulusal onur, merkezi yönetim monarşi, aristokrasi gibi muhafazakar değer ve kurumları kutsamaktaydı

Bu uzlaşım filmleri 1930’lar boyunca ulusal Hükümet’in sağladığı siyasi istikrarı yansıtan filmler olarak görülebilir.

Fakat görkemli Britanya imparatorluğuyla ilgili en coşkulu mitlerini sunan Alexander Korda’nın London Films şirketiydi

Korda 5. Henry’nin özel hayatı ile büyük başarı elde etti.

Korda filmin prömiyerini dünyanın en büyük sineması olan NEW YORK RADİO CİTY MUSİC HALL’de yaptı. Londra’da “LONDON FİLM PRESTİGE PRODUCTİON” etiketiyle başarılı bir açılış yapmasını sağladı. Korda bu başarıyla birlikte 1936 ‘da Odeon’un yarısı alıp pazarda söz sahibi oldu

British board of film censors’un ( bbfc) tavsiyeleri de filmlerde imparatorluk yanlısı olmasında etkiliydi.

Resmi hükümet organı olmadığı halde siyasetle yakın bağları bulanan BBFC imparatorluk hakkındaki olumsuz film senaryolarını ısrarla reddi yordu.

İmparatorluğun gerektiği sınıflar ırklar ve cinsiyetler arası mücadeleler ve gerginlikler gibi savaşın ve bağımsızlık hareketlerinin imparatorluk üzerinde etkisine yapılan göndermeler de filmlerde engelledi

Bunun yerine bu selüloit imparatorluk, temel de değişmeden etkilenmeksizin var olmuştu.

Korda’nın kardeşi t  ZOLTAN tarafından yönetilen 4 tüy filmi önemlidir. Filmde ethne’nin değer sistemini destekler

Sinemanın toplumsal etkisi ve sınıf ilişkilerinde rolüne dair soru , 1930 larda işsizler kitlesinin sesi daha da yükseldiği ve bizzat sinema , bu sınıfın diliyle yoğun bir şekilde kodlanarak sınıf sorununu öne çıkardğı için daha büyük bir önem taşır.

Bağımsız salonlar ve işçi kulüpleri etrafında örgütlenen belgeseller hazırlayıp Sovyet filmlerinin dağıtımını yapan bir sosyalist film hareketi vardı.

1933’te özellikle eğitsel bir mantıkla ve belgesel çalışmaların dağıtımını yapmak üzere British Film Enstitüde kuruldu.

Yeniden oluşturulan  1938 sinema filmleri Yasası’nda olanak verdi ve Amerikalı büyükler Britanya’da sinemacılığa daha yoğun yatırım yapmaya teşvik etti.

İkinci dünya savaşı

Savaşın çıkmasıyla birlikte sinemanın toplumsal rolü daha yoğun olarak tartışılmaya başlandı.

Sinemaya gidişin psikolojik yönü ve kamuoyu üzerindeki derin etkisi fark eden parlamento , stüdyolarda belli konuları destekleyip bazılarını yasaklaya resmi talimatlar yayınladı.

Britanya ne uğruna savaşıyor , Britanya nasıl savaşıyor , önerilen temalardı ve filmler , enformasyon bakanlığı film dairesinin güvenlik sansürüne sunulanacaktı.

Hükümetin film yapımı üzerindeki etkileri , stüdyoların depo , fabrika ve resmi film üretim yeri olarak kullanılmasını istenip zamanla film teknisyenlerinin üçte ikisi askere alındığında daha somut biçim aldı

Ama halk  hava saldırısı sirenlerine ve gösterim sırasında boşaltmalara tahammül ederek , kantinler ordu ve donanma kampları film dernekleri , fabrika salonları mobil karavanlar ve sinema salonlarında her zamankinden daha çok sinemaya gitmekteydi.

İkinci dünya savaşından sonra asla bu kadar popüler olmadı; izleyiciler dışarıdaki karatma koşullarıyla tam bir karışıklık oluşturan görsel bir lüks ve aydınlık perdenin cüretkar görünüşünde gelip büyüyordu.

Savaş döneminde film endüstrisinden asıl yaralanan kişi 1943’e gelindiğinde Amerikan büyüklerinden biri kadar servet biriktirmiş olan J. Arthur Rank’tı.

Krizden yararlanan bir başka grup eğitim ve enformasyon filmleri üretmeleri istenen haber ve belgesel ekipleriydi. Savaşın ikinci yılından sonra her zamankimden daha meşguldüler filmlerini salonların yanı sıra gezici karavanlar, askeri kamlar ve kütüphanelerde oynattılar.

Savaş belgesel sinemacılık ile uzun metrajlı film yapımcılığı arasındaki ayrımı bulanıklaştırdı.

Savaş ulusun bölge sınıf cinsiyet yaş katmanlarının ve ülkenin nihai kimliği karakteri ve her şeyden önce birliğinin temel dayanak gösterdiği içselleştirilmiş milli filmlere yönelik keskin bir talep üretti.

Toplum ortak iyi için bir araya gelirken gösterdikleri kurgusal bir anlatı arayışına yönelik belgesel stratejiler bulmaktı.

Tum bu filmler yapım aşamasında ordunun ve hükümetin işbirliğini gerektirmeydi.

EALİNG, GAINSBOROUGH VE HAMMER

Savaş sırasında Britanya’da yeni bir gerçekçi sinema ekolü çağrısında bulunan birçok ses arasında en etkili olanı Michael Balcon’dı.

2 önemli belgeselci Crown Film Unit için gecenin hedefini yazıp yöneten Harry watt ile 1920 lerde Paris avangardının bir üyesi olan alberto cavalcanti’yi işe aldı

Savaşın ardından ealing gecenin ölümümle tek ama oldukça başarılı korku filmi girişiminden konusu Victoria Londra’sında geçen bir sahne melodramı pembe ip ve mühür ‘ e dek uzanan çok sayıda film türünü denedi.

1940’ların sonu İngiliz sinemasında en büyük stüdyoları bile etkileyen ve birçok stüdyonun içinde çıkamadığı krize tanık oldu.

Britanya’daki Amerikan filmleri soğu altı ay yetecek kadardı;  bu yüzden boşluğu hemen doldurmak gerekli olmadı ve vergiden muaf eski filler yeniden piyasaya sürüldü.

Amerikan filmlerin yokluğumda film üretimi patladı ama İngiliz filmleri acele yapıldıkları ve kalitesiz oldukları için ağır kayıplara uğradı.

İzleyicilerin değişen ve toplumsal ekonomik koşulları TV’nin gelişi ve banliyölerdeki yeni yaşam kalıplarının bir sonucu olarak sinemaya gitmek azalıyordu. ,

Ama stüdyoya en çok kar ve aynı zamanda kötü şöhret getiren kostümlü melodramlardı.

Gainsborough’un kostümlü melodramları, savaşın baskılar altında olguşan İngiliz sinemasının gerçekçi temelinden çok fazla uzaklaştıkları için, eleştirmenler tarafından beğenilmedi.

Bu zor yıllarda ayakta kalan tek stüdyo Hammer Films’ti. Başından itibaren uluslararası pazara yönelmişti bu dönemde kurtuluşu bu amaç sağlamıştı.

Sağduyulu davranan careras mali denetimi sıkı tutup NFFC borçlarını zamanında ödemişi, üretim maliyetlerinin kesinlikle kontrol edilmesinde ilkeli davrandı. Maliyeti kontrol etmenin yollarından biri her yapım için bir stüdyo kiralayarak donanımı, setleri ve personeli taşımak yerine, bütün filmleri aynı stüdyoda yapmaktı.

Atlantik’in her iki yakasında oldukça kar getiren bu film Dracula’nın yapımı için Universal’le anlaşmaya varılması Carreras’ın en çok arzu ettiği büyük birleşik devletler pazarına girilerek pazarlama ve yapım öncesi finansman için diğer Amerikan şirketleriyle yeni anlaşma yapılasını sağladı

Geleneksel erkeklik değerli savaşla birlikte alt üst olmuştu ve bu belirsizlikler BFFC kurallarındaki gevşemeyle birlikte , İngiliz “YENİ DALGA’SININ ve KIZGIN GENÇ ERKEKLER  sinemasının yolunu açan , yeni erkek değerlerini sınayan daha gerçekçi bir sinemanın ortaya çıkmasını sağladı.

İlgili Kategoriler

İletişim Ders Notları



Sayfayı Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir