AÖF Ortaçağ felsefesi



ORTAÇAĞFELSEFESİ

ÜNİTE :1     İSLAM DÜNYASINDA FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI

İSLAM DÜNYASINDA DÜŞÜNCE HAREKETLERİNİN DOĞUŞU

İslam dünyasInda ilk özgün ve olgun ürünlerini VIII-XII  felsefe çalışmalarına başlamadan önce özünde islam dininin inanç, ahlak ve hukuk ilkeleri temelinde ilmî ve fikrî tartışmaların yapılageldiği bilinmektedir.Hz Ömer döneminde islam’ın Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’a kadar yayılması Müslümanların farklı inanç ve kültürlerle tanışmalarını sağlamış ve önemli gelişmeleri getirmiştir.

KELAMIN DOĞUŞU

Bu gelişmelerin ilki kelamın doğuşuna zemin hazırlamıştır.Bu alanın geçmişi sahabelere kadar götürülsede konusu amacı ve yöntemi belli bir disiplin haline gelmesi yüzeli yılık bir sürecin sonunda Abbasî halifesi Hârûnürreşîd (786-809) döneminde gerçekleşmiştir.

islam coğrafyasının genişlemesi ve Müslüman nüfusun artmasına paralel olarak dinî düşüncede derinleşme ihtiyacının giderek yoğunluk kazandığı görülür.Özelikle ilk anlaşılan/zahiri manalar bakımından birbiriyle çelişir görünen “müteşabih”olarak adlandırılan dini metinlerin anlaşılmasına dönük farklı görüşlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

_İslam toplumundaki görüş ayrılıgı hz peygamberin vefatından sonra halifelik konusunda görülmüştür.

_Ebu Bekir halife secilmştir.

_Osman b Affân’ın ve Ali b. Ebû Tâlib’in hilafeti döneminde “cemel ve sıffın savaşları” yapılmıştır.bu savaşların ardından bir çok tartışma sorunu gündeme gelmiştir.

_İslam çoğrafyasının hızla gelişmesiyle birlikte farklı dinlere mensup alimlerle kurdukları kültürel ilişkiler yaptıkları dini tartışmalar ve itirazlara makul cevaplar verme geregi kelam gibi bir amacı, amacı, yöntemi, problemleri ve terminolojisi olan bir disipline duyulan ihtiyacı arttırmıştır.

Başlangıçtan Gazzâlî’ye gelinceye kadar akıl yürütme ve çıkarım yapmada islam hukukçularının (fakih, fukahâ) kullandığı fıkhî kıyası, teolojik tartışmalarda ise cedeli (yani diyalektiği) yöntem olarak kullanan kelamcılar,

_Gazalinin “mantık bilmeyenin bilgisine güvenilmez”sloganıyla aristotolesin mantıgından yararlanmaya başlamışlardır.

Kullandıkları yöntemin farklı oluşuyla gazaliden önce kelamcılar

_ mütekaddimîn/öncekiler

gazaliden sonraki kelamcılar ise

_ mütahhirîn/sonrakiler şeklinde anılmaktadırlar.

Kelamcılar filozofların bilgi sorununu ancak Yeniçağda epistemoloji adıyla ayrı bir disiplin halinde ele almalarından çok önce bu meseleyi kelâm kitaplarının ilk bölümü olarak incelemeye başlamışlardır. Kelamcılar için

  1. sağlıklı çalışan duyular
  2. yöntemlice işletilen akıl
  3. nesnesiyle örtüşen/uyumlu doğru haber olmak üzere üç güvenilir bilgi kaynağı vardır.

_Aklın bigi kaynağı oluşunu açıklarken apriori bilgiyi “bedihiyyât/apaçık” “evveliyyât/önsel” ve “zaruriyyât/zorunlu” terimleriyle ifade eden kelamcılar “nazar”adını verdikleri akıl yürütmenin “ta’lîl/tümdengelim” ve “istikrâ/tümevarım” olmak üzere ikişeklinden söz eder.

_Kelâmcıların üçüncü güvenilir bilgi kaynağı olarak gördükleri “sâdık/doğru haber”in de “mütevâtir haber” ve “ilahî vahiy” olmak üzere iki türü vardır.

  1. a) Mütevâtir haber, insanları kandırmak adına sözbirliği oluşturamayacak sayıdaki insanın aynı konuda ortaklaşa verdiği bilgi olup tarih boyu olup tarih boyutu ve niteliği bulunan bütün bilimlerin ürettiği bilgiler bu türdendir.
  2. b) Peygamberlerin ilahî kaynaktan “vahiy” denilen özel bir yolla alıp insanlara aktardıkları bilgiler de doğru haber sayılır.

_ Kelamcıların tartıştıkları önemli konulardan biri olan “büyük günah” veya “iman-amel ilişkisi” konusuna yaklaşımlarıyla Hâricîler ve Mürcie iki aşırı uçta yer alırken Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet probleme daha ılımlı ve dengeli yaklaşmışlardır.

Haricilere göre amel imanın bir parçası olup büyük günah işleyen kimse imanını yitirmiş ve dinden çıkmıştır demektir.

Mürcie amel ile imanı ayrı şeyler olarak görür kişi mümin olduğunu söyledği sürece işlediği büyük günahlara bakarak onun dinden çıkmış olduğunu söylenemiyecegini söyler.

Mütezile büyük günah işleyenlere mümin demek doğru olmaz,öte yandan kafirde denmez iman ile küfür arasında bir yerde duruyorlar demektir.nasıl degerelendirilicegine Allah hükmedecektir.

Ehli sünnet kelamcılar ise amelin imanın bir parcası olomadıgıgünah işleyen için tevbe etme imkanı bulundugunu söyler.

Etki ve sonuçları bakımından toplumsal bir nitelik taşıdığı için islam’ın büyük günah saydığı fiiller şunlardır:

  1. şirk/Allahâ ortak koşmak,
  2. Sihir ve büyü yapmak,
  3. Yetim malı yemek,
  4. Haksız yere insan öldürmek
  5. Zulüm/haksızlık/adâletsizlik yapmak,
  6. Faiz yemek,
  7. Anne ve babaya karşı

8.savaştan kaçmak

9.iffetli/namuslu kadına iftira atmak

10.zina yapmak

İnsanın yapım ettiklerinden sorumlu olması gerektiği noktasından yaklaşıldıgında promlemi insanın sorumluluğu bağlamında iredeleyen  Kaderiyye yaptığı fiiller konusunda insanın irade ve güç sahibi oduğu ve kendi fiilini kendisinin yarattığı dolayısıyla onu sınırlayıp yönlendiremiyecek bir “kaderden”söz edilemiyeceğini savunur.buna karşı Cebriyye ise Allah’ın mutlak ilim, irade ve yaratıcı kudretiyle çizdiği kader planı karşısında insanın hiçbir irade ve güçünün olamıyacağını  ileri sürmüştür.

Bu iki aşırı uç arasında kalan  Müzetizel ise insanın kendi fiillerini gerçekleştireceği irade ve kudreti Allahın ona verdiğini ancak onun bu irade ve gücü hangi şekilde kulllanacagına ezeli bilgisiyle kuşattığını söylemiştir.

_Ehl-i Sünnet’in iki büyük okuludan biri olan Eş’ariyye, insanın bütün fiillerinin Allah tarafından bilindiği, takdir edilip yaratıldığı  görüşündedirfakat onlara göre insanın yapım ettiklerinden dolayı bir cüzi iradesi buunmaktadır.

_Eş’ariyye’ye göre Allah “hâlık/yaratan” insan ise “kâsib/kazanan”dır.

ZÜHD HARAKETİ ve TASAVVUF

İslam dünyasında yaşanan bazı  olumsuz gelişmeler  karşısında bazı kesimler  kendi köşelerine ve uzlete çekilmeyi tercih ettiler bu tercih giderek daha çok taraf kazandı ahlak ve zühd hareketlerine dönüştü zabid ,abid, ve nasik gibi unvanlarla nılan bu kişiler islamın kuru tartışmalar ve çekişmeler için olmadıgnı içtenlikle yaşanacak ilkeler oldgunu savunuyorlardı.

tevbe/kötülüklerden vazgeçmek

zühd/geçici şeylere bağlanmamak,

fakr/acizliğinin farkında olmak,

sabır/kötülükten yılmamak

şükür/iyiliğin kıymetni bilmek,

tevekkül/Allah’a güvenmek

rızâ/iyimser olmak

ihlâs/içtenlik,

sıdk/doğruluk gibi güzel huy ve davranışlar.Kuranın insana sunduğu değerler olup örnekleride bizzat Hz. Peygamber  ve sahabiler tarafından yaşanarak verilmiştir.

Böylece dinî hassasiyetlere bağlı olarak ortaya çıkan ve sahabe neslinden Ebû Zerri’l-Gıfârî ile ikinci nesilden Hasan el-Basrî tarafından temsil edilen ve giderek nazarî/teorik bir boyut kazanan bu zühd ve ahlak hareketi, VIII. yüzyılın ortalarından itibaren tasavvuf adıyla anılmaya, mensuplarına da sûfî ve mutasavvıf denilmeye başlandı.

_ Tarihi boyunca pek çok tanımı yapılan tasavvuf en genel anlamıyla riyazet/maddi ilegilerin azaltılması Tezekkür/Allah’ı anıp düşünmek suretiyle nefis tasfiyesini/iç arınmayı gerçekleştirip yüksek ahlak sahibi olmayı, keşif ve ilhâm yoluyla elde etmek istedikleri hakikatin bilgisine ermeyi amaçlayan bir harekettir.

Sufiler riyazet yaparak ahleken arınmak üzere kendi iç dünyalarına döndüklerinde önce bir yokluk ve hiçlik duygusu,özellikle keşif ve ilham yoluyla elde etmek istedikleri hakikatlere ulaştıklarını hissetiklerinde ise mutluluk ve güven duygusu yaşarlar,bütün bu halleri yerine getirebilmek içinde sembolik bir dil kullanırlar Gazzâlî’ye gelinceye kadar devam eden üç asırlık Sünnî tasavvuf döneminde yüksek ahlaka yönelik amelî/pratik amaçları yanında kavramsal düzeyde nazari/teorik boyuta da yönelen sûfîler marifet, tevhid muhabbet, fenâ ve bekâ gibi terimler  üzerinde farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

_ ibnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûd ve tecellî nazariyesi etrafında ördüğü sistemi, ortaya atıldığı andan itibaren büyük yankılar uyandırmış, en çok eleştirilen nazariyelerin başında yer almıştır.

TERCÜME HAREKETİ VE FELSEFENİN İSLAM DÜNYASINA AKTARILMASI

Bu faaliyetin ilk örneği olarak kaynaklarda zikredilen olay, Emevî prenslerinden Hâlid b. Yezîd b. Muâviye’nin Grekçe ve Koptçadan tıp, astronomi ve kimyaya/simyaya dair bazı eserleri İskenderiyeli rahiplerden Staphon ve Maraianos’a tercüme ettirmesidir

_ ikinci Abbasî halifesi Mansûr  dönemine gelindiğinde bir taraftan tercüme faaliyetine bir devlet politikası olarak hız verilirken diğer taraftan da çerçevenin genişletildiğini görmekteyiz.

_ Aristo’nun Organon ’unun ilk üç kitabının da bulundugu çok sayıda eser için sarayda Hizânetü’l-hikme (Felsefe Kitaplığı) adı verilen özel bir bölüm oluşturulmuştur.sürekli gelişmesi sonucu halife Me’mûn döneminde Beytülhikme (Felsefe Evi) adıyla anılan bağımsız bir kuruma dönüştürülür.

İSLAM DÜNYASINDA ORTAYA ÇIKAN FELSEFE EKOLLERİ

İslam düşüncesinin Grek felsefe ekolleri arasından ilk tanıştığı ekol ve akımlar yeni eflatunculuk Yeni Pisagorculuk ve Hermetik din felsefesi olmuştur.aristodan sonra tarih sagnesine çıkan bu akımlar daha çok ilahiyat tabiat ilimleri ve matematikle ilgileniyorlardı.

_Dolayısıyla islam düşüncesi Aristodan  önce Yunan felsefesinin hermetik, gnostik ve mistik yanı ağır basan akımlarını tanımış.

_ Aristo mantığı ve felsefesini tanımak için Halife Me’mun dönemine kalmıştır.

Beytülhikme kadrosunda yer alan ilk islam filozofu Kindî ile başlayan felsefe hareketi XIII. yüzyıla kadar devam etmiş, bu süre zarfında değişik ekoller ortaya çıkmıştır.

1_ Dehriyye   =      temsilcisi a ibnü’r-Râvendî dir

2_ Tabîiye     =       Cabir ibn Hayyân ile Ebû Bekir Zeke riyyâ Râzî’nin sistemlefltirdiğı

3_ Meşşâiyye=     Kindî, Farâbî, ibn Sînâ ve ibn Rüşd gibi ünlü filizoflarca temsil edilmiştir. 

4_ işrâkiyye  =       Şihabüddin Sühreverdî’nin kurduğu ekoldür.

1.DEHRİYYE

Âlemin ezelî olduğunu, dolayısıyla bir yaratıcısının bulunmadığını ileri süren dehriyye

adını “başlangıcı ve sonu olmayan zaman” anlamındaki “dehr kelimesi “Dediler ki hayat ancak yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak zaman (dehr) helak eder. eski iran kültürüne bağlı olup Maniheist inançları yaşatmak isteyen entelektüeller ile Brahmanizm’den etkilenerek peygaberlik ve din kurumunu red eden görüştür.İslam düşünce tarihindeki en önmeli temsılcisi ibnü’r-Râvendî’dir. Ki-tâbü’t-Tâc ve ez-Zümürrüd adlı eserlerinde âlemin ezelî olduğunu ve onun ötesinde manevi de olsa hiçbir varlığın bulunmadıgını insan aklının bir kılavuza ihtiyacı olmadııgını söyler

2.TABİİYYE

Tabîiyye/tabiatçı felsefedir. Deist bir yaklaşımı esas alan tabiatçı ekol, yaratıcı kudret olarak Tanrı’nın varlığını kabul ettiği halde peygamberlik ve din kurumunu reddeder. tabiatçı felsefenin biri Câbir b. Hayyân diğeri Ebû Bekir Râzî olmak üzere iki temsilcisi vardır.

_ Câbir b. Hayyân , âlemin sırlarını anlamanın yolunun kimyasal analizlerden geçtiğini ileri sürmüştür. maddenin ana yapısının çözülebilmesi için”felsefe taşı”nın keşfedilmesi gerektiğine inanmaktaydı.

_ Ebû Bekir Râzî ise İslam . dünyasında yetişen en önemli tabip ve kimyacıdır.

 Âlemin var oluşunu “beş ezelî ilke”ile(el-kudemaül) açıklar.

1-Yaratıcı_tanrı

2-Nefis_ruh

3-Heyula_madde

4-Hala_mekan

5-Dehr-zamandır.

 akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, faydalı-zararlı ayırımını yapabilecek donanımda yapılacagını ve bir peygambere ihtyaç duymayacagını ileri sürer.

3.MEŞŞAİYYE

En geniş kadroya sahiptir. Kindî, Fârâbî, ibn Sînâ ve ibn Rüşd gibi çok tanınan filozofların temsil ettiği bu ekol, Aristo’nun Arapça’ya çevrilen kitaplarının yanı sıra onun Yeni Eflâtuncu yorumcuları tarafından yazılan şerhlerinden ve Aristo’ya maledilen sahte eserlerden de önemli ölçüde yararlanmıştır. Eflâtun ile Aristo felsefelerini uzlaştırma çabası içinde olmuşlardır.Tanrı7alem ilişkisini farklı şekılillerde yorumlamışlardır

Kindi___yoktan yaratmayı savunmuş

Farabi ve ibni sina__sudur teorisiyle  açıklamış

İbni rüşt__yaratma nazariyesini gündeme getirmiştir.

 Hepsi de akılcı/rasyonalist olan meşşâî filozoflar vahiy, peygamberlik ve din olgusunu tanıdıklarından teist felsefeyi ve akıl ile naklin/felsefe ile dinin uzlaştırılabileceni savunmuşlardır.

4.İHVAN-İ SAFA

  1. yüzyılın ortalarında Basra merkezli gizli ve siyasi bir örgüt şeklinde yapılanan ihvânı-Safâ’nın (Temizlik Kardeşleri) kimlerden oluştuğu ve gerçek amaçlarının ne olduğu bilinmemektedir. Bâtınî-is mâilî eğilimler taşıdığını gösteren ipuçları bulunmaktadır.

Görüşlerini Resâilü ihvâni’s-Safâ olarak bilinen bilimler ansiklopedisi niteliğindeki eserde ortaya koymuşlardır.dinin ancak felsefe ile temizlenecegini savunmuşlardır. Gnostik yaklaşımı benimsediklerinden onlara göre dinin biri cahil halk kitlesine, diğeri yüksek bilgi ve irfan sahibi seçkinlere dönün iki yüzü vardır.aristo mantığını benimseyen ihvan

Kozmolojide_sudurcu

Tabiat felsefesinde _Aristocu

Ahlaktada mistik gelenegi izleyen_eklektik bir sistem kurmuştur.

5.İŞRAKİYYE

Şehâbeddin Sühreverdî tarafından kurulan işrâkiyye ekolü hakikatın ancak mistik tecrübe yöntemiyle bilineceğini ileri sürmüştür. Eflâtuncu bir sistem geliştiren Sühreverdî, ibn Sînâ ve ibn Tufeyl’in eserlerinden büyük ölçüde yararlanmıştır. Ayrıca hermetik ve gnostik geleneklerden de beslendiği açıkça görülen düşünür, Hikmetü’l-işrâk adlı eserinde uzun süre uğraştıgı bilgi sorununu ancak rüyasında Aristo’nun “çözümü nesneler dünyasında değil kendi öznel dünyasında araması ve özüne dönmesi gerektiği”ne dair tavsiye si sayesinde çözdüğünü anlatır. Âlemin var oluşunu sudur teorisiyle izaha çalışan düşünür, Fârâbî’nin kullandığı “akıl” yerine “nur” terimini yerleştirir. “nurların nuru” veya “kutsal nur” dediği tanrıdır

ÜNİTE :2    KİNDİ

KİNDÎ’NİN YAŞAMI VE YAPITLARI

İslam toplumunda kelâm hareketinin yanı sıra bir de felsefe hareketi başalattığı için “ilk islam filozofu” unvanını alan kindidir. Bağdatta “Kindî Kütüphanesi” adıyla anılan ve daha çok akli ilimler alanında telif ve tercüme eserlerin yer aldığı bir özel kütüphane kurmuştur.

Tıp, matematik, astronomi, metafizik, siyaset, psikoloji, diyalektik, astroloji, kehanet vb teorik ve pratik bilgi dallarının hemen hepsiyle ilgilenen Kindî, bütün alanlarda sayıları 277’yi bulan eserler kaleme almıştır.

Kindinin eserleri:

ilk Felsefe Üzerine

Tarifler Üzerine

Gerçek ve Mecâzî Etkin Üzerine

Âlemin Sonluluğu Üzerine

Sonsuzluk Üzerine

Allah’ın Birliği ve ve Âlemin Sonluluğu Üzerine

Oluş ve Bozuluşun Yakın Etkin Sebebi Üzerine

Göklerin Allah’a Secde ve itaat Edişi Üzerine

Cisimsiz Cevherler Üzerine

Nefis Üzerine

Nefis Üzerine Kısa Birkaç Söz

Uyku ve Rüyanın Mahiyeti Üzerine

Akıl Üzerine

Aristoteles’in Kitaplarının Sayısı Üzerine,

Beş Terim Üzerine

Üzüntüyü Yenmenin Çareleri..

KİNDÎ’NİN VARLIK ANLAYIŞI

Kindinin Aristoteles’ten etkilenerek “varlık metafiziği”, Plotinus’tan esinlenerek birlik metafiziği” yaptığı söylenebilir. Filozofumuz, felsefe disiplinlerini sınıflandırırken varlık alanlarını dikkate alır .Bilgiye konu olan varlıklaraşağı ,orta ve yüksek olmak üzere  üçe ayrılır.buna göre  insanın da içinde bulunduğu doğal varlıkları konu alan fizik aşaşğıda, matematik ortada, metafizik ise yüksekte bulunmaktadır.

Bu anlayışın bir yansıması olan öğretimde matematik,fizik ve metafizik sıralamasını daha verimli bir yol olrak değerlendiri.kindi bu sıralamada eflatunu izlemiştir

Kozmik varlığı değişen ve değişmeyen şeklinde iki kısma ayıran Kindî’ye göre  fizik (tabî’iyyât) değişen, metafizik (mâba’de’t-tabîiyyât) ise değişmeyen varlıkları araştırır.

Varlık hakında şu dört soruyu sormuştur:niçindir?,varmıdır?,hangisidir?,nedir?

Niçin? Sorusunun varlığın gaye sebebini araştırdıgını belirten kindiye göre varlığın gaye sebebi gerçek ve mutlak sebeb dediği Allahtır

Bu sorularla ilerleyen bir sorgulama aynı zamanda herhangi bir varlık veya olayın oluş sürecine katılan madde, suret, fâil yahut hareket ettirici (muharrik) ve gaye yahut tamamlayıcı(mütemmim) sebeplerin belirlenmesini de sağlar.

İslam termonolojisinde bir şeyin dış dünyadaki nesnel gerçekliğine hakikat(gerçeklik),onun zihindeki tümel kavramına mahiyet(nelik),nesnel gerçkeliklerin belli niteliklerle birbirinden ayrılmasına hüviyet(oluk/olmaklık)denir.

_ Kindî  hakikat ile hüviyeti birlikte ifade edecek şekilde “inniyyet”terimini kullanır.

Buna göre filozof, duyularla algılanan nesnelere ve şahıslara ait tikel gerçeklileri inniyet  varlığın akılla idrak edilen cins ve türlerine ilişkin tümel gerçeklikleride mahiyet terimi ile açıklar.ona göre mahiyeti olan her şeyin gerçekliği vardır.

Kindi cisimsiz cevherler adlı risalesinde maddi/cisimli cevherlerden başka bir de manevi/cisimsiz cevherlerden bahseder.(her türden cisimli ve tikel nesne)ilk cevher,(cinsi ve türlere ilişkin tümel kavramlar ise manevi cisimsiz cevherler)ikinci cevher olarak adlandırılır.Ayrıca nefis,ruh,akıl ve ahlaki degerleride manevi cevher  saymaktadır.

_ Meşşâî felsefenin ilk temsilcisi olan Kindî’ye göre varlık ve oluşun ilkesi durumundaki

heyulâ (ilk madde) ile suret (form) aynı zamanda güç ve fiili de ifade eder.

İlk madde edilgin /pasif ilke

Form ise etkin /akift ilke dir

 Heyula ve suret birbirinden bagımsız olamaz bu ikisinin birleşmesi yani güç halindeki heyûlânın surete bürünmesine ise “madde” denilmektedir.

ALEMİN YOKTAN YARATILMIŞLIĞI

Esasen kendi döneminde, âlemin ezelîliğini ileri süren materyalistlere (dehrîler) karşı  Allah’ın onu mutlak irade ve kudretiyle yoktan (‘an leys) yarattığını, aksiyomatik (bedîhî) hipotezlere dayanarak kanıtlamaya çalışır.Bu yaklaşımın temel kabulü Öklid geometrisinin aksıyomları ışıgında “sonsuz bir niceliğin imkansız olduğu ilkesidir”

_kindiye göre alem sonlu ve sınırlıdır.

Bu belirlemeden sonra “bir” (vâhid) ve “birlik” (vâhid) ve “birlik” (vahdet)ilişkisini irdeleyen dî, varlık alanında bulunup duyu ve akıl idrakine konu olan her şeyin bir ve birlik halinde olduğunu söyler.

_ Bir, süreksiz/kesintili (munfasıl) nicelikleri

_ birlik ise sürekli/kesintisiz (muttasıl) nicelikleri ifade ettiğinden, aynı şey hakkında “o bir ve birliktir” denilebilir.

Alem genellikle ay-üstü ve ay-altı olarak iki şekilde düşünülür.

Ay-üstü ilki_oluş ve bozuluşa uğramayan ideal ve mükemmel varlıkları

Ay-altı ikincisi_ise oluş ve bozuluşa tabi süreksiz varlıkları içerir.

Evreni dıştan çepeçevre kuşattığı kabul edilen küresel cisme “felek” denilmekte

tüm varlığı dıştan kuşattığı için de merkeze en uzak anlamında “el-felekü’l-aksâ” (en uzak küre veya “el-cirmü’l-aksâ” (en uzak cisim) terimleriyle de ifade edilmektedir.

_ Ay-üstü âlemdeki sabit yıldızlara ve gezegenlere de “el-eşhâsü’l-âliye” (yüce/yüksek nesneler)denir.

Kindî’nin de benimsediği felekler kozmolojisinde gökküreleri havadan daha hafif olan ve eter (esîr) denen bir tek maddeden meydana gelmiş saydamdırlar.

KİNDÎ’NİN BİLGİ ANLAYIŞI

Bilgiyi ifade etmek üzere “el-’ilm” ve “el-ma’rife” terimlerini kullanan Kindî,  birincisini     (el-ilm)           “varlığın hakikatini bilme”  ikincisini de  (el-mari’fe) “sarsılmayan görüş” yani şüpheye yer bırakmayan bırakmayan kesin güvenilir bilgi şeklinde tanımlar filozof, bilginin kaynağı ve çeşitleri sorununu ise duyu, akıl, sezgi ve vahiy kavramları bağlamında irdelemiştir.

Tarifler Üzerine adlı eserinde nefsin üç ayrı tanımını verir. Buna göre nefis

  • canlılık yeteneği bulunan ve organı olan doğal bir cismin tamamlanmış hali
  • güç halinde canlı olan doğal bir cismin ilk yetkinliği
  • kendiliğinden hareket eden akli (manevi) bir cevher olup birçok güce sahiptir

Bu tanımlardan ilk ikisi Aristoteles’in ruh anlayışını yansıtırken üçüncüsü Pisagor ve Eflâtun’dan bu yana spiritüalistlerin benimsediği bir görüşü ifade etmektedir.

Ruhun bedenden önce var olduğu ve bedenden sonra da varlığı sürdüreceği anlayışını içeren bu yaklaşımıyla dînî telakkiyi ve Eflâtun’un görüşlerini paylaştığı,

 Görülen kindi nefsin bedenle birlikte ortaya çıktığını söyleyen Aristoteles ile Fârâbî ve ibn Sînâ gibi meşşâîlerden ayrılmış olmaktadır.

Onun Pisagor ve Eflâtun’a yakın durduğu bir konu da nefsin arınması/arındırılmasıdır

 Dînî terminolojide ”tezkiye”, felsede ise ”katharsis” terimiyle ifade edilen bu konu, insanın metafiziğe yani sezgi ve ilhama açık yönünü işaret ettiği için aynı zamanda epistemolojiyle de ilgilididir.

Kindî gerek bilgi anlayışını gerekse ilimler tasnifini, varlığın tikel (cüz’î) ve tümel (külli) olmak üzere iki kategoriye ayrıldığı şeklindeki kabule dayandırır.

Yan not:

(___ Kindî, ilimleri çeşitli açılardan farklı şekillerde sınıflandırmıştır. Düşünce tarihinde ilimleri ilk defa  “insanî ilimler” ve “dinî ilimler” şeklinde sınıflandıran filozofa göre insanî ilimler

  1. doğrudan ilimler.
  2. başka ilimler için araç olan ilimler diye ikiye ayrılır.

Doğrudan ilimleri de teorik ve pratik olanlar şeklinde iki grupta değerlendiren Kindî teorik ilim saydığı psikolojiyi diğer teorik ilimler olan fizik ile metafiziğin arasına yerleştirir.

Pratik ilimler ise ahlâk ve siyasettir.

Başka ilimler için araç konumundakiler ise matematik ile mantık başlığı altında toplanan disiplinlerdir. Kindî’ye göre aritmetik, geometri astronomi ve musikiden oluşan matematik ilimlerini  bilmeyen bir kimse felsefeyi öğrenemez.)

DUYU ALGISI

 Duyu algısının konusu cisimli ve tikel varlıklar oluP

 Duyu bilgisi de özne-nesne ilişkisi sonucunda oluşur.

 Duyu organının dış dünyadan aldığı veriler ortak duyu da (küllî duyu) birleştirilerek    tasarlama (musavvire) gücü tarafından algılandıktan sonra hafıza gücüne aktarılır.

duyu algıları insan zihninde (nefs) birer kavram olarak yer alır.

AKIL İDRAKİ

“varlığın hakikatını kavrayan basit(yalın)cevher”olarak tanımladığı akıl,cins ve tür gibi tümeller ile önsel(a priori)bilgileri idrak eder.

Kindî insan aklının soyutlama ve bilgi üretme sürecini Aristoteles ile onun Grek yorumcuları olan iskender Afrodisî ve Themistius’tan farklı bir sınıflandırma ve adlandırma altında yorumlamıştır.

__nefsi kuvveden fiile çıkaran akıl sürekli fiil halindeki “müstefad akıl”dır.

__Kindî’ye göre insanın doğufltan sahip olduğu “güç halindeki akıl” ” (el-akl bi’l-kuvve)

__“beyânî veya zâhir akıl bir önceki yani müstefâd aklın aktif durumudur.

SEZGİ

Kindî, duyu ve akıl dışında sezginin de bir bilgi kaynağı olduğunu savunur.ona göre arınıp saflaşan nefis (ruh-zihin) doğrudan bilgi edinme imkânına kavuşur ki varlığa ait tüm bilgi formları onda belirmeye başlar

VAHİY

Vahyin insan için mümkün, gerekli ve güvenilir bir bilgi kaynağı olduğu fikrini savunarak epistemolojik zeminde temellendiren ilk filozof Kindî’dir. Bu arada Kindî’nin felsefeyi, insanın teorik ve pratik yönden yetkinleşmesini ağlayan en değerli uğraş ve sanat olarak gördüğü hatırlanmalıdır. Ona göre felsefenin en değerli disiplini “her gerçeğin sebebi olan «‹lk Gerçek»in bilgisi” anlamında a “‹lk Felsefe” olup, her türlü yarar ile onları elde etme her tür zarar ile onlardan sakınma ve korunmaya ilişkin bilgiler yani ahlak da felsefenin en temel konuları arasında yer alır. şu halde din ile felsefe arasında amaç ve konu birliği var demektedir.

ÜNİTE :3 EBU BEKİR RAZİ

RAZİNİN YAŞAMI VE YAPITLARI

İslam düşünce tarihinde hekim-filozof tipinin olduğu kadar tabiatçı/natüralist felsefeninde en başarılı temsilcisi olan Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî dir. Batılılar Rhazes diye anarlar. Tıp tarihinin önemli simaları olan Hipokrat ve Galen ‘den (Câlînûs) sonra tıp ilmine yaptığı önemli katkıları Râzî’ye “Arapların Galeni” unvanını kazandırmıştır. Onun tıp tarihine yaptığı önemli katkılardan biri de ilk defa kimyayı tıbbın hizmetinde kullanmış olmasıdır.

_tabiatcı-deist felsfenin en önemli temsilcisidir.daha çok tıp alanında tanınmıştır

RÂZÎ’NİN VARLIK ANLAYIŞI

“Bir, değişmeyen, ezelî” olan ile  “çok, değişen ve sonradan” olan varlık arasında

ki ilişkinin tutarlı ve anlaşılabilir bir yaklaşımla temellendirilmesi hususu, düşünce

tarihi boyunca varlık sorunun önemli bir boyutu olarak daima filozofların gündeminde yer almıştır. Râzî bu meseleyi, onun felsefesini de karakterize eden beş ezeli ilke (el-kudemâû’l-hamse) adını verdiği bir sistemle açıklamaya çalışır.

sistemin temel unsurları Yaratıcı

1_Yaratıcı __  (el-bâri)

2_nefis       __ (küllî nefis)

3_heyûlâ    __ (şekilsiz ilk madde)

4_hâlâ       __  (boşluk, mutlak mekân)

5_dehr   __   (mutlak zaman) olarak belirlemiştir.

Bunların her birini ezelî saymakla birlikte aralarında derece ve mahiyet farkı göz

ten filozofa göre

_yaratıcı ile nefis  =  aktif

_heyûlâ                 =  pasif

_hâlâ ve dehr ise  =ne aktif nede pasiftir.

Ayrıca Razi dünyadaki kötülüğün tanrıdan değil nefsin madde ile kurduğu ilişkiden kaynaklandıgını söyluyor.

Razi heyulayı ezeli bir ilke saymıştr.razinin sisteminde heyula yani ilk madde atomları işaret etmektedir.

(Tanrı alem ilişkisini KİNDİ _yoktan yaratma şeklinde ele alır)

(FARABİ ve İBNİ SİNA        _ sudur yahut kozmolojik akıllar teorisiyle açıklarlar)   

(İBNİ RÜŞD ise                      _sürekli yaratma teziyle tartışmaya katılmıştır)

(Tanrı’nın var olduğu ve olup biten her şeyin gerçek  yaratıcısının o olduğu inancıyla nasıl  bağdaştırılacağı konusu “kötülük promlemi ve teodiseé başlıgı altında felsefe sorunu olarak daima filozofların gündeminde kalmış ve ateist düşünürlerin argumanları arasında yer almıştır.)

_ yalnızca tecrübe edebildiği şeyleri bilebilecek olan küllî nefis, âlemi meydana getirmek üzere üçüncü ezelî ilke olan heyûlâyı harekete geçirme arzu ve iştiyakı içindeydi.

_ Râzî biri küllî-mutlak diğeri cüz’î-izafî (göreli) olmak üzere iki ayrı mekândan söz eder.

Mutlak mekan(hala) içinde hiçbir nesne bulunmayan uzaydır,ezeli ve sonsuzdur işaretle gösterilemez yalnızca akıl tarafından düşünülebilir,

İzafi mekan ise yer kaplayan nesneyle ilişkili olup nesnenin varlığıyla var yokluğuyla yoktur ezeli değildir cisimler aleminin varlıgına baglı ortaya çıkan bir kavramdır.

Ezeli saydığı beşince ilke dehr sonsuz ve sınırsızdır.

RÂZÎ’NİN AHLAK  ANLAYIŞI

İslam düşüncesi tarihinde dini epistemoloji zemininde, ahlakı da bir felsefe problemi olarak ele alan ilk düşünür Kindî olmuştur. Râzî, ahlaka dair temel düşüncelerini et-Tıbbü’r-rûhânî (ruh sağlıgı)adlı eserinde dile getirmiştir.

_Filozofun otobiyografisi niteliğindeki Filozofça Yaşama (es-Sîretü’l-felsefiyye)eseri

_karizmatik bir liderin taşıması gereken özellikleri konu alan ikbâl ve Devlete Kavuşmanın belirtileri (Alâmâtü’l-ikbâl ve’d-devle)

_hekimlik ahlakıyla ilgili tespit ve önerilerini ortaya koyduğu Hekimlik Ahlakı (Ahlaku’t-tabîb) adlı risaleleri de ahlak felsefesi açısından önemlidir.

_Râzî’nin ahlak anlayışı eftatun ve Câlînûs’a dayanır. Kindî’nin Üzüntüyü Yenmenin Çâreleri adlı eserinin de onun kaynakları arasında yer alır.

_Ruh Sağlının’nın ilk bölümünde yaratıcı tarafından insana bahşedilen en büyük, en değerli ve en yararlı nimetin AKIL olduğu nu belirtir.

Râzî, ahlak anlayışını akıl, irade ve tutku kavramları etrafında şekillendiremekle bir bakıma ahlakı psikoloji temeli üzerine oturtmuş olmaktadır.

Eflatunun insanda üç çeşit nefis bulundugu şeklindeki görüşünü benimser.

Bunlar düşünen nefis, hayvanî nefis ve nebâtî nefis olup ilkine ilahî, ikincisine gazabî, üçüncüsüne de şehevî nefis adı da verilir.

Filozofa göre bu nefislerin her birinin işlevini yerine getirmesinde ortaya çıkan

aşırılık (ifrat) veya eksiklik (tefrit) ahlak açısından olumsuzluk doğururken, denge ve itidal durumu olumlu davranışlara kaynaklık eder.

ÜNİTE: 4    FARABİ

FÂRÂBÎ’NİN YAŞAMI VE YAPITLARI

islam dünyasında Kindî’nin çalışmalarıyla başlayan felsefi düşünceyi problemleri

yöntemi ve terminolojisi ile bir sistem haline getiren ünlü Türk filozofu Fârâbî’dir.

ibnü’s-Serrâc’dan Arapçanın inceliklerini öğrenirken diğer yandan da ona mantık dersleri verdiği biliniyor.

Filozofa göre gerçeğe ulaşabilmek için  

  • her şeyden önce haz ve şehvet duygusunu yenerek ahlakı düzeltmek.
  • sağlam bir iradeye sahip olmabilmek için zihnî melekelerini geliştirip güçlendirmek
  • ) hırs derecesinde bir istekle sürekli çalışmak
  • başlıca meşguliyet alanının ilim olması gerekir.

Felsefeyi varlık olarak varlığın bilgisi ve her şeyi kuşatan tümel (küllî) bir ilim olarak gören filozofun, geometri ve mantık temelinde fizikten metafiziğe yükselen determinist ve gayeci sisteminde maddî ve manevî, organik ve inorganik her varlık türünün konum ve işlevi bellidir.

_ Özellikle mantık alanındaki üstün başarılarından ötürü, “Muallim-i Evvel” (ilk

Hoca) Aristoteles’ten sonra “Muallim-i Sânî” (ikinci Hoca) unvanıyla anılmaktadır.

Frabinin eserleri

  1. Eflatun’un Kanunlarının Özeti
  2. Felsefenin Temel ilkeleri
  3. Eflatun ile Aristoteles’in Görüşlerinin Uzlaştırılması
  4. ilimlerin Sayımı
  5. ideal Devletin Yurttaşları nın Görüşlerinin ilkeleri
  6. Felsefe Öğreniminden Önce Bilinmesi Gereken Konular
  7. Siyaset Felsefesine Dair Görüşler
  8. Mutluluk Yoluna Yöneltme
  9. Mutlulu¤un Kazanılması

FÂRÂBÎ’NİN VARLIK ANLAYIŞI

Fârâbî’ye göre “varlık” insan aklının ulaşabildiği en genel kavram olup tanımlanamaz.

Fârâbî varlığı, en yetkin olandan yetkinliğin en alt düzeyinde bulunana doğru inen bir sıradüzeni için de yorumlar. Buna göre

_ en üstte en mükemmel olan “ilk Sebep” (Tanrı)

_ en altta ise “ilk madde” (heyûlâ) bulunmaktadır.

ilk Sebep’ten sonra filozofun “ikinciler” (essevânî) ve “maddeden ayrık akıllar” (el-ukûlü’l-müfârıka) adını verdiği, ayrıca ruhaniler ve melekler melekler mertebesinde gördüğü akollar gelir ki sayıları dokuz gökkürsinin (felek) sayısına denk düşer.

_ üçüncü varlık mertebesini oluşturan “faal akıl,varlık sebebini oluşturmaktadır.

_ Dördüncü varlık düzeyinde “nefis” bulunmakta,her türlü aktiviteyi ifade eder.

_ Beşinci düzeyde yer alan “suret” (form) VE

_Altıncı varlık mertebesinde madde” yalın (basît) birer varlık olmakla birlikte

yetkinlikten uzak olup birbirinden ayrı olarak bulunamazlar.

Aktif ve şekil verici olan suret ile pasif ve verilen şekli kabul edici konumdaki maddenin birLeymesiyle ay-altı âlemde öncelikle her biri ikişer nitelik taşıyan toprak, su, hava ve ateşten ibaret dört unsur(element )oluşur.

_ Dört unsurdan ikisinin karışımı sonucunda ise___ilk somut madde yani “ cisim” meydana gelir.

_ Ay-altı âlemi oluşturan cisimlerin ana maddesi dört unsur iken ay-üstü âlemdeki gök cisimlerinin ana maddesi havadan daha Hafif olan esirdir.

ZORUNLU VARLIK-ZORUNSUZ VARLIK

VarlIk kavramInın analizi bağlamında daha sonra ibn Sînâ’nın kullandığı zorunlu

(vâcib) ve zorunsuz (mümkin) ayırımını Fârâbî mantık disiplini çerçevesinde

zorunlu varlık   _ (vâcibü’l-vücûd)

zorunsuz varlık _  (mümkinü’l-vücud)olarak belirler.

__“sudûr” süreinden bahsederlen ay-altı âlem bağlamında “imkân” kavramına başvurmuştur.

Ay altı âlemdeki varlıkları “mümkün varlıklar” olarak adlandırmıştır.

_ Fârâbî, ay-altı âlemdeki her varlığın bir tür arkesi olup onları ay-üstü âlemdeki

varlıklardan ayıranın “ilk madde” (el-mâddetü’l-ûlâ) olduğunu söyler.

_ ay-altı âlemdeki varlıklar özleri bakımından bilfiil değil, bilkuvedir.

_ “var olmaması mümkün olmayan” ile  “zorunluyu”

_ “var olması mümkün olmayan” ile de  “imkansızı”kast eder.bunun içindirki ilk maddeye ilişkin olarak,tabiat,imkan,istidattan söz eder ve onun salt kuvve haline işaret eder

Zorunsuz varlıklar ile Zorunlu Varlık yani Tanrı arasındaki ilişkiyi Fârâbî “sudûr teorisi”ile açıklar.

SUDUR TEORİSİ

Fârâbî dinî geleneğin dışına çıkarak Tanrı-varlık ilişkisini “sudûr yahut kozmik akıllar teorisi”yle yorumlamıştır.

_ ilk aklın, ilkesi olan Allah’ı bilmesinden ikinci akıl kendi özünü bilmesinden birinci gökküresinin (felek) nefsi, özünde zorunsuz olduğunu bilmesinden ise birinci gökküresinin maddesi meydana gelir.bu süreç onuncu akla kadar devam eder

_ Onuncu akıl, kozmolojik işlevi dolayısıyla “sûretlerin ve vericisi” (vâhibu’s-suver) olarak da adlandırılan “fa’âl akıl” olup Fârâbî’nin bilgi, ahlak ve vahiy anlayıışnda merkezî konuma sahiptir. Bu bakımdan filozof onu vahiy melegi Cebrâil ile özdeş sayar.

FÂRÂBÎ’NİN İLİMLER TASNİFİ VE MANTIK ANLAYIŞI

Her ilimler tasnifi, o sInıflandırmayı yapan düşünürün ilim ve yöntem anlayışının yanı sıra onun dünya görüşünü de yansıtır.Farabi mutluluğun kazanılması,mutluluk yoluna yöneltme ve mantığa başlangıç adlı eserlerinde bazı sınıflamalar yapmışsada  kaleme aldığı ilimlerin Sayımı (ihsâ’ü’l-ulûm) adlı eserinde kendi dönemindeki ilimleri sınıflandırarak her birinin tanımı, teorik ve pratik açıdan değeri ile eğitim-öğretimdeki önemini belirtmiştir .

Filozof bu eserinde ilimleri beş ana başlık (fasıl) altında sınıflandırır .

_ Birinci fasılda dil ilmi ve buna bağlı olarak  dil (lügat), kelime bilgisi (sarf), cümle bilgisi (nahiv), yazı, okuma ve şiir ele alınır.

_ Mantık ilmine ayrılmış olan ikinci fasılda bu ilmin gerekliliği, faydaları ve

yöntem oluşu, konusu ve bölümleri (kategoriler, önermeler, kıyas, ispat, cedel, safsata, şiir, hitabet), eğitim ve öğretimdeki önemi gibi hususlar üzerinde durulmuştur.

_ Üçüncü fasıl matematik ilimlere (aritmetik, geometri, astronomi, mûsikî, mekanik, kaldıraçlar) ayrılırken,

_ dördüncü fasılda felsefi ilimler fizik (fizik, gökyüzü ve dünya, oluş ve bozuluş, meteoroloji, basit cisimler, arazlar ve edilgiler, zooliji ,botanik, psikoloji, mineraloji, antropoloji) ve metafizik (ontoloji, kanıtların ilkeleri isimsiz varlıklar) alt başlıkları altında sergilenir.

_ Beşinci fasılda ise medenî ilimler olarak ahlak ve siyaset ile fıkıh ve kelâm ilimleri tanıtılir.

Fârâbî’nin mantık alanındaki başarısı öncelikle Aristoteles’in Organon’ u üzerine yaptığı çalışmalarda orta çıkar. .

_ mantığı “kavramlar” (tasavvurât) ve “hükümler/önermler (tasdîkât) olmak üzere iki kısma ayırır.

-Birinci kısım terimler ile tarifi meydana getiren temel unsurları

-ikinci kısım ise önermeler, kıyas ve ispat şekillerini konu alır.

Mantıgı kıyasa daylı olanlar ve olmayanlar şekilnde ikiye ayırır.

_ Kıyasa dayalı olmayanlar tıp, tarım, marangozluk ve inşaatçılık gibi teorik bilgi üretmekten çok uygulamaya yönelik olan ilim ve sanatlardır.

_ Kıyasa dayalı olanlar ise ilk defa Fârâbî’nin “Beş Sanat” adı altında değerlendirdiği felsefe, Cedel,safsata, hitabet ve şiir sanatıdır.

Beş sanatın özelliklerine gelince:

1_ “Burhan” (kanıtlama/ispat) adıyla da anılan “felsefi söylem”, kanıtlanmış önermelere dayanır ve kesin/güvenilir (yakîn) bilgiye ulaştırır.

2_ Diyalektik (cedelî) söylemden beklenen yaygın olarak bilinen ve genel kabul gören önermelere dayanarak üstünlük sağlamaktır.

3_ Sofistik söylem, hayal ve kuruntu ürünü önermeler kullanarak mutabı yanıltma amacına hizmet eder.

4_  Retorik (hatâbî) söylemin hedefi kesinlik taşımayan önermelerle muhatabı ikna etmektir.

5_ şiirsel (poetik) söylem ile yapılmak istenen de bazı  şeylerin duygu ve hayal dünyasında canlanmasını sağlamaktır.

Fârâbî’nin dikkat çeken yaklaşımlarından biri de onun matematik,fizik,metafizik ve siyaseti beş sanattan biri olan felsefi söylem kapsamında değerlendirmesidir.

_ eksik tümevarım” olarak adlandırdığı istatistik bilimidir.bacon ve milden önce bu isimle anmıştır.

FÂRÂBÎ’NİN BİLGİ ANLAYIŞI

Bilgi problemin biri psikoji digeride mantık olmak üzere iki boyutu vardır.

Bilgi insan zihininde oluşan bir  olgudur Fârâbî bilgi problemini nefis ve akıl kavramları çerçevesinde temellendirmeye çalışır.

_var olanın zihindeki karşılıgı ___sürettir.tanım

_ bağlamında ve yakın cinsin bilinmesine karışılık gelen süret,kıyasta__orta terime karşılık gelir.

_cisim suret almış maddeden ibarettir.

_duyu algsını bilginin başlangıcı sayar

_platonun “doğuştancı”teorisini benimsemiştir.

_bilginin kaynagı konusunda bir duyumcu (sensualist)gibi davranır.

_aklın soyutlma işlevini açıklarken Aristotolosten  beri devam eden bir geleneğe”psikolojik akıllar teorisine”başvurur.

_ona göre akıl ameli ve nazari olmak üzere ikiye ayrılır.

_ameli(pratik) akıl insana özgü her türlü dengeli tavranışı ortaya koymada etken akıldır.

denizcilik, marangozluk, çiftçilik ve hekimlik gibi sanat ve tekniklerle

ilişkili insanî başarıların yanı sıra birey, aile ve devlet yönetimini düzenleyen ahlak ve siyasete ilişkin bilgi ve başarıları mümkün kılan da amelî akıldır.

_ Nazarî (teorik)akıl nefis cevherinin akıl cevherine dönüşmesinden ibaret olup matematik, fizik ve metafizik gibi teorik disiplinler bu alanlarda kesin bilgi onun eseridir.

Farabi her aşamada bilgiyi akıl olarak adlandırır bu aşamaların ilki

a)güç halindeki akıl:

b)fiil halindeki akıl

c)kazanılmış akıl

FÂRÂBÎ’NiN DEVLET VE SiYASET ANLAYIŞI

Erdemli bir hayatın ancak ideal bir toplumda gerçekleşeceği düşüncesini benimsemiştir.

Fârâbî, öncelikle insan topluluklarının devlet dedikleri düzene nasıl ulaşmış oalabiliceklerini irdeler

a)insanlar genel varlık düzeninden esinlenerek kendi aralarında bir düzen kurmayı düşünmüş olabilirler bunu __”ontolojik teori” şekilnde adlandırlır.

b)insan oğlu kendi varlık yapsında kalp,beyin vb organların koordineli bir şekilde çalışmasından dolayı düşünmüş olabilirler buna__”biyo-organik teori”denir

c)iş bölümü ve örgütlenme gereğini duymuş olabilriler buna _”fırsat teorisi”denir.

d)adaletin devlet denen örgütle gerçekleşmiş olabileceğini düşünmüş olabilir bunuda adalet teorisi”olarak adlandırılır.

Fârâbî, insan topluluklarını ihityaçlar karşısında işbölümü, dayanışma ve ahlaki yetkinliği gerçekleştirme kabiliyeti bakımından da tasnife tabi tutar.yetkin ve yetkin olmayan şeklınde ayırır.

_yetkin olanı; küçük (şehir),orta (devlet),büyük (birleşik devlet)olarak

_yetkin olmayanı;ev,sokak,mahalle ve köy olarak sınıflndırır.

Fârabinin ortaya koyduğu diger bir sınıflandırmada

_ “erdemli devlet”__ “erdemsiz devlet” yahut “cahil ve sapkın devletler”

_ erdemli devletin tek bir şekli vardır,onun zıtları konumundaki erdemsiz devletlerin ise

  1.  “cahil devlet” ,
  2. “sapkın devlet”
  3. “fâsık devlet
  4. değişebilen devlet” olmak üzere dörde ayrılır.

Fârâbî’ye göre erdemli devletin başkanında bulunması gereken 12 temel özellik şunlardır

  1. Eksiksiz ve sağlıklı bir fizikî yapı
  2. kendisine söylenen her şeyi doğru anlayıp sağlıklı değerlendirme yeteneği
  3. keskin zekâ ve anlayışı
  4. güçlü hafıza
  5. düşüncelerini açık ve anlaşılabilir bir üslûpla ifade edebilme yeteneği
  6. öğrenme ve öğretmeyi sevme, bu uğurda her zorluğu göğüsleme iradesi
  7. yeme-içme, oyun-eğlence, mal-mülk, cinsel ilişki gibi geçici ve kaba hazlara düşkün olmama
  8. doğruluk ve dürüstlüğü sevip yalandan ve yalancıdan nefret etme
  9. haksızlık ve zulümden nefret eden ve adaleti gerçekleştirme tutkusuyla davranan bir kişilik
  10. insanlık onuruna düşkün olma
  11. yapılması gerekeni uygulama azim, kararlılık ve cesareti ile
  12. gönül zenginliği ve tok gözlülük.

 

 

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir