Menon Diyaloğu Üzerine Bir İnceleme



Erdem Öğretilebilir mi?

Diyalog, Menon’un Sokrates’e bu soruyu sorması ile başlar. Bütün tartışma bu soru etrafında şekillenir. Sokrates’in cevabı her zamanki gibidir. Bir şeyin ne olduğunu bilmeden, onun öğretilip öğretilemeyeceğini bilemeyeceğini kendine has bir şekilde ifade eder. Hatta erdemin ne olduğunu bilmediği gibi, bunu bilene de rastlamadığını, eğer ki kendisi biliyorsa ona da öğretmesini ister. enon ise 71-e’de şöyle bir açıklama yapar:

Menon­ ­— Sana cevap vermek güç değil, Sokrates. Senin öğrenmek istediğin, bir erkeğin erdemiyse bu, onun devlet işlerini iyi çevirebilmesi, bunu yaparken de dostlarına yararlı olması, düşmanlarına zarar vermesi, kendisini de her türlü zarardan koruyabilmesidir. Bir kadının erdeminden ne anlaşılacağını soruyorsan, buna da cevap vermek güç olmayacak. Bir kadının erdemi, evinin işlerini iyi çevirmesi, evin düzenini sağlaması, kocasına itaat etmesidir. Bundan başka, kız olsun, erkek olsun, çocuklara göre bir erdem olduğu gibi, köle olsun, özgür olsun, ihtiyarlara göre de bir erdem vardır. Birçok erdem çeşitleri daha var ki bunların ne olduğunu söylemek güç bir şey değil; her çeşit eylem için, her yaş için, bizim herbirimiz için ayrı ayrı birer erdem vardır. Bence kötülükte de böyledir, Sokrates.

Bu açıklama üzerine Sokrates, ortaya konulan bir çok erdem arasında, onların erdem olmalarını sağlayan genel özün ne olduğunu bilmek gerektiğini, verdiği örneklerle ortaya koyar. Burada Menon’un tanımı, Protagoras Diyaloğu’nda Sokrates’in 318-d’de yönelttiği: “…Hippokrates, Protagoras’a bağlanmakla yanında geçireceği ilk günden başlayarak daha iyi olacak ve gün geçtikçe ilerleyecek ama nede Protagoras? Hangi konuda?” sorusuna aldığı cevapla benzerlikler taşımaktadır (Protagoras,318-e). Yani Sokrates ile erdemle veya onun öğretilip öğretilemeyeceğine ilişkin tartışan Menon, Gorgias’tan aldığı derslerin etkisiyle böyle bir tanım yapmakta. Sokrates ise erdemin kimde olursa olsun aynı olduğunu, onu doğruluk ve ölçülülüğe dayandırarak, Menon’dan yeni bir tanım yapmasını ister. 73-d’de erdemin insanlara hükmedebilme yeteneği olduğunu söyler, Menon. Sokrates ise bu tanıma adaletli olma erdemini sokar ve bundan başka erdemler de olduğunu söyler. Burada örnek olarak “şekil” kavramını verir. Onun kapsadığı birbirine benzer ya da karşıt şeylere şekil dememizi gerektirenin ne olduğunu bilmekle şekli, bir sürü özelliğe erdem dememizi gerektiren şeyin ne olduğunu bilmekle erdemi bilebileceğimizi ifade eder. Yani “bir şeyi o şey yapan nedir?”      (ti estin?) sorusu, örneklerle ve açıklamalarla Sokrates tarafından tekrar ortaya konur.

Sokrates bu aşamadan sonra Menon’a şekil ve renk ile ilgili tanımlar verir ve ondan kendi verdiği tanımlarda olduğu gibi tek ve bütün bir erdem tanımı ister        ( 77-a ). 77-b’de Menon:

Menon — Peki, Sokrates, bana öyle geliyor ki, erdem, şairin dediği gibi, “Güzel şeyleri sevmeye, güçlü olmaya” bağlıdır. Şimdi buna göre sana erdemi tanımlayayım: Güzele duyulan istekle onu elde etme gücü.

Fakat, Sokrates için bu tanım da geçerli bir tanım değildir. İyiyi elde etme gücü tanımı, Menon tarafından iyi diye tabir edilen şeyin (sağlık, zenginlik), doğruluk ve ölçülülükle, dine uygunlukla beraber olması gerekliliğinden dolayı, Sokrates’e göre geçerli bir erdem tanımı değildir. En baştan beri süregelen problem yine yaşanmaktadır. Yani bir şeyin parçasının, o şey olduğuna götüren bu tanım elbette Sokrates tarafından reddedilecektir.

Çünkü böylesi bir tanım, şekil örneği verilerek çürütülmüştü. Erdemin kendisinin ne olduğunu bilmeden, onun bir parçasının bulunduğu bir eylemi, ve de o parçayı bilemeyeceğimizi söyler Sokrates.

Bir Torpil Balığı

80-a’ da, Menon, o kadar şaşkınlık içerisindedir ki, ne söyleyeceğini bilemez bir durumdadır. Bu şaşkınlıkla Sokrates’i kendisine yakaşanı ve dokunanı uyuşturan bir torpil balığına benzetir. O güne kadarki erdem konusunda bildiğini sandığı bütün şeyler Sokrates tarafından çürütülmüştür. Bu bildiğini sandığı şeyleri üstelik birçok kere topluluk karşısında anlatmış, olumlu tepkiler almıştır. Sokrates’le bu tartışmasından sonra, bütün bu bildiğini sandığı şeylerin üstünkörülüğü ile yüzyüze gelmesi onu böyle bir benzetme yapmaya itmiştir. Sokrates ise bu benzetmeye verdiği karşılıkla, kendisini çok güzel tanımlar:

Sokrates — … O yassı balık, başkalarını uyuşturmadan önce, kendisi de uyuşmuş bir halde ise, ona benzediğimi kabul ederim. Böyle değilse, kabul etmem. Ben kendime güvenip de başkalarını çıkmaza sokan bir insan değilim. Başkalarını çıkmaza sokuyorsam, bunun sebebi benim de çıkmaz içinde bulunmamdır

Sokrates arayıştadır. Eğer bu arayış sonlanacaksa, bilgiye ulaşmakla olacaktır. Bu bilgi de erdemin bilgisidir. Kendisinin söylediği gibi, bu arayış esnasında çıkmazdadır. Fakat onu diğerlerinden farkı, bir çıkmazda olduğunun bilincinde olmasıdır.

Diğerleri veya karşılaşıp da tartıştığı kimseler bir çıkmaz içerisinde olmadıkları düşüncesindedirler. Bu, onun çok bilinen “bir şey bilmediğimi biliyorum” sözüyle ilgilidir. Menon da o güne kadarki bildiğini zannettiği şeylerin aslında safsatadan ibaret olduğunu anlamasıyla, Sokrates’le beraber çıkmaza düşmüştür.

Sokrates’in gezerek, herkesle konuşup tartışarak bilgiye ulaşma çabası da, onun zaten bu çıkmazda olduğunun bir kanıtıdır. Yani o, birini uyuşturmadan önce kendisi zaten uyuşmuş bir “torpil balığı” dır.

Bilinmeyen Bir Şeyi Araştırmak 

80-d’de Menon, bütün tartışmanın o ana kadarki gelişiminin etkisi ile, Sokrates’in erdemin ne olduğunu birlikte bulma çağrısına, Sofistlerin relativist bilgi anlayışı ile cevap verir:

Menon — Peki ama, Sokrates, ne olduğunu hiç bilmediğin bir nesneyi nasıl araştırabilirsin? Hiç bilinmeyen bir şeyi araştırmak için, onu ne şekilde tasarlayacaksın? Diyelim ki, bahtın oldu da iyi bir nokta buldun, bu noktanın o nesneye ait olduğunu nerden anlayacaksın?

( Bu noktada artık Sokrates Platon tarafından konuşturulmaktadır. Yani sözkonusu düşünceler Platon’undur. Burada, onun “idealar öğretisi”nin temelini teşkil edecek ruh anlayışı ve anımsama (anamnesis) ile karşılaşmaktayız.)

Sokrates, bilinmeyen birşeyin araştırılabileceğini, bunun mümkün olduğunu söyler. Bunu da insan ruhunun ölümsüz olmasıyla ve tekrar tekrar yeryüzüne gelip gittiği için yeryüzünde ve Hades’te herşeyi görmüş ve öğrenmiş olduğu ve bunların anılarının saklandığı için bir tek şeyi anımsamanın bütün öteki şeyleri bulmasına yarayacağıyla açıklar. Ona göre öğrenme, belirsiz bir hatırlayıştan başka birşey değildir. Bunu da kanıtlamak için oradaki kölelerden birini çağırır ve bir geometri problemi çözdürmeye başlar.

Sokrates’in köleye çözdürdüğü problem, bir karenin kenarlarının iki katına çıkartıldığında alanının ne kadar artacağıyla ilgilidir. Sorduğu sorularla, kölenin problemi çözmesini sağlar. Köle hiç geometri bilgisine sahip değildir. Köle, alan iki katına çıktığında, kenar uzunluklarının da iki kat artacağını sanmaktadır. Bu sanı ile ilgili olarak Sokrates, Menon’un torpil balığı benzetmesine göndermeler yapar (84-a):

Sokrates — …Düşün bir kere, sekiz ayaklık kare kenarının ne olduğunu bilmeden, bunu şimdi de bilmiyor ya, bildiğini sanıyor, hiçbir güçlüğün farkında olmadan, bilen adamların güveniyle cevap veriyordu. O şimdi çıkmaza girdiğinin farkında… Bilmiyor ama, bildiğini de sanmıyor.

Menon — Hakkın var.

Sokrates — Bilmediği şey karşısında durumu daha iyi değil mi?

Menon — Evet, bence de öyle.

Sokrates — Onu çıkmaza götürdük, yassı balığın (torpil balığı) yaptığı gibi uyuşturduk, ona bir zarar verdik mi?

Menon — Sanmam.

Sokrates — Bana öyle geliyor ki; onun, gerçeğin karşısındaki durumunun ne olduğunu bulmasına iyi yardım ettik. Çünkü şimdi, bilmediği için, araştırmaktan zevk duyacak; oysa ki daha önce, herkesin karşısında bir karenin iki mislini elde etmek için, kenarının iki mislini almak gerektiğini hiç çekinmeden söyleyebiliyordu.

Menon — Herhalde…

Sokrates — Bilgisizliğini anlamasından doğan sıkıntıyı ve bilmek isteğini duymadan önce, bilmediği, fakat bildiğini sandığı bir şeyi araştırmayı veyahut öğrenmeyi dener miydi?

Menon — Hayır, Sokrates.

Sokrates — O halde uyuşması işe yaradı.

Menon — Herhalde.

Sokrates, sorduğu sorularla problemi çözdürür. Köle kendisinin olmayan hiçbir şey söylememiştir. Söylediği şeyler ise onda zaten varolan sanılardır. Bu sanıları da şimdiki hayatında edinmemiştir. Bu sanılar ruhunda hep vardır. Sadece doğru sorularla, araştırmayla ve çalışmayla canlanarak bilgi haline geleceklerdir.

Bu açıklamalardan sonra, Sofistlerin “bilinmeyen bir şeyi araştıramayız” düşüncesine ortak olan Menon, Sokrates’e hak verir.

Bir Varsayım

Bu aşamada, şimdiye kadar kullanılan tanım ortaya koyma yönteminin döngüselliğinden kaynaklanan çıkmaz, Sokrates tarafından anımsama (anamnesis) ile çözülmüş gözükmektedir. Ancak bunu da temellendirmek gerekmektedir. Sokrates bu temellendirmeyi geometriyle uğraşanlar gibi, varsayımlar ortaya koyarak yapar:

Sokrates — Erdem öğretilebilir, yahut öğretilemez olduğuna göre ruha ait şeylerin hangi cinsindendir? Bunun için önce şöyle diyelim;erdem bilgiden ayrı birşeyse, o zaman öğretilebilir mi, yahut demin söylediğimiz gibi hatırlama ile kazanılabilir mi?

Burada diyalog tekrar, erdemin öğretilip öğretilemeyeceğinden, ne olduğu noktasındaki tartışmaya kayar. Sokrates’e göre erdemiyi bir şeydir, bilgi her iyiyi kavrıyorsa erdem de bir bilgidir. İyi olan şey de faydalıdır. Burada Sokrates birtakım örnekler verir: zenginlik, cesaret, sağlık, kuvvet vb. Bu örneklerden yola çıkarak, bu şeylerin doğru kullanıldıklarında faydalı, kötü kullanıldıklarında zararlı olduğunu ortaya koyar. Bu şeyler, onları yöneten akılsa faydalı, değilse zararlı olacaktır. Burada ruhun kendisini akla bağlar. Yani ruhun katlandıklarının ve gördüklerinin hepsini akıl yönetir ona göre. Sonuçta da faydalı olan şey akla uygun olandır. “Öyleyse erdem ya bütün olarak akıldır, ya da aklın bir parçasıdır” (89-a)

Buradan şu sonuç çıkar: ruh eğer akılla yönetiliyorsa iyi, faydalı ve doğru şeylere, akılla yönetilmiyorsa kötü, zararlı ve yanlış şeylere yönelinir. Sokrates buna dayanarak iyilerin doğuştan iyi olmadıklarını, sonradan bu meziyeti kazandıklarını söyler.

Ama yine de Sokrates’in içinde erdemin öğretilip öğretilemeyeceğine ilişkin bir şüphe vardır. Bu, birşeyin öğretiliyorsa onun öğretmen ve öğrencilerinin olması gerekliliğine olan inancı ile ilgili bir şüphedir. Bu şüpheyi, o aşamada diyaloğa giren Anytos ile tartışarak dile getirir. Zamanının, erdemli olmalarıyla tanınmış kişilerinin, çocuklarına bu erdemi aşılayamamalarını, erdemin öğretilemeyeceğine bağlar.

İyi Bir Kılavuz

Sokrates 96-e’de yeni bir bakış açısı ortaya koyar:

Sokrates — İnsanların işlerinde başarı elde etmeleri için bilgiden başka yollar da bulunduğunu unutmuş olmamız çok gülünç şey! İşte bunun için namuslu adamların nasıl yetiştiklerini bilemiyoruz.

Bu başka yol ise “doğru sanı” dır.Yolu iyi bilen kişi yolcularını varacakları yere götürdüğünde, onun kılavuzluğunu bilgisi yapacaktır. Ancak yolu hiç bilmeyen bir kişi, yolcuları aynı şekilde doğru yere götürdüğünde ise kılavuzluğunu “doğru sanı” yapacaktır. Öyleyse eylemleri doğru olarak yöneten sadece akıldır demek yanlıştır. o halde “doğru sanı”, “bilgi” den daha az faydalı değildir. Menon bu esnada şu soruyu sorar: “Öyleyse bunları niçin birbirinden ayırıyoruz?” Sokrates bu soruya Daidalos’un heykellerini örnek göstererek cevap verir, ( Daidalos’un heykelleri, daha inandırıcı görünsün diye, göz kapakları açık ve ayakları ayrık bir biçimde yapılmıştır. Bu heykeller kaçmasınlar diye zincirle bağlanmışlardır, Platon’a göre ) ve şöyle devam eder :

Sokrates — Şu çıkar ki, bu heykellerden biri bağlanmadığı zaman kaçak bir köleden daha değerli değildir. Bu da onun gibi yerinde durmaz, kaçar. Ama bağlı olduğu zaman, değeri büyüktür; bunlar gerçekten güzel eserlerdir. Bununla sana neyi anlatmak istiyorum? Doğru sanıların nasıl olduklarını. Doğru sanılar da yaşadıkları kadar fayda veren güzel şeylerdir. Ama uzun zaman kalmazlar; insanın ruhundan kaçıp giderler; demek ki değerleri yüksek değildir; meğer ki sebeplerin düşünceli bilgisi ile bağlanmış olsunlar. İşte, dostum Menon, demin üzerinde anlaştığımız belirsiz hatırlayış budur. Böylece bağlanmış olan doğru sanılar önce bilgi olurlar, arkasından da sağlamlaşırlar. Bunun içindir ki bilgi, doğru sanıdan daha değerlidir. Bilgiyi doğru sanıdan ayıran da bu bağdır.

Bilgi doğru sanıdan daha değerlidir, fakat devlete faydalı hizmetleri olan adamlar “doğru sanı”ları ile hareket etmişlerdir. Yani bunlar bilgelikleri ile değil, “doğru sanı”ları ile yöneticilik yapmışlardır. Algılandığı şekli ile erdem bilgi değildir, çünkü öğretilemez, öğreticisi ve öğrencileri yoktur. Büyük devlet adamları, oldukları şeyi bilgiye borçlu değildirler. Ancak şöyle de bir durum ortaya çıkmaktadır: Bu devlet adamları, yaptıkları ve söyledikleri doğru şeyler “doğru sanı” lara dayandığı için, bunları bilmeden yapmış ve söylemişlerdir.

Sokrates, bütün bunlardan sonra şöyle bir sonuç çıkartır ( 100-a):

Sokrates —…Erdem ne tabiat vergisidir, ne de öğretilebilir. Erdem ona sahip olanlara bir tanrı vergisidir, akılla ilgisi yoktur

Tartışma erdemin öğretilip öğretilemeyeceğine ilişkin Menon’un sorusuyla başlayıp, erdemin, ona sahip olanlara nereden geldiği sorusuna cevap bulmakla sonlanır. Ancak Sokrates için asıl çözümlenmesi gereken hala erdemin ne olduğudur ve erdemin nereden geldiğiyle ilgili bir yargıda bulunabilmek için bunun araştırılması gerekmektedir.

İlgili Kategoriler

1-12.Sınıf Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir