Arkeoloji ders notları



ARKEOLOJİ NEDİR?

Arkeoloji Nedir: İlk akla gelen bilimsel olarak kazı bilimidir. Arkeoloji, geçmişte yaşamış uygarlıkları, yazılı ve yazısız belgelerle birlikte, mimari kalıntılara ve maddi kalıntılara bakarak inceleyen bilim dalıdır. Aslında Arkeoloji; “ Biraz hayal, biraz masal ve en önemlisi de geçmişteki gerçeklerin yoğrulması sonucu ortaya çıkan sentezin” adıdır dense yanlış olmaz.

Arkeoloji ile ilgili tanımları çoğaltmak mümkündür. Örneğin;Eski zamanlardan kalma örenleri, anıtları, sanat eserlerini,ve her türlü eşyayı araştırma, bulma inceleme, yorumlayıp açıklama bilimidir.

Arkeoloji kaybolmuş insanlığın toplumların bilimidir.

Arkeoloji bize, geçmişte yaşamış insanların kullanmış olduğu araç gereçleri, sanatını, yaşam tarzını, düşünce yapısının, uygarlığa uzanan yolda katettiği mesafeleri anlatır.

Arkeoloji 1840’lara kadar zengin ve maceracı antika meraklılarının, amatör saat tarihçilerinin, jeologların ve define meraklılarının bir hobisiydi. Zamanla arkeoloji bilim haline dönüştükten, fizik, kimya, botanik, jeoloji, paleontoloji, antropoloji, ekoloji, tarih, coğrafya v.s. gibi bilim dallarından yararlanarak geçmişe ışık tutmaya başlamıştır.

Arkeoloji, geçmiş hakkındaki yorumlarında, geçmiş yaşamı yeniden canlandırmaya çalışırlar. Yani; günümüzdeki insanın doğumundan ölümüne kadar geçirdiği evreleri göz önünde bulundurarak geçmişe uyarlamaya çalışır ve yorum yapar.

ARKEOLOJİYE YARDIMCI KÜLTÜR VE DOĞA BİLİMLERİ

Arkeolojiye yardımcı bilimlerden bazılarını maddeler halinde kısaca açıklayalım:

1. Tarih: Arkeoloji ve tarih bilimi karşılıklı birbirine yardımcı olmaktadır. Arkeoloji, tarih bilimine buluntu ve yorumlarıyla , tarih bilimi de neden ve sonuçlarla, yorumlarla arkeoloji bilimine katkı sağlar.
2. Coğrafya: Coğrafya bilimi arkeolojiye yeryüzünün şekli, arazi yapısı gibi konularda yardımcı olmaktadır.
3. Jeoloji: Yerbilimi olan jeoloji, toprağın yapısı, değişimi gibi konularda yardımcı olmaktadır.
4. Antropoloji: İnsan bilimi olan antropoloji, kazılardan çıkan insan iskeletlerini inceler, insan ırkının belirlenmesinde arkeolojiye yardımcı olur.
5. Epigrafya: Taş, metal ve çeşitli nesneler üzerindeki eski yazıları inceleyen bilim dalıdır epigrafi,
6. Palografya: Taşlardan başka nesneler üzerine yazılan şekil ve yazı metinlerini inceleyerek arkeoloji bilimine yardımcı olur.
7. Toponomi: Yer adları bilimidir.
8. Nümizmatik: Nümizmatik para, sikke bilimidir.
9. Kronoloji: Kronoloji bir zamanlama, bir tarihleme bilimidir. Bunun yanı sıra değişik takvimlere göre verilen tarihleri günümüz takvimine uyarlar.
10. Sigillografi: Mühür bilimidir.
11. Heraldik: Armaları inceleyen bilim dalıdır.
12. Kriptografi: Bir yazıdaki gizli anlamları bulmak için çalışan bilim dalıdır.
13. Etnoloji – Etnografya: İnsanların etnik, ırki kökenini, özellik ve farklılıklarını araştıran bir bilimdir.
14. Filoloji: Dil bilimidir. Metinleri yorumlayarak arkeolojiye yardımcı olurlar.

Arkeolojiye yardımcı bilimleri daha da genişletmek mümkündür. Aslında hemen hemen bütün bilim dalları arkeolojiye yardımcı olmaktadır.

ARKEOLOJİNİN TARİHİ
Arkeolojik araştırmaların başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, eski devirlerde de geçmişin izlerinin merak edildiği ve araştırıldığı bir gerçektir. Eski Yuna ve Roma tarihçi, edebiyatçı ve filozoflarının eserlerinin bazılarında eski eserlerin tarif ve tasvirini yapmışlardır. İliada ve Odysseia’nın yazarı HOMEROS (M.Ö.9. Y.Y) ‘u Arkeolojinin babası olarak sayanlar vardır. Ayrıca Orta Doğunun geçmiş için kaynak olarak Kitab_ı Mukaddes bir kaynak kitap olmuştur. Arkeolojiye hizmet eden diğer tarihçi ve yazarlar; Tarihçi Thukyidides ( M.Ö.5.Y.Y), Strabon, Lukianos, Athenaios, Plutarkhos ve Pausanias sayılabilir.

Tarihçi ve gezgin Herodotos (M.Ö.5. YY), filozof Aristoteles (M.Ö. 382 – 320), tarihçi Ksenofon (M.Ö. 429 – 355), Anabasis (M.S.2.y.y), Pausanias (M.S.2. y.y), Strabon (M.S.2. y.y) Yunan şehir ve yapıları, heykelleri, resimleri hakkında ayrıntılı bilgi vererek arkeolojinin temellerini atmışlardır. Bunlar gibi birçok ünlü yazar ve gezgin sayılabilir.

DÜNYA’ DA ARKEOLOJİ ‘ NİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Arkeoloji bilim olarak değerini Rönesansla, koleksiyoncu ve gezginler aracılığıyla kazanmaya başlamıştır. Gezgin ve koleksiyoncuların topladıkları eserleri araştırmacılara sunmuş ve onları sergilemişler. Arkeolojinin bilim olarak gelişimine katkıda bulunmuşlardır.

Andrea Palladio (1508 – 1580 ) Romada keşfettiği mimarlık eserlerine ilgi çekmesi, 1709 – 1715 yıllarında, M.S. 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın lavları altında kalan Herculaneum antik kentinde, Avusturyalı General Prince d’Elboeuf ilk kazıların örneklerini vermişlerdir. Winckelmann (1717 1768 ) “ Geshicte der Kunts des Alterthums” (1793) adlı eseriyle arkeolojinin kurucusu olmuştur. Bunlar gibi bir çok gezgin ve bilgin ismi sayabiliriz.

ÜLKEMİZDE ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALARIN TARİHSEL GEÇMİŞİ

Anadolu tarihsel ve kentsel zenginliği ile nedeniyle 16. yüzyıldan itibaren yabancı gezginlerin ilgisini çekmiş. 1764 ‘ de Societa di Dilettanti’ nin desteğiyle Roma ve Yunan kalıntılarının incelenmesi amacıyla geziler düzenlenmiş.[12] 19. y.y’ lın ilk yarısında ise kazılara başlanmış Alman Schultz Doğu Anadolu’ da (1827), Fransız Charles Texier Hattuşaş ‘(1834) ta, W.Hamilton Alacahöyük’ te (1835) ilk araştırmaları gerçekleştirmişlerdir. Daha sonra Avrupa’dan bir çok araştırmacı gelerek Anadolu’ nun değişik yörelerinde araştırma ve kazılar yapmışlardır, halen de yapmaktadırlar.

İlk Türk Müzesi 1846 yılında, Ayasofya Camisi’ nin arkasında bulunan Aya İrini ( Hagia İrene ) Kilisesi içinde kurulmuştur. 1868 yılında Müze-i Hümayun adını almıştır. Aralıklarla devam eden müze çalışmalarında 1881 yılına kadar yabancı uzmanlar müdürlük yapmışlardır. 1881 yılında ise ressam ve sanat tarihçi Osman Hamdi Bey Müze-i Hümayun Müdürlüğüne atanmıştır. Osman Hamdi Bey Türk Müzeciliğini geliştirmiş ve Türk araştırmacılarının önünü açmıştır. Artık yabancı üniversitelerle birlikte ülkemiz üniversitelerinin yaptığı bir çok kazı halen devam etmektedir.

ARKEOLOJİNİN ARAŞTIRMA ALANLARI

Arkeolojinin araştırma alanlarına toprak üstündeki, altındaki ve sus altındaki bütün insan, kültür ve uygarlık kalıntıları girmektedir. Mağara yerleşmeleri, göl ve nehir yerleşmeleri, düz arazi yerleşmeleri, höyükler, akropoller, nekropoller, tümülüsler, höyükler, kaya mezarları, megalit ve kromlekler olarak saymak mümkündür.

1. Mağaralar: İlk insanlar, vahşi hayvanlardan ve soğuktan korunmak için ilk önce kaya kovukları ve mağaraları kullanmışlardır. Bu tip yerlerde insanlarla birlikte hayvan kalıntılarına da rastlamak mümkündür. Mağaralarda rastlana kalıntıları sıralayacak olursak; insan ve hayvan kemikleri, meyve çekirdekleri ile taş, kemik, fildişi ve boynuzdan yapılmış silahlar, süsü eşyaları ve sanat eserleridir.

2. Göl Ve Nehir Yatağı Yerleşmeleri: Mağara ve kovuklardan çıkan insanlar nehir ve göl kenarları ve içlerinde yerleşmeye başladılar. Göl içlerinde kazıklar üzerine kıyıya yakın yerlere ev kuran insanlar, kıyılarda düz ve ağaçlık yerleri tercih etmişlerdir. Bu dönemde insanlar yine toplayıcılık ve avcılıkla yaşamlarını idame ettirmektedirler.

3. Düz Arazi Yerleşmeleri: Bu tür yerleşmelerde özellikle savunma ön plana çıkmış ve surlarla çevrilmiştir. Yüksek tepelerde sağlam yapılı surlarla çevrili yerlerde idare kısmı, sur dışında ovada ise halk yaşardı.

4.Höyükler: Tell, tepe, höyük ve hüyük aynı anlamda kullanılan kelimelerdir.Höyükler, eski zamanlardan beri gelen şehir kalıntılarından meydana gelen tepelerdir. Ya da, eski yerleşmelerin yıkılması veya yıkımı sonucu, onların kalıntılarıyla oluşmuş doğal olmayan tepeciklerdir. Neolotik Çağ öncesinde höyüklere rastlanmaz. Çünkü insanlar Neolotik Çağdan başlayarak toprağa bağımlı yerleşmeler oluşturmuşlardır.

5.Akropoller: Akropoller, yüksek savunulması kolay olan tepeler üzerine yapılan kaleiçi kentler veya kent bölümleridir. Daha çok bu yerleşmelerde, yönetici krallığa ait çeşitli sosyal, siyasal ve dinsel yapılar bulunur.

6.Tümülüsler: Yer altı mezar odasının üzerini örten toprak yığınından oluşan yapay tepe.[18] Özellikle, kral, kraliçe, prens ve prenslere ait yığma anıt mezarlardır. Tümülüs geleneğinin ilk örneğini Anadolu’ ya Frigler getirmiştir. Lydialılar, Grekler ve Romalılar devam ettirmiştir.

7.Nekropoller: Kelime anlamı, ölüler kenti demektir.Kent dışında yer alan mezarlılardır.Neolotik, Kalkolitik, Bakırçağı, ve Tunç Çağlarında şehir dışı mezarlık yoktur. Ölüler evlerin içine, ocak, eşik önüne, bazen evin dışında, evin önüne , sokak arasına gömülürler

b.Arkeolojinin Önemli Kişiliklerinden Bazıları

Prof. Dr. Seton Lloyd
Önasya ve Anadolu’da yaptığı kazılarla tanınmış İngiliz mimar ve arkeolog. Mimarlık öğrenimini Uppingham’da tamamladı.

1939-49 yılları arasında Irak hükümetinin arkeolojik danışmanı olarak Bağdat’ta görev yaptı. Özellikle Sinjar bölgesi araştırmaları ile Ugarit (bugün Ras Şamra), Hassuna ve Eridu kazılarını yönetti. 1949’da Ankara’da kurulmakta olan İngiliz Arkeolog Enstitüsü’nün yöneticiliğine getirildi. On iki yıl sürdürdüğü bu görevinde enstitünün bugünkü etkili konumuna ulaşmasını sağladı.

Ayrıca Polatlı’da ve Urfa yakınlarında Sultantepe’de O.R. Gurney ile, Denizli’deki Beycesultan höyüğünde J. Melaart ile birlikte kazıları yönetti.
1961’de İngiltere’ye dönen Lloyd, Londra Üniversitesi ‘nde arkeoloji profösörü olarak ders vermeye başladı. 1964’te Muş’un Varto ilçesindeki Kayalıdere adındaki bir Urartu yerleşmesinde C.A. Burney ve M. van Loon ile birlikte kazı yaptı. 1969’da emekliye ayrıldıysa da Londra’daki arkeoloji enstitüsünde çalışmalarını sürdürdü. 1974’te Londra Üniversitesi Arkeoloji Bölümü başkanı, 1978’den sonra da Irak İngiliz Arkeoloji Okulu başkanı oldu. 1971’de ülkesinin Arkeolojiye Katkı Madalyası, 1973’te de Türkiye’nin verdiği Üstün Hizmet Sertifikası ile onurlandırıldı.

Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal(30 Mart 1911 İstanbul)

Türk Arkeolog. 1930/31’de İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. Devlet imtihanını kazanarak Almanya’da arkeoloji eğitimi gördü. 1941’de Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde dekanlık görevinde bulundu.

Ege’de Foça,Çandarlı , Eryhrai ve İzmir antik kentlerini ortaya çıkarmıştır. Avrupa’da dört yabancı dilde (İngiliz, alman, Fransız ve İtalyan dillerinde) yüksek tirajlı eserleri yayınlanmıştır. Orient und Okzident ktabının dört yabancı dildeki baskıları yüz elli bindir. Ancient Civilizations and Ruins of Turkey adlı kitabı 8 baskı, Anadolu Uygarlıkları kitabı 5 baskı yapmıştır. 1994 yılında Eski Çağ’da Ege ve İzmir eseri, 1995’de Hatti ve Hitit Uygarlıkları kitabı çıkmıştır.

Avrupa’nın yedi akademisine üye olan Ekrem Akurgal’ın, Fransız Akademisi’nde Eskiçağ Bölümün’ndeki koltuğu yaşamı boyunca Akurgal adını taşıyacaktır.

Akurgal Amerika’da Princeton(1961), Almanya’da Berlin (1971), Avusturya’da Viyana (1981) üniversitelerinde birer yıl konuk profösör olarak ders vermiştir.

Bordeaux Üniversitesi (Fransa 1961), Atina Üniversitesi(Yunanistan 1988), Lecce Üniversitesi (İtalya 1990) ve Anadolu Üniversitesi (1990) kendisine Şeref doktoru sanını tevcih etmiştir.

Ekrem Akurgal, Federal Almanya Büyük Liyakat Nişan Yıldızlı Rütbesi (1979), Goethe madalyası (1979), T.C. Kültür Bakanlığımızın Büyük Ödülü (1981), İtalyan Commandatore Nişanı (1978) ve Fransa Cumhurbaşkanı tarafından verien Legion d’Honneuer Officier rütbesi (1990) sahibidir.
1960’lardan bu yana Akurgal İngiliz, Fransız, Alman, Yunan ve İspanyol televizyonlarında söyleşilerde bulunmuş ve belgesel programlarda yer almıştır.

Akurgal, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde dekanlığı sırasında Türk Sanat Tarihi, Tiyatro ve Kütüphanecilik Bölümleri ile Epigrafi dalını kurmuş, fakültenin önündeki Sinan heykelini diktirmiştir.

Ekrem Akurgal, Türkiye’deki Alman Kültür Merkezleri İstişare Kurulu’nun Genel Başkanlığı’nı (1974-1994), Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği’nin Başkanlığı’nı (1988-1995), Ege Kültür Vakfı’nın Başkanlığını (1991-1997) yapmıştır.

Prof. Dr. Nimet Özgüç (15 Mart 1916, Adapazarı)

1940’ta Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinde eğitimini tamamladı ve asistan oldu. 1943’te doktorasını verdi, 1948’de doçentliğe, 1948’de de porfösörlüğe yükseldi. 1984’de Ankara Üniversitesi’ndeki görevinden ayrıldıktan sonra da bilimsel çalışmalarını sürdürdü. Arkeolog Tahsin Özgüç ile evlidir.

1941’den sonra Samsun yöresindeki Dündartepe, Kavak-Kaledoruğu, Tekkeköy kazılarına katıldı. 1947’de Elbistan yüzey araştırmasında ve Karahöyük kazısında çalıştı. Sivas’ta Toprakkale ve Maltepe kazılarında çalıştı. 1948’de başlayan ve günümüze dek süren, Kültepe kazılarında önemli katkıları bulundu. Özellikle Kültepe mühür ve mühür baskılarını araştırdı. 1962’de Niğde’de aksaray yakınlarındaki Acemhöyük’te başlattığı kazıyla çok önemli, bir Hitit merkezini ortaya çıkardı. 1972-75 arasında Niğde yakınlarındaki Tepebağları Höyüğü’nde de bir kurtarma kazısı yaparak Demir Çağlardan Bİzans Dönemine değin buluntular veren bir yerleşim saptadı.

1978’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi Aşşağı Fırat Kurtarma Kazıları çerçevesinde Adıyaman Samsat Höyük’te kazı çalışmalarını üstlendi. Önemli yapıtları arasında Karahöyük Hafriyatı, Kültepe Mühür Baskılarında Anadolu Grubu ve Kaniş Karumu 1b Katı Mühürleri ve Mühür Baskıları vardır.

Prof. Dr. Tahsin Özgüç (1916 Kırcalı, Bulgaristan)

TÜrk Arkeolog. 1940’ta Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi ve asistan oldu. 1946’da doçentliğe, 1954’te profösörlüğe yükseldi. 1968’de aynı fakültenin dekanlığına getirildi. 1968-80 arasında da dört dönem Ankara Üniversitesi Rektörü olarak çalıştı. Daha sonra Yüksek Öğretim Kurulu’nda da görev yaptı. Arkeolog Nimet Özgüç ile evlidir.

İlk kez 1945’te Ankara’da Anıtkabir alanı içinde yer alan tümülüs kazılarında Mahmut Akok’la birlikte çalıştı. 1947’de Elbistan Ovasında araştırma yaptı. Karahöyük’te başlattığı kazıyla Geç Hitit Dönemi’nden kalma bir kutsal alan saptadı. 1948’de Kayseri yakınlarındaki Kültepe’de Kemal Balkan’la birlikte kazılara başladı.

1957’de Erbağa Horoztepe’de yaptığı kurtarma kazılarında İ.Ö. 2100’lere tarihlenen tunçtan mezar aramağanları ortaya çıkardı. 1959-68 yılları arasında Erzincan yakınındaki Alıntepe adlı, İ.Ö. 8. ve 7. yüzyıllara ait bir Urartu kalesinde kazı yaparak çok iyi durumda, surlarla çevrili bir kale, duvar resimleriyle bezeli bir saray-tapınak., sütunlu bir kabul salonu, mezar odaları, adak ve armağanlar ortaya çıkardı.

1967’de Kayseri’nin kuzeydoğusundaki Kululu yerleşiminde de kazı yaptı ve Geç Hitit, Helenistik ve Roma yapı katları buldu. Kululu’da Hiyeroglif yazılı anıtlarının yanı sıra kurşun rulo levhalar, küçük heykeller ve sfenksler gibi ilginç buluntular ortaya çıkarıldı.

Özgüç, 1973’te Hitit tarihinin aydınlatılmasında önemli rol oynayan, Zile yakınlarındaki Maşat Höyük’te kazılara başladı. Daha önce Ekrem Akurgal’ın kısa bir süre kazdığı bu höyükte ilk Tunç Çağından Demir çağına denk sürmüç bir yerleşme saptadı, önemli bulgular ele geçirdi. Tük Tarih Kurumu üyesi olan Özgüç 1982’de bu kurumun başkanlığını yapmıştır. Alman ve Amerikan arkeolojisi enstitülerinin ve İngiliz Akademisi’nin de üyesidir. 1979’da AFC Büyük Liyakat Nişanıyla onurlandırılmıştır.
Başlıca yapıtları arasında Kültepe Kazısı, Horoztepe , Kültepe-Kaniş, Asur Ticaret kolonilerinin Merkezinde yapılan Yeni Araştırmalar’ı sayabliriz.

Jean-Fronçois Champollion (23 Aralık 1790, Figeac,Fransa – 4 Mart 1832, Paris, Fransa) 

Fransız Tarihçi ve Dilbilimci. Mısır Hiyeroglif yazsını çözmüştür. Eski Mısır araştırmalarına bilimsel bir nitelik kazandırmıştır.
Champollion daha 16 yaşındayken Latince ve Yunanca’nın yanı sıra altı eski doğu dilini de öğrendi. Grenoble Akademisi’ne, Kopt dilinin Mısır’ın eski dili olduğunu öne süren, bugün yanlışlığı saptanmış bir bildiri sundu. Paris’te gördüğü öğrenimimnin ardından, 19 yaşına Grenoble Lisesi’nde tarih öğretmenliğine başladı. 1809-16 yılları arasında burada ders verdi, ayrıca hiyeroglif çözme çalışmalarıyla ilgilenmeye başladı.

İngiliz doğa bilimcisi Thomas Young, üzerinde yunan alfabesiyle yazılmış mısırca çevirilerin bulunduğu Rozetta Taş’nı çözmede önemli başarı sağlamıştı. Onun ardından Champollion, hiyeroglif yazısını bütünüyle çözmeyi başardı. 1821-22’de Rosetta taşı üstündeki hiyeroglif ve hiyerartik yazılarla ilgili makaleler yayınladı, ayrıca hiyerogliflerin yunan alfabesindeki karşılıklarının bir listesini çıkardı. Hiyeroglif yazısında bazı işaretlerin alfabetik olduğunu, bazılarının hecelerle belirtildiğini, bazılarının ise daha önce dile getirilmiş bütün bir düşünce ya da nesneyi gösterdiğini ilk saptayan Champollion oldu. Champollion’un başarıları bazı meslektaşlarının keskin ve çoğu kez kişisel eleştirilerine uğradı.

1826’da Louvre Müzesi’nin Eski Mısır koleksiyonuna müdür olan Champollion, 1828’de Mısır’a arkeolojik bir araştırma, gezisi düzenledi. 1831’de College de France’ta kendisi için özel olarak kurulan eski Mısır yapıtları kürsüsünde görev aldı. Bir mısırca dilbilgisi kitabı ile mısırca sözlük hazırlayan Champollion’un öteki yapıtları arasında Eski Mısır Hiyeroglif Sisteminin El Kitabı, Mısır Panteonu ya da Eski Mısır Mitolojik Figürleri Koleksiyonu sayılabilir.

Johann Joachim Winckelmann (9 Aralık 1717, Stendal, Prusya – 8 Haziran 1768, Trieste, İtalya)

Yetişme yıllarında eski Yunan kültüründen özellikle de Homeros’tan çok etkilendi.1738’de Halle Üniversitesi’nde ilahiyat, 1741-42’de Jena Üniversitesi’nde tıp okudu. 1748’de Dresden yakınlarındaki Nöthinitz’de Bünau kontunun kütüphanecisi olduğu sırada Yunan sanatını yakından tanıdı. Yunan Resim ve Heykel Sanatındaki Yapıtların Taklit Edilmesi Üzerine Düşünceler adlı yapıtını da burada yazdı. gene bu yıllarda Katolik mezhebine geçti ve Roma’ya yerleşerek, ilerde kardinal olacak Achinto’nun hizmetine girdi. Daha sonra ilerleyerek Vtikan’da kütüphaneci, ardından eski yapıtlar sorumlusu oldu, en son olarakda büyük özel antik yapıt koleksiyonlarından birinin sahibi Kardinal Albani’nin sekreterliğine getirildi. Görevleri ve güçlü koruyucusu sayesinde Roma’nın sanat hazinelerini yakından tanıma ve aralarında Avrupa soylularının da bulunduğu ziyaretçilere sanat danışmanlığı yaparak becerilerini geliştirme olanağı buldu. Özel izinle sürdürülen kazıların ve ele geçen buluntuların gizli tutulduğu Pompei ve Herculaneum kentlerini gezdi.

Wincklemann’ın 1764’te yayımlanan Antik Çağ Sanat Tarihi adlı kitabı Antik Çağ sanatının organik bir gelişme izleyerek büyüyüp olgunlaştıktan sonra gerilediğini ileri süren, bir halkın sanatını açıklamada iklim,özgürlük ve zanaat gibi kültürel ve teknik etmenleri göz önünde tutan ve ideal güzelliğe bir tanımlama getirmeye yönelen ilk çalışma oldu. Antik Çağ Sanatını Phidias öncesi ya da Arkaik, Phidias ve Polykleytios gibi büyük heykelcilerin görkemli yapıtlarını verdiği İ.Ö. 5. yüzyılı ve heykelci Praksiteles’in zarif üslubuyla etkinlik gösterdiği İ.Ö. 4. yüzyılı içine alan Klasik, Yunan etkisi altındaki Helenistik ve Roma dönemleri olmak üzere bugün de kabul gören evrelere ayıran bu yapıtta Alman Edebiyat tarihi ve sanat eleştirisinin dönüm noktalarını oluşturdu. Sanat tarihinin ayrı bir uzamanlık dalı, arkeolojinin de beşeri bilimlerin bir kolu olarak ele alınmasının Wincklemann’la başladığı söylenebilir.

Wincklemann’ın gözlemleri Yunan sanatınının ruhuna uygun olmakla birlikte, hemen hepsi Helenistik Dönem yapıtlarına ya da Yunan yapıtlarının Roma döneminde yapılmış kopyalarına dayanıyordu. Yunanistan’ı ziyaret etmesi için dostlarından sık sık davet aldı, ama çok istediği halde bu amacını gerçekleştiremeden öldü. Yunan toprakları gibi Yunan sanatı da onun için görmekten çok düşünceyle ulaştığı bir ideal olarak kaldı.
Wincklemann uzun süre İtalya’da yaşadıktan sonra 1768’de Dresden ve VViyana’ya gitti. Roma’ya dönerken yolda Trieste’de kaldı. Orada tanışıp dostluk kurduğu eski bir dolandırıcı ve muhabbet tellalı tarafından çalışma masasında bıçaklanarak öldürüldü.

Wincklemann’ın dehası ve yazıları, kalsik sanata duyulan ilginin yeniden yaygınlaşması ve sanatta Yeni-Kalisk akımın başlamasında başka etmenlere kıyasla çok daha etkili olmuştur. Wincklemann’ın en önemli iki çalışmasından biri olan Gedanken temelde Yunan estetiğinin felsefi bir tanımlamasıdır. Geschichte ise, bugün artık aşılmış olsa da, bir bilim dalı olarak sanat tarihininin temellerinin atılmasında ve bu alanda bilimsel yöntemler geliştirilmesinde önemli rol ynamıştır.

Osman Hamdi Bey (30 Aralık 1842, İstanbul – 24 Şubat 1910, İstanbul)

Büyük Figürlü Kompozisyonlarıyla Batılı Anlayışta resmin Türkiye’deki ilk temsizlicisi sayılan ressam, müzeci ve arkeolog.
Sadrazam İbrahim Erdem Paşa’nın oğludur. 1857’de hukuk öğrenimi için babası tarafından Paris’e gönderildi. Ama bir süre sonra Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda resim derslerine katılmaya ve özel atölyelere devam etmeye başladı. Bu arada arkeoloji derslerini de izledi. Katıldığı 2. Paris Dünya Sergisi’nde gümüş madalya kazandı. 1896’da İstanbul’a döndü, hemen ardından Vilayet-i Umur-ı Ecnebiye müdürü olarak Bağdat’a gönderildi. Oradaki memuriyeti sırasında resim çalışmalarını sürdürdü. 1871’de İstanbul’a döndü ve saraya Teşrifat-ı Hariciye müdür yardımcısı olarak atandı. 1875’te Hariciye Umur-u Ecnebiye katip olarak atandı, 1876’da Abdülaziz’in tahtan indirilmesiyle bu görevden alındı. 1877’de Altıncı Daire müdürlüğüne atandı.

4 Eylül 1881’de Müze-i Hümayun müdürlüğüne atandı. Bu tarihten sonra kültür ve sanat alanındaki çalışmaları yoğunlaştı. Bu görevi sırasında Osmanlı toprakları içindeki taşınabilir bütün sanat ürünlerini, toplama, koruma ve sergileme düşüncesiyle çalıştı. Çinili Köşk’te yer alan koleksiyon için 1891-1907 arasında mimar Alaxander Vallaury ile Arkeoloji Müzeleri binasını yaptırdı. 1884’te yeni bir Asar-Atika Nizamnamesi’nin çıkarılmasına ön ayak oldu. Müze müdürlüğü sırasında pek çok kazı başlattığı gibi, İskendder Lahti’nin çıkarıldığı 1887 Sayda kazısına kendisi de katıldı. Arkeolog T. Reinach ile birlikte Sayda kazısıyla ilgili öenmli bilgilerin bulunduğuNecropole Royale du Sidon ve heykelci Ervant Oskan’la birlikte Le Tumulus de Nemwoud Dagh adlı kitapları hazırladı. Sanay-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin (bugün Mimar Sinan Üniversitesi) açılması için büyük çaba harcadı. 1882’de müdürlüğüne getirildiği bu okulun 1883’te eğitime başlamasını ve Avrupa sanat okulları niteliğinde çağdaş bir sanat kurumu olmasını sağladı.

Türkiye’de Arkeoloji
Anadolu’daki tarihsel kalıntılar daha 16. yüzyılda Avrupalı gezginlerin dikkatini çekmişti. Nitekim ilk kazılar da, 19. yüzyılda Avrupalı arkeologlarca yapıldı. Bunlardan biri olan Alman arkeolog Schliemann’ın eski Troya kentinin yerini saptadı ve burada uzun yıllar kazı çalışmalarını sürdürdü. 1882’de Türkiye’deki ilk arkeoloji müzesinin kurucusu ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey (1842-1910), 1887’de en önemli kazısını Sayda’da (bugün Lübnan’da) gerçekleştirdi. Bu kazıda Fenike krallarına ait 20’den fazla lahit ortaya çıkarıldı. Daha sonra Anadolu’daki ilkçağ uygarlıklarını araştırmak isteyen Alman, Avusturyalı ve ABD’li arkeologlar da Bergama, Bodrum, Boğazköy, Didyma, Priene, Miletos, Ephesos ve Sardes gibi tarihi bölgelerde kazılar yaptılar. Bu kazılarda, Dünyanın Yedi Harikası’ndan ikisi olan Ephesos’taki Artemis Tapınağı ve Bodrum’daki Mausoleion gibi önemli yapıtlar ortaya çıkarıldı.

Arkeoloji Eğitimi

Cumhuriyet döneminde arkeolojiye daha fazla önem verildi. 1931’de Türk Tarih Kurumu, 1934’te İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Türk Arkeoloji Enstitüsü, iki yıl sonra da Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. 1933’te Türk Tarih Kurumu adına ilk kazılar, Hamit Zübeyr Koşay başkanlığında Ahlatlıbel’de yapıldı. 1935’te Koşay ve Remzi Oğuz Arık Alacahöyük kazılarına başladılar. Ayrıca Türkiye’de 1930’lardan başlayarak Alman, Fransız, İngiliz ve Hollanda arkeoloji enstitüleri kuruldu. Bu dönemde yerli ve yabancı uzmanlar birçok eski yerleşim bölgesinde araştırma ve kazılar gerçekleştirdiler. Kazılardan çıkarılan eski yapıtları korumak ve sergilemek için yeni müzeler açıldı. Bunların başında, dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden biri olan İstanbul Arkeoloji Müzesi gelir.

Kazıbilimsel Çalışmalar

1946’da Kılıç Kökten başkanlığında Antalya’daki Karain kazılarına başlandı. Karain Mağarası, Anadolu’nun en büyük doğal mağaralarından ve Tarihöncesi yerleşmelerinden biridir.

– Arif Müfid Mansel, Perge (1946) ve Side (1947);
– Bahadır Alkım, Karatepe (1947);
– Tahsin Özgüç/Kutlu Emre, Kültepe (1948) ve Altıntepe’de Urartu Kalesi (1959);
– Ekrem Akurgal, eski İzmir (Smyrna), Foça, Sinop; Afif Erzen, Van’da Urartu (1961);
– Kenan Erim Afrodisias (1961);
– Nimet Özgüç, Acemhöyük (1962) ve Samsat (1978);
– Nezih Fıratlı, Uşak Selçikler (1966) kazılarını yürüttüler.

Ufuk Esin, 1968’de Tepecik’te, 1971’de Tülintepe’de kurtarma kazılarını yönetti. Bu yöre 1975’te Keban Baraj Gölü’nün dolmasıyla birlikte sular altında kaldı. Gene Ufuk Esin’in 1978 sonrasında, Karakaya Barajı suları altında kalan Değirmentepe’de kurtarma kazıları yaptı. Türkiye’de yazılı belgelerden ya da toprak üstündeki kalıntılardan yola çıkılarak yapılan planlı kazılara örnek olarak Boğazköy, Kültepe ve Efes kazıları gösterilebilir. Türkiye’de son yıllardaki en önemli kazı alanlarından biri Zeugma’dır. Gaziantep’te Nizip’in 10 kilometre doğusunda ve Fırat Irmağı’nın batı kıyısında bulunan, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait antik kentte, Birecik Barajı’nın suları altında kalacağı için 2000 yılında kurtarma kazılarına başlandı. Bu kazılarda çok önemli mozaikler ve buluntular ortaya çıkarıldı.

Son yıllarda, Bodrum’da sualtı arkeolojik araştırmalarına büyük önem verilmeye başlandı. Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloji müzesi olan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne bağlı olarak yürütülen çalışmalar sonucu denizden çıkarılan birçok buluntu bu müzede sergilenmektedir.

Arkeolojide (Kazıbilim) Kullanılan Bilimsel Yöntemler Nelerdir?

Arkeolojide günümüzde tarihlendirmede çeşitli bilimsel yöntemler kullanılmaktadır. Bunlardan biri olan radyokarbonla tarihlendirme yönteminin bulunması, arkeolojide büyük bir gelişme sağladı. Bu yöntemle odunun, kömürün ve eski yerleşim bölgelerinde bulunan kemiklerin yaşlarını saptamak olanaklı hale geldi. Her canlıda karbon bulunur ve bunun neredeyse tamamı karbon-12’dir. Belli bir oranda da radyoaktif ve “ağır” olan karbon-14 vardır.

Örneğin bir ağaç kesilince, artık yeni karbon-14 atomları alamaz ve var olan radyoaktif karbon atomları da belli bir hızla yok olmaya başlar. Böylece yaklaşık 5.500 yıl sonra bu atomların yarısı karbon-12 atomlarına dönüşür. Radyoaktif karbonun karbon-12’ye oranı ölçülerek, canlının ne kadar zaman önce öldüğü saptanabilmektedir.

Ne var ki bu yöntem, tarihi belli olan Mısır buluntularına uygulandığında, saptanan tarihlerin çok kesin olmadığı anlaşılmıştır. Bir başka tarihlendirme yöntemi de ısıyla ışıldamadır (ısıl ışıldama). Bu yöntem yalnızca pişmiş kile uygulanabilmektedir. Kilde radyoaktif atomlar içeren elementler vardır. Kil pişirilmeden önce bunlar çevrelerine ışık biçiminde parçacıklar saçarlar. Pişme işleminin sonunda, atomların saçtığı bu parçacıklar kristalleşmiş yapının içinde hapsolur. Isıyla ışıldama yönteminde çömlekten alınan bir örnek, parçaların yeniden serbest kalacağı noktaya kadar ısıtılır. Bu parçacıklar ışık biçiminde (ışıldayarak) açığa çıktıkları için fotometre aygıtıyla ölçülür. Çömlek ne kadar çok ışık verirse, o kadar eskidir. Bir ağacın yaşının, gövdesindeki yıllık büyüme halkalarına göre saptanmasına dendrokronoloji denir.

Ağaç gövdesinin kesitinde iç içe ince ve kalın halkalar görülür. Havaların iyi gittiği yıllarda ağaç daha çabuk büyüyeceğinden halkaların kalınlığı artar. Bu yöntemle ağacın yaşadığı dönemdeki iklim koşulları bile anlaşılabilir. Bir çam türünün 4.000 yıl önceki ve günümüzde yaşamakta olan örnekleri bu yöntemle karşılaştırılmıştır.

İlgili Kategoriler

ÖABT Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir