AÖF Ortaçağ ve Yeniçağ Türk Devletleri Tarihi 1-8.Üniteler Ders Notu



ORTAÇAĞ VE YENİÇAĞ TÜRK DEVLETLERİ TARİHİ

ÜNİTE

Anadolu’da ilk TürkBeylikleri

İlk Türk beylikleri Malazgirt Savaşı’nın ardından Anadolu’nun fethiyle görevlendirilen komutanlar tarafından kurulmuştur. Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk islam kültür ve medeniyetinin yaygınlaşmasında büyük payı olan bu beylikler genellikle kurucularının isimleriyle anılmıştır.Ancak asıl fetih ve yerleşim 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt ovasında Bizans ordusunun yok edilip imparatorun esir alınmasından sonra oldu. Bu büyük hadise sonucunda bir tarafta Doğu Anadolu Türkmen beylikleri doğarken diğer taraftan Batı‟da iznik merkezli Türkiye Selçukluları devleti kuruldu. Bölge 12. Asrın ortalarında artık bir Türk ülkesi haline gelmeye başladı

ARTUKLULAR (1101-1409)

Artuklu Beyliği’ne  adını veren Artuk Bey Oğuzların Döğer boyundandır. Önce Kutalmışoğlu Süleymanşah’a hizmet eden Artuk Bey, onunla anlaşamayınca Suriye Melik Tutuş’un hizmetine girmiştir. Kutalmışoğlu Süleymanşah ile Tutuş arasında cereyan eden Ayn Seylem Savaşı’nda Tutuş’un tarafını tutarak savaşı Tutuş’un kazanmasını ağladı. Hizmetlerinden dolayı Suriye Meliki Tutuş tarafından Kudüs valiliğine getirildi. 1091’de Artuk Bey ölünce yerine oğulları geçti lakin Kudüs’ün Fatımîlerin eline geçmesi üzerine (1098) Artuk Bey’in oğulları Sökmen ve İl-Gazi burada tutunamadılar. Güneydoğu Anadolu bölgesine gelerek üç kol hâlinde, Artuklu Beyliği’ni kurdular.

Hasankeyf Artuklu Kolu (1101- 1231):  Sökmen Gazi

Artuk Bey’in oğlu Sökmen Gazi tarafından Hasankeyf’te (Hısn-ı Keyfâ) kuruldu. Haçlılarla mücadele eden Sökmen Gazi, Urfa kontunu Harran Muharebesi’nde (Belih Çayı Muharebesi) ağır bir yenilgiye uğrattı ve esir etti. Eyyubîler Hasankeyf ve Amid’i ele geçirerek bu kola son verdiler (1231).

Harput Artuklu Kolu (1185-1234): Melik İmameddin Ebubekir

Harput kolu’nun kurucusu Mardin Artuklularından “Melik İmameddin Ebubekir” dir

Sultan Alâeddin Keykubad, 1234 yılında, zaman zaman Eyyubîlerle işbirliği yapan Harput Artukluları üzerine yürüyerek şehri kuşatıp ele geçirdi. 

Mardin Artuklu Kolu (1108-1409): İl-Gazi

Artuklu beylikleri arasında en güçlü ve uzun ömürlü kolu oluşturur. Mardin’de Artuk Bey’in oğlu İl-Gazi tarafından kurulmuştur (1108). Necmeddin İl-Gazi Halep halkının isteği üzerine Halep’e girmiş ve oğlu Temurtaş’ı burada bırakmıştır. Oğlu Temur- taş, İl-Gazi gibi bölgedeki Haçlılarla mücadele etmiş; 1144’de Urfa’yı Haçlılardan alması İslâm dünyasında sevinçle karşılanmıştır. Güçlü devletler arasında kalan Mardin Artukluları, Eyyubîler ve Selçukluların ve daha sonra İlhanlı hâkimiyetini tanımışlardı. Nihayet, Mardin’i alan Karakoyunlular bu devlete son verdiler (1409).

Büyük Fizikçi  EBU‟L-İZZ bu dönemde yaşamıştır.

Artukluların Bıraktığı Eserler

Malabadi Köprüsü

Hasankeyf Köprüsü

Silvan (Meyyafarkin) Ulu Camii

Mardin Ulu Camii

Harput Ulu Camii

Dunaysır (Kızıltepe) Ulu Camii

Diyarbakır Artuklu Sarayı

Dicle Köprüsü

Çermik Köprüsü

Dunaysır Köprüsü

Devegeçidi Köprüsü

Ambarçayı Köprüsü

Evli Beden Burcu

Yedi Kardeş Burcu

 

DANİŞMENDLiLER (1071-1178)

Beyliğin Kuruluşu ve Danişmend Gazi Dönemi (1071-1104)

Danişmendliler, Anadolu‟daki en önemli Türkmen beyliklerinden biri olarak, 1071- 1178 yılları arasıda Sivas, Malatya, Kayseri, Tokat, Niksar, Amasya, Kastamonu, Çankırı, Çorum ve Elbistan dolaylarında hüküm sürmüştür. Beyliğin kurucusu Danişmend Gazi’dir.

Danişment Gazi’nin valiliği ve emirliği 1095 yılından 1104 yılına kadar sürmüştür.

Yerine geçen oğlu Gazi Bey ilk defa «MELİK» unvanını kullanmıştır. O zamanlar Danişmentliler’in toprakları, bugünkü Sivas, Tokat, Amasya vilayetlerinin topraklarını kaplıyordu. 1175 yılına kadar hüküm süren Danişmentliler devleti bu tarihte Selçuklular tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Danişmentlilerin başkenti “Sivas” tır.

Danişmentlilerin para biri “Dinar” dır.

Ahmet Gazi, Türkmenlere öğretmenlik yaptığı için Danişmend Ahmet Gazi olarak anılmaktaydı.

Danişmentliler tarihte haçlılar ve bizanslılarla savaşan ilk Türk Anadolu beyliğidir.

Kendi adına ilk para bastıran beyliğin kurucusu DANİŞMEND GAZİ‟dir.

Danişmentlilerin hükümdarları:

Danişmend Gazi

Melik Gazi

Melik Mehmet

Melik Yağıbasan

Melik İsmail

Melik Zünnun

Danişmentliler döneminde yapılan mimari eserler

Tokat Yagibasan Medresesi

Kayseri Ulucami

Niksar Ulucami

Kayseri Kölük Cami ve Medreseleri

Amasya Halifet Gazi Türbesi

Niksar Melik Gazi Türbesi

Niksar Yagibasan Medresesi

 

MENGÜCEKLER (1118-1250)

Beyliğin Kuruluşu ve Mengücük Gazi

Türkmen beylerinden Mengücük, Anadolu’nun fethi sırasında Erzincan, Kemah, Divriği ve Karahisar’ı zaptetmişti. Kendisi bu çarpışmalarda şehit düştü. Oğlu İSHAK, 1118’de bu bölgede, babasının adını taşıyan beyliği kurdu.

İshak Bey, beyliğini korumak için Selçuklularla, Artuklu ve Danişmendli beylikleriyle mücadele etti. Fakat Artuklu Belek tarafından mağlup edildi (1120). İshak Bey 1142’de ölünce beylik ikiye ayrıldı.

Oğullarından DAVUD, Kemah ve Erzincan’da,

SÜLEYMAN ise Divriği’de kendi beyliklerini ilan ettiler.

Erzincan Kemah Kolu: Erzincan-Kemah kolunun en ünlü hükümdarı Davut’un oğlu Fahreddin Behramşah’tır. Behramşah zamanında Erzincan önemli bir kültür ve ticaret merkezi oldu. Dönemin ünlü şairi GENCELİ NİZAMİ, Behramşah namına Mahzenü‟l-esrâr adlı ünlü eserini kaleme almıştır.Behramşah 1225 yılında ölünce yerine oğlu II.Davud geçti. II. Davut, Türkiye Selçuklularına karşı Eyyubiler ve Harzemşahlarla iş birliği yapınca Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubat, 1228 yılında Mengüceklilerin Erzincan – Kemah koluna son verdi.

Divriği Kolu: Divriği kolu hakkında kaynaklarda fazla bilgi olmamakla birlikte, bu kolun ilk hükümdarı İshak’ın oğlu Süleyman olduğu bilinmektedir. Süleyman’dan sonra bu kolun başına Şehinşah geçti. Şehinşah’tan sonra başa geçen kardeşi AHMET ŞAH zamanında Divriği kolu en parlak dönemini yaşadı. Divriği Mengüceklileri 1252 yılına kadar Anadolu Selçuklularına bağlı olarak varlığını sürdürdü.

SALTUKLULAR (1071-1202).

Kurucusu Alpaslan’ın komutanlarından Ebu’l-Kasım Saltuk’tur. Beyliğin merkezi Erzurum idi. Bayburt, ispir, Oltu, Tercan, Micingird, Koçmaz ve çevresi beyliğin topraklarını oluşturuyordu.

Saltuklular, Gürcülerle savaşarak topraklarını genişlettiler. Danişmendlilerle birlik olup Haçlılara karşı başarılı savaşlar yapmışlardır.

izzettin Saltuk‟tan sonra Saltuklular gerileme sürecine girdiler.

islâm kaynağına göre 1191 yılında Saltuklu tahtında Mama Hatun adlı bir kadın hükümdar vardı.

Saltukluların Sonu

Türkiye Selçuklu Sultanı Rükneddin Süleyman Şah, Gürcüler üzerine çıktığı sefere Saltuk Beyi Alâeddîn Melik Şah’ı da davet etti. Ancak, Alâeddîn Melik Şah bu sefere katılmayı kabul etmeyince Rükneddin Süleyman Şah, 1202’de Erzurum’u alarak beyliğe son verdi.

Saltuklu Dönemi Eserleri :

Saltuklulardan bugüne ulaşan en önemli eser Erzurum Ulu Camii‘dir

Erzurum Kale Camii

Erzurum Ulu Camii

Tepsi Minare ( Saat Kulesi )

Mama Hatun Kervansarayı ve Kümbeti

Erzurum, Emir Saltuk Kümbeti

SÖKMENLiLER (AHLATŞAHLAR) (1100-1207)

Sökmenli Devleti 1100-1207 yılları arasında Ahlat merkez olmak üzere Van, Erciş, Bargiri, Tatvan, Malazgirt, Muş ve Sason civarında hüküm sürmüştür. 1100 tarihine SÖKMEN EL- KUTBÎ Ahlatlıların daveti üzerine Azerbaycan‟dan geldi. Ahlat merkez olmak üzere Van Gölü havzasında Sökmenli Beyliği‟ni kurdu.

Nasıreddin Muhammed Sökmen; Yükseliş (1128-1185)

Küçük yaşta tahta çıkan Sökmen‟in ilk yıllarında beyliği büyük annesi inanç Hatun yönetmeye kalkmış, beyliğe müdahalesi emirler arasında hoşnutsuzluk yaratmıştır. Sökmenli emirleri 1133‟de inanç Hatun‟u öldürerek beylik içerisindeki ikiliğe son verdiler.

Seyfeddin Bektimur (1185-1193)

Sökmen‟in çocuğu olmadığı için ülke Seyfeddin Bektimur adlı bir kölenin eline geçmişti.

Beyliğin Sonu (1206-1207)

Sökmenli Devleti  1207 senesinde Ahlat şehrine Eyyûbîler’in davet edilmesiyle son buldu.

ilim, Kültür ve Sanat

Divriği Ulu Camiî,

Konya Alaaddin Camiî,

Tercan Mama Hatun türbe ve kervansarayı

gibi eserler Hacı Ahlatî, Harzemşah el-Ahlatî ve Mufaddal el- Ahlatî gibi ünlü mimar ve ustalar elinden çıkmış abidelerdir

İNAL OĞULARI (1098-1183)

inal Oğuları 1098-1183 yılları arasında Amid (bugünkü Diyarbakır) merkez olmak üzere, Ergani, Talhum, Çermuk ve Zülkarneyn‟de hüküm sürmüş bir Türkmen beyliğidir.

Beyliğin Kuruluşu ve inal Türkmanî

Tutuş‟un saltanat davasını kaybedip 1095 yılında öldürülmesinin ardından Diyarbekir bölgesi Türkmen reisleri arasında bölüştürüldü. Amid Emir Sadr‟ın hissesine düştü (1095). Sadr 1098‟de ölünce Amid‟e kardeşi inal Türkmani hakim oldu. 

Beyliğin Sona Ermesi :

1182‟de Selahaddin EYYÜBİ Fırat‟ı geçti. Urfa ve Harran‟dan sonra Amid üzerine yürüdü ve kenti kuşatıp Mayıs 1183‟de ele geçirdi. Bu suretle inal Oğulları da tarihe karıştı.

DiLMAÇ OĞULLARI (KAMBUR OĞULLARI) (1085-1192)

Sultan Alparslan‟ın komutanlarından Dilmaçoğlu Mehmed Bey tarafından kurulan bu mütevazı beylik, 1085-1192 yılları arasında Bitlis, Erzen ve Vestan‟da hüküm sürmüş iken, Erzen kolu Moğollar devrine kadar yaşamıştır.

Dilmaçoğulları Beyliği Erzen ve havalisinde XIV. yüzyılın sonlarına kadar hüküm sürmüş, muhtemelen Akkoyunlular devrinde tarihi karışmıştır.

1150 tarihinde yaptırılan Bitlis Ulu Camii, Anadolu‟da Türk mimari sanatının ilk ve en değerli örnekleri arasında yer alır.

 

2.ÜNİTE

Anadolu Beylikleri

14. YÜZYILDA ORTA VE BATI ANADOLU’DA KURULAN TÜRKMEN

BEYLiKLERi

XIII. yüzyılda Moğolların baskısıyla Anadolu‟ya gelen Türkmenlerin de sınır boylarına yerleştirilmesiyle uc

hayatı gittikçe önem kazanmıştır. Türkiye (Anadolu) Selçukluları devrinde Bizans sınırına uc (uç) adı verilmekteydi.

Sinop, Kastamonu, Bolu, Eskişehir, Kütahya, Denizli ve Antalya hattının batısında kalan bölgeler uc (sınır) olarak nitelendirilmiş ve buralarda uc teşkilâtı oluşturulmuştur.

Meselâ XIII. yüzyılda Yağıbasan oğulları, Sahib Ata oğulları Selçukluların “Uc Emirleri” idiler. Bizans‟a karşı Türkmenlerin yaptıkları mücadele, din uğruna yapılan gaza ve cihat olarak nitelenmekteydi. Bu sebeple uc beylerinin akınlarına gazi-dervişler (alp-eren), Ahi teşkilâtına mensup esnaf şeyhleri vb. de bizzat katılmaktaydılar.

Anadolu‟daki ilhanlı hâkimiyetinin zayışamasıyla birlikte Türkmen beyleri bulundukları bölgelerde bağımsızlığını ilân etmişler ve kendi beyliklerini kurmuşlardır. Bu döneme Beylikler Dönemi adı da verilmektedir.

Karamanoğulları (1256-1487)

Tarih kaynakları Karamanoğullarının adlarını mensup oldukları Karaman oymağından aldıklarını ve bu oymağın Oğuzların Afşar boyundan geldiklerini belirtmişlerdir.Yaklaşan Moğol tehlikesine karşı tedbir olarak 1228 yılındaSelçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubad tarafından Ermenek civarına yerleştirilen Karaman Türkmenlerinin başında Nure Sofı bulunmaktaydı.Selçuklu hükümdarı IV. Kılıçarslan, gücünden çekindiği için, Karaman Bey‟in ele geçirdiği yerleri kendisine “ikta‟ verdi ve bölgedeki hakimiyetini tanıdı (1256).

Ermenek‟te kurulan beylik onun adını almıştır. Karamanoğlu Mehmed Bey, hem Moğollara ve hem de Anadolu Selçuklularına

karşı amansız bir mücadeleye girişmiştir.

Konya‟yı ele geçiren Karamanoğlu, II. izzettin Keykavus‟un oğlu olduğu iddia edilen Siyavuş‟u Konya‟da tahta çıkardı ve adına hutbe okuttu. Ancak Selçuklular Siyavuş‟un gerçek hanedan üyesi değil, sahte bir şehzade olduğunu ileri sürerek onun hükümdarlığını tanımadılar. Bu nedenle onu “Cimri‟ adı ile andılar. Konya‟yı ele geçirdikten sonra

Karamanoğlu Mehmet Bey, Farsça konuşan devlet adamlarına ve Moğollara tepkisini göstermek için, “Bundan‟ böyle divanda, dergahta ve bargahta Türkçeden başka dil konuşulmaya

ilk Osmanlı-Karaman mücadelesi Alaaddin Ali Bey zamanında başlamıştır (1361).

Fatih tarafından kesin olarak itaat altına alınan Karamanoğulları (1473), daha sonra oluşturulan Karaman Eyaleti ile merkeze bağlanmıştır (1487). Karamanoğulları Beyliği, Osmanlıların en güçlü rakibi idi. Kendilerini, Selçuklular‟ın mirasçısı olarak görmekteydiler.

Germiyanoğulları (1300-1429)

Türkmen olarak nitelenen Germiyanlıların, Harzemşah Celaleddin ile beraber Anadolu‟ya geldiği ve onların Kıpçak asıllı oldukları da iddia edilmektedir. 13. Yüzyılın ilk yarısında Germiyanlı Türkmenleri Malatya civarında yurt tutmuşlardır.

1277‟den sonra Germiyanoğulları Batı Anadolu‟nun en güçlü beyliği, uc beylerinin önderi haline gelmişlerdir. Bu bölgedeki Aydın, Menteşe, Saruhan ve Ladik-inançoğulları (Denizli) beyleri ilk zamanlarda Germiyanoğullarına tabi idiler.

Yakub Bey zamanı Germiyanoğullarının en parlak zamanı olarak bilinir. II.Yakup Bey yeniden beyliğin başına geçtiyse de, yerine geçecek evlâdı olmadığından, ülkesini

Osmanlılara vasiyet etti.

inançoğulları (1262-1390)

Kurulduğu yerden dolayı Lâdik -Denizli Beyliği adıyla da bilinir. Uc beylerinden Mehmed Bey beyliğin ilk kurucusu olarak bilinir (1262).

Saruhanoğulları (1300-1410)

Selçukluların uc emirlerinden ve Germiyanoğulları komutanlarından Saruhan Bey tarafından kurulmuştur.

Merkezi Manisa olan beyliğin sınırları içerisinde Menemen, Foça ve Kemalpaşa (Nif) da bulunmaktaydı. Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Karasioğulları ve Menteşe beyliği gibi denizci Türkmen beylikleri arasında yer almıştır. ishak Bey‟in zamanında Saruhanoğulları Beyliği en parlak dönemini yaşamıştır.

Aydınoğulları (1308-1426)

Aydınoğulları, Merkezi Birgi olmak üzere Aydın, izmir ve Manisa çevresine hâkim olmuşlardır. Devletin kurucusu Aydın oğlu Gazi Mehmet Bey‟dir. Gazi Umur Bey zamanı, beyliğin en parlak devridir. Nitekim, Cenevizlilerin elindeki Foça‟yı kuşatan

Bizans imparatoruna, Saruhan Bey ile birlikte yardımda bulunmuştu. Hızır Bey, Latinlerle ağır bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı

(1348). Bu anlaşma bir anlamda Latinlere ticari imtiyazlar sağlanan ilk kapütilasyon sayılabilir.

Karesioğulları (1293-1359)

Karesi Beyliği‟nin kurucusu, Melik Danişment Gazi‟nin soyundan gelen Kalem Bey

oğlu Karesi Bey‟dir.1302 tarihinden itibaren ele geçirilen Bergama, Edremit, Susurluk gibi bölgenin mühim yerleşmelerine. Osmanlı kaynaklarının Aclan Bey diye andıkları kişinin Demirhan Bey olduğu söylenir.

Osmanlı hizmetine giren Hacı il Bey, Evrenos Bey ve Ece Halil, Osmanlı devletinin Rumeli‟ye geçişinde ve yayılmasında önemli rol oynamış; Karasi donanması Osmanlı deniz gücünün gelişmesine temel oluşturmuştur.

Menteşeoğulları (1282-1424)

Antalya civarından gemilerle sahile çıkan Türkmenler, karadan gelenler ile beraber Karya (Muğla) bölgesini ele geçirmişlerdi. 1261 yılından itibaren başlayan fetihlerde Türkmenlerin başında Menteşe Bey isimli bir uc sahil beyi bulunmaktaydı.

Denizcilikte ileri giden Menteşeoğulları, Güney-Batı Anadolu‟nun ve sahillerin Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Bir müddet Rodos‟u da ellerinde tutan

Menteşeoğulları güçlü donanmalarıyla Mısır Memluklerine, Aydınoğullarına destek vermişler; Venediklilerle ticari ve politik anlaşmalar yapmışlardır.

Hamitoğulları (1280-1423)

ilyas Bey‟in oğlu Dündar Bey, önce Uluborlu, sonra da Eğridir merkez olmak üzere dedesi Hamit Bey‟in adıyla anılan beyliği

kurmuştur.

Sahipataoğulları (1288-1342)

Türkiye Selçuklu veziri Sahib Ata‟nın (Fahreddin Ali) iktâ‟ı olan Afyonkarahisar ve çevresinde, oğulları tarafından kurulmuştur. Sahib Ata‟nın ölüm tarihi beyliğin başlangıcı olarak kabul edilmektedir (1288). Beyliğin merkezi Afyonkarahisar olup, Sahib Ata‟ya izafeten uzun müddet bu şehir Karahisar-ı Sahib veya Sahibin Karahisar‟ı adıyla anılmıştır. Ahmed Bey (ibni Sahib) varis bı- rakmadan ölünce, ülkesi kaynatası olan Yakub Bey‟e intikal etmiş, böylece beylik, Germiyanoğulları tarafından ilhak edilmiştir (1342).

Eşrefoğulları (1280-1326)

Selçuklu uc beylerinden olan Eşrefoğlu Seyfüddin Süleyman Bey tarafından Beyşehir ve Seydişehir civarında kurulmuştur.

Eşrefoğlu Süleyman Bey, kendi ismine izaf edilen Beyşehri‟ne büyük bir kale ve cami yaptırmıştır. Özellikle, 1297 tarihinde inşa ettirdiği Eşrefoğlu Cami‟i, günümüze ulaşan Anadolu‟nun en eski ve en güzel ahşap cami örneğidir.

Alâiye Beyleri

Akdeniz‟in önemli limanlarından olan Kolonoros, Selçuklu sultanı I.Alaaddin Keykubad tarafından fethedilince, onun isimine izafeten Alaiye (Alanya) adını almıştı (1223). Bu paralardan, ilk Alaiye Beyi‟nin şemseddin Mehmed oğlu Savcı olduğu anlaşılmaktadır. Tersane ve limanı ile Alaiye büyük bir ticaret merkeziydi. Kıbrs, Mısır ve Rodos gibi yerlerle başta kereste olmak üzere çok çeşitli malların ticareti yapılmaktaydı. Bu sebeple Alaiye Beyleri ve şehir halkı oldukça zengin idiler.

Candaroğulları (1292-1461)

Türkmen bir aileden gelen ve Selçuklu komutanlarından olan şemseddin Yaman Candar, beyliğin kurucusudur.

şemseddin Yaman Candar, sultanı,

kardeşi ve ona destek veren Kastamonu valisi Yavlak Arslan‟ın (Emir Çoban) elinden kurtardı. Bu hizmetinden dolayı ilhanlılar, Yavlak Arslan‟ın iktası olan Kastamonu ve

çevresini kendisine vermiş; böylece beyliğin temelleri atılmıştır (1292).

Sinop‟a çekilmiş olan Kötürüm Bayezid öldüğünde, Candarlıların Sinop koluna oğlu isfendiyar Bey geçti (1385).

Pervaneoğulları (1277-1322)

Canik Beylikleri

Samsun, Giresun, Ordu, Niksar‟ı içine alan Orta Karadeniz bölgesine Canik adı verilmiştir. Canik bölgesi daha çok Oğuzların Çepni boyu tarafından iskân edilmişti

Taceddinoğulları

Niksar merkez olmak üzere Bafra ve Ordu‟ya kadar uzanan bölgelerde kurulmuştur. Beyliğin kurucusu Türkmen beylerinden Emir Taceddin‟dir. Trabzon hükümdarının kızı Evdokia ile evlenerek nüfuzunu iyice artırmıştır (1382).

ANADOLU’DA KURULAN Di⁄ER TÜRK BEYLiKLERi VE DEVLETLERi Eretna ve Kadı Burhaneddin Devletleri (1344-1398)

Eretna Devleti

Aslen bir Uygur Türk‟ü olan Eretna (Erdana) devletin kurucusudur. Eretna, ilhanlıların Anadolu valisi olan Emir Çoban‟ın oğlu Timurtaş‟ın yakın adamı idi. Eretna Bey, Orta

Anadolu‟nun hemen tamamını hakimiyeti altına aldı. Devletin merkezi önce Sivas, sonra ise

Kayseri olmuştur.

Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti

Eretna Devleti‟nde önce kadılık, ardından vezirlik yapan Kadı Burhaneddin Ahmet, Oğuzların Salur boyuna mensuptur.

Akkoyunlu beyi Karayülük Osman Bey, eski hamisi Kadı Burhaneddin‟i Sıvas dışında mağlup eder. Ele geçirilen Kadı Burhaneddin katledilir (1389). Onun ölümünden sonra devlet dağılır ve hâkim olduğu bölgeler Osmanlılar tarafından ele geçirilir (1398).

Dulkadiroğulları (1337-1521)

Dulkadiroğulları, Maraş ve Elbistan civarında ortaya çıkmış bir Türkmen beyliğidir.

Bölgedeki Ağaçerileri ve Türkmen

cemaatlerini bir araya getiren Karaca Bey, Memluk sultanı Melik Zahir tarafından” Türkmen

Emirliği”ne atanmıştır.

Üst üste kazandığı başarılara güvenerek Melik Zahir ünvanı ile hükümdarlığını ilan etti (1348).

Dulkadiroğulları Osmanlılar ile Memlûkler arasında bir tampon görevi görmekteydi. Varlığını sürdürmek için kâh Osmanlı kâh Memlûk hâkimiyetini kabul etmişlerdir.

Ramazanoğulları (1378-1608)

Ramazanoğulları, Adana merkez olmak üzere Çukurova bölgesinde kurulmuştur. Beyliğe adını veren Ramazan Bey, Oğuzların Üçok koluna bağlı Yüreğir boyundandır. Sultan, Dulkadirli beyliği‟ni Ramazan Bey‟e vermiş ve onu “Türkmen Emiri” olarak kabul etmişti (1353). 1608‟de son Ramazanoğlu Beyi Pir Mansur, görevden alınarak toprakları Osmanlı beylerbeyiliğine çevrilmiştir.

3.ÜNİTE

Harezmşahlar Devleti (1092-1220)

KURULUş

Harezm, Ceyhun (Amuderya) nehrinin döküldüğü Aral gölünün güneyinde ve bu nehrin her iki tarafında uzanan arazinin adıdır.

Harezmşahlar Devleti olarak üzerinde ittifak edilen siyasi teşekkül, XI. yüzyılda Türkler tararından kurulan Harezmşahlar Devletidir. idare merkezi Gürgenc‟tir.

Harezm‟in büyük bir imparatorluk merkezi olması, tarihte ilk ve son olarak, ancak Anuş- Tigin‟in çocukları zamanında olduğu için, doğu ve batı tarihçileri arasında, Harezmşahlar tabiri bilhassa bu Türk devleti için kullanılmıştır. Devletin siyasi olarak gelişimi ve ülke topraklarının Orta Asya‟da hatırı sayılır bir genişliğe ulaşması Alâeddin Harezmşah devrinde oldu.

Gösterişli unvanlarına Sencer ve iskender lakaplarını da ilave etmek suretiyle, yalnız Selçuklu imparatorluğunun varisi, yani islam dünyasının sultanı değil, cihan imparatorluğuna da aday olmak iddiasında bulunan Alâeddin Muhammed Harezmşah,

Anuş-Tigin, Kutbeddin Muhammed ve Kızıl Arslan Dönemleri (1097-1156)

Harezmşahlar sülalesinin atası olan Anuş-Tigin Garca (veya Anuştigin Garcaî, Nuştigin), Garcistanlı bir Türk kölesidir ve dönemin tarihçisi Reşidüddin‟e göre aslen Oğuzların Beğdili boyuna mensuptur. Büyük Selçuklu emirlerinden Bilge-Tigin tarafından Garcistan‟da

satın alınan Anuş-Tigin, zekâ ve dirayeti sayesinde saray hizmetine girmiş ve en önemli saray vazifelerinden biri olan taşt-dâr‟lık mevkiine kadar yükselmiştir. Kutbeddin Muhammed, Harezmşahlar sülalesinin gerçek kurucusu sayılmaktadır.

Kutbeddin Muhammed, adına yazılmış bazı eserlerde, padişah, kutbü’d-dünya ve’d-din,ebu’lfeth, mu’in emirü’l-mü’minin gibi lakaplar verilmesi, onun kudret ve nufûzunun gittikçe arttığını göstermektedir. Emir Muizzi‟nin ona takdim etmiş olduğu bir kaside, Kutbeddin Muhammed‟in Cemaleddin lakabını taşıdığını ve Sancar devrinde büyük bir itibar kazandığını anlatmaktadır.

Kuvvetli bir edebî kültür sahibi olan ve zaman zaman şiir de söyleyen Atsız, bahâü’d-din vealâü’d-din gibi lakapların resmî bir mahiyet taşıdığı anlaşılmaktadır. Ebu muzaffer, husam emirü’lmü’minin gibi lakapları da bulunan Atsız‟a gazi sıfatı verilmişti.

il-Arslan ve Sultan Alaeddin Tekiş/Tökiş Dönemleri (1156-1200)

Sancar‟in ölümü Horasan ve genelde doğu iran‟da Selçuklu hâkimiyetinin yıkılmasına sebep olmuş ve bu vaziyet il-Arslan‟ı doğu iran‟ın en güçlü ismi haline getirmiştir.il-Arslan Sancar‟ın ölümü sebebiyle Harzem‟de üç gün matem tutulmasını emretmekle beraber, tam bağımsız bir hükümdar gibi hareket etmeye başladı.il-Arslan öldüğü zaman, küçük oğlu ve veliahtı Calaleddin Sultan şah Veliaht olması sebebiyle Harezmşahlık tahtına oturdu. Bunda annesi Terken Hatun‟un da etkisi olmuştu.

Kardeşi şrar ettikten sonra kolayca Harezm tahtına geçen Alâeddin Tökiş (1173- 1200), Harezmşahlar sülalesinin belki en büyük şahsiyetidir.

Rey civarında meydana gelen savaşta Selçuklu ordusu katî bir şekilde yenildi ve Tuğrul katledildi (1194). Bundan sonra Hemedan ile beraber, Acem Irak‟ında Selçuklulara ait bazı önemli kaleler de kolaylıkla zaptolundu. Büyük Selçuklu Sultanlığı böyle hazin bir şekilde ortadan kalkınca, Tökiş artık kendisini Selçukluların vârisi, yani sultan olarak görmeyi hak etmiş gibi görüyordu.

Alaeddin Muhammed Dönemi (1200-1220)

Horasan hâkimiyeti mücadelesi, bu suretle Gurlular aleyhine ve Harezmşahlar lehine halledilmiş oldu. Gurlular yalnız Herat‟a hâkim olmakla yetindiler. Böyle bir sonucun elde edilmesinde Kara-Hıtayların büyük rolü olmuştur. Alâeddin Muhammed‟in karşısında duran başlıca siyasi ve askeri güç, Maveraünnehir Kara-Hanlılarını da hâkimiyetlerine almış bulunan Kara-Hıtaylar idi.

Buhara‟da hâkimiyet esasen, bu şehrin imamlık, hatiplik gibi yüksek dini görevlerini babadan oğula ırsen intikal eder şekilde deruhte etmiş olan ve resilerine “sadr-ı cihan” denilen Burhan oğulları ailesinde idi ve bu otorite Kara-Hitaylar tarafından da tastik olunmuştu.

Cengiz tarafından Moğolistan‟dan çıkmaya zorlanan bir takım göçebe kabileler, Kara- Hıtaylar sahasına sığındı lar: Bunlardan en önemlisi, 1208‟de irtiş sahilinde, Moğollar tarafından, kesin bir hezimete uğratılan Küçlük kumandasındaki Naymanlar idi.

ismailî fedaileri aracılığı ile kendisine zararlı görünen bir takım büyük şahsiyetleri ve bu arada Mekke emiri ile Harezmşah‟ın Bagdad‟daki vekilini öldürten Halife En-Nâsır‟ınbu gibi hareketleri, bilhassa sünni âlimler arasında, hiç de hoş görülmüyordu.

Alâeddin, Halife En-Nâsır‟ın adını hutbelerden de kaldırdı. Onun yerine, Seyyid Alâülmülk-i

Termizî isminde meşhur bir seyyidin halifeliğini ilan etti.

Moğol istilası ve Harezmşahlar Devletinin Yıkılışı

Moğollarla ilk defa, 1215-1216 Kıpçak seferi esnasında tesadüf eseri olarak karşılaşan Alâeddin, onların harp yeteneklerinden haberdar olmuştu. elçilik heyetinin hemen adından Harezmşahlar ülkesine gelen 450-500 kişilik bir ticaret kervanı Harzemşah ülkesinde belirdi.

Kervan, sınır şehri olan ve Terken Hatun‟un akrabasından, muhtemelen de biraderinin oğlu, inalcık‟ın vali olarak bulunduğu Otrar‟da, casusluk töhmeti ile tutuklanıp bütün mallarına el konulduktan sonra, tacirler ve kervancılar öldürüldü. Bu olay tarihe meşhur “Otrar Hadisesi” olarak geçti (1220). Başkent Ürgenç‟in savunması ise Humar-Tigin komutasında idi.

Kuşatma için gelen Moğol ordusu yüz bin civarında idi. Böylece, XIII. yüzyılın başlarında doğunun en büyük islam devletinin başkenti, muhteşem saraylar, medreseler, kütüphaneler, ticarethaneler ve hanlar larla dolu bir şehir olan Ürgenç, tüm bunlardan ve ihtişamından hiçbir iz kalmayacak şeklide tarih sahnesinden silindi.

Harezmşahlarda Devlet Teşkilatı

Harezm‟in bilhassa coğraş konumu yüzünden asırlarca yarı mahalli hanedanlar tarafından idare edilmiş olması, Gazneliler ve Selçuklular hâkimiyetine geçtikten sonra da adeta muhtar bir eyâlet şeklinde yönetilmeyi zorunlu kılacak bir takım gelenekler yaratmıştı.

Diğer taraftan bozkırlarda henüz islam Dini‟ni kabul etmemiş kesif Türk göçebe kabilelerine karşı islam âleminin bir kısım hudutlarını koruma görevi de Harezmlilere düşmüştü. Ürgenç gibi büyük merkezlerde ticari faaliyetin yarattığı oldukça geniş ve canlı şehir hayatı, göçebelere karşı bir savunma hattı olarak kurulmuş ribatlarda devam eden cihat kültürü, Harezmlilerde bir çeşit yerel bir vatanperverlik yaratmıştı.Horasan ve iran‟da Selçuklulara,

Gurlular sahasında eski sultanlara, Maveraünnehr‟de Kara-Hanlılara karşı manevi sevgi ve bağlılık devam ediyordu. Bu yeni fütûhat sahalarında eski devlet müesseseleri, doğal olarak bozulmuş ve sarsılmış bir halde, devam etmekte idi. Buraları devlete manen bağlamak, idari ve hukuki kurumları yeniden düzenlemek için, uzunca bir sulh ve sükûn devresine ihtiyaç varken Moğol istilası buna zaman ve imkân bırakmadı.

Harezm‟de, daha Gazneliler hatta Samaniler devrinden beri devam edip, Selçuklular zamanında son şeklini alan mahalli devlet müesseseleri, Harezmşah müesseselerinin esasını da teşkil etmiştir.

Bir kabile hareketinden doğan ve askerî kuvvetini göçebe kabilelerden alan Büyük Selçuklu imparatorluğu, Gulam Sistemi‟nin geniş ölçüde uygulaması, kabilelere karşı çok ustalıkla yürüttüğü iskân ve tehcir siyaseti, devlet merkezlerinin daha çok yerleşik halk ile meskûn sahalardaki büyük şehirlerde kurulmasıyla dikakti çeker.

Harezmşahlar Devleti, coğraş vaziyeti başta olarak, diğer başka faktörler sebebiyle bilhassa Tökiş devrinden başlayarak, göçebe Türk kabilelerinin kuvvetine dayanmak zorunda kalmıştır. Bu da devletin göçebe geleneklerinin etkisi altına girmesine sebep olmuştur. Bu hal, hem bir taraftan onun süratle bir imparatorluk şeklini almasında bir neden olurken, diğer taraftan da devlet müesseselerinin düzenli işlemesine engel olmak suretiyle, yıkılışınında başlıca sebeplerinden birini teşkil etmiştir.

Son yarım asırda sık sık tekrar eden iç isyanlar, harpler, yağma ve istilalar, huzur ve refahı bozmuş, halkı ağır mali külfetler altında bırakmış idi.

Vezirin maiyetinde, muhtelif divanlar vardı. Çeşitli yönetim şubeleri şeklinde olan bu divanların (divan-ı tuğ-ra, divan-ı inşa, divan-ı arz, divan-ı istifa, divan-ı israf v.b.) Harezmşahlar Devleti‟nin idari yapısı,bütün düzen ve işleyişini kaybetmiş, sivil idare askerî aristokrasinin, yani büyük kabile reislerinin, nüfuz ve tahakkümü altına düşerek, işlemeyecek bir hale gelmişti. Teşrifat ve merasim hususlarında bile saray hizmetlerinde bulunan ve melik unvanına mahsus imtiyazlara sahip olan saray adamları divan mensupları ile karşılaştırılamayacak bir önem kazanmış idi.

Orduya ait bütün idari işlere, Gazneliler ve Selçuklular devrinde olduğu gibi, merkezi divanın mühim bir şubesi olan divan-i’arz bakardı. Hükümdara ait olan emlak ve arazinin idaresi doğrudan doğruya divan-ı hass‟a aitti.

Devletin şer‟i kaza ile mükellef bütün teşkilatı, pâyitahtakti kaza divanı tarafından idare edilir ve bunun başında, doğrudan-doğruya hukümdarın fermanı ile tayin edilen ve akzü’l- kuzat unvanını taşıyan bir âlim bulunurdu.

Çağ islam Devletlerindeki mezalim divanı mahiyetinde, bir yüksek mahkeme mevcut idi ki, buna hukümdar riyaset ederdi.

Sosyo-Kültürel Yapı

Devlet hazinesinden istifade eden zümreler dışında, bütün halk ra’iya addedilirdi. Din

âlimleri arasında kelam ilminin en rasyonalist

bir mektebi (mezhebi) olan Mütezile XI. yüzyılda büyük bir gelişme göstermiş. Buhara‟da daha Kara-Hanlılar devrinde büyük bir nüfuz ve servet kazanarak, çok önemli siyasi roller oynayan ve aile reislerine sadr-i cihan unvanı verilen El-Burhan, kendi servetleri ile binlerce talebeyi medreselerde besleyip, okutmaktaydı.Alâeddin Muhammed‟in Abbasi Halifesi En- Nâsir karşısında politik olarak muvaffak olamamasında genel vaziyeti tanzim eden bu din adamları şebekesinin büyük etkisi olmuştur.

Türk göçebelerinin islâmlaşmasında ve bunlar arasında bir Türk tarikatinin kurulmasında, en büyük rolü oynayan şahıs ise Ahmed Yesevî‟dir. Bir Türk suş tarafından kurulan bu ilk büyük “Türk tarikatı”, önce Maveraünnehir, Taşkent ve çevresi ile batı Türkistan‟da etkili olmuştur.

Atsız, Ürgenc‟i Sancar‟ın payitahtı olan Merv ile rekabet edebilecek bir ilim merkezi haline getirmek için, 1141-1142‟deki Horasan seferlerinden dönüşte bir takım meşhur âlimleri buraya getirmişti: Kadı Ebu‟l-Fazl Kirmani Vaiz Ebu Mansur Abbadi Şlozof Ebu Muhammed Heraki gibi. Harezmli meşhur tabip ve yazar Seyyid ismail Cürcani‟nin 1137‟de ölümü üzerine, Atsız Bağdat‟a meşhur tabip Ebu‟l-Bereket‟e bir adam yollayarak, şakirdlerinden birini Harezm‟e yollamasını rica etmişti.

Anadolu ve Suriye’de Harezmliler

Celaleddin‟in ölümünden sonra, bu tehlikeli rakip karşısında ittifak ihtiyacını duyan Eyyübîler ve Anadolu Selçukluları arasında şiddetli bir rekabet ve mücadele devri başladı. işte Celaleddin “in ölümü ile başsız kalan oldukça kalabalık bir takım Kanglı-Kıpçakkabileleri, bu iki devletten birinin askerî hizmetine girmişler.

Giyaseddin Keyhusrev Kırhan‟ın da izzeddin‟e, veliaht olarak, sadakat yemini etmiş olmasını bahane eden Saadettin Köpek‟in kışkırtması sonucu Harezmlilerin bu en büyük emiri tevkif edilerek, Zamantu kalesine gönderildi ve pek az sonra orda hastalandığı ve

öldüğü haberi yayıldı. Bu vaziyeti gören diğer Harezmli emirler, kendileri de aynı akıbete uğramamak için, iktalarını bırakarak, bütün kavim ve kabileleri ile birlikte, süratle Anadolu‟dan çıkmak üzere, harekete geçtiler. Harezmliler, El-Cezire Hükümdarı El- Melikü‟s-

Salih‟in hizmetine girerek, sonra da kendilerine ikta edilen Harran, Urfa, Suruc ve Rakka mıntıkalarına yerleştiler

1240‟ta Mısır tahtına geçen El-Melikü‟s-Salih, Suriye‟yi diğer Eyyübi prenslerinden zaptedebilmek için, onların önderliğine muhtaç idi. Bu davete büyük bir sevinçle icabet eden

Harezmliler 1244 baharında yolları üstündeki yerleşim yerlerini tahrip ve yağma ederek, Fırat‟ı geçtikten sonra, Suriye‟de aynı usûlü tatbik ederek, ilerlediler ve Kudüs‟ü Frenklerin elinden aldılar.

Anadolu‟dan kaçış hareketine muhtelif sebeplerle katılmadıkları için, kalan bazı küçük aşiretler ise, hurzumlu ismi altında yaşamaya devam etmişler ve nihayet Hurzûm/Horzum ismi ile köyler kurarak, yerleşmişlerdir.

4.ÜNİTE

Karakoyunlular KARAKOYUNLU ADI

Karakoyunluların da adlarını tıpkı Akkoyunlular gibi besledikleri koyunların renklerinden almış olmaları kuvvetli bir ihtimal olarak görünmektedir. Kaynaklarda Karakoyunlu hanedanının Türkmenlerin Baranlı oymağına mensup olduğu bildirilmektedir.

Türkmenler Moğol istilası sırasında Cengiz Han‟ın hücumu üzerine Türe Bey adlı beylerinin idaresinde Türkistan ve Maveraünnehr‟deki yurtlarını terk ederek Anadolu‟ya gelmişlerdir.

KARAKOYUNULARIN TARiH SAHNESiNE ÇIKIşI

1335 yılında ilhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han‟ın ölümünden sonra Moğol hakimiyeti çöküş dönemine girmiş

Bu durum Doğu Anadolu‟daki Türkmenlerin yavaş yavaş kendi hakimiyet bölgelerinde güçlenmelerinin yolunu açtı.

Sutaylıların 1350‟den itibaren güçlerinin zayışaması ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu‟dan çekilmeleri ile Karakoyunlu hakimiyeti güç kazandı. XIV. yüzyılın başlarında Erciş bölgesinde beyliklerini tesis ettiler.

BAYRAM HOCA (1351-1380)

Karakoyunluların ilk beyi Bayram Hoca‟dır. 1374‟te Üveys‟in ölümü üzerine yeniden harekete geçen Bayram Hoca, Musul, Alakilise, Hoy ve Nahçıvan havalisine hakim oldu.

KARA MEHMET (1380-1389)

Kara Mehmet‟in Karakoyunlu tahtına geçtiği sırada Celayirli beyleri birbirleri ile siyasi rekabete girişmişlerdi

Kara Mehmet, bölgede eskiden beri mücadele halinde olduğu Akkoyunlulara karşı Mutaharten‟le birlikte hareket ederek onları mağlup etti. Akkoyunlu beyleri Kadı Burhaneddin‟e sığındılar.

KARA YUSUF (1389-1420)

Kara Yusuf Karakoyunlu tahtına oturduktan sonra ilk iş olarak Tebriz üzerine yürüdü. Kara Yusuf Tebriz‟e girerek Celayirli idaresine son verdi. 1400 yılında Timur‟un Sivas‟ı alması üzerine Celayirli Ahmet ve Kara Yusuf‟la birlikte harekete geçen Yıldırım Bayezid, Erzincan ve Kemah‟ı ele geçirdi. Timur‟un, Kara Yusuf‟un öldürülmesi veya kendisine teslim edilmesi şartıyla barışı kabul edebileceğini bildirmesi üzerine iki devlet arasında savaş kaçınılmaz hale geldi.

Memlük Sultanı Ebu‟l-Ferec, Timur‟un düşmanlığını göze alarak onları öldürmedi. Ancak hapsetti. şam‟da bir yıl kadar zindanda kalan iki sultan yeniden dostluk kurdular. Hatta

Azerbaycan Kara Yusuf‟a, Irak-ı Arap da Celayirli Ahmet‟e kalmak suretiyle aralarında anlaşma bile yaptılar. Kara Yusuf, Diyarbekir yakınlarında Akkoyunlu Kara Yülük Osman‟ı yendi. Daha sonra Mardin‟e giren Kara Yusuf, şehrin hakimi Melik Salih Artukî‟yi Musul‟a tayin etti. Böylece Artuklu Devleti‟ne son verdi (1409).

Kara Yusuf, Ucan yakınlarındaki Sadabad köyüne geldiğinde hastalığı ağırlaştı. Burada konakladığı esnada da vefat etti (1420). Bunun üzerine Karakoyunlu ordusunda büyük bir karmaşa meydan geldi. Ordu dağıldı. Karakoyunlu beyleri Kara Yusuf‟un cenazesini Erciş‟e getirerek defnettiler. şahruh ise kolaylıkla Sultaniye ve Tebriz‟i ele geçirdi.

iSKENDER (1420-1438)

Akkoyunlular, Kara Yusuf‟un ölümünden faydalanarak Mardin üzerine yürümüşlerdi. Haberi alan iskender Akkoyunluları karşılamaya çıktı. Şeyh Kendi mevkiinde yapılan savaşta Akkoyunlular ağır bir yenilgiye uğratıldılar (1421).

iskender Bey, saltanatının ilk yıllarında şahruh‟a bağlı kaldı.

şahruh ise güçlükle kazandığı bu zaferden sonra kendilerine bağlı kalmak şartıyla Karakoyunlu topraklarını Kara Yusuf‟un oğulları arasında paylaştırdı. Bundan amacı onların arasında rekabet yaratarak devletin zayışamasını sağlamaktı.

Cihan şah Rey‟e gelip şahruh‟a bağlılığını bildirdi. şahruh da daha önce yanına gelen Karakoyunlu beylerini Cihan şah‟ın emrine vererek iskender‟in elinde bulunun toprakların ele geçirilmesi görevini verdi. iskender Bey, Cihan şah tehlikesini savuşturmayı beklerken oğlu şah Kubad tarafından öldürüldü (1438).

CiHAN şAH (1437-1467)

Cihan şah Karakoyunlu tahtına oturunca ilk iş olarak Gürcistan seferine çıktı.

1448‟de amcasına karşı isyan eden Elvend Mirza, Cihan şah‟ın yeğeninin kendisine teslim edilmesi talebi Akkoyunlular tarafından kabul edilmeyince, bu defa onların üzerine yürüdü (1450). Sonunda Akkoyunlu Cihangir Bey, Karakoyunlulara bağlılığını bildirdi ve barış yapıldı (1452).

Damgan, Cürcan, Meşhed ve Nişabur‟u işgal ettikten sonra Herat‟a yöneldi. şehri direniş görmeden ele geçirip kendi adına hutbe okuttu. Böylece Timurluların başkentini ele geçirmiş ve şahruh‟un haleş durumuna gelmişti.

Fars ve Irak-ı Arab‟ı elinde bulunduran Pir Budak Bey kardeşinin de katılımıyla güçlenip babasına karşı isyan etti.

Cihan şah oğlu Pir Budak‟ı öldürttü. Hasan Ali‟yi ise yeniden Makü kalesine hapsettirdi. Karakoyunluların geldiği haberini çok önceden almış olan Uzun Hasan açık bir savaş yerine Karakoyunlu ordusuna baskınlar yapmayı tercih etti. Bu yüzden 1467 yılının bütün yazı boyunca Akkoyunluların saldırılarıyla Cihan şah‟ın ordusu yıpratıldı. Karşısında muntazam bir ordu bulamayan Cihan şah kışın bastırması üzerine ordusunu dağıtmak zorunda kaldı. Bunu fırsat sayan Uzun Hasan Bey, Karakoyunlu karargahına baskın yaparak Cihan şah‟ı öldürdü (1467).

HASAN ALi (1467-1469)

Cihan şah‟ın ölüm haber Karakoyunlu beyleri tarafından duyulunca Makü‟de hapiste bulunan Hasan Ali‟yi hapisten çıkararak hükümdar yaptılar. Ancak Akkoyunluların takibi üzerine kendi hayatına son verdi. Bundan sonra Uzun Hasan Bey Kirman ve Bağdat‟ı ele geçirerek Karakoyunlu Devleti‟ni yıktı.

 

ABUZER BADEM—FİNAL

5.ÜNİTE

KURULUş

TUR ALi BEY (1340-1363)

KUTLU BEY (1363-1389)

PiR AHMET BEY (1389-1403)

KARA YÜLÜK OSMAN BEY (1403- 1435)

ALi BEY (1435-1438)

HAMZA BEY (1438-1444)

CiHANGiR BEY (1444-1453)

UZUN HASAN BEY (1453-1478)

ÇÖKÜş

KURULUş

Akkoyunlu Devleti‟nin idaresindeki konar-göçer Türkmenler ve Akkoyunlu hânedanının dayanağı

Bayındır boyunun Doğu Anadolu‟ya gelmesi, muhtemelen Moğol istilası sırasında olmuştur. Burada Karakoyunlu ulusunu meydana getiren diğer Türkmen kardeşleri ile birlikteMoğol-ilhanlı hakimiyetinde kalmışlardıilhanlılar ile Memlüklüler arasındaki sınır bölgede yaylak ve kışlak hayatı yaşayan Dögerler ise zaman zaman Arap Benî Rebia aşireti ile çatışma halinde idi.

TUR ALi BEY (1340-1363)

Diyarbekir ve havalisinde faaliyet gösteren Akkoyunlu Türkmenleri, Mardin‟de hüküm süren

Artuklularla işbirliği içine girdiler.

Bu sıralarda Akkoyunluların başında Tur Ali Bey bulunduğu için, onlar Tur Aliler olarak da bilinmekteydiler.

Gazan Han‟ın iltifatına mazhar olmuştu. Çağdaş Grek Tarihçileri onları “Amid Türkleri”diye adlandırıyorlardı.Tur Ali Bey, Bayburt hakimi Mahmud ve Erzincan Hakimi Ahi Ayna Bey ile kuvvetlerini birleştirerek 1348 yılında Trabzon üzerine de sefer düzenledi. ilhanlı hakimiyetinin

çökmesine paralel olarak Karakoyunlular, Irak‟taki Celayirlilerin, Akkoyunlular da Diyarbekir taraşarındaki Sutaylıların hakimiyetini benimsemişlerdi.

KUTLU BEY (1363-1389)

Kutlu Bey zamanında Karakoyunlular Musul‟dan Erzurum‟a kadar olan sahayı hâkimiyetleri altına almışlardı.

PiR AHMET BEY (1389-1403)

Kutlu Bey öldüğünde oğullarından Ahmed, Palu‟yu yönetiyordu. Akkoyunluların fetih siyaseti de öncelikle konar-göçer Türkmenleri denetim altına almak şeklinde belirginleşmeye başlıyordu.

Kutlu Bey‟in ölümünü fırsat sayan Erzincan beyi Mutaharten Akkoyunlu topraklarına saldırarak yağma ve talanda bulundu. 1389‟da Karakoyunlu tahtına oturan Kara Yusuf, Mutaharten ile işbirliği yaparak

Akkoyunluların üzerine saldırdı. Endris‟te yapılan savaşı Akkoyunlular kazandığı gibi Kara

Yusuf‟u da esir olduysa da hayatı bağışlandı.1394‟te Kadı Burhaneddin‟in Erzincan üzerine yaptığı sefere katılan Ahmet Bey

KARA YÜLÜK OSMAN BEY (1403-1435)

Kara Yülük Osman Bey, Sivas yakınlarında Kadı Burhaneddin‟le giriştiği savaşı kazanıp onu öldürttü(1398). Sivaslılar Kara Yülük‟ün şehirde büyük bir katliam yapacağından korkarak Yıldırım Bayezid‟den yardım istediler. Osmanlı sultanı, oğlu Süleyman Çelebi‟yi yardıma gönderdi. 1400 yılında Timur‟un Anadolu seferine katılan Kara Yülük Osman Bey,onunla birlikte Sivas‟ın muhasara ve zaptına katıldı. Ankara savaşında bizzat bulunup, Osmanlı kuvvetlerinin solunda bulunan Süleyman Çelebi‟yi bozguna uğrattı.Böylece Kara Yülük Osman Bey rakipsiz olarak Akkoyunlu tahtına oturdu. Kara Yülük Osman Bey, Timurluların (Çağataylılar) Karakoyunlularla mücadelesinde aktif rol almıştı.

ALi BEY (1435-1438)

HAMZA BEY (1438-1444)

CiHANGiR BEY (1444-1453)

Urfa hakimi olan Cihangir Bey, tahta geçtiğinde Uzun Hasan Bey onu destekledi. Karakoyunlu Cihan şah büyük bir orduyu Diyarbekir üzerine gönderdi. Uzun Hasan Bey bu orduyu büyük bir bozguna uğratınca Cihangir Bey‟in emrindeki asker ve beylerin çoğu Uzun Hasan‟a bağlandılar.

UZUN HASAN BEY (1453-1478)

1459‟da ise Gürcistan üzerine sefer yaparak onlara ait altı kaleyi zapt etti. Dönüşte Eğil beylerine son vererek bölgede hakimiyetini kurdu. Böylece batı da Osmanlılarla komşu oldu. Bu sırada Osmanlı tahtında Fatih Sultan Mehmet oturuyordu. Osmanlılara karşı Karamanoğulları, isfendiyaroğulları, Trabzon Rum Devleti ve Venediklilerle ittifak kurmaya çalıştı. Fatih Sultan Mehmet, Akkoyunluların Trabzon üzerindeki himayelerini kaldırmaları ve Osmanlı topraklarına saldırmamaları karşılığında barışı kabul etti.

Uzun Hasan, Osmanlıların Trabzon‟un fethiyle meşgul olmasını fırsat bilerek 1462‟te Gürcistan üzerine yeni bir sefer düzenledi. Dönüşte Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf) şehrini ele geçirerek Eyyubî Devleti‟ne son verdi. Uzun Hasan Bey‟in Karakoyunlu devletine son vermesiyle bu defa yaylakları ele geçiren Akkoyunlular, Erzurum-Diyarbekir koridorunda göçebe hayvancılık ile uğraşan Türkmenleri siyasî çatılarının altına alma çalışmalarını tamamlamış oldular. 1467 yılında en büyük düşmanı Karakoyunlu Cihanşah üzerine yürüyen Uzun Hasan Bey, ani bir baskınla onu öldürdü. Kısa zaman içinde Karakoyunlu beylerini ard arda yenip Karakoyunlu Devleti‟ne son verdi.

Uzun Hasan Bey‟in Karamanoğulları topraklarında nüfuz sahibi olmaya çalışması, Trabzon‟un fethini önleme gayretleri, Osmanlılara karşı Venediklilerle ittifaka girişmesi, hatta Osmanlı topraklarına zaman zaman taarruz etmesi, bu devlet ile ilişkileri savaş noktasına getirdi. Avrupa saraylarında, Fatih Sultan Mehmed‟den ayırmak için “Küçük Türk” diye adlandırılan Uzun Hasan Bey. Akkoyunlular, Otlukbeli Savaşı‟nda (1473) büyük kayıpların yanı sıra Osmanlılara üç binden fazla esir verdiler.

ÇÖKÜş

Uzun Hasan Bey‟in 1478‟de Tebriz‟de ölümünden sonra çocukları arasında taht mücadeleleri patlak verdi. Akkoyunluların ikinci defa olarak yakaladığı parlak dönem Yakup Bey‟in bir salgın hastalık neticesinde ölümü üzerine yerini yine taht mücadeleleri ve aşiret kavgalarına bıraktı. 1496 yılında bazı aşiret reislerinin daveti üzerine istanbul‟da bulunan Uzun Hasan‟ın torunu ve II. Bayezid‟in damadı Göde Ahmet Bey Akkoyunlu ülkesine gelerek tahta oturdu (1496).

Muhammedî Mirza‟nın ölümü üzerine Akkoyunlu Devleti Murad ile Elvend arasında paylaştırıldı (1471).

Rüstem Bey‟in tahta geçişiyle başlayan iç karışıklıklardan en çok, taht mücadeleleri esnasında serbest kalan ve şeyh Haydar‟ın müritlerini etrafında toplayarak faaliyetlerini Erzincan ve

çevresinde sürdüren şah ismail-i Safevî faydalandı.Tebriz‟e yürüyerek Elvend Bey‟i yendi (1501).

Burada, On iki imam adına hutbe okutup para bastırdı; şahlığını ilan etti. Böylece Safevî Devleti kurulmuş oldu.

6.ÜNİTE

KURULUş

şEYH CÜNEYD

şEYH HAYDAR

şAH iSMAiL (1501-1524)

I. TAHMASB (1524-1576)

II. iSMAiL (1576-1578)

I. ABBAS (1587-1629)

şAH SAŞ (1629-1642)

II. ABBAS (1642-1666)

şAH SÜLEYMAN (1666-1694)

SULTAN HÜSEYiN (1694-1722)

Safeviler

KURULUş

Hanedan, adını merkezi Erdebil‟de bulunan Safevîye tarikatının reisi şeyh Saşyüddin‟den almıştır. Hz. Ali‟nin soyundan geldiği ve yedinci imam Musa Kâzım‟a dayandığı ileri sürülmüştür. Timur‟un Anadolu seferinden dönerken Hoca Ali‟yi ziyaret etmesi, onun nüfuzunu daha da arttırdı.

şEYH CÜNEYD

Cüneyd, Anadolu‟ya gelerek II.Murad‟dan kendisine faaliyet gösterebileceği bir yer vermesini istedi. Uzun Hasan Bey‟e sığınan Cüneyd, Akkoyunlu sarayında iltifata mahzar olup, Uzun Hasan Bey‟in kız kardeşi Hatice Begüm ile evlendi. Bu evlilikten oğlu Haydar doğdu.

şEYH HAYDAR

Uzun Hasan‟ın kızı Alemşah Begüm ile evlenen şeyh Haydar, Erdebil‟e giderek irşad faaliyetlerine devam etti. Müridlerinin sayısı hızla artan şeyh Haydar, tarikatın simgesi olarak onlara on iki dilimli kırmızı renkli başlıklar giydirdi. Bundan sonra Safevî tarikatının takipçileri

Kızılbaş adıyla anılmaya başladı.Kafkaslardan vergi almakta olan şirvanşah Ferruh Yesar,

Haydar‟a karşı, Akkoyunlu hükümdarı Yakup Bey‟den yardım istedi. Derbend yakınlarında yapılan savaşta Akkoyunlular, şeyh Haydar‟ı öldürüp (1488) cesedini Tebriz‟e getirerek halka teşhir ettiler.

şAH iSMAiL (1501-1524)

Önce şirvanşahların ülkesine taarruz edilerek şirvanşah Ferruh Yesar mağlup edildi. (1500) . 1501 tarihinde az bir kuvvetle

Akkoyunlu sultanı Elvend‟in 30000 kişilik ordusu şerur yakınlarında yapılan savaşta ağır bir yenilgiye uğratıldı. Elvend, Diyarbekir‟e kaçtı. ismail, Tebriz‟e girerek tahta oturdu. On iki imam şiîliğini resmî mezhep ilan edip, ilk şiî ezanı okuttu. Hutbelerde Hz.Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman‟a lanet okunmasını emretti.

şah ismail, Özbekleri ağır bir yenilgiye uğrattı (1510). Merv ve Herat hakimiyet altına alındı. şah,

şeybani Han‟ın başını kestirerek Osmanlı Sultanı II. Bayezid‟e gönderdi. Takip eden yıl, Anadolu‟da Teke Türkmenleri Osmanlılara karşı isyan edip, şah ismail‟in hizmetine girmek amacıyla iran‟a yöneldiler.

1512‟de Nur Ali Halife Rumlu, Kızılbaş Türkmenleri Safevîlere bağlamak amacıyla Anadolu‟ya gönderildi. O, Tokat yakınlarında Osmanlı ordusunu hezimete uğrattı. Tokat‟ta şah ismail adına sikke kestirdi. Bu arada II. Bayezid‟in hal‟inden sonra tahta geçmiş olan I. Selim‟e karşı çıkan şehzâde Ahmed‟in oğlu Murad, adamlarıyla birlikte Safevîlere sığındı.

Çaldıran Savaşı (1514)

Selim, Anadolu‟daki Kızılbaşların harekete geçme ihtimaline karşı tedbirler aldıktan sonra, büyük bir ordu ile iran üzerine yürüdü. Erzincan üzerinden Tebriz‟e doğru ilerledi. Hoy yakınlarındaki Çaldıran ovasında yapılan savaşta Safevîler yenildiler (23 Ağustos 1514).

1.TAHMASB (1524-1576)

şah ismail‟in ölümünden sonra Emirü‟l-ümeralık makamına yükselmiş olan Div Sultan-ıRumlu devlet işlerini bütünüyle ele geçirmişti. 1531‟de Tekelü aşiretinin iktidardan uzaklaştırılması üzerine Osmanlı Devleti‟ne sığınmış olan eski Azerbaycan beylerbeyi Ulama Han, Kanunî Sultan Süleyman‟ı iran‟da meydana gelen iç karışıklılar ile Özbeklerin saldırıları konusunda bilgilendirmiş ve onu iran‟a sefer düzenlemeye ikna etmişti. Osmanlı Sultanı, Ulama Han‟ı paşa

ünvanıyla Bitlis‟e gönderdi. Osmanlıların bu tutumundan rahatsız olan Bitlis hakimi şeref Han ise

Tahmasb‟a sığındı. Veziriazam ibrahim Paşa 1534‟te Tebriz‟e yürüyerek burayı ele geçirdi. Kanunî Sultan Süleyman iki ay sonra Tebriz‟e geldi.

1554‟de Osmanlıların iran‟a yöneldiği haberi üzerine şah Tahmasb, Kanunî Sultan Süleyman‟a elçiler göndererek iyi niyetli yaklaşımlarda bulunmuş, mektuplar teati edilmek suretiyle 1555 yılından itibaren Osmanlılarla barış dönemi başlamıştır. şehzâde Bayezid‟in iran‟a sığınması bu barışı kısmen zedelemişse de, onun Osmanlılara teslimi ve katledilmesinden sonra yeniden eski duruma dönülmüştür. Avrupalı devletler elçiler göndermek suretiyle Safevîleri Osmanlılara karşı kışkırtmaya çalışmı şlarsa da şah Tahmasb bunlara fazla itibar göstermemiştir. V.Karl, Papa Pius ve Portekizliler.

iSMAiL (1576-1578)

MUHAMMED HÜDABENDE (1578-1587)

ismail‟in kardeşlerini öldürttüğü ve Safevî tahtının varisi kalmadığı haberini alan Özbek Celal Han, büyük bir ordu ile iran topraklarına girip Meşhed‟e kadar ilerledi. Ancak, Meşhed hakimi Murtaza Kulu Han-ı Pürnek ile yaptığı savaşta öldürüldü. şirvan şahı‟da Sünnî mezhebe geçtiğini bildiren bir elçilik heyetini istanbul‟a göndererek Safevîlere karşı Osmanlılardan istemişti. Bu durum Kanunî Sultan Süleyman ile şah Tahmasb arasında 1555‟te tesis edilen sulhun bozulmasına ve Osmanlıların iran‟a saldırmalarına zemin teşkil etti.

ABBAS (1587-1629)

Abbas tahta geçer geçmez ilk iş olarak iç problemleri ortadan kaldırmak amacıyla orduda geniş bir ıslahata girişti. Öncelikle Kızılbaş reislerinin gücünü kırmak amacıyla şahseven adıyla yeni askeri birlikler meydana getirdi. Bu yeni ordu, şah‟a sadık olduğuna şüphe olmayan Kızılbaş

Türkmenlerden başka, Gürcü, Çerkes, Ermeni ve diğer Kafkas halklarından küçük yaşta iran‟a gelenler ile savaşlarda esir düşüp islamiyeti seçenlerden oluşuyordu.

Abbas, Böylece iran en geniş sınırlarına ulaştı.ingiliz ve Hollandalı tüccarların başkentte temsilcilik açmalarına izin verildiği gibi bunlara geniş kapitülasyonlar da tanındı.

şAH SAŞ (1629-1642)

1638‟de Bağdat IV. Murad tarafından ele geçirildi. 1639‟da Osmanlılarla imzalanan Kasr-ışirin Antlaşması Osmanlı-iran sınırını geniş ölçüde belirlediği gibi iki ülke arasında uzun süreli bir barış dönemin de başlangıcı oldu.

ABBAS (1642-1666)

Fransızlar da II. Abbas‟ın ölümüne yakın bazı imtiyazlara sahip oldular.

şAH SÜLEYMAN (1666-1694)

SULTAN HÜSEYiN (1694-1722)

eğlence ve işrete daha fazla zaman ayırmaya başladı. Bu durum sarayın masraşarını iyice arttırdı.

1698‟de ülkenin doğusunda bulunan Belucîler ayaklandılar. şah Sultan Hüseyin bu ayaklanmayı ancak Gürcü Kralı II. Giorgi‟nin yardımı ile bastırabildi. Bu gelişmeler saraydaki Gürcü nüfuzunu daha da güçlendirdi. 1722 yılında isfahan yakınlarında Safevî ordusunu ağır bir yenilgiye uğratıp, başkenti kuşattı. şah Sultan Hüseyin, 12 Ekim 1722‟de kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldı. Böylece Afganlılar iran‟ın resmî hakimi durumuna geldiler.

Avşarların Kırıklı kabilesine mensup olan Nadir, 1726‟da Esterabad bölgesine yerleşmiş olan II. Tahmasb‟a katıldı.Aralık 1729‟da Eşref‟i şiraz yakınlarında yenilgiye uğratıp iran‟dan çıkardı. Böylece iran‟daki Afgan hakimiyeti sona erdi. 1736‟da Nadir şah unvanı

ile tahta geçti. Böylece 1722‟den beri zaten şilen sona ermiş olan Safevî Devleti tamamen ortadan kalktı.

SAFEVi DEVLETiNDE TEşKiLAT VE KÜLTÜR

Safevîler, devlet teşkilatında ilhanlı ve Akkoyunlu geleneğini devam ettirmekle birlikte kadim iran devlet anlayışının da canlanmasına imkan sağlamışlardır. Safevîlerin ilk dönemlerinde şehzâdeler devlet tecrübesi edinmeleri için bir Kızılbaş reisin lalalığında eyaletlerde görevlendirilirlerdi. Ancak, şah I. Abbas‟tan itibaren bu geleneğe son verildi.

Divan

Safevîlerin ilk dönemlerinde hem dini kurumların hem de Adalethane‟nin başında Sadr bulunuyordu. adalet işleri Divan Begi‟nin uhdesine devredildi. Bu görevin başında çoğunlukla Türk kökenliler bulunmaktaydı. Bürokrasi, Tacik diye de adlandırılan Fars kökenlilerin elindeydi.

Ülke Yönetimi

Eyalet idaresine genellikle “bey”, “han” veya “sultan” rütbesi ile Türkmen kökenli reisler tayin edilirdi. Bazı eyaletler ise şehzadelere tahsis edilirdi. Safevilerin ilk dönemlerinde eyaletlerin idaresini elinde bulunduranlar hangi rütbeye sahip olursa olsun “hâkim” olarak nitelendirilirlerdi.

Selçuklularda da uygulanan ikta geleneğinin bir devamı olarak, idarecilere veya askeri sınıfa “tuyul” adı ile araziler tahsis edilirdi.

Ekonomi

Türkmenler “Han” veya “Bey” adı verilen bir aşiret reisinin etrafında irili ufaklı cemaatler halinde hareket ediyorlar, yaygın olarak koyun besliyorlardı.I. Abbas zamanında köprüler ve kervansaraylar yapılmak suretiyle yol ağı daha güvenilir ve kullanılabilir hale getirildi.

şehirlerde ticarî hayat daha çok Ermeni, Yahudi ve Hindli tüccarların elindeydi. Yahudiler ve Hindliler kıymetli madenlerin ticareti ile meşgul iken Ermeniler dış ticareti ellerinde bulunduruyorlar ve neredeyse bütün Avrupa şehirlerini dolaşı yorlardı. Ermeniler sayesinde iran ipeği ve halısı Avrupa‟nın en uzak şehirlerine kadar pazarlanabiliyordu. Dahilî ticaretin gelişmesinden çok, dış ticarete önem veren I.Abbas, Ermeni tüccarın Avrupa ile bağlantısından istifade etmek amacıyla Azerbaycan‟ın Culfa şehrinde bulunan Ermenilerinin büyük bir bölümünü isfahan‟a nakledip onlar için yine Culfa adıyla yeni bir yerleşim yeri kurmuş ve dinî hayatları da dahil olmak üzere geniş imtiyazlar tanımıştı.

ilim

şah Abbas zamanında iran‟a gelen Sherley kardeşler yanlarında bazı askerî teknoloji kitapları ile top dökümünü bilen bir mühendis de getirmişlerdi. Tıp konusunda en önemli şahsiyetlerden biri, Herat ve Rey‟de tahsil görmüş olan Muhammed Hüseyin Nurbahşî Bahaüddevle idi. Onun, 1501‟de yayınladığı Hülasatü‟l-Tecarüb adlı eseri kısa sürede şöhret sahibi olmasını sağladı. Meşhed‟deki

şifahanede çalışan imadeddin Muhammed şirazî ise 1569‟da yazdığı risalesinde özellikle frengi hastalığının tedavisinden bahsetti.

7.ÜNİTE

AYBEK VE DELHi’DE iLK TÜRK SULTANLI⁄I’NIN KURULUşU (1206-1211)

iLTUTMUş VE şEMSiYYE HANEDANI (1211-1266)

BALABAN HANEDANI (1266-1290)

DELHi’DE HALCÎ / KALCÎ / KALAÇ SULTANLI⁄I (1290-1230)

DELHi’DE TU⁄LUK SULTANLI⁄I (1320-1414)

DELHi’DE SEYYiD VE LODi HANEDANLI

Delhi Türk Sultanlıkları (1206-1451)

GiRiş

Hindistan‟daki Türk egemenliği ve ülkenin islamlaşması Gazneliler zamanında olmuştur. Bugünkü Afganistan‟da bulunan Herat‟ın doğusundaki ülkeye Gur adı verilir. Ancak Gurluların Afgan veya Pathan oldukları ileri sürülmüştür. Gurlular Devleti‟nin güçlenmesi ve

Hindistan‟a seferler yapması, Gazneli soyundan gelen iki kardeşin yani Gıyaseddin Muhammed ve şihabüddin Muhammed‟in zamanlarında gerçekleşmiştir.

Sultan Muizüddin Muhammed 1192 yılında Hintli Racputları Tarain/Tara-orî‟de yenerek önemli bir zafer elde etti. Bu zaferle

birlikte Delhi ve Ecmir, Muhammed‟in eline geçti. Hindistan Türk tarihi bakımından önemli bir dönüm noktası olan bu zaferi, bazı tarihçilerin sonuçları itibariyle Malazgirt zaferine benzetmesi yerindedir. Zira bu muharebeyi müteakip Kuzey Hindistan‟ın önemli şehir ve kasabaları peş peşe Gurlu hâkimiyeti altına girdi.

AYBEK VE DELHi’DE iLK TÜRK SULTANLI⁄I’NIN KURULUşU (1206-1211)

Gur Sultanı Muizüddin, ordusundaki ünlü kumandanlarından Aybek‟i Hindistan‟da genel vali ve ordu komutanı olarak bıraktı ve kendisi Gazne‟ye döndü. Aybek 1193‟de Delhi‟yi ele geçirdi. Bu tarihten itibaren de Kuzey Hindistan‟da şilen Delhi Türk Sultanlığı kurulmuş oldu. Ancak devletin resmi kuruluşu Muizüddin‟in 1206 yılında ölümünden sonradır.

Gazneli Sultanı şihabüddin Muhammed‟in kölesi ve kumandanı olan Kutbeddin Aybek, Delhi Sultanı olarak tahta çıkarıldı ve alt kıtanın büyük bir kısmı tedricen onun hükümranlığı altına girdi. Aybek, 1206‟da Lahor‟da Hindistan tahtına çıktığında “Kutbü‟d-dünya ve‟d-din”unvanını aldı ve daha sonra devlet merkezini Delhi‟ye taşıdı.Aybek, başarılı bir devlet adamı, cömert bir insandı. O‟nun Delhi‟yi fethettikten sonra yaptırmaya başladığı ancak haleş Sultan iltutmuş tarafından tamamlanan Kutup Camiidir. Türk‟ün Hint toprakları üzerinde yükselen muhteşem abidelerindendir.

Aybek‟in ölümünden sonra, Hindistan Türk Sultanlığının dört ana bölüme ayrıldığı görülür.

Delhi‟de Aybek‟in oğlu Ârâm şah

Badaun bölgesinde Aybek‟in damadı iltutmuş

Yukarı Sind bölgesinde Aybek‟in diğer damadı Kabaca

Bengal‟de Kalaçlardan Ali Bey

iLTUTMUş VE şEMSiYYE HANEDANI (1211-1266)

iltutmuş, savaştan sonra Sultan tarafından bizzat hilat giydirilerek şereşendirilmiş ve azat edilmişti. Ardından emirü’l-ümeralığa yükseltilen iltutmuş, Delhi‟de bulunan Aybek‟in oğlu

Ârâm şah ile damat iltutmuş arasında, Delhi tahtı için yaşanan mücadeleyi iltutmuş kazanmış ve tahta çıkmıştır. Sultan iltutmuş, Tarain düzlüklerinde karşılaştığı Tâcceddin Yıldız‟ı mağlup etmeyi başarmış ve böylece gücünü sağlamlaştırarak Delhi‟nin en büyük sultanlarından biri olmuştur.

Orta Asya‟daki Moğol istilasının Hindistan Türklüğü açısından önemli bir sonucu olmuştur: bu istila başlar başlamaz önemli ölçüde Müslüman Türk, Hindistan‟a akın etmiş, iltutmuş veya Kabaca‟ya sığınmıştır. Böylece Hindistan‟daki Türk nüfusu artmış, bu da Hindistan‟daki gelişmeleri olumlu yönde etkilemiştir. iltutmuş‟un Abbasi Halifeliği ile kurduğu ilişkiler de dikkat çekicidir. 1229 yılında Halifenin elçileri iltutmuş‟a hilat ve menşur getirerek iltutmuş‟un, Hint Sultanı ve fethettikleri yerlerin hükümdarı olarak tanındığını beyan etmişlerdi.

iltutmuş, Aybek‟in ölümünden sonra parçalanmış ve bir kısmı da Hinduların eline geçmiş bulunan Hindistan coğrafyasını yeniden tek bir idare altında toplamıştır. Sirhindî ondan”Sultan-ı Adl” olarak bahseder. iltutmuş‟un kendisinden sonrası başka oğulları bulunmasına rağmen kızı

Raziye‟yi veliaht yapması şaşkınlık yaratmıştı. Kendisi “Oğullarım gençlik eğlencelerine dalmışlar, hiç birisinde ülkeyi idare edecek yetenek yok, ben öldükten sonra oğullarımdan hiçbirisinin kızım kadar veliahtlığa yaraşmadığı görülecektir” demiştir.

Bütün bu karışıklıkları Raziye başarı ile sonlandırır, ancak ülke yönetiminde etkin olan beyler Raziye‟nin iktidarından yine de hoşnut değillerdir. Çoğunluğu Türk olan bu beylere genel itibari ile “Kırklar‟ adı verilir. Delhi Türk Sultanlığı tahtına iltutmuş‟un oğullarından Behram şah geçirildi. Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Delhi‟de önemli olaylar cereyan etti. Zira “şirin-i Dihlevî” veya “şirin-i Gurî” mahlaslarıyla yazdığı beyitleri, kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örneklerindendir.

Sultan Nâsırüddin Mahmud‟un yirmi yıllık saltanatı süresince üç önemli mesele görülmektedir. Bunlar; Moğol saldırıları, Hindu tecavüzleri ve hepsinden önemlisi melikler arasındaki gruplaşmalardan doğan iç çekişmelerdir. Türk beyler, yani “Kırklar‟ idi. Gerçek egemenliği elinde bulunduran bu beyler, istedikleri zaman iltutmuş soyundan gelen birini tahta geçirmişler, gerektiğinde bunu indirip başkasını tahtta çıkarmak suretiyle şili hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdi. Ancak iltutmuş soyundan başka kimse kalmayınca içlerinden en kuvvetlisi olan Balaban Uluğ Han‟ı tahta çıkarmışlardır.

BALABAN HANEDANI (1266-1290)

Delhi‟de hüküm süren Türk Sultanlıklarının üçüncüsü Balabanlılardır. Balaban, Orta Asya‟nın Moğollarca istila edildiği dönemde köle olarak yakalanmış ve Delhi‟de iltutmuş‟a satılmıştı. Kabiliyeti ve sebatı sayesinde yüksek yerlere geldi. 1266 ile 1290 tarihleri arasında yirmi dört yıl hâkimiyet süren bu hanedan, bir rivayete göre Kıpçakların Uluğ-Borlu kabilesine, başka bir rivayete göre de Orta Asya‟nın ilberi Türklerine mensuptu.

DELHi’DE HALCÎ / KALCÎ / KALAÇ SULTANLI⁄I (1290-1230)

Kalaçlar olarak da bilinen Kalcîler/Halcî‟ler köken olarak Türk‟tüler ancak uzun süredir Afganistan‟da yaşadıklarından kısmen Afganlaşmışlardı.Kalaçların Duâb bölgesinden doğuya, Bengal‟e doğru yayılışları da Gazi ihtiyârüddin Muhammed Bahtiyâr Kalaç yönetiminde gerçekleşmişti. Delhi Kalaç Sultanlığı‟nın kurucusu Celaleddin Şrûz şâh. Celaleddin Şrûz‟u uğraştıran ilk mesele Melik Çahçu Kişili Han‟ın isyanıdır.

Balaban zamanında Delhi‟ye yerleşen Seydi Mevla, Kalaçlardan memnun olmayan bazı kişilerle harekete geçerek Sultan‟a bir suikast tertip etti. Sultan Celâlaleddin Şrûz şâh, Kara civarında Ganj nehri kıyısında Alâeddin Muhammed Kalaç ile karşı karşıya geldi. Sultan, tedbirsiz davranarak görüşmeler yoluyla meseleyi çözmek üzere, yeğeni ve ayrıca damadı olan Alaeddin ile buluştuğu sırada öldürüldü (Temmuz 1296). Alâeddin, hemen Alâeddin Muhammed Kalcî olarak kendisini sultan ilan etti.

Çağatay tehlikesinin ortadan kalkması üzerine, o zamana kadar hiçbir Sultanın cüret edemediği bir işe, yani Güney

Hindistan‟ın fethine girişti. Hindistan‟daki hâkimiyet önemli ölçüde güçlü bir teşkilata ve büyük bir mali güce dayanmak zorundaydı. Bu sebeple memurlar ve Hindu racalar üzerindeki denetimini sıklaştırdı. ilave vergilerle hazineyi doldurdu. Tavizsiz bir ekonomi ve başarılı bir şyat kontrol sistemi kurarak orduya mali kaynak sağladı.Neticede, Hindistan‟da hiçbir Fatih‟in ulaşamadığı bölgeler Alâeddin Muhammed şâh‟ın hâkimiyeti altına alınmıştı.

DELHi’DE TU⁄LUK SULTANLI⁄I (1320-1414)

Gazi Melik Tuğluk, Gıyâseddin Tuğluk unvanıyla Delhi tahtına otururken, 1414‟e kadar sürecek bir Hanedanın da kurucusu olmuştur. Bu ailenin menşei kesinlikle belli değildir. Ama Gazi Tuğluk‟un babasının Karauna Türklerinden olduğu bilinmektedir. Delhi‟de yapı-

lan törenler sırasında çadırın çökmesi sonucu Tuğluk öldü. iktidarı oğlu Cavna/Cuna Han ele aldı ve Muhammed şah unvanı ile tahta çıktı

Muhammed Tuğluk Devletâbât adını verdiği Deogir/ Devagiri‟yi seçti ve orada 1327‟de bir metropol kurmaya karar verdi. 1338‟de Çin‟i fethetmek üzere harekete geçti. Muhammed Tuğluk, Halife tarafından kabul görmek için birtakım uygulamalarda bulunmuştu. Bunlardan en ilginci üç yıllığına Cuma namazları ve iki bayram namazının geçici olarak iptal edilmesidir. Halife‟den gelen elçi üzerine 1344‟de namazlarla ilgili karar iptal edilmiştir.

Hiç bir ihtirası olmayan, geriye kalan ömrünü dünyadan elini çekerek inzivada geçirmek isteyen Şrûz şâh Tuğluk, (1351-1388) tahta geçtiği sırada Hacca gitmek kararındaydı.Kanal açtırmak, kuyu kazdırmak gibi alınan tedbirler ve ağır vergilerin kaldırılması sonucu tarım gelişti, üretim arttı. Şrûz şâh inşa faaliyetlerine girişti. 1398‟de Timur, Delhi üzerine yürüdüğünde devlet böyle bir başıboşluğun içerisindeydi. Sultanlık kuvvetleri Delhi yakınlarında Timur‟a ağır bir şekilde yenildi.

DELHi’DE SEYYiD VE LODi HANEDANLIKLARI

Şrûz şâh, Multan Valiliği‟ne Hızır Han adında birini tayin etmişti. Timur, sultanlığı istila edince Hızır Han onunla işbirliği yaptı ve Pencâb ve yukarı Sind‟in valiliğini elde etti. Hızır Han, ardından iktidarını sağlamlaştırarak Delhi‟yi zapt etti. Böylece Seyyid Hanedanlığının temelini attı. Hızır‟ın bir seyyid olması sebebiyle sülaleye bu isim verildi.

iDARi HAYAT

Delhi Sultanları başlangıçta Bağdat Halifeliği‟nin hâkimiyetini kabul etmişlerdi. Bu manada ilk resmi berat Halife el-Mustansır tarafından gönderilen bir icazetname ile iltutmuş döneminde, 1229 yılında sağlandı.Sultanın seçilmesi gerçek manada değil fetih veya üstün güce dayalı olarak

önceden kararlaştırılmış birisinin tasdiki şeklinde idi.

Dört büyük dîvân vardı: 1) Dîvân-ı Vezâret; 2) Dîvân-ı Risâlet; 3) Dîvân-ı inşâ; 4) Dîvân-ı Arz. Devrin anlayışına göre; Dîvân-ı Vezâret diğer üç dîvândan daha üstün sayılmaktaydı. idarî teşkilâtta en yüksek ve yetkili makam Dîvân-ı Vezâret idi. Bütün devlet işleri vezir başkanlığında toplanan Dîvân-ı Vezâret‟te görüşülüp karara bağlanırdı.

Posta ve istihbarat işlerine Dîvân-ı Berîd bakardı ve Dîvân-ı Berîd‟in ülkenin her tarafında resmî ve gizli istihbarat memurları vardı. Sultan Alâeddîn Kalcî bunun yanı sıra Delhi‟deki çarşı ve pazarlarda alışverişin belirlenen şyat tarifelerine uygun yapılıp yapılmadığını ve esnafın doğru ölçü ve tartıları kullanıp kullanmadığını öğrenmek amacıyla mütefahhıslar ileberîd-i mende ve berîd-i münhî adı verilen istihbarat memurları tayin etmişti (1303-1305).

Hindistan‟da, memleket idaresi bakımından toprakların esas itibari ile iki önemli kısma ayrıldığı görülür: 1-Memurlar eliyle yönetilen topraklar; 2-Yerli Racaların elinde bırakılarak haraca tabi topraklar. Memurlar eliyle idare edilen yerlerde iki türlü yönetim tarzı uygulanmaktadır. Bunlardan ilkine arazi-i halise ya da kısaca halise adı verilmektedir. Bu yerler merkezden, doğrudan doğruya Sultan hesabına idare edilmektedir. Uygulanan ikinci şekle ise arazi-i maktua ya da kısaca ikta denilmektedir.

Örş davaların görüldüğü ve karara bağlandığı yargı organı “Dîvân-ı Mezâlim” idi.Dîvân-ı Mezâlim‟e bizzât sultan başkanlık ederdi.

Delhi Türk Sultanlığında halkın hukuki ve şer‟i işlerine kadılar bakar, davalarda hükümler Hanefî fıkhına göre verilirdi. Bütün kadıların başı olan Kâdı-yı memâlik (Kâdı‟l-kudât),sultandan sonra ülkedeki en büyük yargıç idi. Eyaletler

şıkk‟lara şıklar pargana‟lara ve parganalarda dih topluluklarına ya da köylere bölünmekteydi.

Eyâletlerdeki askerlere, “haşem-i etrâf” denilmekteydi. Delhi‟de bulunan askerlere ise”haşem-i kalb”, “leşker-i kalb”, “efvâc-ı kalb” veya “haşem-i hazret” adları verilirdi. Delhi Sultanları döneminde Müslüman toplumda tarikatların önemi büyüktü. Özellikle Çiştiilik, Kadirilik, Suhreverdilik ve Nakşibendilik çok yaygındı. Fıkıh okulu olarak da Haneşlik tercih edilmişti.

KÜLTÜR VE SANAT

Hindistan‟da devletin resmi dili Farsça idi. Kuzey Hindistan‟da ise daha çok Hindu yerli dili konuşulmakta idi. Zamanla Türklerin ve yerlilerin karşılıklı tesirlerinin sonucu olarak Farsça, Türkçe ve Hindu dilleri karışımından oluşan “Ordu Dili‟ ortaya çıktı.Müslüman Türkler, önceleri minare şeklinde kule ve hele de kubbenin hiç bulunmadığı ülkede dünyanın yükseklik bakımından ikinci ve bir binaya dayanmayan minareler arasında birinci minaresini, Kutup Minar‟ı inşa ettirmişlerdir.

Kutup Minare Hindistan Türk Sultanlığının zafer anıtıdır. Eserin yapımına 1199‟da Kutbeddin

Aybek zamanında başlanmış ve iltutmuş zamanında1230 yılında tamamlanmıştır.

8.ÜNİTE

BABÜR (1483-1530)

HÜMAYÛN (1530-1540, 2. DEFA 1555-1556)

OSMANLI-BABÜR iLişKiLERi

EKBER DEVRi (1556-1605)

CiHANGiR DEVRi (1605-1627)

HiNDiSTAN’DA NAKşiBENDiLiK

şAH CiHAN DEVRi (1628-1659)

DÂR şÜKÛH VE EVRENGZiB

Babürlüler Devleti (1526-1858)

BABÜR (1483-1530)

Bu imparatorluğun kurucusu olan Babür merkezi Endican olan Fergana Hanlığının beyi Ömer şeyh‟in oğludur. Fergana hanlığı Çağatay neslinden gelen Moğol hanlığının parçalarından biridir.

Bu esnada Orta Asya‟da Özbekler tarafından kurulan şîbaliler Devleti ile uzun yıllar uğraşmak zorunda kalmıştır. Yönetim merkezi, 1504 yılında işgal edip karargâh haline getirdiği Kabil oldu. 1511‟de gelen Safevi yardımı ile Babür, Semerkad‟ı üçüncü defa ele geçirdi. Babür‟ün bu şekilde Safevilerden yardım görmesi, Orta Asya‟daki Sünni taraftarlar arasında itibarını gölgelemiştir.

Hindistan imparatoru olarak Babür‟ün adı hutbede okunarak bölgede Moğol imparatorluğu kurulmuş oldu. Osmanlılarla doğrudan münasebet kurmayan Babür sadece topçulukta Osmanlı usullerini takip etmiştir. Babür 1530 yılında ölmüş, yerine oğlu Hümayûn geçmiştir.

HÜMAYÛN (1530-1540, 2. DEFA 1555-1556)

Hümayûn tahta çıktıktan bir süre sonra Afgan Sur kabilesinden şir şah Surî isyan etmiş, büyüyen isyan sonucunda Hümayûn Hindistan‟ı terk ederek iran‟a sığınmak zorunda kalmıştır. şir Han‟ın ölümü üzerine rahat bir nefes alan Hümayûn, Surlar‟ın bölünmüş gücüne karşı yeniden harekete geçti. Safevi elçisi Veled Bey Tekelü vasıtasıyla Hümayûn, iranlı ünlü ressam Abdüssamed‟i yanına davet etmiş, böylece Hindistan‟daki Türk-Moğol resim ekolünün temelleri atılmıştır.

OSMANLI-BABÜR iLişKiLERi

Kanuni devrinde Osmanlı‟nın Hindistan bölgesine olan ilgisi, Hint Denizindeki Portekizlilerin faaliyetleri karşısında Gucerat hâkimi Bahadır şah‟ın yardım talepleri ile başlamıştı.

EKBER DEVRi (1556-1605)

Tam adı Celaleddin Mehmet Ekber şah olan Hümayûn‟un oğlu Ekber, tahta çıktığında henüz 14 yaşındaydı.Ekber‟in dini düşünceleri muğlaktır. Çiştî tarikatına bağlı birisi idi. ulemanın nüfuzunu

kırarak islam dininin başı olmayı planlayan Ekber, dini bir kişilik olan şeyh mübarek ve oğullarının etkisiyle mehdilik temayülü göstermiştir.

Ekber‟in dini görüş ve siyaseti aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

1.Bir hükümdar olarak ulemanın egemenliğinden kurtulmak ve Hindistan‟da islam‟ın önderi olmak.

2.Müslüman ve Hindu dinleri arasında benzerlikler ve yakınlıklar aramak; böylece yakınlıkları tespit ederek aradaki ayrılıkları gidermeye çalışmak.

3.Hem Müslüman, hem Hinduların takip edebilecekleri dinî bir yol bularak onun önderi olmak; böylece her bakımdan eşit bir duruma getirilmiş olan Müslüman ve Hinduların birbirleriyle kaynaşmaları gerektiğini anlatmak.

4.Dini temellere dayanan, dolayısıyla türlü din mensupları için başka başka olan kanunlar yerine, herkesçe uyulması gereken ve böylece dini esaslardan ayrılan laik mahiyette kanunlar yapmak.

5.Bütün halkın birlikte kutlayacağı bayramlar yapmak ve türlü takvimleri birleştirmek.

Ekber, Hinduizm‟in tenasüh şkrine de inanmış ve bunun islamiyet‟e ve mantığa uygun olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Badâunî‟ye göre diğer din mensuplarının Ekber üzerindeki etkileri de şöyle olmuştur:

1.Hristiyan papazlarını dinleyen Ekber, bu dinin gerçek olduğuna inanır. Ebulfazl Allâmî‟ye incilleri Farsçaya çevirttirir.

2.Ekber‟in yakınlarından bir Hindu, raca Birbal, güneşin iyilikleri dolayısıyla ona tapmak gerektiği; dua ederken, batan güneşe değil doğan güneşe dönmek icap ettiğini söyler ve bundan sonra güneşe tapılmasına sebep olur. Bir süre sonra da inek kesilmesi ve etinin yenmesi yasak edilir.

3.Zerdüştîler de ateşin kutsallığı üzerinde dururlar. Ekber, hiç söndürülmeden yanan kutsal bir ateşin bulundurulması işine Ebulfazl Allâmî‟yi memur eder. Yapılan açıklamaya göre ateş, Allah‟ın alâmetlerinden biridir ve onun ışıkları ndan bir ışıktır.

Ekber’in Dini Önderlik iddiası

Ekber ve Hıristiyan Misyonerleri

CiHANGiR DEVRi (1605-1627)

1605 yılınca Ekber ölünce, Selim, Nureddin Muhammed Cihangir Gazi unvanıyla tahta çıktı. Yaptığı ilk işte adını Cihangir olarak değiştirmesidir. Bunun sebebi, Selim adının Osmanlı sultanları tarafından kullanılması ve bu bakımdan herhangi bir karışıklığa meydan verilmek istenmemesidir. Cihangir‟in hükümdarlığının ilk yıllarından itibaren dış politikası, iran şah‟ı I.

Abbas ile çok sıkı bir dostluk esasına dayanmıştır.

Abbas “biraderi” addettiği Cihangir‟in kâsesinden şarap içmek istemiş, Cihangir de saray ressamı Hindu Bishan Dâs‟ı, iran şahı‟nın resmini yapmak üzere iran‟a göndermiştir. IV. Murad, Cihangir‟e yazdığı mektupta, O‟nun Özbeklere yardım etmesini, kendisinin de iran üzerine yürüyeceğini bildirmiştir. Bu mektup bir Osmanlı sultanından bir Babürlü hükümdarına yazılmış ilk mektup olarak bildirilmektedir.

HiNDiSTAN’DA NAKşiBENDiLiK

Nakşibendilik, adını bu tarikatın ilk şeyhi Bahaüddin Muhammet b. Muhammetel-Buhari Nakşibend (1311-1389)‟den almaktadır.

Nakşibendilik hareketi, Bâki Billah‟ın seçkin bir öğrencisi olan şeyh Ahmet Sirhindî‟nin şahsında tam bir temsilcisini buldu.

şeyh Ahmet Sirhindî

islam dünyasında imam Rabbanî olarak da tanınan Sirhindî, Allah‟a inanmak için peygambere inanmak zaruri bir şart olarak görülmüyordu. Bu anlayışı reddetmek için Sirhindî, ilk önemli eser olan Isbatü’n-Nübüvve‟yi yazdı.şeyh Ahmet Sirhindî, daha sonra uysal bir ruh hâleti içinde hapishaneden çıktıktan sonra Cihangir tarafından, her gün biraz daha artan bir hürmet görmüştür. Sirhindî, islam‟ın ikinci bin yılının müceddidi, “müceddid-i Elf-i Sâni” kabul edilmiştir.

şAH CiHAN DEVRi (1628-1659)

Cihangirin, Hürrem ve şehriyar adlı iki oğlu vardır. Hürrem ise Gucerat yoluyla Agra‟ya ulaştı ve

1628‟de orada şah Cihan adıyla imparator ilan edildi. şah Cihan aynı zamanda saltanatın sonlarında 1658‟de oğlu tarafından indirilerek yıllarca hapsedilen ilk hükümdar olarak da ün kazanmıştır. şah Cihan‟ın 1636 yılı sonlarında Osmanlı hükümdarı IV. Murat‟a bir elçi yolladığı görülmektedir.

Cihan, imparatorluk merkezini Agra‟dan Delhi‟ye kaydırmaya karar verdi. Bu çerçevede Tac Mahal‟i de Delhi yakınlarına inşa ettirmeye karar verdi. şah Cihan‟ın oğlu Dârâ şükûh‟un Kandehar seferi görülmektedir. 1656 yılı başında istanbul‟a gelen Kaim Bey adlı bir elçi vasıtası ile şah Cihan, zamanın Osmanlı padişahı IV. Mehmet‟ten şunları istemiştir:

1.Kandehar‟ın iran‟dan geri alınması için yardım.

2.Mekke‟de Hindli hacıların namaz kılmalarına mahsus bir yer yapılması için izin.

3.Tac Mahal‟in kubbesinin yapılması için bir mimar gönderilmesi.

şah Cihan’ın Tahttan indirilmesi

büyük kardeş Dârâ şükuh‟la savaşmak zorunda kalan Evrengzib bu savaşı kazandı; Agra üzerine yürüdü ve şehri aldı. 1658 yılı içinde Dârâ şükûh ile olan çarpışmalarda, Dârâ şükûh yenilmiş ve kaçmıştır. şah Cihan ordusuz kalmış; Evrengzib, Agra‟yı alarak hükümdar olmuş ve babası şah

Cihan‟ı da 1666 yılında ölünceye kadar Agra sarayında bir mahpus gibi muhafaza etmiştir.

DÂR şÜKÛH VE EVRENGZiB

1672‟de de Afgan oymağı olan ve şah Cihan‟a sadakatle hizmet etmiş Afrîdîler, hükümdarlık tercihinin bir başka kabileye uzanması üzerine isyan ettiler. Evrengzib, Marvar seferinden dönerken bölgenin yönetimini bıraktığı üçüncü oğlu Ekber‟in isyanı ile karşılaştı.Dekkan sultanlarının çöküşü ve Maratalar‟ın gücünün artmasını Evrengzib görmezlikten gelemezdi. Bicapur ve Gülkende yalnızca Maratalar‟ı teşvik etmekle kalmıyor, onlarla şilen gizli ittifaklar da yapıyorlardı. Bu sebeple imparator, bu bölgeyi zapt etmeye karar verdi. 1689‟da Sambûcî mağlup edildi ve yakalanarak idam edildi.

Evrengzib Sonrası Babürlüler

Evrengzib 1705‟te Maratalar üzerine son seferine çıkmıştı. Vakinkera kalesini kuşattığı sırada hastalandı ve 3 Mart 1707‟de öldü. Cesur ve ileri görüşlü birisi olan Evrengzib Babürlülerin altı büyük hükümdarlarından sonuncusudur. I. Bahadır şah daha şehzade iken “Muazzam” unvanını

taşıyordu. Bahadır şah 1707‟de Babürlü hükümdarı oldu ve saltanatının ilk yılları Marata ve

Raciputlar‟la mücadele içinde geçti.

Babürlülerin son güçlü hükümdarı Nâsırüddin Muhammed‟dir. Nadir şah, Kandehar meselesi yüzünden Babürlüler‟le anlaşmazlığa düştü. Galzaylar‟ın Hindistan‟a sığınması üzerine Nadir şah, Nâsırüddin Muhammed‟e mektup yazdı. Fakat Nadir şah‟ın gün geçtikçe artan gücünü göremeyen Babürlü hükümdarı Afşarlar‟ın ricasını cevapsız bıraktı. Nadir şah da bu sebeple 1738‟de Kabil‟i, 1739‟da da Delhi‟yi işgal edip ülkeyi yağmaladı. Kuzey Hindistan‟ın zenginlikleri iran‟a götürüldü.

Nâsırüddin Muhammed, bu savaşta oğlunun Afganlılar tarafından öldürülmesinden kısa bir süre sonra 16 Nisan

1748‟de vefat etti. Delhi‟de XIV. yüzyılın büyük velisi şeyh Nizameddin Evliya‟nın türbesi yakınlarında gömüldü. Babürlüler bundan sonra hızlı bir çöküş evresine girdiler. Ülke Mataralar‟ın, Pindârîler‟in ve hepsinden önemlisi ateşli silahlarla donatılmış ingilizler‟in istilasına uğradı.

1760-1806 devresinde iki defa tahta çıkan şah Âlem, Baksar Savaşı‟ndan sonra ingilizlerin himayesini kabul etti. Robert Clive, 1767‟ye kadar devam edecek olan valilik görevine getirildi.

BABÜRLÜLERDE iDARE, DEVLET VE TOPLUM idari Hayat

Moğol imparatorları tam bağımsız hükümdar ve kendi ülkelerinde halife olduklarını ilan ettiler.

Bu sebeple hükümdar, ülkesinin idari işlerinin başı ve orduların kumandanı idi ve iktidarı şeriatla sınırlıydı. Moğol imparatorluğu‟nda Ekber‟in iktidarının sonlarına doğru Sünnilik toparlanmış. Hükümdardan sonra vekil-i saltanat gelirdi.

Kamu hizmetleri, mansabdâri adı verilen birleşik bir sistem altında düzenlenmişti. Devletin başlıca gelir kaynağı tarım ürünlerinden alınan vergilerdi. Gümrük geliri önemsizdi ve cizyenin de önemi yoktu. Mezalim mahkemelerine bizzat hükümdarın başkanlık ettiği olur. Eyalet hükümetinin başı subedâr idi

Dini ve Kültürel Hayat: Dârâ şükûh’un Zıt Şkirleri Birleştirme Düşünceleri

XVII. yüzyılın ortalarında Müslüman Hindistan‟da manevi hayat büyük bir kriz geçirmekte idi. Bir tarafta Ekber‟in eklektisizmi, diğer tarafta da buna bir reaksiyon olarak ortaya çıkan şeyh Ahmet Sirhindî‟nin şkirleri, birbirine zıt olarak gelişiyordu. Dârâ şükûh‟un esas itibariyle, şiir yazdığı zaman taklit ettiği Câmi‟in tesiri altında kaldığı anlaşılmaktadır. Câmi‟nin Leva’ih adlı eseri örnek alınmak sureti ile yazılmıştır.

Sırr-ı Ekber tercümesinin girişinde Dârâ şükûh, onu, Hindu eserlerinin mukayeseli bir şekilde tetkikine götüren bir takım ruhani soruların, 1641 yılında başladığını ifade etmektedir. Kur‟an‟da bulunan ve anlaşılmayan bazı hususların Upanişadlar yolu ile anlaşılabileceğini düşünmüştü.

ism-i a’zam anlayışı Hindu üçlemesinin yani yaratma, muhafaza etme ve mahvolma‟nın bütün vasışarını bünyesinde toplamıştır. O, mukayese yapmak suretiyle aynı zamanda şu sonuca varır.

Arapça fethe, zamme ve kesreism-i a’zam‟dan çıkan ve Hindular arasında görülen akâra, ukâra ve makâra‟nın aynıdır. Evrengzib‟in, Dârâ şükûh hakkındaki resmî ithamnamesinde, onun, kendisini geleneksel sûfîzme vermediği, aksine Hindulara ve onların imanına döndüğü, Hindû yogî ve sanyasî‟leri ile dostluklarını devam ettirdiği, onların kitaplarını Tanrı kelâmı kabul ettiği, onları tercüme ettiği ve üzerinde bir Hindu efsanesine ait bir işret bulunan bir yüzük taşıdığı

hususiyle zikredilmiştir. Onun öldürülmesine resmi sebep olarak, dinden çıkma yani irtidat gösterilmiştir.

Evrengzib’in Teokratik Anlayışı

Kullanılmakta olan güneş takvimi, Ay‟a göre olan hicrî takvimle değiştirilmiş, aslı Zerdüştîliğe kadar giden Nevruz‟un kutlanması

âdeti durdurulmuştur. içki içilmesinin önüne geçmek için “muhtesib”ler tayin edilmiştir. 1659- 1670 yılları arasında imparatorun balkondan görünmesi ve doğum günlerinde altınla tartılması âdetleri de kaldırılmıştır. Bu siyasetinin olumlu tarafı, Hindistan‟daki Müslüman toplumunun yeni bir anlayışa varması istikametine yönelmiş olması idi. Olumsuz tarafı ise, Müslüman olmayan tebaaları na Ekber tarafından verilen sosyal ve diğer hakların kabul edilmemesiydi. Hindularla ilgili olarak da Holî bayramı sırasında söylenilen müstehcen denebilecek şarkıların yasak edildiği görülmektedir.

Dârâ şükûh‟un syncretism‟ine yani zıtları telif etme, birleştirme çabasına karşı bir reaksiyondu. Mesela Dârâ şükûh‟un Keşav Râi mabedine yaptırmış olduğu taş parmaklığı 1666‟da Evrengzib, onu bir Müslümanın putperestlikle olan gayri meşru denebilecek olan sevgisinin bir ifadesi saydığı için kaldırtmıştı. 1669‟da bazı Müslümanlara bile cazip göründüğü gerekçesiyle Tatta, Multan ve Benares‟de bazı Hindu mabet ve okullarının yıkılması emredilmişti. Devletin resmî tarihçisi Sâki Musta‟id Hân‟ın ifade ettiğine göre, Hindular, hiçbir devirde bu derece aşağı bir duruma getirilmemişlerdi.

Evrengzib tarafından sosyal hayat bakımından ayırıcı mahiyette tedbirler ancak 1695‟den sonra alınmıştır. Zira bu tarihte

Mathura Jatlar, Satnâmîler, Sihler ve Marâtalar isyan etmişlerdi. Bu sebeple Evrengzib, bu tarihten sonra çıkardığı emirlerde, kendisine sâdık olan Raciputlar dışında herhangi bir Hindu‟nun silah taşımasını yasak etmiştir.

Kültür, Sanat ve Edebiyat

Edebi faaliyetler genelde bizzat edebiyatçı olan bir hükümdar ve soyluların hamiliğinde gelişti. Ekber‟in saray şairi Feyzî idi. Öteki önemli şairler Urfî, Nazirî ve Zuhurî idi. Talib Amulî, Cihangir döneminin seçkin şairi idi. otobiyograşk bir eser olan Babür‟ün ve Cihangir‟in hatıratı en ünlülerdendir. Mektup yazma sanatı da bu devirde gelişti ve Evrengzib‟in mektupları örnek teşkil etti. Ayrıca şeyh Ahmed Sirhindî‟nin mektupları Mektubat-ı imam-ı Rabbanî adıyla bir araya getirildi ve islam dünyasında ünlendi.

Moğol Sanatı temelde sarayla alakalı idi ve halka dönük yönü son derece zayıftı.Evrengzib‟in politikaları ile Sünnilik doruğa ulaştı. şeyh Ahmed‟in etkisi Hindistan dışına taştı ve Nakşibendiye tarikatının Müceddidiye kolu ile batı da Türkiye ve doğuda da Endonezya‟ya kadar uzandı.

Convert PDF to Word

ORTAÇAĞ VE YENİÇAĞ TÜRK DEVLETLERİ TARİHİ
ÜNİTE 5
s.1) Akkoyunlu devletini meydana getiren aşiretler nerelerde konargöçerlik etmekteydiler?
-Türkmen aşiretleri Moğol istilası ile Anadolu’ya gelmişlerdi. Bunlar Kuzey Suriye’den Kars’a kadar uzanan sahada konar-göçerlik etmekteydiler. Moğol hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte Akkoyunlu ve Karakoyunlu hanedanın etrafında toplanmaya başladılar.
s.2) Akkoyunlu-Karakoyunlu mücadelesinin temel sebebi ne idi?
-Akkoyunlular Diyarbekir, Karakoyunlular Van-Erciş bölgesini merkez edinmişlerdi. Bölgedeki Türk-menleri kendilerine bağladıkları sürece askeri güçleri artacaktı. Ayrıca hakimiyet sahaları birbirlerinin toprakları ile çakışıyordu.
s.3) kara yülük Osman bey Akkoyunlu tahtına nasıl oturmuştur?
-1400 yılında Timur’un Anadolu seferine katılan Kara Yülük Osman Bey, onunla birlikte Sivas’ın mu-hasara ve zaptına katıldı. Ankara savaşında bizzat bulunup, Osmanlı kuvvetlerinin solunda bulunan Süleyman Çelebi’yi bozguna uğrattı. Suriye seferinde yer aldı. Kara Yülük’ün bu hizmetlerine karşılık Timur da Artuklulardan alınmış olan Âmid’i Kara Yülük Osman’a verdi. Böylece Palu, Kiğı ve Erga-ni’den sonra Âmid de Akkoyunluların eline geçti (1403). Öte yandan diğer Akkoyunlu beylerinden Pir Ahmet ve Pir Ali, Timur’un Ankara savaşında elde ettiği ganimetlere saldırdıkları için yakalanıp hapsedildiler. Böylece Kara Yülük Osman Bey rakipsiz olarak Akkoyunlu tahtına oturdu.
s.4) Akkoyunlu Devleti’nin ekonomik ve siyasi gücün dayanağı kimlerdi?
-Akkoyunlu Devleti’nde konar-göçer aşiret reisleri, devletin askerî ve siyasî gücünün en önemli da-yanağı idi. Bunlar, kendilerine tahsis edilmiş olan iktalarda aşiretleri ile yarı bağımsız bir hayat sür-mekteydiler.
s.5) Avrupalı devletler Osmanlılara karşı niçin Akkoyunlulara destek verdiler?
-Venedik ve Papalık Osmanlı tehlikesine karşı daha doğuda Osmanlılara cephe açabilecek bir devle-tin yardımına ihtiyaç duyuyorlardı. Bu yüzden Akkoyunluları Osmanlılara karşı kışkırtmaya çalıştılar.
s.6) Otlukbeli Savaşı’nın sebebi ne idi?
-Akkoyunluların Osmanlıların hakimiyet sahası olan Anadolu ile ilgilenmeleri, Karamanoğullarına des-tek vermeleridir.
s.7) Akkoyunluların taht mücadelesinde Yakup bey neler yapmıştır?
-Uzun Hasan Bey’in 1478’de Tebriz’de ölümünden sonra çocukları arasında taht mücadeleleri patlak verdi. Altı oğlundan biri olan Sultan Halil idareyi kısa süreli olarak ele aldı. Fakat onun kardeşlerinden Maksud’u öldürtmesi üzerine harekete geçen Yakup Bey, devleti yeniden toparlamaya çalıştı. Ak-koyunlular için tehlike arz etmeye başlayan Sûfî şeyh Haydar’ı öldürüp, ailesini de İstahr kalesine hapsetti. Akkoyunluların zayıf durumundan istifade etmek isteyen Memlük Sultanı Kayıtbey’in gön-derdiği orduyu perişan etti (1481).Gürcistan üzerine başarılı bir sefer düzenledi. Akkoyunluların ikin-ci defa olarak yakaladığı parlak dönem Yakup Bey’in bir salgın hastalık neticesinde ölümü üzerine yerini yine taht mücadeleleri ve aşiret kavgalarına bıraktı.
s.8) Safevi devleti nasıl kurulmuştur?
-Rüstem Bey’in tahta geçişiyle başlayan iç karışıklıklardan en çok, taht mücadeleleri esnasında ser-best kalan ve şeyh Haydar’ın müritlerini etrafında toplayarak faaliyetlerini Erzincan ve çevresinde sürdüren şah İsmail-i Safevî faydaland›ı O, Karakoyunlu oymaklarından Akkoyunlulara dahil olma-yanların yanı sıra, Akkoyunlu, Dulkadir, Teke ve Anadolu’nun başka yerlerinden gelen müridleri ile birlikte önce Tebriz’e yürüyerek Elvend Bey’i yendi (1501). Burada, On iki İmam adına hutbe okutup para bastırdı; şahlığını ilan etti. Böylece Safevî Devleti kurulmuş oldu.

ORTAÇAĞ VE YENİÇAĞ TÜRK DEVLETLERİ TARİHİ
ÜNİTE 6
S.1) safevi devleti kurucuları adını nereden almışlardır?
-Hanedan, adını merkezi Erdebil’de bulunan Safevîye tarikatının reisi şeyh Safiyüddin’den almıştır.
s.2) Şeyh Cüneyd nasıl ölmüştür?
-Siyasî fikirleri iyice belirginleşen Cüneyd gücünün neye yettiğini öğrenmek amacıyla kuzeydeki Çer-kesler üzerine akınlar yapmaya başladı. Ancak şirvanşahlar ile yaptığı savaşta öldürüldü (1460).
s.3) şeyh cüneyd öldükten sonra yerine kim geçmiştir?
-Şeyh cüneyd öldükten sonra Safevî müridleri, şeyh cüneyd’in oğlu Haydar’ı kendilerine reis olarak benimsediler.
s.4) Safevî tarikatının takipçileri neden Kızılbaş adıyla anılmaya başlanmıştır?
-Şeyh Haydar, Erdebil’e giderek irşad faaliyetlerine devam etti. Anadolu, Suriye ve Azerbaycan’da olan Safevî tarikatının takipçileri şeyh Haydar’ı ziyaret için büyük kafileler halinde Erdebil’e geliyorlar, tekkeye maddî destekte bulunuyorlardı. Müridlerinin sayısı hızla artan şeyh Haydar, tarikatın simge-si olarak onlara on iki dilimli kırmızı renkli başlıklar giydirdi. Böylece hem gücünü açığa vurmuş hem de müridlerinin tefrik edilmesini sağlamış oldu. Bundan sonra Safevî tarikatının takipçileri Kızılbaş adıyla anılmaya başladı.
s.5) Şah İsmail nasıl tahta oturmuştur?
-Akkoyunlu şehzâdeleri arasında başlayan taht kavgaları İran’da tam bir istikrarsızlık yaratıp, her böl-gede mahalli otoriteler ortaya çıkmaya başlayınca, Kızılbaş Türkmen aşiretlerinin reisleri İsmail’in zuhuru için uygun ortamın oluştuğuna kanaat getirdiler. 13 yaşında Lahican’dan ayrılan İsmail, Erde-bil’e geldi. Ancak burada mukavemet ile karşılaşınca müridlerinin ağırlık merkezi olan Anadolu’ya yöneldi. Erzincan’da Ustacalu Türkmenleri onu coşkuyla karşıladılar. Burada iken her tarafa haberler gönderilerek İsmail’in ortaya çıktığı ve şahlık mücadelesine giriştiği bildirildi. Kızılbaş Türkmenler İs-mail’in etrafında toplanmaya başladılar. 1501 tarihinde az bir kuvvetle Akkoyunlu sultanı Elvend’in 30000 kişilik ordusu şerur yakınlarında yapılan savaşta ağır bir yenilgiye uğratıldı. Elvend, Diyarbekir’e kaçtı. İsmail, Tebriz’e girerek tahta oturdu.
s.6) Şah İsmail tahta oturduktan sonra yaptığı faaliyetler nelerdir?
-On iki imam şiîliğini resmî mezhep ilan edip, ilk şiî ezanı okuttu. Hutbelerde Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a lanet okunmasını emretti. Tebriz’de Akkoyunlu hanedan ailesine karşı katliamlara girişti. Hatta mezarları dahi söktürerek kemikleri etrafa saçtırdı veya yaktırdı.
s.7) Çaldıran Savaşı’nın Türk tarihindeki önemi nedir?
-Çaldıran Savaşı iki Türk devleti arasında yapılan bir savaştır. Savaştan sonra Osmanlılar doğu sınırla-rını güvenlik altına aldılar.
s.8) I. Tahmasb ülkenin başına geçtiğinde ülke hangi durumdaydı?
-Tahmasb, küçük yaşta tahta geçtiğinde ülke doğudan ve batıdan baskı altına alınmıştı. Üstelik Kızıl-baş reisleri arasında da şah’a yakın olmak ve devlet kademelerinde etkinliğini arttırmak amacıyla kuvvetli bir rekabet bulunuyordu. Şah İsmail zamanında tesis edilmiş olan şaha tam bir itaat ile bağ-lanma anlayışı büyük ölçüde sarsılmıştı. Bu yüzden onun saltanatının ilk yılları iç mücadelelerle mer-kezî otoritenin tesis edilmesi ile geçti.
s.9) Şah Abbas’ın şahseven adıyla düzenli birlikler kurmasının amacı nedir?
-Safevi ordusu bütünüyle Türkmenlerden oluşuyordu. Türkmenler düzenli birlikler değildi. Safeviler özellikle Osmanlıların düzenli ordusu karşısında başarısız oluyorlardı. Bu yüzden tıpkı Osmanlılardaki Yeniçeriler gibi bir ordu kurulması ihtiyacı doğdu. şahseven birliklerinin kurulmasıyla Türkmenlerin devlet üzerindeki etkisi de azaldı.
s.10) I. Abbas’ın dış politikada karşılaştığı en önemli problem nedir?
-I. Abbas’ın dış politikada karşı karşıya kaldığı en önemli mesele İran’ın doğuda ve batıda toprak ka-yıplarının devam etmesi idi.
s.11) Şah Abbas’ın Avrupalı devletlere kapitülasyonlar vermesinin sebebi nedir?
-Avrupalı devletlere kapitülasyon vermenin temel amacı İran ile Avrupa arasındaki ticareti geliştir-mekti. İran Osmanlı Devleti’nin daha doğusunda yer aldığı için Avrupalı tüccarlar kara yolunu kullan-mak ve Osmanlı topraklarından geçmek zorundaydılar. Bu durum İran ticareti için elverişsiz bir ortam yaratıyordu. Coğrafi Keşifler esnasında Hint deniz yolunun keşfiyle Avrupalılar deniz yoluyla Basra körfezine kadar sokuldular. Safeviler, Avrupalı devletlere kapitülasyon vermek suretiyle Basra li-manlarının ticarete açılmasını sağlamaya çalıştı. Osmanlı Devleti’ne bağımlı kalmadan ticaret yapma-nın yollarını geliştirmeyi amaçladı.
s.12) Şah I. Abbas divanda neler yapmıştır?
-şah I. Abbas, Kızılbaşlarını gücünü kırmak ve Osmanlılar tarzı modern bir ordu kurmak amacıyla “şahseven” adıyla yeni askeri birlikler vücuda getirdi. Ateşli silahların kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla Topçu ve Tüfengçi sınıflarını meydana getirdi.
s.13) Safevilerde uygulanan Tuyul sistemi Osmanlı Devletindeki hangi sisteme tam bir benzerlik gös-termektedir?
-Tuyul sistemi Osmanlılardaki Tımar sitemine benzemektedir. Tımar bir bölgenin gelirlerinin bir yıllı-ğına savaşta yararlılık gösteren kişilere verilmesidir. Tuyul da benzer özellikler taşımaktadır. Safevi ordusunda görevli komutanlar veya yararlı kişilere tahsis edilen gelirlere Tuyul denilmektedir.

ORTAÇAĞ VE YENİÇAĞ TÜRK DEVLETLERİ TARİHİ
ÜNİTE 7
s.1) Hindistan’daki Türk egemenliği ve ülkenin İslamlaşması ne zaman başlamıştır?
-Gazneliler zamanında.Gazneli Mahmut’un Hindistan’a yaptığı 16 sefer sonucunda, Hindistan’ın kuzey kısmına hâkim olan yerel yönetimler kırılmış, bölgede Türk egemenliği başlamıştır.
s.2) Gur adı neye verilmiştir?
-Bugünkü Afganistan’da bulunan Herat’ın doğusundaki ülkeye Gur adı verilir.
s.3) Gaznelilerin dağılma döneminde Türklerin Hindistan yerleşmeye başlamaları ilk defa ne zaman gerçekleşmiştir?
-Gaznelilerin son hükümdarlarından Behram’ın ölümünden sonra Oğuz Türkleri Gazne’yi işgal etti-ler. Bundan sonra güneye doğru inmeye başladılar ve Kuzey Hindistan’a yerleştiler. Böylece bölgede Türklerin hâkim olduğu yeni bir dönem başladı.
s.4) delhi hükümdarlığı fiilen nasıl kurulmuştur?
-Gur SultanıMuizüddin, ordusundaki ünlü kumandanlarından Aybek’i Hindistan’da genel vali ve ordu komutanı olarak bıraktı ve kendisi Gazne’ye döndü. Aybek 1193’de Delhi’yi ele geçirdi. Bu tarihten itibaren de Kuzey Hindistan’da fiilen Delhi Türk Sultanlığı kurulmuş oldu.Ancak devletin resmi kuru-luşu Muizüddin’in 1206 yılında ölümünden sonradır.
s.5) Aybek, 1206’da Lahor’da Hindistan tahtına çıktığında hangi unvanı almıştır ve merkezi nereye taşımıştır?
-“Kutbü’d-dünya ve’d-din” unvanını aldı ve daha sonra devlet merkezini Delhi’ye taşıdı.
s.6) Aybek hayatını nasıl kaybetmiştir?
-Aybek, 1211 yılında Lahor’da çevgan oynarken attan düşerek hayatını kaybeder.
s.7) Kutbeddin Aybek’in kişiliği hakkında bilgi veriniz.
-Kutbeddin Aybek, sarsılmaz bir iradeye sahip, kudretli bir kumandandı. Hem ordu, hem de halkının kalbine girmeyi başarmış ve kendisini sevdirmişti. Aybek, başarılı bir devlet adamı, cömert bir insan-dı.
s.8) Kutbeddin Aybek’in Hindistan’ın önemli bir bölümünde hakimiyet kurmasını kolaylaştıran se-bepleri açıklayınız.
-Muizüddin de 1206’da ölünce, Tacettin Yıldız Gazne tahtına, Aybek de Hindistan tahtına varis oldu-lar. Delhi, Bedaun, Ecmir havalisi başta olmak üzere, İndus’tanGanj’a, HimalayalardanVindhiya dağ-larıeteklerine kadar Kuzey Hindistan’ın orta kesimleri Aybek’in hâkimiyetine girdi. Gazneli Sultanı şihabüddin Muhammed’in kölesi ve kumandanı olanKutbeddin Aybek, Delhi Sultanı olarak tahta çıkarıldı ve alt kıtanın büyük bir kısmı tedricen onun hükümranlığı altına girdi.
s.9) kızı raziye’yi, oğullarına rağmen veliaht ilan eden sultan kimdir?
-iltutmuş
s.10) İltutmuş’un Delhi Türk Sultanlığı içinde önemini açıklayınız.
-İltutmuş, Aybek’in ölümünden sonra parçalanmış ve bir kısmı da Hinduların eline geçmiş bulunan Hindistan coğrafyasını yeniden tek bir idare altında topladı. Bu sıralarda Moğolların önünden kaçan pek çok idareci ile birlikte, çok sayıda sanatkâr, emir, melik ve çeşitli hükümdarlık ailelerine mensup kişiler hatta bizzat hükümdarlık yapmış kişiler, İltutmuş’un yönetimine girdiler. İltutmuş, adalet hu-susunda da titiz davranan Türk hükümdarlarından birisiydi. Devrin tarihçileri onun hakkında, onun alçak gönüllü, insaflı, iyiliksever, gazi, mücahit ve âlemi birleştirici nitelikleri yanında adaletli oldu¤u kadar adaletle hüküm sürenleri de takdir eden bir şahsiyete sahip biri olarak bahsederler.
s.11) Balaban’ın, tahta çıktığı zaman ilk işi ne olmuştur?
-Tahta çıkışından sonra Balaban’ın ilk işi bürokrasiyi düzenlemek oldu. Memurlara disiplin duygusunu aşıladı. Acemi asker kaydı ve Maliye Dairesini (Âriz-i Memalik) yeniden düzenlemek suretiyle mer-kezî orduyu kuvvetlendirdi.
s.12) Alaaddin Muhammed şah’ın en cesur askeri harekâtı hangisidir?
-Devletâbât seferi
s.13) alaaddin muhammed zamanında Hindistan’daki hakimiyet nasıldı?
-memurlar ve Hindu racalar üzerindeki denetimini sıklaştırdı. İlave vergilerle hazineyi doldurdu. Ta-vizsiz bir ekonomi ve başarılı bir fiyat kontrol sistemi kurarak orduya mali kaynak sağladı. Sadeliğe önem verdi, manasız konuşma ve entrikaya şiddetle karşı çıktı. Haber alma teşkilatını iyileştirdi ve böylece devlet aleyhine konuşma ve bir araya gelme ihtimalini ortadan kaldırdı. Memurların gruplar içinde örgütlenmelerini önlemek için yakın akraba evliliklerini bile yasakladı. İçkili ziyafetleri sona erdirdi ve böylece memurların tanışma ve kaynaşma ortamları da yok oldu. Devlete ödenen vergileri artırdı ancak Racaların köylülerden alageldikleri vergileri azalttı. Önceki hükümetler döneminde kar-şılıksız verilen toprakların denetimini yeniden sağladı ve eski bağışların geçersiz olduğunu söyleyerek geri aldı. Bütün nakdi hediyeleşmeyi ortadan kaldırdı. Ordudaki ücretleri düşük seviyede tuttu, şair ve bilginlere de fazla hediyeler vermedi. Kamu ücretleri de düşük seviyede tutuldu ve sistemin yü-rümesi bu şekilde sağlanmış oldu. Köylüden bütün ihtiyaç fazlası hububatı satın almak ve devamlı erzak temin etmek maksadıyla onu şehre getirmek suretiyle yiyecek alım satımının sürekliliğini sağ-ladı. Tahıl üreticisi, devlet ödemeleriyle himaye edildi. Birçok yerde hububat depoları yapıldı ve hu-bubatlar depo edildi. Depolama ustalıkla idare edildi.
s.14) Halaçların hâkimiyetinde kalan sahaları açıklayınız.
-Ceyhun ile Sind nehirleri arasına yerleşen Kalaçlar, özellikle Sind bölgesinden Duâb ve Bengal’e kadar hâkimiyetlerini genişletmişlerdi.
s.15) Muhammed b.Tuğluk’un kişiliğini anlatınız.
-İyi eğitim görmüş, İslam hukuku, felsefe, matematik, mantık ve tıp ilmine aflina birisi idi. Karakter olarak da sabırsız, haris ve aceleci idi. Bu sebeple emirlerinin yerine getirilmemesi yahut aksaklıklar yüzünden memurları cezalandırırdı. Adalete saygısı büyüktü. Uygulayacağı emirler, kendisine karşı bile olsa, şahsen gaziler mahkemesine çıkabilirdi. Sert bir yönetim sergiledi.
s.16) delhi’de Seçilmiş bir sultan hangi şartlardan birini ihlal ederse tahtan indirilebilirdi?
-sultan devleti denetlemeye, İslam’ı ve topraklarını savunmaya, tebaasını kurmaya ve onlar arasın-daki anlaşmazlıkları yatıştırmaya, vergileri toplamaya, hazineyi hakkıyla idare etmeye ve ceza kanun-larını uygulamaya mükellef idi. Bu şartlardan birini ihlal ettiği takdirde tahttsn indirilebiliyordu.
ORTAÇAĞ VE YENİÇAĞ TÜRK DEVLETLERİ TARİHİ
ÜNİTE 8
s.1) Babür imparatorluğun kurucusu olan Babür kimdir?
– Hindistan’da Babürlü devletinin kurucusu ve ilk hükümdarı (1526-1530) olan Babür’ün babası Ti-mur’un torunlarından Fergana hâkimi Ömer şeyh’tir. 1488’de Fergana’da doğmuş olan Babür, iyi bir teşkilatçı, devlet adamı, strateji uzmanı ve komutan olmasının yanında kılıç kullanma, ok atma, ata binmede de mahirdi. O, aynı zamanda Türkçe ve Farsçayı mahirane kullanan ve yazdıklarıyla dünya edebiyatına bu anlamda eşsiz eserler bırakan bir şair ve yazar, tabiat aşığı ve dikkatli bir seyyahtı. 1530’da ölümünden altı ay sonra naaşı Kabil’e getirilerek Bağ-ı Babür’de yakınlarının yanına gömül-dü. Şah Cihan 1646 yılında Babür için Kabil’de muhteşem bir türbe inşa ettirdi. Babür’ün Türk edebi-yatı ve kültürü açısından da değeri son derece önemli katkıları olmuştur. Çağatay edebiyatının en değerli örnekleri Ali iir Nevaî’den sonra onun tarafından kaleme alınmıştır. Babürnâme adlı eseri, Çağatay Türkçesiyle yazılmış nesirlerin en tabii ve ileri örneği olarak nitelendirilmiştir. Sadece Türk edebiyatı için değil, türünde kendisini yabancı okuyucuya da müstesna bir hatırat kitabı olarak kabul ettirmiş bir eserdir. Aynı şekilde Divan’ı da Çağatay edebiyatının Nevaî’yi takip eden büyük temsilcisi olarak tanınır.
s.2) Babür’ün ilk olarak devlet merkezi yapmak istediği şehir neresidir?
-Kabil
s.3) Babür’ün 1510 yılında Şah İsmail’e tebrik elçisi göndermesinin sebebi nedir?
-şah İsmail’in Özbek şiban Hanı yenmesi
s.4) Hindistan’da Agra kentini Babür adına kim fethetmiştir?
-Hümayûn
s.5) Babür şahın kişiliği hakkında bilgi veriniz.
-Babür iyi bir asker ve kabiliyetli bir kumandan olmasının yanında başarılı bir yazar ve şairdi. Hatıraları meşhurdur. Ayrıca edebiyat eserleri, resim, yapılar ve kurumlarla ilgili eleştirel denemeleri vardır. Babür iyi bir devlet adamı ve komutan olduğu kadar, yüksek kültürü ve edebî kabiliyeti ile de ün kazanmıştır. İyi kılıç kullanıp, iyi ok atan ve iyi ata binen Babür şair, yazar, hattat ve müzisyendi. Türk-çeyi ve Farsçayı aynı kuvvetle kullanırdı.
s.6) Sultan Hümayûn’un Afganistan’daki siyasi rakibi kimdir?
-şir Han
s.7) Sultan Hümayûn Afgan Sur kabilesinin tehdit ve saldırıları sonunda bir süreliğine hangi ülkeye sığınmak zorunda kalmıştır?
-İran
s.8) Şir Han’ın kişiliği hakkında bilgi veriniz.
-Şir Han iyi bir komutan ve taktikçi idi. O, Delhi Tahtına oturan en iyi idarecilerden birisi olarak anılır. Adil, hoşgörülü ve iyilikseverdi. Kervansaraylar inşa ve tamir ettirdi. Sürgünde bir öğrenci olarak baş-layan hayatı, onu önce Bihar sonra da Delhi Sultanı yapmıştı.
s.9) Babür Sultanı Hümayun’un İran’daki Safevî yönetimi ile ittifak haline girmesinin sebeplerini açık-layınız.
-Afganistan bölgesine hâkim olan Özbeklerin Hindistan’a baskı yapmaları ve Babürlüleri tehdit et-meye başlamaları üzerine Hümayun, Hindistan’ı terk ederek İran’a sığınmak zorunda kalmıştı. İran’da mülteci durumuna düşmüş olan Hümayun, şah Tahmasb’tan aldığı askeri destekle ülkesine dönmüş ve Özbeklerle yeniden mücadeleye girişmişti. Bu sayede Kandahar’ı ve Kabil’i yeniden ele geçirmiş, hâkimiyetini de yeniden tesis etmiştir.
s.10) Hindistan-Osmanlı ilişkilerinin başlamasına sebep olan daveti kim yapmıştır?
-Bahadır şah
s.11) Hümayûn’un oğlu Ekber tahta çıktığında kaç yaşındaydı?
-14
s.12) Ekber’in görüş ve siyasetini açıklayınız.
– İslam’ın yeryüzüne indirilişinin bininci yılına tekabül eden 1590’lı yıllarda dünyanın sonu ile ilgili tar-tışmalar canlılık kazanmıştı. Ekber de bu tartışmalarda bizzat bulunmuştu. Ekber, bir hükümdar ola-rak ulemanın egemenliğinden kurtulmak ve Hindistan’da İslam’ın önderi olmak, Müslüman ve Hindu dinleri arasında benzerlikler ve yakınlıklar aramak; böylece yakınlıkları tespit ederek aradaki ayrılıkları gidermeye çalışmak istiyordu. Hem Müslüman, hem Hinduların takip edebilecekleri dinî bir yol bula-rak onun önderi olmak; böylece her bakımdan eşit bir duruma getirilmiş olan Müslüman ve Hindula-rın birbirleriyle kaynaşmaları gerektiğini anlat anlatmak, dini temellere dayanan, dolayısıyla türlü din mensupları için başka başka olan kanunlar yerine, herkesçe uyulması gereken ve böylece dini esas-lardan ayrılan laik mahiyette kanunlar yapmak, bütün halkın birlikte kutlayacağı bayramlar yapmak ve türlü takvimleri birleştirmek gibi fikirlere sahipti.
s.13) Ekber’in oğlu selim tahta çıktığında yaptığı ilk iş ne oldu?
-Selim, Nureddin Muhammed Cihangir Gazi unvanıyla tahta çıktı. Yaptığı ilk işte adını Cihangir olarak değiştirmesidir. Bunun sebebi, Selim adının Osmanlı sultanları tarafından kullanılması ve bu bakım-dan herhangi bir karışıklığa meydan verilmek istenmemesidir.
s.14) Şah Cihan’ın Osmanlılarla ilişkilerinin niteliklerini açıklayınız.
-Şah Cihan döneminde Osmanlı Padişahı IV. Murat idi. şah Cihan’ın 1636 yılı sonlarında Osmanlı hü-kümdarı IV. Murat’a bir elçi yolladığı görülmektedir. Bu dönem Osmanlı-Safevî çatışmasının çetin bir devrine rastlamaktadır. IV. Murat, şah Cihan’ın elçisi Mîr Zarîf’e, Bağdat’ı geri almaya gelirken Mu-sul’da rastlamıştır. Devrin kaynaklarına göre IV. Murat, elçiye, bu kadar uzun yolları aşarak gelmesi-nin nedenini Türkçe olarak anlatmasını emretmiş; Mîr Mârif de bunu Türkçe olarak anlatmış ve şah Cihan’ın içinde altın bir kemer bulunan hediyesini takdim etmiştir. IV. Murat da karşılık olarak kendi elçisi Arslan Ağa’yı Mîr Zarîf ile birlikte göndermiş ve aynı zamanda bir Arap atı ile türlü hediyeler göndermiştir. Bu görüşmelerin sonunda Safevilere karşı birlikte hareket etme yollarının arandığı görülmektedir.
s.15) Babürlülerin altı büyük hükümdarlarından sonuncusu olan imparator kimdir?
-Evrengzib
s.16) Babürlülerin son güçlü hükümdarı kimdir?
-Nâsırüddin Muhammed’dir.
s.17) Evrengzib’ten sonra Hindistan’daki siyasi gelişmeleri açıklayınız.
-Evrengzib’in ölümünden sonra Babürlüler siyasi istikrarsızlıklar dönemine girdiler. Bir taraftan Afganlıların diğer taraftan Portekiz ve İngilizlerin saldırıları devleti iyice zayıflattı. İç karışıklar yüzünden bu saldırılara gerekli karışı-lık verilemeyince Delhi Afganlıların eline geçti. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru bölgede İngiliz hâkimiyeti belirgin bir şekilde hissedilmeye başladı. Babürlü hükümdarlar İngilizlerin etkisi altına girdiler.
s.18) Babürlülerin başlıca gelir kaynağı neydi?
-Devletin başlıca gelir kaynağı tarım ürünlerinden alınan vergilerdi.

 

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir