AÖF Türk Sosyologları



ÜNİTE-6 Türk Sosyologları

Mübeccel Kıray ve Cahit Tanyol

1) MÜBECCEL KIRAY

  1. a) Toplumsal Yapı Analizleri için Bir Çerçeve

_ Kıray’a göre sosyal yapı dediğimiz fonksiyonel bütünün her cephesi belirli yönlerde

değişikliğe uğrar.

_ Değişme sosyal yapının her tarafında zincirleme reaksiyonlar şeklinde kendini gösterir.

_ Değişme oluşumunda kurumların ya da değerlerin bir bütün içinde göreli yerleri,

fonksiyonların ve bu fonksiyonların bütün içinde değişme oluşumları her zaman denge

koruma mekanizmaları halinde ortaya çıkar.

_ Kıray’a göre bu çözülme ve buhrana engel olacak ara formlar/tampon mekanizmalar sayesinde

sosyal yapının çeşitli yönleri birbiri ile bağlanır.

_ Her toplum hacim, ekolojik ilinti, farlılaşma ve örgütlenme, dışarıya açılma ve dışarısı ile

bütünleşme, anonim, insan ilintileri kurma gibi haller, feodal komünitelerin modernleşme,

şehirleşme ve sanayileşmesinde en belirli oluşumlar halinde ortaya çıkar

_ Kıray Osmanlı toplumunu Batıdan farklı gelişmesinde asıl gözden kaçan meselenin köylü

lord ya da reaya-bürokrat lord ilişkisinin çok dışında olduğu kanısındadır

_ “Türkiye’de bugün şehirleşme, şehirlerin sanayileşme hızının, tarımın modernleşmesinden

çok daha yavaş olması sonucu “sahte şehirleşme” diye nitelediğimiz oluşumlarla

sonuçlanmaktadır”.

_ Az gelişmiş toplumlar hızla değişir ki bu da toplumların iç ve dinamik merkezleri yeni bir

düşünme biçimine ihtiyaç duyar.

_ Buna paralel yeni türde bir sosyal bilim ihtiyacı ortaya çıkar.

_ Türkiye bu aşamaya 1960’larda değişimle ilgili daha güvenilir bilgi edinme ve değişimi

kontrol etme ve yönlendirme yetisi kazanma hem yeni oluşan elit hem de süreçle etkileşim

içindeki dış değişim ajanları için önemli bir hal aldığında geldi.

_ Bu durumun ilk sonuçlarından biri “bilimsel” sosyal bilimler alanında eğitim görmüş iş

gücüne ve bu tür uzmanları yetiştirecek kurumlara yönelik talebe yanıt olarak planlama

teşkilatlarının kurulmasıydı.

_ 1960’dan bu yana, ülkenin büyük kentlerinde, sosyal bilim bölümleri açıkça modern

araştırma yönelimli olan dört üniversite açılmıştır (ODTÜ, Hacettepe, Boğaziçi, Ege

Üniversitesi.

  1. b) Toplumsal Değişme ve Türkiye

_ İnsanlar toplu olarak bir arada yaşarlar ve yaşamlarının bir düzeni vardır.

_ İnsanlara ve oluşturdukları yaşam düzenlerine toplum diyoruz.

_ Toplumun ne olduğu değil ne tür özellikler taşıdığı önemlidir.

_ Bunlardan biri yerleştiği arazidir.

_ Diğeri nüfus ve nüfusun özellikleridir.

_ Ayrıca nüfusun doğayı işleme tarzı ve bunlardan doğan insan ilişkileri, insan doğa ilişkisi,

insanların doğayı işlemede kullanılan aletler ile bunların hepsinin oluşturduğu sosyal

örgütlenme ve sosyal örgütlenmenin kendine uygun olarak yarattığı değerler sistemi inançları,

düşünceleri ile bir bütündür.

_ Doğayı işleme tarzınız değişirse, nüfusunuz değişir, nüfusunuz değişirse yerleşme tarzınız

değişir, yerleşme tarzınız değişirse sosyal örgütlenme veya bunlarla ilgili olarak değerler,

inanç sistemi değişir

_ Toplum değişir, toplumlar hiçbir zaman durağan değildir.

_ Değişmenin içsel ve dışsal dinamikleri vardır.

_ Toplum değişirken bölük pörçük değişmez.

_ Değişirken toplumun hangi özellikleri değişirse, diğer özellikleri ile beraber zincirleme

reaksiyona girerek öbür taraflarını da değiştirirler.

_ Yani toplum hem bir bütündür hem de bu bütün sürekli değişmektir.

_ Değişirken kendisini yeniden düzenler, yeniden biri bütün haline gelir.

_ Bu anlamada toplum bir bütündür

_ Köylülükle değişim olmadan, köylülüğün hakim olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

_ Türkiye’de bu anlamda değişim 1950’lerde başlar.

_ Bu dönemde gerek toprağı kullanma gerekse ürünleri değerlendirme biçimleri ve yeni ürünler

girmeye başlamıştır.

_ 1960’larda değişimin diğer yönü kırdan kente göçler başlamıştır.

_ Şehre göçen köylüler artık köylü değildir.

_ Topraktan kopan bu eski köylüler şehirleri de hızla değiştirmiştir.

_ Değişim rastgele değildir.

_ Toplum kendi yapısı gereği hem değişiyor, değişirken de daha az değişen yönlerini

tamamlayıcı ilişkileri de oluşturarak başka yönleriyle birleşiyor, kendini yeniden düzenliyor.

_ Küçük birimlerden başlayan dinsel patronaj, kentsel yapılarak siyasi partilere, uluslararası

kuruluşlara doğru genişleyip gitmektedir

_ Türkiye’nin toplumsal yapısındaki değişim ana ekseni köylülük içinde gerçekleşen

dönüşümdür.

_ Bu değişimin kanıtı 1950 ‘lerden bu yana köylülüğün çözülmesi, köylülerin kente göç etmesi

ve burada yerleşmesidir

  1. c) Kentleşme

_ 1950’lerden 1980’lere kadarki süreçte ekonomik daralma ve genişlemelere bağlı olarak

kendiliğinden oluşan, toplumun sorununu halletmiş görünen fakat daha sonra gelişmeyi

tıkayan birçok ara formu yeterli bulmak hem siyasi partilerde hem de giderek devlette iki

temel ve tehlikeli yönü toplum hayatına yerleştirildi.

_ Birincisi her türlü kanunsuzluğu olağan karşılama ve göz yumma yaşam biçimine sokuldu ve

hukuk devleti sözü retorik olarak kaldı.

_ İkincisi modern toplumun kaçınılmaz parçası olan farklılaşma, uzmanlaşma ve gerçek anonim

örgütleşme yerine durmadan küçük kapalı çevrelerin yüz yüze ilişkileri, kişisel bağımlılıkları

oluşturan patronajı çeşitlendirdi ve yaydı.

_ Şehirlerde kolayca işçileşemediği, ücretlileşemediği zaman ne oluyor.

_ Kıray’a göre bunlar kategorilendirilirse eliyle çalışan işçi mavi yakalı, beyaz yakalı olan

yüksek memur ve bunların dışında pembe yakalı deyince mavi yakalılar kadar rutin işlerde

çalışan ve genellikle cinsiyete has bir yön almış olan sekreterlik ile bilgisayar kullanımı gibi

meslekler anlaşılıyor.

_ Dolayısıyla, köyden şehre göç edenler açısından ortaya koymamız gereken sorun iki çeşittir.

_ Biri kendiliğinden oluşan uyum mekanizmaları diğeri ise politikalar geliştirerek uyumu

sağlamaya çalışan düzenlemeler.

_ Kendiliğinden oluşan uyum mekanizmalarının ilki tüketim sorunudur.

_ İkinci uyum mekanizması eğitim, üçüncü uyum mekanizması meslek geliyor.

_ Bununla sanatlar son derece önemli bir uyum mekanizması oluşturuyor.

_ Kıray, Türkiye’de metropoliten alanların oluşumunda sanayilerin kent merkezlerinin dışına

çıkarılmasında ortaya çıkan özgün bir sanayi, yer seçim tipolojisi tanımlamaktadır.

_ Kıray’ın “saçaklanma” olarak kavramlaştıracağı bu özgün mekansal dönüşüm süreci kent ve

sanayi coğrafyası yazınına çok değerli bir katkı yapmıştır.

_ Kıray, az gelişmiş bir ülkenin metropolitenleşme sürecinde sanayinin desantrilize olmasının

yarattığı yeni kentsel yapıdaki yerleşim örüntülerinin, Avrupa ve Amerika’da 1960’lı yıllarda

olduğundan farklı olarak “saçaklanma” biçiminde oluştuğunu öne sürmektedir.

  1. d) Toplumsal Yapı Çalışmaları

_ Kıray’ın çalışmalarının dayandığı toplumsal açıklama modelini E. Kongar Türk Toplum

Bilimcileri I yapıtında hem büyük boy hem de orta boy kuram ve modellere dayandırır.

_ Kıray’ın gerçekleştirdiği saha çalışmalarına bakıldığında ilk olarak önce kasaba, köy, sonra da

kentlerin geldiği görülmektedir.

_ Bu tutum tesadüfî değildir.

_ Türkiye’de köy çalışmalarına bakıldığında 1950’lerden sonra yeni bir ivme kazanılmıştır.

_ Sosyologların köye çok ilgi göstermediklerini psikolog ve antropologların bu konuyla daha

fazla ilgilendikleri söylenebilir

_ 1960’lı yıllarda ülkemizde değişim süreci yeni gelişmelere sahne olmuştur.

_ Kıray’ın çalışmaları değişime paralel yoğunluk kazanmıştır.

_ Kıray’a göre sosyal yapı ve şehirleşme olgusunu araştıranlar sorunu çeşitli yönlerden ele

almışladır.

_ F. Tönnies, E. Durkheim, M. Weber’den beri süregelen dikotomik tipleşmelerle sosyal yapı ve

değişme birtakım çift terimlerle yorumlanmıştır.

_ Bunlar: Robert Redfield’in “folk ve şehir” çifti, “köy ve şehir”, “gelenekçi modern”,dördüncü

olarak ise feodal şehir-modern şehir terimleridir.

_ Kıray’ın seçimi feodal şehir-modern şehir çiftidir.

_ Kavramsal çerçeve olarak kullandığı feodal şehir-modern şehir kullanımına başka bir örnek

Sosyal Bilimler Derneği’nin İzmir’e yönelik ortak proje çerçevesinde Örgütleşmeyen Kent

adıyla yaptığı çalışmadır.

_ Araştırma 1967-1968 yıllarında tamamlamış 1972’de yayınlanmıştır.

_ Bu araştırmanın konusu İzmir’de iş hayatının yapısı ve yerleşme düzenidir.

_ Kıray’ın bu çalışmayla amacı böyle bir dönüşümün hangi faktörlerin etkisi ile mümkün

olduğu ve bu dönüşümün kente nasıl aksettiği araştırılarak bu oluşumlar üzerinde bazı

genellemelere ulaşmaktır.

_ Kıray “II. Dünya Savaşı Sonrasında Metropollerdeki Sosyal Değişim” adlı çalışmasında 1945

sonrası ülkemizdeki metropol kentlerin sorunlarını, patronaj ilişkilerini değişen kentin

parametrelerini tartışır.

_ Kıray’ın Ereğli çalışması ise Ereğli’de kurulacak olan demir-çelik sanayi tesisleri öncesinde

sosyal hayatı analiz etmek için yapılan ve DTP tarafından desteklenen bir araştırmadır.

_ Kıray, kitabın önsözünde bu çalışmanın memleketimizde yapılan yayımlanan ilk kent

araştırması olduğunu belirtir.

_ Çalışmanın verileri, yazılı kaynak tarama, açık mülakat, survey teknikleri kullanılarak elde

edilmiştir.

_ Araştırmanın temel konuları şöyledir: yöntem ve veriler, Ereğli’nin konumu, tarihi, nüfus

hareketleri, sosyal ekonomik hayat, gelir farklılıkları ve tüketim normları, aile yapısı ve ailede

insan ilişkileri, eğitim, boş zaman uğraşları, haberleşme, mülki düzen, din ve dünya görüşü,

demir çelik fabrikaları, civar köyler.

_ Anketlerde siyasal ve dinsel davranış ve inançlara ait sorulara yer verilmemiştir.

_ İlk defa “tampon kurum” ve “tampon mekanizma” kavramları kullanılmıştır.

_ Kasabada en önemli iş grupları sırasıyla, tüccar ve esnaf, kömür işletmesinde çalışan

memurlar, işçiler, diğer devlet memurları ve serbest meslek sahipleridir.

_ Bunları deniz nakliyeciliği ve balıkçılık takip eder.

_ Çiftçilik en arkadan gelir.

_ İş grupları arasında sayı bakımından en kalabalık, rol ve fonksiyon bakımından en önemli

grup tüccar ve esnaftır.

_ Serbest meslek sahipleri ve subay-memur grubu oranında da bir artma görülmektedir.

_ Bugün Ereğli’de en gözde sayılan ve oğulların edinilmesi istenilen meslekler mühendislik ve

diğer serbest meslekler gibi yeni düzen mesleklerdir.

_ Meslek tercihinde hiç kimse toprakla ilgili bir meslek seçmemiştir.

_ Anonim olmayan insan ilişkileri Ereğli’nin en yerel kalmış kısmıdır.

_ Baba oğul ilişkilerinde değişme en önemli değişmelerden biridir.

_ Baba-oğul dayanışmasının çözülmesi düzensizlik ve güvensizlik olarak yansımıştır.

_ Bu yüzden kız evlat ile aile arasındaki ilişki önem kazanmıştır.

_ Ailenin çekirdek aileye dönüşmesi eşler arasındaki ilişkiyi daha az otoriteye dayanır bir hale

getirmiştir.

_ Doğum, sünnet, evlenme ve ölüm ile ilgili ritüellerin dinsel değeri azalmıştır.

_ Aile içi ilişkilerde sorunsuz değişmesinde anne önemli bir rol oynar.

_ Baba ile oğul arasındaki dengeyi korumak anneye düşüyor.

_ Böylece anne aile içi düzenin devamlı ve sürtünmesiz değişmesine yardım eder.

_ Annenin bu yeni rolü değişen aile kurumunda geçiş devresini bunalımsız geçirmesini

sağlayan tampon fonksiyondur

_ Ereğli’de bütün değişen kurumlarda en temel bağlantılar, yeniden beliren değerler, yeniden

kurulan ilişkilerde ailenin ve kişinin güvenliğini sağlamak gayreti göze çarpmaktadır.

2) CAHİT TANYOL

_ Cahit Tanyol, edebiyatçıdır, felsefecidir, sosyologdur.

_ Sosyal bilimlerin farklı alanlarında yazan çok yönlü bir fikir adamıdır.

  1. a) Din Olgusu ve İslamiyet Öncesi

_ Bir din olarak İslamiyeti incelemeden önce din olgusunun sınırlarını araştırmak, açık seçik

tanımını yapmak gerekir.

_ Her din olgusunda içeri¤i ve farklıkları ne olursa olsun şu üç öge bulunur:

_ 1. Her dinde bir inanç sistemi vardır.

_ 2.Her dinin kendine özgü bir ibadeti ve töreni vardır, törensiz din olmaz.

_ 3. Her dinin bir kutsal yeri, bir tapınağı vardır

_ İster ilkel olsun, ister semavi, ister çok tanrılı olsun, ister tek tanrılı ya da tanrısız, hepsin bu

üç öğeyi barındırır.

_ İbadet ve ayini inanç belirler.

_ İnanç alanında yer alan eylem ve dualarda bir kutsalık, bir dokunulmazlık hayal edilir.

_ Durkheim dinsel alanı kutsal, kutsal dışı diye ayırır.

_ Doğal olarak ilkel toplumlarda dinsel baskı ön planda görüldüğü için kutsal ve kutsal dışı

dünya birbirinden kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştır.

_ Hatta bu iki dünya birbirine karşıttır.

_ Birini terk etmeden diğerine girmek mümkün değildir.

_ Bu durum bir tür manastır yaşamıyla belirgin hale gelir.

_ Bizde çeşitli tasavvuf ve tarikatlara girenler birçok denemeden geçerler.

_ Bunlara “seyri sülük” derler.

_ Derviş kendisini doğal yaşamdan soyutlamıştır.

_ Kişi içindeki “nefs-i emareyi” yani kendisini hazlara iten nefsi öldürmek zorundadır.

_ Bunun nedenleri içinde önce diyalektik bir çatışmayla karşı karşıyadır.

_ Bu diyalektik çatışamaya tasavvuf dilinde “nefs-i levvame” ile “nefs-i emare”nin çatışması

denir.

_ İnsanı hazlara, şehvetlere sürükleyen nefs yani ben ile buna engel olmak için savaşan ben

anlamında kullanılır.

_ Sonuçta mistik “nefs-i mutmaine” yani kötülükleri yenmiş ve rahatlamış bir bene sahip olur.

_ Bütün karmaşıklığına rağmen kutsal şeylerden bir kısmı birbiriyle birleşerek aralarında bir

bağlantı oluşturur ve kendi dışında kalan diğer inançlardan ayrılık gösterirse, inanç, ayin ve

törenlerin toplamı bir din olur.

_ Merkezi bir örgütte toplanır.

_ Üyeleri kendi aralarında bir cemaat kurarlar.

_ Tanyol’a göre yalnız toplum dinsel cemaatlerin toplamı değildir.

_ Durkheim’ın kutsal-kutsal dışı ayrımı din sosyolojisi açısından konuya açıklık getirse de

toplumun tümünü kuşatmaktan uzaktır diyen Tanyol, Durkheim’›n bu konuda söyledikleri

ilkel toplumlar için geçerlidir der.

_ Mekanik dayanışma dinsel niteliktedir.

_ Tanyol Durkheim’ın kutsal-kutsal dışı ayrımından hareket ederek din ve laik hayat arasındaki

koşutluk üzerinde durur.

_ İlkel toplumlarda kutsal alan geniş, kutsal dışı alan ise çok sınırlıdır.

_ Tönnies’ in deyimiyle kutsal alana cemaat, kutsal dışı alan cemiyet diyecek olursak ileri

toplumlara doğru gidildikçe kutsal dışı alan önem kazanır

_ Tanyol’a göre Durkheim’›n din sosyolojisi ile ilgili görüşlerinin çoğu eskimiştir.

_ Fakat yinede din konusunda ileri sürdüğü pek çok tanım hala geçerliliğini korumaktadır.

_ Tanyol’a göre Durkheim’ın din ve büyü üzerinde ileri sürdüklerinin bizim için özel bir

anlamı vardır.

_ Aslında Durkheim’da hem kuram hem amaç bakımından çoğu zaman onların alanlarını

ayırmanın güç olduğunu söylüyor.

_ Bununla beraber dinle büyünün alanlarının ayrı ayrı olduğunu şu düşünce ve gözlemlere

dayandırır:

  • Din büyüyü reddeder, üstelik ona düşmandır, büyü de dine karşıdır.
  • Büyücünün hareketlerinde dine aykırı bir taraf vardır. Ne kadar benzer görünümleri

olsa da aralarındaki çatışma önlenemez.

  • Büyücüyle müşterisi arasındaki bağlantı gevşektir ve müşterilerin kendi aralarında da

bir birlik ve beraberlik yoktur.

  • Dinin ana kurumlarından biri tapınaktır ve bu dinde esastır. Büyücünün ise tapınağı

yoktur

_ Tanyol’a göre Durkheim’ın din ve büyü üzerinde ileri sürdüklerinin bizim için özel anlamı

Şamanizm den kaynaklanmaktadır.

_ Din ve büyünün iç içe olduğunu en iyi kanıtlayan Türklerin, islam’dan önceki dini olan

Şamanizm’dir.

_ Türklerin Müslüman olmadan önceki dini Şamanizm’di.

_ Şamanizm büyü esaslarına göre örgütlenmiş bir dindir.

_ Şamanizmin Türk toplumsal ve siyasal yaşamında önemli bir yeri vardır.

_ Şamanizm, İslamiyet’e bir dinamizm ve Türk toplumuna yepyeni bir ideoloji ve devlet

felsefesi getirmekte rol oynamıştır.

_ Şamanizm’in bir mitolojisi ve evren görüşü vardır.

  1. b) Türklerin Evrensel Devlet Anlayışı

_ Türk toplumunun kurmuş olduğu devletlerin temelinde ortak bir devlet felsefesi ve dünya

görüşü vardır.

_ Doğu’da ve Batı’da toplum yapıları ve devlet türleri tamamıyla farklıdır.

_ Buna bağlı olarak devlet felsefeleri da ayrı dünya görüşlerine dayanır.

_ Doğu ve Batı arasındaki çelişkiyi bir senteze ulaştırmak için en kolay yol taklittir.

_ Her alanda olduğu gibi devlet sorununda da ilk hareket noktası Doğu ile Batı arasındaki

ayrılık olmalıdır.

_ Düşünce bu ayrılık üzerinde yoğunlaşmalıdır.

_ Batı uygarlığı adını verdiğimiz kültür ve devletler topluluğu kendi sosyal, ekonomik, kültürel

tarih görüşünü bütün bir insanlığın evrim şeması gibi ele almıştır.

_ Bu uygarlığın dışında kalan İslam uygarlığı Asya uygarlığı yok kabul edilmiş ya da Batı’ya

etkisi bakımından düşünülmüştür.

_ Türk Devlet Felsefesinin Kaynağı Mitolojidir.

_ Doğu-Batı dünya görüşünün arkasında daha önce islamiyetle ilişkisi açısından durulan iki

mitoloji vardır.

_ Biri antik çağ yani Yunan mitolojisi diğeri Şamanist mitolojisi.

_ Türk devlet felsefesinin kaynağını bu mitolojide aramak gerekir

_ Yunan mitolojisinde tanrılar bir site tanrısıdır.

_ Türk mitolojisinde ise tanrılar devlet tanrısıdır.

_ Bu nedenle Şamanizm de evrensel bir nitelik yaşamaktadır.

_ Yani birisinde doğa, diğerinde devlet-insan-toplum ağır basar.

_ Biri din mitoslarına, diğeri kaynağı büyü olan mitoslara daynır.

_ Türkler İslamiyet’ten önceki evren ve devlet görüşlerini İslamiyet içinde de çeşitli biçimde

sürdürmektedir.

_ Şamanist görüşte mitolojik evrenin özelliğini, toplumla ve doğayla ilişkisini bir cümleyle

özetleyebiliriz: Francis Bacon’ın “Bilmek yapabilmektir.”

_ Sözü farklı olarak Şamanizm de kendisini gösterir.

_ Bu söz “Bilmek doğayı ve onun olaylarını yönetmek ve değiştirmektir” olarak değişir.

_ Şaman mitolojisinde önemli olan doğayı ve olayları yönetmek ve değiştirmektir

  1. c) Kültür

_ Bireyin doğuşta hazır bulduğu ve içinde yetiştiği değerlerdir.

_ Bu değerler çeşit çeşittir.

_ Tanyol, kültürde bulunan değerleri üç grupta toplar. 1. Bireyin hareketiyle ilgili değerler.

_ 2. Bireyin düşüncesiyle ilgili değerler.

_ 3. Bireyin yaratmasıyla ilgili değerler.

_ Bu ayrımı kültürün karakteristiğini belirtmek için yapar.

_ Kültüre bir nevi toplumsal veraset demek doğrudur.

_ Tanyol, bireye sonradan eklenen bütün bilgi, hareket, yaratma ve yapma değerlerinin

toplamına kültür adını vermektedir.

_ Kültürün ilk belirtisi ve özelliği dildir.

_ Birey yalnız dil gibi duygu ve düşünceye yön veren kültür değerlerinde değil, teknik ve pratik

ihtiyaçlarını karşılamağa kalktığı zaman da hazır bir takım kültür değerlerini kullanır, yani

kültür değerleri daima ayrı ayrı bireylerin elinde toplanır.

_ Tanyol, bizim Batı medeniyeti karşısında özel durumumuz ne olursa olsun kültür ve

medeniyeti birbirinden ayıramayız der.

_ Din gibi, dil gibi, teknik de belli bir kültürün malıdır ve bir ahenk teşkil ederler.

_ Daha açık ifadeyle manevi değerlerle maddi değerler arasında bir uyuşma bir benzeşme vardır

  1. d) Sosyal Ahlak Laik Ahlak

_ Batı medeniyeti ve Batı zihniyetini yapan unsurlar içinde durulması gereken en önemli sorun

“şahsiyet terbiyesidir”.

_ Çünkü bir medeniyeti yaratan ve ona yön veren şahsiyetin özelliğidi.

_ Ahlak, bir takım hareket kaidelerin toplamıdır.

_ Bu kaideler iyi olur, kötü olur, insani olur, hepsi ahlak kavramının içine girer.

_ Ahlak kuralları toplumdan topluma değişir.

_ Bu kuralların değişmesinde din değil, töre ve adetler rol oynar.

_ Çünkü yapılması istenenle, istenmeyeni ayıran, iyi ve kötü hükümlerini veren odur.

_ Ahlakta önemli olan kaide de¤il, kaideyi uygulayan bireyin tavrıdır.

_ Dinde esas olan emir, ahlakta esasa olan tavırdır.

_ Tanyol, tavırla şahsibyeti kasteder.

_ Tanyol’a göre rejimde yapmış olduğumuz inkılâbı ahlakımızda yapamadık.

_ Ahlakta önemli olan, laik bir takım ahlak kaideleri bulmak değildi.

_ Her şeyden önce bir şahsiyet inkılâbına ihtiyacımız vardı.

_ Rejimin gerektirdiği şahsiyet yaratılmadan hiçbir şey değiştirilemezdi.

_ Dünden, bugünde ahlaki şahsiyetimizde eksik olan taraf neydi?

_ Medeni cesaret.

_ İnsanın kendi kendisini hareketlerinden sorumlu tutması.

_ Kendi kendisiyle tutarlı olmak ve bunu gerek birey ve gerekse devlet hayatında

gerçekleştirmek.

_ Sosyal faydayı bireysel faydadan üstün tutmak

_ Sosyal ahlak demekle ahlakı, din, hukuk, örf ve adet gibi sosyal olaylardan biri kabul ederiz

_ İnsan hareketlerini müeyyideli (yaptırım) ve müeyyidesiz olmak üzere ikiye ayırır.

_ Tanyol’a göre hareketlerim ze müeyyide koyan faktörler şunlardır:

_ Hukuki müeyyide,

_ Dini müeyyide,

_ Örf ve adet müeyyidesi,

_ Moda ve

_ Ahlaki müeyyide

_ Tanyol her müeyyideli harekette ise şu unsurların bulunduğunu aktarır.

  1. a) Müeyyidenin kaynağı veya otorite, yani emreden,
  2. b) Emredilen, yani kaide,
  3. c) Bireyin sorumluluğu.

_ Tanyol’a göre ahlaki müeyyidenin hukuk, din, örf ve adetlerden farkı otoritenin içeriden

dışarıya doğru olmasıdır.

_ Otoritenin kaynağı ahlaki şuur veya vicdan dediğimiz kaynaktır.

_ Sonuç olarak:

_ Ahlaki şuurda otoritenin kaynağı ile adetlerdeki otoritenin aynı şey olduğu.

_ Ahlaki kaideyi bizim yaratmadığımız, onların adetlerde formüle edilmiş olduğu.

_ Ahlaki şuurdaki otoritenin dini, hukuki, sihri otorilerden ayrı olduğu ve onlardan

müstakil olarak geliştiğini ifade eder.

_ Tanyol’a göre laik ahlak dine dayanmayan, emir ve otoritelerini dinden olmayan ahretsiz bir

ahlak demektir.

_ Laik ahlak, Durkheim’ın anladığı manada akıldan çıkan veya ona dayanan bir ahlak da

değildir.

  1. e) Vatandaşlık Kavramı ve Laik Ahlak Eğitimi

_ Batı’da eğitim ister liberal, ister sosyalist olsun ortak bilim ve evren görüşlerine dayanır.

_ Bilim aracı ve özü açısından laiktir.

_ Orada laikliğin arkasında çağdaş bilim bulunur.

_ Neyi gerçekeleştirmek ister?

_ Tanyol’a göre bu amaç iki noktada toplanabilir.

  1. a) Geleceği temsil eden çocuklara ulaşılması ve gerçekleştirilmesi, gerekli amaçları

göstermek.

  1. b) b) Toplumun önceden var olan saygıdeğer kurallarını, geleneklerini yeni kuşaklara

aktarmak.

_ Birincisi geleceğe yönelik umutları ve idealleri içerir.

_ İkincisi hareketlerimize bir düzen ve disiplin getirir. Toplumda sürekliliği sağlayarak kuşaklar

arasında bir uyuşma ve kaynaşma yaratır. İşte bu amaçların bütününe vatandaşlık eğitimi

diyoruz.

ÜNİTE-7 Türk Sosyologları

Mümtaz Turhan ve Cemil Meriç

1) MÜMTAZ TURHAN

  1. a) Mümtaz Turhan’ın Bilimsel Yaklaşımları ve Sosyolojiye Katkıları

_ Mümtaz Turhan “Kültür Değişmeleri” adlı eseri ile Türk tarihinin çeşitli dönemlerini “serbest”

ve “zorunlu kültür değişmeleri” kavramları ekseninde değerlendirmeye çalışmış ve sosyal

psikolojinin verilerini tarihe uygulamıştır.

_ O, Batılılaşma, kalkınma, millet, millî kültür ve demokrasi konularında Türk toplumu için

özgün fikirler üretmiştir.

_ Bu çerçevede bilim ve bilim zihniyetini temel ölçü olarak almıştır.

_ Türk toplumunun geçirdiği tarihî safhalar ve büyük dönüşümleri anlamak ve çözmek için

yegâne yol göstericinin bilim olduğu inancındadır.

_ Mümtaz Turhan ülkemizde teknik konularda bile duygular ve basmakalıp düşünce

kırıntılarının baskın olduğundan şikâyet etmektedir.

_ O, bütün alanlarda bilimin ve bilimsel zihniyetin hâkim olmasını istemektedir, dönemi

içerisinde bunun kavgasını vermiş ve yol gösterici olmuştur.

_ Mümtaz Turhan’ın bilim ve teknolojiye dayanarak toplum kurumlarını yenileştirmeye

çalışması ve aydın halk bütünlüğünü sağlayarak millî kültürün kurulmasına çalışması

bakımından Ziya Gökalp çizgisinin devamı olduğu kabul edilmektedir.

_ Bunun yanında kültür değişmesini sahada yaptığı çalışmalarla sürdürmesi bakımından da

“Meslek-i içtimaî” akımına dâhil eden fikir adamları da bulunmaktadır.

  1. b) Kültür Değişmeleri

_ Mümtaz Turhan’ın “Kültür Değişmeleri” adlı eseri kendi alanında ülkemizde yapılan ilk ve

bugün için klasikleşmiş bir çalışmadır.

_ Kültür değişmeleri bir boyutuyla kültür, medeniyet, teknoloji, değişme ve kültür

değişmelerine ilişkin kavram ve teorilerin yer aldığı bir el kitabı özelliği taşır.

_ Diğer ve daha önemli yanıyla da kültür değişmesi çerçevesinde Türk toplumunun tarihî

gelişim sürecini ve o günkü toplumsal yapısını anlamaya çalışır.

_ Mümtaz Turhan Barlett’in “Psikoloji ve ilkel Kültür” adlı kitabından yola çıkarak kültür

değişmelerinin niteliğini tartışır.

_ Ona göre, kültür değişmeleri esas olarak ya “iktibaslar” (alıntı) veya çeşitli kültürlerin

birbiriyle teması ve karışması sonucunda meydana gelir.

_ Kültür değişmesinin ilk merhalesini oluşturan alıntılar, bir toplumda yenilikçiler denilen

şahıslarla bunların etrafında toplanan küçük bir grubun dışarıdan veya başka bir kültürden

aktardıkları unsurları kendi vatandaşlarına kabul ettirmeleri, toplum içinde yaymalarıyla

başlar.

_ Bir medeniyet ve toplum içerisinde meydana gelen bir yeniliğin, bir değişmenin, bir unsurun

çevreye yayılmasını (diffusion) araştırmanın önemini belirtmek için Sorokin şu karşılaşmayı

yapmaktadır: “Canlı bir bedendeki kan dolaşımını bilmek fizyoloji için ne ise, kültür

değişmelerine ait olayların bilinmesi sosyoloji için odur.

_ Mümtaz Turhan Kültür Değişmeleri adlı eserinde E. Sapir, E. B. Tylor, C. Wissler,

Thurnwald, Maclver, Malinowski, Maslow, A. Kroeber ve Levy-Bruhl’un kültür

tanımlarını aktardıktan sonra kendi tanımını vermektedir.

_ Ona göre kültür; “Bir toplumun sahip olduğu maddi ve manevi değerlerden oluşan öyle bir

bütündür ki toplum içinde mevcut her çeşit bilgiyi, ilgileri, alışkanlıkları, değer ölçülerini,

genel davranış, görüş ve zihniyet ile her çeşit davranış şekillerini içine alır.

_ Mümtaz Turhan, o güne kadar kadar yapılanların en iyisi olduğunu düşündüğü

Malinowski’nin tanımını esas almıştır.

_ Ona göre: “Kültür değişmesi, bir toplumun mevcut düzenini, toplumsal, maddi ve manevi

medeniyetini bir tipten başka bir tipe dönüştüren bir süreçtir.

_ Böylece kültür değişmesi, her toplumun siyasi yapısında, idari kurumlarında ve toprağa

yerleşme ve iskân tarzında, inanç ve kanaatlerinde, bilgi sisteminde, eğitiminde, kanunlarında,

Ahmet ERTÜRK

http://aofburosu.blogspot.com

92

maddi araç ve gereçlerinde, bunların kullanılmasında, toplumsal iktisadın dayandığı üretim

maddelerinin sarf edilmesinde meydana gelen değişmeleri içine alır.

_ Mümtaz Turhan’da öne çıkan kavramlar serbest, zorunlu kültür değişmeleri ve alıntıdır.

_ Serbest kültür değişmesinden, bir toplumsal grup veya toplumun, yabancı bir kültüre sahip

grup veya toplumla temasa geldiği zaman hiçbir iç ve dış baskı altında bulunmaksızın belirli

unsurlar veya o kültürün belirli bir kısmını alıp benimsemesi sonucunda yapısında meydana

gelen değişmeler kastedilmektedir.

_ Zorunlu kültür değişmesi, farklı kültürlere sahip iki toplumsal grup veya toplumdan biri kendi

kültürünü veya belirli baz› unsurlarını kabul etmesi için diğerine baskı yapar veya idari bir

nüfuz ve iktidara sahip bir zümre yabancı bir kültürü veya bunun bazı unsurlarını kendi

toplumuna zorla kabul ettirmeye çalışırsa sonuçta meydana gelen değişmelerdir.

_ Alıntı kavramı ile bir grup veya topluluğun başka kültürlerden belirli unsurları aynen alması

anlatılmaktadır.

_ Bir kültür diğer bir kültürden alıntı yaptığı zaman aldığı unsurlar ister birer cisim, ister örf ve

adet olsun, bunları daima değiştirir, kendisine uydurur.

_ Mümtaz Turhan serbest ve zorunlu kültür değişmeleri kavramları ekseninde Türk

toplumununu tarihî sürecini üç kısma ayırarak ele alır.

_ Bunların ilki toplumda herhangi değişme meydana getiremeyen ve bazı unsurlarının alındığı

safha ile bunların bilinçli bir şekilde aktarıldığı serbest değişmeler devri; yani on dokuzuncu

yüzyıla kadar olan dönem.

_ İkinci safha ise onun geçiş devri olarak nitelediği Üçüncü Selim zamanıdır.

_ Üçüncü safha ise kapsamlı ve köklü kültür değişmelerinin ancak zorunlu bir şekilde meydana

getirilebileceği düşüncesinin belirmeye başladığı devirdir.

_ Mümtaz Turhan bu devri ikinci Mahmud’la başlatmakta ve çeşitli kısımlara ayırmaktadır.

_ Ona göre bu safhalar şunlardır: ilk safha ikinci Mahmud’dan Tanzimat Fermanı’ nın ilanına

kadar olan dönem

_ İkinci safha Tanzimat’tan 1876’ya yani Birinci Meşrutiyet’in ve Kanunu Esasi’nin (anayasa)

ilanına kadar

_ Üçüncü safha 1876’dan 1908’e yani II. Meşrutiyet’in ilanı ve yürürlükten kaldırılmış

bulunan Kanunu Esasi’nin tekrar yürürlüğe konulmasını sağlayan devrime kadar

_ Son safha ise 1923’ ten o güne kadar olan dönemdir.

_ Mümtaz Turhan bu köylerdeki sosyal tabakalaşma ve sosyal sınıflar, aile yapıları, göç,

köydeki sosyal ve kültürel değişmeler, cemaat yapıları ile şahsi gözlem ve kullandığı

yöntemlerden de söz eder.

  1. c) Garplılaşmanın (Batılılaşmanın) Neresindeyiz?

_ Mümtaz Turhan’a göre, Batı medeniyetinin ana unsurları bilim, teknik, insan haklarını teminat

altına alan hukuk ve hürriyettir.

_ Hakiki Batılılık ise bu prensiplere bağlılıktır.

_ Mümtaz Turhan Batılılaşmadan kendi tanımıyla “bir millet veya toplumun kendi örf ve

adetleri, gelenekleri içinde tarımsal, teknolojik, siyasi, eğitim, sanat ve diğer toplumsal

faaliyet ve sahaları kapsayan genel bir kültür oluşumunu” kastetmektedir.

_ Bu da Batıdan her şey den önce bilim ve teknikle, bilim zihniyetini almakla gerçekleşecektir.

_ Onun için farklı kesim ve anlayışların aralarındaki çatışma noktalarını da yaratan kavramları

kullanarak garplılaşma, muasırlaşma veya modernleşme, ister ilerleme denilmesinin hiçbir

önemi yoktur

_ Mümtaz Turhan bu konuda şunları söylemektedir: “Batı medeniyeti bilime, bilim zihniyetine

ve bunların meydana getirdiği teknikle hak ve hürriyet prensiplerine dayanan kurumlardan

oluşmuş bir düzendir.

_ Bu sistemin esasının oluşturan kurumlara bütün gerekleri, fonksiyonları, mana ve ruhu ile

sahip olmadıkça Batılılaşmadan bahsetmenin hiçbir değeri yoktur”

_ Mümtaz Turhan ülkemizin Batılılaşma sürecindeki yanlışları şu şekilde sıralamaktadır:

_ “Biz insanımızın genel mesleki, teknik bilgisini artırmadan, ona yeni maharetler

kazandırmadan,

_ Yeteneklerini geliştirmeden ve dünya görüşünü, zihniyetini bilimsel ilkelere göre

değiştirmeden, yani ona ilim zihniyetini aşılamadan sadece fabrikalar, geniş caddeler

açmak, parklar, barajlar, limanlar yaptırmadan, lüks otomobiller, tarım araçları,

radyolar, buzdolapları vs. almak ve Batılı kanunlar, nizamlar vazetmek suretiyle

Batılılaşacağımızı zannetmişiz.

_ 150 seneden beri hep bu kanaat ve bu bat›l itikatle hareket etmekteyiz” (Turhan,

1980: 69).

_ Mümtaz Turhan bütün bunların gerçekleştirilememiş olmasını ülkenin kötü yönetilmiş olması,

sermayesizlik, halkın cehaleti, tecrübeli iş adamı yokluğu gibi sebeplerle açıklandığından söz

etmektedir.

_ Ona göre, iyi bir yönetime ve gerçek aydınlara sahip olan memleketlerde halkın cehaleti, o

memleketin ilerlemesine, zenginleşmesine mani olmamıştır.

  1. d) İlk Eğitim ve Batılılaşma

_ Batılılaşmayı, kalkınmayı, ilk eğitime ve okuma yazma oranına bağlayan akım mensupları

Mümtaz Turhan’ın en fazla eleştirdiği kesimi oluşturmaktadır.

_ Ona göre bu tabaka “eğitim” denildiğinde ilk eğitimi anlayan kimselerdir.

_ Bu kesimin zihninde bu kanaatin doğmasında iki önemli sebep rol oynamaktadır; 1. Bütün

çağda toplumların aynı zamanda yüzde yüze yakın bir oranda okuryazar, geri kalmış

memleketlerin halkının da ümmi (cahil, okuma yazma bilmeyen) olmaları.

_ 2. Geri kalışımızın sebebinin, halkın bilhassa köylünün cahil olmasında aranmasıdır

_ Mümtaz Turhan’ın ünlü bir sosyal antropologun cümleleri ile bu görüşlerini destekler: “İlkel

bir topluluğu medenileştirmek gayesiyle sadece okuma yazma öğretirseniz, okuma yazma

bilen ilkel bir topluluk elde etmiş olursunuz”.

_ Milletler arasında kültür ve medeniyet farklarını doğuran, onların halk tabakaları değil, aydın

zümrelerdir.

_ Mümtaz Turhan dünyada alet ve makineleri, fennî metodları, verimli çalışma ilkelerini ve

ülkeleri en iyi bir şekilde yönetme tarzlarını bulan, keşif veya icat eden,

mükemmelleştirenlerin aydınlar olduğunu ifade eder.

_ Onun için bir memleketin geriliğinden halk›n› sorumlu tutmak kadar gülünç ve abes bir şey

olamaz.

  1. e) Batılılaşma Hareketi ve Millî Eğitim

_ Mümtaz Turhan’a göre Türk eğitim sistemi, kendi kendine yeter, yani memleketin muhtaç

olduğu birinci sınıf ilim ve teknik adamlarını yetiştirebilir bir hale gelinceye kadar Avrupa ve

Amerika’ya yüksek öğrenim için öğrenci göndermekten ve Araştırma Enstitüleri açmaktan

geçmektedir.

_ Avrupa’ya öğrenci gönderme fikri ve uygulaması esasen Batılılaşma tarihinin tümünde vardır.

_ Mümtaz Turhana göre geçmiş yıllardaki uygulamaların aksaklık ve hataları şunlardır: Batı’yı

tanımamak, hedefi doğru tayin edememek, plan ve programsızlık ve yanlış öğrenci seçimi.

  1. f) Türkiye’nin Kalkınmasında Köyün Yeri ve Rolü

_ Mümtaz Turhan köy meselesini sanayileşme ve göç süreci ile birlikte ortaya çıkabilecek

problemleri de kapsayan, aynı zamanda ülkenin kalkınma ve gelişmesinin yanında insani ve

kültürel bir sorun olarak ele almaktadır.

_ Mümtaz Turhan köylerin küçük ve sayıca çok olmasının getirdiği zorluklardan ve Türkiye’nin

gerçeklerinden yola çıkarak bu konudaki projesini kitaplaştırmıştır.

_ Buna göre “Kültür ve Sanayi Merkezleri” adını verdiği kuruluşlar Türkiye’nin her bölgesinde,

her kırk köyün bulunduğu alanın ortasında kurulmalıdır.

  1. g) Toprak Reformu ve Köy Kalkınması

_ . Toprak Reformunun tek çare olarak ileri sürüldüğü dönem içerisinde Mümtaz Turhan bu

konuda ayrıntılı bir kitap yazarak konuyu çeşitli yönleriyle ele almıştır.

_ Buna göre, öncelikle köy ve köy toplumu hakkında araştırmalar yapmak, toprak reformunun

sonuçlarını objektif şekilde tespit etmek, toprak reformunun yapılacağı bölgelerin toplumsal

yapılarını dikkate almak, tarım üretimini hesaba katmak, toprak reformunu tarım politikası ile

birlikte düşünmek gibi konular üzerinde durur.

_ Toprak reformunun devlete yükleyeceği mali külfet, ekonomiye katkısı ve kültüre ilişkin

faktörlerin de araştırılmasının gerektiğinden bahseder (Turhan, 1980: 137).

_ Mümtaz Turhan bu eserinde toprak reformu gibi ekonomik, teknik, toplumsal kültürel

boyutları olan bir meselenin bilimsel çalışmalarla değerlendirilmesi gerektiğini

savunmaktadır.

  1. h) Halk Eğitimi ve Millî Eğitim

_ Toplumsal ve millî eğitim bir toplumun, bağımsızlığını, barış ve sükûn içinde yaşamasını

temin eden, topluluk hayatını düzene koyan de¤erleri, değer ölçülerini ve sistemlerini genç

nesillere aşılaması, benimsetmesi ve yetiştirmesi şeklinde tanımlanır.

_ Toplumun bu tarz ideallere, kalıcı değerlere sahip olması gerekir

_ Ahlak eğitiminin küçük yaşlarda verilen bir din ve estetik eğitimi ile birlikte ele alınmasının

gerektiğinden söz eden Mümtaz Turhan bunun sınırlarını ve tarzını iyi tayin edebilmek için

din hakkında açık ve objektif bir fikrimizin olması ve önyargılardan kurtulmamız gerektiği

kanaatindedir.

_ Din hakkında bize en açık ve objektif bilgiyi din tarihi, etnoloji, sosyal antropoloji ve

sosyoloji vermektedir.

_ Ona göre demokrasi bir eğitim meselesidir

  1. i) Üniversite Problemi

_ “Üniversite Problemi” adlı 1967 yılında hazırladığı kitabında Mümtaz Turhan Üniversitelerin

ana fonksiyonlarını şu şekilde sıralar:

  1. Bilim adamı, araştırmacı yetiştirmek ve bilimsel araştırmalarda bulunmak,
  2. 2. Üniversite de dâhil olmak üzere bütün eğitim kademeleri için eğitim elemanı

yetiştirmek.

  1. 3. Kaliteli yönetici ve iş adamı yetiştirmek.
  2. j) Atatürk ilkeleri ve Kalkınma

_ Mümtaz Turhan’ın “Atatürk ilkeleri ve Kalkınma” adlı 1965 yılında yayınlanmış olan kitabı

Atatürk inkılâplarını tahlil eden ve farklı kesimler tarafından nasıl ele alındığını tartışan bir

çalışmadır.

_ Mümtaz Turhan’a göre, Batı ülkelerinin milliyetçiliğinin beş asır süren bir seyri söz

konusudur

_ Türkiye’nin ana davası, bir an evvel bir millet olma ve millî kültüre kavuşma davasıdır

  1. k) Millî Kültür ve Halkçılık

_ Mümtaz Turhan’a göre tarihî, toplumsal yapı ve şartların sonucu olarak ülkemizde birbirinden

farklı iki kültür bulunmaktadır.

_ Şehirlerde, bilhassa büyük şehirlerde yaşayan insanların ve aydınların da katıldığı ve temsil

ettiği “şehir” veya “aydın kültürü”,diğeri de küçük kasaba ve şehirlerin de dâhil olduğu geniş

halk kitlelerinin ve köylünün temsil ettiği “halk kültürü”dür.

_ Bu iki kültür arasındaki derin farklara rağmen her iki topluluğun temsil ettiği kültürler

arasında ortak bağlar vardır.

_ Bunlar dil, din, tarih bilinci, ortak bir toprağa ve devlete sahip olma, bazı örf ve adetler,

geleneklerdir.

  1. l) Mümtaz Turhan’a Göre Türkiye’de Bilim

_ Mümtaz Turhan bilimin bir yöntemden ziyade bir zihniyet meselesi olduğu düşüncesindedir.

_ Herhangi bir konu, olgu veya olay hakkında gözlem yapmak, gerçeklere bağlı kalmak ve

nesnel olmak bilim adamının temel hareket noktasıdır

_ Mümtaz Turhan’a göre, Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerinin tek ve gerçek manası, dünyanın

gidişine ayak uydurabilmek ve tekrar geri kalmamak için bazı doğmalara, kurallara

saplanmamak, fikri hareketlilik, toplumsal dinamizmi sağlamak ve korumaktır.

2) CEMİL MERİÇ

  1. a) Cemil Meriç’e Göre Sosyoloji

_ Cemil Meriç, sosyolojiyi “içtimai fizik” veya “fizyoloji” adları ile temelini Saint Simon’un

attığı bir bilgi dal› olarak kabul eder (Meriç, 1974: 156).

_ Cemil Meriç’e göre tarihin, medeniyet tarihinin ve “ümran” adını verdiği sosyoloji biliminin

gerçek kurucusu ise ibn Haldun’dur.

_ İbn Haldun’dan sonra ise sosyoloji biliminin 4 kurucusu vardır: Saint Simon,Proudhon,

Marks ve Comte.

_ Bunlar içinde en fazla Comte’un yeri belirtilmiştir.

_ Sosyoloji Cemil Meriç’e göre sosyoloji bilimi “yeni bir ideoloji” ve “buhranların çocuğu”dur.

_ Comte, Fransız ihtilalinin ölüme mahkûm ettiği Katoikliği, “insanlık dini” ismi altında

hortlatan bir yarı delidir.

_ Le Play sürüyü şer kuvvetlerine kaptırmak istemeyen kiliseyi temsil eder; şer kuvvetlerine

yani sosyalizme.

_ Durkheim sarsılan düzeni rasyonalizm rayına oturtmak isteyen bir haham torunudur.

_ Ortak vasıfları kötü birer nasir olmaktır ve dava Hıristiyan Batı toplumunu istikrara

kavuşturmaktır.

_ Ona göre sosyoloji aynı zamanda mevcut düzenin savunmasını üzerine alan yeni bir

“teoloji”dir

_ Cemil Meriç Amerikan sosyolojisi hakkında da şu kanaate sahiptir.

_ Ona göre ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni putlar çıkmıştır ortaya; Truman, Marshall

Planı ve Amerikan sosyolojisi.

_ Sosyoloji, biyoloji değildir

_ Sosyoloji endüstriyel toplumun çocuğudur.

_ Bir Demystification’dur, yani insan düşüncesine hürriyet getirir, kutsal tanımaz.

  1. b) Bilgi Sosyolojisi

_ Cemil Meriç bilgi sosyolojisinin de sosyolojinin de en büyük müjdecisinin ibn Haldun olduğu

düşüncesindedir.

_ Ancak bilgi sosyolojisini sağlam ve sosyal temellere oturtan önce Saint Simon’dur

_ Bilgi sosyolojisinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’da itibar kazanması Cemil Meriç şu

şekilde açıklıyordu: “Bir parça beyin göçüyle izah edilebilir; ama asıl sebep insanların

birbirine güvenmemesi, reklam›n ve propagandan›n insan şuurunu bulandırmasıdır

  1. c) Cemil Meriç’e Göre Türkiye’de Sosyoloji

_ Cemil Meriç Türkiye’deki ilk sosyolojik yaklaşımlar hakkında çok olumsuz kanaate sahiptir.

_ Fransa’da liselere alınmayan sosyolojinin bizde kürsüsünün bulunmasını çok sert ifadelerle

eleştirir.

_ Ziya Gökalp’ın, Mehmet İzzet’in, Necmeddin Sadak’ın temsil ettiği sosyolojinin hedefinin

Türk zekâsını kendisini zerre kadar ilgilendirmeyen konularla meşgul etmek, gelecek

nesillerin uyanmasını engellemek olduğunu iddia eder.

_ “Comte’un, Le Play’in, Durkheim’in herhangi bir sorumuza cevap vermesi beklenebilir mi?”

diye sorar (Meriç, 1993: 177). “Yeni teoloji”nin önderleri -Gustav Le Bon ve Edmond

Demolins gibi yamaklarıyla birlikte- ikinci Meşrutiyet’in en itibarlı kâhinleri.

_ Hangi meselemize aydınlık getirdiler? Başka bir düşüncenin başka bir medeniyetin

çocuğuydular.

_ Büyük bir aceleyle ithal edilen bu “sahte bilim” tek işe yaramış: Nesillerin uyanmasını

önlemek.

_ Cemil Meriç devam eder: “Sosyoloji talebesi, Sorokin’den aktarılmış garip bir sosyoloji

tarihinde yüzlerce isimle karşılaşır.

_ Gerçekte hiçbirinin kendi davası ile ilgisi yoktur”

_ Cemil Meriç, “Kültür ve Medeniyet” adlı bir konferansında da Ziya Gökalp hakkında çok

farklı değerlendirmelerde bulunmaktadır: “Ziya Gökalp’a gelince, o da bir çöküş devrinin

adamıdır.

  1. d) Cemil Meriç’in Üzerinde Durduğu Temel Kavramlardan Biri: İdeoloji

Ahmet ERTÜRK

http://aofburosu.blogspot.com

96

_ Ona göre, hiçbir bilim hakikatin bütününü sunmaz.

_ İnsan bilimlerinin hepsi de bir yanıyla ideolojidir.

_ İdeoloji, yani belli bir medeniyetin, belli bir inancın, belli bir cemaatin müdafaa silahıdır.

_ 1950’lere kadar Batı’nın hiçbir büyük sözlüğünde ideolojinin sosyal ve politik manalarını bulamayız.

_ Yirminci asrın ikinci yarısına kadar ideoloji, “düşünceler bilimi”dir

  1. e) Sosyolojinin ve Tarihin Kâşifi: İbn Haldun

_ İbn Haldun sosyolojinin ve tarihin kâşifidir.

_ Çağdaş düşünce Batı’da Machiavelli ile Doğu’da ibn Haldun’la başlar.

_ Ortak yönleri o zamana kadar teoloji ve ahlakın emrindeki sosyal bilimleri onların emrinden

çıkarmaları, totem ve tabuları yıkmalarıdır

_ İbn Haldun, hem medeniyet tarihinin, hem de sosyolojinin kurucusu.

_ Toplumsal bilimlerin dayandığı temel prensiplerden birçoğunu ilk defa olarak o ifade eder ve uygular.

_ Cemil Meriç ibn Haldun’u kendi semasında tek yıldız olarak adlandır›r.

_ “Ortaçağın karanlık gecesinde muhteşem ve münzevi bir yıldız; ne öncüsü var, ne de devamcısı.

_ Mukaddime, çağları aydınlatan bir fecir; girdapları, mağaraları, zirveleriyle.

_ İbn Haldun tarihi teolojiden temizler, ölçüsü akıldır.

_ Toplumsal olaylarda tesadüf yoktur.

_ Darwin’in, Marks’ın, Adam Smith’in birçok görüşleri çekirdek halinde onda mevcuttur.

_ Mukaddime’nin üç kaynağı vardır:

  1. Eski Arap yazarları, İslam tarihçileri, Mesudi, Tortuşi, Mesudi
  2. 2. Aristo, Platon (Farabi kanalıyla), Yunan Helenistlik kültürü.
  3. 3. Yaşanmış hayat

_ İbn Haldun yeni bir bilim kurduğunun farkındadır.

_ Tarihi “insan bilimlerinin bilimi” yapan bir ihtilal. Umran’la asabiyet, yeni bir bilimin iki anahtarı.

_ Ümran, geniş manasıyla medeniyet, yani: bir kavmin yaptıklarının ve yarattıklarının bütünü, toplumsal

ve dini düzen, adetler ve inançlar.

_ “Mukaddime” 1850’de Batı dillerinde yayınlanmasına rağmen Avrupa yine de tanımaz Mukaddime’yi.

_ Çünkü insan tarafsız değildir.

_ Batı için Doğu ilkeller ülkesidir.

_ Vicdanını rahat ettirmek için fethettiği ülke ne kadar büyük bir medeniyete sahip olursa olsun Avrupa

onun insanın sevgi ve saygıya layık olmadığına ferman çıkarır.

  1. f) Saint Simon İlk Sosyolog İlk Sosyalist

_ Saint Simon’un çıkardığı “Organisateur” adlı dergide işlenen başlıca konular endüstriyel rejimin nasıl

kurulacağıdır.

_ Saint Simon topluma yeni bir anayasa sunmaktadır.

_ Mühendislerden, edebiyatçılardan, sanatçılardan kurulu bir “yeni buluşlar” meclisi, fizyolojistlerden,

matematikçilerden bir “inceleme meclisi”, baş yeri zekâya ayıran bu garip ütopyada halka uygun

görülen rol ne? Yeni düzende şefleriyle kaynaşmıştır halk.

_ Kralın ise hiç adı geçmez

_ Bu kitapta Cemil Meriç’in mükemmel Türkçesiyle Saint Simon’a ait metin şu şekilde yer alır: “Tutalım

ki Fransa bir anda en büyük elli fizikçisini, elli kimyacısını, elli fizyolojistini, elli mühendisini, elli

şairini, elli fabrikatörünü, elli bankacısını kaybetti. Ne olur?

_ Saint Simon’dan sonra toplum ikiye ayrıldı: Çalışanlar aylaklar.

_ Tembellik bir imtiyazdı eskiden, bir asillik belgesiydi.

_ Saint Simon için aylak yani eşek arısı, çalışmadan yiyendir: Rahip, asker, toprağa alın terini katmayan

mülk sahibi.

_ Saint Simon için bal arısı topluma yararlı bir iş görendir: Tüccarlar, fabrikatörler, çiftçiler, bankacılar,

bilginler, sanatçılar, memurlar, işçiler.

_ Emek, Saint Simon’dan beri küçültücü olmaktan çıkmıştır

_ Emile Durkheim’e göre, Saint Simon hem sosyolojinin hem de sosyalizmin kurucusu: “Saint Simon’un

düşüncesi XIX. Asırda gelişen bütün düşünce akımlarını kucaklayacak kadar karmaşık; tarih metodu,

pozitif felsefe, sosyalizm. Hepsini tek kelimede toplamış Saint Simon: Endüstriyalizm (Meriç, 1967:

46).- Sosyoloji Comte’un uydurduğu bir kelime. Saint Simon sosyal realiteyi inceleyen bilime “insan

bilimi”, “sosyal fizyoloji”, “hürriyet bilimi” adını verir.

_ Saint Simon’un sosyolojisi tarihe dayanan bir sosyoloji.

ÜNİTE-8 TÜRK SOSYOLOGLARI

Baykan Sezer ve Şerif Mardin

1) BAYKAN SEZER

_ Sezer’e göre Türk sosyolojisi için ayrı bir kişilik ve kimlikten söz etmek duygusal ya da

biçimsel bir sorun değil, aksine son derece zahmetli ve çaba isteyen bir süreçtir.

_ Doğu-Batı çatışma ve çelişkilerini dikkate almadan sergilenen yaklaşımlar tek boyutludur.

_ Sezer, son tahlilde Türk sosyolojisinin önünde üç yol bulunduğunu belirtir. Bunlar:

  • Batı’nın getirdiği tüm açıklamaları evrensel kabul ederek Türk gerçeğini buna göre

açıklamak

  • Batı sosyolojisinin yalnızca kuram ve yöntemini evrensel olarak kabul etmek
  • Türk toplumunun kendine özgü sorunları vardır ve bu sorunları yine kendine özgü

kuram ve yöntemlerle çözme yoluna ğitmekdir. Bu seçenekler aynı zamanda Sezer’in

sosyolojik görüşlerinin analizinde takip edilebilecek yol hakkında bilgi vermektedir,

2) Türk Sosyolojisinin Ana Başlıkları

_ Sosyolojinin konusunun toplum olduğunu belirten Sezer, (1985:3)’e göre; Toplumlar ve

toplumlara bağlı toplum genel çıkarları kendiliğinden oluşmuş varlıklar ve değerler değildir,

böylece birbirinden farklı ve çıkarları birbirleriyle çatışır toplumlarla karşılaşmaktayız.

Dolayısıyla sosyoloji, toplum sorunlarını açıklama ve çözümleme girişim ve deneylerinin bir

toplam ve ürünüdür. Bu durumda, Sezer’e göre yapmamız gereken ilk şey genel olarak toplum

tanımı yapmak sonrasında ise Türk toplumunun nasıl tanımlanabileceğini ortaya koymaktır.

Bu bağlamda Türk Sosyolojisi’nin ilk konusunu kendisine büyük ölçüde kaynaklık eden Batı

sosyolojisinin anlamak ve açıklamak oluşturmaktadır

_ Sezer’e göre toplum tanımımızı yaptıktan sonra günümüz Türk toplumuyla ilgili çoğu soruna

da kaynaklık eden ana sorunları belirlememiz gerekmektedir.

3) Köy Sorunu

_ Günümüz Türk toplumu açısından ilk belirlememiz gereken sorun, köy sorunudur. Köy

sorununu iyi anlayabilmemiz için Osmanlı toprak düzenini iyi bilmemiz gerekmektedir.

Osmanlı döneminde, köy düzeni ve tarımda oluşan ilişkiler, tarihin bizlere aktardı mirası

tanımlamamız açısından ne kadar önemliyse, günümüz Türkiye’sinde köy, toplumsal

sorunlarımızın kökenini bilmek açısından o denli önemlidir. Osmanlı imparatorluğu’ndaki

“millet sistemi”ne bağlı olarak yeni kurulan rejimin Türk olma niteliği köylülükte aranmıştır.

Özetle köy sorununun Cumhuriyet döneminde ön plana çıkarılmasının nedeni, Osmanlılığın

inkârı ya da Batılılaşmanın Türkiye’de gerçekleşebilmesi için gerekli ortamın hazırlanmasıdır.

_ Söz konusu Batı tanımlarına göre Türk toplumunun temel özelliği köylülük ve “az gelişmiş”

bir toplum olmasıdır. Sonuç olarak köy, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında bir lokomotif

görevi görürken, daha sonraki aşamalarda kalkınmanın önünde en büyük engel olarak

görünmeye başlamış, az gelişmişliğin nedeni sayılmaya başlamıştır

4) Kalkınma Sorunu

_ Günümüz Türk sosyolojisinin önündeki önemli sorunlardan bir diğeri kalkınma sorunudur.

Gerçekte bir toplumun iktisadi açıdan güçlü olması, çeşitli tarihî olayların bir sonucudur,

_ Türk sosyolojisinin konusu da bu sorunlardır, bu sorunların büyük çoğunluğu diğer

toplumlarla olan ilişkilerde belirlenmektedir

_ Nitekim Sezer’e göre; Türk sosyolojisi’nin en önemli başlığını yöntem konusu

oluşturmaktadır.

_ Yöntem konusu, sosyolojinin ele aldığı konuları diğer bilimlerden farklı ele alış tarzını

içermektedir. Sosyolojinin bu farklı ele alış tarzı, araştırma alanı birçok bilimsel disiplinle

çakışmasına rağmen bağımsız bir bilim kimliği kazanmasına yol açmıştır

_ Sezer’in en önemli eserleri arasında Sosyoloji’nin Ana Sorunları, Sosyoloji’de Yöntem

Tartışmaları, Sosyoloji’nin Ana Konuları sayılabilir.

5) Sosyolojide Yöntem Tartışmaları

_ Sosyoloji felsefeden en son ayrılan bilimsel disiplin olduğu için genç bir bilim dalıdır. Bundan

dolayı ki yeniliğini ve farklılığını kullandığı yöntemlere ortaya koyma çabasına girmiştir.

Nitekim Sezer (1993:9)’in belirttiği gibi sosyolojinin sahip olduğu iki özelliği bu çabasında

etkili olmuştur. Birinci özellik, yeni bilim olmasıyla değişen bilim anlayışına büyük katkıları

olmuştur. İkinci özellik ise sosyolojinin kendi üstüne soru sorabilen ve bu soruları sürekli

yenileyen yani refleksif bir bilim olmasdır. Sosyolojide yöntem tartışmalarının diğer

bilimlerde görülmeyecek boyutlara ulaşmasının nedeni, bu yenilik ve farklılık arayışıdır. Zira

sosyolojinin ilk kurulduğu yıllarda yükselen pozitivist düşüncenin etkisiyle sosyolojinin bir

doğa bilimi (matematik, fizik, kimya gibi) olduğu ve doğa bilimlerinin kullandığı yöntemleri

kullanması gerektiği ve bunun karşısında ise sosyolojinin kendi yöntem ve tekniklerini

oluşturması yönündeki karşıt görüşler, sosyolojide yöntem tartışmalarını en üst seviyeye

taşımıştır.

_ Sezer’e göre sosyolojide ne araştırmacı ne de araştırma konusu kullanılan yöntemden

bağımsız değildir

_ Sezer’e göre; sosyolojide yöntem ele alınan olayların özellikleri ve bu özelliklerin

gereklilikleri üzerine belirlenmemektedir.

_ Yöntem sorunu öncelikle bizlerin olaylara bakış açısına bağlıdır. Yani sosyolojide yöntem her

şeyden önce araştırmalarımızdan önce bildiklerimize bağlı kalmaktadır

6) Tarihte Doğu-Batı Çatışması

_ Sorunlara Doğu-Batı çatışması temelinde yaklaşan Sezer, Doğu’yu da Batı’yı da iyi

tanımamız ve bilmemiz gerektiğinin altını önemle çizmektedir. Doğu toplumları için önerilen

modellerde amacın, Doğu’yu Batı’ya benzetmek olduğunu belirten Sezer; öne sürülen

modellerde çıkış noktasının Doğu toplumlarının sorunları olmadığını, Batı’nın kendisi olduğu

saptamasını yaparak, sosyoloji-tarih bağlantısının önemini bir kez daha vurgulamaktadır.

Buna bağlı olarak sosyoloji ve tarih ilişkisi Sezer (1985:3)’e göre kaçınılmazdır.

_ Toplumlar tarih içinde kendilerine bir yer, bir rol ve çeşitli ilişkiler içinde bir çerçeve

edinirler, oluştururlar

2) ŞERİF MARDİN

  1. a) Sosyal Bilim Anlayışının Genel Özellikleri

_ Şerif Mardin’in, çalışmaları genel anlamda değerlendirilecek olursa eserlerindeki yöneliminin

giderek artan oranda Weberci, Foucaultcu ve Bourdiuecu çizgilerle paralellikler taşıyan;

“socious” temelli; toplumun nesnel ve öznel gerçeklik düzeylerine yönelik göstergebilimsel

bir sosyo kültürel analizi ön plana ç›karan metodolojik bir e¤ilim barındırdığı görülmektedir.

  1. b) Çalışma Alanlarının Genel Çerçevesi

_ Şerif Mardin’in sosyal bilimler alanındaki çalışmaları şu ana çizgiler üzerinden

değerlendirilebilir:

  • Düşünce tarihi
  • Sosyal bilimler
  • Siyaset bilim, siyaset teorisi, siyaset felsefesi, siyaset sosyolojisi, siyasi kültür
  • Tarih; sosyal ve siyasal tarih
  • Sosyoloji; sosyo-kültürel yapı: nesnel (yap›sal/makro)-öznel (inşacı/mikro)

boyutlarıyla toplum imgesi, yapı-birey-kültür-gelenek-fikir-kimlik (özellikle de

kolektif kimlik) ilişkileri, bilgi sosyolojisi; ideoloji-kültür-sembolik elitler-kitle

toplumunda sosyo-bilişsel dinamikler, göstergebilim, edebiyat sosyolojisi

  • Ekonomi
  • Psikoloji; sosyal psikoloji
  1. c) Temel Kavramları ve Sorun Alanları

_ Türk Düşünce Tarihi’ne yönelik değerlendirme girişimlerinde şerif Mardin geçmiş dönemin

birikiminden nasıl yararlanılabileceği ve geçmiş dönemin bütünsel bir zincirin halkaları

üzerinden bütünlüklü bir çerçevede nasıl anlaşılır kılınabileceği konusu ile ilgilenmiştir.

_ Genç Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu (1962) isimli çalışmasının en önemli tespiti, Genç

Osmanlıların siyaset felsefesinin Aydınlanma öncesi bir felsefe olduğu yolundadır. Şerif

Mardin (2001:s.42), Genç Osmanlılara yönelik çalışmasında, toplumsal muhayyilenin “yeni”

öğelerle de olsa “sıfırlaşarak” çalışamayacağını, “yeni”nin ancak eskiden çıkacak bir

değişmede yer alabileceği varsayımından hareket etmiştir.

_ Şerif Mardin Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895-1908) başlıklı çalışmasında Türk

Modernleşme sorunsalının öncül aktörlerinden olan Jön Türkleri, içinde bulundukları

dönemin siyasal-sosyal-ekonomik ve sosyo bilişsel özellikleri açısından analiz eden temel bir

eser ortaya koymuştur.

_ Karl Mannheim’›n kategorileri açısından ele alındıklarında Mardin (1964: 229)’e göre Jön

Türklerde kesin bir şekilde ortaya çıktığı ifade edilebilecek kategorik nitelik

“muhafazakarlıktır ve Mannheim’ın yaklaşımını aşan bir biçimde bu muhafazakârlık türünün

“sivil bürokratik” ve “askeri” olmak üzere Osmanlı toplumunda iki kategori tarafından

oluşturulduğu görülmektedir.

_ Mardin (1992: 19)’e göre modern siyasal bilimlerin yapmaya çalıştığı şey; normatifle ampirik

olan arasındaki farklılığı açığı çıkarmaktır.

_ Bu vurgusu Din ve ideoloji başlıklı çalışmasının önsözünde Weberci eğilimlerine karşın ön

plana çıkardığı bağlamsal stratejik bir davranışsalcı pozitivizm önerisi ile belirginlik

kazanmaktadır.

  1. d) Toplumsal Yapı- Kültür ilişkisi ve “Toplum Haritaları”

_ Şerif Mardin (1992: 8)’e göre, toplumsal yapılar elle dokunulur varlıklar değil, (insan

ilişkilerinde temellenen) analitik inceleme araçlar›d›r. Bireyler kendi toplumlar› içindeki diğer

kişilerle ve özellikle de yakın oldukları gruplarla paylaşmış oldukları bir “toplum haritası”

çerçevesinde anlaşabilmektedirler ki Mardin (2006:19-20), az veya çok açık bir “simge

dağarcığı” yoluyla toplumdan insana, kuşaktan kuşağa geçen bu simgesel mekanizmalar

bütününü “kültür” olarak adlandırmaktadır.

_ Sosyal bilimlerde, Mardin (2005b: 22)’in de dikkat çekmiş olduğu gibi, “kültür” kavramı, bazı

sosyal bilimciler için, sosyal yapı anlamına gelmekte iken diğer bir grup sosyal bilimci için ise

kültür; sosyal yap›y› sürdüren süreçler bütünü olarak değerlendirilmektedir.

_ Şerif Mardin (2005b: 27)’e göre 19. yüzyIlIn başında kültür bakımından “küçük” ve “büyük”

geleneklerin bütünleşemedikleri bir durum söz konusudur

_ Şerif Mardin’in “merkez-çevre” modeli içinde temel oluşturan bu dinamikler,

modernleşmenin ilerleyen aşamalarında, seferberlikçiler ile tutucular arasındaki bir gerilimde

belirginlik kazanmış, modernlikçiler arasında dahi halk katmanlarının “cemaatçi” değerleri ile

modernliğe katılan ve bu “halk değerleri” ile tanışıklığını siyasi sermaye haline getiren bir

“elit” ortaya çıkmasına neden olmuştur

  1. e) İdeoloji

_ fierif Mardin (2006: 19-20)’e göre “ideoloji” gerçe¤i “kültür” gerçe¤i ile çok yak›ndan

ilintilidir ve ideolojinin sayg›nl›¤› da “kültür” mekanizmas›n›n esaslar›na dayal› olarak

geliflmektedir.

_ ‹deoloji büyük ölçüde, simgesel düflüncenin toplum hayat›m›zda oynad›¤› role ba¤l› olarak,

“kültür kodlar›”, “mitoslar” ve “din”olgusu ile sosyo-biliflsel aç›dan ortak mekanizmalara

sahip ve çok yak›ndan ilintili (Mardin, 2006: 117) bir fenomendir.

_ Mitoslar› saptamak nispeten kolay bir giriflim iken Mardin (2006: 115)’e göre toplum

hayat›n› mitoslardan daha kapsamlı bir şekilde belirleyen, bazı etkin “sembol kümeleşmeleri”

bulunmaktadır ki bunlar toplumun tarihsel süreç içinde işlenmiş, toplumun tümüne mal olmuş

ve kurumlar yoluyla devam ettirilen “kültür kodları”na karşılık gelmektedir. Şerif Mardin,

ideolojileri “sert” ve “yumuşak” olmak üzere iki ayrı kategoride değerlendirir. Özellikle

“yumuşak” ideolojilerin oynayabilecekleri rollere yaptığı vurgu dikkat çekicidir. Sert

ideolojiler: sistematik bir şekilde işlenmiş, temel teorik eserlere dayanan, seçkinlerin

kültürüyle sınırlandırılmış, muhtevası kuvvetli bir yapıya karşılık gelmektedirler. Yumuşak

ideolojiler ise kitlelerin daha çok şekilsiz inanç ve bilişsel (cognitive) sistemlerini ifade eden,

vaziyet alış- tutumları (attitude) ifade etmektedir. Vaziyet alış (attitude) (tutum), “bir insanın –

dünyanın diğer görünüşlerinden ayırt ettiği bir dünya görüşü karşısında- davranışlarından

çıkarılmış psikolojik süreç örgütlenmesidir”

  1. f) Kitle Toplumu ve iletişim

_ Şerif Mardin (2005b: 26)’in Karl Deutsch’un “toplumsal seferberlik” kavramına atışa

geliştirdiği bu tartışmanın, modern toplumların, “kitle toplumu” haline gelme msürecinde,

kitle iletişim araçlarının, ulaşım ve millî eğitim kurumlarının, “ulus inşa etme” dinamikleri

açısından üstlendikleri fonksiyonlara işaret ediyor olması bakımından önem taşımaktadır.

  1. g) Sivil Toplum

_ Şerif Mardin (1997b: 20-21)’e göre “Sivil toplum”, Batı’dan aldığımız siyasetle ilgili

kavramlar arasında, ülkemizde en çok yanılgı yaratanlardan birini teşkil etmektedir.

_ Mardin (1997:10)’e göre “sivil toplum” kavramının, Batı düşüncesinde geçirdiği evreler göz

önünde bulundurulduğunda kavramın;

  1. Bir medenilik anlayışı
  2. Batı Avrupa’nın toplumsal tarihinde çok önemli bir sosyal tarih aşamasıyla
  3. Tarih felsefesi alanındaki bir tartışma ile ilgili olduğu görülmektedir.

_ Mardin (1997: 16-17)’e göre, Türkiye’de sivil toplum kavramının gelişimi, Batıdaki toplumsal

tabandaki çatışma ve uzlaşmalara dayanmaksızın, “havada” gelişen bir eğilim göstermiştir.

Şerif Mardin (1997: 18)’e göre, demokrasi kültürümüz ve geleneğimiz açısından, sivil toplum

ve kamuoyu kavramları çerçevesinde şu değerlendirmelerde bulunulması mümkündür:

“demokratik gelene¤imiz”, “sivil toplum” eksikliğinden kaynaklanan bir boşluğa; Batı’daki

anlamıyla “Kamuoyu”nun tarihsel temeli olmadan gelişen bir “biçim”ine sahiptir ve devletin

sınırlandırılması noktasında, islami bir popülizmin etkileri altında şekillenmiştir.

  1. h) Merkez-Çevre Modeli

_ Şerif Mardin’in merkez-çevre modelini ele aldığı, Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir

Anahtar: Merkez-Çevre ilişkileri, başlıklı makalesi sosyal bilim literatüründe en fazla yankı

bulmuş eserlerinden birini oluşturmaktadır.

_ Keyman (2001: 23)’e göre, “merkez-çevre” modeli çerçevesinde, Mardin’in Türk

Modernleşme Tarihi’ni çözümlemesi, Max Weber’e dayanan yanıyla, sadece toplumbilimsel

bir çözümleme değil, aynı zamanda bir siyasi tarih, bir siyasal modernite kuramı teşkil

etmektedir.

FİNAL ÜNİTE SONU

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir