Din ve Toplum 1-2-3-4.Ünite Özetleri

Cevapla
dilcez
Mesajlar: 1
Kayıt: 21 Mar 2019 11:39
İletişim:

21 Mar 2019 11:42

ÜNİTE 1: TEMELLER VE TANIMLAR
DİN VE TOPLUM İLİŞKİSİ
 İnsan sosyal bir varlıktır.
 İnsanın bu durumu bazı sosyologlar tarafından üzerinde ciddiyetle durulmuş bir konudur.
 Bu sosyologlardan bazıları;
Thomas Hobbes
Jean Jacgues Rousseau
John Locke
Montesquieu
 Doğanın en tartışılmaz yanı toplumsallık gerçeğidir.
 Bu toplumsallık, doğal olanı işleyerek onu doğa dışına çıkararak var olur,
 İnsanın bir doğası varsa bu doğa tartışılmaz biçimde onun bir toplum halinde yaşıyor olduğu
gerçeğidir.
 İnsan toplumsallığında asgari düzeyde paylaşılan davranış örüntüleri vardır.
1. Siyaset
2. Aile
3. Ekonomi
4. Eğitim
5. Din
6. Boş zamanlarla ilgili davranışlar
Thomas Hobbes (1588-1679)
 Ünlü İngiliz düşünürü ve doğa durumu filozoflarından biri.
 Ünlü kitabı ‘’Leviethan.’’
Jean Jacgues Rousseau (1712-1778)
 Fransız Devrimini hazırlayan ünlü Fransız düşünür, toplum filozofudur.
 Ünlü kitabı ‘’Toplum Sözleşmesi’’
Montesquieu (1689-1755)
 Ünlü Fransız düşünürü.
 Kuvvetler ayrılığı düşüncesini ilk defa formüle eden düşünür.
 Ünlü kitabı ‘’Kanunların Ruhu Üzerine’’
John Locke (1632-1704)
 İngiliz ampirizminin en önemli ismidir.
Dinin Sosyolojik Tanımı
 Din olgusu bütün toplumlarda var olan yaygın ve eski bir davranış örüntüsüdür. Ancak dinin
her toplumda ortaya çıkışı farklıdır.
 Din kendini tanımladığı kadar dünyayı da inananlar ve inanmayanlar şeklinde tanımlar.
 Ünlü antropolog E. B. Taylor’a göre dinin asgari tanımı için ‘’ruhsal varlıklara inanma’’
şarttır.
 Durkheim’in tanımına göre; ‘’Din, kutsal şeylere, yani bir kenara ayrılmış ve yasaklanmış
şeylere ilişkin inanç ve uygulamaların birleşik bir sistemidir.’’
 Kilise diye anılan bir tek ahlaki toplulukta birleştiren inanç ve pratikler ve onlara taraftar
olanların tümüdür.
 Durkheim’in tanımında öne çıkan unsurlar;
- Kutsal ve din dışı
- Cemaat
- Kilise (bir tek ahlaki toplulukta birleştiren inanç ve topluluklar)
Kutsal ve Din Dışı
 Durkheim’e göre bütün toplumlar her şeye ‘’kutsal’’ ve ‘’din dışı’’ şeklinde ayıran bir sisteme
sahiptir.
 Ona göre din de bir bakıma bu ayrıma dayanır.
 Kutsaldan sadece tanrılar ve kutsal ruhlar kastedilmiyor. Örnek; bir taş, bir ağaç, bir ev, bir
sembol veya herhangi bir cisim kutsal sayılabilir.
 Durkheim’e göre kutsal anlayışı etrafında toplumda oluşan birliktelik duygusu topluluğun
temelidir.
 Önemli olan her kutsal sayılan nesnede sembolik bir yan olmasıdır.
Cemaat veya Tek Bir Ahlaki Toplulukta Birleştiren İnançlar Bütünü
 Dinlerin en önemli işlevlerinden birisi mensuplarının ortak bir inanç etrafında
birleştirilmeleridir.
 Din, ortak bir davranış ve algı sistemi oluşturur.
 Fenomenoloji ve etnometodolojiye göre bütün toplumlar ancak bu ortak algılar sistemiyle var
olabilirler.
 Din ve inanç paylaşımının en doğrudan toplumsal sonucu cemaatleşmedir.
 Cemaat aynı zamanda dinin sosyolojik tezahürleri açısından en önemli boyutudur.
 Her dinsel davranış tam teşekküllü bir dine mensup olmayı gerektirmeyebilir.
Din Sosyolojisinin Ortaya Çıkışı
 Din sosyolojisinin ortaya çıkışı ve gelişimi, sosyolojinin ortaya çıkışı ve gelişimiyle aynı tarihe
sahiptir.
 Din sosyolojisini besleyebilecek ilk bilgiler ve düşünceler belli bir dini bakış açısından başka
dinler hakkındaki bilgilerle şekillenmiştir. Buna ilk örnek ise; Şehristani ve İbn Hazm’dir.
 Batı din sosyolojisi ise, 17.yy’da F. Bacon’un ve David Hume’un dinin tabiatına dair
yaklaşımları din sosyolojisinin ve antropolojisinin modern zamanlardaki ilk örnekleri
olmuştur.
 19.yy’da gelişen sosyoloji disiplini içinde din de özel bir yer tutmuştur.
 Bu dönemde gelişen pozitivist-ilerlemeci yaklaşımlar sonraki aşamalarda dinin yok olacağını
öngörüyorlardı. Örnek; Auguste Comte ve Karl Marx.
 Marx’ın olumsuz da olsa bu değerlendirmeleri din sosyolojisinin gelişimine katkıda
bulunmuştur.
Dinin Kökenine Dair Sosyolojik Teoriler
 Din sosyolojisinin temel referansları sayılan isimler dinin nasıl ortaya çıktığı gibi hiçbir zaman
öğrenemedikleri ve belki de sosyolojik olarak hiçbir zaman tam olarak bilinmeyecek bir
sonunun peşinden gitmemişlerdir.
 Örneğin Auguste Comte din olgusunun tamamen insanın kendi bilgisizliğini telafi etmek
üzere başvurduğu bir açıklamalar toplamı olarak kendi uydurmasıyla çıktığını söyler.
 Sol hegelciler arasında sayılan Ludwing Feverbach’a göre ise; Tanrı yine insan tarafından
uydurulmuştur ama Comte’un düşüncesinden farklı olarak bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştır.
 Karl Marx ise; din bir üst yapı kurumu olarak insanlarca yaratılmış bir olgudur. Ona göre;
insan dini inşa eder, din insanı değil.
 Durkheim din sosyolojisini ve teorisini sahadan topladığı verilere dayandırmaya çalışan
tümevarımsal bir yaklaşımı benimsemiştir.
 Durkheim’in çalışmalarına yön veren varsayımlar şöyledir;
- Dinin en ilkel toplumlarda da bulunan temel bir şekli vardır.
- Din toplumların gelişmesine paralel olarak basitten karmaşığa, çok tanrılıktan tek
tanrıcılığa doğru evrim geçirmiştir.
- Durkheim dinin basitçe insan tarafından ve toplumsal bir işlevi yerine getirmek üzere
uydurulmuş olduğu varsayımına dayanıyor.
Din Sosyolojisi ve Dini Sosyoloji Farkı
 Din sosyolojisi, dinin bir toplumsal kurum olarak toplumdaki rolünü ve etkisini incelemeye
çalışan bir bilim dalıdır.
 Din sosyolojisinin görevi bu asgari haliyle tespit edilen din algısının diğer sosyolojik
kurumlarla olan etkileşimlerini de inceler. (Ekonomi, aile, eğitim, siyaset, boş zamanlar)
 Din sosyolojisi din kurumunun diğer sosyolojik davranışlar arasındaki ilişkiyi anlamaya ve
açıklamaya çalışan sosyolojinin bir alt disiplinidir.
 Dini sosyoloji; sosyolojiyi dinin perspektifinden ele almaktır. Buna göre söz konusu dinin nasıl
bir toplum yapısı önerdiği kurumlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair
tespitlerinden ziyade önerileri temellendirmeye çalışır.
Dinin Sosyolojik İncelemesi: Metodoloji Tartışması
 Metodoloji her zaman bir şeyin aslına en uygun bilgiyi elde etmenin yolunu ifade eder.
 Sosyolojik metodolojide de din olgusunun toplumdaki etkilerini, insanlar için anlamını
gerçeğe en yakın şekilde çözümlemek hedeflenir.
 Din olgusunun ağırlığını ve etkisini teşhis ve tespit etmenin yolu, dine belli teorik
varsayımlardan hareketle açıklamacı bir yolla yaklaşan aktörlerin, belli olaylara katılırken
hangi niyet ve motivasyonla hareket ettikleridir.
 Bu yol ise duruma göre sosyolojik gözlem, derinlemesine mülakat ve katılımcı gözlem gibi
tekniklerle ilerler.
 Dini incelemenin bir yolu olarak bir din cemaatinin referans aldığı metinleri incelemek sıkça
başvurulan bir yoldur.
 Dinin sosyolojik incelemesi yapılırken her şeyden önce o dinin bir gerçeğinin veya özürün
olduğu düşüncesi pek dikkate alınmaz, asıl olan o dinin belli bir dönemde belli insanlar
tarafından nasıl anlaşılıp o anlama şeklinden nasıl bir pratik ortaya çıktığıdır.
Klasik Sosyolojik Teorilerde Din
 Klasik sosyoloji teorisyenler için dinin yeri, işlevi ve konumu konusu çok özel bir yere sahiptir.
 Auguste Comte (1798-1857)
 Bir hurafe olarak dinden evrensel bilim dinine
 Comte insanlık tarihini 3 evreye ayırmış, dininde bu evrelerde değiştiğini öne
sürmüştür.
 Comte’a göre insanlık tarihinin 3 evresi;
1. Teolojik Evre
2. Metafizik Evre
3. Bilimsel Evre
 Comte, dini ilkel zamanlardaki insanlık durumuna özgü bir cehalete bağlamış ve bilgi
seviyesinin artışıyla ortadan kalkacağını öngörmüştür.
 Comte, bilimsel evrede oluşacak dinin kiliseleri üniversiteler ve okullar, rahipleri ise
bilim adamları olacağını söylemiştir.
 Karl Marx (1818-1883): Bir Yanlış Bilinç ve Kalpsiz Bir Dünyanın Kalbi Olarak Din
 Marx’a göre dinin gerçek bir varlığı yok, olsa olsa maddi dünyanın çarpıtılmış bir
yansımadır ve toplumdaki işlevi de bu temel varsayıma göre değerlendirilmelidir.
 Ona göre dine ilişkin her şey insan zihninin bir ürünüdür.
 Ona göre din bireysel değil toplumsal bir üründür. Bu ürün yanlış ve aldatıcı bir dünya
oluşturur.
 Din, egemenlerin kurduğu dünyanın yeniden üretilmesine katkıda bulunur.
 Ona göre, dine karşı müdahale doğrudan dine yöneltilmemelidir.
 Marx dinin insan zihninden yola çıkarak zamanla insanların etkisi altına almasını
yabancılaşma teorisiyle açıklar.
 Ona göre din bir üst yapı kurumudur ve bağımlı değişkendir.
 Emile Durkheim (1818-1917): Toplumsal Yapıştırıcı Olarak Din
 Din sosyolojisini bir disiplin olarak uygulayan ilk kişi Durkheim’dir.
 Durkheim’in din çalışmaları toplumsal bütünlüğü hedefleyen bir araçsalcı yaklaşımı
içinde barındırır.
 Ona göre din toplumsal bütünlüğün sağlanmasında ve sürdürülmesinde en güçlü
yapıştırıcıdır.
 Durkheim bütün dinlerin belli bir tarihsel gelişimin değişik evrelerine göre
şekillendiğini düşünür.
 Durkheim’e göre dini inançların zayıflamasıyla intihar oranlarının artışı arasında
anlamlı bir ilişki vardır.
 Durkheim’in dinle ilgili temel kitabı ‘’Dini Hayatın Temel Biçimleri’’dir.
 Durkheim’e göre dinin her tarafta bulunan sosyal bir kurumdur.
 Durkheim yapısalcı-işlevselci düşüncenin en önemli ismi sayılır.
 Ona göre dinin işlevi toplumu bir arada tutmak, toplumu kaynaştırmaktır.
 Toplum filozoflarından Jean-Jacques Rousseau, John Locke ve Thomas Hobbes’dan
Montesquieu ve Alexis de Tacqueville’ye ve Vico, Newton, Hume, Spinoza, Leibniz, Kant ve
Hegel’e kadar bütün büyük felsefecilerin dine dair bir açıklamaları ve duruşları olmuştur.
 Max Weber (1864-1920): Anlamlı Sosyal Eylem ve Motivasyon Olarak Din
 Yorumlayıcı sosyolojinin ilk ve en önemli isimlerinden biridir.
 Ona göre din anlamlı sosyal eylemler gibidir. (yemek yemek, su içmek gibi)
 Weber’in birinci önceliği eylemin aktörünü anlamaktır.
 Weber’in meşhur çalışması ‘’Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’’ kitabıdır.
 Ona göre kapitalizm Protestanların yoğun yaşadığı yerlerde ortaya çıkmıştır.
NOT: Fenomoloji: Türkçesi görüngü, Osmanlıcası zahiriye
ÜNİTE 2: DİN VE SİYASET
Dinlerin Siyasi Yorumu
 Dinler genel olarak bir ahlak öğretisi olarak görülür.
 Hristiyanlık başlangıçta eşitlik, mütevazı yaşam, adalet, affedicilik ve adanmışlık gibi değerler
etrafında gelişirken ilerleyen zamanlarda bir devlet otoritesine dönüşmüştür.
 Ancak şartlara bağlı olarak siyasi yorumları ortaya çıkmıştır. Bu üç semavi din için de
geçerlidir.
 İslam işe başlangıçta inanç ile ilgili konular üzerinde dururken, Medine’ye göçün ardından
kurulan devletle yönetime ilişkin prensipler vaaz etmeye başlamıştır.
 Başlangıçta yaratılış ve ahlaki öğretiler etrafında gelişen Yahudilik öğretisi zamanla siyasi bir
içerik kazanmıştır.
Hristiyanlıkta Tanrı Devleti Anlayışının Gelişimi
 Hristiyanlığın temel kaynağı olan ‘’yeni ahit (İncil)’’, dinle devlet işlerinin birbirine
karıştırılmaması ilkesine dayalı bir yönetim anlayışı vaaz etmiştir.
 İncil’de Hristiyanların dünyevi otoriteye itaati sıkı bir şekilde tembih edilmiştir.
 Batı Roma’nın yıkılmasından sonra Katolik kilisesi siyasi güç haline gelmiştir.
 Aziz Augustine, insanın aynı anda iki otoriteye bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Bunlardan biri
‘’Seküler Devlet’’ diğeri ise ‘’Tanrı Devleti’’ otoritesidir.
 Eski Ahit: Hristiyanlara göre kitabı Mukaddes’in İsa’dan önce gelen ve içinde
Tevrat’ın da yer aldığı 39 bölümden oluşan kısmı.
 Seküler Devlet: Laiklik kavramının İngilizcesi olmakla birlikte esas olarak dinden
bağımsız dünyevi otoriteye ifade eden bir kavramdır.
İslam’da Yönetim ve Hilafet Sistemi
 Müslümanlar arasında dört halife döneminden sonra fiili olarak saltanat yönetimi baş
göstermiştir.
 Halifeler kendilerini Emirül müminin, yani inananların yöneticisi olarak tanımlarken Emevi
İmparatorluğu’ndan başlamak üzere sultanlar kendilerini Emirullah veya Zillullah, yani
Allah’ın gölgesi veya onun adına yöneten hükümdar şeklinde tanımlamışlardır.
 Kuran’da belli bir yönetim biçimi gösterilmemiş, bunun yerine yönetime ilişkin şu prensipler
işaret edilmiştir; adalet, istişare, liyakat ve hakkaniyet.
 Hz. Muhammed’in Medine’ye göçünden sonra Müslümanlar burada yaşayan diğer
topluluklarla birlikte ortak bir yönetim ve sözleşme yapmışlardır. Bu sözleşme ‘’Medine
Vesikası’’dır.
Medine Vesikası: Müslümanların ilk anayasası olarak kabul edilen Medine Vesikası Hz.
Muhammed’in göçünden sonra Medine’yi yönetmek üzere orada yaşayan Yahudi kabilelerle
birlikte hazırladığı bir metindir.
 Dört halife döneminde hilafet sisteminin dikkat çeken bazı özellikleri şu şekildedir;
1. Halifelerin seçiminde kabileler arasındaki denge dikkate alınmıştır.
2. Halifeler kabilelerin ileri gelenleri tarafından seçilmiştir.
3. Halifelerin otoritesi inananların bağlı olduğu prensiplerle sınırlandırılmıştır.
4. Halifelerin seçiminde inananların rızası esas alınmıştır.
 Müslüman toplumlarda yönetici, sadece bir yöneticidir, bir devlet adamıdır. Aynı zamanda
din adamı değildir.
 İslam tarihinde devlet örfi ve şeri olmak üzere ikili hukuk sistemine göre yönetilmiştir. Şer’i
hukuk özel yaşamı ile ilgilenirken, örfi hukuk devlet işleriyle ilgilenmiştir.
ULUSAL DEVLET DÜŞÜNCESİ VE DİN
 Katolik kilisesi Ortaçağ boyunca Avrupa’daki en büyük güç merkezi haline gelerek, devletlerin
üzerine çıkmıştır.
 Ortaçağ’da hâkim olan feodalizm kilisenin devletler üzerindeki hegemonyasını
kolaylaştırmıştır.
 15. Ve 16.yy’larda filizlenen ulus devlet düşüncesi her şeyden önce güçlü bir siyasi otorite
düşüncesini savunur.
 Machiavelli, Prens adlı eserinde kiliseye karşı bağımsız ve toplumuna mutlak hükmeden bir
hükümdar sunar.
Protestanlık ve Ulus Devlet
 Katolik kilisesinin geniş mülklere ve servete sahip olması kendisine bağlı bazı toplumlarda
tepkilere yol açmıştır.
 Başta Almanya, İngiltere, Fransa, İsviçre gibi ülkeler Roma’ya vergi transferini sorgular hale
gelmiştir.
 Katolik kilisesine karşı tepkilerde başı çekenler Protestanlar olmuş, bunların başında ise 1517
yılında Almanya’da protest bir hareket başlatan ‘’Martin Luther’’ gelmektedir.
 Luther, yöneticilere karşı ‘’pasif itaat’’ı, ısrarla savunur.
 Protestanlık hareketinin diğer bir öncü ismi de Jean Calvin’dir.
 Calvin’e göre devlet kurtuluşun harici bir aracıdır.
 Protestanlığın Avrupa’ya en önemli katkısı ulus devletin gelişmesini kolaylaştırması olmuştur.
 Protestanların krallarla birlikte hareketi sonucunda Avrupa’da Protestanlığın etkisi altına
giren birçok ulusal kilise ortaya çıkmıştır. Örnek: İngiliz Anglikan Kilisesi.
İslam Dünyasında Din ve Ulus Devlet
 Osmanlı, millet sistemine dayalı, din temelinde örgütlenmiş çok milletli bir yapıya sahipti.
 İmparatorluk bünyesinde farklı dini topluluklar vardı. Bunlar; Ortodokslar, Protestanlar,
Yahudiler ve Müslümanlar.
 Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’da yayılan milliyetçilik fikri 19.yy’a gelindiğinde
Osmanlı’da da ortaya çıkmış ve imparatorluğun parçalanmasıyla sonuçlanmıştır.
 Osmanlı’nın himayesindeki milletlerde milli kimlik dini kimlik üzerinden gelişmiştir.
 İttihat ve Terakki’nin Osmanlıya taşıdığı milliyetçilik fikri zamanla Müslüman unsurlarında
kopmasına yol açmıştır.
 Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında sonra Türkiye Cumhuriyeti ulusal bir devlet olarak inşa
edilmiş bu devlete uygun bir millet geliştirmek için de milliyetçilik düşüncesi benimsenmiştir.
Dünyada Din ve Devlet İlişkileri Farklı Modeller
Dünya üzerinde dinle devlet arasındaki ilişki bağlamında genel olarak birkaç model gelişmiştir.
 Ayrılık ilkesine dayalı ‘’Laik’’ model
 Dinle devletin birlikteliğine dayanan karma model
 Devletle dinin iç içe geçmiş hali olan Teokratik model kendi arasında ikiye ayrılır.
1. Teokratik Model (İran ve Vatikan örneği)
2. Yarı Teokratik model (Suudi Arabistan, Yemen, Pakistan ve İsrail gibi.)
NOT:
Protestanlık: 16.yy’da Katolik kilisesine karşı başkaldıran dinde reform hareketidir.
Millet Sistemi: Osmanlı toplumsal yapısını oluşturan millet sistemi dinlere ve dinlere bağlı mezheplere
göre oluşmuştu. Her millet kendi inancını, hukukunu ve dilini yaşamakta serbestti.
Ayrılık İlkesine Dayalı Laik Modeller
 Kilise ile devlet arasındaki ayrılık modelinin tipik örneği Amerika’da görülmektedir.
 Amerika’da devletin dinler arasında tümüyle tarafsız olduğunu ifade eden pasif bir laiklik
anlayışı gelişmiştir.
 Amerikan laikliğinin belli başlı 3 değeri vardır. Bunlar; Özgürlük, eşitlik ve çeşitliliktir.
 Amerikan kurucu babaları Amerika’yı çoğulcu bir temel üzerine inşa ettiler.
 Amerika’ya karşı Fransa’da radikal bir laiklik anlayışı gelişmiştir.
 Fransız Devrimi’nden sonra kabul edilen ‘’İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’’ egemenliği
Tanrı’dan ve onun temsilcisi olan kiliseden alıp halka vermiştir.
 Fransa’da din ile devlet arasındaki ilişki 1801 yılından başlayarak 100 yıl boyunca Fransa ile
Roma Katolik kilisesi arasında imzalanan konkordato göre işlenmiştir.
 Konkordatoya göre katolizm Fransız halkının çoğunluğunun dini olacak.
 1905 yılında çıkarılan Ayrılık Yasası ile dinle devlet birbirinden ayrılmıştır.
 Avrupa’da Almanya, Avusturya, Belçika, Hollanda, İspanya, İtalya, İsveç ve Polonya gibi
ülkelerde Fransa’dakinin aksine ılımlı bir laiklik anlayışı gelişmiştir.
 Bu ülkelerde genel olarak benimsenen ilkeler tarafsızlık, hoşgörü, eşitlik ve din özgürlüğü
ilkeleridir.
Karma Modeller
 Dinle devlet arasındaki ilişkiyi karma bir modele dayandıran iki tipik örnek İngiltere ile
Yunanistan’dır.
 Yunanistan ne tam laik ne de tam olarak teokratik bir ülkedir. Yunanistan’da İngiltere gibi
resmi bir kilise bulunmamaktadır. O da ‘’Doğu Ortodoks Kilisesi’’dir. Ortodoks kilisesi
piskoposlardan oluşan kutsal kilise meclisi tarafından yönetilmektedir.
 1558 yılında Roma Katolik Kilisesinden koparak ulusal bir kilise haline gelen İngiliz Anglikan
Kilisesinin başı kral veya kraliçedir. İngiltere eğitim sisteminden dini eğitim vermek üzere
zorunlu din dersleri konmuştur.
 Yunan Anayasası’nda Ortodoks Hristiyan inancı devletin resmi dini olarak tanımlanmıştır.
Yunanistan’da resmi kilise sosyal yaşamda geniş bir etkinlik alanına sahiptir.
 İngiltere’de devlet belli alanlarda dini hizmetleri destekler. Dini okulların yanı sıra, orduda
hapishanede ve sağlık kurumlarında çalışan din adamları devlet tarafından finanse edilir.
Anglikan Kilisesi: Protestanlık içinde gelişen Anglikanizm inancına ait bir kilise olup İngiltere’nin resmi
kilisesi sıfatına sahiptir.
Doğu Ortodoks Kilisesi: İsa tarafından kurulduğuna inanılan Doğu Ortodoks Kilisesi Yunanistan’ın
yanı sıra Rusya, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan gibi Doğu Avrupa ülkelerinde gelişmiş en yaygın
kilisedir.
Bir Karma Model Olarak Türkiye’de Laik Sistem
 Türkiye’deki karma model Osmanlıdaki din devlet ilişkisine dayanmaktadır. Osmanlı’da din
şeyhülislamlık kurumu ile Türkiye Cumhuriyeti’nde ise Diyanet İşleri Başkanlığı ile devlete
bağlanmıştır.
 Türkiye’de laiklik adına atılan en önemli adım şer’iye ve evkaf vekâleti ile hilafetin 1924
yılında kaldırılması olmuştur.
 Türkiye’de sistem anayasada laik olarak tanımlanmasına rağmen devlet Diyanet İşleri
Başkanlığı aracılığıyla dini kontrolü altına almış ve dini hizmetleri üstlenmiştir.
 Türkiye, Fransa’dan sonra anayasasında kendisini laik olarak tanımlayan 2. Avrupa ülkesi
olmasına rağmen din ile devlet arasına bir ayrılık duvarı koymamıştır.
Teokratik ve Yarı Teokratik Modeller
 Tipik teokratik model ile yönetilen 2 ülke vardır. Vatikan ve İran.
 Vatikan 1929 yılında gerçekleştirilen ‘’Lateran Paktı’’ ile birlikte bağımsız bir kent devleti
haline gelmiştir.
 Vatikan teokratik ilkelere dayalı mutlak monarşik bir yapıya sahiptir. Vatikan devletinin başı
Papa’dır.
 Ruhani liderlik ile siyasal liderliği birleştiren teokratik bir model de İran’dır.
 11 Şubat 1979’da İran’da İslam Devrimi meydana gelir ve İmam Humeyni’nin ruhani
liderliğinde İran İslam cumhuriyeti kurulur.
 Anayasaya göre sistemin en tepe noktasında İran’ın dini lideri bulunur. Onun altında ise
devlet başkanı vardır.
 İslam dünyasında İran benzeri saf teokratik bir yapıyla yönetilen bir ülke daha yoktur.
 Şeriat hukukunun uygulandığı Suudi Arabistan, Yemen, Malezya ve Pakistan gibi ülkeler
yarı teokratik ülkeler olarak nitelendirilebilir.
 Yarı teokratik modelle yönetilen ülkelerden biri de İsrail’dir.
 İsrail’de devletin dayandığı temel Yahudi inancı Ortodoks Yahudiliktir.
 Diğer yarı teokratik rejimlerde olduğu gibi İsrail’de de yöneticilerin dinsel başka bir deyişle
ruhani bir kimliği yoktur.
KÜRESEL DÜNYADA DİNİN SİYASAL BOYUTLARI
 Dinde radikalizm (fundamentalizm) küresel dünyada önemli bir sorun alanı olarak değişik
toplumları ilgilendirmektedir.
 Radikal dini gruplar dinin bir ibadet ve ahlak biçimi olmasıyla yetinmezler; aynı zamanda dinin
siyasi yorumunu geliştirerek onu bir siyasal rejime dönüştürmek isterler.
Din Temelli Şiddet ve Terörizm Sorunu
 Radikal dini grupların genel bazı ortak özelliklere sahip oldukları görülmektedir. Bunlar;
1. Tüm radikal gruplar mutlak ve tek bir hakikate inanırlar.
2. Tüm radikal inanç grupları, kendi hakikatlerine karşı çalışan, yarışan ve mücadele
eden bir gücün bulunduğuna inanırlar.
3. Radikal gruplar kendi karşıtlarını şeytanlaştıran bir dil ve inanç geliştirirler.
4. Tüm radikal gruplar inançlarını değişik araçları kullanarak yaygınlaştırmaya çalışırlar.
 Radikal gruplar muhalif ve zayıf konumda oldukları zaman şiddete ve teröre başvururlar.
 İslam dünyasında radikal gruplar genel olarak muhalif ve zayıf konumda oldukları için
inançlarını şiddet ve terör yoluyla yayma yoluna giderler. Örnek: El Kaide
Sömürgecilik Karşıtı Dini Direnişler
 Dinin siyasi boyut kazanma şekillerinden biri de din temelinde sömürgeciliğe karşı
direnmekte görülmektedir.
 Libya ve Sudan’da gelişen Senusilik Fransızlara ve İtalyanlara karşı ciddi bir direniş
göstergesidir.
 Benzer biçimde İngilizlerin Mısır’ı işgaline karşı yine din temelli bir hareket olarak Müslüman
kardeşler (ihvanı müslimin) hareketi doğmuştur.
 İslam devlet anlayışı 1950’de Mısır’da rejimi tehdit edince Müslüman kardeşler hareketinin
önemli isimlerinden bazıları idam edilmiştir. Bunlardan biri Seyyit Kutup’dur.
 Batı sömürgeciliğine karşı etkili olan din temelli mücadelelerden biri İran’da görülmüştür.
 İran, kendi modelini İslam dünyasında yaygınlaştırmak istese de, İslam dünyası, İran’ın aksine
İslamlığı demokratik bir sistem içinde bir arada tutan Türkiye modelini daha çok
benimsemiştir.
Fundamentalizm
 Dinin aslına dönmeyi savunan yaklaşım, dünya üzerinde tüm dinlerin fundamentalist
yorumları bulunmaktadır. Bazı fundamentalist gruplar şiddeti savunurken bazıları
savunmazlar.
Feodalizm
 Ortaçağ Avrupa’sında 5.yy ile 16.yy arasında yaşamış olan toplumsal ekonomik ve siyasi
düzen; tarıma bağlı derebeylik sistemi.
Ortodoks Yahudilik
 Musa’nın 5 kitabını oluşturan Yahudi şeriatına sıkı sıkıya bağlı olan en yaygın Yahudi
mezhebidir.
Senusi Hareketi
 Muhammed Bin Ali es-Senus (1787-1859) tarafından kurulmuş olan bir yenilik hareketidir.
Ancak bu hareket 1900’lerin ilk çeyreğinde Müslüman toprakların işgaline karşı direnişleri
örgütleyen bir harekete dönüşmüştür.
Seyyit Kutup
 1906 yılında Mısır’da doğan Seyyit Kutup 20.yy’da İslam dünyasındaki İslami hareketleri en
fazla etkileyen düşünürdür.
ÜNİTE 3: FEODALİZMDEN KAPİTALİZME DİNİN EKONOMİK İŞLEVİ
Feodalizmin Doğuşu
1. Roma imparatorluğunun yıkılması.
2. Literatüre ‘’kavimler göçü’’ diye geçen doğudaki çeşitli barar Cermen kabilelerinin batıya göç
etmesinin ve Batıyı istila etmesinin yarattığı karmaşa.
3. Manuryalizm sistemi olarak da bilinen imtiyazlı sınıfın toprak üzerinde hak elde etmesi.
4. Merkezi devletlerin yıkılmasıyla ortada kalan köleler.
Feodalizm ve Din
 Feodalizmin kavramsal olarak önemi; onun belirli bir tarihsel dilimdeki toplumsal yapıları ne
kadar kapsayabildiği ile ilgili uzun yıllar süren bir tartışmaya konu olması nedeniyledir.
 Feodalizmin tarihsel önemi; onun Batıdaki teşekkülü dışında farklı toplumlara veya
dönemlere uygulanıp uygulanamayacağı ile alakalıdır.
NOT:
Latifundium: Roma döneminde daha çok Akdeniz civarlarında görülen ve köle emeğine dayalı çok
büyük arazi parçalarıydı.
Feodal Toplumun Özellikleri Nelerdir?
 Feodalizmin, bir kavram haline gelmesi ve konunun bilimsel bir incelemeye konu olması
19.yy’a rastlamaktadır.
 Feodal kelimesi ilk kez Fransızcada hukuki risalelerde eski yönetim tarzını ifade etmek için
kullanılmıştır.
 Marc Bloch’a göre Avrupa feodalizminin temel özellikleri:
1. Tebaa haline getirilmiş köylü kesimi
2. Söz konusu bile olmayan ücret yerine hizmete dayalı mülkün yaygın kullanımı
3. Uzmanlaşmış savaşçılar sınıfının hâkimiyeti
4. İnsanı insana bağlayan ve savaşçı sınıf içinde vassallık adı verilen ayrı bir biçimi
öngören itaat ve koruma bağları
5. Bütün bunların ortasında, başka birliktelik biçimlerinin, ikinci feodal dönem sırasında
yeni bir güç kazanan aile ile devletin ayakta kalması
Feodal Yapılarda Din ve Kilisenin Rolü
 Batı tarihinde, Orta Çağ Dönemi’nde ortaya çıkan feodal ilişkilerin ve feodal toplumsal yapının
Avrupa’da Hristiyanlığın yayılmasıyla ve daha sonra da kurumsallaşmasıyla doğrudan bir
ilişkisi vardır.
NOT:
İmparator Constantine: 272-337 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen Roma imparatoru
I. Constantine ya da Aziz Constantine olarak da bilinir. 306-337 yılları arasında Roma’yı yönetmiş ve
Hristiyanlığı kabul eden ilk imparator olmuştur.
Pagan: ‘’Kırsal’’ anlamına gelen bir kelimeden türeyen pagan yerel halkların tek tanrılı olmayan ve
kültüre dayalı inançlarına verilen genel ad.
Kırsal Kesimlerin Hristiyanlaştırılması
 Orta Çağ’ın feodal yapısını belirleyen temel unsurlar; Roma, Cermenler’in barbar istilaları ve
Hristiyanlık kültürünün sentezlenmesiydi.
 Feodal dönemde Batı Avrupa’nın tek dayanağı topraktı ve feodalizm toprak ve üzerindekileri
örgütleme çabalarından oluşurdu.
 Roma kilisesi eliyle yayılan Hristiyanlık feodal örgütlenmeyi kolaylaştırdı. Bunun gözlemleri
ise;
1. Kilise’nin feodal yöneticilerle girdikleri ilişkilerde onları bir anlamda kutsamaları. Bu
kutsama karşılığında imtiyazlı sınıf pagan aletleri yerine Hristiyanlığı seçmiştir.
2. Diğer feodal örgütlenme yöntemi ise manastırlardır. Feodalleşen bir Avrupa’da
manastırların edindikleri sosyal, ekonomik ve dinsel rol feodal Avrupa’nın daha fazla
çözülmeden ayakta kalmasını sağlayan unsurlardan biriydi.
 6.yy’da yaşamış Aziz Benedict’le özdeşleşen Batı Avrupa manastırları feodal dönemde Batı
Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu bir kurumsallaşmayı sağladı.
Modernlik ve Din
Orta Çağ’dan Modern Çağ’a Geçişi Sağlayan Nedenler
1. Sanayi Devrimi
2. Fransız Devrimi
3. Alman Düşünsel Devrimi
Seküler ve Modern
 Modern kelimesi ilk olarak Hristiyan Roma döneminde, eski dönem (pagan dönem) ile arasına
set çekmek için kullanılmıştır.
 Rönesans ile modern kelimesi bu kez çağın kendi içinden çıkardığı ölçülere göre
değerlendiriliyordu.
 Modern kelimesi bu dönemde belirli düşüncelere daha çok da yeni yeni şekillenmekte olan
aydınlanmacı fikirlere taraf olanların kendilerini tanımlamak için kullandığı bir kelime oldu.
 Reform hareketi sadece teolojik, toplumsal ve ekonomik aşırılıklarına bir tepki hareketi değil;
aynı zamanda özellikle toplumsal ve ekonomik alanlarda bir sekülerleşme hareketiydi.
 Pagan dönemde birbirinden ayrı olan dini olan ile seküler olan Roma döneminde birbirinin
içine girmiştir.
Akıl ve Akılcılık
 Akılcılaşma, toplumun ve bireyin, kendisini aşan birtakım öğreti, inanç, mit ya da
efsanelerden arındırarak tamamen kendisinin sınırları dâhilinde tanıması ve tanımlamasıdır.
 18.yy’da akılcılaşma, toplumun kendisini seküler bir düzeyde yeniden örgütlenmesinden
bireyselleşmeye devlet ve bürokrasi gibi siyasi oluşumlara niteliğini veren kanun ve kuralların
standartlaştırılmasına kadar her alanda yaşanmıştır.
 Akıl ve akılcılık aydınlanma döneminde ortaya çıkmıştır.
 Weber’e göre akılcılaşma akla uygun bir toplumsallaşmadır.
Kavlinizmin Beş İlkesi
 Dünyayı yaratan anca işlerinin insanın akıl erdiremeyeceği mutlak bir tanrı vardır.
 İster kurtuluşa ersin isterse de helaka uğramış olsun, kişinin dünyadaki ödevi Tanrının şanını
yüceltecek işler yapmaktır.Her bireyin kurtuluşu ve helakı Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir. Kişinin çabaları bu
kaderi değiştirmeye yetmez.
 İnsan için kurtuluş ancak Tanrının merhametiyle mümkündür.
 Weber’in ödev ahlakı olarak tanımladığı kalvinist püriten ahlaka göre; kişinin bu
dünyadaki hayatının Tanrı tarafından ondan beklenenin bir çağrı olarak kavrandığına
ve bütün hayatın çağrıya karşılık gelen bir ödevle yükümlü olduğuna inanılır.
 Kalvinizm’in öngördüğü püriten ahlak, kapitalist girişimin bir dayanağı haline gelir ve
ona ahlaki zemin hazırlar.
WEBER’İN KAPİTALİZMİN DOĞUŞU İÇİN ÖNGÖRDÜĞÜ NEDENLER
 Üretim faaliyetlerinin hane ve çevresinden ayrışması
 Ulus-devletlerin varlığı
 Burjuva sınırının şekillendirdiği kentlerin ortaya çıkışı
 Kapitalist girişimin gelişmesini kolaylaştıran defter tutma ve hesabı kontrol mekanizmalarının
uygulanması
 Roma hukukundan tecanüs edilen ve akılcılaşmayı kolaylaştıran hukuki püritenlerin varlığı
 Ücretli olarak çalışabilecek bir özgür emek gücünün ortaya çıkışı
NOT:
ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı): Modern öncesi dönemde merkezi iradenin güçlü olduğu Osmanlı
imparatorluğu ya da Hindistan gibi yerlerde toprak mülkiyetinin imtiyazlı kimselerin ya da
teşekküllerin değil devletin elinde olması neticesinde ortaya çıkan üretim tarzı.
Püriten Ahlak, İslam ve Diğer Dinler
 Weber, kapitalizme zemin hazırlayan püriten ahlakın İslam da dâhil başka dinlerde ve
kültürlerde gelişmediğini baştan kabul eder.
 Weber’e göre klasik oryantalist bakışın ürünü olan şehvete düşkünlük ve lüks içinde yaşama
isteği, Weber’in püriten bir ahlakın gelişmesine mani olan unsurların başında yer alır.
 Weber’e göre doğu bir yokluklar dünyasıdır. Buna göre;
 Sivil toplumun yokluğu
 Sermaye birikiminin yokluğu
 Ticari burjuvazinin gelişmesini sağlayacak kentlerin yokluğu
 Toplumun hukuki zeminini oluşturacak ve hakları standartlaştıracak akılcı bir
hukukun yokluğu
 Son olarak püriten ahlakın yokluğu
 Marksist gelenekte İslam ve batılı olmayan diğer toplumlara dair kaba iki yaklaşım vardır.
1. Doğu toplumlarının Batı’dan farklı bir üretim tarzı içerdiğidir. Bu üretim tarzı
ATÜT’dür.
2. Doğu toplumları değerlendirilirken Batı’da yaşananların aşırı soyutlamaya tabi
tutulduğu ve abartıldığı görüşünü savunarak Doğu toplumlarında Batı’da yaşananlara
benzer gelişmelerin yaşandığı varsayımıdır.
ÜNİTE 4: DİNİN TOPLUM VE DİĞER KURUMLARLA İLİŞKİSİ
 18.yy’da İngiliz düşünür D. Hume, dini korku ile tanımlıyordu.
 Dinler farklı ilkelere göre ilkel-gelişmiş, evrensel-ulusal gibi farklı şekillerde
 Bu sınıflamaların en önemlilerinden birisi dinleri beşeri ve ilahi dinler olarak ayıran
sınıflamalardır.
 Weber’e göre de dinlerin başlangıçtaki pratikleri bile dayandıkları hâkim zümreye göre şekil
kazanmıştır.
 Mesela hiyerokrasinin hâkim olduğu yerlerde din bireysel ruhu tatmine; siyasi makam
sahiplerinin egemen olduğu yerlerde şekil ve kuralcılığa bürünmüştür.
 Toplumun dine etkisini ön plana alan düşünürlere göre din, toplumun genel kültürel
ortamından kendisini soyutlayamaz. Çünkü kültür ihtiyaç gidericidir, bir kültür unsuru olarak
din de ihtiyaçlara cevap vermek durumundadır.
 Batı’da Augustinus’dan Comte’a, Marx’tan Durkheim’a kadar konuyu ele alan düşünürlerin
bazıları toplumun dine, bazıları da dinin topluma etkisini savunmuşlar, hatta sistemlerini
genel olarak bu çerçevede oluşturmuşlardır.
 Klasik sosyolojinin kurucusu E. Durkheim’e göre dinin kaynağı bizzat toplumun kendisidir.
 Durkheim’e göre din toplumun ürettiği kutsallıktan doğmuştur.
BEŞERİ-İLAHİ DİNLER
 İlahi dinler toplumu önceki hâkim çizgisini değiştirirler.
 İlahi dinler toplumu kendine göre yeni baştan şekillendirir.
 İlahi dinler daha sonraki gelişmelerde, kendilerini mevcut şartlardan uzak tutamaz.
 İlahi dinler toplum üstü vahiy gibi bir kaynağa dayalı dinlerdir.
 İlahi dinler mevcut kültür unsurlarını düzenlerler.
 Beşeri dinler; toplumların zamanla kendi şartları içinde oluşturdukları dinlerdir.
 Bunlar pek çokturlar. Varlıkları bir bütünlük göstermediği gibi toplumsal parçalanmaların da
hem konusu hem de kaynağı olabilmişlerdir.
 Beşeri dinler hem ortaya çıkışları hem de gelişmeleri bakımından mevcut toplumsal ihtiyaç ve
şartlara dayanırlar.
KURUMLAR VE DİNİN KURUMLARLA GENEL İLİŞKİSİ
Sosyoloji Açısından Kurum
 Kültürün bir kısmıdır.
 İnsanların yaşam tarzlarının örüntüleşmiş bir parçasıdır.
 Çoğunluğun paylaştığı soyut davranış örüntüleridir.
 Kültür normlarının yerleşmiş belli ve sürekli tatmin yollarıdır.
 İhtiyaçları karşılama biçimleri metotlardır.
Kurumların Başlıca İşlevleri
 Kurumlar kişilerin davranışlarını kolaylaştırırlar. Kişi herhangi birşeyi nasıl yapacağını
öğrenmeyi ve keşfetmeyi kurumlardan öğrenir.
 Kurumlar toplam kültürün istikrarlılığı ve eş güdümü için birer örnek olarak hizmet ederler.
Süreklilik, sağlamlık, dayanıklılık, insan davranışlarını istikrarlı ve uyumlu hale getiren
kurumlar sayesinde sağlanır.
 Kurumların, bir diğer işlevi de davranışları kontrol etme yönelimleridir.
Kurumun Özellikleri
 Belli bir amaç gerçekleştirmeye yöneliklerdir.
 Söz konusu ihtiyacın gerçekleştiriliş biçimi oldukça süreklilik kazanmıştır.
 Diğer kurumlarla yapılanmış, örüntülenmiş ve eş güdümlenmiştir.
 Kendi alanında biricik yani bir ‘’göreli bağımsızlığa’’ sahiptir.
 Zorunlu olarak kültürün normatif kodlarını ihtiva eden değer yüklü toplumsal
oluşumlardır.
NOT:
 Kurum, sosyal kişilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ortaya çıkmış, süreklilik
kazanmış, eş güdümlenmiş, oldukça onaylanmış ve yaygınlık kazanmış sosyal örüntü, rol ve
ilişki yapısıdır.
 Temel işlevlerine göre kurumlar:
 Temel kurumlar (Din, siyaset, eğitim, ekonomi, aile)
 Yardımcı kurumlar
Genel Olarak Aile ve Din
 Aile doğası itibariyle dini olmayan bir kurumdur.
 Bütün insanlar başlangıçtan günümüze bir aile olgusuna sahip olmuşlardır.
 Ailenin işlevleri;
1. Nüfusu yenileme
2. Milli kültürü taşıma
3. Çocukları sosyalleştirme
4. Ekonomik, biyolojik ve psikolojik tatmin
 Aile büyük ve küçük (veya çekirdek) olarak ikiye ayrılır.
 Aile ile din arasında sıkı bir ilişki vardır.
 Din aileyi, aile dini etkilemiştir.
 Aile; dinin içinde öğrenilip ilk pratiklerini gerçekleştirdiği yerdir.
 Dinin; değerlerini yerleştirip gerçekleştirdiği alan ailedir.
 Din, doğumdan ölüme, düğünden bayrama kadar aile ile ilgili hemen önemli bütün olaylarda
yer almaktadır.
 Toplumsal şartların ürünü olan dinlerde aile ve din, birbirinden yeterine ayrılmamışlardır.
 Yüksek tipli dinlerde ise aile kutsal olmayan bir oluşumdur.
Genel Olarak Ekonomi Kurumu ve Din
 Ekonomi; eşya, fertler ve topluluklar arasında doğan bir sosyal ilişki alanıdır.
 Sosyoloji açısından ekonomik faaliyetler; üretim, tüketim ve dağıtımdır.
 Ekonomik davranış altta belli, ahlaki tasarımlara dayanır.
 Weber’e göre, ekonomik tarz ve modelleri belirleyip yönlendiren ‘’iktisat ahlakı’’dır.
 Dinin ekonomi üzerindeki etkisi güdüleyici bir ahlak sistemi üzerinde toplanabilir.
 Din-ekonomi ilişkisinin önemli görünümlerinden birisi dinin ekonomi için bir ‘’tutum ahlakı’’
oluşmasına katkısıdır.
 Kalvinizmin dünyaya yönelik zahitlik kavramı, Lutherizmin meslek ahlakı din ekonomi
ilişkisini açıklayan dikkat çekici tezleridir.
GENEL OLARAK SİYASET VE DİN
 Siyaset, kamu düzenini sağlama ve genel yönetimi gerçekleştirme görevi yerine getiren
bir temel kurumdur. Siyasetin temel işlevi yönetim işlerinin yürütülerek kamu düzeninin
sağlanmasıdır.
 Weber’e göre iktidarın en önemli özelliği meşrutiyetidir. Klasik teorilerde meşrutiyetin
kaynağı daha çok dindir.
 Durkheim’e göre dinin öznesi olan kutsallık bir kamu olgusudur. Siyaset bir egemenlik
davranışıdır. Din, devletin çözümlemek zorunda olduğu sorun alanlarından birisini
oluşturur.
 Milli dinlerde devlet kutsal bir nitelik taşırken yüksek tipli dinlerde dünyevi bir karaktere
sahiptir. Din ve siyaset arasındaki çelişki din ve siyaset arasında değil, devlet, kilise veya
dini cemaatler arasındadır.
 Dinin siyasete yönelik işlevi meşrutiyet sağlayıcılığıdır. Din ve siyaset işlevsel olarak
insanlığın birbirinden ayrılamaz iki temel kurumdur.
 Kurumu adı olarak kullanılan ‘’siyaset’’ Arapça kökenli bir kelimedir ve sözlük karşılığı
eğitmek, yetiştirmek, düzenlemek anlamlarına gelir. Modern siyaset sosyolojisinin
kurucusu olarak nitelenen Weber siyaseti, araç olarak nitelediği iktidar ekseninde
tanımlar.
GENEL OLARAK EĞİTİM KURUMU VE DİN
 Eğitim, temel kurumlardan biridir ve genel olarak bireyin yaşadığı toplumda yeteneğini,
tutumlarını ve olumlu değerdeki davranış biçimlerini geliştirdiği süreçler toplamıdır.
 Eğitim kurumu her toplumda vardır. Eğitimin temel işlevi ise bireyin topluma uyarlanması ve
dolayısıyla toplumun sürekliliğinin sağlanmasıdır.
 Eğitim dinin doğasında vardır. Dinin önemli konularından birisi insana ahlaki davranışlarından
birisi insana sonuçta bir eğitim işi olduğu için din eğitim üzerinde etkilidir.
 Eğitim olgusunun 3 temel özelliği vardır;
1. Eğiten ve eğitilen ayrımı
2. Eğitimin planlı ve bilinçli olması
3. Eğitimin toplumsal olması
 Eğitimsel din anlayışına verilecek örnekler batıda skolastik zihniyet, İslam dünyasında ise
medresedir.
 Ayrıca günümüzde din-eğitim ilişkisine verilecek örnekler ise; cemaat olgusu, ortak ibadet
şekilleri, öğüt verme, vaaz gibi eylemlerdir. Bunlar birer dini işlem oldukları kadar, aynı
zamanda eğitim tarzlarıdır.
 Eğitimin sosyalliğinin en belirgin görüntülerinden birisi onun öğrenilip aktarılabilir ve
değişebilir olmasıdır.
 Din ile eğitim arasında karşılıklı bir etkileşim vardır.
 Din eğitimi, eğitim dini etkilemiştir.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir