Türkiye’de Eğitim Kurumu ve Sorunları ders notları



*** Türkiye’de Eğitim Kurumu ve Sorunları

Anahtar Kavramlar

İşlevselci Kurama göre eğitim, mevcut toplum değerlerinin korunması ve sürdürülmesini sağlayan bir toplumsal kurum iken Marxist Çatışmacı Kuram’da toplumsal, ekonomik ve politik düzenin bir parçası olarak toplumda var olan eşitsizlikleri yeniden üreten ve meşrulaştıran bir kurumdur.

Kültürel sermaye, bireylerin ya da grupların eğitim başarısı ve sosyal statülerine ailenin geçmişinin (background) ve eğitimin katkısını ifade etmektedir.

Osmanlı Devleti’nde eğitim uzun yıllar kendi içinde kademelere ayrılan medreselerle yönetici zümrelerin yetiştirilmesinde kullanılan Enderun Mektebi aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu mektep dışında, devletin eğitimle olan bağı oldukça sınırlı olmuş, ülke içindeki okulların açılıp işletilmesi dinsel örgütlenmeler paralelinde gerçekleştirilmiştir.

1924-1926 arasındaki eğitim reformları sayesinde bugünkü Türkiye eğitim sistemi kurulmuştur.1924- 1926 arasındaki eğitim reformları sayesinde bugünkü Türkiye eğitim sistemi kurulmuştur.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 3 Mart 1924’te eğitim üzerinde devlet otoritesini mutlaklaştıran, temel amacı ülke içindeki bütün eğitim kurumlarını tek bir merkeze bağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı.

Eğitim sistemi, öğrencilerin hem eğitimsel hem de sosyal gereksinimlerini yeterli düzeyde karşılamamaktadır. Eğitimin gereksinimleri yeterince karşılayamaması, hem ekonomik ve politik sistemdeçarpıklıklara neden olmakta hem de sosyal ve kültürel konularda ciddi olumsuzluklar doğurmaktadır.

Eğitim sistemi, Millî eğitim yerel düzeydeki okullara kadar uzanan bürokratik bir yapı içerisinde işlemekte; eğitimde yenileşme çalışmaları da genellikle merkezden başlamakta ve merkezden yönlendirilmektedir.

Türkiye eğitim sistemi, merkeziyetçi, bürokratik ve toplumun gereksinimlerini karşılamaktan uzak görünmektedir.

Bunun yanı sıra sistemin fiziksel altyapı, donanım, derslik ve öğretmen eksikliği, okullaşma düzeyinin düşüklüğü, eğitimde fırsat eşitsizliği ve başarı düzeyinin düşüklüğü gibi pek çok sorunu bulunmaktadır.

Eğitime yapılan kamu harcamaları açısından Türkiye eğitime en az kamu kaynağı ayıran OECD ülkesidir. 2006 verilerine göre Türkiye’de ilköğretim düzeyinde kamu kaynaklı öğrenci başına harcama, OECD ortalamasının beşte biri kadardır. Ortaöğretim düzeyinde ise Türkiye’nin yaptığı harcama, OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dörtte biridir.

Ülkemizde öğretmen yetiştirmede çok ciddi sorunlar yaşanmakta, öğretmenlerimize gerekli olan yaşam standartı ve mesleki gelişimi olanakları yeterince sağlanamamaktadır.

Eğitimde düzenleyici bir siyaset üstü bir kurumun olmaması ve uzun vadeli planlamanın eksikliği eğitimin bugünkü sorunlarının yapısal nedenlerinden en önemlisidir.

Uluslarası çapta değerlendirme ve karşılaştıma yapan PİSA türü sınavlardan elde edilen sonuçlar eğitim sistemimize oldukça geniş perspektiften dönüt sağlayarak, zengin bir değerlendirme ve geliştirme kaynağı olarak kullanılabilir.

Son zamanlarda küreselleşmeyle birlikte, temel bir toplumsal hak ve bir kamu hizmeti olan eğitimin özel ve paralı hâle getirilmesi daha fazla gündeme getirilerek, kamu hizmeti niteliğini zayıflatma ya da kamu hizmeti olmaktan çıkarılma duruma getirilmeye çalışıldığı görüntüsü vermektedir.

Üniversiteler, eğitimin toplumsal bir olgu olarak ele alındığı mekânlar olmaktan çıkartılıp, tek boyutlu yani sadece sermayenin “etkinlik/kârlılık” iş yaptığı “ekonomik mekanlar” hâline getirilme riskiyle karşı karşıya kalabilmektedir.

Küreselleşmeyle birlikte toplumsal anlamda ise toplumsal ihtiyaçlar çevresinde tanımlanan eğitimin amaçları, bunlardan daha ziyade piyasanın amaçlarına göre şekillenmeye başlamıştır. Bu durum aynı zamanda neoliberalizm sürecinin Türkiye’de de etkinleştiğini göstermiştir.

Türkiye’de eğitimde reform girişimleri, sistemin özüne dokunmadan, siyasal çıkar elde etmek amacıyla bütünlükten uzak yapılmakta ve bu yüzden beklentileri karşılayamamaktadır.

Amaçlarımız

*** Eğitime yönelik temel kuramsal yaklaşımları özetlemek.

İşlvselci yaklaşıma göre, eğitim kurumunun işlevi, toplumsal sürekliliğin sağlanması için gerekli norm ve değerlerin aktarılmasıdır. İşlevselci yaklaşım, çağdaş toplumlarda belirli statü ve konumlara ilerlemede bireysel yetenek ve çaba toplumsal kökenden daha önemli olduğu için, eğitim, uzmanlaşmayı sağlayarak ve bireyleri yeteneklerine göre sınıflandırarak “iyi” eğitimli olanların “daha iyi” mesleki konumları elde etmelerine olanak tanıyacağını iddia etmektedir. İşlevselciliğe göre, eğitim ve okullar kişinin statüsünü aile kökeninden ziyade çabayla yeteneğin belirlediği bir fırsat eşitliği toplumunun yaratılmasına yardımcı olmaktadır. İşlevselci kurama göre eğitim, mevcut toplum değerlerinin korunması ve sürdürülmesini sağlayan bir toplumsal kurum iken, çatışmacı kuramda toplumsal, ekonomik ve politik düzenin bir parçası olarak toplumda var olan eşitsizlikleri yeniden üreten ve meşrulaştıran bir kurumdur.

Çatışmacı kuram, eğitimin devletin temel ideolojik aygıtlarından biri olduğunu ve çocuğun “etkiye en açık” olduğu çağda, eğitim yoluyla, sınıflı toplumlarda yerine getirmesi gereken toplumsal role uygun ideolojiyle donatıldığını, toplumsal sınıflarına uygun işler için eğitildiklerini vurgulamaktadır. Eğitimin bireylerin kültürel sermayelerinin yeniden üretmelerini sağladığını düşünen yeni üretim kuramının temsilcisi ise Bourdieu’dur. Bourdieu’ya göre, eğitimle kazanılan kültürel sermaye, toplumdaki ayrıcalıklı gruplardan aktarılan ve sahip olunan beceri ve yeteneklerin toplamıyla ilgilidir. Kültürel sermaye (eğitim, dil gibi), sosyal sermaye (sosyal bağlar ve iletişim) ve ekonomik sermaye (para ve diğer maddi kaynaklara sahip olma) hem aileden aktarım yoluyla hem de resmî eğitimle elde edilebilir.

Kültürel sermaye, bireylerin ya da grupların eğitim başarısı ve sosyal statülerine ailenin geçmişinin (background) ve eğitimin katkısını ifade eder. Örneğin, yükseköğrenim görme hakkına sahip olanlar, kültürel ayrıcalıkları nedeniyle toplumda daha fazla kabul görme statüsü elde ederler.

*** Eğitim alanında fırsat eşitliğinin anlamını açıklamak.

Eğitimi, içerik ve biçim olarak, insanlar arasındaki doğal farklılıklara göre biçimlenmesi gereken bireysel bir tercih olarak gören işlevselci yaklaşım, eğitimde eşitliği “eğitimde fırsat eşitliği”ne indirgemektedir. Yeteneğe vurgu yapan “fırsat eşitliği” ilkesi toplumsal, siyasal ve ekonomik kökenlerine bakılmaksızın herkesin yetenek ve becerileri ölçüsünde yarışabileceğini öngörmektedir.” Fırsat eşitliği”, mevcut eşitsizliklerin ortadan kaldırıldığı ve dolayısıyla eğitimsel eşitliğin sağlandığı bir durumu ifade etmez. “Fırsat eşitliği” politikaları, eşitliğin kendisini değil, fırsatını sunmakta, sunduğu fırsatlarla farklılık ve eşitsizliğe yol açmaktadır. Kendi içinde çelişkili bir kavram olan fırsat eşitliği, eşitsizliği gerektirmektedir. Sonuç olarak, eğitimin ilkeleri arasında yer alan “fırsat eşitliği” anlayışı yerine, sınıflar, cinsiyetler, bölgeler arasındaki ekonomik, toplumsal ve kültürel eşitsizliklerin giderilmesini de içeren bir “eşitlik” anlayışı getirilmelidir. Çünkü eğitim alanında yaşanan eşitsizliklerin temelinde başta ekonomi olmak üzere eğitimi etkileyen alanlarda görülen eşitsizlikler yatmaktadır.

*** Cumhuriyet Dönemi eğitim politikalarının temel hedeflerini özetlemek.

Cumhuriyet kadroları eğitimden bir yandan yeni topluma uygun ve rejimi güçlendirecek insan yetiştirme görevi beklenirken, diğer yandan özellikle kapitalizmin giderek güçlenmesiyle, ekonomik amaçlara hizmet edecek insan gücü yetiştirmek eğitimin temel işlevi hâline gelmiştir. Yeni bir rejimin kurulmasında, yeni bir toplumsal düzenin oluşturulmasında, yeni bir değerler sisteminin yerleştirilmesinde, ulusal bilincin uyandırılmasında ve gerekli ekonomik kalkınmanın ger- çekleştirilmesinde ****** ve Cumhuriyet kadroları en büyük sorumluluğu eğitime vermiş ve okulları en güçlü değişim mekanizmaları olarak görmüştür. Cumhuriyet Dönemi boyunca, eğitim ulusal bilinçlenmenin en önemli aracı olmuştur. Okulları, öğretmenleri, program ve yapılarıyla eğitim sistemi ulusal, laik ve demokratik bir özü gerçekleştirecekti.

*** Türkiyede’ki millî eğitimin temel sorun alanlarını finansman, öğretmen yetiştirme, fiziki donanım ve altyapı ve sınav sistemi açılarından analiz etmek.

Okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde yaklaşık 5 milyon çocuk ve genç çağ nüfusu içinde olmasına rağmen eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Bunun eğitimin finansmanı ile ilgili olduğu da düşünülmektedir. Eğitime yapılan kamu harcamaları açısından Türkiye eğitime en az kamu kaynağı ayıran OECD ülkesidir. İstatistiki verilere göre Türkiye’de ilköğretim düzeyinde kamu kaynaklı öğrenci başına harcama, OECD ortalamasının beşte biri kadardır.

Ortaöğretim düzeyinde ise Türkiye’nin yaptığı harcama, OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dörtte biridir. Derslik ve fiziki donanım yetersizlikleri yüzünden sınıf mevcutları büyük kentlerde ortalama 40-45 civarındadır. Sınıfların kalabalık olması eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Ders kitaplarının içeriğinde bilimsel olmayan, ayrımcı ve cinsiyetçi ögeler söz konusu olmaktadır.

Ayrıca, iş güvencesiz çalışmayı esas alan geçici ve sözleşmeli öğretmenlik uygulaması giderek yaygınlaşması eğitim sürecinin niteliksizleşmesine yol açmaktadır. Son olarak Türkiye’de eğitim, özellikle yükseköğretim, alt toplumsal sınıflar için bir kurtuluş yolu olarak görülmekte ve bunun yolu da Yükseköğretime Geçiş Sınavı’dan geçmektedir. Sınav başarısı ile kişinin sınıfsal konumu, sosyoekonomik kökeni, “kültürel sermayesi”, mezun olduğu okul türü, geldiği bölge arasındaki ilişki görünmez olmaktadır. Türkiye’de yapılan birçok araştırma sınav başarısı ve öğrencinin sosyoekonomik kökeni, bitirdiği okul türü, anne-babalarının eğitim durumu, geldiği coğrafi bölge arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.

*** Küreselleşmenin Türkiye’deki eğitim sistemine etkilerini değerlendirmek.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de küreselleşme ve teknolojideki devasa ilerlemeyle birlikte “bilgi” ön plana çıkmaktadır. Artık sanayi toplumunun ötesine geçildiği iddiaları ile fiziki sermaye ile birlikte bilgi de önemli bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Söz konusu bilgi ve bu bilginin üretilmesi, sistemin devamlılığını sağlamada anahtar bir rol oynamaktadır. Bu kadar değerli olan bir şeyin kamu malı olarak telaffuz edilip herkese parasız olarak verilmesi ve/veya öğretilmesi tartışma konusu hâline getirilmektedir. Dolayısıyla, bilginin de piyasada alınıp satılan bir ticari meta hâline gelmesi söz konusu olmuştur.

Aynı zamanda, söz konusu bilginin üretilmesi süreci olan eğitim/öğretimin de metalaşması söz konusudur.

Küreselleşmeyle birlikte önemli bir eğilim de öğrencilerin bir katılımcı değil, “müşteri” olarak görülmesidir. Eğitim sistemleri daha fazla piyasa merkezli olmaya yönelmek zorunda bırakılmaktadır. Ülkelerin kamusal bütçeden eğitim için ayırdıkları kaynakları giderek azaltmaları ile de beslenerek okullar ve piyasa arasındaki ilişki eğitim sürecinin toplumun amaçlarından piyasanın amaçlarını gerçekleştirmeye doğru de- ğişme göstermektedir.

*** Eğitim şuralarının amacı ve niteliğini araştırınız.

Eğitim şuraları ülkedeki eğitimin, toplum ve dünyanın değişim şart ve doğrultusunda planlama, düzenleme ve yeniden yapılanmasına yardımcı olmak üzere bürokrasi, siyaset ve bilim çevrelerinin önde gelen kişilerin katıldığı yüksek danışma toplantılarıdır. Eğitim kamuoyunda şuraların “bir sistem arayışı” içinde geçtiği yolunda genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Bu toplantılarda sistem arayışından çok, mevcut uygulamalardaki açıklar ile dönemlere özgü sosyokültürel ve pedagojik sorunları Türkiye’de eğitimin güncel ve ivedi sorunları olarak sistemin öncelikli gündemi olmuştur.

*** AB ülkeleri eğitim sistemlerinde nitelik belirlemede kullanılan eğitsel nitelik göstergelerini araştırınız.

Avrupa eğitim sistemlerinde nitelik değerlendirme ve kıyaslamada kullanmak üzere belirlenen temel göstergeler 4 temel alanda toplam 16 tanedir. Bu alanlar ve kapsadığı göstergeler şunlardır: (1) Bilgi-Beceri: Matematik, Okuma, Fen, Bilgi ve İletişim Teknolojileri (ICT), Yabancı Diller, Öğrenmeyi Öğrenme, Sosyal Bilgiler/Yurttaşlık; (2) Başarı ve Üst Eğime Katılma: Okuldan ayrılma, Ortaöğretimin tamamlanması, Yüksek Öğ- retime katılma; (3) Örgün Eğitimin İzlenmesi: Okulda verilen eğitimin değerlendirilmesi ve yönlendirilmesi, Aile katılımı; (4) Kaynaklar ve Yapılar: Öğretmenlerin eğitimi ve yetiştirilmesi, Okulöncesi eğitime katılma, Bilgisayar başına düşen öğrenci sayısı, Öğrenci başına düşen eğitim harcamaları (Aksoy, 2003: 56).

*** Küreselleşme sürecinin üniversite kurumuna etkilerini araştırınız.

Yeni meta üretimini sağlayacak veya meta üretiminde verimliliği artıracak teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin söz konusu küreselleşme süreçte yaşamsal bir hâl almasıyla birlikte yüksek vasıflı kafa emeğine duyulan ihtiyaç da artmıştır. Bu süreç ise eğitimin, teknolojinin gereklerine mutlak bir şekilde tabi kılınmasını doğurmuştur. Bu noktada üniversiteler ile sermaye arasındaki ilişkinin önemi ortaya çıkmaktadır. Şirketlerin kendi iç örgütlenmelerinde yaptıkları değişikliklerle kurdukları ve üniversitelerden transfer ettikleri araştırmacıların yer aldığı araştırma-geliştirme bölümleri bir süre sonra yetersiz kalınca, üniversitelerdeki bilimsel faaliyetten azami faydayı sağlayabilmek için üniversite ve sanayi arasında organik ilişkiler kurulmuştur (Özuğurlu, 2006). Artık üniversitelerdeki bilimsel çalışmalarda hangi soruların peşine düşüleceğini, hangi problemlerin inceleneceğini, ne tür çözümlerin aranacağını ve ne tip sonuçlar çıkarılması gerektiğini kendi çıkarları peşindeki sermayenin güdümündeki bu organik yapı belirleyecektir (Çam, 2006: 6

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir