Siyasal düşünceler ve rejimler ders notu



Aristotales

  • İnsan, doğası gereği toplumsal bir yaratık olduğundan, toplum da doğaldır.
    Bir başka deyişle toplum yapay değildir, örneğin herhangi bir sözleşmenin ürünü olarak ortaya çıkmamıştır.
  • Devlet, insanın kendine özgü yetilerini geliştirebileceği tek ortam olarak gerek topluma, gerek bireylere iyi mutlu bir yaşam sağlamayı amaçlar:
  • “Devlet denen siyasal toplum, yalnızca bir arada yaşamak değil, soylu [erdemli] eylemlerde bulunabilmek içindir.”
  • Devlet, kendini oluşturan parçalardan bağımsız bir bütündür, doğanın yarattığı canlı bir varlıktır.
  • Böylece Aristoteles, toplumu bir canlıya, bir bedene benzeterek “organizmacı toplum” görüşüne ulaşır.
  • Platon‟da olduğu gibi Aristoteles‟te de ahlak ile siyasetin ayrılmaları söz konusu değildir.
  • Devlet ahlaksal varlıklar olan insanlardan kuruludur ve bunların mutlu bir yaşam sürmelerini kendine amaç edinmiştir. Bu yönüyle devlet ahlaksal bir organizmadır, bilinçle donatılmıştır.

Aristoteles’e göre Anayasa:

  • “Her devlette bulunan erklerin dağılımının, egemenliğin yerinin ve siyasal toplumun gerçekleştirmeyi amaçladığı hedefin belirlenmesi için benimsenen düzenleniş biçimi”
  • Bütün anayasalarda üç erk bulunur. Böylece yönetim biçimleri;
  • tekin yönetimi (monarşi)
  • azın yönetimi (oligarşi)
  • çoğunluğun yönetimi (demokrasi) olmak üzere üçe ayrılır.
  • Aristoteles‟e göre, demokrasi ile oligarşinin karışımı olan politeia kurulabilir en iyi yönetimdir. (Karma anayasa anlayışı)
    Çünkü ideal devlet yetkin bir devlettir, mutlak olarak iyi olan devlettir, dolayısıyla “iyi adam ile iyi yurttaşın bir ve aynı olmasını” içerir.
  • İdeal devlette, ahlaksal ve siyasal erdem arasında çelişki bulunmaz.
  • İdeal devletini bir polis olarak tasarlayan Aristoteles, ilk olarak ideal devletin nüfusunu belirlemeye çalışır.
  • İdeal toplum üç ayrı sınıftan oluşur:
  • Yurttaşlar
  • Toprağı olmayan özgür üreticiler (köylüler, zanaatkarlar, tüccarlar ve işçiler)
  • Köleler

İNSANLAR NEDEN BİR YÖNETİME İHTİYAÇ DUYARLAR

  • Barış içinde yaşamak için güçlü yönetimlere ihtiyaç duyulduğunu savundu. Örneğin düşünür Hobbes, Leviathan adlı eserinde bu düşünceyi geliştirmiştir
  • More, Locke, Rousseau, Tolstoy gibi düşünürler, insanların bir yönetsel aygıt olmadan da uyum ve işbirliği içinde olabilecek sosyal hayvanlar olduğunu söylerler.
  • Bu sözleşme düşüncesini ilk işleyenlerden biri olan Johannes Althusius (1603), siyasete yeni bir tanım geliştirmiştir: “Siyaset, insanların aralarında toplumsal hayatı başlatmak, geliştirmek ve korumak amacıyla biraraya gelmeleri sanatıdır.”
  • Yüzyıl başında önce Grotius, daha sonra Hobbes‟la birlikte modern siyaset felsefesi iki anahtar kavram çevresinde oluşur: Doğal durum ve toplum sözleşmesi.
  • Daha sonra insanları bu tür kurumlar kurmaya iten ve bunları meşru kılabilecek nedenleri arayan teorisyenler siyasal bağlılığın ancak uzlaşmayla olabileceğini kanıtlamak için doğal eşitlik tezine dayanırlar: toplum sözleşmesi

Doğal Durum ve Toplum Sözleşmesi

  • Bu şekilde düzenlenen mekanizma üç amaçla bağlantılıdır:
  • Bireylerin eşitliğini ve doğal bağımsızlığını düşünmek;
  • Sivil toplumlar oluşturmak için bu bağımsızlıktan niçin vazgeçtiklerini anlamak ve böylelikle bu sivil toplumların, doğal durumda kurulmalarını “engelleyen durumlar”ın neler olduğunu göstererek varlıklarını doğrulamak;
  • Otoriteyi meşrulaştıran ve yasalara itaati vicdani bir zorunluluk yapan nedenleri saptamak.
  • İnsan kendi varlık koşullarının sonucu değil, yaratıcısıdır.
  • Böyle bir düşünce biçiminin yetersizliklerini ilk anlayan ve zaman ve yerden, inançlardan ve düşüncelerden bağımsız, genel olarak insan için geçerli bir hukuk oluşturma gereksinimi duyan ilk düşünür, Grotius’tur.
  • Amacı, bu doğanın kapasitesini, eğilimlerini ve temel gereksinimlerini akıl yoluyla kavrayarak bu girişimin yararını ortaya koyacak tüm sonuçların meşru ve zorunlu olduğunu göstermektir.
  • Doğal hukukçular, Aristoteles’i takip ederek insanın doğası bakımından toplumsal olduğunu düşünmektedirler. Locke da, Spinoza da böyle düşünür. Rousseau da doğal hukukçulara ve Locke’a Hobbes’a göre daha yakın durmaktadır. Locke, uygarlık öncesi doğa halini kabul eder, ama burada insanın akla boyun eğmiş durumda olduğunu iddia eder. Rousseau’da ise bunun tam tersidir. Hobbes ise insanın bir zoon-politikon olduğunu reddeder.
  • Hobbes ve Locke, toplumsal ilişkileri doğallık alanına yerleştirmişlerdir. Rousseau’da ise doğa durumu tümüyle toplumsallık dışıdır. Bu Rousseau’nun tarihsel perspektifidir. Toplumsal ilişkiler tarih içinde oluşmuştur; bu yüzden mutlak değildirler. Doğal bir gereklilik taşımadığı için de eleştirilebilir ve dönüştürülebilirler.
    Rousseau, doğa durumunu kavramlaştırırken toplumsal belirlenimlerden soyutlama çabasında Hobbes’a yaklaşır. Ama Rousseau’nun doğa durumu, Hobbes‟unkinin temel ilkelerini tümüyle yadsır.
  • Hobbes‟ta doğa durumu hipotetiktir. Egemen bir gücün yokluğunda insanların ne olacağını sergiler. Locke’ta salt bir hipotez değil. Tarihsel bir gerçeklik. Rousseau’da da hipotetiktir. Hobbes ve Locke, toplumsal ilişkileri doğallık alanına yerleştirmiş. Rousseau’da ise doğa durumu tümüyle toplumsallık dışıdır.

Hobbes’ta insan doğası

  • İnsan doğal olarak kendisi için zayıf, başkaları içinse kötüdür. İnsan doğuştan toplumsal değildir, doğal olarak toplumsal eğilimine sahip değildir. Toplumsallık sonradan kazanılır. Bencil olan insan yalnız kendini düşünür, kendi yaşamını sürdürmeye çalışır. Ancak doğa, insanlara ne tek başlarında ne de toplum içinde yaşamlarını sürdürebilme olanağı vermeye yeterlidir. İnsanlar çeşitli güçlerini kullanarak isteklerine ulaşmak amacıyla, sürekli olarak bir yandan doğaya karşı, öte yanda kendi aralarında birbirleriyle savaş içindedirler.
  • Doğa durumunun tarihsel bir anlamı yoktur. Hobbes, bununla devletin tarihsel kökenini açıklamaya kalkışmaz. Doğa durumu, kuramın bütünselliği içinde mantıksal bir varsayımdır, bilimsel bir kurgudur.
  • Merkezi iktidarlığı savunmuştur.
  • Sivil (siyasal) toplumun olmadığı yerde toplumdan söz edilemez.
  • Doğal hak mutlaktır ama keyfi değildir. Çünkü insan, doğal hakkın kendisine tanıdığı her şeyi yapabilme ve (başkalarının bedenlerini kapsayacak denli) her şey üzerinde hak iddia etme olanağını, salt kendini korumak amacıyla ve aklının yargısına başvurarak kullanır. Bu hak herkeste bulunmakla birlikte, hiç kimse diğerinin bu hakka sahip olduğunu kabul etmez. Doğal hak hiç kimsenin mülkiyetinde değildir. Hukuksal bir anlamı yoktur.

Locke’ta doğa durumu

  • Locke‟a göre, “siyasal iktidarı doğru olarak anlamak ve onu kaynağından türetmek için bütün insanların doğada ne durumda olduklarına bakmalıyız”.
  • Hobbes’un tersine bir savaş hali olarak tanımlamaz. Bir yönetimin yokluğunda bile kabul edilebilir yaşam sürülebileceğine inanır.
  • Doğa durumu nedir? Tam özgürlük durumu Eşitlik durumu Doğa Yasası ile yönetilen bir durum Bunlar ilk anda Hobbes’un doğa durumundan farksızmış gibi görünür ama öyle değildir.

Hobbes İLE Lock’un doğa duurmundaki ayrımları

HOBBES LOCKE
Bütün insanların zihinsel ve fiziksel kapesiteleriyle ilgilidir eşitlik = Tanrısal Değil Lock ise eşitlik haklklarla ilgili ahlaki bir ilkedir hiç kimse birini hükmetme doğal hakkına sahip değildir. TANRISAL
Hobbes kendi güvenceliğimizi almak için her türlü bencilliği yapmak Lock ise doğal özgürlük yalnızca ahlakın izin verdiği şeyleri yapalım diye verilmiştir der, Başkasının özgürlüğü kısıtlayamayız.
Hobbes doğa durumunda korkunun ve kuşkunun savaşa sürüklenmek için yeterli durum olduğunu söyler. Lock ise bundan kaçınmak için doğa durumunu ahlaki bir durumda tanımlar ve insanları bu biçimde buna uygun davranmaya yönlendireceğini düşünür.Ancak bu kendi başına olacak bir şey değildir bütün yasalar gibi bir uygulayıcıya ihtiyaç vardır

  • Cezalandırma hakkı ile kendini savunma hakkı aynı şey değil. Yasanın çiğnenmesi durumunda ortaya çıkan zararın tazmini, cezanın içeriğini oluşturuyor.
  • Doğa durumunda herkese Doğa Yasasını Yürütme Yetkisi verilmiştir. Herkes, yasanın çiğnenmesi durumunda, bir araya gelerek adaleti yerine getirir. Herkes bunu yapmak için gerekli güce sahiptir. Egemenin yasaya uymayı reddeden yabancıları cezalandırabilmesi, böyle bir doğal hakkın olmasına bağlıdır.

Rousseau’da doğa durumu

  • Çözülmesi gereken temel sorun, erdemsizliğin hüküm sürdüğü ve her türlü kötülüğün kol gezdiği bozuk toplumun nasıl olup da ortaya çıktığıdır.
    Yani insanlar arası eşitsizliğin kaynağını araştırır.
  • Rousseau kitapların terk edilip hiç yalan söylemeyen doğaya bakılması gerektiğini söyler, bu nedenle deneyi ve gözlemle elde edilen şeylerin bir yana bırakılmasını savunur.
  • Soyut DEĞİL, somut doğadan söz eder. Doğal insanı tanımlamak için tarih içindeki sahip olduğu bütün yapay niteliklerden oluşturduğu toplumsal ilişkilerden kurumlardan ve uzun gelişmeler sonucunda elde ettiği yapay yetilerden soyutlar.
  • Doğa bütün hayvanlara buyurur ve hayvan buna itaat eder. İnsan da aynı etkiyi duyar, fakat buna boyun eğmekte yad a direnmekte kendini özgür bilir.
  • Rousseau’ya göre, mülkiyetin ortaya çıkması, TOPLUMSALLAŞMA, doğa durumunun son sınırına gelinmesi demektir.
  • Hobbes’un kuramında beliren mutlak iktidar anlayışı, modern devletin ta kendisidir. Auctaritasile potestas’ın tek merkezde toplandığı, bu merkezin de rasyonel bir meşrulukla donatıldığı siyasal yapı modern devlettir.

Toplum Sözleşmesi

  • Sözleşme anı: Sözleşme devleti doğurur. Rasyonel bir panik gibidir. Ölüm korkusu herkeste aynı rasyonel davranışı uyandırır.
  • Usavurmanın sonuçları, konuşma yoluyla bütün insanlara yayılır. Siyasal toplumu kurmanın gerekliliği üzerinde uzlaşılır.
  • Devletin temelinde, herkesin davranışına aklın hakim olması yatmaktadır. İnsanların ortak bir erkin bulunmadığı yerlerde barış içinde yaşamaları olanaksızdır. Devletsiz toplum bir ütopyadır.
  • Bu nedenle insanlar, haklarını karşılıklı olarak bir üçüncü kişiye devrettikleri bir sözleşme yaparlar ve kendilerini bir ortak erkin buyruğuna sokmanın gerektiğini kavrarlar.
  • Toplum sözleşmesini tek tek bireyler gerçekleştirir: Kalabalık. Temsilci ise bunları olduğu gibi yansıtmaz. Temsil, yansıtmaz, gerçekleştirir. Bireyler devleti yaratır ama bir olan “halk” ancak devlet tarafından yaratılır. Kalabalık, temsil yoluyla “tek bir kişi”ye dönüşür. Yurttaşlar, siyasal birliklerini egemenin kişiliğinde bulur. Yurttaşlar, kendilerini egemenin eylemlerinin yapımcıları olarak kabul ettiğinden, kendi kendileriyle çelişmeden bunlara karşı çıkamazlar.
  • Sözleşme, aralarında eşitlik bulunan ya da birbirlerini eşit gören insanlar tarafından yapılır. Yöneten-yönetilen ayrımını doğal eşitsizlik yerine doğal eşitlik üzerine oturtarak klasik siyaset felsefesini baş aşağı eder.
  • Bireysel güçlerin, erklerin bir başka kişiye devredilmesi doğal biçimde olamayacağı için bir vazgeçmeyi, feragat etmeyi gerektirir. Herkes güç kullanma hakkından vazgeçer; herkes bir diğerinin yolundan çekilir ve böylece elinde tuttuğu doğal hakkını özgürce kullanmasına olanak tanır. SONUÇTA, VAZGEÇİLEN GÜÇLERİN TOPLAMINDAN DAHA ÜSTÜN EGEMEN BİR GÜÇ, YANİ LEVİATHAN ORTAYA ÇIKAR.
  • Temsil yönetenleri yönetilenlerden ayıran mesafeyi kaldırır, halkı bir kişi olarak yaratır, halkın kişiliği egemenin kişiliğinde erir, kalabalığın ise kişiliği yoktur bu nedenle egemenin bunlara karşı sorumluluğu yoktur.

EGEMENİN ÖZELLİKLERİ

  • Egemen mutlaktır ve ondan daha üstün bir erk yoktur: Siyasal rejim ne olursa olsun, egemen birdir ve tek bir iradeye sahiptir. Sözleşmenin tarafı olmadığından yükümlülüğü yoktur. Egemen tek başına doğa durumunda bulunur. Egemenin erki süreklidir ve bölünmez.
  • Egemen yasaları yapar ve yaptığı yasalar bağımlı değildir: Elinde savaşın ve adaletin kılıcını birlikte tutar. Egemene bu üstün kişiliğini veren, toplum sözleşmesinden doğan bu eşitsizlik durumudur.
  • Egemenin sınırı: Devleti yıkıp dağıtamaz. Sözleşmeyi bozamaz. Erkini bölemez, devredemez.

JOHN LOCKé

  • Mutlak monarşi kuramlarına güçlü bir eleştiridir.
  • Doğa durumu, siyasal iktidarı doğru anlamak ve onu kaynağından türetmek için başvurduğu bir açıklamadır. Mutlak iktidarı yermenin bir aracıdır.Doğa durumunda, savaşa neden olan bir değişme. Savaş durumu, herkesin bir diğerini mutlak iktidarı altına alabilecek, onun özgürlüğünü, hatta yaşamını ortadan kaldırabilecek bir fırsatı ve olanağı elinde bulundurmasıdır.
  • Doğa durumundan siyasal topluma geçilmesinin nedenleri: YASAMA YÜRÜTME YARGI İHTİYACI

Doğa durumundan siyasal topluma geçilmesinin nedenleri:

  • Doğa durumu her an tehlikeler ve korkularla doludur. İnsanların doğal özgürlükleri ve hakları vardır ancak bunlar güvende değildir.
  • İnsanlar canlarını, mallarını ve özgürlüklerini korumak için topluma, kendi aralarında bir sözleşme ile katılırlar
    Sözleşmenin temel nedeni:
    Mülkiyetin (insanların mallarının, canlarının ve özgürlüklerinin) doğa durumunda olduğundan daha iyi biçimde korunacağı düşüncesi.

MÜLKİYET = JOHN LOCKé

Direnme Hakkı

  • Sınırsız, mutlak iktidar doğa yasasının çiğnenmesi demektir. Despotik iktidar, fetih ve gasp yoluyla gelen iktidar, tiranlık Meşru değildir.
  • Tek meşru yönetim keyfi olmayan, sınırlı yönetim
  • İnsanların özgürlüklerinin/mülklerinin ve canlarının teminatı olarak gördükleri yönetimin bunları tehdit eder bir hale gelmesi ile DİRENME hakkı doğar. Ama bu tehdit birkaç kişiye değil, halkın büyük kısmına yönelik olmalı.

JEAN JACQUES ROUSSEAU

Siyasal teorisi
Uygar toplumu, rekabetin, bencilliğin, hoşa gitme isteğinin ve sivrilme, üstün olma tutkusunun hüküm sürdüğü bir toplum olarak tanımlar. Bu toplumda yaşayan herkes “ne bir insan ne bir yurttaştır; yalnızca bir burjuvadır.” Kimse “olduğu gibi görünmeye cesaret edemez”, herkes var olan değerlerin, kalıpların, önyargıların, görünüşlerin etkisi altındadır.
Bu kötü toplumun kaynağında eşitsizlik olgusu bulunur: Bilimler ve sanatlar da bu nedenle kötüdür. “Eşitsizlikten zenginlikler ortaya çıkmıştır… Zenginliklerden lüks ile aylaklık doğmuştur; lüksten güzel sanatlar, aylaklıktan da bilimler kaynaklanmıştır.”

Doğa durumundan çıkış ve siyasal toplum
Rousseau, ilkel durumun yitirilişi ile toplum durumuna geçiş arasında uzun bir sürenin bulunduğunu ileri sürer. Doğa durumu, tam anlamıyla insanların siyasal toplumu oluşturmalarıyla son bulur. İnsan, bu noktaya ulaşıncaya kadar “ikinci doğa durumu” içinde yaşar

  1. Evre: Dışsal bir engelle yalnız yaşamaktan vazgeçer.
    Kaynakların kıtlığı sonucunda, gereksinimleri karşılanana kadar, geçici birliktelikler ortaya çıkar. Konuşma bir gizilgüç olmaktan çıkar
  2. Evre: Farklılaşma ve mülkiyet ortaya çıkar.
    Barınaklar inşa edilir; ailelerin bir araya gelmesiyle daha büyük birlikler kurulur. İnsanlık patriarkal bir döneme girer. Toprak mülkiyeti henüz ortaya çıkmamıştır. Toplayıcılık ve avcılıkla geçinilir. Aile kurumu, mülkiyeti ve kadınla erkek arasındaki ilk farklılaşmayı ortaya çıkarır.
  3. Evre: Madencilik ve tarımın bulunması.
    Doğal işbölümünden toplumsal işbölümüne geçilir: İnsanlar madenleri işlemeye ve toprakları ekip biçmeye başlar. Yapay gereksinimler oluşur. Her şey kötüye gitmeye başlar. Doğal eşitsizlikler ekonomik eşitsizliğe dönüşür. Mülkiyetle birlikte rekabet, çıkar çatışması, başkalarından üstün olma tutkusu, kişisel çıkarı başkalarının zararına sağlama arzusu doğar.
  4. Evre: Savaş durumu.
    İki sınıf belirir. Zayıflıkları ya da gevşeklikleri nedeniyle mülk edinemeyip hiçbir şey yitirmemelerine karşın yoksul düşmüş olanlar; mülk edinip zenginliklerine zenginlik katmaya çalışan insanlar.
    Zenginler, ilk oturma hakkına ya da ilk el koyma hakkına dayanarak toprakların mülkiyetinin kendilerine ait olduğunu ileri sürerler; ancak mülkiyetleri yoksulların gözünde birer hakka dönüşememiştir. Yoksullar da onlara karşı “güçlünün hakkı”nı ileri sürebilmektedirler. Bu durum kaçnılmaz olarak savaşı getirir. İnsanların homo homini lupus’a dönüştüğü bu genel savaş ortamı, Hobbes’un iddia ettiğinin aksine, doğa durumunun değil, toplumsallaşmanın bir ürünüdür.

Yalancı Sözleşme: Doğal özgür insan, toplumsal köle insana dönüşür. Toplumsallaşan insan, doğasını yadsır.

  • İlk sözleşme oybirliğiyle.
  • Sözleşme tek tek bireyler ve kamusal bütün arasındadır.
  • Sözleşmeyle doğal insan kendini tüm haklarıyla birlikte toplumun tümüne bağlar.
  • Tüm haklarını kolektif bütüne devreder ve yasalar yoluyla bunları geri alır.

Toplum sözleşmesi

  • Sözleşmenin yapılmasıyla birlikte, katılan bireylerin kişisel varlığı yerine moral ve kolektif bir beden, bir bütün ortaya çıkar.
  • Bu bütün, kendine özgü bir yaşamı, bir ortak benliği ve bir iradesi olan ve cumhuriyet ya da siyasal beden olarak adlandırılan kamusal kişidir.
  • Üyeleri ona, edilgin olduğu zaman devlet, etkin olduğu zaman egemen, benzeri devletlerle kıyaslarken de egemen güç derler.
  • Üyeler ise, bir birlik olarak halk, egemen otoriteye katılanlar olarak teker teker yurttaş ve devletin yasalarına boyun eğen kişiler olarak da uyruk adını alırlar.

DEVLET
Devlet, egemen, egemen güç aynı kavramdır:
Devlet edilgen, egemen etken, egemen güç diğer devletlerle kıyaslandığında.
Birey
Uyruk  Kendi iradesi, kişisel çıkarı olan, boyun eğen soyut insan
Yurttaş  Genel iradeye katılan soyut insan. Salt bilinç, salt vicdan. Aklını dinler
Halk
Soyut halk: yurttaşlardan oluşan
Somut halk: uyruklardan oluşan
Sözleşme, egemen olan halkın bütünü ve uyruk olan yurttaşlar arasındadır.
Egemenin üyesi olarak kişiler kişilere
UYRUK
Uyruk, yurttaş, halk aynı kavramdır.
Uyruk edilgen, boyun eğen
Yurttaş egemen otoriteye katılan, etken
Halk, birlik

  • Devletin üyesi olarak kişiler egemene bağlanırlar.
  • Yani egemen varlık sözleşmeyi kendi kendisiyle yapar.
  • Kamusal bütün, kendini yarattığı varsayılan bireylerden sözleşmenin bir tarafı olarak bağımsızlık ve üstünlük kazanır.
  • Toplum sözleşmesinin amacı ORTAK İYİLİK’tir.
  • Ortak iyilikle bezenmiş bu toplumun, amacını tam anlamıyla gerçekleştirebilmesi için ise ortak olanı, genel olanı gözeten kendine özgü bir iradesi olması gerekir.

GENEL İRADE

  • Ortak iyiliği gözeten değişmez iradedir.
  • Bireysel iradelerin toplamından farklıdır.
  • Değişmez, bozulmaz, her zaman var.
  • Akıl ile yönetilir ve ahlakidir. Yanılmaz. Herkesin eşitliğini ve özgürlüğünü dile getirir.
  • Geneldir, hem özünde hem de konusunda. Oylamayla ortaya çıkar ama “herkesin iradesi”nden farklıdır.

  • Genel irade, yurttaşların, dolayısıyla yurttaşları içeren halkın iradesidir. Sözleşmeyle yaratılan ortak gücü (devleti) ortak iyiliğe doğru yönlendirmek genel iradenin işidir.
  • Bu ilişki egemenlik adını alır. Rousseau’ya göre siyasal bütünün ya da devletin var olması egemenlikle bezenmiş olmasına bağlıdır.
  • “Bir devlette mutlak üstün bir gücün, her şeyin ona bağlı olduğu bir merkezin, her şeyin ondan kaynaklandığı bir ilkenin, her şeyi yapabilen bir egemenin olması gerekir.”
    Egemen, yurttaşların bütünü anlamındaki halktır.

Rousseau’da egemenlik:

  • Egemenlik genel iradenin uygulanması demektir
  • Egemen soyut halktır.
  • Özgürlük gibi egemenlik de devredilemez.
  • Temsil edilmez.
  • Bölünmez.
  • Mutlak ve doğrudur
  • Egemenin gücü YASALARdır. (Soyut düzeyden somut düzeye geçmesinin aracıdır)
  • Rousseau’nun devlet kuramının temelinde yasalara itaat ederek özgür olmak yatar.

CUMHURİYET:

  • Yasalarla yönetilen her devlet cumhuriyettir. Her meşru yönetim cumhuriyetçidir. Meşruiyet, yönetimin genel iradenin güdümünde olmasıyla gerçekleşir. Hem auctoritas, hem potestas halktadır.
  • Egemenlik bölünmez ancak her siyasal toplumda iktidar iki ayrı parçadan oluşur: Edimi belirleyen irade ve edimi gerçekleştiren güç.
  • İradeye yasama erki, güce de yürütme erki denir
  • Egemenin ya da genel iradenin her türlü işlemi salt genel (kamusal) olanı kapsadığından, halkın elinde doğrudan doğruya yalnızca yasama erki bulunur.
  • Yasaların yürütülmesi ya da devletin yönetimi özel edimlerle ilgili olup özel konulara yöneliktir; bu nedenle egemenin yetki alanının dışında kalır. Halk, kendini yasama erkiyle sınırlı tutup yasaların uygulanması işini, yani yürütme erkini kendisinin dışında olan bir görevliler kurumuna ya da racı bir bütüne bırakır. İktidar iki parçadan oluşur

Auctoritas: Edimi belirleyen güç:

  • Yasama Egemen olarak yasa yapan halk uyruk olarak uyar. Güç devredilir ama irade devredilmez.
  • Özde güçler birliği
  • Hükümet biçimini yasayla egemen halk saptar.
  • Bu şekilde oluşan her hükümet CUMHURİYETtir.
  • Hükümet üyelerinin seçimiyse özel bir edimdir.

    Potestas :Edimi gerçekleştiren güç: Yürütme

  • Özel edimler, devlet yönetimi yetkililere devredilmiş.
  • Hükümet yasaları uygular, özgürlüğü korur. Halkın görevlisidir. Egemenden aldığı buyruğu halka iletir.
  • Yönetim, yürütme erkinin meşru biçimde kullanılmasıdır.Prens, yönetimi üstlenen kimsedir. Temsil var.

Hükümet türleri:

  • Demokrasi: Yönetim işini halkın tümü ya da büyük bir bölümü üstlenir; yönetici yurttaşların sayısı, sıradan yurttaşlardan fazladır. (Doğrudan demokrasi). Rousseau’ya göre hiçbir zaman var olmasa da ulaşılması için çaba gösterilmesi gereken bir idealdir.
  • Aristokrasi: Orta büyüklükteki devletlere uygun düşer. Küçük bir azınlığın yönetimidir.
  • Monarşi: Büyük devletlere uygun düşer. Yürütme erkinin tek kişinin elinde toplanmasıdır.
    Karma yönetim

Machiavelli: İktidar siyaseti (Floransa, 1469-1527)İl Principe; Discorsi

  • Yaşadığı dönemde, Avrupa’nın bütün büyük devletleri otokratik yönetimler altında… Despotluk her yerde etkili. Machiavelli Prens’i bu izlenimlerle yazmış.
  • Machiavelli’nin düşüncesi, birçok bakımdan Rönesans hümanizminin yansımalarını barındırır. Kendisi ise, siyasete ilişkin yeni bir bakış getirdiğini iddia eder. Siyasi başarı için ahlaki erdemin önemini reddeder. Siyasetin, ahlaki kaygılara dayanmaksızın, yarar ilkesine göre yürütülmesini savunur.
  • Ortaçağın teolojik dogmaya ve felsefe geleneklerine dayanarak güvenilir bilginlerden aktarma yapmak alışkanlığı yerine, tarihe ve çağdaş siyaset uygulamalarına bakarak sonuç çıkarır. Siyasal sorunları din, metafizik, ahlak ilkelerinden soyutlayarak ele alır.
  • Siyaseti yeryüzüne indirmiştir. Bu nedenle siyasal düşünceler tarihinde bir yeniliktir.
    Siyaset biliminin doğuşu açısından bir dönüm noktasıdır. Yeni siyaset yöntemi siyaseti aşkın bir gücün etkisinden ya da doğal açıklamalardan kurtarıp insanların eylemlerine indirgiyor.
  • Machiavelli’den önceki klasik siyaset teorisi “olması gereken”in üzerinde durur. İdeal düzen arayışı içindedir. O ise, olması gerekene değil olana bakarak dinden ve ahlaktan soyutlanmış bir siyaset anlayışı getirir.Siyaset, idealar dünyası, Tanrı Devleti gibi bu dünya ötesi kavramlardan arındırılır. İktidara gelmek ve onu korumak anlamında bir teknik beceri konusu olarak ele alınır. Siyaseti bir sanat olarak görür.İnsanın kendi güç ve iradesiyle kendi kaderine egemen olabileceğini, kendi kendini zaman içinde yaratıp geliştireceğini kabul eden bir dünya görüşüne dayanır.
  • Birey ve zaman arasındaki ilişki dünyevileşir. Geçmiş-şimdi-gelecek arasında akıp giden zamanda “sonra” olanın “önce” olandan daha üstün olduğu anlayışı ortaya çıkar.
  • Machiavelli, siyaseti pratik bir süreç olarak ele alırken siyasal düşüncenin konusunu da gerçekçi biçimde tanımlanmış olan iktidar sorunu olarak sınırlanır. Böylece, devletin korunması, sürekliliğinin sağlanması temel kaygı olarak öne çıkar. Bu siyaset anlayışının ampirik bir temeli vardır ve mevcut koşullara göre davranabilme yeteneği ile ilişkilidir.
  • Günümüzdeki yöneti öm biçimlerinin temelini atmıştır..
  • siyasi birliği dünyevi ilişkiler çerçevesinde sağlamaya yönelik, merkezi, yönetilenlerin rızasına dayanan bir iktidardır.
  • Machiavelli’nin yeni siyaset yöntemi ile ilgili bir kavramdır. Bu yöntem, başarılı siyasal davranış için tarih ve deneyimden kurallar çıkarsamaya odaklanır. Bu tümevarımcı yöntemdir. İnsan doğasına ilişkin pratik ya da tarihsel deneyimlerden sonuçlara varmaya çalışır.
  • İnsan, Machiavelli’ye göre istekleri birbiriyle çatıştığı, temel tutkusu hep daha fazlasını istemek olduğu için kötüdür.
  • Kendi kaderine egemen olabilecek bir varlıktır.
  • Ona göre gerçekçilik, siyaseti ERK, DENETİM ve İNSAN DOĞASI bağlamında ele almaktır.
  • İçinde yaşadığı bu koşullar altında, siyasetin özünü İKTİDAR MÜCADELESİ olarak belirlemiş; aşkın bir gücün etkisinden ya da doğal açıklamalardan kurtarıp insanların eylemlerine indirgemiştir.
  • Siyaseti ilk kez iktidarın kullanılması biçiminde tanımlamıştır. Devlete egemen-merkezi iktidar anlamını kazandıran ilk düşünür de odur.
  • Hükümdar, her şeyi devleti korumak için, devletin-yurttaşların iyiliği için yapar.
  • Platoncu-Aristocu iyi insan=iyi devlet anlayışına karşıdır. Mevcut düzeni esas alır.
    Machiavelli de mevcut düzeni esas alır.
  • Machiavelli’nin asıl tercih ettiği iktidara gelme yolu ise kişinin kendi yetenekleri, becerileri, cesareti gibi bireysel güçlerini (virtu) kullanarak iktidara gelmesidir. Böyle iktidara gelmek zordur, ama yeteneklerini kullanan kişi koşulların gereğini yerine getirecek, talihin değişmesinden en olumlu biçimde etkilenmeyi bilecek yeterliliğe sahiptir. Bu yüzden iktidarı güçlü ve uzun süreli olacaktır. Yani, Machiavelli için iktidara gelecek kişinin bireysel özellikleri önemlidir: Prens sürekli tehlike içindedir. En sağlam ve uzun süreli iktidar güçlü, yetenekli, becerikli bir prensin varlığına bağlıdır.

SİYASAL BİLGİ

  • Tarih boyunca filozoflar bu sorulara farklı yanıtlar verdiler. Bazıları, siyasetle insan doğası arasında bir ilişki kurdu ve çatışma ve saldırganlığın, şiddet ve iktidar tutkusunun insan doğasına içkin olduğunu, barış içinde yaşamak için güçlü yönetimlere ihtiyaç duyulduğunu savundu. Örneğin düşünür Hobbes, Leviathanadlı eserinde bu düşünceyi geliştirmiştir.
  • İnsan doğası ve siyaset arasında bir ilişkinin varlığını reddetmeyen ama bu doğaya olumlu özellikler yükleyen düşünürler de var. Bunlarsa, insan doğasında var olan oydaşma ve işbirliği potansiyelinden söz ederler. Onlara göre, çatışma ve saldırganlık sonradan öğrenilmiş davranışlardır. More, Locke, Rousseau, Tolstoy gibi düşünürler, insanların bir yönetsel aygıt olmadan da uyum ve işbirliği içinde olabilecek sosyal hayvanlar olduğunu söylerler.
  • Daha sonraları, bu soruya farklı başka yanıtlar da verildi. Örneğin, yönetimin kaynağını değerlerin bölüştürülmesi işleviyle açıklayanlar olduğu gibi (Easton), siyasetin dost/düşman mantığı içinde yönetimin anlamını (Schmitt) tartışanlar da oldu.
  • Ulus-devlet, dağınık ve çatışan otoriteler arasında bölünmüş olan insanları ülke ve ulus kavramları etrafında toplayan bir oluşumdur. 1919 Versailles Anlaşmasına kadar Avrupa’da, ulus-devletlerin oluşturduğu dünya modeline uygun bir yapılanma tamamlanmış değildi.
  • Thomas More’un Ütopya’sı (1516), ideal cumhuriyetin bir örneğini sunuyordu.
  • Hobbes’un Leviathan’ı (1651), devletin varoluşunu ussal ve dolayısıyla evrensel bir temel üzerinde haklılaştırmakla kalmıyor, devletin buyruklarına neden uyulması gerektiğini de gerekçelendiriyordu.
    Machiavelli’nin Hükümdar’ı (1513), siyasal eylemin kendine özgü karakterini ve ahlaki eylemden nasıl ayrılması gerektiğini açıklıyordu.
  • Radikal demokrasi kuramı bu bakışa bir istisna oluşturmaktadır. Bu kuramda yönetenlerle yönetilenler arasında bir eşitlik ilişkisi vardır, yönetilenlerle yönetenler özdeştir. [Bunların konumları sabit değildir; yönetenler aynı zamanda yönetilirler.] Kuram, hiç değilse ideal olarak bunları aynılaştırır; böylece yönetim, kendi kendini yönetim biçimini alır.
  • Platon’un Devlet Adamı’ndan Machiavelli’nin Hükümdar’ına uzanan uzun gelenek içinde siyasal düşünürler devleti esas olarak yönetenlerin bakış açısından görmüşlerdir.
  • Bu geleneğin ana temaları şöyle sıralanabilir:
  • İyi yönetim sanatı
  • İyi bir yönetim için gerekli olan erdemler, yetenek ve beceriler
  • Çeşitli yönetim biçimleri
  • İyi ve kötü yönetim ayrımı
  • Tiranlığın çeşitli görünümleri
  • Yöneticilerin hakları, yükümlülük ve sorumlulukları
  • Devletin işlevleri ve bu işlevleri yerine getirmek için gerekli güçler (yasama, yürütme ve yargı)
  • Yönetsel örgütün çeşitli kolları (merkezi yönetim, yerel yönetimler vb.)
  • Egemenlik, otorite, iktidar gibi kavramlar

Johannes Althusius (1603), siyasete yeni bir tanım geliştirmiştir: “Siyaset, insanların aralarında toplumsal hayatı başlatmak, geliştirmek ve korumak amacıyla biraraya gelmeleri sanatıdır.”
Althusius’un “insan”dan yola çıkan bu anlayışına karşılık Aristoteles, devletten yola çıkar. Yüzyıllarca bu konuda değişmez otorite olmuş olan Aristoteles’in tanımı ise şöyledir: “Devletin doğal olarak var olduğu [yani insanlar tarafından kurulmadığı] ve bireyden önce geldiği açıktır.”

Devlet kuramı, üç erkin (yasama, yürütme ve yargı) ve bunlar arasındaki ilişkilerin açıklaması etrafında döner.
Özdekçi iktidar yaklaşımı: Bertrand Russell’ın arzulanan etkinin, sonucun yaratılması
Öznel iktidar yaklaşımı: John Locke’tur. Locke’a göre iktidar, hedeflere ulaşmada kullanılan bir araç olmaktan çok, öznenin belli sonuçlar yaratabilme kapasitesidir
İlişkisel iktidar yaklaşımı Robert Dahl a’nın b’ye b istemese bile istediğini yaptırmasıdır.

Aristoteles’in ortaya attığı tipoloji

  • Ana-babaların çocuklar üzerindeki iktidarı. Efendinin köle üzerindeki iktidarı.Yönetenlerin yönetilenler üzerindeki iktidarı
  • Platon Devlet, Rousseau da Toplum Sözleşmesiadlı ünlü eserlerinin hemen başında adalet ve güç/zor arasındaki ilişkiyi tartışırlar. Hem Sokrates, hem de Rousseau güçlünün haklı olduğu tezini reddeder.
    Bodin devleti tanımlaması gerektiğinde onu, “uygulanan yasal yönetim” olarak tanımlamıştı (1576).
  • Hobbes, uyrukların güvenliğini sağlamak (ki bu devletin en yüce hedefidir) ve sonuçta siyasal iktidarı tesis etmek için, bir kişi ya da kurulun devlet içinde “meşru olarak iktidarı elinde bulundurmasının” gerekli olduğunu kabul etmiştir.

Gaetano Mosca

  • Mosca yalnızca iki siyasal formül tanır: iktidarı Tanrı otoritesinden türeten formül ve iktidarı halkın iktidarından türeten formül. Tamamen kurgu/uydurma olduklarını düşünmesine rağmen, Mosca bu formüllerin aynı zamanda gerçek bir ihtiyacı karşıladıklarına inanıyordu: “yalnızca maddi ve entelektüel bir güç temelinde değil, fakat aynı zamanda ahlaki bir ilke temelinde de” yönetme ve yönetildiğini hissetme ihtiyacı. (1896)
  • Halkın sesi Tanrının sesidir (vox populi vox Dei).

SOKRATES

  • Sokrates ne düşünüyor? Bütün bilimlerin amacı insanların daha iyi insan olmalarını sağlamaktır.Sofistlerle çoğu kez çatışmış aslında ama anlaşılan onlarla benzer bir ilkeye de inanmış: “kişinin aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanması ve toplumsal normlar ile değerleri aklın süzgecinden geçirip akılla eleştirip aydınlatması” ilkesi. Onun amacı, insanları aydınlatmaktı.
  • Sokrates için, bilgiye ulaşmak için sadece akla başvurmak da yeterli değildir; kişi kendi başına, bilgiyi bulunduğu yerden çıkarıp ona sahip olamaz. –Doğru bilgi (episteme), birlikte çalışma ve araştırmayı gerektirir. –Toplumdaki sözde bilgileri, yarım yanlış kanıları yıkmak ve doğruya (episteme’ye) ulaşmak için Sokrates’in kullandığı araştırma yöntemi diyalogdur (diyalektiktir).
  • Bu davranışlarını yöneten iki ilke vardır: –Adil olmayan bir emre direnme ilkesi,–Adil oldukları sürece yasalara itaat etmenin bir yurttaşın yükümlülüğü olduğu ilkesi.

PLATON Bilgisizlikten bilgiye geçişin dört aşaması:

  • Eikasia (tahmin ya da boş düşünce): Duyusal şeylerin gölgelerini, yansılarını ve bu tür görüntülerini gerçek sayma durumu.
  • Pistis (inanç): Duyusal şeylerin kendilerini, yani canlı varlıkları, bitkileri, tüm doğal ve yapay nesneleri gerçek sayma durumu.
  • Dianoia (anlak ya da çıkarsamalı usavurma): Bir matematikçi gibi, bir önceki aşamanın nesnelerini birer yansı olarak ele alıp, onları varsayımlar olarak kullanıp, bir vargıya doğru akıl yürütme durumu.
  • Noesis (arı akıl ya da kavrayış): görülen, duyulan hiçbir şeye başvurmadan, tam anlamıyla soyut usavurma yoluyla ilkelere, idealara ilerleme durumu.

  • Sokrates adaleti devletin yapısı içinde düşünmeyi önerir. Platon ise devletin rasyonel oluşumunu yeniden inşa etmeyi önerir: ruhların adaleti oluşumlarına bağlıysa, radikal bir eğitim reformu yardımıyla bir adil insanlar sitesinin oluşturulması umut edilebilir.
  • İlk siteler “bireyin kendi kendisine yetemediği bir güçsüzlükten” doğmuştur. İnsanların ve toplulukların doyumu için dört temel gereksinimin doyurulması gerekir: yemek, barınmak, giyinmek, ayakkabı giymek… Bu gereksinimlerin doyurulması gereğinden ilk site doğmuştur. Bu sitede her birey, kural olarak, kendisini tek bir etkinliğe adayacak ve kendisine doğal olarak en uygun yapıyı üretecektir. Bu site, “mükemmel”dir Platon’a göre
  • Ama bu mükemmellik henüz politik nitelik taşımaz: burada ne eğitimden ne yönetimden söz edilir. Buradaki “adalet” siyasal bir erdemden gelmez. Bu sitede mülkiyet ve değiş-tokuş denetlenir. Barış egemendir.
  • Platon, bu sitenin tam karşıtı olarak “kaprislerle, fantezilerle şişmiş” bir başka siteyi tanımlar. Bu yeni sitede servet birikimi, zenginliktir önemli olan. Sürekli savaş halinden kurtulamaz bu site. Görev dağılımı ilkesinden habersiz bu sitede tüm yurttaşların hep birlikte siteyi savunmaları normaldir. Bunun sonucu ise anarşi ve görev yığılmasıdır. Platon bu siteyi kurtarmak için bir “koruyucu” sınıfın kurulmasını önerir. Muhafızlar sınıfı sayesinde görevlerin özelleşmesi ilkesi kısmen yürürlüğe girecektir.
  • Platon’un sitesinde koruyucuların karakterlerini bozacağı düşünülen her öğenin saf dışı edildiği bir yaşam biçimi egemendir. Bedeni bozacak her şey bu bu yaşam biçiminin dışındadır: mal, aile, ev, çocuk… Her şey paylaşılır, ortaktır. Çocuklar toplumun malıdır. (Yalnızca koruyucular sınıfının yaşam biçimini tanımlayan bir elit komünizmi).
  • Yarı yarıya organik bir siyasal bir birlik modeli… Bu model, ruhun bedeni ya da aklın ruhun öteki bölümlerini yönetmesi temelinde dayanır.
  • Ruhun akılcı bölümü: yönetim işlevi
  • Ruhun duygusal bölümü: “yürek” ve cesaret alanı: bütün bölümler arasında dengeyi sağlama işlevi.3.Arzunun bütün biçimlerini kapsayan alan.

İlgili Kategoriler

Kamu Yönetimi Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir