İlk ve orta çağlarda nüfus teorileri ders notu



  1. Malthus Öncesi Nüfus Teorileri: İlk ve Orta Çağlarda Nüfus Teorileri

Genel anlamıyla teori veya kuram, doğrulanmış gözlem ve deneyler baz alınarak ortaya atılan düşünce sistemidir. Teoriler; belirli bir konuyu anlamak, açıklamak ve gelecekle ilgili tahminler yapmak için kullanılan analitik araçlardır. Bilimsel bir teori, geçerlilik ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle tespit edilmiş olan, iç tutarlılığı bulunan düşünceler, bilgiler ve açıklamalar bütünüdür. Bilimsel bir teoride yeni olguların eleştirisine sunularak doğrulanmasına ve uygun bilimsel değişiklikler geçirmesine gerek duyulur. Bu yüzden hiçbir teoriye kesin gözüyle bakılmaz. Teori veya kuramlara ileriye dönük tahminlerde ve öngörülerde bulunmak üzere ihtiyaç duyulur. Çok çeşitli konularda teoriler vardır. Bunlardan biri de nüfus teorileridir.

Nüfus teorileri, ortaya atıldıkları dönemlerin stratejik sayılan faktörleri açısından konuyu ele almışlardır. Nüfus, çok yönlü ve kapsamlı bir olgudur. Nüfusun miktarı yanında niteliği (kadın-erkek sayısı, yaş grupları, aktif nüfus, bağımlı nüfus) büyük öneme sahiptir.(bağımlı nüfus: Çalışma çağında olmayan, çalışma çağında olduğu halde çalışamayan ve çalışanlar tarafından geçimleri sağlanan nüfus. Doğum oranının düşlük olduğu gelişmiş ülkelerde , bağmlı nüfus oranı azdır. Çünkü bu ülkelerde çalışanların oranı fazla olduğu için bu kişilerin bakmakla yükümlü olduğu insan sayısı azdır.)

Nüfus teorileri; nüfusla sosyal, ekonomik, kültürel ve diğer faktörlerin değişmeleri arasındaki karşılıklı ilişkileri açıklamak üzere kurulmuş fikirler dizisidir.

Nüfus artışının ekonomik kalkınmaya ucuz ve gerekli iş gücünü sağlaması açısından olumlu yönde etkileri olduğu gibi nüfus artış hızı, milli gelir artış hızından büyükse sanayileşme ve kalkınmaya olumsuz etkileri de ortaya çıkmaktadır. Bu etkileri bakımından iktisadi gelişmenin faktörleri arasında nüfus konusu önem arz etmektedir. Nüfusun büyüklüğünü, artış hızını, coğrafi dağılımını ve niteliğini etkileyerek toplumun, öngördüğü amaçlara ulaşmasını sağlamak ve ekonomik gelişmişlik düzeyini artırmak mümkündür.

Eski Yunanlı filozof Platon, “Cumhuriyet” adlı yapıtında kentlerin nüfusunun 5.040 yurttaşla sınırlandırılmasını ve bu sınırın doğum kontrolüyle denetlenmesini önermişti. Eski Roma’da ise nüfus artışı özendirilmiş, evlilik ve doğurganlık ödüllendirilmişti.

  1. yüzyılda Asya’dan gelerek Avrupa’yı saran veba salgını, 25 milyon kişinin ölümüne neden oldu. “Kara ölüm” olarak adlandırılan bu salgın, Avrupa nüfusunda önemli bir azalmaya yol açınca bu dönemin ekonomik ve toplumsal yapısına damgasını vuran serflik kurumu ve feodalizm de sarsılmıştır. Feodal beyler, sertlerin ölümüyle boş kalan topraklarını ekebilmek için çalışanlara ücret ödemek zorunda kaldılar. Böylece tarımda feodal yapıya tümüyle aykırı düşen ücretli emek ortaya çıktı. Bu olgu Avrupa’da feodalizmin yıkılışını ve kapitalizme geçişi hızlandıran önemli etkenlerden biridir.

5.1. İlk Çağlarda Nüfus Teorileri

İlk çağlardan beri filozof ve fikir adamları nüfus meseleleriyle ilgilenmişler, bunların diğer olaylarla ilişkilerini kendi düşünce sistemleriyle açıklamaya çalışmışlardır. Bu fikirlerin odak noktasını büyük ölçüde nüfus ile ekonomik kaynaklar veya nüfus ile üretim arasındaki ilişkiler oluşturmuştur. Bu sayede pek çok nüfus teorisi ortaya çıkmıştır.

İlk çağlarda  birbirinden uzak kültürlerde o günlerin ve daha sonraki yüzyılların düşüncesini etkilemiş düşünürlerin eserlerinde nüfusla ilgili bölümlere rastlanır. Bu düşünürlerin bir bölümü nüfusu iktisadi açıdan ele alırken diğer bir bölümü de askerî ve idari yönden değerlendirmektedirler.

Çin’de Konfüçyus ve diğer filozofların nüfusla ilgili görüşleri, nüfus artışının iş gücü verimliliğini kısıtlayarak kitlelerin yaşama düzeylerini olumsuz etkileyeceği ve iktisadi gelişmeyi sekteye uğratacağı şeklindedir.

  • İlk Çağ’da Konfüçyüs’e göre nüfus artışı toplumların yaşam seviyelerini olumsuz etkileyecektir.
  • Nüfus aşırı artacak olursa ölümlerin artacağını savunmuştur.
  • Ekilebilir topraklarla nüfus arasında ideal bir orantı olması gerektiğini savunmuştur.

Eski Yunan’da Eflatun (Platon) ve Aristo nüfus konusuna başka bir açıdan bakmışlar ve görüşlerinde ekonomik faktörlerden çok yönetimle ilgili faktörlere ağırlık vermişlerdir.

Bu düşünürlere göre toplumların ekonomik yönden yeterli olabilmeleri için belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olmaları gerekmektedir. Buna karşılık anayasal bir hükümet biçiminin uygulanmasını güçleştirmemesi için nüfusun fazla büyümemesi gerektiği düşünülmüştür. Savaşlardan doğan insan kayıpları için sağlıklı ve genç nüfusun olmasını, dolayısıyla nüfusun artmasını, zayıfların öldürülmesini, evliliklerin mecburi olmasını düşünce olarak benimsemiştir.

Antik Çağ düşünürlerinden Eflatun (Platon), “Nüfusun ne fazla çoğalması ne de azalmasına fırsat verilmelidir.” şeklinde özetlenebilecek “ideal devlet için ideal nüfus” görüşüne sahipti. Eflatun, toplumların ekonomik yönden kendilerine yeterli olabilmeleri için belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olmaları, ancak yasalara uygun bir yönetim biçiminin uygulanmasını güçleştirmemesi için nüfusun fazla artmaması gerektiğini savunuyordu.

  • Onlara göre toplumların ekonomik yönden kendilerine yeterli olabilmeleri için belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olmaları gerekmektedir.
  • Ancak bu düşünürler de aşırı nüfus artışına karşı çıkmışlardı.
  • Romalılar ise askerî alandaki yararını düşünerek nüfus artışını desteklemişlerdir.

Eski Hint kanunlarında ise kadınların dünyaya çocuk getirmek için yaratıldıklarından bahsedilirve aynı zamanda çocuk yetiştirmenin, tarla sürmek ve ağaç dikmek gibi hayırlı bir iş olduğu görüşü yaygındı.

Nüfus konusunu askerî açıdan ele alarak nüfus artışına yönelik politikalar uygulayan milletlerin başında Romalılar gelmekte, Isparta ve Atina şehir devletleri de aynı politikaları benimsemektedir. Romalılar, istila savaşlarında ölenlerin yerini dolduracak bir insan varlığına ihtiyaç duyulması sebebiyle büyük nüfustan yana olmuşlardır. Roma’da meşru çocukları besleyip yetiştirmek bir kamu hizmeti kabul ediliyor, evlenmenin fazileti, devlete vatandaş ve orduya asker gayesine bağlanıyordu. Roma İmparatorluğu’nda çocukları besleyip büyütmek ve yetiştirmek, başlangıçta bir amme hizmeti sayılıyordu. Sonraları soyluların çocuk istememeleri, bunu önleyici bir takım kanunların çıkarılmasına neden olmuştu.

5.2. Orta Çağ’da Nüfus Teorileri

Orta Çağ, toplumların hayatına daha çok dinin hâkim olduğu bir dönemdir. Hıristiyanlık, nüfusun sosyal yönlerine ağırlık vermiş ekonomik ve siyasi yönünü ihmal etmiştir. 14. asırda tarih, sosyoloji ve nüfus konularında önemli eserler veren (Mukaddime) İbn-i Haldun nüfusun devrevi yani dönemsel hareketlere konu olduğunu yazarak ekonomik, siyasal ve psikososyal faktörlerle yakından ilişkili olduğunu belirtmiştir. Herhangi bir ülkede nüfus yoğunluğunun yüksek olmasının iş bölümüne imkân vererek toplumun refah seviyesinin artacağını ve askerî-siyasi emniyeti sağlamada etkili olacağını savunmuştur. İbn-i Haldun, iklimin refah seviyesinin ve gıda rejiminin insan üzerindeki etkisi üzerinde durup refah ile nüfusun artacağına ve ölümlerin azalacağına işaret etmiştir. Genel itibarıyla İbn-i Haldun; nüfus ile iktisadi, sosyal ve kültürel gelişmeler arasındaki ilişkiyi incelemiştir.

İbn-i Haldun genel olarak refah seviyesinin yüksekliğini, iktisadi kalkınmayı, ekonomik canlılığı ve şehirlerin gelişmişliğini nüfusun çokluğuna bağlamaktadır. Bunun sebeplerini açıklarken nüfusun büyüklüğünün toplumsal iş bölümünü ve profesyonelleşmeyi artıracağını, toplumsal iş bölümünün artmasının ihtiyaç fazlası meydana getireceğini, bunun da beraberinde ekonomik bir bolluk, lüks ve konfor yaratacağını ifade etmektedir. “Dolayısıyla bir yerde çalışan kişi sayısı artarsa üretim de artar. Bu da zorunlu olarak kazançların çoğalmasını sağlar.”

Görüldüğü üzere İbn-i Haldun yalnızca nüfus büyüklüğünün yararlarını değil, aynı zamanda nitelikli bir iş gücünün ekonomiyi canlandıracağını ifade etmektedir. Günümüz anlayışına uygun olarak İbn-i Haldun, bilgili insan veya nitelikli iş gücünün üretimin en önemli girdisi kabul etmekte, ekonomik gelişmenin sağlanmasında etkin ve ülkelerin kalkınmasının temel unsuru olarak görmektedir. İbn-i Haldun nitelikli nüfusun artmasını öngörürken aynı zamanda nüfusun aşırı artışının da bir takım zararları olacağını belirtmiştir. Çalışan kişi sayısının artması bir müddet sonra ziraat alanlarında aşırı kullanımdan dolayı verimi azaltacak bu da gelir seviyesinin düşmesine neden olacaktır. Bu durumda iktisadi kalkınmaya ket vuracaktır.

5.3. 16-18. Yüzyıllarda Nüfus Teorileri

16.-18. yüzyıllar arasında Avrupa’nın birçok ülkesinde egemen olan ve devletin gücüyle zenginliğini ticaret yoluyla artırmayı hedefleyen merkantilizm döneminde nüfus artışına büyük önem verildi. Merkantilistler ve dönemin mutlak kralları, nüfusu devletin zenginlik kaynaklarından biri olarak gördüler. Nüfus ne kadar fazlaysa ülke de o ölçüde zengindi. Kalabalık bir ülke daha fazla iş gücü, daha büyük bir pazar ve daha güçlü bir ordu demekti. Ayrıca iş gücünün bolluğu; ücretlerin yükselmesini önler, bu da yöneticilerin daha da zenginleşmesini sağlardı.

  1. yüzyılda gelişen kapitalizmle birlikte nüfusa ilişkin görüşler de farklılaşmaya başladı. Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak iş gücünün yerini makinelerin almasıyla çalışan kesimler arasında işsizlik arttı, yoksulluk ve sefalet yaygınlaştı. Bu yüzyılda işsizlik ve yoksulluğun nüfus fazlalığından ileri geldiği düşünülmeye başladı. Francois Quesnay gibi düşünürler, nüfus artışının genel bir yoksullaşmaya neden olacak boyutlara ulaşmaması gerektiğini savundular. Zenginliğin asıl kaynağını toprak olarak gören bu düşünürler, nüfus artışının zenginleşmeye neden olamayacağını ileri sürdüler.

Bu çağlarda iktisadi büyüme ve toprak faktörlerine bağlı nüfus teorileri geliştirilmiştir. 16. yüzyılın ortasından 18. yüzyıl ortalarına kadar tüccar milletlerin toplumsal hayatlarında büyük bir nüfusun ekonomik, siyasi, askerî ve mali menfaatler sağlaması bakımından öneminin büyük olduğu savunuluyor ve ülke nüfusunun mümkün olduğu kadar artması gerekli görülüyordu. Nüfusun ana kaynağını teşkil eden doğumların artmasıyla üretici kuvvetler fazlalaşacak üretim ve ihracat dolayısıyla da milli servet artacaktır. Siyasi ve askerî bakımdan fazla nüfus, fazla asker demektir. Onlara göre nüfusun artışıyla beraber mükellef sayısı da artacak ve böylece devlet vergi kazancından daha fazla yararlanma imkânı bulacaktır. Bu sebeplerle ülke nüfusunun artması için iç göçlere taraftar olmuş, ülke dışına yapılacak göçleri önlemeye çalışmışlar, yabancı ülkelerden gelen göçmenlere yardımlarda bulunmuşlar ve vergi kolaylıkları tanımışlardır.

Bu dönemde bazı düşünürler ise hızlı nüfus artışının tarımsal üretimi olumsuz etkileyebileceğini belirtmişlerdir. Stratejik saydıkları bu üretim dalındaki problemlerin bütün ekonomiyi etkisi altına alacağından endişe etmişlerdir. Bununla birlikte genel anlayış, tarımsal üretimi etkilemediği sürece nüfus artışının olumlu olduğudur.

  1. yüzyıl ortasından 18. yüzyıl ortalarına kadar dünyada sömürgecilik ve büyük çaplı ticaretin egemen olduğu bir devir yaşanmıştır. Bu devir, merkantilizm denilen ekonomik ve politik düşüncenin toplumsal hayatta da etkili olduğu dönemdi. Merkantilistler, “Bir ülkede nüfus ne kadar fazla olursa üretim de o derece fazla olur.” düşüncesindeydiler. Böylece ticaretin, gelirin, dolayısıyla iktisadi kalınmanın bu sayede sağlanacağı fikrini savunuyorlardı. Onlara göre nüfus; ekonomik bakımdan üretici kuvveti fazlalaştıracak, malî yönden daha çok mükellef ve vergi meydana getirecek, siyasi ve askerî açıdan güç ve kuvvet doğuracak bir unsurdu.
  2. yüzyılda ortaya çıkan fizyokrasi düşünce sistemini benimseyenler, hızlı nüfus artışının tarımsal üretimi olumsuz etkileyebilecek bir etmen olduğu noktasından hareketle stratejik olarak gördükleri bu üretim tarzındaki sorunların tüm ekonominin dengesini bozacağından endişe etmişti. Onun içindir ki fizyokratların nüfus artışına karşı olmamakla birlikte bu konuya temkinli baktıkları gözlenmekteydi. Özetlemek gerekirse merkantilistler nüfus artışının zenginliği, fizyokratlar ise zenginliğin nüfusu artıracağını savunmuşlardı. Yani onlara göre nüfus ve zenginlik birbirleriyle doğrudan ilişkili iki unsurdu.

        İbn-i Haldun’da benzer şekilde bir döngüden bahsetmektedir. Ona göre fazla nüfus, üretimi artırır bu da o bölgenin zenginleşmesini sağlar. Belli bir sahanın zengin olması göçe neden olur. Bu ise şehirlerin gelişmesi açısından olumlu etkiler yaratacağı gibi bir takım olumsuz sonuçlar da doğurur. Arz-talep dengesizliği baş gösterir ve hayat pahalılaşır. İşte bu dönemde devletler masraflarının çokluğundan dolayı giderlerini karşılayabilmek için bir takım vergiler koyarlar. Bu vergilerde fiyatların yükselmesine neden olur. Böylece şehirlerde yasayanların masrafları artar. Sonuç itibarıyla İbn-i Haldun ve Adam Smith, toplumsal refahın sağlanmasını nüfus çokluğuna bağladığı gibi bu refahın ortadan kalkmasını da yine zaman içerisinde meydana gelen nüfus artışına bağlamaktadırlar.

İlgili Kategoriler

Coğrafya Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir