Malthus ve klasiklere göre nüfus teorileri ders notu



  1. MALTHUS VE SONRASI NÜFUS TEORİLERİ: MALTHUS VE KLASİKLER

Anahtar Kavramlar

  • Nüfus,
  • Nüfus artışı,
  • Thomas Malthus,
  • Karl Marx,
  • Adam Smith.
  1. Malthus ve sonrası Nüfus teorileri: Malthus ve Klasikler

Nüfusun bilimsel olarak ele alınışı, toplam nüfus, nüfusun artış hızı ya da ölüm oranları üzerinde yapılan çalışmalar; ilk olarak İngiltere’de 17. yüzyılda başlamış ve nüfusbilimin (demografi) doğuşunu hazırlamıştır. Eski çağlarda insan topluluklarının varlığını sürdürebilmesi, nüfus artışının yüksek olmasına bağlıydı. Bu nedenle çok sayıda çocuk sahibi olmak özendirilir ve kısırlık aşağılanırdı. Bu düşünce, dinsel gelenekler ve mitolojik metinlerde işlenirdi.

6.1. Thomas Malthus (1766-1834)

  1. yüzyıl ortalarında yeni bir takım düşünceler oluşmaya başlamıştır. Bu dönemde Avrupa nüfusu diğer zamanlara oranla daha da artmış, sanayi devriminin başlamasıyla üretim artmış, tarım kesiminden sanayi kesimine emek göçü olmuş, yoksulluk artmış, kadın ve çocuklar ağır işlerde çalıştırılmaya başlatılmıştır. Bu şartlar neticesi olarak sosyalist fikirlerin geliştiği bir ortamda İngiliz iktisatçı Thomas Malthus (1766-1834), yeni bir teori sunmuştur. Thomas R. Malthus, 1798 yılında “Nüfus İlkeleri Üzerine Bir Deneme” adlı eserini yayınlamıştır. Bu eser, modern anlamda yapılmış ilk nüfus çalışmasıdır. Eserde yer alan Malthus’un nüfus teorisi; yiyecek maddelerinin aritmetik olarak 1,2,3,4,5,…….; nüfusun ise geometrik olarak 1,2,4,8,16,32,….. şeklinde artacağını ve eşit olarak artmayan bu iki gücün eşitlenmesinin, ancak nüfus üzerinde sıkı ve devamlı bir kontrolün uygulanmasıyla olacağını savunmaktaydı. Nüfus ve besin maddeleri arasındaki dengesizliği ortadan kaldırmak için önce nüfus hareketlerindeki artış eğilimlerini önlemek amacıyla bazı tedbirlerin alınması gerektiğini belirtiyordu. Bunlardan biri, insanların bilinçli hareket ederek doğum miktarlarını sınırlamalarıdır. Aynı zamanda bazı doğal ve beşerî faktörlere (salgın hastalıklar, savaşlar, yangınlar, sel, deprem vb.) bağlı olarak da nüfus fazlası yok olacak ve bu sayede gelir seviyesiyle nüfus miktarı arasında bir denge kurulacaktır.

Daha önceleri ileri sürülmüş olan teorilerin aksine nüfus artış hızının azaltılması gerektiğini, eğer azaltılmazsa ileride kıtlık olacağını varsayan bu teori, başta Avrupa olmak üzere pek çok bölgede büyük yankı uyandırmıştır.

Ekonomik teoriler arasında en tanınanı ve en çok tartışılanı Malthus teorisidir.

Malthus’un öne sürdüğü teori iki ilkeye dayanmaktaydı:

1- Herhangi bir kontrol olmazsa nüfus, potansiyel olarak geometrik oranda (1,2,4,8,16 gibi) büyüyecek ve her 25 yılda iki misli artacaktır.

2- En uygun koşullar altında bile araziden alınan üretim en çok aritmetik oranda (1,2,3,4,5) artacaktır.

Malthus’un teorisini maddeler hâlinde ele alacak olursak;

1- Malthus’a göre bu durumda kıtlık ortaya çıkacaktır. Bunun için nüfus kontrol altında tutulmalıdır.

2- Malthus; savaşları, salgın hastalıkları ve kıtlıkları geçmişteki nüfus kontrol mekanizmaları olarak açıklıyordu.

3- Doğa yasalarından çıkan bu tür kontrollerden kaçınmak için gönüllü bazı ölçütlere uymak gerektiğini vurguluyordu.

4- Koruyucu önlemler olarak evliliklerin geciktirilmesini ve doğum kontrollerini öneriyordu.

5- Sanayi devrimi yaygınlaştıkça Avrupa’da nüfus artış hızında düşme oldu ve zamanla Malthus’un fikirleri terk edildi.

6- Tarımda sağlanan teknolojik ve endüstriyel gelişmeler sonucunda da gıda üretiminde büyük artışlar oldu.

İbn-i Haldun’un nüfus hakkındaki düşüncelerinin Malthus’un nüfus teorisi ile benzerliği dikkat çekicidir. Her iki düşünüre göre de nüfusun aşırı artışıyla beraber ortaya çıkacak ekonomik sıkıntılar, hastalıklar ve bunun meydana getireceği tahribatlar oldukça fazla olacaktır.

Malthus’un nüfus teorisi; yiyecek maddelerinin aritmetik olarak 1,2,3,4,5,…; nüfusun ise geometrik olarak 1,2,4,8,10,… şeklinde artacağını ve bu nedenle eşit olarak artmayan bu iki gücün eşitlenmesi ve nüfus üzerinde sıkı ve devamlı bir kontrolün uygulanması gerektiğini içermektedir.

Malthus’un teorisine göre dünyayı kıtlıktan kurtarmanın yolu; insanların bilinçli hareket ederek doğum miktarını sınırlamaları, uzun süre bekâr yaşamaları ve geç evlenmeleridir. Bunun yanında verem, açlık, deprem, hastalık ve afetlere savaşlar da eklenerek nüfus fazlasının ortadan kalkacağını savunmuştur.

Entansif ziraat; tarım sahalarında birim alandan en yüksek verimi alabilmek için ne gerekiyorsa onu yapmaktır. Örneğin; su sıkıntısı çekiliyor ise sulama sistemleri kurmak, drenaj kanalları açmak; toprak verimsiz ise gübre takviyesi yapmak, zararlılarla mücadele için belli oranlarda kimyasal ilaçlama yapmak, toprağı daha iyi ve hızlı bir şekilde sürmek için makine kullanmak, soğuk iklim şartlarına veya rüzgâra karşı korunmak için seralar kurmak veya ürün hasadında daha etkili olabilmek için makine kullanımı gibi modern imkânları kullanarak ziraat yapmak entansif uygulamalar içinde değerlendirilebilir. Entansif ziraat, genellikle makineli ziraat olarak değerlendirilmektedir. Bu tanım esasında son derece yanlıştır. Entansif ziraat uygulamaları demek, yalnızca makine kullanmak demek değildir. Entansif ziraat, birim alandan en yüksek verimi almak için ne gerekiyorsa onu yapmaktır.

Ekstansif ziraat sistemi ise genel itibarıyla doğaya bağımlı ziraat sistemi olarak değerlendirilebilir. Yani başka bir ifadeyle birim alanda verimi artırmak için hiçbir takviye yapılmamasıdır. Su ihtiyacı yalnızca doğal yağışlardan karşılanır. Yağışın yıldan yıla farklılık göstermesi, ürünün verimi üzerinde oldukça etkilidir. Rüzgârın şiddetli esmesi, ağaç dallarına zarar vererek ürünün verim miktarının düşmesine neden olur. Toprak aşırı işlenmeden dolayı zamanla barındırdığı organik maddeleri ve bünyesindeki yararlı bileşikleri kaybeder ve verimsizleşir.

Yukarıdaki kısa açıklamalara istinaden Malthus döneminde de ziraatin ekstansif şartlarda yapıldığını ve gıda ihtiyacının da sadece topraktan sağlandığı düşünüldüğünde Malthus’un ileriye dönük kıtlık olacağı şeklindeki endişesine hak vermemek mümkün değildir. Ancak sonraki dönemlerde yaşanan büyük sanayi devrimi ve sonucundaki gelişmeler, Malthus’un teorisini çürütmüştür.

6.2. Adam Smith ( 1723-1790)

Bu dönemdeki bir diğer düşünür ise Adam Smith’dir. Nüfus artışını ekonomik kalkınmanın hem sebebi hem de sonucu olarak değerlendirmiştir. Bu teoriye göre nüfusun az olduğu gelişmenin ilk dönemlerinde toprağın verimi yüksektir, müteşebbislerin kârları da oldukça iyidir. Nüfus artışıyla talep canlanır ve bunun sonucunda yatırımlar artar, teknolojik ilerleme sağlanır. Emek sahiplerinin refahının artması da nüfusun artışını yükseltecektir. Ancak bir süre sonra azalan verimin ortaya çıkması, iş gücü başına verimin düşmesi ve karların azalmasıyla yatırımlar düşecek ve duraklama görülecektir. Yaşam standardının düşmesi ise nüfus artışını azaltacak ve ekonomik büyüme durgunluğa dönüşecektir.

Smith, nüfus artışını ekonomik kalkınmanın hem sebebi hem de sonucu olarak belirtmiştir. Smith’e göre yapılan iş karşılığı alınacak ücreti nüfus büyüklüğü belirler. Ücret artışı ve nüfus büyüklüğü doğru orantılı olup nüfus arttıkça alınacak ücret de artar. Ona göre nüfusun az olduğu gelişmenin ilk dönemlerinde ziraat sahalarının verimi yüksektir, yatırımcıların kârları da yüksektir. Nüfus artışıyla talep canlanır ve bunun sonucunda yatırımlar artar, teknolojik ilerleme sağlanır. Başka bir ifadeyle arz-talep dengesi, nüfusun büyüklüğüne göre şekillenir. Çalışan nüfusun ekonomik durumunun iyileşmesi de nüfus artışını yükseltir. Ancak bir süre sonra verim azalır, iş gücü basına verimin düşmesi ve kârların azalması yatırımları da etkiler ve iktisadi kalkınmada bir duraklama yaşanır. Refah seviyesinin düşmesi ise nüfus artışını azaltacak ve ekonomik büyüme durgunluğa dönüşecektir. Dolayısıyla Smith, hem nüfus artışını desteklerken hem de belli bir doygunluğa ulaştıktan sonra hızlı nüfus artışının olumsuzluk meydana getireceğini belirtmektedir.

6.3. Karl Marx (1818-1883)

  1. Marx; 1818’de Almanya’da doğmuş, öğrenimini burada tamamlayarak felsefe doktoru unvanını almış, felsefe hocalığı yapmıştır.

Modern sosyalist ve komünist teorinin gelişmesinde büyük rolü olan Alman felsefeci Karl Marx, nüfus artışı üzerine farklı bir bakış açısı getirmiştir. Karl Marx, Malthus’u eleştirerek iyi örgütlenmiş bir toplumda nüfus fazlalığının sorun olmayacağını, işsizlik ve yoksulluğun temel nedeninin kapitalizmin işleyiş biçimi olduğunu söyledi. Marx, üretimi yapanların meydana getirdikleri değerin bir bölümüne kapitalistlerin el koyduğunu, böylece yoksulluğun bu sistemin bir ürünü olduğunu ileri sürdü. Ayrıca Marx’a göre işsizlik de kapitalist sistemin düzgün işleyebilmesi için gerekliydi. Çünkü “işsizler ordusu”nun varlığı, ücretlerin yükselmesine engel oluyor ve kapitalistler düşük ücretli işçi çalıştırarak daha fazla kâr elde edebiliyorlardı. Toplumsal sistemin değiştirilerek sosyalizmin kurulmasıyla işsizlik sorunu ortadan kalkacak ve meydana getirilen değerler, gene onu oluşturanlara geri dönecek ve fazla nüfus sorun olmaktan çıkacaktı.

Marx, nüfus artışını yoksulluk ve insanın çektiği sıkıntıların başlıca kaynağı olmadığı; tersine potansiyel olarak insana bir üstünlük kazandırdığı şeklinde yorumlamıştır.

Ona göre yoksulluk sorununun suçlusu kapitalist sistemdeki kusurlardı. Emeğin kötüye kullanılması ve kaynakların (arazi, sermaye vb.) eşitsiz dağılımı, kapitalist toplumun sahip olduğu özelliklerdi. Çözüm ise bu kaynakları ve ekonomik üretimden elde edilen kazançları halk arasında eşit paylaşımını amaçlayan sosyalizmi benimsemekti.

Ona göre ücret, iş gücüne ödenen bir fiyattır. Emek insanın herhangi bir kullanım değeri oluşturmak için harekete geçirdiği fikri ve bedenî iş gücüdür. Emek, mübadele değeri olan bir ekonomik maldır. İşveren, işçinin iş gücünü yani işçinin produktif hizmetini satın almaktadır. Sosyalist bir toplumda nüfus artışının ekonomik malların üretimini daha da artıracağı ve böylece toplum üyelerine daha iyi bir yaşam standardı sağlayacağı sonucuna varıyordu.

6.4. Ester Boserup (1910-1999)

Danimarkalı tarım ekonomisi uzmanı Ester Boserup, 1965’te yayınladığı kitabında nüfus ile ilgili başka bir görüş ileri sürüyordu. Nüfusta meydana gelecek herhangi bir artış, tarımsal teknolojilerin gelişimini teşvik edecek ve böylece daha fazla gıda maddesi üretilecektir.

Ona göre “Nüfus artışı; tarımsal değişimin nedenidir, sonucu değil ve başlıca değişim de arazi kullanılışının yoğunlaşmasıdır.” Böylece nüfus artışı, tarımsal kalkınmanın meydana gelmesini mümkün kılmaktadır.

    Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Avrupa’da doğurganlık oranında görülen azalmayı sanayileşmeye, kentleşmeye, eğitim düzeyindeki yükselmeye ve bebek ölümlerindeki düşmeye bağlayan yeni bir kuram ortaya çıktı. Bu kuramı savunanlar, azgelişmiş ülkelerde görülen hızlı nüfus artışının bu ülkeler sanayileştikçe düşeceğini ve dengeleneceğini ileri sürdüler.

    Bu görüşe göre bir ülkedeki doğurganlık oranı, o ülkenin kültürel yapısı ve ekonomik gereksinmeleriyle de doğrudan ilgilidir. Tarımsal üretimin ağırlıklı olduğu ülkelerde çocuk sayısının fazla olması, çocukların ailenin iş gücüne yaptığı katkı nedeniyle istenmektedir. Öbür yandan hızlı nüfus artışının bu ülkelerin gelişmesine engel olduğu, kaynakları tüketerek sanayileşmeyi önlediği de ileri sürülmektedir. Bu görüşte olanlar az gelişmiş ülkelerde sıkı bir doğum kontrolünü önermektedir. Karşı görüştekiler ise dünyada kaynakların büyük oranda sanayileşmiş ülkelerce tüketildiğini, doğal kaynaklardan da en çok sanayileşmiş ülkelerin yararlandığını ileri sürmektedir. Buna göre dünyada nüfus artışının oluşturduğu sorunların çözümü için ülkelerin dengeli kalkınmalarının sağlanması gereklidir.1974’te Birleşmiş Milletlerce düzenlenen nüfus konferansında yayımlanan ortak bildiride bu farklı görüşler dengelenmiş ve ülkelerin kalkınmasında nüfusun önemi vurgulanmıştır. Bildiride doğum kontrolünün gerekliliği üzerinde durulmuş, ama bu önlemin yeterli olmadığı toplumların nüfusla ilgili sorunlarının çözümünde toplumsal refahın yükseltilmesinin de gerektiği belirtilmiştir.

İlgili Kategoriler

Coğrafya Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir