KPSS Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Kapsamlı Ders Notu



Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Ders Notları Tümü

I. BÖLÜM

XX. YÜZYILIN BAŞLARINDA DÜNYA

I. DÜNYA SAVAŞI ve SONUÇLARI

1. I. Dünya Savaşı

28 Haziran 1914′te Avusturya – Macaristan′ın Sırbistan′a savaş ilan etmesi ile başlamıştır. Savaşın nedenleri şunlardır;

Devletlerarası sömürgecilik ve pazar arayışı

Almanya’nın ve İtalya’nın siyasi birliklerini geç tamamlayıp sömürgecilik yarışında İngiltere’ye ve Fransa’ya rakip olması

Devletlerarası silahlanma yarışı

Fransa ile Almanya arasındaki Alsace-Lorraine ( Alsas Loren ) sorunu

Fransız İhtilali’nden yayılan Ulusçuluk akımı

Balkan topraklarında Rusya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun nüfuzunu artırmak istemeleri

Rusya’nın Panslavizm politikası

Rusya’nın sıcak denizlere inmek istemesi

2. Savaşın Sonuçları

1)Avrupa’nın siyasi haritası değişti. Alman-Rus-Osmanlı ve Avusturya –Macaristan İmparatorlukları yıkıldı.

2)Polonya, Türkiye, SSCB, Ermenistan, Yugoslavya, Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan gibi yeni devletler ortaya çıktı.

3)Milletler Cemiyeti kuruldu.

4)Dünyada milliyetçilik düşüncesi güç kazandı. Yeni milli devletler ortaya çıktı.

5)Sömürgecilik isim değiştirerek “ manda ve himaye ” adıyla daha da yaygınlaştı.

6)Savaş sonunda yapılan antlaşmalarda etnik yapıya dikkat edilmediği için azınlık sorunları ortaya çıktı.

3. Paris Barış Konferansı

Barış antlaşmalarının esaslarının belirlemek ve bozulan uluslararası siyasi dengeleri yeniden kurmak amacıyla 32 devletin katılımı ile 18 Ocak 1919′da Paris′te düzenlendi. ABD’nin isteği üzerine dünya barışını korumak için Milletler Cemiyeti kurulmuştur. İstediğini elde eden ABD yalnızlık politikasına (Monroe Doktrini) geri dönmüştür. İngiltere ve Fransa bundan Wilson Prensipleri’ni dikkate almadan kendi çıkarlarına göre hareket etmiştir. Bu konferansta ilk olarak Almanya ile barış antlaşması imzalanmıştır.

Monreo Doktrini: 1823 yılında ABD başkanı James Monreo tarafından orta konulan ABD’nin dış politika esaslarıdır. Buna göre ABD; Avrupa devletlerinin Amerika kıtasında yeniden sömürgecilik yapımlarına izin vermeyecek, Avrupalı devletlerarasında oluşan sorunlara ise karışmayacaktır. ABD’nin bu siyasetine yalnızlık (İnfirat) politikası ismi verilmiştir. Bu politikasından ilk defa I.Dünya Savaşı’na dâhil olarak çıkmış ancak savaş sonunda yine bu politika gereği kıtasına geri dönmüştür.

4. Savaş Sonunda Yapılan Barış Antlaşmaları

İtilaf Devletleri yenilen devletlerin topraklarını küçültmek, bazılarını işgal etmek, yeni devletler kurmak, askeri ve ekonomik sınırlamalar getirmek, savaş tazminatları ödetmek için;

A.Almanya ile Versailles (Versay)
Almanya, Belçika′ya; Eupen, Malmedy ve Moresnet′yi; Fransa′ya Alsace ve Lorraine′i verecektir.

Almanya, Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt edecek, Avusturya, Çekoslovakya ve Polonya′nın bağımsızlığını tanıyacaktır.

Almanya′da mecburi askerlik kaldırılacak, Alman ordusunun mevcudu 100.000 asker ile sınırlandırılacaktır.

Almanya tamirat borcu olarak 33 Milyar Dolar savaş tazminatı ödeyecektir.

B. Avusturya ile Saint Germain (Sen – Jermen)

Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya′nın bağımsızlığını tanıyacaktır.

Avusturya, Galiçya′yı Polonya′ya; Hırvatistan′ı Yugoslavya′ya, Tirol ile Trieste′yi İtalya′ya ve Bukovina′yı Romanya′ya bırakacaktır.

Avusturya, Milletler Cemiyeti′nin onayı olmaksızın Almanya ile birleşemeyecektir.

Mecburi askerlik kaldırılacak, Avusturya ordusunun asker sayısı 30.000 kişiye indirilecektir.

C. Bulgaristan ile Neuilly Antlaşması (Nöyyi)

Bulgaristan, Güney Dobruca′yı Romanya′ya, Batı Trakya′da Gümülcine ve Dedeağaç′ı Yunanistan′a ve Tsaribrod ile Sturmitsa bölgesini Yugoslavya′ya bırakacaktır. (Bulgaristan′ın Ege Denizi ile herhangi bir bağlantısı kalmadı)

Bulgaristan′da mecburi askerlik kaldırılacak, Bulgar ordusunun mevcudu 25.000 asker ile sınırlandırılacaktır. Deniz ve hava gücü bulunmayacaktır.

D. Macaristan ile Trianon (Triyanon)
Macaristan, Presburg bölgesini Çekoslovakya′ya, Bosna-Hersek′i Yugoslavya′ya, Transilvanya′yı Romanya′ya ve Burgerland′ı Avusturya′ya terk edecektir.

Macaristan ordusunun mevcudu 35.000 askerle sınırlandırılacak ve mecburi askerlik kaldırılacaktır.

E. Osmanlı ile Sevres (Sevr)

Batı Anadolu ve Doğu Trakya Yunanistan′a bırakılacaktır.

Anadolu’nun güneyi ve Suriye bölgeleri Fransa′ya bırakılacaktır.

Arabistan ve Musul ve Irak bölgeleri İngiltere′ye verilecektir.

Güney Batı Anadolu İtalyanlara verilecektir.

Doğuda bağımsız Ermeni ve Kürt devleti kurulacaktır.

Rodos ve On İki Ada İtalyanlara, Ege adaları ise Yunanistan′a verilecektir.

Boğazlar bir komisyon tarafından yönetilecek. Komisyonun ayrı bir bayrağı ve bütçesi olacaktır.

Mecburi askerlik olmayacak. Osmanlı Devleti’nin asker sayısı 50,700’ü geçmeyecektir.

Osmanlı Devleti kapitülasyonları vermeye devam edecek ayrıca savaş tazminatı ödeyecektir.

NOT: 3 Mart 1918 yılında Sovyet Rusya ve Almanya arasında Brest Litovsk Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre Sovyet Rusya; Polonya, Finlandiya, Estonya, Letonya, Ukrayna ve Finlandiya’dan çekilecek ayrıca Kars, Ardahan ve Batum’u da Osmanlı Devleti’ne geri verecek kararları alınmıştır.

B.    Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ( SSCB ),Orta Asya’daki Türk Devlet ve Toplulukları

1. Çarlık Rusyası’nın Yıkılışı ve Bolşevik İhtilali

I.Dünya Savaşı’nda hayat şartlarının ağırlaşması, yolsuzlukların artması üzerine kadın işçilerin başlattığı grev daha sonra toplumsal bir harekete dönüştü.1917 Martı’nda yaşanan bu gelişmeler sonucunda zor durumda kalan Çar. II. Nikola tahttan çekildiğini açıkladı. Duma adı verilen meclis tarafından ise geçici bir hükümet kuruldu. Ancak Sürgündeki lider İlyiç Lenin’in ‘Barış, toprak ve ekmek’ vaatleriyle Petersburg’a gelmesiyle Bolşevikler geçici hükümeti devirerek Ekim 1917’de ‘Bolşevik İhtilali’ ‘ni gerçekleştirdiler. Bunun üzerine Çar yanlılardan oluşan Beyaz Ordu yeni yönetime karşı saldırıya geçti. Üç yıl süren iç savaşı Bolşevikler kazandı. Bu iç savaşta 13 milyon insan hayatını kaybederken ülkede kıtlık baş gösterdi. Bunun üzerine devlet başkanı Lenin ekonominin güçlenmesi amacıyla Novaya ekonomiçeskaya politika (N.E.P) adı verilen yeni ekonomik politikasını ilan etti. Buna göre;

1) Tarım ürünlerine el konulmaktan vazgeçildi. Çitçiye, esnafa ve tüccara kolaylıklar sağlandı.
2) Küçük sanayiciye destek verildi.
3) Yabancı sermayenin ülkeye girişi sağlandı.

1923’te ülke federasyona dönüştürülerek SSCB adını aldı.1924 yılında İlyiç Lenin’in ölmesiyle devlet başkanlığına Joseph Stalin geldi. Stalin, birinci beş yıllık kalkınma planını hazırlayarak Rusya’nın öz kaynaklarıyla büyümesi gerektiğine inandı. Bunun için köylünün elindeki küçük toprakları birleştirerek ‘Kollektifleştirme Politikası’ izledi. Köylülerin çok sert muhalefeti ile karşılaşılan bu politika sonucu yaklaşık dört milyon civarında köylü öldü ve tarımsal üretim düştü. Yine bu dönemde eski fabrikalar modernleştirilerek traktör imalatı ve demir-çelik alanlarında yeni fabrikalar kuruldu.

2. Rusların Orta Asya’yı İstilası

20.yüzyılın başlarından itibaren Çarlık yönetimin baskılarına maruz kalan Türkler ve diğer uluslar 1905 yılında Rusya’ya karşı ayaklandılar. Özellikle Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı önderliğinde 1905 yılında ‘Rusya Müslümanları I.Kongresi’ düzenlendi. Çalışmalar sonucunda Rus Meclisi Duma’ya temsilciler gönderildi. Bu temsilciler arasında yaptığı çalışmalarla ün kazanan Ufa Müslümanlarının temsilcisi olarak gönderilen A.Zeki Velidi Togan’ yer aldı. Ancak siyasi ve kültürel hakları verilmeyen Türkler 1916 senesinde Türkistan’da ‘Milli İstiklal Ayaklanması’nı başlattılar. Bu gelişmelerden rahatsız olan Rusya harekete geçerek 1920 yılından itibaren Türk devletleri üzerindeki baskıyı artırdı. Bağımsız olan Türk devletlerine teker teker son veren Ruslar bölgede asimilasyon politikasını hayata geçirmeye başladı. Bunun içinde;

Bölgedeki Türkler Hristiyanlaştırılmaya çalışıldı.

Bölgede Rus okulları açıldı. Ancak Türkler bu okullara rağbet etmedi.

Rus harita ve kitaplarında Türkistan ismi silindi ve kullanılması yasaklandı.

Türkler arasında birlik ve beraberliğin bozulması amacıyla farklı lehçelerin kullanılmasını yaygınlaştırdı. Türkler arasında boy (asabiyet) duygusunu ortaya çıkarıldı.

Tarih kitaplarında Türklerin milli ruhunu konu alan eserlere yer verilmedi.

Cami ve mescitler çeşitli bahanelerle yıkıldı. Buraların mal ve mülkleri devleştirildi.

Din adamı yetiştiren medreseler kapatıldı. Din adamları sürgün edildi.

Yüz binlerce Türk işçi sıfatıyla Rusya’nın uzak bölgelerine gönderildi.

Rus Kiril harfleriyle karışık Latin harf sistemine geçerek Türklerin öz dillerini unutmasını sağladılar.

3. Basmacı Hareketi

Baskın yapan, hücum eden manasına gelir.1918 yılında Rusların Milli Hokand Hükümetini devirmesiyle ortaya çıkan ve amaçları Türkistan’ı Ruslardan kurtarmak olan hareketin genel ismidir. Hokand kentinde başlayan bu hareket zamanla tüm Türkistan’a yayıldı.1921 yılında Enver Paşa’nın Basmacı Hareketi’ne katılmasıyla mücadeleler şiddetlendi. Bu tarihlerde Ruslarda genel bir saldırıya geçince Korbaşı adı verilen Basmacı Liderleri birbirlerinden ayrıldılar.1922 yılında Enver Paşa şehit oldu.1936 yılına kadar süren bu hareket Basmacı liderlerinin kendi aralarındaki liderlik mücadeleleri, Ruslar karşısında yeteri kadar askeri teçhizatın olmaması gibi nedenlerden dolayı sona erdi. II. Dünya Savaşı’nda ise bölge Türkleri zorla savaş meydanlarında ölüme sürüklenirken aynı zamanda düşmanla işbirliği yaptığı gerekçesiyle de Kırım, Karaçay, Balkar, Ahıska, Çeçen ve İnguş Türklerini Orta Asya’ya ve Sibirya’ya sürgün ettiler.

C. Orta Doğu’da Manda Yönetimlerin Kurulması

İngiltere ve Fransa San Remo Konferansı’nda Ortadoğu ülkelerini paylaştılar. Buna göre Fransa, Suriye ve Lübnan’da; İngiltere ise Irak, Filistin ve Ürdün’de manda yönetimler kurdu.

a)İngiltere ve Orta Doğu

1)Arabistan Yarımadası

Mekke Emiri Şerif Hüseyin Savaş bittikten kısa bir süre sonra kendini Arap ülkelerinin kralı ilan ederken, oğullarını da Ürdün ve Irak’a kral tayin etti.1924 yılında da halifeliğini ilan ederek bölgedeki konumunu güçlendirdi. Bunun üzerine Necd Emiri Abdülaziz İbni Suud Şerif Hüseyin’e savaş ilan etti. Yapılan mücadeleyi kazanan İbni Suud kendini Hicaz ve Necd Kralı ilan etti.1932 yılından itibaren ise Suudi Arabistan Krallığı ismini aldı.1936 yılında Aramco adlı şirkete petrol ayrıcalığı vererek bölgesindeki ABD’nin etkisini artırdı.

2) Irak

San Remo Konferansı sonucu İngiltere Irak’ta kendi politikalarına uygun bir yönetim oluşturmak için Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğullarından biri olan Faysalı Irak krallığına getirdi. Ancak bu durumu kabul etmeyen Iraklılar bağımsızlık mücadelesine girişti.1930 senesinde yapılan antlaşma sonucunda Irak bağımsızlığını kazandı ancak İngiltere II. Dünya Savaşı öncesine kadar yönetime kendi adamlarını getirmek suretiyle Irak’taki egemenliğini sürdürdü.

2)Ürdün

1922 yılında İngiltere’nin mandası olarak kurulan bu devlete Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in bir diğer oğlu Abdullah getirildi. II. Dünya Savaşı’nın ardından bağımsızlığına kavuştu.

3)Filistin
San Remo konferansıyla İngiltere’ye bırakılan Filistin topraklarında Yahudi Devleti kurma çabaları hızlanarak günümüze kadar gelecek olan Filistin Sorunu’nun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

4)Mısır

1882 yılında İngiltere’nin işgaline uğrayan Mısır, İngilizlere karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini 1922 yılında kazandı. İngiltere özellikle Süveyş Kanalı’nda ki haklarını devam ettirerek bölgedeki varlığını sürdürdü.

b)Fransa ve Orta Doğu

San Remo Konferansı’yla kendisine Suriye ve Lübnan verilen Fransa 1920 yılında merkezi Şam olmak üzere Lübnan ve Filistin topraklarını da içine alan Suriye Krallığı’nı kurdu.Ancak bu zamanlarda Anadolu’da işgal ettiği yerlerde tutunamayan Fransa TBMM ile Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Güney’den çekildi ve tüm dikkatini Suriye’ye yöneltti. Askeri baskılarla buraları elinde tutamayacağını anlayan Fransa 1926 yılında Lübnan’a, 1930 yılında da Suriye’ye bağımsızlık verdi. Bölgeden ise tamamen II. Dünya Savaşı’ndan sonra çekildi.

D) Uzakdoğu’da Yeni Bir Güç: Japonya

Japonya 1850’li yıllara kadar derebeylik ile yönetiliyordu ve dış dünyaya da kapalı bir ülke konumundaydı. Şogun adı verilen ordu komutanları bu derebeyler arasında en güçlü olanından seçilirdi.1867 yılında tahta geçen İmparator Mutsuhito ülkedeki tüm derebeylikleri kaldırarak merkezi bir devlet kurdu. Aydınlarında desteğiyle Batı tarzı yenilikler içeren ‘Meiji Restorasyonu’ diye adlandırılan reform sürecini başlattı. Bu süreçte Meiji ‘’Güçlü ordusu olan zengin bir ülke ‘’hedefiyle;

Batı tarzı bir hükümet kurdu. Prusya-Alman modeli tarzında bir anayasa yaptı.

Avrupa’ya öğrenciler gönderdi.

Kılık Kıyafet inkılâbını gerçekleştirerek gelenekselleşen Japon giyim tarzını tasfiye etti.

Çağdaş bir bankacılık sistemini kurdu.

İngiltere donaması örnek alınarak Japon donanması kurdu.

Dışarıdan modern silahlar getirtti. Ordunun modernize edilmesi için de Prusya’dan uzmanlar getirtti.

Ağır sanayi, demir-çelik ve gemi yapımcılığını geliştirdi.

Geleneksel Japon takvimi Şinto yerine Miladi Takvim’e geçildi.

E) 1929 Dünya Ekonomik Krizi

Nedenleri:

I.Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik zorluklar

ABD’nin savaş sırasında devletlere verdiği kredileri geri alamaması

ABD ekonomisinin 200 holding tarafından idare edilmesi

I.Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan iyimser havanın ABD borsasını suni( yapay ) olarak yükseltmesi

İngiltere’nin para birimi poundun aşırı değer kazanması, bununda ihracatta düşüşe yol açması

Almanya’nın savaş tazminatını ödemek için karşılıksız para basması bununda aşırı enflasyona ( hiperenflasyon ) neden olması

ABD yönetiminin krizin çıkmasını engelleyici tedbirler almaması

3 Ekim 1929 yılında ABD borsasında yer alan şirketlerin hisse senetlerinin düşmesiyle başladı.24 Ekim 1929 Perşembe günü ise borsa dibe vurdu. Tarihe ‘’ Kara Perşembe’’ olarak geçecek bu olay sonucunda;

4,2 milyar dolar ABD borsasında yok oldu.

Çok sayıda banka batarken, binlerce insanın malvarlığı yok oldu.

Ülkelerde açlık ve kıtlık başladı. İnsanlar takas usulü ticarete geri döndü.

İnsanların ruh sağlıkları bozuldu.

Dünyadaki inşaat ve madencilik faaliyetleri durdu

Dünya genelinde 50 milyona yakın insan işsiz kaldı.

Dünya ticaret hacmi % 65 oranında azaldı.

Not: Bu kriz en çok sanayileşmiş toplumları vururken, Sovyet Rusya komünizmden dolayı bu krizden en az etkilenen devletlerden biri olmuştur. Türkiye ise bu krize karşı şu önlemleri almıştır;

Devlet korumacı-iktisatçı politikalara yönelmiştir.

İthalata kısıtlamalar getirilirken, gümrük vergileri yükseltilir.

Ülkede yerli malı kullanılması için devlet tarafından propagandalar yapılır.

Milli iktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulur.

Malımı sattığım devletten mal alırım prensibi hayata geçirilir. (Kliring Sistemi)

F) İki Savaş Arasında Avrupa

1)Barışın Sürekliliğini Sağlama Çabaları

I.Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle barış çabaları ABD önderliğinde başlatıldı.32 devletin katılımı ile toplanan Paris Barış Konferansı’nda uluslararası bir teşkilatın kuruması kabul edildi. Bunun üzerine 10 Ocak 1920 tarihinde merkezi Cenevre olmak üzere Milletler Cemiyeti kuruldu.

Uluslararası barışı korumak amacıyla bir araya gelen Almanya, İtalya, İngiltere, Belçika, Polonya, Fransa ve Çekoslovakya arasında ise 1925 tarihinde Locarno Antlaşması imzalandı. Böylece Almanya uluslararası işbirliğine tekrar dâhil oldu. Bu antlaşmadan kısa bir süre sonra ise Almanya Milletler Cemiyeti’ne de üye oldu. Barışın sürmesi yolundaki çabaların en önemlilerinden biriside 1928 yılında Paris’te ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Çekoslovakya, Belçika, Almanya ve Polonya tarafından imzalanan Briand-Kellogg Paktı oldu. Bu akta aynı yıl SSCB ve Türkiye’de dâhil oldu. Buna göre savunmaya dayanmayan savaş, kanun dışı sayılmıştır.

2.Totaliter Rejimlerin Kuruluşu

a) İtalya’da Faşizm

I.Dünya Savaşı’ndan umduğunu bulamayan İtalya’da ekonomisi de felce uğramıştı. Özellikle asker kaçakları, aydınların maddi ve manevi beklentileri, işsizlik iç politikada ki istikrarı bozdu. Bu durum Benito Mussolini’nin liderliğini yaptığı Faşist Parti’nin işine yaradı. Zamanla taraftar sayısında artış yaşanan bu parti 1919 yılında girdiği seçimlerde meclise giremedi.1922 yılında ülke genelinde yapılan işçi grevlerine destek veren bu partinin sempatizanları yani ‘’Kara Gömlekliler’’ Napoli’den Roma’ya yürüyüş gerçekleştirdiler. Ülkede bir darbe olabileceğini düşünen mevcut hükümet istifa etti ve başbakanlığa Mussolini getirildi.1924 yılından itibaren bu seferde Mussolini’ye karşı muhalefet arttı. Bunun üzerine Mussolini mevcut anayasayı kaldırarak yeni bir anayasa ilan etti. Ceza kanununda değişiklik yaparak kendi partisi haricindeki diğer partileri kapattı. Böylece İtalya’da diktatörlük dönemi de başlamış oldu. Mussolini “ Sürekli barış mümkün ne de faydalıdır. Sadece savaş insan enerjisini en yüksek gerilimde tutar ”.diyerek dış politikasının ne üzerine kuracağını da göstermiştir.

b) Almanya’da Nazizm

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Alman İmparatorluğu yıkıldı ve yerine Cumhuriyet ilan edildi. Ancak Versay Antlaşması’nın imzalanmasıyla Almanya’da iç istikrasızlıklar arttı. Bunun üzerine  ‘’Weimar Anayasası’’ yürürlüğe konularak demokrasiye geçildi ve partiler kuruldu. Bu partilerden bir olan Nazi partisi 1924 yılındaki seçimler sonucunda parlamentoya girdi.1932 seçimlerinde ise en güçlü parti olarak çıktı.1933 yılında Hitler başbakan oldu ve meclisten dört yıllığına olağanüstü yetkiler alarak diktatörlüğünü ilan etti. Gestapo adı verilen gizli bir örgüt kurarak muhalefet ve toplu üzerinde baskı kurdu. Sanatçılar, bilim adamlarına yasaklar getirildi. Kütüphanelerdeki kitaplar okunur okunmaz ibaresi konuldu. Nazi ideolojisiyle uyuşmayan herşey ders kitaplarında çıkarıldı. Naziler bu rejime ‘’Halk Toplumu’’ dediler. Hitler “ Nasyonal-Sosyalist akım onu bugünkü dar yurdundan çıkarıp yeni topraklara doğru yürütmek cesaretini göstermek zorundadır.’’ diyerek dış politika hedeflerini ortaya koydu.

c) İspanya’da Franco Dönemi

İspanya’da 1923’te asker darbe yaparak yönetimi ele geçirdi. 1936 yılında İspanya iç savaşı başladı. Cumhuriyetçiler ile Milliyetçiler arasında süren üç yıllık savaşı Almanya ve İtalya’nın desteklediği General Franco kazandı.
G) İki Savaş Arasında Dünya

I. Dünya Savaşı’ndan sonra siyasi, ekonomik, kültürel, teknolojik ve bilimsel birçok gelişme yaşandı. Bu gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz;

* Sanayide kullanılan petrol ve elektrik evlere girdi.
* Taşıt üretimi arttı. Uluslararası yolcu uçakları faaliyete geçti.
* Şehircilik ve mimari gelişti. Mimari bir akım olan Bauhaus şehir planlamasında öne çıktı.
* ABD’de ‘’ Empire State Building ‘’ yapıldı ve gökdelen sayısında artışlar yaşandı.
* Radyo kullanımı yaygınlaştı. Radyonun kullanılmasıyla ‘’Konuşan Basın’’ denilen dönem başladı.
* Çizgi Film endüstrisi oluştu. Sinema sektörü gelişti.
* Albert Einstein İzafiyet Teorisi ile bilim dünyasında çığır açtı.
* Bazı hastalıkların tedavisi için aşılar ve ilaçlar bulundu. Organ nakline başlandı. Tüberküloz tedavisi için BCG aşısı bulundu.
* Alexander Fleming penisilini keşfetti.
* Psikoloji önem kazandı. Varoluşçuluk ve Fenomenoloji gibi yeni akımlar ortaya çıktı.
* Tarih yazcılığı değişti. Gelenekselleşen tarih yerine yerel, sosyal, ekonomik ve medeniyet konuları ön plana çıktı.
* 1929 yılında iki savaş arası Avrupa ve Dünya’yı özetleyen John Steinbeck’in ‘’Gazap Üzümleri’’ eseri büyük ilgi gördü.
* Bütün toplumu ve burjuva sanatını tamamen ve sert bir biçimde reddeden ve akımın öncülüğünü
* Salvador Dali’nin yaptığı‘’Sürrealizm’’( Gerçeküstücülük) ve ’Ekspresyonizm’’ (Dışa vurumculuk) akımları ortaya çıktı.
* ABD’de başlayan ‘’Caz’’ tüm Avrupa ülkelerinde yayıldı.

H) Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası

Lozan Barış Anlaşmasıyla uluslar arası alanda bağımsızlığını kazanan Türkiye,1923 -30 yılları arasında Lozan’dan kalan sorunları çözmeye uğraşırken,190-38 arasında ise uluslararası barışa katkı sağlamak ve yaklaşan II. Dünya Savaşı tehlikesine karşı sınırlarını güvence altına almak istemiştir. Dış politikada Atatürk’ün ‘yurtta barış, dünyada barış’ sözünü ilke edinen Türkiye barışçı bir politika izlemeye çalışmıştır.

1)Dış Politikadaki Gelişmeler
a)Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girişi ( 18 Temmuz 1932 )

1930’lardan itibaren Avrupa’da gruplaşmaların belirli bir durum alması uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmeye başladı. Türkiye’nin bölgede yükselen bir güç olduğunu gören Batılı ülkeler, Türkiye’yi Milletler Cemiyeti bünyesine katmak istedi. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti Türkiye’yi üyeliğe resmen davet etti.9 Temmuz 1932 yılında Büyük Millet Meclisi Cemiyete katılma kararı aldı.

b-Balkan Antantı ( 9 Şubat 1934 )

I. Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’nın Balkanlar’da ve Doğu Akdeniz’de yayılmacı bir politika izlemesi Balkan devletlerini tedirgin etti. Kendi aralarında da sorunları bulunun Balkan ülkeleri kendilerine yönelen tehlike karşısında ortak hareket etme kararı aldı. Özellikle Yunanistan ile devam eden sorunlarımızın çözülmesi iki taraf arasında dostane ilişkilerin başlamasına zemin hazırladı. Hatta Yunan başbakanı Venizilos Atatürk’ü 12 Ocak 1934’te Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi. Bu gelişmeler üzerine bir araya gelen Türkiye, Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya arasında 9 Şubat 1934’te Balkan Paktı kuruldu. Buna göre; imzacı devletler Balkanlardaki sınırlarını korumak ve bölgede yayılmacı siyaset izleyen devletlere karşı ortak hareket etme kararı aldılar. Bu antant ilerde Türkiye’nin Montrö Konferansı’nda ortak bir tavır belirleyerek Türkiye’yi desteklemiş ve Boğazlar statüsünün Türkiye lehine değişmesine katkı sağlamıştır.1936 yılından itibaren yayılmacı devletlerin politikaları karşısında başarılı olmayan antant II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla önemini yitirmiştir.

c-Montreux ( Montrö ) Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936 )
Lozan Antlaşması ile “Uluslararası Boğazlar Komisyonu”na bırakılmasını kabul eden Türkiye,1930’lardan itibaren yayılmacı bir politika izleyen İtalya’ya karşı bu sorunu ilk defa 1933 yılında toplanan “Londra Silahsızlanma Konferansı” nda dile getirdi. İtalya’nın 1935’te Habeşistan’a saldırması, Almanya’nın da Ren Bölgesi’ne asker sevk etmesi üzerine Türkiye Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesi konusunda harekete geçti. Bu süreçte de SSCB, Balkan Antantı’na üye olan devletler Türkiye’ye destek verdi. İngiltere ise İtalya’nın amaçlarını bildiği için bu girişimi desteklediğini bildirdi. Türkiye sorunun çözülmesi amacıyla bir konferans yapılmasını istedi. Bunun üzerine 22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö kentinde konferans toplandı. Türkiye, Avustralya, İngiltere, Yunanistan, Japonya, Romanya, SSCB, Fransa ve Yugoslavya arasında Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Buna göre; Boğazlar Komisyonu kaldırılarak Türkiye’ye Boğazlar ve çevresinde asker bulundurma hakkı verildi. Savaş gemilerinin geçişi de Türkiye’nin iznine bırakıldı. Türkiye’nin girmediği bir savaşta ise savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi yasaklandı.

d-Sadabat Paktı ( 8 Temmuz 1937)

İtalya’nın ve Almanya’nın yayılmacı politikaları karşısında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Tahran’da Şah’ın yazlık Sadabat Sarayı’nda karşılıklı imzalar atılarak bu pakt kuruldu. Buna göre pakta üye devletler birbirlerine saldırmayacak ve bölgede barış ve istikrarın korunması amacıyla çalışacaklardır. Yapılan bu girişim İslam dünyasında da olumlu karşılandı.1939 tarihinde II. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla pakt önemini yitirdi. Savaştan sonra durum normalleşince İran paktın canlandırılması için tekrar görüşmelere başladı. 1955 yılında Bağdat Paktı’nın kurulmasıyla, Sadabat Paktı önemini iyice yitirdi.1980’de İran-Irak Savaşı’nın çıkmasıyla pakt ömrünü tamamladı.

e- Hatay Meselesi ve Hatay’ın Anavatana Katılması (30 Haziran 1939 )

1935’te Fransa, Suriye ve Lübnan üzerindeki mandasını kaldırdı ve İskenderun Sancağı’nı da Suriye’ye bıraktı. Bu durum Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı. İtalya ve Almanya’nın yayılmacı politikalarını 1936 tarihinde artırmasıyla Fransa Türkiye ile ilişkilerini yumuşatma eğilimine gitti. Fransa sorunu Milletler Cemiyeti’ne götürme teklifinde bulundu. Cemiyet ise İskenderun ve Antakya’nın içişlerinde serbest, dış işlerinde ise Suriye’ye bağlı olması kararını aldı. Daha sonra Fransa ile yapılan müzakereler soncu Hatay’ın toprak bütünlüğünün her iki ülke tarafından korunması kararı alındı ve Türk askeri Hatay’a girdi.

1938 yılında ise her iki ülkenin gözetiminde yapılan seçimler sonucu ‘Hatay Cumhuriyeti’ kuruldu. İlk Cumhurbaşkanı Tayfun Sökmen olurken, Başbakanlığına da Abdurrahman Melek getirildi. Hatay devleti yöneticilerin Türkiye’ye katılma talebi ile toplanan Hatay Millet Meclisi 1939 yılında yaptığı toplantı sonucu Hatay’ın anavatana katılması kararı aldı.23 Temmuz 1939 günü yapılan bir törenle ise Hatay Türkiye’ye katıldı.

II. BÖLÜM

II. DÜNYA SAVAŞI (1939-45)

Savaş Öncesindeki Gelişmeler

Japonya

Japonya, 1920’li ve 1930’lu yıllarda Uzak Doğu’nun en güçlü devleti oldu. Japonya, 1931’de Mançurya’yı işgal ederek Çin’e yöneldi. Asya’daki faaliyetlerinde serbest kalmak amacıyla, 1933’de Milletler Cemiyetinden; 1934’te Washington Antlaşması’ndan çekildi. Aynı zamanda 1934’te, ‘’Asya, Asyalılarındır.’’ diyerek Batılıların Çin’le olan münasebetlerini kesmelerini istedi. Japonya’nın yayılmacı politikası, Uzak Doğu’da güçler dengesini bozdu. Bu bölgede çıkarları olan İngiltere ve ABD gibi devletler, önce Japonya’nın bu tutumuna tepkisiz kaldı. Ancak Japonya’nın 1937’de Çin’e saldırması üzerine bu devletler Çin’e yardıma başladı. 1938’de Japonya doğu ve orta Çin’in topraklarını ele geçirdi. Batılıların doğu Asya’dan atılmasını öngören ‘’Yeni Düzen’’i ilan etti. Japonya’nın emperyalist tutumu nedeniyle Uzak Doğu, II. Dünya Savaşı’nın cephelerinden biri oldu.

İtalya

İtalya’nın uzun süreden beri gerçekleştirmek istediği sömürgecilik emelleri, Mussolini ile birlikte ‘’Roma İmparatorluğunun yeniden kuruluşu’’ adı ile milli bir ideal hale geldi. İtalya’nın bu dış politikası rahatsızlık kaynağı oldu. İlk problem Yugoslavya ile yaşandı. ‘’Serbest Şehir’’ olarak bağımsızlık statüsüne kavuşturulan Fiume, Mussolini’nin Yugoslavya’ya baskısı sonucunda 1924’te İtalya’ya katıldı.

Milletlerarası bir komisyonda görevli İtalya temsilcisinin Yunanistan’da öldürülmesi üzerine İtalya, Yunanistan’a ait Korfu Adası’nı işgal etti.

1924 yılı sonunda İtalya, Arnavutluk’taki bir iç meseleyi fırsat bilerek ekonomik ve siyasi desteği ile Arnavutluk’u nüfuzu altına aldı.

Ayrıca 1931’de Japonya’nın Mançurya’ya saldırması, Almanya’nın Versay şartlarından kurtulma girişimlerine İngiltere ve Fransa’nın tepkisiz kalması İtalya’yı Habeşistan’ın işgali konusunda harekete geçirdi. İtalya’nın 1934’te başlattığı Habeşistan saldırısı 1936’da işgalle sonuçlandı. İtalya’nın Habeşistan’a saldırısı ile Almanya, Locarno Antlaşması’nı feshetti. Avrupa’daki mevcut durum bozuldu.

Almanya

Hitler’le birlikte Alman dış politikası yeniden şekillendi. Bu politikanın ilk hedefi Versay Antlaşması’nın maddelerinden kurtulmaktı.  İkinci hedefi Almanya dışında Almanların yaşadıkları toprakları almak ve topraklarını sınır tanımadan genişletmekti.

1 Mart 1935’te Versay Antlaşması’yla Fransa’ya bırakılan Saar Bölgesi, halk oylaması sonucunda Alman yönetimine geçti. Versay’ın getirdiği askeri kısıtlamalardan kurtulmak isteyen Almanya, gizlice silahlanmaya başlayarak Ekim 1933’te Silahsızlanma Konferansı ve Milletler Cemiyetinden çekildi. 1934’ten itibaren kara, deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirme çalışmalarını başlattı. Modern silah, araç ve gereç yapımına önem vererek asker sayısını 300 bine çıkardı. Daha sonrada askerliği zorunlu hale getirip asker sayısını 550 bine çıkardı.

Versay Barış Antlaşması’nı tamamen ortadan kaldırmaya kararlı olan Almanya, 7 Mart 1936’da, askerden arındırılan Ren Bölgesi’ne asker gönderdi. Fransa bu durumu kabul etmek zorunda kaldı. Almanya, 13 Mart 1938’de de Avusturya ile birleştiğini ilan ederek burayı ilhak etti.

Çekoslovakya’nın Südetler bölgesinde 3,5 milyon Alman yaşamaktaydı. Burayı ilhak etmek isteyen Hitler’in bu ülkedeki Nazilerin çıkardıkları karışıklıklardan yararlanmak istemesi, iki ülke ilişkilerini bir bunalıma dönüştürdü. Hitler, 28 Mayıs 1938’de Çekoslovakya’yı işgal etme kararı aldı. Ara buluculuk faaliyetlerinin sonuç vermemesi Avrupa’da genel bir savaş ihtimalini ortaya çıkardı. İngiltere’nin önerisi üzerine Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere arasında 29 Eylülde Münih Konferansı toplandı. Bu konferansta Südet, Almanya’ya verilirken Çekoslovakya toprakları İngiltere ve Fransa’nın garantisi altına alındı. Münih Konferansı’na davet edilmeyen ve Çekoslovakya ile ilgili kararlarda kendisine danışılmayan SSCB, Batılı devletlerden uzaklaşıp Almanya’ya yakınlaştı.

Münih Konferansı’nın ardından 2 Ekimde Polonya, Çekoslovakya’nın Teschen Bölgesi’ni işgal etti.

Savaş Yılı: 1939

Münih Konferansı’yla Çekoslovakya’dan Südet bölgesini alan Almanya, 15 Mart 1939’da Prag’a girerek Çekoslovakya’yı işgal etti. Tamamı Almanlardan oluşmayan Çekoslovakya’nın işgaliyle, ‘’Hayat Sahası’’ politikası uygulamaya koyuldu. Hitler Memel’i de Litvanya’dan istedi ve imzalanan bir antlaşma ile Memel Alman yönetimine geçti.

Almanya’nın işgallerinden cesaret alan İtalya, 7 Nisanda, 1926’dan beri nüfuzu altında Arnavutluk’u işgal etti. Bu işgal Almanya tarafından desteklenirken İngiltere ve Fransa tarafından sert tepkiyle karşılandı. Alman ve İtalyan ittifakı 22 Mayısta ‘’Çelik Pakt’’ ile pekiştirildi.

Almanya’nın ticari bir anlaşmayla Romanya’yı da nüfuzu altına alması, İngiltere’nin yatıştırma politikasından vazgeçmesinde etkili oldu. Almaya, Versay’la serbest şehir statüsüne geçirilen Danzig’i Polonya’dan istedi. Bu istek kabul edilmeyince Almanya Polonya’yı işgal etmeye karar verdi. Ancak İtalya’nın 1942 yılı sonuna kadar savaşa girmeyeceğini bildirmesi üzerine Almaya SSCB’ye yaklaştı. 23 Ağustosta ‘’SSCB – Almanya Saldırmazlık Paktı’’ imzalandı. Almanya’nın 1 Eylülde Polonya’ya saldırması üzerine İngiltere ve Fransa 3 Eylülde Almanya’ya savaş açtı.

II. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra SSCB’nin de katılmasıyla Polonya işgali hız kazandı. Daha sonra SSCB, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı işgal etti. Finlandiya bütün çabalarına rağmen bazı sınır bölgelerini SSCB’ye vermek zorunda kaldı (1940).

SAVAŞ YILLARI

3 Eylül’de Almanya’ya karşı savaş ilan eden Fransa ve İngiltere, hemen savaşa girebilecek güçte değildi. Bu yüzden Mihver Devletler savaşın ilk üç yılı içerisinde müttefiklere karşı üstünlük sağladı. Savaş, Avrupa, Pasifik ve Kuzey Afrika olmak üzere üç cephede cereyan etti.

Avrupa’da Savaş

İngiltere ve Fransa, Alman ekonomisini zayıflatarak savaşın süresini kısaltmak istedi. Bu iki devlet, İsveç’te Norveç yoluyla Almanya’ya gelen kömür cevherinin gelişini durdurmak için Norveç kıyılarını mayınladı. Bunun üzerine Fransa’ya saldırmayı planlayan Almanya, Danimarka ile Norveç’i ele geçirdi. 10 Mayıs 1940’ta Hollanda, Belçika kısa sürede ele geçirdi. Ardından Almanya Fransa’nın kendileri için oluşturduğu savunma hattını (Maginot Hattı) aşarak Fransa’yı ele geçirdi. 22 Haziranda Almanya ile Fransa ateşkes kararı aldı. Yapılan anlaşma ile Fransa topraklarının büyük bir bölümünü işgal eden Almanya, kalan bölümde de kendi kontrolünde Vichy hükümetini kurdu. Ağustos sonlarında Hitler, İngiltere’ye karşı hava saldırısı başlattıysa da başarılı olamadı. Hitler, hava ve deniz kuvvetleri açısından üstün olan İngiltere’ye karşı başarı kazanmanın zor olduğunu anladı. Hayat sahası için gerekli zenginlikleri doğuda aramaya karar vererek SSCB’yi hedef seçti. Aynı zamanda SSCB’nin Alman hayat sahası içindeki Balkanlar ve Boğazlara doğru genişlemesi ve silahlanması, Almanya’nın çıkarlarına uygun değildi. Finlandiya’nın işgalinde SSCB ordusunun zorlanması Hitler’i saldırı için cesaretlendirdi.

Almanya, SSCB işgalinden önce Balkanlara yönelerek Romanya ve Bulgaristan ile ittifak antlaşmaları yaptı. Kısa sürede Yugoslavya ve Yunanistan’ı ele geçirdi. Daha sonra 22 Haziran 1941’de SSCB’ye saldırarak ‘’Barbarossa’’ harekâtını başlattı. Bu harekâtla 6 ay içinde SSCB’yi teslim almak isteyen Almanya, iklim şartlarından dolayı hedefine ulaşamadı. Buna karşılık iklime alışık Ruslar, Alman hatlarının en ileri uzantılarını durdurarak sınırlı da olsa onları geriletti.

Almanya, 1942 ilkbaharında ikinci saldırıya geçti ise de Moskova düşmedi. Aynı zamanda Almanya güneye doğru yöneldi. Amacı Kafkaslar üzerinden İran’a geçerek petrol kaynaklarını ele geçirmek, Batılıların İran yolu ile SSCB’ye yardımını engellemek ve Hindistan’a ulaşarak Japonya ile birleşmekti. Alman ordusu Mayıs ayında Kırım’ı alarak Kafkaslara girdi ve ‘’Maikop petroller bölgesi’’ düştü. Böylece SSCB’nin kömür ve elektrik kaynaklarının yarısı ele geçirildi. SSCB’nin orduları Stalingrad’a çekildi. 22 Ağustosta Stalingrad’da başlayan ve üç ay süren mücadele, Almanların yenilgisiyle sonuçlandı. Bu yenilgi Mihver Devletler için bir dönüm noktası oldu.

Kuzey Afrika’da Savaş

1940’ta Fransa savaş dışı kalırken İtalya’nın savaşa girmesi Akdeniz ve Doğu Afrika’da İngiltere’yi zor durumda bıraktı. Savaşın ilk haftalarında İtalya, Cebelitarık, Malta, İskenderiye ve Süveyş’i; İngiltere ise Rodos’u ve İtalya’nın endüstri bölgelerini bombaladı.

Akdeniz’e kesin hâkim olmak isteyen İtalyanlar bu kolay başarıdan sonra İngilizleri tüm Afrika’dan çıkarabileceklerini düşünüp Süveyş harekatına karar verdiler. 1940 Eylülünde İtalyanlar, Trablusgarp üzerinden saldırıya geçerek bir haftada 150 km batısına kadar geldiler. Bu noktada karşı saldırıya geçen İngilizler, beş gün içinde Mısır’dan çıkardığı gibi Mart 1941’de İtalyan işgalindeki Bingazi’yi ele geçirdiler.

İtalya, 31 Mart 1941’de Almanya’nın müdahalesi ile Kuzey Afrika’da yeni bir harekât başlattı. Almanya, bu harekâta büyük önem veriyordu. Plana göre İtalya güneyden; Almanya Kafkaslar ve İran üzerinden Mısır’a gelip Orta Doğu Bölgesi’ni kıskaç içine alacaktı. Japonya’nın, Birmanya ve Hindistan üzerinden İran’a gelmesiyle savaş sona erecekti. Bu yüzden Almanya, bu harekâta hem kara hem de hava kuvvetleri ile destek verdi.

Bingazi, Derne, Tobruk ve Sallum ortak Almanya – İtalya saldırısı ile İngiltere’den alındı. Bu durum üzerine İngilizler karşı saldırıya geçerek Alman – İtalyan kuvvetlerini Mısır ve Libya’dan attıkları gibi Bingazi’ye kadar ilerleyişini de sürdürdü. Bu harekâtla İngiltere İtalya’nın sömürgelerini elinden alırken Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünü ele geçirdi.1943 Mayısına gelindiğinde tüm Alman ve İtalyan birlikleri teslim oldu. Müttefikler 250.000 kadar Mihver askerini tutsak aldılar. Bundan sonra müttefikler Avrupa’ya yöneldi.

Asya ve Pasifik’te Savaş

Savaş Öncesi ABD

II. Dünya Savaşı çıktığı zaman Amerikan kamuoyu, Hitlerin diktatör (totaliter) rejimi, saldırgan politikası, Yahudilere karşı tutumu, demokratik rejimlere karşı bakışı ve antlaşmaları çiğnemesi sebebiyle Almanya’ya karşıydı. Ancak tarafsızlık politikası gereği ABD başkanı Roosevelt, savaş sırasında bir demeç vererek Amerikan halkından düşüncelerinde bile tarafsız kalmalarını istedi. Alman ilerleyişi durdurulamayınca 1940’da İngiltere’ye para ve silah yardımı yaptı. 1941’de Amerika ‘’Ödünç Verme ve Kiralama Yasası’’nı çıkardı. Buna göre her ülke yiyecek ve savaş malzemesini dâhil her türlü yardımı ‘’bedeli savaş sonunda ödenmek şartıyla’’ alabilecekti.

9 – 10 Ağustos 1941’de ABD ve İngiltere bir araya gelerek Atlantik Bildirisi’ni yayınladı.

Pearl Harlbour Baskını ve ABD’nin Savaşa Girişi

Japonya, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Pasifik bölgesinde ABD ve İngiltere’nin baskısı altında kalmıştı. Japon yöneticiler II. Dünya Savaşı ile bu baskıdan kurtulmak istedi. İlk adım olarak da Hainan Adası’nı ele geçirdi. 1940’ta da Fransa, Almanya’ya yenilince Almanya’nın Vichy hükümetine baskısı sonucu Japonya, Fransa’ya ait Çinhindi’nden stratejik üsler aldı.

Roosevelt, Japonya’ya petrol ambargosu koyarak Japon ekonomisini yıprattı. Bu meseleyi diplomatik yollarla çözemeyen Japonya, 7 Aralık 1941’de ABD’nin Pasifik üstünlüğünü simgeleyen Hawaii takımadalarından Honolulu’daki deniz ve hava üssü Pearl Harlbour’a saldırdı. Kısa sürede ABD’nin Pasifik Donanması’yla hava filosunun büyük bölümü etkisiz hale getirildi. Bu saldırı üzerine ABD savaşa girmiş oldu. Ancak Japonya’nın ABD’nin Hawaii’deki petrol depolarını vurmaması ve askeri açıdan önemli bir üssü işgal etmemesi, harekâtın stratejik açıdan başarılı olmasını engelledi.

Pasifik Savaşları

1942’te gelindiğinde Almanya Avrupa’da; Japonya Uzak Doğu’da üstünlüğü elinde tutmaktaydı. Japonya, Pearl Harlbour saldırısından sonra güneye doğru yöneldi. ABD’nin Manila; İngiltere’nin ise Singapur ve Hong Kong’ta üslerini ele geçirdi. Nisan 1942’de Japonya, Avustralya’da durduruldu. Mayısta Amerikan ve Japon filoları Mercan Denizi’nde karşılaştı ve Japonya burada yenildi. Savaş sırasında ABD donanmasının toparlandığını gören Japonya, vakit kaybetmeden ABD’nin Midway üssüne saldırı planladı. 4 Haziranda gerçekleştirilen Japonya’nın Midway saldırısı, başarısızlıkla sonuçlandı. Bu gelişme Pasifik’teki savaşın seyrini etkileyecek bir dönüm noktası oldu.

BARIŞA DOĞRU

Avrupa’da Savaşın Sona Ermesi

14 – 24 Ocak 1943’te Roosevelt ve Churchill, Kazablanka Konferansı’nda aldıkları kararla ‘’Mihver Devletlerin kayıtsız şartsız teslim alınması’’ için harekete geçtiler.

İtalya’yı Kuzey Afrika’dan atan Müttefikler Avrupa’ya yöneldi. Saldırı için en uygun yer İtalya idi. İngiltere ve ABD’nin bu harekâtı Stalingrad ölçüsünde bir başarı olmamakla beraber Mihver Devletlerin Avrupa’daki yenilmezliği sona erdi. Müttefikler ancak Haziran 1944’te Roma’ya girip 1945 yılının başında Kuzey İtalya’yı ele geçirebildi.

6 Haziran 1944’te Alman işgali altındaki Fransa’ya İngiliz ve ABD birlikleri Normandiya kıyılarından girmeye başladılar. Almanların çok iyi tahkim ettikleri için hiç beklemedikleri Normandiya’dan Müttefik donanması büyük bir çıkartma yaptı. Müttefik birlikleri büyük kayıplara rağmen başarılı oldu ve Fransa’nın güneyinden gelen birliklerle birleşerek 26 Ağustosta Paris’e ulaştı.

II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru gelecekteki barışın esaslarını saptamak amacıyla Roosevelt, Churchill ve Stalin arasında 4 – 11 Şubat 1945’te Yalta Konferansı yapıldı. Churchill, Balkanlardaki İngiliz etkisinin sona ermesinden, savaş sonunda ABD’nin Avrupa’dan çekilmesinden sonra güçlü bir SSCB ile tek başına kalmaktan çekiniyordu. Bu nedenle, Fransa’nın da Almanya ve Avusturya’nın işgaline katılmasını sağladı. SSCB, Doğu Avrupa’dan ordularını çekmek ve serbest seçimlerin yapılmasını sağlamak için söz verdi. Ancak çekilmenin şartları ile Polonya’nın gelecekteki sınırları konusunda açıklık getirmedi. Almanya’dan tazminat almayı da garantileyen SSCB, Japonya’ya karşı savaşa girmesine karşılık kurulacak Birleşmiş Milletlerde üç sandalye (Sovyetler Birliği, Belarus ve Ukrayna) aldı. Böylece SSCB konferanstan en karlı çıkan devlet oldu. Konferansta SSCB’nin Japonya’ya karşı savaşa girmesi karara bağlandı.

Daha sonra gerçekleşen San Francisco Konferansı sırasında 7 Mayıs 1945’te Almanya kayıtsız şartsız teslim olmuş ve Avrupa’da savaş sona ermişti. Bunun üzerine Müttefikler arasında Berlin yakınlarında Potsdam’da ABD, İngiltere ve SSCB arasında 17 Temmuz – 2 Ağustos tarihleri arasında yeni bir konferans toplandı. Bu konferansa SSCB adına Stalin, ABD adına Truman katıldı. İngiltere Başbakanı Churchill ise konferans sürerken ülkesindeki seçimlerde yenilgiye uğrayınca yerini rakibi Attle’ye devretti.

Potsdam Konferansı’nda, Almanya’nın teslim olmasından sonra ortaya çıkan sorunlar, yapılacak olan barış antlaşmalarının temel şartları ve yöntemleri belirlendi. Görüşmelerde Avrupa, Müttefiklerin istekleri doğrultusunda şekillendirildi. Almanya, dört işgal bölgesine ayrılarak ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB yönetimine bırakıldı. Ayrıca Almanya için ekonomik ve askeri kısıtlama ve yükümlülükler getirildi. Savaş suçlularının tutuklanmasına ve diğer ülkelerde bulunan Almanların Almanya’ya götürülmesine karar verildi. Avusturya ve başkenti Viyana’nın dört işgal bölgesine ayrılması, İtalya ile koşulları ağır olmayan bir barış anlaşması imzalanması karara bağlandı.

Pasifik’te Savaşın Sona Ermesi

6 Ağustosta Hiroşima’ya atılan ilk atom bombası ile 70.000 kişi, 9 Ağustosta Nagazaki’ye atılan ikinci bomba ile 80.000 kişi öldü. ABD’nin Hiroşima üzerine atom bombası kullanmasının ardından SSCB, 8 Ağustosta Japonya’ya savaş ilan etti ve Mançurya’yı ve 38. enlemin kuzeyindeki Kore topraklarını işgale başladı. Japonya, Nagazaki’nin bombalanması üzerine barış istemişti. Japonya 14 Ağustosta kayıtsız şartsız teslim oldu. 2 Eylül 1945’te ateşkes antlaşması imzalandı ve II. Dünya Savaşı sona erdi.

SAVAŞIN ETKİLERİ

Siyasi Sonuçlar

II. Dünya Savaşı’nın Müttefiklerce kazanılması ile Faşizm ve Nazizm gibi akımlar tasfiye edildi. Asya, Afrika ve Orta Doğu’da yaşayan halklar, II. Dünya Savaşı’nda, emperyalist devletlerin zayıflığını görerek bu devletlere karşı mücadeleye başladı. 1942’de Hindistan, Endonezya gibi ülkelerde milli kurtuluş hareketleri oluştu.

Savaşın mağlup devletleri İtalya ve Almanya’nın toprakları işgal edildi. Müttefik ordularının denetimi altında başkentleri Berlin ve Viyana da dâhil olmak üzere, Almanya ve Avusturya toprakları dört işgal bölgesine ayrıldı. Savaşın diğer mağlup devletleri Japonya, ABD orduları tarafından işgal edildi.. Avrupa kıtasının yarısına hâkim olan SSCB, savaş sonunda büyük bir güç haline geldi.

II. Dünya Savaşı’ndan en az etkilenen ABD, atom bombasına sahip olmakla önemli bir avantaj elde etti. Birleşmiş Milletlerin New York’u, Uluslararası Para Fonunun (IMF) Washington’u merkez olarak seçmesi ABD’nin gücünü ve Avrupa merkezli uluslararası sistemin sona erdiğini göstermekteydi..

II. Dünya Savaşı sırasında dünya barışını sağlamak amacıyla ABD ve İngiltere, Atlantik Bildirisi’ni yayınlayarak Birleşmiş Milletler Teşkilatının temelini attı. Şubat 1945’te Yalta Konferansı’nda ABD, İngiltere ve SSCB, Mart 1945’e kadar Mihver Devletlere savaş ilan eden devletlerin Birleşmiş Milletlere üye olarak kabul edilmesine karar verdi. Aynı yıl Birleşmiş Milletleri resmen kurmak için San Francisco Konferansı toplandı. Bu konferans’ta ABD, SSCB, İngiltere, Çin ve daha sonra Fransa’nın katılımıyla oluşan büyük devletler teşkilat üzerinde kesin üstünlük kurmak ve bunu antlaşmaya eklemek istedi. Konferans sonunda Birleşmiş Milletler Antlaşması kabul edilerek Birleşmiş Milletler Teşkilatı kuruldu ve Milletler Cemiyeti 19 Nisan 1946’da yetkilerini bu Teşkilata devretti.

Ekonomik Sonuçlar

Washington’da, 45 ülkenin imzasıyla ‘’Uluslararası Para Fonu’’ (IMF) kuruldu. Ayrıca ‘’Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’’ oluşturularak üye devletlerin yeniden yapılanma ve kalkınma çabalarına maddi destek sağlanması amaçlandı.

Toplumsal Sonuçlar

Hava saldırıları, karne uygulaması, işgal edilen ülkelerin talan edilmesi, sivil esirlerin öldürülmesi, verem, tifüs gibi hastalıkların yayılması ayrıca Nazilerin üstün ırk yaratma gayesiyle engellileri, Yahudileri, Romanları, Sintileri, ten rengi farklı olanları toplama kamplarında yok etmeleri neticesinde 60 milyona yakın kişi hayatını kaybetti. Bunlardan yaklaşık 21 milyonu SSCB vatandaşı, 13,5 milyonu Çinli, 7 milyonu Alman’dı.

İnsan Hakları İhlalleri

Kasım 1945’ten Ekim 1945’ya kadar Nürnberg’de, uluslararası bir mahkeme tarafından suçlu görülen Nazi Alman yöneticileri, Nazi Partisi siyasi liderleri ve diğer suçlular da mahkeme karşısına çıkarılarak yargılandı. II. Dünya Savaşı’nda yaşananlardan dolayı ‘’Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin sözleşme’’ 9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edildi. Savaş sırasında işlenen insanlık suçları ‘’soykırım’’ olarak adlandırıldı. Bu kapsama giren suçlar ve suçluların cezalandırılması ile ilgili kararlar alındı. 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Teşkilatı, ‘’İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’’ni kabul etti.

E. SAVAŞ YILLARINDA TÜRKİYE

II. Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası

İngiltere, Türkiye’nin kendi yanında savaşa katılması durumunda her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu belirtti. Yunanistan’ın Almanlarca işgali ve Bulgaristan’ın Mihver Devletler safında savaşa girmesi, Türkiye sınırına kadar dayandırdı. Bu gelişmelerden sonra Almanya, Türkiye ile İngiltere’nin yakınlaşmasını önlemeye çalıştı. 18 Haziran 1941’de Almanya ile Türkiye arasında bir saldırmazlık paktı imzalandı. 22 Haziranda Alman ordularının SSCB üzerine saldırıya geçmesiyle Türkiye üzerindeki baskı azaldı.

Almanların Kasım 1942’de Stalingrad yenilgisinden sonra Müttefiklerin Türkiye üzerindeki beklentilerinin artmasıyla İngiltere ve Türkiye 30 Ocak 1943’te Adana Konferansı’nda bir araya geldi. Yapılan Görüşmelerde, Türkiye’nin savaşa katılmak için hazırlıksız olduğu ve özellikle SSCB’nin savaştan galip çıkması halinde duyduğu ciddi endişeler dile getirildi. Bunun üzerine İngiltere ve Türkiye dışişleri bakanları 5-6 Kasım tarihlerinde Kahire’de bir araya geldi. Türkiye Müttefiklerin savaşa girmesi konusundaki teklifleri reddederek savaş dışı kalmayı sürdürdü.

Müttefiklerin isteği üzerine Türkiye’yi savaşa katılma konusunda ikna etmek isteyen Roosevelt ve Churchill, İnönü’yü Kahire’ye davet etti. Böylelikle 4-6 Aralık gerçekleşen Kahire görüşmelerinde İnönü Türkiye’nin ihtiyacı olan silah ve malzemenin sağlanması şartıyla savaşa katılmayı ilke olarak kabul etti. Ancak 1944 yılı başlarında Türk ve İngiliz askeri yetkililerinin Türkiye’nin ihtiyaçlarının tespiti konusundaki çalışmaları sonucu ulaşamamıştır.

Türkiye 23 Şubat 1945’te savaş sonrası düzenin oluşturulacağı San Francisco Konferansı’na katılabilmek ve Yalta Konferansı kararları uyarınca Birleşmiş Milletler Teşkilatının asil üyeleri arasında yer alabilmek için Almanya’ya savaş açtı.

2. II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Etkileri

Türkiye II. Dünya Savaşı’na fiilen katılmamasına rağmen, savaşın getirdiği ağır ekonomik şartları tümüyle yaşadı.

Savaş yıllarında Türkiye’de izlenen ekonomik politika, büyümeyi ve gelişmeyi hızlandırmak hedefinden ziyade mal darlığını hafifletmek, fiyat artışlarını frenlemek, karaborsa ile mücadele etmek ve sosyal adaleti sağlamak gibi hedeflere yönelmiştir. Bu malların yüksek kar elde edilerek satılması mevcut hükümetleri bazı kararlar almak zorunda bıraktı. Yersiz fiyat yükselmelerine engel olmak amacıyla fiyatları yükseltilen maddelere “narh koyma“ bu kararlardan bir tanesiydi. 18 Ocak 1940’ta çıkan ve 1942’de değişikliğe uğrayan “Milli Korunma Kanunu“ alınan tedbirlerin dayanak noktası oldu. Bu kanun ile üretim, dağıtım ve tüketim ilişkileri tümüyle devlet kontrolü altına alındı. Milli Korunma Kanunu’nun 6. Maddesine dayanarak Petrol Ofisi, Et ve Balık Kurumu gibi bazı kurumlar oluşturuldu.

1942’de büyük kentlerde karne uygulamasına geçildi. Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı gibi yeni kurumlar oluşturuldu. Her ülke savaş zamanlarında az çok görülen karaborsa ve fiyat artışları kent nüfusunu etkiledi.Aşırı ve vergilendirilemeyen kazançlar ile yüksek enflasyon da dikkate alınarak Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi olmak üzere iki olağanüstü vergi uygulaması getirildi.

Varlık Vergisi Kanunu, 11 Kasım 1942’de kabul edildi. Verginin amacı savaşı fırsata dönüştüren işletmelerin haksız kazançlarının önüne geçmekti. Fakat varlık vergisi uygulamada sermaye sahibi bazı gayrimüslim yurttaşların aleyhine bir takım sonuçlar doğurdu. Yurt içinde ve yurt dışında tartışmalara yol açan vergi uygulaması 15 Mart 1944’te kaldırıldı. Varlık vergisi alınmayan çiftçilerden de 1944’te ayni olarak alınan Toprak Mahsulleri Vergisi 1946’da kaldırıldı.

Türkiye’de yaşanan ekonomik sıkıntılar sonucunda 1940 ve 1945 yıllarında nüfus artışında azalma görüldü. Ayrıca ‘’II. Beş Yıllık Sanayi Planı“ ise uygulanamadı.

Bu dönemde savaş şartlarına rağmen devlet harcamalarının bir kısmı eğitim ve kültüre ayrıldı.   Bir yandan ilkokul yapımına hız verilirken diğer taraftan 1940’ta çıkarılan bir kanunla köylülerin kendi yörelerinde ve pratik bilgilerle eğitilmesini öngören Köy Enstitüleri kuruldu.

Şiirde serbest nazımı savunan Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu, Melih Cevdet Anday’ın öncülüğünü yaptığı “Garip Akımı“ bu dönemde ortaya çıktı. Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Behçet Necatigil ve Sait Faik Abasıyanık bu dönemin önemli şair ve yazarlarındadır.

Ankara Radyosu deneme yayınlarından sonra 1943’te sürekli yayına geçti. Bu dönemde halk müziği derleme çalışmalarının dinleyenlere sunulduğu “Yurttan Sesler’’ programları yapıldı. Sadettin Kaynak başta olmak üzere bazı bestekârlar ise halk türküsü tarzında şarkılar bestelediler. Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Perihan Altındağ Sözeri gibi dönemin önemli sanatçıları radyo programları ve taş plaklarla kendilerini halka tanıttılar.

III. BÖLÜM

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ

II. Dünya Savaşı’nda sonra dünyada bir kere daha güçler dengesi değişti. İngiltere ve Fransa savaşı kazanan devletler olduğu halde ekonomik ve askeri alanlarda büyük zarar gördüler. Bu ortamda savaştan askeri, ekonomik ve siyasi alanda en karlı çıkan devletler SSCB ve ABD oldu.

Savaş sonunda SSCB dış politikasını kendi rejimini yaymak olarak görürken, bu politikadan rahatsız olan ve SSCB’nin tehditlerine maruz kalan devletler ise ABD’ye yaklaştı. Dünya tekrar iki kutba ayrılarak uzun yıllar her alanda birbirlerine üstünlük sağlamak isteyen SSCB ile ABD arasında yaşanacak ‘Soğuk Savaş’ dönemini başlattı. Bu sürecin içinde yer almak istemeyen ve yeni bağımsızlığını kazanan devletler ise Üçüncü Dünya’ya da ‘Bağlantısızlar’ adı verilen bir blokta yer almayı tercih ettiler.

A. BLOKLARIN KURULUŞU

1. Doğu Blok’unun Kurulması

SSCB savaş sonunda ise işgal ettiği bölgelerden çekilmeyerek kendi rejimini yaymaya başladı. Özellikle Bulgaristan, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan ve Romanya’da muhaliflerin tasfiye edilmesini sağlayarak kendine yakın uydu devletler kurdu. Savaş sırasında işgal ettiği Berlin’den ise diğer işgal eden devletler olan İngiltere, Fransa ve ABD’nin baskılarına rağmen çıkmadı. Buda ‘Berlin Buhranı’nın çıkmasına neden oldu. Berlin aylarca SSCB tarafından abluka altına alındı. Bunun üzerine işgalci devletler ise işgal ettikleri bölgeleri birleştirerek Federal Alman Cumhuriyeti’ni kurdu. SSCB ise bu gelişmeler üzerine kendi işgal bölgelerinde kendine bağlı Demokratik Alman Cumhuriyeti’ni kurdu. Avrupalı devletlerin desteklediği Federal Almanya kısa süre içinde gelişirken, Komünizm ile yönetilen Demokratik Almanya’da ise hayat şartları ağırlaştı. Çok sayıda kişinin Federal Almanya tarafına geçmesi üzerine SSCB tarafından Berlin Duvarı inşa edildi ve böylece gerginlik sona erdirildi.

a-Doğu Bloğu İçerisindeki Gelişmeler

Çin’de de uzun süren iç mücadeleler sonunda Sovyet Rusya’dan yardım alan komünistler milliyetçileri yendiler. Sovyet Rusya’nın destek verdiği Mao Zedong 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu.

Kore ise Yalta Konferansı’nda alınan bir kararla 38. Enlem sınır olmak kaydıyla Güney ve Kuzey olarak ikiye ayrıldı. 1948’de ABD destekli Güney Kore’de cumhuriyet, SSCB destekli Kuzey Kore’de ise komünist rejim kuruldu.

Küba’da ise Fidel Castro Batista’ya karşı verdiği uzun mücadelelerden sonra kendi hükümetini kurdu. Ancak ABD Fidel Castro hükümetini desteklemedi. Bunun üzerine Küba SSCB’ye yakınlaştı. Fidel Castro sosyalist bir yönetim kurdu.

b-Sovyet Modeline Göre Ekonomik ve Sosyal Düzenin Kurulması

SSCB’ye bağlı uydu devletler ve bağlı olmayan komünist rejimler tüm ekonomi ve sosyal hayatı komünist felsefe üzerine kurdular. SSCB, Yugoslavya, Romanya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Fransa ve İtalya komünist partilerin liderleriyle işbirliği yaparak 1947’de Cominform’u (Kominform) kurdular. Yine komünist ülkeler 1949 yılında ekonomik işbirliği ve dayanışma amacıyla Comecon’u (Komekon) kurdular. Bu kuruluşa SSCB, Romanya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Çekoslovakya öncülük ederken daha sonra Arnavutluk, Demokratik Almanya, Moğolistan ve Küba’da katıldı. 1949 yılında ise NATO’nun askeri etkinliklerini artırması sonucu 1955’te SSCB, Arnavutluk, Romanya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Çekoslovakya ve Demokratik Almanya tarafından Varşova Paktı kuruldu.

c-Sosyalist Blokta Sarsıntılar

SSCB – Yugoslavya İlişkileri

1953 yılında Stalin’in ölmesiyle daha önceden başlayan Doğu Bloğundaki sarsıntılar daha da fazla arttı. Özellikle Moskova’nın tam denetimine girmek istemeyen Yugoslavya Tito’nun önderliğinde SSCB’ye karşı çıkmaya başladı. Bunun üzerine Yugoslavya 1948 yılında Cominform’dan çıkartıldı.

SSCB – Macaristan İlişkileri

1953’yılında Stalin’in ölmesiyle Doğu Bloğundaki sarsıntılar giderek komünist hükümetlere karşı isyanlara dönüştü. Ekonomik sıkıntılar yaşayan Macar işçileri 1953’te İmre Nagi önderliğinde ayaklandılar. Mecbur kalan SSCB İmre Nagi’yi ülkenin başbakanı olarak atadı. İmre Nagi yaptığı reformlar sonucu SSCB ile arası bozulunca SSCB tarafından görevinden alındı. 1956 yılında ise Macarlar bir kez daha SSCB’ye bağlı Macar hükümetine ayaklandı. SSCB İmre Nagi’yi bir kez daha başbakan yapmasına rağmen ayaklanmayı durduramayınca Budapeşte’yi işgal etti. Kısa sürede Macaristan’da eski düzeni yeninden sağladı.

SSCB – Çekoslovakya İlişkileri

Çekoslovakya hükümetinin aldığı ekonomik kararlardan hoşnut olmayan fabrika işçileri 1953’te ayaklamalarına rağmen SSCB’nin desteğini alan hükümet sert tedbirler alarak isyanı bastırdı. 1967’de ise Aleksander Dubcek liderliğinde ‘insancıl komünizm’ hareketi başladı. Bu hareketin amacı, komünist sitemin baskıcı değil insan haklarını esas alarak uygulanmasıydı. Bu hareketi çıkarlarına aykırı bulan SSCB,1968 yılında Çekoslovakya’yı işgal ederek ‘insancıl komünizm’ hareketine son verdi.

2. Batı Blokunun Kurulması

II. Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB’nin Avrupa ve Ortadoğu’da yayılmacı bir politika izleyerek komünizmi yaymak istemesi, Türkiye’den Boğazları istemesi, Yunanistan’a yaşanan içi savaş üzerine ABD, SSCB yayılmasına karşı Truman Doktrini ve Marshall Planı’nı uygulamaya koydu, ilerleyen zamanlarda ise askeri antlaşmalar ve paktlar kurarak Batı bloğunu kurmuştur.

a.Truman Doktrini (1947)

ABD başkanı Harry Truman SSCB’nin yayılmacı politikasına karşı ortaya konulan ABD dış politikasında değişikliktir. Buna göre Truman, dünyanın iki bloğa ayrıldığını, SSCB – ABD mücadelesinin başladığını, Avrupa’da eskiden etkin bir devlet olan İngiltere’nin yerini ABD’ye bıraktığını söylemiştir.

b.Marshall Planı (1948)

II. Dünya Savaşı’ndan zarar gören ve SSCB tehditlerine maruz kalan 16 Avrupa devletine yapılan ‘Dış Yardım Kanunu’nun bilinen ismidir. Bu yardımları alan ülkeler arasında Türkiye ve Yunanistan’da bulunmaktadır. Marshall Planı doğrultusunda ülkelere tarımı geliştirecek makineler, her türlü ihtiyaç malları ve para yardımı yapılmıştır. Daha sonra yardımları alan 16 Avrupa ülkesi kendi aralarında ‘Avrupa Ekonomik ve İşbirliği Antlaşması’nı imzalamıştır.

c.NATO’nun Kuruluşu (1949)

SSCB’nin Avrupa’da yayılmacı politikasına karşı İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg bir araya gelerek ‘Batı Avrupa Birliği’ni kurdular. Ancak SSCB’ye güçleri yetmeyen bu devletler ABD’nin bu savunma paktını desteklemesin istediler. Bunun üzerine ABD, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, İzlanda, Norveç, Portekiz, Kanada ve İtalya bir araya gelerek ‘Kuzey Atlantik Savunma Örgütü’nü kurudular. Kısa adı NATO olan bu birlik üye ülkeler arasında savunma, ekonomi, sosyal alanlarda işbirliğini amaçlamıştır. Bu kuruluşa Türkiye ve Yunanistan 1952 senesinde üye olmuşlardır.

d.Avrupa Konseyi’nin Kuruluşu (1949)

İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, Norveç, İsveç, İrlanda ve İtalya tarafından 5 Mayıs 1949’da kurulmuştur. Konseyin amacı, üye ülkeler arasında başta ekonomi olmak üzere insan hakları, hukuk, medya, sağlık, eğitim, kültür, spor ve benzeri birçok konuda işbirliği yapmaktır. Konseye Türkiye’de 1949’da üye olmuştur.

e.Avrupa Ekonomik Topluluğu ( AET ) (1951)

Avrupa ülkeleri arsında birlik oluşturmasını amaçlayan bu girişimin öncülüğünü Fransız Dış İşleri bakanı Schuman tarafından 1950’de ortaya atıldı. Schuman Fransız ve Alman kömür ve çelik üretimini denetleyecek bir örgütün kurulmasını istedi. Bunun üzerine Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya ve Federal Almanya bir araya gelerek 1951’de ‘Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kurdular. Girişimin başarıya ulaşmasıyla daha geniş bir ekonomik birleşmeyi hedefleyen Avrupa ülkeleri bu seferde 1957 yılında yaptıkları Roma Antlaşması ile de ‘Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kurdular.

B. PAYLAŞILAMAYAN ORTA DOĞU

1.İsrail’in Kuruluşu (1948)

İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un 2 Kasım 1917’de Siyonist Federasyonu Başkanı’na gönderdiği mektupla Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulduğunu kabul etmesi ve bölgeye Yahudi göçüne izin veren tarihi ‘‘Balfour Deklarasyonu’’ydu. Bu tarihten sonra Filistin’e yüz binlerce Yahudi göç etti. II. Dünya Savaşı’nda sonra da Yahudiler devlet kurmak için tekrar faaliyete geçtiler. Bu sorun 1947 yılında Birleşmiş Milletlere götürüldü. Birleşmiş Milletler ise yaptığı toplantı sonrasında Filistin topraklarında iki devletli bir yapının oluşturulmasını ve Kudüs’ünde tarafsız bir şehir olması kararını verdi. İngiltere’nin 1948’de Filistin üzerindeki mandasını kaldırmasıyla Yahudiler İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan ettiler. Bu devleti ilk tanıyan devlet ise ABD oldu.

NOT: İsrail Devleti’nin ilk tanıyan devlet ABD, ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye, ilk tanıyan Arap devleti ise Mısır olmuştur.

2. Eisenhower Doktrini

Mısır devlet başkanı Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklamasıyla Süveyş Krizi ortaya çıktı. Bölgenin SSCB’nin kontrolüne girmesini istemeyen ABD başkanı Eisenhower 5 Ocak 1957 yılında Amerikan Kongresi’nde tarihe ‘Eisenhower Doktrini’ diye geçecek olan isteklerini kabul ettirdi. Buna göre doktrinin amacı; Orta Doğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım yapma, bölgeye olası bir saldırı SSCB saldırısına karşı ABD askerlerini bölgeye göndermekti. Bu doktrini kabul eden ve yararlanan ülkeler ise; Türkiye, Lübnan, Afganistan, Irak, Mısır, Tunus, Fas, Pakistan ve İsrail olurken, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Ürdün ise doktrine tepki gösterdi.

C. Uzakdoğu’da Çatışma

1. Uzak Doğu’da Hâkimiyet Mücadeleleri

a. Kore Savaşı (1950-1953 )

II. Dünya Savaşı’nın sonucunda 38.enlem sınır kabul edilerek kuzeyde SSCB kontrolünde Kore Halk Cumhuriyeti, güneyde ise ABD’nin kontrolünde Güney Kore Cumhuriyeti kuruldu. Ancak Çin’in başına komünist bir rejimin gelmesi SSCB’yi harekete geçirdi. Moskova’nın talimatıyla Kuzey Kore, Güney Kore’ye saldırdı. Bunun üzerine ABD Birleşmiş Milletlerin yardımıyla askeri bir kuvvet hazırlayıp bölgeye gönderdi. Türkiye’de bölgeye barış gücü adı altında Tuğgeneral Tahsin Yazıcı önderliğinde 5090 kişiyle katıldı. Savaşta her iki tarafta birbirlerine bariz bir üstünlük sağlayamadı. Türkiye bu savaştan 741 şehit,2147 yaralı ile çıkmıştır. Türkiye’nin barışa yönelik bu hareketi ABD tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmış ve Türkiye’nin NATO’ya girişi hızlanmıştır.

b. SEATO’nun Kuruluşu ( 1954 )

ABD Uzakdoğu’da etkinliğini artırabilmek amacıyla Tayland, Filipinler, Pakistan, ABD, Fransa, İngiltere, Yeni Zelanda, Avustralya ile birlikte Güney Doğu Asya Anlaşma Teşkilatı’nı (SEATO) kurdu.

D. Asya ve Afrika’nın Kurtuluşu

1. Güney Asya’daki Gelişmeler

19.yüzyıldan beri İngiltere’nin sömürgesinde olan Hindistan’daki ilk bağımsızlık ayaklanmaları 1917’de Mahatma Gandhi’nin önderliğinde başladı. Bu durum Hindistan’daki Müslümanları da cesaretlendirdi ve 23 Mart 1940’ta toplanan ‘Müslümanlar Birliği Cemiyeti Kongresi’ sonucunda Muhammed Ali Cinnah’ın önderliğinde Hindistan’dan ayrı Pakistan Devleti’nin kurulması kararı alındı. Bunun üzerine İngiltere 1946’da Hint Yarımadası’nda Hindistan ve Pakistan adıyla yeni iki dominyon devlet kurulduğunu açıkladı.1947 yılında da İngilizlerin bölgeden askerlerini çekmesiyle Hint Yarımadası’nda bağımsız bir Hindistan ve Pakistan devletleri kuruldu.

Bölge ülkeleri Soğuk Savaş döneminde ekonomik ve ticari alanda işbirliği yapmak için ASEAN’ı        ( Güneydoğu Asya Milletleri Birliği ) kurdular. 1967 yılında kurulan bu teşkilatın kurucu üyeleri; Filipinler, Tayland, Malezya, Endonezya ve Singapur’dur. Daha sonra ise bu teşkilata Brunei, Vietnam, Laos, Kamboçya ve Birmanya devletleri dâhil olmuştur.

2. Afrika’daki Gelişmeler

Öncelikli ekonomik kalkınmayı hedefleyen bu devletlerden otuz ikisi 25 Mayıs 1963’te “Afrika Birliği Teşkilatı”nı ( OAU ) kurdular. Kuruluşun amaçları; ülkeler arasında ekonomi, eğitim, sağlık, diplomasi, bilim, teknoloji ve savunma konularında işbirliği yapmak, sömürge altında yaşayan Afrika ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarında yardımcı olmak, insan hakları ve BM’nin koyduğu kurallar çerçevesinde barışı koruyucu tedbirler almaktır.

E. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE TÜRKİYE

1. Soğuk Savaş Döneminde Türk Dış Politikası

a. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne Girişi ( 1949 )

Sovyetlerin tehditleri karşısında Avrupalı devletlerin bir araya gelerek kurduğu Avrupa Konseyi’ne Türkiye, Batılı ülkelerle işbirliğini geliştirmek ve güvenliğini sağlamak amacıyla 1949’da üye olmuştur.

b. Türkiye’nin NATO’ya Girişi (1952)

Türkiye SSCB’nin artan tehditlerine karşı kurulduğu andan itibaren NATO’ya girmeye çalışmıştır. Mayıs 1950’de Türkiye ilk müracaatını yaptı. Türkiye’nin BM’nin oluşturduğu Kore Savaşı’na asker göndermesi, savaşta Türk askerlerinin üstün cesareti, Türkiye’nin stratejik konumu, NATO’nun SSCB’ye yakın olan Türkiye’de üs kurma düşüncesi sonucunda 15 Eylül 1951’de NATO Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya girmesine karar verdi. TBMM’de 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya girişini onayladı.

c. Balkan Paktı’nın Kurulması ( 1953 )

Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan’ın 2 Şubat 1953’te “Dostluk ve İşbirliği Antlaşması”nı imzalamasıyla Balkan Paktı kuruldu. Paktın amacı ise; üye ülkeler arasında ekonomik ve kültürel işbirliğini geliştirmek, sorunları barışçıl yollarla çözmek, ortak savunma konusunda işbirliği yapmaktı.

d. Bağdat Paktı’nın Kurulması (1955)

24 Şubat 1955’te Türkiye – Irak arasında imzalanarak bu pakt kuruldu. Paktın amacı; Orta Doğu’da yaşanan istikrarsız ortamda savunma ve güvenliği sağlamaktı. Daha sonra bu Pakta İngiltere, İran ve Pakistan’da katıldı.1958’de Irak’ta krallık rejiminin yıkılması sonucu, Irak Pakt’tan ayrıldı. Irak’ın ayrılmasıyla Paktın merkezi Ankara’ya taşındı.  1959’da ise adı ‘Merkezi Antlaşma Örgütü’ ( CENTO ) olarak değiştirildi. 20 yıl devam eden bu örgütten İran ve Pakistan’ın ayrılması sonucu Pakt fiilen sona erdi.

2. Türkiye’de Hayat

a. Siyaset

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’nın demokrasi fikirleri ülkemiz aydınlarını da etkilemişti. Özellikle aydınların yazıları ve halkın demokrasi talepleri çok partili hayata geçişte etkili oldu. İsmet İnönü’nün de çok partili hayata geçilmesini isteyen demeçlerde bulunmasından hemen sonra Nuri Demirağ tarafından ‘Milli Kalkınma Partisi’ kuruldu. (1945) İlk muhalefet partisi olan Milli Kalkınma Partisi’nin kurulmasından sonra CHP milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü’nün parti kanunlarında değişiklik yapılmasını istediği kanunun CHP yönetimi tarafından reddedilmesi üzerine “Dörtlü Takrir” diye nitelendirilen bu milletvekilleri CHP’den ayrılarak 1946 yılında Demokrat Parti’yi  ( DP ) kurdular. Bu gelişmeler sonucunda aynı yıl 13 parti daha kuruldu ve ilk defa 1946 seçimlerinde birden fazla siyasi parti seçimlere girdi. Seçimleri CHP kazanırken DP 69 milletvekili ile Meclis’e girdi. Ancak DP’nin Meclis içinde CHP’ye karşı yeteri derecede muhalefet yapamadığını düşünen bir grup milletvekili DP’den ayrılarak “Millet Partisi”ni kurdu. Böylece Meclis’te 3 parti yer aldı. 1950 seçimlerinde ise DP % 55,2 oy alarak birinci parti oldu. Böylece 27 yıllık CHP iktidarı sona ererken Demokrat Parti iktidarı başlamış oldu.

22 Mayıs 1950’de Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçildi. Başbakan ise Adnan Menderes oldu. Bu dönemde memurlara hafta sonu tatilleri ücretli hale getirilmesi, işçilere sendikalaşma hakkının verilmesi, genel af çıkarılması, Marshall yardımlarının alınması, NATO’ya üye olunması ve ekonomik büyümenin gerçekleşmesi sonucunda Demokrat Parti 1954’te yapılan seçimlerden % 58,4 oy alarak yeniden birinci parti olarak çıktı.

b. Ekonomi

1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle ekonomide;

Marshall yardımlarından gelen tarım aletleri sonucu üretim arttı.

Dışarıdan krediler alınarak ithal makineler satın alındı. Traktör sayısı artırıldı.

1950 – 1953 arasında Türkiye %11 oranında büyüdü.

17 Kamu İktisadi Teşekkülü kuruldu. ( Devletçilik politikası doğrultusunda )

Karayollarına önem verildi. İthal otomobil ve kamyon sayıları arttı. Demiryolu üretimi durdu.

c. Sosyal ve Kültürel Hayat

İnsanların refah seviyesini yükseltmesiyle tüketim arttı. Köyden kente göçler başladı.

Caz, Rock and Roll Türkiye’de yayıldı. Radyo ve plaklar önem kazandı.

Zeki Müren, Neşet Ertaş ve Müzeyyen Senar dönemin ünlü sanatçıları oldu.

Garip, Hisarcılar ve İkinci Yeniciler edebiyat alanında yeni akımlar olarak ortaya çıktı.

Verem Savaş Dispanserleri ile Ankara Ebe ve Hemşire Okulu hizmete açıldı.

F. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE DÜNYA

Sanayi ülkeleri büyük bir ekonomik büyüme yaşadı. İşsizlik azaldı, nüfus artışı hızlandı.

Televizyon günlük hayatın bir parçası oldu. Rock and Roll sanatçısı Elvis Presley ünlendi.

‘ENİAC’ adlı ilk bilgisayar üretildi. İlk uydu ‘SPUTNİK-1’ SSCB tarafından uzaya gönderildi.

Uçak ve telefon kullanımı yaygınlaştı. Birçok ressam, şair ve bilim adamı Paris’ten New York’a göç etti. New York ‘Batı’nın başkenti’ unvanını Paris’ten aldı.

Akdeniz Oyunları ilk defa Mısır’ın İskenderiye kentinde yapılmaya başlandı.

UEFA Kupası ilk defa düzenlendi. (1955 – 1956 ) İlk kupayı Real Madrid kazandı.

IV. BÖLÜM

YUMUŞAMA DÖNEMİ

A.ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE DEĞİŞİM SÜRECİ

Doğu ve Batı bloklarının gerginliğini azaltmak amacıyla karşılıklı görüşmelerin başladığı döneme “Yumuşama (Detant)”  denir. Yumuşama Dönemi’ne geçilmesinin en önemli nedeni SSCB ve ABD’nin nükleer silahlanma yarışında eşit hale gelmesi ve dünyanın olası bir nükleer saldırıya hedef hale gelmesidir. Bu sebeple ABD Başkanı John Kennedy ile SSCB Başkanı Nikita Kruşçev 1961 senesinde bir araya gelerek “Yumuşama Dönemi’’ni başlattılar.

1. Yumuşama Dönemi Politikaları

İki blok arasındaki ilk yakınlaşmalar  “Berlin Buhranı”  sonrası Cenevre’de yapılan toplantılarla başladı. Ancak ilerleyen yıllarda bu görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. 1961’de ABD Başkanı Kennedy ile SSCB Başkanı Kruşçev bu meselenin çözümü için Viyana’da buluştu. 1963 yılında da Moskova’da SSCB–ABD Zirvesi yapıldı.

İzlediği politikalar yüzünden yalnız kalan Çin ise dış politikasını yumuşattı. Japonya’da yapılan Dünya Şampiyonası’nda ABD’li masa tenisçileri (ping-pong) Çin’in davet etmesi ve ardından da ABD’nin Çin’e uyguladığı ticari ambargoyu kaldırması iki devlet arasındaki ilişkileri geliştirdi. Bunun üzerine Çin daha önce ayrıldığı BM’ye tekrar üye oldu.

2. Nükleer Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

1969 yılında ABD ile SSCB Helsinki’de bir araya gelerek “Stratejik Silahları Azaltma Görüşmeleri’’

( SALT – I )’ni başlattılar. Sadece savunma füzelerinin sınırlandırılması için yapılan görüşmeler sonucu 1972’de Moskova’da “SALT-I Antlaşması” imzalandı. 1979’da Viyana’da imzalan “SALT-II Antlaşması”  SSCB’nin Afganistan’ı işgali nedeniyle uygulanamadı.

3. Helsinki Konferansı

Her iki blok arasında başlayan yumuşama dönemini fırsat bilen diğer Avrupa ülkeleri iki blok arasındaki sorunların çözümü için Helsinki’de bir araya geldiler. Yapılan görüşmeler sonucu “Helsinki Nihai Senedi” imzalandı. Buna göre;

Konferansa katılan devletler birbirlerinin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duyacak.

Devletler sorunları tehdit ve kuvvet kullanarak değil, barışçıl yollardan çözmek için uğraşacak.

Katılan devletler birbirlerinin iç ya da dış politikalarına müdahalede bulunmayacak.

Her devlet ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı yapmadan temel özgürlüklere ve insan haklarına saygı gösterecek.

B.YUMUŞAMA DÖNEMİ ÇATIŞMALARI

2. Küba Buhranı

Fidel Castro’nun başa geçmesiyle başlayan SSCB-Küba yakınlaşması sonucu, SSCB 1962 yılında Küba’ya füzelerini yerleştirmeye başladı. Bu durum ABD’nin tepkisine yol açtı. Her iki taraf arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamayınca ABD Küba Kıyılarına savaş gemilerini gönderdi. Ancak nükleer savaş ihtimaline karşı her iki ülkede geri adım atmak zorunda kaldı. Bunun üzerine SSCB Küba’daki füzelerini, ABD ise Türkiye’de bulunan Jüpiter füzelerini sökme kararı aldı. Her iki tarafında füzeleri sökmesi sonucu Doğu – Batı Blokları arasında diyalog ortamı sağlanarak silahsızlanma konularında antlaşmalar yapılmaya başlandı.

3. Vietnam Savaşı

1954 yılında yapılan Cenevre Antlaşması ile Kuzey ve Güney Vietnam adı altında iki devlet kuruldu. Antlaşmaya göre bu iki devlet 1956 yılında birleşip tek bir Vietnam devleti olacaktı. Ancak Güney Vietnam katılmak istemeyince SSCB’nin kontrolündeki Kuzey Vietnam, Güney Vietnam’a saldırdı. Bunun üzerine Güney Vietnam ABD’den yardım istedi. ABD’de 1965’te Kuzey Vietnam’ı bombalayarak savaşı başlattı. Vietnamlılar karşısında büyük kayıplar verilmesi ABD’de büyük tartışmalara ve protestolara neden oldu. Protesto edenler arasında Vietnam Savaşı sırasında askere çağrılan Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu Muhammed Ali’de bulunmaktaydı. Muhammed Ali “Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım.” diyerek askere gitmeyi reddetti. Bunun üzerine ABD yönetimi Muhammed Ali’yi beş yıl hapis cezasına çarptırırken dünya şampiyonluğu ile elindeki tüm madalyaları geri aldı. Kamuoyu baskıları karşısında zor durumda kalan ABD 1968 yılında Paris’te Kuzey Vietnam ile barış görüşmelerine başladı. Yeni başkan olan Nixon ABD askerlerini Vietnam’dan çıkarma kararı aldı. 1973’te “Vietnam Barışı” imzalanarak savaş sona erdi. 1975’te ise Kuzey Vietnam, Güney Vietnam’ı ele geçirerek birleşik “Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti”ni kurdular.

4. Keşmir Meselesi

Hindistan ile Pakistan’ın kuruldukları andan itibaren birbirleriyle yaşadıkları en önemli sorundur. Keşmir toprakları yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip bir bölgedir. Çoğunluğu Müslüman olan bu bölgenin yönetimini elinde tutan Keşmir Mihracesi burayı Hindistan’a verince 1948 yılında iki ülke ilk kez savaştı. 1966’da SSCB’nin aracılığında “Taşkent Deklarasyonu” imzalanarak her iki devlet savaş öncesi sınırlarına geri döndü.

5. Afganistan’ın SSCB Tarafından İşgali

1973 yılında Afganistan’da Cumhuriyet ilan edildi. SSCB’nin de destek vermesiyle ülkede sosyalist bir hükümet kuruldu. Kurulan hükümetle SSCB arasında 1978 yılında “ Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Antlaşması ” imzalandı. Bunun üzerine SSCB daha önce yapılan antlaşma gereği 1979’da Afganistan’ı, mevcut hükümeti koruma adına işgal etti. Bu olay tüm dünyada kınandı. ABD bu gelişme üzerine SALT-II Antlaşması’nı onaylamaktan vazgeçti. 1988’de Cenevre’de yapılan görüşmeler sonucu SSCB,1989’da Afganistan’dan askerlerini geri çekti.

C. BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAMA

II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birçok ülke bağımsızlığını kazandı. Bu yeni kurulan ülkeler Doğu ve Batı Bloklarının dışında kalarak kendilerini “Bağlantısızlar”, “Üçüncü Dünya Ülkeleri” veya “Tarafsızlar” olarak ifade etti. Bu hareketin liderliğini Hindistan, Mısır ve Yugoslavya üstlendi. Bunun üzerine 1955’te yeni kurulan ve sömürgeciliğe karşı başarı elde eden 24 ülke Endonezya’nın Bandung kentinde bir araya geldiler. Amaçları her iki blokun dışında kalmayı sürdürerek bu iki süper gücün karşısında varlıklarını korumaktı. Yapılan konferans sonucu “barış içinde bir arada yaşamanın beş ilkesi” belirlendi. Buna ilkeler; siyasi bağımsızlık, askeri ittifaklara katılmama, kendi topraklarında başka devletlere askeri üs kurma izni vermeme, ikili ittifaklara girmeme ve sömürgeciliğe karşı başlatılan milli kurtuluş savaşlarına destek vermedir.

D.ARAP İSRAİL SAVAŞI

1948 – 49 ( Arap – İsrail Savaşı ): Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak birleşerek yeni kurulan İsrail’e saldırdı. Savaşı İsrail kazandı. “Mülteci Sorunu” ortaya çıktı. İsrail’i ABD, SSCB ve İngiltere destekledi.
1956 ( Mısır – İsrail Savaşı ): Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi sonucu ortaya çıktı. İngilizlerin ve Fransızların kışkırtması sonucu İsrail Mısır’a saldırdı. İngiltere ve Fransa durumdan faydalanıp Süveyşi işgal edince ABD ve SSCB’nin tepkisiyle geri adım atmak zorunda kaldı. Savaşı İsrail kazandı. SSCB bu süreçte Mısır’ın yanında yer aldı. Ortadoğu’da SSCB – ABD mücadelesi başladı.

1967 ( Arap – İsrail ( 6 Gün ) Savaşı): Mısır’ın Akabe Körfezini İsrail’e kapatması ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne yardım etmesi sonucu ortaya çıktı. Mısır, Ürdün ve Suriye İsrail’e yenildi. İsrail bu savaş sonucunda Suriye’ye ait Golan Tepelerini, Doğu Kudüs’ü, Sina Yarımadası’nı ve Gazze’yi ele geçirdi. SSCB bu süreçte Arap ülkelerini destekleyerek bölgedeki gücünü artırırken ABD’ye giderek tepkiler artmaya başladı.

1973 ( Yom Kippur Savaşı ) : Mısır ve Suriye 1967 yılında kaybettikleri toprakları geri almak için İsrail’e saldırdı. Savaşı yine İsrail kazandı. Ancak buna rağmen Mısır, ABD’nin de İsrail’e baskı yapması sonucu Sina Yarımadası’nın bir kısmını İsrail’den geri aldı ve Süveyş Kanalı’nda tek hâkim devlet oldu. Bu süreçte ABD’ni yine İsrail’in yanında tavır takınması üzerine Arap ülkeleri Batılı devletlere petrol ambargosu koyarak “1973 Petrol Krizi”ni ortaya çıkardılar.

1973’te Arap – İsrail savaşlarına son vermek ve bölgedeki eski itibarını kazanmak isteyen ABD, Dış işleri Bakanı Henry Kissinger’i bölge barışını sağlamak için görevlendirdi. Kissinger barışın sağlanabilmesi için defalarca İsrail ve Arap ülkelerini ziyaret etti. “Mekik Diplomasi” adı verilen bu süreç sonucun Mısır ile İsrail arasında savaş sona erdirilerek 1978 yılında imzalanacak “Camp David Antlaşması”nın da önü açılmış oldu.

1. Camp David Anlaşmaları

17 Eylül 1978’de Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail Devlet Başkanı Menahem Begin arasında “Camp David Antlaşması” imzalandı. Böylece Mısır İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu.

 

2. İslam Konferansı Örgütü
1969 senesinde İsrail’in işgalinde bulunan Kudüs’teki El – Aksa Camisi’nin kundaklanması ve caminin yakılmak istenmesi üzerine Ürdün Kralı Hüseyin’in önerisi ile Arap devletlerinin dışişleri bakanları Kahire’de toplanarak “İslam Zirvesi” yapılmasına karar verdiler. Bu karar doğrultusunda Fas’ın başkenti Rabat’ta aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 24 ülkenin katılımıyla “İslam Zirvesi” toplandı. Kuruluşun ismi 2012 yılında “İslam İşbirliği Teşkilatı”( İİT ) olarak değiştirildi. Örgütün Genel Sekreterliğini 2005’ten beri Türk kökenli Ekmeleddin İhsanoğlu yapmaktadır.

E. ULUSLARASI POLİTİKADA PETROLÜN YERİ
II. Dünya Savaşı’ndan sonra petrolün uluslararası alandaki rolü giderek artmaya başladı. Petrolü Batılı ülkelere ucuz vermek istemeyen Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran ve Venezüella bir araya gelerek 1960 yılında “Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı ( OPEC )”nı kurdular. Kuruluşun amacı; petrol fiyatlarını yüksek seviyelere çıkarmaktı. Bu amaçlarına da 1970 senelerinde ulaştılar. Yine bu dönemlerde ortaya çıkan 1967 Arap- İsrail Savaşı’ndan sonra da petrolü İsrail’e karşı siyasi bir silah olarak kullanmak isteyen Arap ülkeleri de bir araya gelerek “Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı ( OAPEC) ”nı kurdular. Ancak OAPEC başarılı olamadı.

F. İRAN-IRAK SAVAŞI (1980-1988)

1. Irak’ta Rejim Değişikliği

1958’de yapılan bir askeri müdahale sonucu ülkede monarşi rejimi yıkılarak cumhuriyet ilan edildi. Irak rejimi değişikliğinden sonra Bağdat Paktından çekildi. Sosyalist bir sistemle birleşik bir laik bir Arap toplumu hedefleyen Baas Partisi 1968’de Irak’ta yönetimde söz sahibi oldu. Baas Partisinin 1972’de, SSCB ile imzaladığı dostluk antlaşmasıyla beraber bu ülkeden silah satın almaya başlaması İran’ı tedirgin etti. Ancak 1975’te Cezayir’in arabuluculuğu ile imzalanan Cezayir Anlaşması’yla Irak ile İran arasındaki Şattülarap Su Yolu’nun en derin yeri sınır kabul edilirken karşılıklı dostluk ve iş birliğinin taahhüt edilmesi ilişkileri bir süreliğine düzeltti.

2. İran’da Rejim Değişikliği

1928’ten itibaren İran’ı yöneten Pehlevi Hanedanlığının uygulamaları halk tarafından benimsenmemişti. Batı kültürünün toplumsal alanda kendini hissettirmesi halkta memnuniyetsizliğe yol açmıştı. İran’ın amacı Basra Körfezi’ne ve suyollarına egemen olmaktı. Ancak petrol gelirlerinin silahlanmaya harcaması gelir dağılımındaki eşitsizliği daha da artırdı. Halkın uygulamalara karşı başlattığı protestoların yönetim tarafından dikkate alınmaması ayaklanmaya sebep oldu. 1978’de sürgündeki lider Ayetullah Humeyni’nin ülkeye dönmesiyle İran İslam Cumhuriyeti kuruldu.

3. Savaş ve Sonuçlar

İran-Irak Savaşı’nda Suriye ve Libya İran’ı; diğer Arap devletleri ise Irak’ı desteklediler. ABD, savaşın başlarında tarafsız kalmayı ve iki devletin toprak bütünlüğünün korunmasını esas aldı.

BM’nin kararı ile 6 Ağustos 1988’de ateşkes gerçekleşti ve savaş sona erdi. Irak’ın 1990’da Kuveyt’i işgal etmesi ve ABD’nin bu işgale müdahale ihtimalinin ortaya çıkması üzerine Irak işgal ettiği İran topraklarından çekildi. Böylece İran kaybettiği toprakları geri aldı.

Sekiz yıl gibi uzun süren bir savaş sonucunda iki ülkeden yaklaşık bir milyon insan hayatını kaybetti.

NOT: Bu savaşta Irak’ı destekleyen ABD’nin savaş sırasında çıkarı için İran’a da silah sattığı ortaya çıktı. Tarihe “İrangate Olayı” olarak geçen bu olay sonucunda Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Yarbay Oliver North suçlu bulunurken, dönemin ABD Başkanı Reagan’ın suçunun olmadığı sonucuna varıldı.

G. YUMUŞAMA DÖNEMİNDE DÜNYA

1- Ekonomi

Dünya ekonomisindeki büyümeye bağlı olarak talep fazlası ürünlerin pazarlama ihtiyacı reklam sektörünün önemini artırdı. İşlevleri artmaya başlayarak geniş kitlelere ulaşan radyo ve televizyon bu ürünlerin tanımında önemli birer araç haline geldiler. Uydu teknolojisi sayesinde de televizyon programları uluslararası bir boyut kazandı. İlk kez “1964 Tokyo Olimpiyatları” canlı televizyon yayını ile tüm dünyaya ulaştırıldı.

2- Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeler

SSCB’nin 1957’de ilk uzay aracı olan Sputnik’i uzaya fırlatmasından bir yıl sonra ABD, Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesini (NASA) kurarak ilk uydusunu uzaya gönderdi. 1961’de Rus kozmonot Yuri Gagarin, Vostok-1 uzay aracı ile ilk kez uzaya giden insan oldu. 1962’de ABD aynı şekilde karşılık vererek uzayda rekabet hızlandırdı. 1969’da ise Amerikalı astronot Neil Armstrong’un aya inmesi ile ABD uzay yarışında liderliği ele geçirdi.

Savaş yıllarında yapılan bilgisayar geliştirilerek 1970’te kişisel bilgisayar üretildi. 1978’de üretilen APPLE’ın fabrikalarda kullanılmasıyla bilgisayar, sanayi alanına girmiş oldu.İletişimdeki bu sınır tanımaz gelişme İnterneti ortaya çıkardı. 1969 yılında ilk olarak ABD’de bilim adamları arasındaki iletişimi sağlamak maksadı ile deneme niteliğinde olan “ARPANET” ABD’deki bütün üniversitelerin araştırma kuruluşlarının bilgisayarlarını bünyesinde toplayarak büyüdü.

3- Kültürel Hayat

Müzik alanında 1950’lerde ortaya çıkan “Rock And Roll” tarzı bu dönemde de etkisini sürdürmüştür. Heavy Metal müzik türü ve bu türün temsilcisi olan Rolling Stones grubu döneme damgasını vurmuştur.1951 yılından itibaren yapılan Akdeniz Oyunlarının tamamına katılan Türkiye, 1974’de düzenlenen altıncı Akdeniz Oyunlarına İzmir’de ev sahipliği yaptı.

H. TÜRK DIŞ POLİTİKASI

Türkiye’nin Soğuk Savaş Döneminde Batı ittifakına dâhil olarak bu doğrultuda dış politika izlediği belirtilmiştir. Bu dönemde Kıbrıs, Ege sorunları, Orta Doğu’da Arap–İsrail Savaşları ve Ermeni terörü Türk dış politikasının belirlenmesinde etkili olmuştur.

1-Türk – Yunan İlişkileri

a.Kıbrıs Meselesi

Kıbrıs’taki Rumlar, İngiliz yönetimi altındayken Adayı Yunanistan’a katma idealleri (Enosis) doğrultusunda faaliyetlerde bulundular. Yunanistan ise, 1951’de Kıbrıs’ın kendisine verilmesi için İngiltere’ye resmen başvurdu. Bu girişimi olumsuz karşılanan Yunanistan, 1954’te Kıbrıs sorununu BM’ye taşıyarak meseleyi uluslararası bir konu haline getirdi. Kıbrıs’ta Self-determinasyon ilkesinin uygulanmasını isteyen Yunanistan’ın bu girişimi BM tarafından reddedildi. Bu gelişmeler, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda harekete geçmesinde önemli rol oynadı. Böylece Kıbrıs sorunu, Türk dış politikasının en önemli konularından birisi haline geldi.

1960’tan önce Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki isteklerinin BM tarafından reddedilmesi üzerine Rumlar, Kıbrıs’ta EOKA yer altı örgütünü kurarak önce İngilizler, sonra da Türklere yönelik tedhiş hareketlerine başladılar. Bu örgütün amacı: İngiltere’yi Kıbrıs’tan atmak, Türkleri imha etmek ve Enosis’i gerçekleştirmekti. 1959’da Türkiye ve Yunanistan başbakanları Zürih’te bir araya gelerek Kıbrıs anlaşmazlığını çözümlemek için görüşmelere başladılar. 11 Şubat 1959’da Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyet kurulması kararı alınarak Zürih Antlaşması yapıldı. Daha sonra Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Londra’da Kıbrıs Meselesi’ni ele aldılar. Londra toplantıların sonunda Zürih Anlaşması esas alınarak bağımsız bir Kıbrıs Devleti’nin kurulmasına karar verildi ve Londra Antlaşması imzalandı.

Zürih ve Londra Anlaşmaları doğrultusunda 16 Ağustos 1960’ta bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Cumhurbaşkanlığına Rum lider Makarios, yardımcılığına da Türk lider Dr. Fazıl Küçük getirildi.

Kıbrıs’ta sağlanan barış ortamı uzun sürmedi. Yunanistan’ın asker ve silah göndererek desteklediği EOKA, Türklere karşı tedhiş hareketlerine devam etti. Kıbrıs Türkleri de bu faaliyetlere 1955’te kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) vasıtasıyla karşı koymaya çalıştı. Rum çeteleri Türk köylerini yakıp yıkarak 25 bin Türk’ü göçe zorladı. 24 Aralıkta “Kanlı Noel” denilen ve 24 Türk’ün şehit edildiği olay üzerine Türk savaş uçakları Lefkoşa üzerinde ilk uyarı uçuşunu yaptı.

1964’te Yunanistan’ın Ada’ya daha çok asker ve silah göndermesi Rum çetelerinin saldırıya geçmesi Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale kararı almasına yol açtı. Ancak bu kararın uygulanmasını istemeyen ABD Başkanı Johnson, yazdığı mektupla Türkiye’yi kararından vazgeçirmeye çalıştı.

1966 yılında ise Patris Gazetesi’nde yayınlanan bir habere göre; Türk halkının ani bir şekilde yok edilerek ve Ada’nın Kıbrıs’a bağlanacağı planı yer aldı. Tarihe “Akritas Planı” olarak geçen bu planın hazırlayıcıları Akritas kod adlı İçişleri Bakanı Yorgacis ile Cumhurbaşkanı Makarios’tu. Bu planla Rumların niyetleri bir kere daha açığa çıkmış oldu.

1967’de Rumların genel saldırı hareketlerine geçmesi üzerine Türkiye, Yunanistan’a bir nota verdi. Devam eden olaylar yüzünden Rumlarla bir arada yaşamanın mümkün olamayacağını anlayan Kıbrıs Türkleri, 28 Aralık 1967’de “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi”ni kurdular. Kıbrıs Anayasası hükümleri saklı kalmak üzere kurulan bu yönetimin başkanlığına Dr. Fazıl Küçük, başkan yardımcılığına Rauf Denktaş seçildi.Ancak Enosis’in hemen gerçekleşmesini isteyen EOKA üyeleri Yunanistan’dan aldıkları destekle 15 Temmuz 1974’te Makarios’a karşı bir darbe gerçekleştirdi. EOKA üyeleri Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanlığına getirirken “Kıbrıs Elen Cumhuriyeti” ilan ettiler.

Türkiye oluşan bu ani gelişme sonrası darbenin Yunan müdahalesi olduğunu belirterek garanti antlaşmasının kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak Enosis’e engel olmak, adada barışı yeniden kurmak ve bölgedeki Türklerin güvenliğini sağlamak amacıyla 20 Temmuz 1974’te “Kıbrıs Barış Harekâtı”nı başlattı. Türk kuvvetleri Lefkoşa’ya kadar ilerledi. BM’nin ateşkes çağrısına uyan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile 25 Temmuz’da Cenevre’de bir araya geldi. Yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca da 14 Ağustos’da “İkinci Barış Harekâtı”nı başlattı. BM’nin ateşkes çağrısına uyularak 16 Ağustos’ta askeri müdahale durduruldu. ABD ise bu harekâtı gerekçe göstererek Türkiye’ye yapmakta olduğu ekonomik yardımları kesti ve Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başladı. Bunun üzerine Türkiye 1969’da ABD ile yapılan “Savunma ve İşbirliği Antlaşması”nı fesh etti ve ülkede bulunan tüm ABD üs ve tesislerine el koydu.1978’de ABD ambargoyu kaldırınca ilişkiler tekrar normalleşti.

Harekât sonunda Türkler adanın kuzeyinde, Rumlar ise adanın güneyine yerleşti. Yapılan görüşmelerden de bir sonuç alınamayınca 1975’te Rauf Denktaş’ın liderliğinde “Kıbrıs Türk Federe Devleti” kuruldu. Ancak BM Genel Kurulu 1983 yılında yaptıkları bir toplantı sonrasından Kıbrıs Rumlarını “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanıma kararı aldı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye 15 Kasım 1983’te “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni kurdu. Bu duruma başta Yunanistan olmak üzere ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB tepki gösterdiler ve kurulan bu devleti tanımadıklarını açıkladılar.

b.Ege Adaları Meselesi

Yunanistan II.Dünya Savaşı’nda sonra Ege’de bulunan tüm adalara sahip olup Ege Denizi’ne tamamen sahip olmak istemesi sonucu bu sorun ortaya çıktı.Bu sorunlar Ege adalarını silahlandırılması,kıta sahanlığı,karasularının 12 mile çıkarılması ve Fır hattı ( Ege Hava Sahası) ’dır.

Ege Adalarının Silahlandırılması

Yunanistan Ege Adaları’nı NATO tatbikatları kapsamın aldırarak silahlandırma faaliyetlerine yasal dayanak aramıştır. Özellikle Limni Adası’nın bu tatbikatlarda kullanılmasını NATO’dan istemesine Türkiye tepki göstermiş ve Limni’nin statüsünün değiştirilemeyeceğini belirtmiştir.

Kıta Sahanlığı Sorunu

Kıta Sahanlığı; karasularının bittiği yerden başlayan ve denizaltından devam eden ve kıyıya sahip olan her devletin 200 deniz milini aşmayacak şekilde belirlenmiş kara devamına denir. Yunanistan’ın bölgede petrol arama çalışmalarına başlaması ve bu petrol çalışması yapılacak bölgenin Türkiye karasularına kadar gelmesi ilişkileri gerginleştirdi. Bunun üzerine de Türkiye 1973’te “Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı”nı kurarak Ege’nin açık deniz sularında ve kendi kıta sahanlığımızda petrol arama çalışmasını başlattı. Yunanistan’ın duruma itirazıyla “Kıta Sahanlığı” sorunu ortaya çıktı. 1976’da Türkiye’nin Sismik-I adlı araştırma gemisi ile Ege Denizi’nde bir araştırma yapması üzerine Yunanistan konuyu BM Güvenlik Konseyi ve Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na götürdü. Adalet Divanı Yunanistan’ın isteğini reddetti. Bunun üzerine her iki ülke temsilcilerinin katılımıyla “Bern Deklarasyonu” imzalandı. Buna göre her iki devlet kıta sahanlığı ile ilgili hiçbir girişimde bulunmamayı kabul etti.

Kara Sularının 12 Mile Çıkarılması Kanunu

Lozan Barış Antlaşması’nda 3 mil olarak kabul edilen kara suları genişliği 1936 senesinde Yunanistan tarafından 6 mile çıkarılmıştır. Türkiye’de Yunanistan’ın bu girişimi sonucunda 1964’te 6 mile çıkarmıştır. Ancak Yunanistan’ın 6 milden 12 mile çıkarma isteğini ise Türkiye ise savaş nedeni saymıştır. Çünkü bu sayede uluslararası sularında bir kısmı Yunanistan’ın olacak böylece Boğazlar ve Batı Anadolu Yunan tehdidine açık hale gelecekti.

Ege Hava Sahası ( FIR Hattı-Uçuş Bilgi Bölgesi ) Sorunu

1974 yılında yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında bu sorun ortaya çıkmıştır. Türkiye bu harekât sırasında NOTAM (Havacılara İhbar Bildirimi ) sonucunda kendine ait yeni bir FIR hattı oluşturdu. Buna göre Türkiye yönüne uçan her uçak Türk kıyılarına 50 mil kala durumunu ve uçuş planını Türk yetkililerine bildirmek zorundaydı. Yunanistan ise Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Ege Denizi’ni “tehlikeli bölge” ilan ederek hava sahasını tüm uçuşlara kapattığını açıkladı. Ancak bu karardan her iki ülkede zarar görünce 1977’te yapılan görüşmelere sonucu her iki ülkenin daha önce aldığı kararlar geçersiz sayıldı ve Ege hava sahası trafiğe tekrar açıldı.

2-Ermeni İddiaları

Ermeniler Türkiye içinde azınlık statüsü istemeyerek diğer Türk vatandaşları ile aynı kanunlara tabi olmak istediklerini belirttiler. Ancak bu durumu kabul etmeyen Türkiye dışında Ermeni diasporası ve bazı politik çevreler sözde soykırımı dünyaya tanıtmak ve bunu Türkiye’ye kabul ettirmek, Türkiye’den tazminat ve toprak almak ve en sonunda da büyük Ermenistan hedeflerine ulaşabilmek için ‘’ASALA’’ adı verilen ‘’Ermenistan Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu’’nu kurdular. Bu örgüt ilk eylemini 1973’te Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Bayder ve yardımcısı Bahadır Demir’i şehit ederek yaptı. Bu olaydan sonra örgüt Türkiye’nin dış temsilcilerini ve diplomatlarını şehit etmeye devam etti. 1994’e kadar 35 diplomatımız ASALA tarafından şehit edildi.

NOT: Ermeniler 4T olarak adlandırılan bir plan doğrultusunda hareket ettiler. Buna göre sözde Ermeni soykırımı dünya devletleri tarafından tanınacak, bu iddiaları daha sonra Türkiye’nin de tanınması sağlanacak, sonra sözde soykırımda ölenler için Türkiye’den tazminat alınacak ve en sonunda da bölgeden göç eden Ermenilerin toprakları kendilerine iade edilecek.

TÜRKİYE’DE BUNALIMLI YILLAR (1960 – 1983)

1.Siyaset

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti, 1957 yılına gelindiğinde enflasyonun artması, siyasi ve toplumsal hoşgörünün yerine şiddetin alması ve ülkemizde demokrasi kültürünün tam olarak yerleşememesi gibi edenlerden dolayı eski gücünden uzaklaştı. Bu şartların ülke çıkarlarının zararına olduğu görüşüne varan bir takım subaylar 27 Mayıs 1960 yılında hükümete karşı askeri müdahalede bulundu. Bu müdahale sonucu Meclis kapandı, siyasi partilerin faaliyetleri askıya alındı. Birçok milletvekili, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı yargılandı. Bu yargılama sonucunda Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.

Bu darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi ülkede tekrar anayasa yapmak için ülkenin farklı kesimlerinden ve Sivil Toplum Kuruluşları’nın da yardımıyla yeni bir anayasa hazırlandı. Kurucu Meclis tarafından hazırlanan bu anayasa 1961de yapılan halk oylaması sonucu kabul edildi.

Anayasa’nın yürürlüğe girmesiyle siyasi parti faaliyetleri de tekrar başladı. 15 Ekim 1961’de darbe sonucu yapılan ilk seçimlere CHP(Cumhuriyet Halk Partisi), AP (Adalet Partisi), CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) ve YTP (Yeni Türkiye Partisi) katıldı. Seçimleri çok az bir oy farkı ile Adalet Partisi önünde CHP kazandı. Ancak CHP daha önceki yıllar gibi tek başına iktidar olamadı.

Ülke belli bir dönem koalisyon hükümetleri tarafından idare edildi. Yeni seçilen meclis ise Cemal Gürsel’i Cumhurbaşkanı seçti. 1965 seçimlerini ise Adalet Partisi kazandı. Süleyman Demirel’in Başbakanlığı başladı. Ancak DP iktidarının önü bu seferde 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasına kadar devam etti. Askerin siyasete müdahalesi sonucu Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. Bunun üzerine Nihat Erim başbakanlığında geniş tabanlı bir hükümet kuruldu. 1973’te ise emekli Oramiral Fahri Korutürk Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. 1973 yılında yapılan seçimlerde ise hiçbir parti tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlayamadı. 25 Aralık 1973’te ise İsmet İnönü vefat etti ve devlet töreniyle Anıtkabir’e defnedildi.

1974’ten 1980’e kadar ülke içinde siyasi iktidarsızlık ve ekonomik sıkıntı arttı. 1980’e kadar ülkede birçok gazeteci, milletvekili, aydın, yazar ve siyasetçi öldürüldü. Bunun üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Eylül 1980’de ülke yönetimine el koydu. 1983’e kadar devam eden bu süreçte 1961 Anayasası ortadan kaldırıldı. Birçok siyasetçi yasaklı hale geldi. Binlerce insan vatandaşlıktan çıkarıldı. Birçok sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine son verildi ve demokratik süreç kesintiye uğradı.

Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren kendi başkanlığında üst düzey komutanlardan oluşan Milli Güvenlik Konseyi’ni (MGK) oluşturdu. Bülent Ulusu’nun başkanlığında ise bir hükümet (Bakanlar Kurulu) kuruldu. Prof. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında ise hazırlanan anayasa 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunularak kabul edildi. Kenan Evren’de ülkemizin 7. Cumhurbaşkanı seçildi. Anayasanın kabulüyle 6 Kasım 1983’te Anavatan Partisi (ANAP), Halkçı Parti (HP) ve Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP)’nin katıldığı seçimler yapıldı. Seçimlerden ANAP birinci parti çıktı ve Turgut Özal başkanlığında tek başına iktidar ANAP oldu.

2.Ekonomi

1960’tan itibaren planlı ve kalkınmayı hedef alan bir ekonomi modeli benimsendi. Bu planların hazırlanması ve hükümete danışmanlık yapılaması amacıyla da Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu.1970’lerden itibaren ise enflasyonun yükselmesi ve alınan dış borçlarının ödenememesi, siyasi iktidarsızlıklar, 1973 petrol krizi, 1974 Amerikan ambargosu ve yurtdışında yaşayan işçi vatandaşlarımızdan gelen döviz miktarının azalması ekonomik gerilemeye neden oldu. Birçok tüketim malı karaborsaya düştü. Türk lirası değerini kaybetti. Bunun üzerine serbest piyasa ekonomisine geçişi sağlamak amacıyla 24 Ocak kararları ilan edildi.

3.Sosyal ve Kültürel Hayat

1960 – 80 arası köyden kente göçler devam etti. Bunun sonucunda gecekondulaşma (çarpık kentleşme) altyapı ve üstyapı sorunları ortaya çıktı.

1960’lardan itibaren ‘’Toplumculuk’’ adı verilen edebi akım ortaya çıktı. (Nazım Hikmet ve Ahmet Arif temsilcileri arasındadır.)

Necip Fazıl Kısakürek tüm şiirlerini ‘’Çile’’ adlı kitabında topladı.

Ülkenin sorunları ise Adalet Ağaoğlu ve Vedat Türkali’nin romanlarında yer aldı.

Gezi, hatıra türünde Yusuf Ziya Ortaç, deneme türünde Nurullah Ataç, Mahmut Kaplan ve Cemil Meriç öne çıktı.

Dormen, Birleşik Sanatçılar Topluluğu ve Devekuşu Kabare Tiyatrosu günlük konuları eleştirel bir biçimde eğlenceli olarak ele aldı.

Sinemada Zeki Alasya, Metin Akpınar, Adile Naşit, Şener Şen, Kemal Sunal, Münir Özkul, Tarık Akan, Kartal Tibet, Ediz Hun, Filiz Akın, Türkan Şoray ve Fatma Girik ön plana çıkan erkek ve kadın oyuncular oldu.

Metin Erksan’ın yönetmenliğindeki ‘’Susuz Yaz’’ filmi, Berlin Film Festivali’nde ‘’Altın Ayı’’ ödülünü kazandı.

1964’te Antalya Film Festivali düzenlenmeye başladı.

‘’Arabesk’’ adı verilen yeni bir anlayış ortaya çıktı.

1965’te Altın Mikrofon Yarışması düzenlenmeye başladı. Türk müziğine yeni sesler kazandırmak için yapılan bu yarışmanın ilkini ‘’Gençliğe Veda’’ şarkısıyla Yıldırım Gürses kazandı. Yine bu yarışma ile Cem Karaca ve Erkin Koray isimleri de Türk Müziğine kazandırıldı.

Barış Manço önderliğinde Anadolu-Rock adı altında yeni bir müzik türü Moğollar Grubu ile ortaya çıktı.

V. BÖLÜM

Küreselleşen Dünya

A. SSCB’DE DEĞİŞİM VE SONUÇLARI

1. SSCB’de Politika Değişiklikleri ve Nedenleri

Soğuk Savaşın taraflarından biri olan SSCB’nin mevcut sistemi 1980’lerden itibaren işlemez hale geldi.  Aynı zamanda SSCB’nin uydusu konumunda olan Sosyalist Blok içindeki ülkelerde daha fazla özgürlük ve bağımsızlık isteğiyle toplumsal olaylar başlamıştı.  Bunun üzerine Gorbaçov,  Ocak 1987’de açıklık ve yeniden yapılanma programlarıyla, komünist iktidarın tepki çeken baskıcılığını, demokratik bazı uygulamalarla halk egemenliğine yaklaştırmak için glasnostu, kasım ayında ise ekonomik yapıda radikal değişikliklerle ülke ekonomisini canlandırmayı,  ekonomiye yeni bir dinamizm kazandırmak için perestroikayı açıkladı.  Aralık 1988’deki toplantısında yetkileri genişletilen ve devlet başkanı seçilen Gorbaçov çoğunluğu halk tarafından seçilen üyelerden oluşan “Halk Temsilcileri Kongresi” kuruldu. Böylece halk ilk defa devlet yönetimine doğrudan katılma imkânı buldu.

NOT: 26 Kasım 1983’te ABD ile SSCB nükleer savaşın eşiğinden döndü. Moskova yakınlarında bulunan Serpukhov-15 istasyonunda Rus füze erken uyarı sistemi ABD tarafından beş adet kıtalararası balistik füze gönderildiğini tespit etti. Ancak bu uyarının hata olduğunu anlayan Stanislav Petrov adındaki komutan herhangi bir girişimde bulunmadı. İlerleyen saatlerde bu olayın güneş ışığı yansımasından kaynaklandığı anlaşıldı. Petrov dünyayı olası bir nükleer savaşın eşiğinden döndürdüğü için 2004 yılında kendisine “Dünya Vatandaşı” ödülü verildi.

2. SSCB’nin Dağılması

Gorbaçov, SSCB içindeki Letonya, Estonya ve Litvanya’da başlayan bağımsızlık hareketlerine çözüm bulmak için Aralık 1990’da “Egemen Devletler Birliği Antlaşması” fikrini ortaya attı. Buna göre Gorbaçov bu antlaşma ile SSCB içindeki cumhuriyetler arasında daha sıkı bir ekonomik iş birliğini isterken, birlik içindeki en büyük cumhuriyet olan Rusya Federasyonu’nun lideri Boris Yeltsin, Mayıs 1990’da serbest pazar ekonomisi ve ekonomik bağımsızlık isteyerek Haziran 1990’da bağımsızlığını ilan etmişti. Aynı zamanda SSCB içindeki birçok cumhuriyet de bağımsızlığını ilan etmişti. Gorbaçov’un öne sürdüğü ve 10 cumhuriyet tarafından kabul edilen  “Egemen Devletler Birliği Antlaşması”nın 20 Ağustos 1991 günü imzalanması kararlaştırıldı. SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerdeki bağımsızlık ilanlarına karşı Gorbaçov’un gerekli tedbirleri almadığını düşünen ve bu antlaşmaya karşı olan ordu içindeki bazı komutanlar, bakanlar ve KGB liderinin aralarında bulunduğu bir grup,  18 Ağustos 1991 günü Gorbaçov’a karşı bir darbe yaptı.

Ortaya çıkan bu karışıklıklardan yararlanan SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerin tamamına yakını bağımsızlıklarını ilan etti ve SSCB yıkıldı. Moskova’ya dönen Gorbaçov 24 Ağustosta Sovyetler Birliği Komünist Partisi liderliğinden istifa etti ve aynı gün partinin faaliyetlerine son verdi. Devlet Başkanlığı görevine bir süre daha devam eden Gorbaçov, 25 Aralık 1991’de bu görevinden de istifa etti ve yerine Boris Yeltsin geçti.

3.  SSCB’nin Dağılmasının Doğu Avrupa’ya Etkileri

ABD ile SSCB arasında var olan “Dehşet Dengesi” sona erdi. Bu devletlerden Çekoslovakya hiçbir çatışma olmadan “Kadife Devrim” adı verilen bir gelişmeyle Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı.

4. SSCB’nin Dağılmasının Dünya Güçler Dengesi Üzerine Etkileri

2001’de ülkesindeki terör olaylarını gerekçe gösteren ABD,  Ekim 2001’de Afganistan’a,  Nükleer silahlanmayı önlemek iddiasıyla Mart 2003’te de Irak’a askerî müdahalede bulundu. Çin askerî,  siyasi ve ekonomik yönden son dönemlerde önemli bir güç merkezi hâline gelirken Hindistan da gösterdiği teknolojik gelişmelerle ön plana çıkmıştır. 1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın “Şanghay Beşlisi”  adı ile kurdukları iş birliği yapılanması 2001’de Özbekistan’ın da katılımıyla “Şanghay iş Birliği Örgütü”  adını aldı. Günümüzde birden fazla devlet farklı alanlarda ABD’nin rakibi olmaya başladı.

Türk Cumhuriyetleri Bağımsız Oluyor

a. Azerbaycan

Azerbaycan 1918’de Mehmet Emin Resulzade önderliğinde bağımsızlığını ilan etmelerine rağmen kısa bir süre sonra SSCB’nin bu bağımsızlık ilanını tanımayarak kuvvet kullanması sonucu Azerbaycan tekrar SSCB yönetimine girmiştir. Ebulfeyz Elçibey’in önderliğinde “Halk Cephesi” adıyla bir teşkilat kuruldu. SSCB’nin dağılmasından sonra 1991’de yeniden bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’ı ilk tanıyan ülke Türkiye oldu. 1993’te cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev’in “Biz bir millet, iki devletiz.” sözleri Türk-Azeri ilişkilerine egemen olmuştur. Mehmet Emin Resulzade, Bahtiyar Vahapzade gibi birçok ünlü şair ve yazar yetişmiştir.

Dağlık Karabağ Sorunu

1985’ten sonra SSCB’deki iç gelişmelerinden faydalanan Ermenistan,  Karabağ’ı kendisine bağlamak istemiştir. Azerilerden silahlar toplanırken Ermenistan Meclisi bu kararnameyi kendi topraklarında uygulamamıştır. Azerilerin tamamen silahsız kalması üzerine Karabağ, Ermenistan tarafından işgal edildi. Hocalı başta olmak üzere birçok kentte çok sayıda sivil öldürülmüş veya göçe zorlanmıştır.

b. Kazakistan

Gorbaçov tarafından Kazakistan’ın başına getirilen Nursultan Nazarbayev, SSCB’nin dağılmasından sonra 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Kazakistan’ı tanıyan ilk devlet Türkiye oldu. Türkiye ve Kazakistan’ın ortak katkıları ile Türkistan’da “Ahmed Yesevi Uluslararası Türk Üniversitesi” kurulmuştur.Kazakistan, 1991’de Semey Nükleer Deneme Alanı’nı kapatarak dünya tarihinde ilk defa gönüllü olarak kendi nükleer silah deposundan vazgeçen ülke olmuştur.

c. Kırgızistan

1881 yılında Rusların egemenliğine giren ilk Türk topluluğu olan Kırgızlar, Bolşevik İhtilali’nden sonra SSCB egemenliğini kabul etmek zorunda kalmışlardı. 1990 sonbaharında yapılan seçimlerde Askar Akayev cumhurbaşkanı seçildi. Şubat 1991’de başkent Frunze’nin adı Bişkek  (devrim öncesi adı)  olarak değiştirildi. SSCB’nin dağılması üzerine 31 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Türkiye, Kırgızistan’ı bağımsızlığını tanıyan ilk ülkedir. Kırgızistan-Türkiye arasında eğitim ve kültürel ilişkileri sağlamlaştırma amacı ile 1995’te yapılan protokol ile Bişkek’te,  “Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi” kurulmuştur. Kırgızistan’ın yetiştirdiği ve bütün dünyada tanınan önemli bir yazar olan Cengiz Aytmatov’un romanları ülkemizde de büyük ilgi görmektedir.

NOT: Kırgızistan’da 2005 senesinde başlayan “Lale Devrimi” sonucunda Askar Akayev görevini bırakmak zorunda kalmıştır.2011 yılından itibaren ise Kırgızistan’daki Cumhurbaşkanlığı görevini “Almazbek Atambayev” yürütmektedir.

d. Özbekistan

1990 yılında, Gorbaçov, Özbekistan Komünist Partisi liderliğine İslam Kerimov’u getirdi.  Ancak Kerimov,  SSCB’ye karşı bir politika izleyerek Özbekçeyi resmi dil kabul ederken Rusçanın çeşitli alanlardaki etkinliğini azaltmaya başladı. Yaptığı uygulamalar Özbek halk tarafından da desteklendi. SSCB’nin dağılması üzerine, 31 Ağustos 1991’de Özbekistan bağımsızlığını ilan etti ve Kerimov, cumhurbaşkanı seçildi. 2013 yılı itibari ile de Cumhurbaşkanlığı görevini İslam Kerimov sürdürmektedir.

e. Türkmenistan

1985’te ise Türkmenistan Komünist Partisi Başkanlığına Saparmurad Niyazov getirildi.  Türkmenler arasındaki kabileciliği ortadan kaldırıp birliği sağlayan Niyazov,  Türkmen dilinin resmi dil olmasını sağladı. Türkmenistan 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Türkmenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke ise Türkiye oldu. Ayrıca Latin alfabesine geçiş, Türkmen öğrencilerin ülkemizde yüksek öğrenim görmesi, Türkmenistan’da ortak okullar açılması gibi çalışmalar yapılmaktadır.  Aşkabat’ta bulunan “Türkmenistan-Türk Üniversitesi” ortak olarak kurulmuştur.

NOT: Saparmurad Niyazov’un 2006 yılında vefat etmesinden sonra yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Gurbangulı Berdimuhammedov kazanmıştır ve 2013 yılı itibariyle de bu görevini sürdürmektedir.

2.Bağımsız Devletler Topluluğu ( BDT )

Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT),  SSCB’nin dağılmasının ardından 21 Aralık 1991’de “Almatı Zirvesi” sonucu Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Moldova, Kırgızistan, Rusya,  Tacikistan,  Türkmenistan,  Özbekistan,  Ukrayna’nın katılımı ile kurulmuştur. Daha sonra ise Aralık 1993’te Gürcistan katılmıştır. Ancak Gürcistan, 2008 Güney Osetya Savaşı sonrasında Meclis kararı ile 15 Ağustos 2008’de BDT’den ayrılmıştır. Türkmenistan ise 2005’te üyelikten ayrılmasına rağmen Topluluğa gözlemci ülke olarak katılmaya devam etmektedir.

3.TiKA (Türk İş Birliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı)

TiKA, 24 Ocak 1992’de başta Türk dilinin konuşulduğu ülkeler ve Türkiye’ye komşu ülkeler olmak üzere;  gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarına yardımcı olmak, bu ülkelerle ekonomik, teknik, sosyo-kültürel ve eğitim alanlarında iş birliğini geliştirmek, ülkelerin kalkınma ihtiyaç ve hedeflerini, yapılabilecek iş birliği ve yardım konularını belirlemek, gerekli program ve projeleri hazırlamak için kurulmuştur. Pazar ekonomisine geçiş çabalarını desteklemek, TiKA’nın görev ve sorumluluklarındandır.

C. DOĞU BLOKUNDAN SONRA AVRUPA’DA YENİ ARAYIŞLAR

Romanya’da ise demokratikleşmeye karşı direnen Devlet Başkanı Ceausescu  (Çavuesku),  halkın yönetime karşı ayaklanması sonucu görevinden uzaklaştırıldı.1990’da birçok Doğu Bloku ülkesinde halktan da gelen değişim talepleri sonucunda çok partili hayata geçildi. Doğu Bloku dağılırken, 1991’de COMECON ve ardından da Varşova Paktı sona erdi.

1. İki Almanya’dan Tek Devlete

1989’da Demokratik Almanya’nın kendi vatandaşlarına ülkeden çıkış vizesi vermesi üzerine on binlerce kişinin Batılı ülkelerin büyükelçiliklerine sığındı. Batılı devletlerin bu sorunun çözümü konusunda Demokratik Almanya’ya ve SSCB’ye baskısı ile birlikte Demokratik Almanya’daki özgürlük isteyen halk hareketleri sonunda 9 Kasımda Berlin Duvarı geçişlere açıldı ve 14 Ocak 1990’dan sonra da yıkılmaya başlandı. 3 Ekim 1990’da iki Almanya resmen birleşti.

Avrupa Ekonomik Topluluğundan (AET) Avrupa Birliğine (AB)

1957’de imzalanan Roma Antlaşması ile “Avrupa Ekonomik Topluluğu” adını alan birliğin politikalarının başarıya ulaşması sonucunda 1972’de üye sayısı altıdan dokuza çıktı.

7 Şubat 1992’de imzalanan ve Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile Avrupa Topluluğu,  “Avrupa Birliği” adını aldı.  Avrupa Birliği 1 Temmuz 2013 itibariyle Hırvatistan’ın da birliğe katılması ile üye sayısını yirmi sekize yükseltmiştir.

Maastricht Kriterleri

Hollanda’nın Maastricht kentinde imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması’nda (Maastricht Antlaşması), Ekonomik ve Parasal Birliğin  (EPB)  aşamaları,  bu aşamalarda izlenecek ekonomik ve parasal politikalarla bu politikaların uygulanması için gerekli kurumsal değişiklikler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler çerçevesinde, EPB’nin gerçekleştirilmesi doğrultusunda, üye ülke ekonomileri arasındaki farklılıkların giderilebilmesi için,  “Maastricht Kriterleri”  olarak adlandırılan yakınlaşma kriterleri tespit edilmiş ve bunlara uyulmaması durumunda uygulanacak yaptırımlar belirlenmiştir. Bu kriterler şunlardır:

Üyelerin yıllık ortalama enflasyon oranı,  en düşük yıllık enflasyona sahip üç üye devletin enflasyon ortalamasını en fazla 1,5 puan geçebilir.

Üye devletlerin bütçe açığı oranı gayri safi yurt içi hâsılasının (bir ülke sınırları içerisinde belli bir zaman içinde,  üretilen tüm mal ve hizmetlerin para birimi cinsinden değeri) %  3’ünü aşmaması gerekir.

Üye devletlerin kamu borcunun, gayri safi yurt içi hâsılalarının % 60’ını geçmemesi gerekir.

Her üye devletin uzun vadeli faiz oranı, en düşük orana sahip üç üye devletin faiz oranını en fazla 2 puan aşabilir.

Üye devletlerin ulusal paraları, Avrupa Döviz Kuru mekanizmasının izin verdiği normal dalgalanma sınırları içinde kalmalıdır.

Kopenhag Kriterleri

22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde Avrupa Konseyi,  Avrupa Birliğinin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa Devletlerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri de belirtmiştir. Bu kriterlere göre aday ülkeler; demokrasi,  hukukun üstünlüğü,  insan hakları, azınlık hakları ve işleyen bir piyasa ekonomisi alanlarında belirli bir seviyeye gelmiş olmalıdırlar. AB, bu kriterlere uygun gördüğü birçok Doğu Avrupa ülkesini özellikle 2004 yılından sonra tam üyeliğe almıştır.

AB ve Dünya

3. NATO’nun Avrupa’da Genişlemesi

Doğu Blokunun yıkılmasından sonra kendi başlarına hareket etme özgürlüklerine kavuşan Doğu Avrupa ülkeleri NATO’ya girerek güvenlik sorunlarını çözmekle beraber ABD ve Batılı ülkelerle siyasi ve ekonomik bağlarını güçlendirmeyi amaçlamışlardır. Bu amaçla Ocak 1999’da ilan edilen  “Barış İçin Ortaklık (BiO)” adıyla bir ortaklık programı uygulamaya konularak NATO ile yakınlaşmaları ve farklı tarihlerde üye olma imkânı sağlanmıştır. Nisan 2008’de Bükreş’te yapılan NATO Zirvesi’nde, Rusya’nın bütün karşı çıkmalarına rağmen, Ukrayna ve Gürcistan’ın ileride NATO’ya tam üye olacakları karar altına alınmıştır. Ayrıca Arnavutluk ve Hırvatistan 2009’da üye olma hakkı kazanırken Makedonya’nın üyeliği Yunanistan tarafından, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de üyeliği Türkiye tarafından veto edilmiştir.

D. TÜRKiYE VE AVRUPA BiRLiĞİ

1. Türkiye’nin AB Serüveni

Ankara Anlaşması ve Katma Protokol

Türkiye, AET’nin kurulmasından kısa bir süre sonra Temmuz 1959’da Topluluğa tam üyelik için başvurmuştur. AET tarafından verilen cevapta, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik şartları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanması önerilmişti.  Bu gelişmeler sonucunda 12 Eylül 1963’te “Ankara Anlaşması” imzalanmıştır. Ancak Ankara Anlaşması, geçiş dönemi hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükleri belirten Katma Protokol (1973) öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır. AB ve Gümrük Birliğinin temsil ettiği kalkınma modeli dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören bir model iken, ülkemizde 1970’li yıllarda içe dönük, “ithalat ikamesi”ne dayalı politikalar uygulanmıştır.

AB ile başlangıçta sadece ekonomik olan sorunlar, Yunanistan’ın 1980’de Topluluğa tam üye olması ile siyasi boyut da kazanmıştır.  Çünkü AB’ye üyeliğin kabulü için oybirliği şartı aranmaktadır. Türkiye ile arasındaki sorunların kendi politikasına uygun şekilde çözümü için Yunanistan’ın veto hakkını bir koz olarak kullanması sonucu Topluluk ile Türkiye arasındaki ilişkiler dondurularak mali iş birliğine son verilmiştir.  Katma Protokol’ün ise sadece ticari hükümleri işlemeye devam etmiş, diğer bütün hükümleri etkisiz kalmıştır.

b. Türkiye’nin Gümrük Birliğine Girişi

Türkiye, 14 Nisan 1987’de tekrar AB’ye tam üyelik müracaatında bulunmuştur. AB Komisyonu tarafından 1989’da verilen cevapta, Türkiye’nin AB’ye üyelik konusundaki ehliyeti kabul edilmekle birlikte, gelecekteki genişleme sürecine kadar beklenmesi ve Gümrük Birliği sürecinin tamamlanması önerilmiştir. Yapılan müzakereler sonunda Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği,  1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

c. Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci ve Türkiye

Avrupa Birliği,  1993 Kopenhag Zirve Toplantısı’nda aldığı kararlar uyarınca eski Varşova Paktı ülkeleri olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan bir genişleme süreci başlamıştır.

12-13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksemburg’da yapılan Avrupa Birliği Zirvesi’nde Türkiye’nin tam üyeliğe ehliyeti bir kez daha teyit edilmiştir.  15-16 Haziran 1998 tarihinde gerçekleşen AB “Cardiff Zirvesi”  Sonuç Belgesi’nin genişleme ile ilgili bölümünde, adayların tam üyeliğe hazırlanma durumunu incelemek üzere kurulmuş olan gözden geçirme mekanizmasına Türkiye de dâhil edilmiştir. Belgede ayrıca, Komisyon tarafından Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için sunulan  “Avrupa Stratejisi” onaylanmıştır.  AB Komisyonunun 1999’da açıkladığı raporda, Türkiye tam üyeliğe aday gösterilmiş ve ülkemize de somut bir “Katılma Ortaklığı Stratejisi” önerilmiştir.10–11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye, oy birliği ile Avrupa Birliğine aday ülke olarak kabul edilmiştir. Bu süreçte Türkiye AB fonları tarafından finansı sağlanan Socrates( Genel Eğitim),Leonardo da Vinci ( Mesleki Eğitim ), Hayat Boyu Öğrenme (LLP ) ve Gençlik    ( Youthbin Action) Programlarına tam üye olarak katılarak ülkemizde bununla ilgili “Ulusal Ajans” adı verilen bir yapılanmayı gerçekleştirmiştir.

Tarama Süreci

Türkiye’nin siyasi kriterleri yerine getirmediği için,  tarama sürecine de başlayamayacağı belirtilmektedir.  Ancak Türkiye, Avrupa Birliğine tam üyelik için müzakerelere 2005 yılında başladı. Tüm başlıklarda tarama süreci tamamlandı. Açılan 14 başlığın 1’i kapanırken, 13 başlıkta müzakereler hala devam ediyor. AB Komisyonu’nun tavsiyesi ile 8 başlıkta ise müzakereler kısmen askıya alındı.

E. YENİ OLUŞUM SÜRECİNDE BALKANLAR

1. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin Dağılması

1945’te yapılan seçimleri kazanan Tito, Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni kurarak ülkedeki krallık yönetimine son verdi.1945’te sosyalist temeller üzerine kurulan Yugoslavya,  egemen ulus anlayışının engellenmesi amacıyla siyasi yapı olarak “federalizm”i belirledi. Yugoslavya;  Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Sırbistan, Makedonya Federal Cumhuriyetleri ile Voyvodina ve Kosova özerk bölgelerinden oluşturuldu. Tito yönetimi dış politikada Sovyet hegemonyasına karşı Batılı devletlere ve ABD’ye yakınlaştı. Bu gelişmeler üzerine Yugoslavya COMINFORM’dan ihraç edildi. Bunun üzerine Yugoslavya Bağlantısızlar Bloku’nda yer aldı.1974 Anayasası ile Tito ömür boyu devlet başkanı seçildi. Aynı zamanda bu anayasa ile ulusların her birinin, “ayrılma hakkı da dâhil olmak üzere kendi kaderini tayin hakkı”ndan da bahsedildi.          Tito’nun 1980’de ölümünden sonra Aralık 1987’de Slobodan Miloşeviç’in bir darbeyle Sırp Komünist Partisinin başına geçmesi ile Avrupa’nın 4.  büyük ordusu olan Yugoslavya Federal Ordusu  (JNA),  Sırpların kontrolüne geçti. Buna karşılık Slovenya Cumhuriyeti Parlamentosu 7 Haziran 1989’da Slovenya halkının kendi geleceğini kendisinin belirlemesi yönünde karar alarak 2 Temmuz 1990’da da bağımsızlığını ilan etti.  Bunu Hırvatistan Parlamentosunun bağımsızlık kararı takip etti.  Böylece Yugoslavya’da parçalanma süreci başlamış oldu. Aynı yıl içinde Makedonya ve Bosna-Hersek de bağımsızlıklarını ilan edince Yugoslavya’ya oluş turan altı devletten dördü;  Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek devletten ayrılmış oldular

Bosna-Hersek Cumhuriyeti Sırp, Hırvat ve Boşnakların birlikte yaşaması nedeniyle Yugoslavya Federal Cumhuriyeti içinde “Küçük Yugoslavya” olarak anılmaktaydı. Bosna Hersek’te 15 Ekim 1991’de Bosna-Hersek Meclisi bağımsızlık kararı alırken Bosnalı Sırplar da yeni bir anayasa kabul ederek Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin temellerini attı.  Bosna-Hersek’in bağımsızlık kararı 29 Şubat 1992’de,  Bosnalı Sırpların seçimi boykot etmelerine rağmen referandumla onaylandı.  6 Nisan’da da AT Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıdı. Bu durumu kabul etmeyen Sırbistan, “Büyük Sırbistan” hayalini gerçekleştirebilmek için yanındaki milis grupları da silahlandırarak silahsız Boşnaklara karşı savaş başlattı.               Ocak 1993’te de Sırplara karşı ortak mücadele eden Boşnak ve Bosnalı Hırvatlar anlaşmazlığa düşerek kendi aralarında savaşmaya başladı. Bu durum Sırpların işini daha da kolaylaştırdı. Mart 1994’te Washington’da düzenlenen bir törenle Bosna-Hersek topraklarında bir Boşnak-Hırvat Federasyonunun kurulmasına ilişkin bir anlaşma imzalanarak Ocak 1993’ten beri devam eden Hırvat-Boşnak mücadelesi sona erdi. Temmuz 1995’te General Ratko Mladiç komutasındaki Sırp güçleri,  daha önce BM Güvenlik Konseyi tarafından  “güvenli bölge”  ilan edilmiş olan Serebrenika’yı işgal etti ve binlerce sivili topluca katletti. Bu gelişme üzerine NATO harekete geçerek 30 Ağustos 1995’te Sırp hedeflerine yönelik kapsamlı hava operasyonları başlattı. Üç hafta süren bu harekât sonucunda Sırplar ateşkes yapmayı kabul etti. 14 Aralık 1995’te Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franyo Tucman ve eski Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı “Bilge Lider” lakaplı Aliya İzzetbegoviç tarafından “Dayton Antlaşması” imzalanarak Bosna Savaşı sona erdi.

2. Arnavutluk’ta Demokratikleşme Süreci

II. Dünya Savaşı’nda İtalyanlar tarafından işgal edilen Arnavutluk Enver Hoca liderliğinde,  İtalyan ve Almanlara karşı mücadele verdi ve savaş sonunda Komünist Partisinin yönetimine girdi. Başlangıçta SSCB ile iyi ilişkiler kuran Enver Hoca liderliğindeki Arnavutluk, 1961’de SSCB’den uzaklaştı ve Avrupa’da yalnız kaldı. Enver Hoca döneminde bütün kilise ve camiler kapatılmış ve Arnavutluk, 1967 yılında resmi olarak dünyadaki ilk ateist devlet olmuştur. Nisan 1985’te Enver Hoca’nın ölümünden sonra Ramiz Alia, Arnavutluk Komünist Partisi liderliğine ve devlet başkanlığına getirildi.

F. ORTA DOĞU VE AFGANİSTAN’DAKİ GELİŞMELER

1. Körfez Savaşları

Irak,  İran ile sekiz yıl süren savaş sebebiyle büyük ölçüde borçlanmıştı. Borçlarını ödeyebilmek,  sanayileşmesini sürdürmek ve askeri yönden yeniden güçlenebilmek için, Kuveyt’in günlük limitten fazla petrol çıkararak kendisini zarara uğrattığı iddiasını öne sürerek bu devletten 24 milyar dolar istedi. Bu isteklerin kabul edilmemesi üzerine Irak birlikleri, 2 Ağustos 1990 günü Basra Körfezi’nin doğusunu ve Kuveyt’teki zengin petrol yataklarını ele geçirerek bölgede daha etkili olma amacıyla Kuveyt’i işgal etti.                                                                                                                                           Kuveyt’in işgali Irak’ı kendileri için bir tehdit unsuru olarak gören İran,  Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere bölge ülkelerinin politikalarıyla da uyuşmuyordu. Bu nedenlerle Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan “Körfez Krizi”, aynı zamanda bir dünya sorunu hâline geldi. BM Güvenlik Konseyi 6 Ağustosta, Irak’a geniş kapsamlı ekonomik ambargo uygulanmasını kabul etti.  Avrupa Topluluğu’da Irak ve Kuveyt’ten petrol alımına ambargo koydu ve Irak’a silah satışını yasakladı.  Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesini sağlamak amacıyla Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan koalisyon güçlerine ABD ve Avrupa devletlerinin yanında Mısır, Bahreyn, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suriye gibi Arap ülkeleri de destek verdi. BM, Irak’a karşı güç kullanılması kararı alırken Irak’ın kuvvetlerini geri çekmesi için 15 Ocak 1991’e kadar süre tanıdı. Irak’ın,  verilen süre içerisinde kuvvetlerini çekmemesi üzerine, Güvenlik Konseyi kararına göre koalisyon güçleri 17 Ocak’ta hava saldırısına başladı.  Bu saldırılar sonucu Irak,  askeri gücünün büyük bölümünü kaybetti.

3 Nisan’da ateşkesin nihai şartlarını görüşen BM Güvenlik Konseyi,  Kuveyt’in işgalden önceki sınırlarını kabul edilmesi, Irak’ın nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlardan arındırılması kararını aldı. Mayıs 1991’de,  36. paralelin kuzeyini kontrol altında tutmak ve Irak’ın ateşkes koşullarına uyup uymadığını kontrol etmek için uluslararası  “Çevik Güç”  kuruldu.  Merkezi Türkiye’deki İncirlik Üssü olan bu güç; Amerikan, İngiliz, Fransız ve Türk hava birliklerinden oluşuyordu. 20 Mart 2003’de ABD ve İngiltere Irak’a saldırı başlattı.ABD ve İngiliz kuvvetleri 9-10 Nisan’da Bağdat’a girdi. Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 30 Aralık 2006’da idam edildi. Yapılan uzun çalışmalar sonucunda 13 Temmuz 2003’te “Geçici Irak Yönetim Konseyi” oluşturuldu ve seçimler 30 Ocak 2005’te yapıldı. Celal Talabani cumhurbaşkanlığına seçildi. Hükümetin kurulmasının ardından Ekim ayında anayasa referanduma sunuldu ve kabul edildi. Koalisyon askerleri ise 2003’ten beri işgal ettikleri Irak’tan 31 Aralık 2011 tarihinde geri çekildi ve Körfez Savaşı resmen sona erdi.

2. Filistin Sorunu ve Orta Doğu Barış Görüşmeleri

Filistin’deki örgütler İsrail’e karşı 1964’te Yaser Arafat önderliğinde ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı atında birleştiler. FKÖ siyasi çözüm yolları arayarak Batı Şeria ve Gazze’de bir Filistin Devleti’nin kurulması için çalışmalara başladı. Bu çalışmalar soncunda BM, 1974’te FKÖ’yü Filistin’in tek temsilcisi olarak tanıdı. Filistin topraklarında FKÖ’nün yönlendirmesiyle İsrail’e karşı “ayaklanma”  (intifada)  başladı.  Ancak İsrail’in insan hakları ihlalleri dünyada yankı uyandırdı ve İsrail’i uluslar arası kamuoyunda zor durumda bıraktı.  14 Kasım 1988’de Filistin Ulusal Konseyi tarafından “Bağımsız Filistin Devleti” ilan edildi. 1989’da Yaser Arafat FKÖ merkez konseyi tarafından Filistin Devlet Başkanlığına seçildi. Ekim 1991’de düzenlenen “Madrid Konferansı” İsrail ile Filistin’e ilk kez karşı karşıya geldi. 1993’te “Oslo Görüşmeleri” sonunda ise FKÖ İsrail’i,  İsrail’de FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı.

İsrail’in BM Güvenlik Konseyi kararlarını ve dünya kamuoyunun tepkisini dikkate almayarak,  2004’te Gazze’ye saldırılarını yeniden başlattı.“Refah Operasyonu” adı verilen saldırılar Yaser Arafat’ın ölümü sonrasında Filistin Devlet Başkanı olan Mahmut Abbas tarafından İsrail’le ateşkes imzalanması ile son buldu. Yapılan anlaşmaya göre İsrail 2005’te Gazze’deki 21 ve Batı Şeria’da ki dört yerleşim yerinden çekilmeyi tamamladı.

2007 sonlarında İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözüm esasına dayanan “Anna Polis” toplantısı yapıldıysa da sonuç alınamadı. 2008 sonlarında İsrail’in muhalif Filistinli örgütleri gerekçe göstererek Gazze üzerine başlattığı saldırılarda çoğunluğu sivil, yüzlerce insan hayatını kaybetti. İsrail son olarak 31 Mayıs 2011 tarihinde Gazze’ye yardım malzemesi götüren “Mavi Marmara” adlı bir bandıralı gemiye uluslar arası sularda askeri operasyon yaparak 9 Türk vatandaşını şehit etti. Tüm dünya tarafından kınanan bu olay sonrası İsrail ile Türkiye ilişkileri koptu. İsrail bu olaydan iki yıl sonra (22.03.2013) Türkiye’den resmen özür diledi ve şehit olanların yakınlarına da tazminat ödemeyi kabul etti.

3. Afganistan’daki Gelişmeler

Afganistan’da Şubat 1989’da SSCB birliklerinin çekilmesinden sonra bu durumdan yararlanan Molla Muhammet Ömer liderliğindeki Taliban (öğrenciler) grubu, 1996’da Kâbil merkez olmak üzere ülkenin yaklaşık % 70’ini kontrolü altına alarak İslam Devletini kurdu. Taliban yönetimine karşı olanlar da Ahmet Şah Mesut liderliğinde ülkenin kuzeyinde toplanarak  “Kuzey İttifakı”  adı altında örgütlendi.

11 Eylül 2001’de ABD’nin Newyork şehrindeki “Dünya Ticaret Merkezi”ne  (İkiz Kuleler)  ve ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) terör saldırısında bulunuldu. ABD bu saldırılardan sorumlu tuttuğu terör örgütü liderinin Afganistan’da bulunduğunu iddia ederek 7 Ekim 2001 tarihinde Afganistan’a hava taarruzu başlattı. Başta Özbek General Raşid Dostum olmak üzere Kuzey ittifakı da harekâta karadan destek verdi. Hava operasyonları karşısında çaresiz kalan Taliban yönetimi Kasım 2001’de yönetimden uzaklaştırıldı. Afganistan’da Taliban yönetimi yıkılarak yerine Hamid Karzai liderliğindeki hükümet, 22 Aralık 2001’de göreve başladı.  Bu hükümetin ülkede güvenliği sağlamasına destek olarak BM Güvenlik Konseyi tarafından Türkiye’nin de aktif rol aldığı “Uluslararası Güvenlik Destek Gücü” (ISAF) kuruldu. Devlet başkanlığı sisteminin yürürlükte olduğu ülkede,  18 Eylül 2005’te yapılan seçimler sonunda oluşan Hamid Karzai tekrar başkanlığa seçildi.

4.Orta Doğu’da Su Sorunu

Orta Doğu’nun başlıca su kaynakları:  Dicle,  Fırat,  Asi,  Şeria ve Nil nehirleridir.  Asi Nehri, Türkiye ve Suriye arasında da sorun oluşturdu.       Türkiye, Keban Barajı projesi ile Dicle ve özellikle Fırat akarsularının kullanımının bir anlaşmaya bağlanması amacıyla Suriye ve Irak’a 1965’te ortak bir toplantı yapılması teklifinde bulundu. Ancak, Türkiye’nin Dicle ve Fırat nehir sularının yanı sıra Asi Nehri sularının da bu görüşmede ele alınması önerisi üzerine bu toplantı gerçekleşmedi.

1970’li yılların başlarından itibaren Türkiye’nin GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi)’ı uygulamak üzere çalışmalara başlaması, Dicle ve Fırat nehirlerinden yararlanan Suriye ve Irak tarafından tepkiyle karşılandı. Bu gelişme Suriye ve Irak başta olmak üzere Arap devletlerinin sert tepkisi ile karşılandı.  Böylece Dicle ve Fırat’ın sularının kullanımı ve paylaşılmasından doğan “su sorunu” ortaya çıktı. Türkiye, sorunun barışçı yollarla çözülmesine çalıştı. Bu doğrultuda 1987’de Şam’da imzalanan “Ekonomik İş Birliği Protokolü”  çerçevesinde Türkiye, Fırat Nehri’nden, Suriye’ye saniyede 500 metreküp su bırakmayı kabul etti. Ayrıca Fırat ve Dicle’nin suyunu Arap Yarımadası’na kadar akıtacak “Barış Suyu Projesi”ni ortaya attı. Türkiye’nin su sorununu aşmaya yönelik çalışmaları Suriye’nin paylaşım stratejisi nedeniyle bir sonuç vermedi. Ayrıca Fırat Nehri üzerinde “Birecik Barajı”nın yapılmaya başlanması Suriye’nin, Dicle üzerinde “Ilısu Barajı”nın yapılması Suriye ve Irak’ın tepkilerine sebep oldu.1990’lı yıllarda Türkiye ile Suriye ve Irak arasında devam eden bu sorun 1999-2001 yılları arasında bölgede kuraklığın da görülmesiyle gerginliği oldukça artırdı.

G. DÜNYADAKi GELİŞMELER

1. Bilimsel ve Teknolojik Gelişmelerin Etkileri

Günümüzde insanları etkileyen, bilimsel alanda devrim niteliğindeki en önemli gelişme  “nanoteknoloji”dir. Bu çalışmalar sonucunda ise 1996’da “Dolly” adı verilen koyun kopyalandı. Ülkemizde de 2007 yılında  “Oyalı ”  adı verilen ilk koyun kopyalandı.

1994’te ise Venüs yüzeyinin haritası çıkarıldı.  Bütün devletlerin uzay araştırmalarında kullanabileceği bir “Uluslararası Uzay istasyonu” 1998 yılında başlayan inşaatının sonunda 2011 yılında tamamlanmıştır. Bütün bu gelişmelerin yanı sıra 1986’daki Çernobil kazası çevre sorunlarına duyarlılığı da arttırmıştır.

H. DEĞİŞEN DÜNYA VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI

TÜRK DIŞ POLİTİKASININ GENEL ÖZELLİKLERİ

1. Rusya Federasyonu

2000’li yıllara girilirken Türkiye-Rusya ilişkileri hızlı bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Türkiye inşaat sektörü ve tüketim malları konusunda Rusya pazarında eksikliği giderirken Rusya da Türkiye’nin doğal gaz başta olmak üzere enerji ihtiyacını karşılamak,  silah sanayini geliştirmek konusunda fırsatlar sunmaktadır.  Şu anda Rusya, Rus doğal gazını Karadeniz’in altından döşenen bir boru hattıyla Samsun’a ulaştıran “Mavi Akım Projesi”nden dolayı Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke hâline gelmiştir.

2. Kafkasya

Bu süreçte Türkiye ve Azerbaycan’ın siyasi, ekonomik ve stratejik açıdan ortak menfaatlere sahip olması iki ülkeyi yakınlaştırmıştır. Bakü-Tiflis-Ceyhan  (BTC) Petrol Boru Hattı, 2005’te tamamlanarak faaliyete geçmiştir.

BTC ile paralel olarak geliştirilen Güney Kafkasya Boru hattı  (GKB) ile Azerbaycan doğal gazının Şah Deniz Projesi’yle Gürcistan ve Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanması hedeflenmektedir.  Ayrıca Türkiye, Yunanistan’la bu hattı Avrupa’ya uzatmak için Şubat 2003’te bir anlaşma imzalamıştır. Türkmenistan doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak olan Trans-Hazar Boru Hattı Projesi (THB)   için de Aşkabat ile yapılan müzakereler sonucunda bu projenin de hayat geçirilmesi için üzerinde çalışılmaktadır.

3. Orta Doğu

Mart 2003’te ABD liderliğinde Irak’a gerçekleştirilen askerî müdahale sonucunda Irak’ta bir otorite boşluğu doğmuştur.  Bu durum Türkiye ile Irak arasında güvenlik sorunlarına yol açmaktadır.  Bu nedenle Türkiye,  Irak’ta istikrarın yeniden tesisi ve toprak bütünlüğünün korunmasına,  ülkenin yeniden yapılanmasına büyük önem vermektedir.

2000’li yıllara gelindiğinde Suriye’nin teröre verdiği desteği kesmesi ve ABD’nin Suriye’ye karşı yaptırımlarına Türkiye’nin destek vermemesi iki ülke arasındaki ilişkileri normale dönüştürdü.  İki devlet arasındaki ilişkiler üst düzey ziyaretlerle iyice pekiştirildi. Ancak Arap Baharı diye adlandırılan ve ilk olarak Tunus’ta başlayıp sonra tüm Arap dünyasına yayılan isyan ve gösteriler Suriye’ye de sıçradı. Özellikle Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın halkın demokratik taleplerine karşı bir girişimde bulunmaması nedeniyle ülkede 2011 yılından itibaren iç savaş ortaya çıktı. Yüz binlerce Suriyeli bu iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığındı. Bu gelişme 2013 yılı itibariyle Suriye ile aramızdaki en önemli sorunu oluşturmaktadır.

Türkiye,  İsrail’in kuruluşundan itibaren ilişkilerini Arap ülkelerini de dikkate alarak sınırlı bir düzeyde tutmuştu.  1991 yılı sonunda iki ülkenin diplomatik temsil düzeyini karşılıklı olarak büyükelçilik düzeyine çıkarması,  ilişkilerin düzelmesinin başlangıcı oldu. Ancak 2000’li yıllarda İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarını Türkiye’nin  “devlet terörü”  olarak nitelendirmesi, İsrail’in Kuzey Irak’taki oluşumu desteklemesi ve 30 Ocak 2009 tarihinde Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında yaşanan söz düellosu (One Minute Olayı ) ve 31 Mayıs 2011 tarihinde Gazze’ye yardım malzemesi götüren “Mavi Marmara” adlı insani yardım gemisine açık sularda askeri operasyon yapılması Türkiye-İsrail ilişkilerini bozmuştur.

5. Balkanlar

Türkiye, NATO’nun Kosova harekâtında aktif olarak rol almış ve sonrasında Kosova’ya gönderilen barış gücüne katkı sağlamıştır.  17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden birisi Türkiye’dir. 1980-1990 arasında Bulgaristan’da sayıları 1,5 milyonu bulan ve ülke nüfusunun  % 15’ini teşkil eden Türk azınlığın, isimlerini zorla değiştirmek yoluyla Bulgarlaştırmaya (asimilasyon) tabi tutulması Bulgaristan’la ilişkilerimizde önemli bir sorun olmuştur. Zorla isim değiştirmenin yanında,  Bulgar hükümeti;  Türkçe konuşulmasını yasaklamış, camileri kapatmış, Türklerin arazi ve evlerine el koymuştur.  Bu yasaklara uymayanları cezalandırmak için sürgün kampları oluşturmuş ve çok sayıda soydaşımız hayatını kaybetmiştir.1985 Şubatında, Türkiye’nin yapılanlara tepki göstermesi üzerine Bulgaristan, isimleri değiştirilen kişilerin Türk değil  “Müslüman Bulgar”  oldukları cevabını vermiştir.  Uluslararası örgütlerden gelen tepkilere ve Türkiye’nin verdiği notaya rağmen Bulgaristan uygulamalarından vazgeçmedi.1989 Haziranında Türkiye soydaşlarımızı kabule hazır olduğunu açıklayınca 300 bin soydaşımız Türkiye’ye göç etti. Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’yle ilgili sorunlar,  azınlıklar ve Kıbrıs sorunu uzun yıllardan beri devam etmekteydi. Buna ek olarak Ocak 1996’da Ege Denizi’ndeki Kardak Kayalıkları yüzünden Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine kadar gelmiştir. Türkiye ile Yunanistan arasında uzun yıllardır devam eden Batı Trakya sorunu bu dönemde de devam etmiştir.  Yunanistan Batı Trakya’da yaşayanlar  “Türk değil Müslüman azınlıktır.”  tezini savunmaya devam etmiş ve Türklerin eğitim,  kültür,  siyaset,  ibadet vb. alanlardaki sorunları çözülememiştir. 26 Ocak 1990’da Batı Trakya Türkleri liderlerinden Dr. Sadık Ahmet’in “Türk” kelimesini kullanması yüzünden yargılanıp cezalandırılması Türkler tarafından protesto edildi.  Batı Trakya’da özellikle Rodop’ta Türklere yönelik saldırılar sonucunda gelişen olaylar üzerine Yunanistan ve Türkiye karşılıklı olarak büyükelçilerini geri çekmiştir. Yunanistan’da 1990 seçimlerinde Sadık Ahmet ve Ahmet Faikoğlu’nun bağımsız milletvekili olarak seçilmesi üzerine yeni bir seçim yasası çıkarıldı.

Günümüzde Yunanistan ile Türkiye arasındaki arasında uzun yıllardır devam eden “Kıbrıs Sorunu” bu dönemde de en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmiştir.. Kıbrıs sorununun çözümü için BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın taraflara sunduğu plana göre: Kurulacak Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki bakanlıkların en az üçte biri Türklerden oluşacak, devlet başkanlığı ve başbakanlık makamları on ayda bir Türkler ve Rumlar arasında değişecekti. Annan Planı uzun müzakerelerden sonra taraflarca kabul edilerek Nisan 2004’te referanduma sunulmuştur. Bu plana Türkler (% 65) evet derken, Rumlar  (%  76)  hayır oyu kullandılar.  Buna rağmen GKRY 1 Mayıs 2004’te AB’ye tam üye oldu. Bu gelişme ile Kıbrıs, Türk Yunan ilişkilerinde doğrudan bir sorun olmaktan çıkarken AB ile Türkiye arasında bir sorun hâline gelmiştir. Mart 2008’de alınan bir kararla iki tarafı birbirinden ayıran Lokmacı Sınır Kapısı açılmıştır.  Günümüzde Kıbrıs sorununun çözümü için görüşmeler devam etmektedir.

6. Kızılayın Yurt Dışı Yardım Faaliyetleri

Türk Kızılayı yurt içinde ve yurt dışında acil ihtiyacı olan insanlara en kısa süre içinde yardım ulaştırmaktadır. Yardımlar, temel ihtiyaçlar yanında sağlık ve eğitim alanlarında yapılmaktadır. Türk Kızılayı ayrıca yurt dışında Tayland, Endonezya, Sri Lanka, Pakistan, Lübnan, Sudan, Irak, Gürcistan ve Filistin’de yardım faaliyetlerinde bulunmuştur.

7. Türk Ordusu ve Dünya Barışı

Türkiye Kore, Somali, Bosna-Hersek, Adriyatik Denizi, Arnavutluk, Kosova, Afganistan ve Lübnan’a asker göndermiştir.

I. 1980 SONRASI TÜRKiYE

1. Siyasi Gelişmeler

1983 milletvekili genel seçimlerinde Turgut Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi  (ANAP)  iktidara geldi.  Türkiye’nin dünyaya açılmasında önemli adımlar atılarak AB’ye tam üyelik için başvuru yapıldı.1987’de yapılan referandum ile 12 Eylül askerî müdahalesi sonucunda siyaset yasağı konan Süleyman Demirel,  Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş’in siyasi yasakları kalktı. Kasım 1987 seçimlerinden ANAP yine birinci parti olarak çıktı.31 Ekim 1989’da TBMM kararıyla cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın yerine Yıldırım Akbulut başbakan oldu.  1991 seçimleri sonucunda Süleyman Demirel başbakanlığında DYP-SHP Koalisyon hükümeti kuruldu.  Turgut Özal’ın 1993 yılında ölümü ile Süleyman Demirel cumhurbaşkanı oldu. Süleyman Demirel’in yerine Tansu Çiller DYP genel başkanı ve Türkiye’nin ilk kadın başbakanı oldu.  AB ile “Gümrük Birliği Anlaşması” imzalandı.1995 ile 2001 yılları arasında Türkiye’yi Necmettin Erbakan,  Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit başbakanlığındaki koalisyon hükümetleri yönetti. Bu dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliğini sağlamak için önemli çalışmalar yapılırken hazırlanan  “Ulusal Program” çerçevesinde AB’ye uyum yasaları çıkarıldı.  Mayıs 2000’de Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı seçildi.  2002,  2007 ve 2011’de yapılan seçimlerde tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin kurduğu  hükümet  ülkeyi  yönetmektedir. Görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’in yerine 2007’de Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilmiştir.

2. Kültürel Gelişmeler ve Sosyal Hayat

1980’li yıllarda arabesk müziğin de etkisiyle nispeten durgun bir dönem geçiren Türk Pop Müziği, Sezen Aksu, Erol Evgin ve Barış Manço gibi isimlerle birlikte 1990’dan sonra özellikle gençler tarafından ilgiyle takip edilmiştir. Tarkan ile daha geniş kitlelere ulaşan Türk Pop Müziği,  Sertab Erener’in 2003 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanmasıyla uluslararası alanda da önemli bir başarı kazanmıştır. Mazhar-Fuat-Özkan (MFÖ) müzik grubu da halkın yoğun ilgisini çekmiştir.

Türkiye’de ilk renkli televizyon yayını 1984’te başladı.  1990’da ilk özel televizyon kanalının açıldı. Bu dönemde çekilen birçok yerli film,  beğeni ile izlendi ve uluslararası film festivallerinde ödüller aldı. Nuri Bilge Ceylan “Üç Maymun” adlı filmiyle Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü aldı gibi film Oscar ödüllerine de aday gösterilmiştir.

Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması edebiyat alanında en önemli uluslararası başarı olmuştur.  Bu dönemde ülkemizde görülen toplumsal gelişmelerin en önemlilerinden biri de eğitim alanında olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığının başlattığı “Haydi kızlar okula”, “Ana-kız okuldayız” ve sivil toplum kuruluşlarının başlattığı kampanyalar sayesinde kız çocukların ve kadınların eğitime daha fazla katılmaları sağlanmıştır. 1997-98 eğitim-öğretim döneminde 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmiştir. 1981’de çıkarılan Yükseköğretim Kanunu ile ülkemizdeki tüm yükseköğretim kurumları Yükseköğretim Kurulu  (YÖK)  çatısı altında toplanmıştır.

•     Bu Dönemde Diğer Önemli Gelişmeler

1993 yılında Türkiye’de ODTÜ’den ilk internet bağlantısının kurulması ve bilgisayar kullanıcılarının sayısının hızla artması,  özellikle genç nüfus üzerinde çok etkili oldu.  Türk sporu 1980’lerin sonlarından itibaren uluslararası alanda büyük başarılar elde etmiştir. Naim Süleymanoğlu’nun 1988 Seul Olimpiyatları’nda altın madalya kazanmasıyla başlayan süreç, birçok branşta olimpiyat madalyaları kazanılmasıyla devam etmiştir. En çok altın madalya Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu başta olmak üzere halterci sporcular tarafından kazanılmıştır.1992 Barselona Olimpiyat Oyunlarında Mehmet Akif Pirim grekoromen güreşte 24 yıl aradan sonra şampiyon olmuştur. 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda Türkiye son 36 yılın en başarılı sonucunu elde ederek, oyunları 4 altın, 1 gümüş ve 1 bronz madalyayla kapadı..Türk Millî Futbol Takımının 2002 Dünya  Şampiyonası’nda ve 2008 Avrupa Futbol  Şampiyonası’nda 3. olması millî takım düzeyinde en önemli başarılardır.

3. Ekonomik Gelişmeler

1980’den sonra ekonomi önceki dönemlere göre büyük bir değişim gösterdi.  24 Ocak 1980’de alınan kararlar Türk ekonomi anlayışında bir dönüm noktası oldu. Bu kararlara göre ödemeler dengesini düzeltmek,  enflasyonu düşürmek,  serbest piyasa ekonomisine geçmek ve ihracata yönelik üretimi teşvik etmek temel öncelikler oldu. 1980’lerin sonuna gelindiğinde artık yabancı sermaye girişi ve ihracat artmıştır. 1997,  1998,  2001 ve 2008 yıllarında yaşanan ekonomik krizler Türk ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak ve dış ticaret açığını kapatabilmek için IMF  (Uluslararası Para Fonu)  ile anlaşmalar imzalanmıştır.  Ocak 2005’ten itibaren Türk lirasından altı sıfır silinmiştir.  Serbest piyasa ekonomisinin temel şartlarından biri olan devletin ekonomi üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmak için Özelleştirme Yüksek Kurulu gibi kurumlar kuruldu.  Yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi için teşvikler verildi.  Devletin ekonomideki etkisini en aza indirmek için özelleştirme büyük bir hız kazandı.  Küreselleşmenin etkisiyle ithalat büyük bir hızla arttı. Dış ticaret açığı günümüzde de en önemli problemlerinden biri olmasına rağmen Türkiye ekonomisi dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasına girmiştir.

4. Toplumsal Sorunlar

a. Terörizm

Son 30 yıl içinde Türk toplumunu en fazla etkileyen olay terördür. Türkiye’deki terör faaliyetlerinin ortak Terör örgütlerinin başlıca finans kaynakları: Silah, insan ve uyuşturucu madde kaçakçılığı,  gasp, hırsızlık, fidye, haraç, çeşitli yayınlardan elde edilen gelirler ve dış desteklerdir.

b. 17 Ağustos Depremi Sonunda Ortaya Çıkan Sorunlar

17 Ağustos 1999’da meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki deprem kentleşme ve nüfus yoğunluğunun fazla olduğu, önemli endüstri tesislerinin bulunduğu İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Bursa,  Zonguldak, Eskişehir ve Yalova illerinde  can ve mal  kaybının  oldukça  fazla olmasına  sebep olmuştur. Yeni çıkarılan kanunlarla zorunlu deprem sigortası mecburiyeti getirilmiş, imar alanları ve ruhsatları daha sıkı kontrol altına alınmıştır. Arama ve kurtarma birimlerinin sayısı artırılmıştır.

I. KÜRESEL SORUNLAR

1. Küresel Isınma

II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlanan enerji ihtiyacı günümüzde giderek artmaktadır.  Fosil yakıtlar olarak adlandırılan  “kömür, petrol ve doğal gaz” dünyanın bugünkü enerji ihtiyacının % 75’ini karşılamaktadır. Yapılarında karbon (C) ve hidrojen (H) bulunan bu yakıtlar kullanıldıklarında atmosfere bol miktarda karbondioksit (CO) salmaktadır. Küresel ısınmaya neden olan gazlar içinde en etkili olan karbondioksitin, 1958’ten itibaren  % 9 artması dünyanın iklim dengelerini bozmuştur.

Kyoto Protokolü

Küresel ısınma sorunun çözümü için “BM iklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi”ne  (BMYDÇS)  bir ek niteliğindeki  “Kyoto Protokolü”  hazırlanmıştır.  Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde görüşülmeye başlayan Protokol,  Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.2012 yılında yapılan bir toplantı ile de protokolün süresi 2020’ye kadar uzatılmıştır. Türkiye ise bu protokolü 13.05.2009 imzalamıştır.

2. Çevre Kirliliği

Çevre kirliliğini genel olarak hava, su, toprak ve gürültü kirliliği olarak sınıflandırabiliriz. Yeryüzündeki su kaynaklarının ancak %  1’i kullanılabilir tatlı su kaynağıdır.  Son yıllarda küresel ısınmanın etkisiyle dünyada meydana gelen kuraklık,  su kaynaklarının çok daha fazla önem kazanmasını sağladı.  Doğal çevrenin yok olması beraberinde uzun yıllar süren hastalıkları da getirmiştir. Çernobil’de meydana gelen kazadan sonra bütün dünyada nükleer enerji tartışma konusu olmuştur.

3. Nüfus Artışı ve işsizlik

BM’nin raporlarına göre,  ülkelerin nüfus artışları mevcut hızıyla devam etmesi hâlinde dünya nüfusunun 2030 yılında 10 milyara yaklaşacağı ve bunun 8,4 milyarının düşük ve orta gelir grubu ülkelerde,  1,6 milyarının gelişmiş ülkelerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Bu durumda beslenme, temiz su ihtiyacı, işsizlik, trafik ve haberleşme önemli sorunlar olarak ortaya çıkacaktır. Dünyada nüfus artışı ile aynı hızda iş imkânlarının oluşturulamaması, hatta teknolojik gelişmeler sayesinde iş gücüne duyulan ihtiyacın her gün biraz daha azalması, işsizlik tehlikesini ön plana çıkarmıştır.

4. Yetersiz Beslenme ve Açlık

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 2015 yılına kadar dünyada açlık çeken kişi sayısını yarı yarıya azaltarak 800 milyondan 400 milyona indirmek için 24 milyar dolara ihtiyaç olduğunu bildirmiştir. Dünyada yoksulluk ve açlıkla mücadele için Dünya Gıda Programı  (WFP),  FAO,  Dünya Sağlık Örgütü (WHO)  ve BM Eğitim,  Bilim ve Kültür Örgütü  (UNESCO), Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) çalışma yapmakta ve projeler üretmektedir.

5. Uluslararası Terör

Son yıllarda dünyada uluslararası güvenlikle ilgili en önemli sorun terördür. BM’nin teröre bakışaçısı,  Genel Kurulun 1994’te yayınladığı deklarasyondaki  “Politik sebeplerle yapılan, toplumun tamamında veya bir bölümünde korku ortamı yaratacak cezai eylemler; siyasi, felsefi, ideolojik, etnik, ırksal, dinî veya herhangi bir gerekçe ile haklı gösterilemez.” hükmü ile ortaya konmuştur. 1990’lı yıllarda terörist faaliyetler çok fazla insanı hedef alan bir yapıya bürünmüştür. 11 Eylül saldırıları sonrasında, uluslararası terör, eylemlerini kişiler yerine sembol hedeflere yöneltmiştir. Küreselleşme ile birlikte terörizmle mücadele,  devletler için tek başlarına yürütebilecekleri bir politika olmaktan çıkmıştır.  Bu doğrultuda devletler,  terörizmle mücadelede uluslararası kuruluşlar bünyesinde daha fazla iş birliği yapmaktadır.

6. Salgın Hastalıklar

a. AIDS

1981’de ABD’de keşfedilen, cinsel ilişki ve kan yoluyla bulaşan bir hastalık olan AIDS için hâlen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi yoktur.

b. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı

İlk olarak 1944’te Kırım’da tanımlandığı için Kırım Kanamalı Ateşi adı verilen hastalık, 1956’da Kongo’da da ortaya çıkınca “Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi” adını aldı.  Kenelerden bulaşan Nairovirüs adı verilen bu virüsün sebep olduğu hastalık 2002’den itibaren Türkiye’de de görülmeye başlandı.

c. Kuş  Gribi

Kanatlı hayvanlarda toplu ölümlere yol açan ve H5N1 virüsünün insanlarda meydana getirdiği hastalığa “kuş gribi” adı verilmiştir.

d.  SARS  (Akut Solunum Yolu Yetmezliği Sendromu)

İlk defa 2003’te Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa’da saptanan SARS’ın nedeni henüz bilinmemektedir. Hastalığın temel yayılma yolu öksürüktür.

e. Hepatit

Karaciğerde meydana gelen iltihabi reaksiyon Türkiye’de yaygın olarak sarılık olarak tanımlanır. Ancak ülkemizde de hepatit denilince yaygın olarak hepatit B anlaşılır.

f. Sıtma

Hastalığa sebep olan parazitin dişi anofel sivrisinekleriyle insanlara bulaşmasıyla yayılan ateşli bir hastalıktır. Orta ve Güney Amerika, Afrika ülkeleri,  Orta Doğu, Afganistan,  Pakistan ve Hindistan, Japonya dışındaki Uzak Doğu ülkelerinde sıtmaya yaygın biçimde rastlanmaktadır.

g. A(H1N1) Virüsü (Domuz Gribi)

A(H1N1)  adı verilen virüsün neden olduğu hastalık domuz gribi olarak adlandırılmaktadır. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi, hastalığa sebep olan virüsün domuzlarda görülen grip virüslerine çok benzemesidir.  Aslında bu yeni virüs insan, domuz ve kuşlarda gribe neden olan virüslerin bir karışımıdır.  A(H1N1)  insandan insana öksürme, hapşırma ve virüsün bulunduğu alanlara temas edilmesiyle bulaşır.  Diğer grip virüsleriyle aynı şekilde yayılmakta ve benzer belirtiler (Ani ateş, kas ağrısı,  boğaz ağrısı ve  kuru  öksürük  vb.)  göstermektedir.

 

İlgili Kategoriler

Tarih Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir