Ahlaki Gelişim ve Profesyonellik



AHLAKİ GELİŞİM VE PROFESYONELLİK

   Kimileri etik duyarlığı kişisel bir özellik olarak görür. Buna sahipsindir ya da değilsindir; doğru şeyin ne olduğunu aile yaşantısında ya da okulda öğrenirsin veyahut hiç kimse, hiçbir toplumsal kurum sana ahlaki olarak doğru şeyin olduğunu gösteren bir yeterlik kazandırmaz. Bu bakış açısına göre, iyi insanlar ve kötü insanlar diye ikili ve keskin bir ayrım vardır. Belli bir durum karşısında nasıl davranacağınızı, nasıl eylemde bulunacağınızı, nasıl bir karar vereceğinizi enine boyuna düşünmeye gerek yoktur, çünkü bunu zaten “bilirsiniz”.

   Bunun karşıtındaki görüşe göre ise, ahlaki seçimler yapmak bir beceridir: bu beceri deneyimle birlikte gelişir. Bu aslında hepimizin insan olarak, fiziksel niteliklerimiz açısından sahip olabileceğimiz bir beceridir; nasıl ki insan türü yürümek ve konuşmak gibi türsel kapasiteler sahipse ve bunları zamanla, farkında olarak gerçekleştirebiliyorsa daha doğru eylemde bulunmak, doğru kararlar vermek de böyledir. Nasıl ki, belli bir spor dalında iyi olmak fiziksel hareketlerimize dikkat etmeyi gerektiriyorsa, etik olarak iyi temellendirilmiş ahlaken doğru kararla vermek de motivasyonlarımıza/güdülerimize ve seçimlerimize daha çok dikkat yöneltmeyi gerektirir.

   Bu ikinci görüşe göre “ahlaki olgunluk” (moral sophistication) bir süreç olarak ele alınır. İnsanın ahlaki gelişimiyle ilgili en doğru benzetme anadili öğrenme sürecimizle ilgilidir. Her iki süreç de aşamalıdır; gelişme tutarlı ve öngörülebilir çizgide gerçekleşir, basit aşamalardan daha karmaşık aşamalara doğru ilerler. Her ikisi de dış çevreyle ilişkilidir; belli bir ahlaki topluluğun üyesi olmak gelişimi doğrudan etkiler. Psikoloji kuramcıları insanların olgun bir şekilde akıl yürütme aşamalarının hangisinden geçmekte olduğunu bize gösterecek önemli bazı işaretler belirlemişlerdir. Buna “ahlaki gelişim teorisi” diyoruz.

   Ahlaki gelişim konusundaki araştırmalar, 20. yüzyılın başlarında İsviçreli psikolog Jean Piaget’nin çalışmalarıyla başlamıştır. Çocuk psikolojisi konusundaki çalışmalarıyla tanınan Piaget, çocukların oyun oynarken yarattıkları kuralları incelemiş ve bunların zaman geçtikçe daha karmaşık hale geldiğini göstermiştir; oyundaki adalet anlayışları, oyundaki çocuklardan birinin diğerine ne kadar borçlu olduğun, oyuncuların oyun içindeki hareket sahalarının nasıl bölüşüldüğü, dağıtıldığı vb.

   Piaget’nin çalışmaları ilerleyen yıllarda Lawrence Kohlberg geliştirmiştir. Ahlaki gelişim teorisinin kurucusu olarak kabul edilen Kohlberg, insanların doğru ve yanlış konusunda nasıl akıl yürüttüklerini açığa çıkaran belli markörler belirlemiştir. Kohlberg’in ahlaki gelişim teorisi, davranışsal bir anlayışa dayalıdır. Buna göre Kohlberg, dışsal kaynaklara ya da belirleyenlere dayalı bir karar verme sürecinden özerk bir şekilde eylemde bulunmaya doğru ilerleyen bir ahlaki gelişim aşamalandırması ortaya koymuştur.

  1. AHLAKİ GELİŞİMİN ERKEN AŞAMASI

   Çocuklar başkalarına nasıl davranacaklarına ilişkin karar verirken, basit bir yol izlerler: Otorite olan kişilerin söylediklerini ya da istediklerini yaparlar. Burada dışsal bir otoriteye kesin bağlılık vardır.

   Ahlaken olgunlaşmamış bir kişi kendisini güçsüz görür, bu nedenle kendisine zarar verme ihtimali olan kişilerden, durumlardan kendisini korumaya eğilimlidir. Kohlberg, ahlaki gelişimin erken aşamasındaki bir kişinin ödül peşine düşüp, cezadan kaçınma arzusuyla motive olduğunu/güdülendiğini söyler. Hem etik hem de entelektüel gelişimin bu aşamasındakiler dogmatiktir ve “doğru” yanıtın ne olduğu konusunda dışsal bir otoriteye bağımlıdır.

   Ahlaki olarak ne kadar olgun olduğumuza bakılmaksızın hepimiz zaman zaman otoriteye sadık kalırız. Örneğin hepimiz havaalanında hem bedenimizin hem de çantalarımızın güvenlik taramasından geçirilmesine ve ekrana yansıtılmasına razı oluruz. Ya da işe geç gitmeyiz, çünkü kovulmak istemeyiz. Elbette otoriteyle her karşı karşıya geldiğimizde onu her seferinde sorgulamayız, bizi doğru göründüğü sürece onaylarız ve bu konudaki enerjimizi daha ciddi kararlara saklarız.

  1. AHLAK GELİŞİMİN GELENEKSEL/UZLAŞIMCI AŞAMASI

   Bu aşama, geleneksel ya da uzlaşmacı olarak tanımlanır çünkü çoğunluğun doğru kabul ettiği şeyler üzerinden işler. Bu insanın kendisinin bir “gücü/iktidarı” olduğu ve bunu başka insanları yönlendirmek için kullanabileceğini düşündüğü bir aşamadır. Bu aşamada insanlar akranlarının karar ve davranışlarına ve belli bir durumu yönlendiren kurallara/ilkelere bakarak neyin ahlaken doğru ya da yanlış olduğuna karar verirler.

   Çeteler ve okul içi gruplaşmalar (spor, yurt vb.) geleneksel ahlaka dayalı akıl yürütmenin örnekleridir.  Kişilerin grup normlarına uymalarının özendirildiği ya da bunlara uyma yönünde zorlandığı durumlar geleneksel ahlakın özelliklerini taşır. Örneğin bir sınıfı düşünün: Sınıftaki kuralların ne olacağını yöneten üzerine baştan konuşulmamış, doğruluğu ya da yanlışlığı varsayılan belli uzlaşımlar ve davranış kodları vardır. Aynı şey, işe girdiğiniz ya da staj yaptığınız bir şirketteki ofis ortamı için de geçerlidir. O işyerinde/ofiste işlerin nasıl yürüdüğünü anlamak için zamana ihtiyacınız olacaktır –kişisel iletişim resmi mi yoksa gayri resmi mi, kararlar patron tarafından mı alınıyor, yoksa ortak mı? vb. Dolayısıyla ofis kültürünü öğrenmek iş alanında doğru ve bilgilenmiş, üzerinde iyi düşünülmüş kararlar verebilmek için zorunludur.

   Bu aşamanın bir diğer markörü, göreceliğin devreye girmeye başlamasıdır. İnsanlar hiçbir otoritenin muhtemel tüm doğru cevaplara sahip olmadığını ve hatta gerçekte bütünüyle, kesin olarak doğru diyebileceğimiz kararlar olmadığını bu aşamada idrak etmeye başlarlar.

  1. AHLAKİ GELİŞİMİN UZLAŞIMSAL OLMAYAN/İLERİ AŞAMASI

   İnsanlar ahlaki gelişimleri boyunca kendi kararlarını vermeleri gereken durumlarla karşı karşıya kalırlar. Bazı durumlarda otorite figürleri uygun bir çözüm sunamayabilir, kalabalığı takip etmek de doğru görünmeyebilir. Ahlaki olgunlukta her kişinin nihai olarak kendi verdiği karardan sorumlu olduğunu fark etmesi önemli bir adımdır.

   Ahlaki açıdan olgun karar verme dediğimiz şey özerk bir konumu gerekli kılar. Kişi kendisine söylenenleri ya da dışsal kuralları takip ederek refleks geliştirmenin ötesine geçer. Bunun yerine, kuralların ardındaki ilkeyi açık seçik bir şekilde ortaya koyarak hareket eder. Ahlaki olgunluk taşıyan seçimler içinde bulunulan topluluğun toplam iyiliğiyle birlikte, aynı zamanda bu “genel iyi” uğruna kimseyi feda etmemeyi de göz önünde bulundurur. Olası zararı üstlenmesini gerektiren çok güçlü bir haklı nedenimiz ya da gerekçemiz olmadığı sürece kimsenin zarar görmeyeceği bir çözüm bulmaya çalışırız. Bu bakımdan ahlaki olgunluk taşıyan bir karar verme süreci zaman ve çaba gerektirir. Pek çok seçim böylesine dikkatli bir ölçüp biçme gerektirmez fakat zaten bu aşamaya geçmiş olan kişi etik açıdan karmaşık bir durumla karşılaştığı zaman bunu bilir.

   Özerk bir şekilde hareket edebilme becerisi/yetisi ahlaki gelişimin en temel unsurudur. Gerçek bir ahlaki olgunluk yalnızca haksız yere zarar vermekten kaçınarak ve genel bir iyiliği gözeterek karar vermek değil, aynı zamanda doğru seçimleri doğru nedenlere dayandırmaktır. Matematik testinden yüksek puan alan bir öğrenciyi düşünün. Pedagojik bakış açısından burada önemli olan, her ne yolla olursa olsun yüksek puan almak değil, problemler üzerine akıl yürütebilme becerisini ortaya koyabilmektir. Yalnızca kendi başına özerk bir şekilde matematiksel kavramlar üzerine akıl yürütebilen öğrencilerin gerçekten matematiği anladıklarını söyleyebiliriz. Ahlaki gelişim açısından da önemli olan kazara istenen sonuçlara ulaşabilmek değil, ahlaki eylemimize temel oluşturan değer ve ilkeleri açık bir şekilde ortaya koyabilmektir.

   Diğer taraftan, kişilerin her zaman verdikleri kararda yanılabileceklerini fark etmek de bu ahlaki olgunluğun bir boyutudur. Yanlış davranmış olabileceğini kabul etmek bir ahlaki olgunluk göstergesidir. Çünkü otoriteye ya da uzlaşılmış kurallara sorumluluğu yükleme şansımız yoktur. Bu nedenle ahlaki olgunluğa erişmiş kişi kararına temel oluşturan değerleri ve ilkeleri açık bir şekilde ortaya koyabileceği kararlar verir; durumdan etkilenebilecek diğerlerini dikkate alır, kendisinin düşünemediği alternatifleri gözden geçirmek konusunda da açık fikirli olur. Bu açıdan başkalarına danışmak, fikir almak kimi zaman verdiğimiz kararları değiştirmemizde olumlu rol üstlenebilir, bu başkasının kararını uygulamak ona boyun eğmekle aynı şey değildir. Nihai olarak bu fikri ölçüp biçerek kendi kararını yaratacak olan yine bizlerizdir.

   ÖRNEK OLAY

   Serap üniversiteden yeni mezun olmuş hevesli bir genç gazeteci. Ankara’da bir şehir gazetesinde muhabir olarak iş bulmuş olmaktan memnun. İşini seviyor, kendisine verilen görevlerde yeni insanlarla tanışmaktan hoşlanıyor. İşe erken gelip, geç çıkıyor, her haber üzerinde tıpkı özel bir dosya haber hazırlarmış gibi derinlemesine çalışıyor, haber öyküsüne konu olan insanlarla kişisel bir bağlılık kuruyor ve onlara yardımcı olmak için yollar bulmaya çalışıyor. Bu şekilde davranmak ona kendisini, güçlü, gururlu hissettiriyor ve bu şekilde içine girdiği yeni toplulukta bir fark yarattığını düşünüyor.

   Fakat Serap katıldığı bir haber etiği workshop’unda işine yönelik yaklaşımının çalıştığı kuruluşta pek de takdir edilmediğinden yakınıyor. “Uzun saatler çalışmaktan gocunmadığını, bu işi alabilmek için ülkenin bir ucundan kalkıp buralara kadar geldiğini ve kimseleri tanımadan bu riski göze aldığını” söylüyor. Lisede ve üniversitede gösterdiği fazladan çaba nedeniyle hep ödüllendirilmiş, fakat gelin görün ki gazetede böyle olmuyor. Workshop’a katılmadan önceki hafta bağlı bulunduğu sendika yetkilisi “fazla mesai almadan günde 8 saatten fazla çalışmaması” gerektiğini belirtiyor. Bu politika Serap’ı şaşırtıyor ve ona adil görünmüyor. Çünkü gazetecilik işinde yeni olduğunu, bir haberi tamamlamak için ayırması gereken zamanın deneyimli bir muhabirden daha fazla olduğunu düşünüyor; fazladan çalıştığı saatler için mesai ücreti isteyerek dikkatlerin deneyimsizliğine yönelmesini istemiyor. Workshop’a başladığı gün sendika temsilcisi kararlaştırılmış çalışma saatlerine bağlı kalması gerektiğini bir kez daha söylüyor, şehir haberleri editörü de çalışma saatine sınırlama koyuyor. “İyi bir muhabirsin fakat haberi yaptıktan sonra iş biter” diyor. “Röportaj yaptığı hamile uyuşturucu bağımlısına göz kulak olmaya çalışmanın doğru bir şey olmadığını, ayrıca köprü altındaki mukavvadan yapılmış barınakta yaşayan, yaptığı bir habere konu olmuş bir evsize bir torba dolusu yiyecek götürmenin de gazetenin haber politikasına aykırı olduğunu” söylüyor. “Sen bir gazetecisin”, “Senin işin olayı haber yapmak, bu tür sorunlarla ilgilenmek başkalarının işi” diyor. “Eğer sosyal hizmet görevlileri ya da devlet kuruluşları görevlerini yapmıyorlarsa bunu haber yap, bozulanları bu şekilde onarmak senin işin değil.” Hem sendika temsilcisi hem de şehir haberleri editörü diğer muhabirlerin ondan şikayetçi olduklarını da söylüyorlar. “Senin bu yaptıkların ailevi sorumlulukları olan diğer muhabirlerin kötü görünmelerine neden oluyor”, “muhabir gibi davranmak yerine bir misyoner gibi davranmak haber merkezinde arkadaş edinmek için iyi bir yol değil” diyorlar.

   Serap fazladan gösterdiği bu çabaların takdir edilmek yerine yerilmesi karşısında epey sinirleniyor, inciniyor. Haber kovalamanın verdiği tatmin ona iyi geliyor, haberlerini gazetenin sütunlarında görmeyi seviyor, hele de baş sayfada. “Bunların hangi biri yanlış olabilir ki?” diyor.

   AHLAKİ GELİŞİM BAKIŞ AÇISINDAN ÖRNEK OLAYA BAKMAK

   Serap içine düştüğü zor durumu anlattığında diğer katılımcılardan bir duygudaşlık kurmalarını bekliyor. Ancak daha deneyimli bazı gazeteciler sabırla ona neden yöneticilerin bakış açısının da belli bir geçerliği olduğunu düşündüklerini açıklıyorlar.

   Serap bize bu hikâyeyi aktaran kişiyle öğle yemeğinde birlikte oturuyor. Hikâyeyi aktaran kişi Serap’ı meslektaşları tarafından hırpalanmış bir şekilde görmediğini söylüyor. Serap “öyküsüyle ilgili verilen geri beslemelerden dolayı hayal kırıklığına uğramadığını aslında diğerlerinin haklı olduğunu ve kararları ve motivasyonları üzerine daha fazla düşünmeye ihtiyacı olduğunu” söylüyor. “Yorgun savaşçı olmak değil, yaptığı işte fark yaratmak istediğini, fakat hem insanlar için iyi bir şey yapıp, hem de bir taraftan gazeteciliğin uzlaşımlarına ve çalıştığı gazetenin kurallarına uygun bir şekilde davranmayı bir arada nasıl yürütebileceğini çözmesi gerektiğini” söylüyor.

   Bize olayı aktaran iletişim profesörü şöyle diyor: “Bu Serap’ı son görüşümdü. Fakat öyküsü bende yaşamaya devam etti. Çünkü Serap’ın içine düştüğü etik ikilemi, girdikleri ilk işte karşılaşabilecekleri ahlaki sorunları merak eden pek çok gazetecilik öğrencisiyle tartıştım.”

   Serap’ın hikâyesinde ahlaki gelişimin hangi yönleri ortaya çıkıyor?

   Ahlaken ne kadar olgun olursa olsun, çoğu insan kendisine yabancı bir ortama girdiği zaman kendisini etik değerlendirmenin en basit biçimine doğru geri çekme eğilimindedir. Serap bir aşamada, meslektaşlarıyla bağlantı kurması gerektiğini biliyordu ve aslında aldığı eğitimin katkısıyla yaptığı işin, yani gazeteciliğin, var olan düzendeki belli şeyleri değiştirme gücü sağlayabileceğini biliyordu. Fakat bu ilk iş tecrübesinde kendisini yalnız ve deneyimsiz hissettiği için birilerinden kabul görmek istedi, tıpkı geçmişte olduğu gibi. Bu nedenle fazladan çalıştı, yaptığı her haberi birinci sayfa haberi olacakmış gibi genişletmeye çalıştı ve habere konu olan kişilerle arkadaşlık kurdu. Böylelikle insanların ona minnettar olacağını, çok iyi bir iş çıkardığını söyleyeceklerini düşündü, tıpkı okul yıllarında olduğu gibi.

   Ahlaki gelişimi ilerletmenin ve kolaylaştırmanın yollarından biri, etik bir değerlendirme yapabilmek bakımından daha deneyimli olan kişilerle bağlantı kurabilmektir. Serap ikilemini workshop’ta paylaştığı zaman katılımcılar onu, meslektaşlarının yapıp ettikleri konusunda ne düşünmüş olabileceği üzerine kafa yormaya yönlendirdiler, neden Serap’ın seçimlerini sorgulamış ve bu seçimlere şüpheyle yaklaşmış olabileceklerini anlamaya çalışmasını söylediler. Böylelikle onun motivasyonlarının ve sezgilerinin neden haber merkezindeki uzlaşımlarla uyuşmayabileceğini görmesini sağladılar.

   Ahlaki gelişimi en iyi anlamanın yolu, yalnızca ahlaki davranışa bakmakla değil, bu davranışa temel oluşturan motivasyonları irdelemekle mümkün olabilir. Başka insanlara yardım etmek kuşkusuz doğru bir eylem gibi görünür, fakat bunun altında yatan nedenler çok çeşitli olabilir. Kovaladığı haberlere konu olan insanlar için iyi bir şeyler yapmak Serap’a kendisini işe yarar hissettirdi; kendisini kaybolmuş ve güçsüz hissettiği bir zamanda kontrolü eline aldığı duygusu kazandırdı. Ancak workshop’taki diğer gazeteciler tarafından cesaretlendirildiğinde işini yaparak yaratabileceği daha büyük değişimler hakkında düşünmeye başladı, ki böylesi bir değişim kendi iç tatminini çabucak sağlayacak şeylerden biraz geriye çekilmeyi, bu konuda biraz daha sabırlı olabilmeyi gerektiriyordu. Böylelikle kendisi ve işi hakkındaki daha basit bir düşünme biçiminden kendisini bir gazeteci özne olarak düşünebilmeye doğru bir düşünümsel hareket gerçekleştirdi.

   Peki, burada gazeteci olmanın yarattığı farklılık ne? Gazeteciliğin toplumsal konumu düşünüldüğünde neden Serap’ın yapıp ettikleri böylesine sorgulanıyor olabilir?

   İnsanlar hayatta karşılaştıkları durumlara, sorunlara meydan okuyarak deneyim kazanırlar. Ahlaki gelişimin alanı içine girdiğimizde, bu alan bize insanların içine düştükleri durumlar hakkında daha geniş düşünebilmenin imkânlarını sağlar, böylelikle filozoflara göre daha bilge ve ahlaki olgunluğa erişmiş kişiler olabiliriz. Eğer Serap diğerlerinin ondan ne tür beklentileri olduğunu anlama çabasına girseydi, çözmek istediği şey bu yeni işinde kendisinin nasıl davranmasının makul olabileceği olsaydı, gazeteciliğin belli görevler ve rollerle donatılmış sorumluluk anlayışı ona bir başlangıç noktası sunabilirdi.

   Medya kuramcıları Bill Kovach ve Tom Rosenstiel gazeteciliğin toplumsal rolü ve sorumlulukları konusunda kısa ve öz, veciz bir tanımlama yapıyorlar: “Gazeteciliğin öncelikli amacı, topluma, özgür ve kendi kendilerini yönetebilen insanlar olmak için gereken enformasyonu sağlamaktır.” Kuramcılar, “bu bakış açısı, gazetecilere niyetlendikleri bir eyleme geçmeden önce riskleri ve faydaları dengelemek için bir yol çizebilir” diyorlar. Kimi zaman gazetecinin doğru ve geçerli kabul ettiği bir haber yapması belli zararlara yol açabilir. Gazeteciliğin görevlerle ilişkili sorumluluk anlayışı (yurttaşlara enformasyon sunmak) belli bir haber nedeniyle oluşacak zararın ne zaman meşru kabul ne zaman meşru kabul edilmeyeceğini belirlemelerini sağlar.

   Örneğin, halk, seçimle iş başına gelmiş bir devlet yetkilisinin, kamu fonlarını kötüye kullanmakla suçlandığını bilmeye ihtiyaç duyarlar. Bu türden bir enformasyon halkın önemli seçimler yapmalarında onlara yardımcı olur. Fakat örneğin, bu devlet yetkilisinin oğlu alkol kullandığı için okulundan disiplin cezası alıyorsa, bunu bilmenin izleyiciler, okurlar için hiçbir görünür faydası yoktur. Tersine böyle bir haber olayın konusu olan çocuğa haksız bir zarar verebilir. Bu tür bir enformasyonu yayınlamak yasal olabilir fakat bu onu ahlaki açıdan doğru yapmaz.

   Serap, görünürde herhangi bir zarara yol açmış değil, aksine haberlerine konu olan kişilerin yüklerini hafifletmek için elinden gelen neyse onu yapmış. Buna karşılık şehir haberleri editörü doğru bir noktaya işaret ediyor: Eğer toplumdaki savunmasız durumdaki insanlar devlet kuruluşlarının onlara sunması gereken hizmetleri sağlamıyorlarsa, bu ele alınması gereken önemli bir haberdir. Tek bir kişinin öyküsünü, daha büyük sorunları ele almak için açılan bir geçiş kapısı gibi düşünmeden, salt kendi tekilliği içinde ele almakla yetiniyorsak o zaman halkın dikkatini daha sistemik sorunlardan uzaklaştırarak aslında bir tür zarara yol açabiliriz.

   Evsiz birisine bir torba yiyecek sağlamakla o kişiye yalnızca geçici bir süre için yardım etmiş oluruz. Fakat insanların neden evsiz kaldıklarını, bu sorunla baş etmek için neler yapılabileceğini, hatta bununla baş etmek için örnek olarak gösterebilecek uygulamalar varsa bunları ortaya koyan, enine boyuna araştırılmış iyi bir haber yazmak, toplumun da daha iyi iş olanakları, -hastalıkların tedavisi için daha iyi imkanlar ve barınma haklarından mahrum bırakılmış insanlar için daha iyi barınma politikası talep edebilmesi için onlara haklı gerekçeler sunar.

   Gerçek hayatta Serap’a ne olduğunu bilmiyoruz. Fakat Serap’ın durumuna ahlaki gelişim bakış açısından yaklaşmak bize Serap’ın kendisini daha iyi ifade edebilmeyi nasıl öğrendiğiyle ilgili bir fikir verir. Eğer Serap ikilemi üzerine düşünüp, bakış açısını genişletmeye karar verdiyse şöyle olmuş olabilir: Serap gazeteci olmuştu ve içinde yaşadığı toplumda bir değişim yaratmak istiyordu. Editöründen, sendika temsilcisinden ve workshop’taki diğer gazetecilerden aldığı eleştiriler, kendisini bu yalnız savaşçı rolüne sıkıştırıp kalırsa, kendisi ve mesleki amaçları için en etkili olabilecek şekilde davranmayacağını fark etmesine yol açtı. Dünyaya sırf kendi gözlüğünden baktığında ve haberini yaptığı kişilere de sırf bu gözle baktığında insanların ihtiyacı olan ve kendisinin de “yapması gereken” şey son derece açıktı. Fakat ne zaman ki işin içine meslektaşları ve işini yaparken sorumlu olduğu diğer kişiler girdi (editör, sendika) yaptığı seçimler bir anda göründüğünden daha karmaşık hale geldi ve işte burada “etik ikilem” doğdu. Serap yaşamdan portreler türünde bireysel öyküleri yazmayı seviyordu, fakat editörünün haklı olduğunu gördü: Tek bir kişinin yaşam deneyiminden yola çıkarak daha kapsamlı toplumsal sorunlarla ilgili haberler yazmak daha büyük değişimlere yol açabilirdi.  Fakat belki de Serap hala bizatihi, birebir katılarak toplumda bir fark yaratmayı istemeye devam etmiş ve habercilik anlayışındaki değişime ek olarak bir kadın sığınma gönüllü olarak çalışmaya başlamış da olabilir.

İlgili Kategoriler

Psikoloji Ders notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir