Servet-i fünun edebiyatı ders notu



SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİMDE TENKİT

Türk edebiyatında Tanzimat sanatçılarıyla başlayan edebi tenkit  örnekleri, Servet-i Fünûn Edebiyatı Dönemi’nde iyice yaygınlaşır.

“Tenkit” türünün ne anlama geldiği, nasıl yapılması gerektiği ve içeriğinin ne olduğu üzerinde en çok çalışan ve bunun önemini kavrayan kuşak Servet-i Fünûncular olmuştur.

Servet-i Fünûnculara göre tenkit “yeni bir edebî şube”dir. Eleştirmenin görevi bir eserin bölümlerini tanıtmak, eksik ve kusurlu yanlarını ortaya koymak değil; edebiyat açısından değerini ve önemini göstermektedir.

Servet-i Fünûn edebiyatçıları “Hayat için edebiyat ne ise, edebiyat

için de tenkit odur.” diyerek bu türün önemine dikkat çekmişlerdir.

Servet-i Fünûncular Batı tenkitini bilmek gerektiğini savunmuşlardır.

Tenkit alanındaki çalışmalarında, çağdaş edebiyat tenkitinin kurucuları ve temsilcileri olan H. Taine, Faguet ve Lemaitie gibi sanatçılardan yararlanmışlardır.

Halit Ziya (Uşaklıgil), Mehmet Rauf ve Hüseyin Cahit (Yalçın) modern tenkitin ne olduğunu, yapıcı bir tenkitte nelere dikkat etmek gerektiğini belirten birçok deneme yazmışlardır.

Ayrıca Ahmet Mithat’ın “Dekadanlar” (çökmüş, gerilemiş anlamındadır.)

adlı makalesinde edebiyatı geriye götürmekle, dillerinin ağır olmasıyla suçlanmışlar

Servet-i Fünûnculardan

Hüseyin Cahit “Biraz Daha Hakikat” adlı yazısıyla Cenap Şehabettin

ise “Dekadanizm Nedir?” makalesiyle bu eleştiriye cevap

vermiştir.

Hüseyin Cahit (Yalçın), Servet-i Fünûn topluluğunun sözcüsü ve savunmacısıdır. Sık sık kendilerini eleştirenlerle polemiğe girmiştir. Ayrıca H. Taine’den çeviriler yaparak modern tenkit anlayışını yerleştirmeye çalışmıştır.

Servet-i Fünûn içinde tenkit türünde sürekli yazılar yazan bir başka sanatçı da Tevfik Fikret’tir. Onun “Muhasebe-i Edebiyye”  başlığı altında yazdığı şiir eleştirileri önemlidir.

Cenap Şehabettin, Halil Ziya (Uşaklıgil), Süleyman Nazif, Ahmet Hikmet’in Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan tenkit türünde yazıları vardır, ancak azdır.

Ahmet Şuayp yalnızca tenkit türünde yazmış, Batı’daki tenkit türlerini incelemiş ve topluluğun tenkit tarzını oluşturmuş bir sanatçıdır.

Servet-i Fünûncuların Türk tenkit anlayışına getirdikleri

yenilikler.

  • Tenkit “edebi bir tür” hâline getirildi.

  • Batılı tenkit yazarları yakından izlenerek Batı tenkit yöntemleri

tanıtıldı.

  • Edebiyata bakış açısı değiştirildi; edebiyat, sosyal fayda ilkesine göre değil, estetik yönüyle ele alındı.
  • Batılı bir şiir ve roman estetiği yaratıldı, kendilerinden

sonraki kuşakları etkilediler.

SERVET-İ FÜNUN GEZİ YAZISI

Türk edebiyatında modern anlamda gezi yazısının ilk örnekleri 19. yüzyılda verilir. Tanzimat Dönemi sanatçılarından Ahmet Mithat Efendi, “Avrupa’da Bir Cevelan” adlı eseriyle bu türünbaşarılı örneğini vermiştir.

Yine bu dönemde Ali Bey’in yazdığı “Seyahat Jurnali” önemli bir gezi yazısı örneğidir.

  1. Abdülhamit’in uyguladığı baskıcı siyaset, aydın ve sanatçılar üzerinde daha şiddetli ve belirgindir. Bir yerden başka bir yere gitmek birtakım belgelere ve izinlere bağlıdır.

Bu nedenle

Servet-i Fünûn edebiyatında gezi yazısı diğer türlere göre geri planda kalmış, bu türde fazla örnek verilememiştir.

Servet-i Fünûn sanatçılarından Cenap Şahabettin, Türk gezi edebiyatının hem öncülerinden hem de başarılı Örnekçilerinden biri olarak göze çarpmaktadır.

Sanatçı, şiirlerinde olduğu gibi gezi türündeki yazılarında da ağır bir dil ve sanatlı bir üslup kullanmıştır.

Hicaz’a giden Hac kafilesinin başında sağlık müdürü göreviyle bulunmuş, yol izlenimlerini Servet-i Fünûn dergisinde “mektup” şeklinde yayımlamıştır. “Hac Yolunda” adlı eseri, bu mektupların bir araya getirilmesiyle oluşan gezi yazısı kitabıdır.

Cenap Şahabettin, I. Dünya Savaşı yıllarında Tasvir-i Efkâr gazetesinin verdiği görevle Avrupa’ya gitmiş, buradaki gözlem ve izlenimlerini “Avrupa Mektupları” adıyla yayımlamıştır.

“Afak-ı Irak” adlı eserlerinde Irak’a yaptığı seyahati, “Suriye Mektupları”nda ise gezip gördüğü Suriye notlarını yayımlar.

 

Servet-i Fünûn dergisinin kurucusu olan Ahmet İhsan, “Avrupa’da Ne Gördüm?” adlı gezi yazısında, matbaacılık ve resim basma tekniği konusunda bilgi edinmek amacıyla gittiği  Avrupa’yı anlatır.

 

Servet-i Fünûn döneminde anı türünün en önemli temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil olmuştur. Halit Ziya, anı türüne yazınsal değer katmıştır.

SERVET-İ FÜNUN ANI  TÜRÜ

Servet-i Fünûn döneminde anı türünün en önemli temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil olmuştur. Halit Ziya, anı türüne yazınsal değer katmıştır.

Sanatçı, anılarında romanlarına göre daha sade ve anlışılır bir dil kullanmıştır.

Halit Ziya, “Kırk Yıl” adlı beş ciltten oluşan anılarında, kendihayatının kırk yılını anlatır.

 “Saray ve Ötesi” adlı yapıtında ise, sarayda görev yaptığı dönemle ilgili hatıralarına yer verir.

 İntihar eden oğlu Halil Vedat’la ilgili anılarını “Bir Acı Hikâye”de toplamıştır.

Hüseyin Cahit Yalçın, Meşrutiyet Dönemi’nin siyasî ve sosyal olaylarını “Siyasî Hatıralar” adlı kitabında anlatır

 

 

SERVET-İ FÜNUN ŞİİRİ

Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır.

Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha ağır, sanatlı ve kapalı bir dili tercih etmişlerdir.

 Kendi estetik anlayışlarına uygun ve müzikalite yönünden ahenkli gördükleri sözcükleri kullanmışlar, yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü, seçkinci, yapay bir dil yaratmışlardır.

ÖRNEK

Nakkâre önde, müteharrik cebel gibi

Geçmekte zî-vekâr u tarâb mevkib-i zafer;

Sancak, o reng-i âl ile fecr-i ezel gibi

Fark-ı mehâbetinde saçar mevce mevce fer.

Türk şiirinin imge yapısında büyük değişiklikler yaratmışlar, Fransız şiirinden esinlenerek yeni bir imgeleme  sistemi kurmuşlardır.

Bunun için de sözlüklerden o güne kadar kullanılmamış sözcükleri seçerek bunlardan yeni bir bileşim yaratmışlar, alışılmadık bağdaştırmalara yönelmişlerdir.

ÖRNEK

Şehik-i tenhayi (yalnız hıçkırık)

İntizazat-ı leyl (gece titreyişleri)

zulmet-i ebkem (dilsiz karanlık)

saat-i semenfam (yasemin kokulu saatler)

havf-i siyah (siyah korku)

karha-ı hayat (hayat yarası)

Çok kırılgan duyarlılıkları vardır. Bu özellikleri de Servet-i Fünûn şairlerinin şiirlerine yansımıştır.

 Üzüntü ifade eden  “ah, of, vah” gibi ünlemleri sıkça kullanırlar. Bu aşırı duyarlılık  giderek bir şiir üslûbuna dönüşür. Duygu ağırlıklı şiirler

ortaya çıkar.

ÖRNEK

Bir haftanın içinde, bak,

O gül yüz nasıl da sararmış;

Elde mi ah, acımamak.

Üç aycağız ömrü varmış…

Hicran oldu hâli bize;

Ölme sakın, Hazân Teyze!

Servet-i Fünûn şiirinin temelini “hayal-hakikat çatışması”

Oluşturur

. Şairler, hayali gerçeğe tercih eder, gerçeklerden

kaçıp hayallere sığınırlar.

Bu da sanatçıların gerçek hayatın  dışına çıkmalarına, bir hayal dünyası içinde gerçeklerden kopmasına yol açar.

İçe kapanık, toplumdan soyutlanmış  bir şiir atmosferi ortaya çıkar.

Eski şiirde anlam bir dize veya beyit içinde tamamlanırdı.

Servet-i Fünûn şairleri bu düzeni tamamen değiştirmişlerdir. Anlamı bir dizede başlatıp bitirebildikleri gibi, dizenin  ortasında da bitirmişler; hatta anlam itibariyle 7-8 dizedetamamlanan uzun cümleler kurmuşlardır. Anjambman yapmışlardır.

Servet-i Fünûncuların şiir cümlesini bir dizeden başlatıp daha sonraki dizelere, hatta şiirin bütününe yayması (anjambman yapması) sonucunda nazmın nesre ve konuşma diline yaklaştırılması sağlanmıştır. Bu da şiirle düz yazı arasında bir tür sayılan mensur şiirin doğmasına yol açmıştır.

Servet-i Fünûncular şiirde ahenge çok önem vermişlerdir.

 Şiirde ses ögesini öne çıkarmak, yakın seslere sahip olan sözcükleri kullanmak, aliterasyondan yaralanmak onların  belirgin özellikleri olmuştur.

 Bu yolla içerik ve biçimi ses  uyumuyla kaynaştırmayı düşünmüşlerdir.

Fünûn şairlerini büyük ve önemli konularda eser vermekten uzaklaştırmıştır.

Şiirler genellikle bir ad taşır.

 Topyekün gazel, kaside, mesnevi gibi adlar yerine şiirlere bir ad, bir

başlık konmuştur. Şairler bu yollada Divan şiir anlayışının etkisini yok etmeye çalışmışlardır.

Aruz ölçüsü, Servet-i Fünûn şiirinin temel ölçüsüdür. Özellikle  Tevfik Fikret aruzu çok ustalıkla kullanmıştır. Hece ölçüsüyleyazılan şiirler yok denecek kadar azdır.

Tevfik Fikret çocuklar için yazdığı “Şermin” adlı kitabındaki şiirlerini hece ölçüsüyle  yazmıştır.

Divan şiirinde aruzun tek kalıbıyla yazılan “müstezat” biçimini  “serbest müstezat”a çevirmişler,

 aruzun hemen hemen her  kalıbını kullanarak serbest nazım örneği vermişlerdir.

 Ölçü,  ritm, ses, uyak ve diğer ahenk ögelerini önemsemişler, şiirin iç

yapısını oluşturan unsurları ihmal etmemişlerdir. Servet-i Fünûn şairleri parnasizm ve sembolizm akımından etkilenmiştir. Fransız sembolistlerinden Valery, Mallerme ve Verlaine gibi şairlerin bunların şiirleri üzerinde büyük etkileri olmuştur.

Batı edebiyatında yaygın olarak kullanılan sonne, terza-rima ve triyole gibi nazım biçimlerini kullanmışlar, özellikle gazele  benzeyen biçimiyle sonneyi yaygın olarak kullanmışlardır.

MENSUR ŞİİR

 

Düz yazıda şiirsel, sanatlı bir söyleyiş olarak adlandırabileceğimiz mensur şiir, ilk kez Fransız edebiyatında kullanılmıştır.

Fransız edebiyatından Türk edebiyatına alınmıştır. Mensur şiirin beğenilmesi ve yayılmasında Charles Baudelaire ve Arthur Rimbaud gibi ünlü şairlerin büyük etkisi vardır.

Mensur şiir Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde çeviri yoluyla  girmiş ve tanınmıştır. Ancak Servet-i Fünûn şairleri mensur şiirin yaygınlık kazanmasını sağlamıştır.

Edebiyatımızda Batılı anlamda mensur şiirin ilk örneklerini Halit Ziya (Uşaklıgil) vermiştir. “Mensur Şiirler” ve “Mezardan Sesler” adlı yapıtları mensur şiir türünün ilk örnekleridir.

Servet-i Fünûn sanatçılarından Mehmet Rauf da mensur şiir alanında başarılı örnekler vermiştir.

Bu türde olan şiirlerini “Siyah İnciler” adlı kitabında toplamıştır.

Bu dönemin şairlerinden Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Celâl Sahir, Faik Ali ve Hüseyin Cahit Yalçın da mensur şiir türünde örnekler vermişlerdir.

SERVET-İ FÜNUN ROMANI

Roman, Tanzimat Dönemi’nde çeviri ve yerli örneklerle

kendisini kabul ettirmiş bir türdür.

Namık Kemal’le başlayan,  Recaizâde Mahmut Ekrem’le devam eden romanda “sanatkârane bir üslup yaratma” eğilimi, Servet-i Fünûn

Dönemi’nde farklı bir çizgide gelişmeye devam etmiştir.

Dönemin yönetim şekli ve baskısı, sanatçıların toplumsal ya da siyasal konuları ele almalarına izin vermemiş; aydın zümre ve onların yaşamlarını anlatan romanlar yazılmıştır.

Servet-i Fünûn yazarları romanlarında ağır ve ağdalı bir dil kullanarak kendilerinden önce ve sonra gelen romancılardan  ayrılmışlardır.

Edebiyatımızda “Sergüzeşt”, “Araba Sevdası” ve “Zehra” ile başlayan “gerçekçi roman” anlayışı bu dönemde de sürdürülür; ancak romantizmin etkisi de tam anlamıyla kaybolmaz.

Romanda realizm, natüralizm ve romantizm akımlarının özellikleri

görülür.

 Örneğin “Mai ve Siyah” realist bir anlayışla yazılmışsa da romanın kahramanı Ahmet Cemil romantiktir.

Hayal-gerçek çatışması, şiir ve hikâyede olduğu gibi romanının da ana temasını oluşturmuştur.

Kötümserlik, melankoli, kaçış, yalnızlık, bunalım dönemin romanlarının ortak temalarıdır.

Görüldüğü gibi romanlarda da bireysel temalar ağırlık   kazanmıştır.

Servet-i Fünûn romancıları toplumsal çevreyi aile ile sınırlandırmış,bütün olayları bu aile ortamı içinde yaratmışlardır.

 Doğal olarak da roman kurgusunda çatışmayı sağlayacak olan  üçüncü kişi, yakın aile çevresinden biri olması zorunluluğu yaratmıştır.

(Aşk-ı Memnu’da Behlül, Eylül’de Necip karakterleri bu seçimin sonucudur.)

Romanlarda genetik mirasın roman kahramanları üzerinde yönlendirici bir etkisi vardır. Örneğin Nedime, annesi gibi veremden  ölür (Nedime).

Bihter, önceden eleştirdiği annesi Firdevs Hanım’ın yazgısına ortak olur. (Aşk-ı Memnu).

Hacer,  zayıf bünyeli, kırılgan/küskün mizacıyla annesine benzer (Ferdi

ve Şürekası).

 

Romanlarda yer alan kişiler genellikle aydın çevrelerin insanlarıdır. İyi eğitim almış, Batı kültürüyle yetişmiş, zengin ve elit insanlar, onlarla aynı durumda olan çevreleri anlatılır.

Sıradan  insanlar, romanlarda hep geri planda verilir.

Servet-i Fünûn romanlarında mekân, genellikle kapalı, dar mekânlardır, bir labirent gibidir.

Bu durum roman kahramanlarında da hep bir köşeye sıkıştırılmışlık, kıstırılmışlık duygusu yaratır.

 Örneğin, “Ferdi ve Şürekası”nda genç İsmail Tayfur günlerini raflarla, iri kalın defterlerle dolu bir ofis odasında, tekdüze hayattan bıkıp usanmış olarak geçirir.

 “Aşk-ı Memnu“da Bihter yatak odasını “mezar” diye niteler.

“Eylül”de Suat ve Süreya yaşadıkları konağa “şu çöplük”der.

 Bu roman karakterlerinin mekândan nasıl etkilendiklerini gösterir.

Servet-i Fünûn Dönemi’nde roman gerek kurgusu, gerek olay akışı, gerekse tip ve karakter tahlilleri yönünden güçlenir

. Bu nedenle Türk edebiyatında gerçek romanın Servet-i Fünûn Dönemi’nde başladığı söylenebilir.

Romandaki tek kusur ağır ve ağdalı bir üslup kullanılmasıyla ilgilidir.

Dönemin en büyük romancısı Halit Ziya da bu kusuru görmüş, romanlarını sadeleştirerek  yeniden kaleme alma gibi bir çalışma yapmıştır.

SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDE HİKAYE

 

 

Servet-i Fünûn edebiyatında hikâye alanında Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Saffeti Ziya gibi sanatçılar örnekler vermişler.

Bunların hikâyeleri gerek kurgu, gerekse olay örgüsü yönünden daha başarılı olmuştur.

 Hikâye alanındaki tek kusurları dili ağır kullanmalarıdır.

Daha çok olay öyküsü (Mauppassant tarzı öykücülük) biçiminde

yazılan bu örneklerde serim – düğüm – çözüm bölümlerinden

oluşan klasik olay örgüsü kullanılır.

Servet-i Fünûn Dönemi hikâyelerinde aşk, ölüm, intihar, kıskançlık,

yalnızlık, karşılıksız aşk, ihanet, toplumdan kaçış, hayal-gerçek çatışması gibi konular, karamsar bir çerçevede ele alınır.

Dönemin şiirine hakim olan umutsuz, karamsar ve melankolik hava, hikâyelerde de görülür.

Ancak Hüseyin Cahit’in “Hayat-ı Hakikiye Sahneleri” ile Halit Ziya’nın bazı realist  hikâyelerini bunun dışında tutmak gerekir.

 Bunlar sosyal  konulu hikâyelerdir.

Servet-i Fünûn hikâyelerinde genellikle modern ve Batılı bir yaşam biçimi anlatılır.

 Hikâyelerde İstanbul ve İzmir gibi büyük kentler mekân olarak seçilir. Hikâyelerin büyük bölümünde mekân kapalıdır, bu nedenle de psikolojik tahlillere ve tasvirlere geniş yer verilir.

Kapalı, dar bir sosyal çevrede bunalan kişinin dünyası ve psikolojisi ayrıntılarıyla anlatılır.

Dil, kentli ve okumuş kesimin dilidir, anlatımda sanatkârane bir tarz dikkati

çeker.

BILGI:

Dönemin sanatçılarından Halit Ziya “Hikâye” adlı bir çalışma yaparak

modern öykü ve romanın kurallarını ortaya koymuştur.

Bu çalışma edebiyatımızda  öykü ve roman kuramı üzerine hazırlanmış ilk derli toplu kitaptır.

 

SERVET-İ FÜNUN ŞAİRLERİ VE YAZARLARI

 

TEVFİK FİKRET

 

Tevfik FİKRET

Asıl adı Mehmet Tevfik olan Tevfik Fikret  1867 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Sultanisi’nde aldığı eğitim, Fikret’in hayatını da yönlendirdi. Şiir ve edebiyata burada başladı.

 

Hocaları arasında yer alan Muallim Naci, Muallim Feyzi veRecaizâde Mahmut Ekrem’in ilgi ve yardımlarını gördü.

 

Tevfik Fikret’in edebiyat alanındaki şöhreti 1891 yılına rastlar. Mirsad dergisinde açılan “Sitayiş-i Hazret-i Padişah” konulu şiir yarışmasında birinci oldu.

 

Servet-i Fünûn’un yönetimini alacağı 1896 yılına kadar Malûmat dergisinde, üslubunu arayan şiirlerle, şiir çevirileri yayımladı.

 

1896’da Servet-i Fünûn’un yönetimini aldıktan sonra şiirinin özünde ve biçiminde büyük değişimler yaratan Fikret’in, zorbalıktan ve saraydan nefret; özgürlüğe ve meşrutiyete bağlanma duyguları içinde kişiliği oluşmaya başladı.

 

Toplumun sefalet içindeki insanlarını yansıtan şiirler yazdıkça, toplumsal sorunlar üzerinde düşünmeye başladı.  (HASTA ÇOCUK  VE SEZA ŞİİRLERİ)

 

 

1912’de Meclis-i Mebusan’ın kapatılması üzerine “Doksanbeşe Doğru” ve “Han-ı Yağma” şiirlerini yazdı.

 

Birinci Dünya Savaşı’na girmemiz üzerine de “Sancak-ı Şerif Huzurunda” adlı şiirini yazdı.

 

1914’te çocuk şiirlerinden oluşan “Şermin“i yayımladı.

Mehmet Akif’e cevap olmak üzere “Tarih-i Kadime Zeyl” adlı şiirini yazdı.

 

Tevfik Fikret’in şiiri, üç evrede incelenir:

  1. “Servet-i Fünûn” hareketine kadar süren arayış yılları (1888 – 1896): Bu dönem şiirlerinde taklit ve nazireler dikkati çeker. Başlangıçta divan şiiri etkisinde gazeller yazar,

Galatasaray’dan hocaları olan Muallim Feyzi ile Muallim Naci’nin etkisinde kalır.

 Bu dönemde Recaizâde Mahmut Ekrem’in gazellerine nazireler yazar, Abdülhak Hamit’in şiirlerinden etkilenir.

  Bu şiirlerinde divan şiirinin nazım tekniğini ve ahengini iyi kavradığı ve başarıyla kullandığı görülür.

Genellikle aşk, şarap, güzellik, bahar gibi temaları işler, din teması da bu şiirlerinde öne çıkar.

  1. Servet-i Fünûn ve II. Meşrutiyet Öncesi Yılları (1896 – 1901):

Servet-i Fünûn Dönemi’nde Fikret’in yeni bir şiir tekniğine yöneldiği görülür. “Hasta Çocuk“, “Balıkçılar” gibi toplumun ezilen katlarındaki insanları yansıttığı

 

 BU şiirlerinde “öykü-şiir” tekniği kullanır, karşılıklı konuşmalara, devrik cümlelere, anlamı dizelere yaymaya, dize kırma eğilimlerine varan manzumeler yazar.

Bu dönemde yazdığı şiirlerde daha çok “merhamet, hayal, aile mutluluğu, aşk, sanat, vatan, yoksulluk, doğa” temalarını işler.

Fikret bu dönemde şiir üzerine düşünmeye de başlar. Evreni tablolar hâlinde görüp, onun şiirini yazmaya çalışarak yeni bir üslup yaratır. Böylece şiirde resimden yararlanmaya yönelir.

 Parnasizm akımının etkisinde kaldığı şiirler yazar. “Yağmur“, “Bir Levha İçin” gibi şiirleri ortaya çıkar.

Yaşadığı dönemin sıkıntılarına karşın, temelde umudunu yitiren bir şair değildir

Fikret. Çağın vazgeçilmez umudu aydınlanmadır.  Tüm kişilikleriyle geleceği kuracak olan gençler,yarının küçük güneşleridir.

 “Sabah Olursa” şiirinde bu umudunu gençlere bağladığını açıkça ortaya koyar.

 Geçmişi, silik, sönük ve karanlık olarak görürken, geleceği bolluk, ışık ve umut olarak tanımlar.

Fikret zaman zaman umutlarını yitirir, dönemin ağır ve bunaltıcı

baskısı altında karamsarlığa düşer.

 “Doksanbeşe Doğru”, “Sis”, “Tarih-i Kadim” gibi şiirlerini böyle bir psikoloji içinde kaleme alır. Bu şiirlerinde yoğun bir inançsızlık ve nefret vardır.

 

1901’den sonra Fikret’in şiiri gittikçe yükselen bir ivme ile siyasal, sosyal ve ideolojik bir çizgiye gelir.

 Bu tarihten sonra Fikret, bireyci bir şiir anlayışına bağlı Servet-i Fünûn topluluğunun bir üyesi değil, milletin dertleri ve sıkıntılarıyla uğraşan

sorumlu ve duyarlı bir aydın portresi çizer.

 “Ferda“, “Millet Şarkısı“, “Haluk’un Amentüsü” gibi şiirlerinde toplumcu,

gerçekçi ve dili yalınlaşmış bir şair olarak karşımıza çıkar.

  1. 1908 Sonrası Şiirleri:

 Bu dönem Fikret için bir hayal kırıklığının ifadesidir. Zira o kadar yakındıkları II. Abdülhamit tahttan indirilmiş, İttihat ve Terakki fırkası iktidara gelmiş, ülkede özgürlük rüzgârları esmeye başlamıştır.

Ancak kısa zamanda iktidardakiler eski yönetimi aratmayan davranışlar ve uygulamalar  içine girmişlerdir. Fikret onları eleştirmekten kendini alamaz. II. Meşrutiyet’in ilanına alkış tutan sözlerini geri aldığını belirtir. “Han-ı Yağma” şiiri bunun en güzel örneğidir

Rübab-ı Şikeste Şairin şiirlerini topladığı kitabıdır.

 

Halûk’un Defteri Kendi el yazısıyla düzenlediği bir eserdir, oğlu Halûk’un şahsında tüm Türk gençlerine seslenir.

 

Şermin Çocuklara seslenen, didaktik nitelikte olan, sade dille ve hece ölçüsüyle yazdığı  şiirlerini topladığı kitaptır.

CENAP ŞAHABETTİN (1871-1934)

 

İlk şiirlerini Mualllim Naci ve ve Şeyh Vasfinin etkisinde klasik tarzda Ekrem ve Hamit2 Tanıyınca Batılı tarzda şiirler yazmaya başlamıştır.

Bu dönemde yazdığı şiirlerini TAMAT adlı bir kitapta toplar.

Tıp eğitimi için gönderildiği Fransada Fransız sembolistleriyle tanışır.

Bundan sonra şiir anlayışı tamamen değişir.

Döndüğünde sembolizmin etkisinde şiirler yazmış ve bu durum Tevfik Fikret’in dikkatini çekince Servet-i Fünun dergisine katılmıştır.

Terane-i Mehtap” adlı şiirinde kullandığı bazı tamlamalar ve benzetmeler, edebî tartışmalara yol açmış, A. Mithat Efendi’nin tepkisini çekmiş, “Dekadanlar” adlı eleştiri yazısı yazmasına yol açmıştır.

O da bu yazıya “Dekadanizm Nedir” başlıklı bir yazıyla karşılık vermiştir.

Görevi gereği yurdun çeşitli yerlerinde bulunan sanatçı, buralarda gördüklerini, izlenimlerini anlattığı gezi yazıları da yazmış, bu  yazıları sanatlı bir nesir üslubuyla kaleme almıştır.

 

“Genç Kalemler” dergisiyle başlayan “yeni lisan” ve “dilde sadeleşme” hareketine karşı çıkmış, bu konuda uzun süren tartışmalara girmiştir. 13 Şubat 1934’te ölmüştür.

 

Servet-i Fünûn şiirinin Tevik Fikret ile birlikte önde gelen adlarından  olan Cenap Şahabettin, şiirleri kadar nesirleriyle de büyük ilgi uyandırmış bir sanatçıdır.

Edebiyata başladığı yıllardan itibaren yalnızca kendi doğruları içinde kalmış, kendi kendine geliştirdiği bir sanat estetiğinin sürdürücüsü olmuştur.

Hayat ve olaylar karşısında duyarsız kalmış, kullandığı ağır dil, daha yaşarken eskimiş, çağının gelişmelerini kendi kalıplaşmış  sanat anlayışının penceresinden izlemeyi tercih etmiştir.

Milli Edebiyat Dönemi sanatçılarının başlattığı sade dile karşı  çıkmış, bunları ve Milli Mücadele hareketini eleştirmiştir. Milli

Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra bu tavrını değiştirse de dönemin siyasî ve edebî çevreleri tarafından kabul  görmemiştir.

Servet-i Fünûn hareketinin şiir estetiğinin oluşumunda büyük

katkısı olan şair, şiirlerinde iç ahenge önem veren sembolist

bir şiir yaratmak istemiştir.

 

Toplumsal konulardan uzak durmuş,  şiirlerinde daha çok aşk, doğa ve doğanın değişen durumlarını anlatmıştır.

 

Şiir anlayışını yaratırken Verlaine ve C.  Baudelaire’den etkilenmiş, şiiri nesir ve müziğin kaynaşmasından

oluşan bir tür olarak değerlendirmiştir.

 

Şiirde sözcüklerin ahengine, ses gücüne ve tonlamalarına büyük önem vermiştir.

Şiir dili oldukça ağırdır. O güne kadar Türk şiirinde kullanılmayan birtakım kelimeleri şiir diline sokmuştur.

Pitoresk, yani zihinde resim gibi bir hayal uyandıran güzellik duygusu, Cenap Şahabettin’in vazgeçemediği bir şiir tarzı olmuştur.

Bu durumu derinlemesine anlatma ihtiyacı, şairi sözcüklerle oynamaya itmiş,alışılmadık mecazlar ve tamlamalarla, eski sözcüklerle bir şiir dili yaratmaya çalışmıştır.

Aruz ölçüsünü en temel ahenk unsurlarından biri kabul etmiş, halk şiirinin vazgeçilmez ölçüsü olan heceyi ahenk yönünden

yetersiz bulmuştur.

Şiirleri

Tamat, Evrak-ı Leyal

Gezi Yazıları

Hac Yolunda, Afak-ı Irak

Mektupları

Suriye Mektupları, Avrupa Mektupları

Makaleleri

Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh

Özdeyişleri

Tiryaki Sözleri

Tiyatroları

Yalan, Körebe

 

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL 1867-1945

 

Halit Ziya Uşaklıgil, 1867’de İstanbul’da, Eyüp’te doğdu.

 

1884’te   arkadaşlarıyla Nevruz gazetesini çıkardı. Burada çeviriler yayımladı.

 

Tevfik Nevzat’la 1886’da Hizmet   ve Ahenk gazetelerini kurdu.

Bunlarda ilk hikâyesi, roman ve    “Mensur Şiirler”i basıldı.

 

1896’da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katıldı. 1901’de kapatılıncaya değin Servet-i Fünûn dergisine yazılar, hikâyeler, romanlar (Maî ve

Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar) verdi.

 

İkdam gazetesinde   küçük hikâyeler yazdı. 1908’e kadar sustu.

 

İlk eserlerinden olan “Sefile”, “Nedime”, “Bir Ölünün Defteri”,

Ferdî” ve “Şürekası” gibi romanları dış etkilere oldukça açık, kalem alıştırması niteliğindedir. Ahmet Mithat’ın etkisi bu romanlarda kendisini açıkça belli eder.

Halit Ziya’nın roman türünde olgunluk dönemi eserleri kuşkusuz

Mai ve Siyah” ile “Aşk-ı Memnu”dur. Sanatçı bu eserlerinde

Türk roman ve hikâyeciliğinin ustası olmuş, gerçek Türk

romanını başlatmıştır

. Bu eserler yapısı, tasvir ve tahlilleriyle  kendisinden sonra gelen yazarlara örnek olmuştur.

 

Mai ve Siyah”, özünde Servet-i Fünûn kuşağının serüvenidir.

Halit Ziya bu romanda çizdiği Ahmet Cemil ile bu kuşağın sanat ve aşk hayallerini, hayal kırıklıklarını, hayatın gerçeği  karşısındaki yenilgilerini ve kaçışlarını dile getirir.

Aşk-ı Memnu” ise bir dönem Boğaziçi’nde yüzünü Batı’ya

dönmüş, alafranga bir hayat yaşayan ailelerin yasak aşk, kıskançlık,

mutsuz evlilik ve köşeye sıkışmış hayatlarını ve bireyler arasındaki çatışmaları konu alır.

◆ Halit Ziya’nın romancılığı gittikçe gelişen bir ivme takip eder.

İlk romanlarındaki acemicilik ve kusurlar zamanla ortadan kalkar.

Türk romanında Ahmet Cemil, Bihter, Firdevs Hanım ve

Neyyir gibi ölmez karakterler yaratır.

◆ Halit Ziya’nın eser verdiği türlerden biri de hikâyedir.

Hikâyelerini büyük hikâyeler ve küçük hikâyeler olarak iki başlık

altında incelemek mümkündür.

Büyük hikâyelerinin ilk örneği “Bir Muhtıranın Son Yaprakları“dır.

Solgun Demet” küçük hikâyelerinin en başarılı örneklerinden biridir. Romandaki ustalığını hikâyede de gösteren yazar, küçük hikâyeleriyle bu türün edebiyatımızdaki öncü niteliğinde olan örneklerini vermiştir.

◆ Roman ve hikâyelerinde bireysel konular üzerinde yoğunlaşan yazar, dönemin siyasî yapısına ve sanat anlayışına uygun eserler verir.

,

Özellikle romanlarında sosyal sorunlara uzak  durmuştur. Buna karşın hikâyelerinde daha gerçekçi bir çizgi  yakalamıştır.

Halit Ziya’nın tek kusuru roman ve hikâyelerinde kullandığı dildir. Kurduğu uzun cümleler, yabancı sözcük ve tamlamalara çok yer vermesi, üslubundaki ağdalı durum, anlatımını zayıflatmış, tutuk yapmıştır.

 Zaten Servet-i Fünûn’un ağır dilanlayışı vardır. Ancak ileriki dönemlerde, kitaplarının yeni  baskısında dilini sadeleştirmeye çalışmıştır.

Romanları

Sefile, Nemide   , Bir Ölünün Defteri,    Ferdi ve Şürekası,

Mai ve Siyah,     Aşk-ı Memnu,       Kırık Hayatlar

 

Hikâyeleri

Bir Yazın Tarihi,     Solgun Demet,      Sepette Bulunmuş,

Bir Hikâye-i Sevda,         Hepsinden Acı,    Aşka Dair,    Onu Beklerken,

İhtiyar Dost,     Kadın Pençesi,      İzmir Hikâyeleri

 

Şiir

Mensur Şiirler

 

Oyun

Kabus,     Füruzan,    Fare

Anı

Kırk Yıl, Saray ve Ötesi,     Bir Acı Hikâye

 

Deneme /   İnceleme / Eleştiri

Hikâye ve Temâşa,     Yunan Edebiyatı,     Fransız Tarihi Edebiyatı,

Sanata Dair,   Kenarda Kalmış

 

 

 

 

 

MEHMET RAUF

1896’da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna  katıldı. 1900’de ünlü Eylül romanını yayımladı.   Servet-i Fünûn dergisi kapatılınca,1908’e kadar herhangi bir yayımda bulunmadı.

 

Meşrutiyet’ten sonra Bahriye’den ayrıldı. Yaşamını  yazarlıkla kazanmaya çalıştı. Süs, Mehasin, Nevsal adlı kadın  dergilerini çıkardı.

 

Mehmet  Rauf, eserlerinde genellikle aşk ve kadın konusunu bireysel açıdan  ele aldı.  Kişilerini daha çok varlıklı kimseler arasından seçti.  Ruhsal çözümlemelere ağırlık verdi.   

Bu yolda Halit Ziya Uşaklıgil   ile Paul Bourget’den etkilendi. 23 Aralık 1931’de İstanbul’da yoksulluk    içinde öldü.

 

Servet-i Fünûn topluluğu içinde Halit Ziya’dan sonra gelen en

büyük romancıdır.

◆ _Romanın yanında hikâye türünde de başarılı örnekler vermiştir.

Onun hikâye ve romanlarının temel konusu aşk duygusudur.

◆ “Eylül” romanı, Nabizade Nazım’ın “Zehra”sından sonra edebiyatımızda

ilk başarılı psikolojik roman örneğidir. Üçlü bir aşk

ekseninde gelişen romanında öne çıkan en belirgin duygu

masumiyettir.

ÜNİTE – 3

◆ Onun roman ve öykülerinde anlattığı aşklar daima hayal kırıklıklarıyla

biter. Bu da döneminin anlayışının eserlerine yansıması

şeklinde yorumlanabilir.

◆ Döneminin sosyal ve siyasî olaylarına ilgisiz olan Mehmet

Rauf, yalnızca “Halas” adlı romanında vatanseverlik temasını

ele almıştır.

◆ Roman ve öykülerinde yarattığı tipler, idealize edilmiş insanlar

olup romanın dünyası içinde kalır. Gerçek yaşamdaki insan

tipleriyle örtüşmez.

◆ Doğa tasvirlerinde ve dış dünyayı anlatmada başarılı olmayan

yazar, insan ruhunun derinliklerini ve psikolojik durumlarını

anlatmada oldukça başarılıdır.

◆ Mehmet Rauf’un üslubu dağınıktır. Kimi öykülerinde de müstehcen

ve toplum ahlakına uymayan konulardan söz etmiştir.

Yazar, bu iki yönüyle çok eleştiri almıştır.

◆ Mensur şiir örnekleri de veren yazar, bu alanda başarılı kabul

edilmiştir.

 

Romanları

Eylül,     Ferdâ-yi Garam,    Genç Kız Kalbi,    Karanfil ve Yasemin,

Yara,     Böğürtlen,    Define,   Son Yıldız,   Cariha,    Kan Damlası,

Halas

Hikâyeleri

İntizar,    Âşıkane,    Son Emel,     Hanımlar Arasında,   Bir Aşkın

Tarihi,     Kadın İsterse,    Üç Hikâye ,   Pervaneler Gibi,   Aşk Kadını

 

Mensur Şiirleri

Siyah İnciler

 

Tiyatroları

Pençe, Cidal, Yağmurdan Doluya, Sansar

 

 

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

 

◆ Hüseyin Rahmi Gürpınar, roman ve öykü türlerindeki yapıtlarıyla

toplumsal eleştirilerde bulunmuş, halkı eğlendirerek eğitmek, sanatı, toplum için kullanmak amacına yönelmiştir.

Bu özelliğiyle Ahmet Mithat’ın çizgisini sürdüren bir yazar olmuştur.

◆ Servet-i Fünûncuların sanat anlayışlarının dışında kalan yazar, öykü ve romanlarında yalın ve akıcı bir dil kullanmış, kişilerini ait oldukları sosyal çevrelere göre konuşturmuştur.

 

◆ Servet-i Fünûn romanları gibi aydın ve zengin konakların insanlarını

değil, kenar mahalleleri, buradaki sıradan insanların günlük yaşayışlarını, duygu ve düşüncelerini oldukça canlı ve gözlemci-gerçekçi bir tutumla sergilemiştir.

◆ Realist ve natüralist bir anlayışa sahip olan yazar, eserlerinde

günlük yaşamı, yoksulluğu, batıl inançları, gelenek ve görenekleri,

alafrangalığı, entrikalı oyunları anlatmıştır.

◆ 20. yüzyıl başlarında İstanbul’da yaşayan alt ve orta tabakanın

insanlarının sorunlarına parmak basmıştır. Bunların gelenek,

yaşam ve konuşma tarzlarını, yerel özellikleriyle gözler

önüne sermiştir.

 

Romanları

Mürebbiye,    Metres,   Tesadüf,     Nimetşinas,     Şıpsevdi, Kuyruklu

Yıldız Altında Bir İzdivaç,     Gulyabani,    Hakka Sığındık,

Ben Deli miyim?,     Şık,      Utanmaz Adam

Hikâye

Kadınlar Vaizi,   Namusla Açlık Meselesi,    Gönül Ticareti

Tiyatro

Kadın Erkekleşince, Tokuşan Kafalar

 

 

 

 

 

 FECR -İ ÂTÎ TOPLULUĞU (1909 – 1911)

  1. Fecr-i Âtî Topluluğunun Oluşumu

Edebiyat alanında, yalnızca “dil”de Osmanlıcayı kullanıp biçim,  üslup ve içerikte tümüyle Batı’yı benimseyen ilk topluluk  Servet-i Fünûn dergisi çevresinde etkinlik gösteren Edebiyat-ı   Cedideciler’dir (1896 – 1901).

Servet-i Fünûn dergisinin 1901’de süresiz kapatılması, topluluğun da dağılmasına yol açmıştır.

 

Ancak Servet-i Fünûncuların dağılmasındaki temel neden derginin kapatılması değil, topluluğun  kendi içinde ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır.

Tevfik Fikret’le Ali Ekrem arasıdaki şiir tartışması, sanatçıların bir yol ayrımına  girmesine neden olmuş, Tevfik Fikret dergiden ayrılarak köşesine çekilmiştir.

Servet-i Fünûn dergisi altı ay sonra tekrar çıkmaya başlamışsa da eski heyecan kalmamış, kadrosu dağılmıştır.

  1. Meşrutiyet’ten (1908) sonra değişik edebiyat ve sanat dergilerinde yazan gençler, Şahabettin Süleyman’ın çabalarıyla bir araya gelirler.

 Amaçları, eskidiğine inandıkları Edebiyat’ı Cedide’nin karşısında Batı edebiyatı yolunda daha iyi, daha yenilikçi bir edebi topluluk oluşturmaktır.

Hilâl Basımevi’nin bir odasında toplanan genç yazarlar, uzun

tartışmalardan sonra kurdukları topluluğa Fecr-i Âtî (Geleceğin

Doğuşu) adını verirler (1909).

 

Yayın organı olarak da yine Servet-i Fünûn dergisini seçerler. Dergide kendilerini kamuoyuna  tanıtan bir bildiri yayımlarlar.

 

Sanat şahsi ve muhteremdir.” diyerek sanat eserinin bireysel bir anlayışla yaratılmasına, sanatsal değer taşımasına önem verdiklerini söylemişler, “Sanat için sanat” anlayışını sürdürdüklerini belirtmişlerdir.

 

Edebiyatın hoş vakit geçirmek için kullanılan bir araç olmadığını,ciddiye alınması gerektiğini söyleyerek Servet-i

Fünûncuları böyle bir anlayış içinde edebiyat eseri yarattıkları

için takdir etmişlerdir.

Servet-i Fünûncuları 1908’den sonra edebiyatı bırakmakla

eleştirerek onları “geçmiş” olarak nitelendirmişler, onların

söyleyecek sözlerinin kalmadığını, eskidiklerini öne sürmüşlerdir.

Amaçlarının Türk edebiyatının geleceğini yaratmak olduğunu

belirterek, edebiyatta o güne kadar yaratılan tüm değerleri “eski” olarak kabul etmişler, farklı ve yeni biredebiyat ortamı oluşturmak istemişlerdir.

Dilde, sanatta, edebiyatta ve sosyal bilimler alanında farklı ve yeni bir çalışma yapmak istediklerini açıklamışlardır.

 

Batı’daki gelişmeleri ve Batı edebiyatını geriden değil, günü gününe izleyeceklerini söyleyerek Batı’nın önemli eserlerini Osmanlıcaya, Türk edebiyatının önemli eserlerini de Batı dillerine tercüme edeceklerini, Doğu ve Batı arasında bir kültür köprüsü kurmak istediklerini açıklamışlardır.

 

Genç yetenekleri bir araya getirerek fikir tartışmaları yapacaklarını, düşünce ve edebiyat alanında konferanslar

düzenleyeceklerini, bunlarla ilgili de halkı bilgilendireceklerini

ortaya koymuşlardır.

 

 

Topluluğun yayın organının Servet-i Fünûn dergisi olmasına, Fecr-i Âtî üyelerinin eserlerini “Fecr-i Âtî Kütüphanesi

adı altında yayımlanmasına karar vermişlerdir.

 

 

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ

Millî Edebiyat; 1911’de Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler dergisiyle başlayıp 1923’te Cumhuriyet’in kurulmasına kadar süren edebiyat hareketidir.

 

Temelinde Türk dilinin sadeleştirilmesi çalışmaları yatan Millî Edebiyat; Ziya Gökalp’in bu harekete katılmasından sonra Türkçülük düşüncesiyle desteklenmiştir.

 

Yalnızca edebiyat ve sanatla sınırlı olmayıp siyasî, sosyal, kültürel ve düşünsel alanlarda da etkili olmuştur.

 

19.yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başları Osmanlı Devleti’nin iyice zayıfladığı dönemdir.

Bu dönemde yaşanan siyasî, sosyal ve askerî gelişmelere paralel olarak devletin bu kötü durumdan kurtulması için ortaya atılan sanat ve fikir akımları Millî Edebiyat hareketinin oluşmasında etkili olmuştur.

 

Bu akımlar şunlardır: Batıcılık, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük.

OSMANLICILIK

Bu düşünce, Tanzimat Dönemi’nde İmparatorluk içindeki farklı etnik grupların Batı’nın desteği ve kışkırtmasıyla ba- ğımsızlık düşüncelerini engellemek için ortaya atılmıştır.

  • Tanzimat Dönemi’nde ortaya atılan bu düşüncenin amacı; Osmanlı Devleti bünyesindeki Türk, Arap, Yunan, Ermeni gibi milletleri “din, dil, mezhep, ırk” ayrımı gözetmeksizin “Osman- lılık” duygusu “Osmanlı milleti” etrafında bir arada tutmaktır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerinde sahip olduğu zihniyetin siyaset, sanat ve edebiyat alanında uygulanmasını savunan bir harekettir

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlgili Kategoriler

Edebiyat Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir