Cumhuriyet Döneminde Yabancı Okullar Meselesi (1923-1938)



Cumhuriyet Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938)

Cumhuriyet döneminde yabancı okulların durumunu incelemeden önce Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu okulların açılışını, gelişmesini, ne tür faaliyetlerde bulunduklarını ve İmparatorluğun bu okullara yönelik çıkarmış olduğu kanun ve yönetmelikleri ortaya koymakta yarar vardır. Ancak bu şekilde her iki dönemin daha sağlıklı bir kıyaslaması yapılacak ve Cumhuriyet döneminde bu okullara yönelik çıkartılan kanun ve yönetmenliklerin gerekliliği daha iyi anlaşılacaktır.

  1. Osmanlı Döneminde Yabancı Okullar
  2. Tanzimat’a Kadar Gelişmeler (1839’a kadar)

Osmanlı İmparatorluğu’nda yabancı okulların açılması doğrudan olmamış, önce Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra Latin Katoliklere ve Rum Ortodokslara fermanlarla verdiği dinî imtiyazlar sayesinde, Latin ve Rumlar, ibadetlerine devam edebildikleri gibi, o dönemde eğitim, dinsel faaliyetlerden ayrı olarak düşünülmediği için ibadethanelerine din adamı yetiştirmek ve kendi çocuklarını okuma-yazma, din bilgisi öğretmek amacıyla kilise içlerinde ya da yakınlarında açtıkları okullarla başlatmışlardır. Fatih, Gayri-Müslimlere tanıdığı bu imtiyazları, ister İstanbul’u bu iki mezhebin merkezi haline getirip onları kendi kontrolü altında tutmak, ister diğer dinlere saygı için vermiş olsun, Osmanlı Devleti’nde Müslümanlara ait olmayan okulların açılmasını sağlamıştır.

Yabancıların Osmanlı topraklarında okul açmalarını asıl kolaylaştıran etken ise 1535’te Kanuni Sultan Süleyman zamanında Fransa ile imzalanan dostluk anlaşmasıyla, Önce Fransa’ya daha sonra da birçok ülkeye verilen kapitülasyonlardır. İşte bu kapitülasyonların sağladığı serbestiye dayanarak İstanbul’da yaşayan Latin Katolikler, papadan kendi çocuklarına eğitim verilmesi için rahip istemişler, bunun üzerine gönderilen rahipler ilk kez 8 Kasım 1583’te İstanbul’a gelerek Saint Benoit Manastırı’na yerleşmişler ve 18 Kasım 1583’te manastır içinde ya da yakınlarında ilk yabancı okulu Osmanlı topraklarında açmışlardır. Osmanlı topraklarında açılan bu ilk yabancı okul daha önceden kilise içinde veya yakınlarında yalnız Hıristiyan çocuklara okuma-yazma ve din dersi verme amacıyla açılmış okullardan farklıdır, çünkü bu okulda Latin çocuklarla birlikte 50 kadar Rum ve Yahudi çocuğa, okuma-yazma ve din dersi dışında Fransızca, matematik, eski Yunanca, Latince ve serbest sanatlar öğretilmeye başlanmıştır. Bu okul misyoner rahiplerin Osmanlı topraklarında çalışmalarının ilk ciddî ürünüdür.1

1583’te açılan Saint Benoit’ten sonra 1629’da Kapüsen rahipleri, günümüzde de varlığını sürdüren Saint Louis’i açmışlardır. Yabancı okullar sadece dinî amaçlar nedeniyle değil aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’yla Avrupa arasında gittikçe kurumsallaşan ilişkiler gereği Osmanlıca bilen bir kadro oluşturmak ve de Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanlan kendi din ve mezheplerinin mensubu yapmak için açılmışlardır.2

18.yüzyıla kadar açılan yabancı okullar Katolik Kilisesine bağlıdırlar ve 1839 yılına gelindiğinde bu okulların sayısı yaklaşık 40’a ulaşmıştır. Bu okullarda görev yapan ilk öğretmenler gidecekleri ülkenin halkını çok iyi tanıyan, iyi iletişim kurabilen misyoner rahiplerdir. Protestan okulları, ilk kez Amerikalılar tararından Beyrut’ta 1824’te açılmıştır. Protestan okulların Osmanlı topraklarında açılmasına en çok karşı çıkanlar, Protestan olmayan Gayri-Müslimlerdir. Çünkü bu okulların kendi mezhep mensuplarının mezhebini değiştirmek üzere faaliyetlerde bulunacaklarını çok iyi farkındadırlar.3

1869 yılında çıkartılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesine kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda yabancı okulları düzenleyen herhangi bir kanunun bulunmayışı, bundan da önemlisi Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlamasıyla birlikte batılı ülkelerin uyguladıkları baskı sonucu Gayri-Müslimlere ve yabancılara bir takım yeni özgürlükler veren ferman ve kanunların çıkartılması yabancı okulların sayısını artmıştır.4

Tanzimat Dönemi Gelişmeler (1839-1876)

3 Kasım 1839’da yayınlanan “Gülhane Hatt-i Hümayunu” 1789 Fransız İhtilâli sonucu ilân edilen “İnsan Hakları Beyannamesine benzer bir şekilde, ülkedeki Gayri-Müslimlere ilk kez kanun önünde eşit haklar vermek ve onların mal ve can teminatını da devlet güvencesi altına almak için ilân edilmiştir. Bu fermanı emperyalist ülkeler, Gayri-Müslimleri kışkırtarak Osmanlı’nın parçalanma sürecini hızlandırmak amacıyla çok iyi kullanmışlardır. Azınlıklar bu fermanla birlikte bir yandan kendilerine sağlanan devlet imkanlarından yararlanarak devlet kadrolarında yer alırlarken diğer yandan da kendi başlarına eğitim teşkilâtlarını kurma sürecini başlatmışlardır.5

Tanzimat fermanını yetersiz bulan Gayri-Müslimler daha fazla hak ve hürriyet elde etmek için emperyalist ülkelere Osmanlı Devleti’ne uygulattıkları baskılarla 28 Şubat 1856’da Islâhat Fermanı’nın çıkartarak Tanzimat Fermanı’nda pek açık olmayan, din, mezhep ve siyasî eşitliklerini teyit ettirmişler ve hızlı bir okullaşma sürecinin başlatmışlardır. Osmanlı Devleti’nin okul dahi götüremediği Doğu Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile okullar açmışlardır. Her ne kadar Islahat Fermanı bir yandan azınlıklara yeni haklar getirdiyse diğer yandan okul, kilise ve mezarlık açmalarını da bir ruhsata bağlamak istemiştir. Bu fermanla ilk kez Gayri-Müslimlere Müslüman olmalarına gerek kalmadan Müslümanları yönetme hakkı tanınmıştır. 6

Osmanlı Devleti’nde yabancı okulların açılmasıyla ilgili ilk düzenleme 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile başlamıştır. Bu nizamnamenin 1. ve 129. maddeleri yabancı ve Gayri-Müslim okulları özel okul statüsü içine almış, okulların açılmalarım ruhsata bağladığı gibi denetime de açık hale getirmiştir. Nizamname, yabancı okullarla ilgili hukuki boşluklar hukukî bir zemine oturtmak istemişse de Osmanlı İmparatorluğu’nun iyice çöküş sürecine girmesi ve okulların açılışının konsolosluklarca üstlenilmesi bunu sağlayamamıştır. Yabancı okulların sayısı devletin çöküş sürecine girmesiyle birlikte pervasızca artmıştır. 1875 yılında çıkartılan Ferman-ı Adalet de yabancı okulların açılışım hukukî olarak iyice kolaylaştırmış ve yabancı okulların ait oldukları ülkelerin Osmanlı topraklarında birer sağlam kalesi haline getirmiştir.7

Abdülhamit Dönemi ve Meşrutiyet Dönemi Gelişmeleri (1876-1923)

23 Aralık 1876’da çıkartılan Kanun-i Esasî’nin 15. ve 16. maddeleriyle yabancı okullar denetim altına alınmak istenmiş ve bu amaçla 1886’da Maarif Nezareti bünyesinde Mekatib-i Ecnebiye ve Gayri Müslime Müfettişliği kurulmuştur. 1886’da çıkartılan Irade-i Seniyye ile yabancı okulların açılması tamamen padişah iznine bağlanmıştır. 1905 yılına gelindiğinde Osmanlı topraklarında hükûmet tarafından tespit edilebilen yabancı okul sayısı 600 civarındadır, ancak tespit edilemeyen evlerde ruhsatsız olarak faaliyette bulunan yabancı okul bu rakamdan çok daha fazladır.8

1909 yılında yabancı okulları sıkı kontrol altına almak için çıkartılmak istenen Maarif-i Umumiye Kanunu daha çıkmadan yabancı elçiliklerin baskısıyla ertelenmiştir. Hatta, Osmanlı’nın bu son döneminde yabancı okul yöneticileri, okullarına denetlemek için gelen Osmanlı müfettişlerini kapıdan geri çevirmeye başlamışlardır. Yabancı okullarda okuyan sadece Gayri-Müslim çocuklar değildi, bu okulların vermiş olduğu kaliteli yabancı dil eğitimi, Osmanlı elit tabakasının da çocuklarının bu okullara gönderme nedenidir. 1890 yılında Robert Koleji mezunları arasında Tevfik Paşanın kızı Gülistan ve Halide Edip vardır. 20 Nisan 1914’te Saint Joseph’te yapılan bir araştırma bu okullara giden çocukların sosyal yapısını göstermektedir.9

22 Eylül 1915’te çıkartılan ve 45 maddeden oluşan Maarif Nizamnamesi, Cumhuriyet Döneminde de yabancı okulların denetim ve düzenlenmesinde kullanılacak kadar kapsamlıdır. Ancak I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında başta Amerikan kolejleri olmak üzere diğer yabancı okullar bu nizamnameye rağmen misyoner faaliyetlerine devam etmişlerdir. Özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında Amerikan kolejlerinin işlevlerini açıklamak için dönemin Genelkurmay Başkanı İsmet Paşanın 25 Eylül 1920’de yapmış olduğu şu konuşma çok önemlidir:11

“Mazuratıma Ayintab mıntıkasındaki harekatı arzederek hitamvereceğim. Ayintab mıntıkasında son bir buçuk ay zarfında pek mühim fedakarlıklar cerayan etmiştir. Fransızlar Ayintabı bilhassa hedef ittihaz ederek mühim kuvvetlerle ilerlediler. Bir aralık Ayintabı kendileri muhasara ederek vaziyete tamamen hâkim kaldılar.-Ayintab civarında Amerikan mektebi, kolejleri vardır. Bu Amerikan kolejleri, Fransızların bugün üssülharekesidir. Bizim canımızı yakmak için ve ahalimizi öldürmek için Amerikan mekteblerini üssülhareke ittihaz ediyorlar. Taarruz ederler ve oraya top yerleştirirler, anbar olarak kullanırlar. Hasılı mektep değil, memleketimiz içinde bir kale olarak inşa olunmuş zan olunur. Bu üsüslharekeye istinat derek, Fransız kuvvetleri, Nizibe kadar huruç yapmışlardır ve etrafında bulunan köylere daima sarkıntılık etmektedirler. Girerler, köyün etrafını alırlar, bıçaklarını çekerler. Fransız mandasını istediklerine dair halktan senet isterler ve onları alırlar…”12

Yabancı Okulların Amaçları Hakkında Ortaya Atılan İddialar

Yabancı okulların amaçları konusunda İstanbul Alman Lisesi Müdürü Dr. Richard Pröyzer’in şu tespiti çok önemlidir:

“Türkiye Abdülhamit’in istibdadına nihayet verdiği zaman muhtelif içtimai sahalarda henüz kaos halinde idi. Bu hal bilhassa Maarif sahasında daha çok göze çarpıyordu. İlk mektepler yok denecek kadar azdı. Tali mektepler de öyle bir vaziyette idiler ki çocuklarının tahsillerine ehemmiyet verenler ya hususi muallim tutmağa veya çocuklarını ecnebi mekteplerine göndermeğe mecbur oluyorlardı…

O zaman bu ecnebi mekteplerinde Türkçe tedrisatı çok elim bir vaziyette idi. Bu dersler bir çok ecnebi mekteplerinde ihtiyari idi. Şayanı hayrettir ki çocuklarını bu derslere iştirak ettirmeyenler bizzat Türklerdi. Hiç şüphesiz bu, çocuk velilerinin, Türkçe muallimlerinin vazifelerini ifada izharı aczettiklerini ve okutulan Türkçe kitaplarının pek fena olduğunu bildikleri içindir.

Filhakika Abdülhamit devrinde bu mesele o kadar şayanı dikkat idi ki kıraat kitapları arasında garbî Avrupa kitaplarının noktası noktasına Türkçe’ye çevrilmiş numuneleri vardı. Bu şeraitte bir çocuğun kalbinde vatan hissi, vatan muhabbeti, yurd sevgisi ve millî vecid nasıl uyandırılabilirdi? Açık söyliyeyim ki bir çok ecnebi mektepler misafirperverliğine mazhar oldukları memlekete hizmet etmeğe hiç ehemmiyet vermiyorlardı. Memleketin lisanı bile ihmal ediliyor, çocuğun gözü mektebin mensup olduğu memlekete çevrilerek oranın körü körüne perestişkarı olmasına çalışılıyordu. Türkiye’nin o felâketli zamanlarında beni pek hayrete bırakan bir cihet de bazı ecnebi mekteplerinin hodgahı hedeflerine vasıl olmak için pedagojik esasların en iptidai icabatını bile ihmal etmeleri idi… Bunun neticesi olarak da çocuklar ecnebi bir memleketin coğrafyasını öğrendikleri halde kendi vatanlarına dair hiçbir şey bilmiyorlardı. Buna inzimam eden ikinci bir fenalık da bu mekteplerde Türk çocuklarına yapılan dinî tesirat ve telkinattı. Bu tesirat ehemmiyeti küçültülemeyecek derecede muzır ve tehlikeli idi. Bu mekteplerin bazılarında Türk çocukları Hıristiyan ibadet ve dualarına, din merasimine iştirak ettiriliyordu. Hatta bazen kabahatlerini affettirmek maksadiyle salibi bile Öptürüyorlardı. Fakat garibi şu ki çocuk ebeveynleri bu halleri vakıf oldukları halde hiçbir itirazda bulunmuyorlardı”13

Yabancı okullar kendi ülkesindeki ders ve kitapları aynen okuturdu, Osmanlı Maarif Nezareti bunlara karışamıyordu. Hatta okutulan bu kitaplarda Türkler aleyhinde yazılar varsa bunlar aynen okutulurdu, Türkçe ise ihtiyari bir dil olarak kullanılırdı. Bu okulların genelde müdürleri papazdı ve bu okullara giden Müslüman öğrenciler de Hıristiyanlar gibi kiliseye götürülerek ibadete zorlanırdı. Osmanlı bunun karşısında aldığı tek tedbir ise Müslüman öğrencilerin yabancı okullara gitmelerini engel olmaya çalışmaktan öteye gidememiştir.14

Amerikalı, Fransız ve İngiliz misyonerler Osmanlı topraklarını sömürge haline getirecek olan fikrî yapıyı gene ülke topraklarında kurduktan okullarla oluşturmuşlardır. Misyoner okulları batılı emperyalist ülkelerin kendi emellerini gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti’ne karşı kullandıkları en güçlü silâh olmuştur. Köylere kadar yayılan bu okullar sayesinde birbiriyle yüzyıllar boyunca birlikte yaşayan halklar, birbirine düşman edilmiş ve bağımsızlık mücadelelerine destek olunmuştur. Buna tipik bir örnek ise Arap hareketinin liderlerinden olan Refik Rızzık Selum’un Osmanlı Divan-ı Harbi huzurunda anlattıklarıdır:

“Ben Fransız mekteplerinde okudum. Bugün Suriye, Irak ve Lübnan’da eşraf ve ağaların evlâtları Cizvit mekteplerinde okur. Öteki Arap diyarlarında ise İngilizce hâkimdir. Onlar ya İngiliz mekteplerinde, ya Amerikan kolejlerinde okurlar. Hepsinin gayesi, Türkler hakkında benim sahip olduğum bilgileri telkin etmektir: Hepsi için müşterek düşman Türklerdir. Bu itibarla Arapları malum, hatta gayri malum gayelere sevketmek emelinde olanların ele alacakları yegane mevzuu Türk düşmanlığıdır. Zannediyorum ki, bizim hatamızı bizden sonrakilerde ister istemez düşeceklerdir.”15

Yabancı okullara giden öğrenciler, yüksek bir hayat seviyesine kavuşmak, Avrupa görmek, medenî olmak, toplumda Önemli bir statü kazanmak gibi değişik teşviklerle yetiştirilmişlerdir. Hatta bu Öğrenciler zamanla kendi toplumlarının değer yargılarından uzaklaşmaya başlamışlardır. Tüm bu faaliyetlerin bilinmesine rağmen yabancı okullara hala ilgi duyulmasında etken, zengin veya elit tabakanın çocuklarının, ilerde iş bulmalarında önemli bir ayırt edici unsur olan, yabancı dil bilmelerini ve Avrupa seviyesinde medenî bir eğitim görmelerini istemeleridir. Bir diğer ilginç husus ise, ülkedeki Amerikan okullarında okuyan bazı Türk aydınlarının Kurtuluş Savaşı esnasında Amerikan mandacılığını savunmalarıdır.16

Yabancı Okullara Dair Raporlar ve Önlemler

1892’de Beyrut vilâyeti Kudüs mutasarrıflığında kaymakam olarak çalışan Mihran Boyacıyan tarafından, 1894’te Maarif Nazın Zühdü Paşa tarafından ve 1898’de Şakir Paşa tarafından hazırlanan raporlardan Osmanlı Devleti, yabancı ve Gayri Müslim okullarının faaliyetleri konusunda yararlanmıştır.17

Mihran Boyacıyan’in 1892 tarihli raporu, devletine sadık Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşının, yabancı misyonerlerin kendi soydaşlarına bölgesinde oyuna getirmelerini devlete bildirmesi açısından da çok anlamlıdır. Boyacıyan, Fransız ve İngiliz misyonerlerin çalışmaları sonucu bölge halkında mezhep değişiklikleri başladığını ve bunların yönetildikleri yerlerin ise, yabancı okullar olduğunu rapor etmiştir.18

Abdülhamid devri Maarif Nazırlarından Ahmet Zühdü Paşa, 4 Ocak 1891 ile 12 Nisan 1902 tarihleri arasında görev yapmıştır. Ahmet Zühdü Paşanın 1894’te sunduğu rapor, değişik nitelikteki yabancı ve azınlık okullarının Osmanlı topraklarının dört bir tarafına nasıl dağıldığını, okulların politikalarını, öğrenci adetlerini, kuruluşlarını en yetkili ağızdan anlatmaktadır. Rapor, Osmanlı tarihi boyunca yabancı ve azınlık okulları hakkında hazırlanmış en kapsamlı rapordur. Raporda, ülkedeki ruhsatlı ve ruhsatsız yabancı ve azınlık okullarının sayısı, hangi şekilde tesis edildikleri, Maarif Nizamnamesine göre bu okullara Osmanlı Hükûmetinin ne dereceye kadar teftiş edebileceği, bu okulların zararlarını önlemek için ne gibi tedbirler alınması gerektiği, okulların imtiyazlarının neler olduğu anlatılmaktadır. Rapora göre, ülkede 413 yabancılara, 4547 Gayri-Müslimlere ait okul vardır ve bunların ancak 498 tanesinin ruhsatlı, 4049 tanesinin ise ruhsatsızdır. Herhangi bir ev ya da binada yabancılar ve Gayri Müslimler okul faaliyetinde bulunabildikleri için okulların kesin sayısını tespit etmek mümkün değildir. Önlem olarak Osmanlı tarafından yatılı okulların açılması gerektiği ve yabancıların etkisine en çok maruz kalan İzmir, Selanik, Suriye, Beyrut, Halep ve benzeri vilâyetlerde, yabancı okulların ve kitaplarının denetlenmesi için tek bir maarif müdürlerinin yeterli olmayacağından onlara yardımcı olarak yabancı lisan bilen, becerikli, Müslüman seyyar maarif müfettişlerin görevlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir.19

Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyılın ikinci yansında ilk yabancı okul açılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yansından itibaren Osmanlı Devleti tarafından çıkartılan Tanzimat ve Islahat Fermanları sayesinde de, misyonerler yoğun bir şekilde Osmanlı topraklarında çalışmaya başlamışlardır. Bu fermanların sağladığı özgür ortam, Gayri-Müslimler ve yabancılar için bulunmaz bir fırsat oluşturmuş ve onların açtıkları yeni okul, yetimhane ve kiliselerle Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecini hızlandırmıştır. Ahmet Zühdü Paşa, Mihran Boyacıyan gibi yöneticilerin iyi niyetli çalışma ve teftişleri, yabancı okullar tarafından ciddiye dahi alınmamış, istedikleri gibi ülkede at koşturmuşlardır. Yarı sömürge durumuna düşmüş Osmanlı İmparatorluğu’ndan kapitülasyon ve dış borçlara rağmen daha fazla cesur adımlar atmasını beklemekte pek doğru olamazdı.

Cumhuriyet Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938)

Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda yabancı okulların zararlı faaliyetlerini çok iyi görmüş olan Atatürk ve arkadaşları, Cumhuriyet Türkiye’sinde bu tür acı tecrübeleri tekrar yaşamamak için derhal önlem almaya karar vermişlerdir. İşte bu nedenle Atatürk döneminde ülkede bulunan yabancı okullara yönelik hukukî düzenleme, ilk kez Lozan Antlaşması’yla başlamış ve ardından Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve çıkarılan diğer kanun, yönerge ve genelgelerle yapılmaya çalışılmıştır. Yapılan bu düzenlemelerle, yabancı okullar kontrol ve denetim altına alınarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşanan başıboşluk ortadan kaldırılmıştır.

Lozan Antlaşması’nın Getirdiği Düzenlemeler

Yabancı okullara karşı Atatürk, başlangıçtan itibaren kararlı bir tutum içinde olmuştur. Merzifon’da Pontus örgütlerine merkezlik yapmış ve bunu hükûmetine bildiren Türk Öğretmenin Rumlar tarafından öldürülmesine zemin hazırlamış olan Amerikan okulu bizzat TBMM Hükûmeti tarafından 1921’de kapatılmış ve evraklarına el konulmuştur. Daha önceden de Ermeni ve Rum çetelerine yardım ettiği bilinen Amerikan okullarına karşı tutum da sertleşmiştir.20

Maarif Vekili Hamdullah Suphi 1921’de TBMM’de yabancı okullar hakkında yaptığı şu konuşma cumhuriyet hükûmetinin bu konuda yapması gerekenleri anlatmaktadır:

“Bazı sakıncaları olmasa, Türkiye dahilinde bir tek ecnebi mektep bırakmam. Fakat bu, dahili olduğu kadar haricî bir meseledir. Amerikan mekteplerini kapattığımız gün, Amerika üzerinde bunun yankıları ne olacaktır, düşünüp incelemeliyiz. İtalyan mekteplerini kapattığımız zaman yine ortaya çıkacak etkileri göz önüne almalıyız. Demek ki elimizde bir çare vardır, oda mekteplerimizi, ailemizi, ecnebi mekteplere ihtiyaç göstermeyecek bir surette yükseltmektir. Kendi mekteplerimiz, lazım gelen irfan ve terbiyeyi temin etti mi, emin olunuz bir tek aile çocuklarını ecnebi mekteplerine yollamaz.”21

Lozan Antlaşması’yla yabancı okullar için yeni bir statü kabul edilmiştir, bu antlaşmanın 40. maddesine göre yabancı ve Gayri Müslim okulları Türk okulların kanun ve yönetmeliklerine tâbi olmak şartıyla varlıklarını sürdürebileceklerdir. Lozan Antlaşması’yla birlikte yabancı ve Gayri Müslim okullara tanınan imtiyazlar tamamen ortadan kalkmış ve bu okullarda Türk kanun ve yönetmeliklerine tabi kılınmıştır.22

Lozan Antlaşması’nın 40. maddesi;

“Gayrimüslim ekalliyetlere mensup olan Türk tebaası hukuken ve fiilen diğer Türk tebaaya tatbik edilen aynı muamele ve aynı teminattan müstefit olacaklar ve bilhassa, masrafları kendilerine ait olmak üzere her türlü müesesatı hayriye, diniye veya içtimaiyeyi, her türlü mektep ve sair müesesatı talim ve terbiyeyi tesis, idare ve murakabe etmek ve buralarda kendi lisanlarını serbestçe istimal ve ayini dinilerini serbestçe icra etmek hususlarında müsavi bir hakka malik bulunacaklardır.”23

Yabancı okulların Lozan Antlaşması’yla tanınması, delegelerin karşılıklı mektuplarına bağlıdır. Bu konuda karşılıklı yazılmış üç mektup vardır. Bu mektuplar Türk delegasyonun başkam İsmet Paşa tarafından İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilere yazılmış olan ve onlarında cevaben yazdıkları mektuplardır. Lozan Antlaşması’nda yer alan bu mektuplarla Türkiye, sadece Fransa, İtalya ve İngiltere’ye ait 30 Ekim 1914’ten önce varlığı tanınmış olan din, öğretim, sağlık ve yardım kurumlarını tanımıştır. Her ne kadar Lozan Antlaşması’yla sadece mektup verilen bu üç ülkeye okullarım devam ettirme hakkı verilmişse de, 1914’ten önce açılan diğer ülkelerin okullarının da Lozan Antlaşması’nda adları geçmemesine rağmen faaliyetlerine devam hakkı verilmiştir. Ancak Lozan Antlaşması hükümleri çerçevesinde bu mektupların yedi yıllık geçerlilik süresi 13 Ağustos 1931*de dolmuş ve bağlayıcı hükümleri ortadan kalkmıştır.24

Bu mektupların içeriğine bir örnek olması açısından İsmet İnönü’nün Fransız temsilciye yazdığı mektup aşağıda verilmiştir:

‘Türk Hükûmetinin, Türkiye’de 30 Ekim 1914 gününden önce varlığı tanınmış Fransa’ya bağlı Din, Öğretim, Sağlık ve Yardım Kurumları’nın varlıklarını gene tanıyacağını… Fransız kurumlarının durumlarını yasalara uygun biçime getirmek üzere anlayışla inceleneceğini, …yukarıda sözü geçen kurumlar, benzeri Türk kurumlan ile tam eşit bir işlem görecek ve onlara ilişkin kamu düzeni hükümleri ile yasalara ve yönetmeliklere bağlı tutulacaklardır. Bununla birlikte, şurası kararlaştırılmıştır ki, Türkiye Hükûmeti iş bu kurumların çalışma koşullarını ve okullar konusunda, öğretimlerinin gereği olan kuruluş göz önünde tutacaktır.”25

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Getirdiği Düzenlemeler

Türkiye Cumhuriyeti ulusal bir devlet olmak için kendi topraklarındaki Rumların büyük bir kısmım Yunanistan’daki Türklerin bir kısmıyla değiştirdiğinden, tehcirle Ermenilerin büyük kısmı Türkiye Cumhuriyeti topraklan dışında kaldıklarından ve geriye kalan Gayri Müslimlerin çoğunluğu kendiliğinden ülkeyi zaten terk ettiklerinden, gerek azınlıkların gerekse yabancıların okullarına dair düzenleme yapma, Osmanlı Devleti döneminden çok daha farklı özellikler göstermiştir. Yabancı okullar çok sıkı denetim altına alınabilmiştir.26

1924’ten itibaren Türk Hükûmeti, Türk okullarını lâikleştirmeyi amaçlarken bunu ülkede bulunan yabancı okullarda da gerçekleştirmek istiyordu. Hatta Lozan Antlaşması’ndan hemen sonra bu konuda hükûmet çalışmaya başlamıştır. Artık TBMM, ülkede hiçbir din yada mezhebin kendi propagandasını yapmasını istemiyordu. Din konusunda okullar ister yerli ve ister yabancı olsun tarafsız olmalı ve okullarda tek amaç, çağdaş bir eğitim vermek olmalıydı. Türk Hükûmeti medreseleri kapatmayı dahi göze almışken, yabancıların dinî eğitim veren okullarına karşı duyarsız olması mümkün değildi. İşte bu nedenle 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat (Öğrenimin Birleştirilmesi) Kanunu’yla diğer bakanlıklara ve vakıflara bağlı tüm yerli ve yabancı okullar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.27

Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun ilgili maddeleri :

“Madde 1 – Türkiye dahilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaletine merbuttur.

Madde 2 – Şer’iye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususî vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekaletine devir ve raptedilmiştir.

Madde 3 – Şer’iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.”28

Bu kanun, kimi yabancı okul ve yabancı kuruluşların direnciyle karşılaşmış ve bağlı oldukları ülkeler kanalıyla Türkiye’ye baskı yapmaya çalışmışlarsa da Türk Hükûmeti geri adım atmamıştır. Yabancı okulların bir kısmında Türk Devleti’ne karşı yıkıcı faaliyetler olduğu, bazı okullarda dinî sembol ve resim bulundurmaya hala devam edildiği için, bunları önlemeye yönelik olarak 26 Eylül 1925’te ve 7 Şubat 1926’da genelgeler çıkartılmıştır.29

1925 ve 1926 Yılı Genelgeleri’nin Getirdiği Düzenlemeler

26 Eylül 1925 tarihli Genelge şu düzenlemeleri içermektedir:

“– Hiçbir okulda Türk ve Türk Devleti aleyhine, derslerde veya ders dışında bir ifade kullanılmayacaktır.

-Türklerin bugününü ve dününü kötüleyen Türk ve Türk Devleti aleyhine yazılmış kitaplar bulunmayacaktır.

-Türk toprakları hiçbir ülkenin parçası olarak gösterilmeyecektir.

-Ders kitaplarında hiçbir ülkenin propagandası yapılmayacaktır.

-Tüm yabancı okullarda haftada beş saat Türk dili, Türk tarihi ve coğrafyası okutulacaktır.

-Türk dili, Türk tarih ve coğrafya öğretmenleri Türk olacak ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca seçilecektir.

-Okullarda her türlü dinî propagandanın yapılması yasaktır.

-Okullarda dinî semboller bulundurulmayacaktır.”30

7 Şubat 1926 Genelgesi şu önemli hükümleri içermektedir:

“- Yabancı okulların …ruhsatnamede yer almayan alanda faaliyet göstermelerine izin verilmeyecektir sahip oldukları ruhsatlarla Mekatib-i Hususiye talimatnamesinin müsaade ettiği çerçevede çalışabilirler. Bunun dışında faaliyet göstermelerine izin verilmeyecektir.

– Yabancı okullarda Türkçe, Türk tarihi ve coğrafyası derslerini okutacak öğretmenler bakanlıkça tespit edileceğinden bu görevi üstlenecek öğretmenlerin tespitinde Bakanlığa isim bildirilecektir. Tavsiye edilenlerin Türk ve millî duygu sahibi olmaları gerekmektedir.

– Okul kayıtlarının… Türkçe tutulması sağlanacak, buna uymayan okullar kapatılmak üzere bakanlığa bildirilecektir.

– Bazı okullarda Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi’ni hükümlerinin bilinmediği, …her okula birer adet Mekatab-i Hususiye Talimatnamesi verilecek ve bu talimatname hükümlerinin bilinmemesi mazeret sayılamayacağı tebliğ edilecektir.

– Bütün okullarda, en seçkin yere 80 x 66 ebadlarında bir Atatürk fotoğrafı asılacaktır.

– Okul kiliselerine ibadet etmek için de olsa yabancıların girmesine izin verilmeyecektir.

– … Ders kitapları içinde…”EİZZE” resimleri görülmüştür. Bunlar derhal çıkarılacak, kiliselerden başka yerlere salip takılmasına izin verilmeyecek, aksine harekette bulunan okul ve yöneticilerinin ve öğretmenlerinin görevlerine son verilecektir.

– Yabancı okulların tali kısımları genel müfettişler, Maarif Müdür ve memurları tarafından teftiş edilecektir. Yabancı ilkokullarını ise ilköğretim müfettişleri, genel müfettişlikten alacakları program gereğince teftiş edeceklerdir.

– Önceden kapatılmış olan yabancı okullarının gizli olarak faaliyetlerine devam ettikleri Öğrenilmiştir. Bu tür gizli faaliyette bulunan okullar tespit edildiğinde o vilayetin Maarif Müdür ve memurları meslekten ihraç edileceklerdir.

– Azınlık ve yabancı okullardaki öğretmenlerin kimlikleri, yeterlikleri, diplomalarının ve diğer gerekli evraklarının incelenme yetkisi maarif idarelerine aittir. Bu evraklar üzerinde yapılan incelemelerde uygun olmayanlar kabul edilmeyeceklerdir.”31

Yabancı okulların sıkı takip ve kontrol eden hükûmet, lâik eğitim sistemi karşısında eğitim veren tüm yabancı ve Türk okulları kapatmıştır. Bu genelgeden sonra İtalyan okulları kesinlikle kurallara uyacaklarını açıklamalarına rağmen, İzmir’de bulunan Fransız okulu genelgeye uymamakta ısrar ettiği için kapatılmıştır. Okullardaki haçları indirmeyen bazı Fransız ve İtalyan okulları haç indirinceye kadar kapalı tutulmuşlardır. Ülkede bulunan Musevi okullarının Türkçe eğitim yapmama direnci 1926’da kırılmıştır. Robert Koleji’nde görev yapan Fischer adlı öğretmen Türkler aleyhinde konuşma yaptığı için görevinden alınmıştır. 1925’te ise yabancı öğretmenler sınava tabi tutulmuşlar ve Türkçe ile birlikte Türk tarihi ve coğrafyası derslerinin verilip verilmediği de sıkı takip altına alınmıştır. Sınava tabi tutulan öğretmenler arasında yeterli vasıfları taşımayanların işine son verilmiştir. Türkçe dersinden geçmeyen öğrencinin sınıfını geçemeyeceğine karar verilmiştir. Türkçe dersini kasten ihmal eden okullar kapatılmıştır. Öğrencilerin her türlü sınavları okullarda veya eğitim bakanlığı tarafından yapılmasına, eskisi gibi elçiliklerde sınavların yapılmamasına karar verilmiştir. Türkçe Öğretmeni kabul etmek istemeyen İstanbul İngiliz Kız Ortaokulu kapatılmış, ancak Türkçe Öğretmeni’ne razı olduğu için tekrar açılmıştır. 1927’de Türk Öğretmenlere sorun çıkaran St. Paul Cheri Fransız Kız Okulu kapatılmıştır. 1928’de Bursa Amerikan Koleji, iki Müslüman öğrencisinin Hıristiyan olması nedeniyle kapatılmıştır.32

1925’te Maarif Umumiye kanunu tasarısına göre hazırlanan ve 23 Mart 1931’de mecliste kabul edilip 29 Mart 1931’de yasalaşan 1778 numaralı kanuna göre Türkiye’de ilk tahsillerini yapmak üzere tüm Türk vatandaşları ancak Türk okullarına gidebileceklerdir. Çıkarılan bu kanunla artık azınlık durumunda olan Gayri-Müslim Türk vatandaşların da yabancı okulların ilkokul bölümüne gitmeleri yasaklanmıştır.33

Yabancı Okullar Yönergesi’nin Getirdiği Düzenlemeler

29 Aralık 1934 tarihli Tapu Kanunu’nun 3. maddesiyle yabancılara ait okullar ismini taşıdıklan ülkenin gayri menkulü olarak kabul ediliyordu, şöyle ki: “Mevcudiyetleri Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetince tanınmış olan yabancılara ait dinî, ilmî, hayrî müesseselerin fermanlara ve Hükûmet kararlarına müsteniden sahiplendikleri gayrimenkuller bu belgelerin sınırları dışına çıkmamak ve Hükûmetin izni alınmak şartile müesseselerin hükmî şahsiyetleri namına tescil olunabilir”34

7 Kasım 1935 tarihli Yabancı Okullar Yönergesi 1915 tarihli Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi baz alınarak hazırlanmış ve daha önce Tevhidi Tedrisat Kanunu maddelerinin, 1925 ve 1926 Genelgeleri maddelerinin bu yönergeye katılması sağlanmıştır, farklı olarak ise yabancı okullarda okuyan öğrencilere Türkçe, Türk Tarihi ve coğrafyası dışında sosyoloji dersinin de Türkçe olarak Türk öğretmenler tarafından verilmesi gerektiği, söz konusu olan derslerin kitapları ise Türk okullarına paralel olması gerektiği, ancak öğrencilere istedikleri takdirde bu derslerin kendi dillerinde okumalarının serbest olduğu, bu derslerin kitaplarının, bakanlığının teftiş ve onayını aldıktan ve sakınca bulunmadığı takdirde okutulabileceği, yabancı okulların ancak resmî Türk okullarının tatil günlerinde tatil yapabilecekleri, hiçbir yabancı okulun yeni bir şube ya da sınıf açamayacağı ve mevcut sınıfların sayısının arttırılamayacağı yer almıştır.35

Sonuç

Osmanlı Devleti döneminde ve Kurtuluş Savaşı esnasında yabancı okulların yıkıcı faaliyetlerinin acı tecrübelerini yaşamış olan Atatürk, bu acı tecrübelerin ışığında hareket etmiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte yapılan nüfus mübadeleleriyle ülkede bulunan azınlık nüfusu azaldığı için ülke nüfusu daha homojen bir yapıya dönüşmüştür. Bu sayede cumhuriyet hükûmetleri yabancı okullarla ilgili çok daha rahat kararlar alabilmiş ve uygulayabilmişlerdir. Yeni Türk yönetimi; Atatürk önderliğinde başlatılan bağımsızlık savaşı sonucunda kurulan yeni cumhuriyetin, dünya devletleri tarafından tanınması olarak kabul edilen Lozan Barış Antlaşması’nda, yabancı okulların faaliyetlerine ancak Türk yasa ve yönetmeliklerine uymak şartıyla izin verileceği kararını aldırtabilmiştir. Cumhuriyet hükûmetlerinin çıkardıktan yeni kanun ve yönetmeliklerle birlikte uyguladıkları kararlı ve sıkı denetim, kısa süre içinde bir çok yabancı okulun artık keyiflerine göre varlıklarını devam ettiremeyeceklerini ve Türk kanun ve yönetmeliklere uymaktan başka çarelerinin kalmadığını anlamalarını sağlamıştır. Özellikle 1931 tarihli genelgeyle, Gayri-Müslimler de dahil olmak üzere tüm Türk vatandaşı çocukların ilköğrenimlerini Türk okullarında yapma zorunluluğu getirilmesi yabancı okulların eski cazibelerini yitirmelerinin bir başlangıcı olmuş ve ardından çıkartılan 1935 tarihli Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi’yle yabancı okulların ders ve programlarının Türk okullarla paralel olma şartı getirilmesi ve Türk okulların parasız hale getirilmesi, yabancı okulları tamamen cazibelerinin yitirmelerine neden olmuştur. Tüm bu kanun ve yönetmeliklere ve sıkı denetime rağmen, tamamen kapatılan yabancı okul sayısı çok azdır.

Cumhuriyet döneminde yabancı okullar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi bakanlık müfettişlerini kapılarını kapatamayacaklarını, istedikleri şekilde, hatta ülkenin menfaatleri aleyhinde dahi faaliyet içinde olamayacaklarını ve sıkıştıklarında veya sıkıştırıldıklarında bağlı bulundukları ülkelerin baskısına eskisi gibi başvursalar da bir sonuç elde edemeyeceklerini, çok kısa sürede kavramışlar ve okullarını devam ettirebilmeleri için, her şeyden önce ülkenin yasa ve yönetmeliklerine uymaları ve ülke insanının değerlerine saygı duymaları gerektiğini öğrenmişlerdir. Kısa sürede ülkedeki tüm yabancı okullarla ilgili her şey, kayıt ve kontrol altına alınabilmiştir. Bunu, her şeyden Önce, kendi yaşadığı devirlerde yabancı okulların faaliyetlerinin acı tecrübelerini yaşamış biri olan Atatürk’ün, aynı ortamı bir daha oluşturmama hususunda kararlı olması ve ona inanmış hükûmet ve çalışanlarının azim ve çalışmaları sağlamıştır.

Günümüzde on altısı İstanbul’da biri de Tarsus’ta olmak üzere toplam on yedi olan yabancı okulların daha sağlam esaslara göre denetlenmesi şarttır. Bu okullarla ilgili mevcut olan kanun ve yönetmelikler tekrar gözden geçirilmeli ve gerekirse yeni kanun ve yönetmelikler çıkartılmalıdır, özellikle bu okulların denetimi siyasî görüşler doğrultusunda oluşturulan eğitim kadrosuyla değil, o okulların eğitim yaptığı dillere hâkim olan profesyonel kişilerce yapılmalıdır. Bu okullara atanan Türk müdür yardımcıları ve Türk öğretmenleri ülke rejimine bağlı ve Atatürkçü kişilerden seçilmelidir ve görev yapacakları yabancı okulların eğitim dilini bilmeleri şart koşulmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’nca tüm yabancı okulların faaliyetleriyle ilgili toplantılar düzenlenmelidir. Yabancı okulların bulunduğu illerde sadece millî eğitim müdürünün değil, vali dahil tüm devlet kademelerinin duyarlılığı sağlanmalıdır. Her ne kadar 2000’li yıllarda artık azınlık hakları konusunda tüm dünya, daha duyarlı olmasına karşın, bu hakların suiistimal edilmesinin Önlenmesi de Türk Devleti’nin görevleri arasındadır. Avrupa birliğine üye olabilmek uğruna yabancı ve azınlık okullarına fazladan bir serbesti verilmemelidir. Türkiye’deki yabancı ve azınlık okullarının dengi Avrupa’daki okullar karşılaştırılmalı, eğer bu okullar hak ve hürriyetler açısından gerideyseler yeni düzenlemeler yapılarak gerekli uyumlar sağlanmalıdır.

Geçmişte yabancı ve azınlık okulların, ülke bütünlüğüne zarar veren faaliyetlerini göz önünde bulundurmalıyız, ancak geçmişin korkusuyla yaşamak yerine bu korku kaynaklarını yok etmeliyiz. Yabancı okulların ve temsil ettikleri zihniyetin halledilebilmesi için her şeyden önce Türk eğitim sisteminin ve buna bağlı olan okullarının her şeyiyle düzeltilmesi gerekmektedir. Türk okulları, ne zaman çağdaş bir düzeyde eğitim vermeye başladılar ve yabancı okullara gereksinim duyulan nedenleri kendi bünyelerinde yok edebildiler, işte o zaman yabancı okullara talep de kendiliğinden azalacaktır. Türk ailelerin yabancı okullara talep etmesindeki en büyük etken çocuklarının ileriki yaşlarda ihtiyaç duyacakları yabancı dilin Türk okullarında yeterince öğretilememesinden kaynaklanmaktadır, gerçi Anadolu Liseleri ve Türk özel okulları yabancı dile olan ihtiyacı kısmen karşılayabilmektedirler. Ancak bu okulların ülke genelinde yüzdelerinin az olması yabancı okullara olan talebi devam ettirmektedir. Yabancı okullara talep kanun zorlamasıyla engellenemez, ancak Türk okulları bu okulların eğitim düzeylerine ulaştıkları takdirde talep engellenebilir.

 

 

İlgili Kategoriler

Tarih Ders Notları



Yorumlar 1

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir