Medya ve etik ders notu



 

DERS NOTU 1

 

FELSEFE, ETİK VE AHLAK KAVRAMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİYE DAİR BİR HATIRLATMA

(Bu ders notu yalnızca dersi alan öğrencilerin yararlanması amacıyla hazırlanmıştır. Öğretim üyesinin izni olmadan başka bir amaç için kullanılamaz. Burada yer verilen tartışmaların bazılarına dersin diğer okumalarında da rastlamak olasıdır. Ancak diğer okumaları gözardı ederek yalnızca bu ders notlarına bağlı kalarak dersten başarılı olmayı beklemek yanıltıcı olur.)

   Ünlü İngiliz felsefeci Ray Billington’a göre, bir kişinin felsefeci olduğunu söylemesi toplumsal intihardan farksızdır. Bir yabancı, birine mesleğini sormuşsa, o kişinin felsefe okuduğunu ve/ya öğrettiğini beyan etmesi genellikle konuşmayı sona erdirir. Çoğu insanın gözünde canlanan felsefeci imgesi, meraklı, hayatın somut gerçekleriyle ilgisi olmayan fikirlerin ve ideallerin peşinden giden, çözümsüz sorulara anlaşılmaz yanıtlar veren, fildişi kulede oturan birisidir.

   Ne var ki felsefe, belki de insanoğlunun bildiği en eski akademik daldır ve varoluşun temel soruları pek çok filozof tarafından sorulmuştur: Neden ben buradayım? Hayatın anlamı ya da amacı nedir? Nihai bir gerçeklik var mıdır? Ne hakkında geçerli bir biçimde konuşabilirim? Doğru ya da yanlış arasındaki farkı nasıl belirlemeliyim?

   Aslında insanlar bir araya gelip sohbet ederken, rastgele yaptıkları konuşmaların çoğu, şöyle ya da böyle doğrudan bu şekilde ifade edilmese bile bu gibi meseleler etrafında döner.

   Felsefe sözcüğünün kendisi bekleneceği gibi Yunancadan gelir. Çünkü konuyu ortaya atanlar, klasik dönemde yani MÖ 500–400 yılları arasında yaşamış Yunanlılardır. “philo” Yunanca’da sevmek, “sophia” da bilgelik demektir. Felsefeyle uğraşmak, kişinin en azından olaylara normalde beklenenden daha derinlemesine bakmaya gayret ettiği anlamına gelir. Felsefeci bir iddiayla karşılaştığında “Bu neden böyle?”, ayakları havada bir önermeyle karşılaştığında “Emin misin?”, şüpheli bir tutum karşısında “Neye dayanarak böyle davranıyorsun?” diye soracaktır. Felsefeci için kesin yanıtı olan, kesin olarak doğru ya da yanlış olan çok az bakış açısının olduğu söylenebilir.

   Bu noktada iki tür önerme arasında bir ayrım yapmamız gerekir.

   Olgu önermeleri kanıtlanabilir önermelerdir; sınanabilirler ve doğru olup olmadıkları gösterilebilir. “Dünya yuvarlaktır”, “üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir”, “kampüsteki ağaçlar yapraklarını dökmüştür”. Bu türden önermelerin geçerliğinin ortaya konması gözlem ve kanıt yoluyla gerçekleştirilir. Çoğu değilse bile birçok önermemiz şu ya da bu yolla kanıtlanabilir. Ancak geride, bütün içindeki oranı ne olursa olsun kanıtlanamayan türden sayısız önerme kalır. Bunlar doğru ya da yanlış kategorilerine sokulamazlar. Belli bir grup insan der ki, “bütün kürtajlar yanlıştır, çünkü ‘öldürmeyeceksin’ emrini çiğner”. Gelgelelim, başka bir grup da aynı ciddiyetle, “kürtaj kabul edilebilir ve yasal olmalıdır” demektedir,” çünkü, “aksi halde kadın, hamileliğini sürdürüp sürdürmemeyi tercih etmek gibi vazgeçilmez bir hakkını kaybeder”.

   Olgu önermelerinden farklı olarak kesin olarak doğru ya da yanlış olduğuna karar veremeyeceğiz bu türden önermelere değer önermeleri denir. “Bu ve bunun gibi milyonlarca mesele hakkında kesin olan tek bir olgu vardır, o da bu meseleler hakkında karar vermemizi sağlayacak kesin olarak doğrulanabilir olguların yokluğudur. Bunun bir cinayet olduğu temelinde kürtaja karşı çıkanlar, tek yanlı olarak, ceninin aslında potansiyel olarak da olsa, bir kişi olduğuna karar verirler. Buna karşı çıkanlar ise, bir iribaş ne kadar kurbağa, ya da döllenmiş yumurta ne kadar tavuksa, bir ceninin de o ölçüde fiilen bir kişi olduğuna karar vermektedir. Bütün bu yargılar, hangi yandan gelirse gelsinler, kişinin, insan davranışının hangi biçimlerinin en değerli olduğu ve hangi ölçütlerin en çok desteklenmeye dediği hakkındaki anlayışına dayanan olgusal gerçekler değil, değer yargılarıdır. Değer önermelerinde bulunurken bunlara kesin olarak “doğru” ya da “yanlış” dememiz olanaklı değildir. Örneğin birimiz hayvanları etleri ve derileri için beslemenin haince ve barbarca olduğunu düşünebilir. Nitekim birçok insan da bu görüşü savunmakta, hatta hayatlarını buna göre düzenlemektedirler ancak bu durum söz konusu önermeyi kesin olarak doğru yapmaz.

   Bu yüzden yüzyıllar boyunca filozofların ana görevlerinden biri, bu türden değer önermeleri karşısında hakemlik etmek olmuştur. Bu süreçte filozoftan kesin olarak bir tarafın görüşüne katılmasını beklemek doğru olmayacaktır. Bu, bir film eleştirmeninden çok izlenecek bir film yapmasını istemeye benzer. Felsefecinin görevi önermeleri analiz etmektir, onları derecelendirmek değildir. Örneğin bir tıp öğrencisine, asıl ilgi alanının acıları dindirmek ve aynı zamanda hayatı korumak olduğu öğretilir ve genel olarak halkın çoğunluğunun bir hekimden beklediği de budur. Felsefeci bu iki amaç çatıştığında hekimin ne yapması ya da ne önermesi gerektiğini soran kişidir. Böylesi bir soru kaçınılmaz olarak ötenazinin doğruları ve yanlışlarının tartışılmasını gündeme getirir.

   Bu noktada artık etiğin alanına girmeyi başlarız. Etik felsefenin en önemli ilgi alanlarından biridir, peki etik alanında çalışırken tam olarak ne yaparız?

   Morals (Ahlakilik/Ahlakın alanı)

   Ahlaka göre daha geniş bir anlama sahip, ahlakilik hakkında konuştuğumuzda belli değerler hakkında konuşuyoruz demektir. Ancak ahlaki alan tüm değer yargılarını kapsamaz, başka bir deyişle ahlaki alana dâhil olmayan başka değerler de vardır. Bir fenomeni farklı değer alanları açısından ele alınabilir, estetik ya da ekonomik değer gibi. Örneğin şiddet içeren görüntüler, ya da cinsellik içeren görüntüleri düşünelim. Ya da savaş ve doğal afetlerle ilgili görüntüler… Bunlara estetik açıdan, ekonomik açıdan ya da ahlaki boyutları açısından yaklaşmak mümkündür. Yani bu görüntünün hem bir estetik değeri, hem ekonomik değeri hem de ahlaki değeri olabilir. Estetik değer atfederken bunu beğeni ölçütü ekseninde yargılarız. Onun güzel ya da çirkin olduğuyla ilgili bir estetik değer yargısı geliştirerek beğeniriz ya da beğenmeyiz. Böylece estetik değerler alanında bir yargıda bulunmuş oluruz.

   Eğer bir insan davranışı ya da eylemini değerlendiriyorsak ve bu eylem ya da davranışı amaçları ve sonuçları açısından ele alıyorsak, bu eylem ya davranışın sonucunu iyi ve kötü, doğru ve yanlış ekseninde değerlendiriyorsak o zaman bu ahlaki bir değerlendirme olur. Onun ahlaki boyutlarını ele alarak onunla ilgili ahlaki bir yargıda bulunuyoruz demektir. Ahlaki açıdan doğru ya da iyi olarak değerlendirdiğimiz bir fenomen, estetik olarak ya da ekonomik açıdan aynı düzlemde geçerli olmak durumunda değildir. Yani bir fenomen farklı değer yargıları açısından farklı değerlendirmelere konu olabilir. Böyle baktığımız zaman ahlakilik, davranışlarımızın ya da eylemlerinizin nasıl düzenleneceği, onlara nasıl bir yön verileceğiyle ilgili herhangi bir doktrine, öğretiye göndermede bulunmaz.

   Morality (Ahlak)

   Ahlak bir davranışın değerlendirilmesine değil, bir davranışla ya da eylemle ilgili belirlenmiş bir norma ya da ölçüte göndermede bulunur. Ahlak normları ya da kurallarından bahsettiğimizde, belli bir ahlaki topluluk tarafından geçerli kabul edilen, ahlaki davranışta uyulması beklenen ortak değer yargıları bütününe göndermede bulunuyoruz demektir. Başka bir deyişle, ahlaktan söz ettiğimiz zaman bir davranışın onaylanmış ya da onaylanmamış olduğuyla ilgili belirlenmiş bir ölçüt ya da normdan söz etmiş oluruz. Dolayısıyla ahlak, ahlaki bir alan içindeki belli ölçütler ve normlar bütünüdür. Protestan ahlakı, burjuva ahlakı, basın ahlakı, iş ahlakı gibi… Bunların her biri farklı ahlaki geleneklerin sonucunda oluşan normlara göndermede bulunur. Bu açıdan ahlak normatif bir kavramdır. Bir eylemin ya da davranışın doğru ya da yanlış olduğuna önceden belirlenmiş birtakım ahlaki normlara göre karar veririz.

   Ethics (Etik)

   Ahlakilik ve ahlak, davranışa göndermede bulunurken, etik bir davranış değil düşünüm (reflection) sorunudur. Bu açıdan etik ve ahlak aynı anlama gelmediği gibi aynı tanım düzeyinde bile değillerdir. Etik ahlaki bir eylem ya da davranış hakkında düşünümde bulunma olarak tanımlanabilir. Etik ahlaki bir düzlemde felsefi bir soruşturma yapma girişimidir. Başka bir deyişle “morals”ın alanına giren her tür fenomen etiğin çalışma konusunu oluşturur. Bu nedenle etik, bir davranışı ahlaki açıdan değerlendirebilmemiz için bize o davranışın temelinde yatan ilkeleri formül etme olanağı sağlar.

   Örneğin medya etiği dediğimizde asıl olarak medya çalışanlarının eylemlerini, seçimlerini ve kararlarını hangi ilkelere dayanarak oluşturduklarının incelenmesine göndermede bulunuruz. Başka bir deyişle medya etiği medya alanında eylemde bulunan kişilerin uyması beklenen ahlaki normların ve bu normların temelindeki değerlerin sorgulanması ve bunlar üzerinde düşünümde bulunulması etkinliğidir. Günümüzde ise basitçe eskiden kullanılan basın ahlakı teriminin yerini medya etiği terime bıraktığı düşünülmektedir. Bu yanlıştır.

   Şu halde, etikle (ethics) ahlak (morals) arasında bir ayrım yapmamız gerekir. Etik neyin iyi ya da kötü olduğunu belirlediği noktada görevini tamamlar, ahlak ise neyin doğru ya da yanlış olduğu varsayımıyla işe başlar. İkisi günlük konuşmalarda sıklıkla birbirlerinin yerine kullanılır. İnsanlar “ahlaki ilkeler” ya da “etik davranış” ifadelerini kullanırlar. Ama felsefede bunların farklı anlamları vardır. Kısaca belirtecek olursak, etik “doğru ve yanlış davranışın teorisidir”, ahlak ise onun pratiği, uygulamasıdır. Bu nedenle ahlaki değil etik ilkelerden, etik değil ahlaki bir davranış tarzından söz etmek daha doğrudur. Etik bu anlamda ahlak felsefesi (moral philosophy) olarak da tanımlanabilir.

   Tıp etiğinden (medical ethics) söz edilebilir, ama tıbbi ahlaktan (medical morals) söz edilemez ancak bir doktorun ahlakından söz edilebilir. Tıp etiği, doktorluk mesleğinin gözetmeye çalıştığı, acının dindirilmesi gibi genel ilkelerle ilgilenir. Bir doktorun meslek etiğine uygun olan ya da uymayan davranışlarından ya da kararlarından söz edebiliriz, bunlar onun ahlaki davranışları ya da ahlaki kararlarıdır.

   Bu iki kavramın olumsuz hallerine bakmak, ikisi arasındaki ayrımı netleştirmemizi sağlayabilir. Sanayi casusluğu “etiğe aykırı” (unethical) olarak adlandırılabilir, çünkü iki şirket arasındaki bütün güven ilişkisini yok eder. Bu iş etiğinin bir konusudur ve iş etiğinin ilkeleri gereğince sanayi casusluğuna iş etiğine aykırı deriz. Öte yandan, başka bir kimseyi kendi işlediği bir suç için hapse gönderen bir kişi, işlediği suça ek olarak bir de ahlaksızlık (immoral) yapmış demektir. (Ahlak kişiler kararlar ve davranışlarla ilgilidir.)

   Ahlak sözcüğünün bir zıddı daha vardır. Ahlakdışı (nonmoral-amoral). Ahlakdışı ile ahlaksız/ahlaka aykırı arasındaki fark şudur: Ahlaksız “bilinen bir ahlak kuralına uymayan” anlamına gelirken, ahlakdışı “ahlakla ilgili ve bağlantılı olmayan” demektir. Kaldırıma pisleyen bir köpeğe ahlaksız denemeyeceği gibi yemeğini yerlere saçan bebeğe de ahlaksız denemez. İnsanlar ancak doğru ve yanlış davranış arasındaki farkı anladıklarında ahlaksız olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla bu farkı anlamayan birisi, “ahlaksız” değil “ahlakdışı” bir konumdadır. Etik dışı, etiğin konusu olmayan ise non ethical’dır.

   Özetleyecek olursak, etik, insan davranışlarının ilkeleri, ahlak da bu ilkelerin belli bir durumda uygulanmasıyla ilgilidir.

İlgili Kategoriler

İletişim Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir