İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ ÜNİTE 5 ÖZETİ
BATIDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARININ BAŞLAMASI
XVII. yüzyıl, Avrupa’da düzenli, periyodik bir görünümü yansıtması bakımından ilk gerçek gazete diyebileceğimiz yayınların başladığı yüzyıl olmuştur.
Bugünkü anlamda ilk gazete 1609’da Strasbourg’da haftalık olarak Almanca yayınlanan Avisa, Relation oder Zeitung’dur.
Batı Avrupa’da XVII. yüzyılda güçlenen liberalizm akımının basın özgürlüğü alanındaki ilk önemli temsilcisi John Milton’un yazısında basın özgürlüğünün toplum açısından yararlarını altı noktada toplamıştır:
• Kötü ve yanlış fikirlerin yok edilebilmesinin en güvenceli yolu olan basın özgürlüğü, gerçeklerin serbest olarak yayılımına olanak sağlar.
• Bize yeni ve garip gelmeleri nedeniyle iyi fikirleri de kötü olarak mahkûm etmemiz tehlikesi her zaman vardır; basın özgürlüğü bunun önüne geçer.
• Kötülük kaynakları çoktur ve bunların çoğuna insanların ulaşabilmesinin önüne basılmış eserlerin sansür edilmesi ile geçilemez.
• İnsanların pek çoğu sansür görevini yapabilecek yetenekte değildir; bu yetenekte olan insanların ise pek azı böyle bir görevi kabul eder.
• Eserlerin ancak pek azı bütün kısımları itibariyle kötüdür; böyle olunca sansürlenen bir eserde az sayıdaki kötü kısımlar için okuyucu eserin kapsadığı bütün iyi kısımlardan mahkûm edilir.
• Bir kişinin okuduğu eserdeki iyi ve kötü kısımları bizzat kendisinin ayırması hayat tecrübesi bakımından en önemli yararı sağlar.
John Lock’e göre devlet, temel amaçları mülkiyetlerini korumak olan insanların bir anlaşma yaparak kendilerini hükümetin yönetimi altında toplamaları ile oluşmaktadır. İnsanların rızası ile kurulan bu devlet, onların yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarını ihlal edemez, aksi durumda insanların direnme hakkı doğar
XVII. yüzyıl basın tarihi açısından önemli yeniliklere tanıklık etmiştir. Günlük gazeteler bu yüzyılda yayınlanmaya başlamış, muhalif gazetecilik anlayışı ortaya çıkmış, gazetelerde reklam ve ilanlar verilmeye başlanmış, Amerikan basını bu yüzyılda kurulmuştur.
XVIII. yüzyıldan itibaren parlamento tartışmalarının gazetelerde yayınlanmasına yönelik mücadeleden de söz etmek gerekir. Basın özgürlüğünü savunanlar, hükümetin politikalarının yalnızca sınırlı sayıda insanca tartışılmasına yol açan mutlakiyetçi devletin tutumunu “despotizm” olarak niteleyerek, gizliliğin bir yönetim özelliği olarak kabul edilmesine karşı çıkmışlardır.
BATIDA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARININ GELİŞİMİ VE DÖNÜŞÜMÜ
İngiliz filozof John Stuart Mill tarafından kaleme alınan On Liberty (Özgürlük Üzerine) (1859) başlıklı eserin ikinci bölümünde, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünü haklı ve zorunlu gösteren nedenler şu şekilde sıralanmıştır:
• Hükümet ya da sivil toplum tarafından yanlış olduğu iddiasıyla susturulan herhangi bir düşünce aslında doğru olabilir,
• Bir düşünce yanlış bile olsa, içinde birkaç dirhem hakikat de bulunabilir,
• Herhangi bir konuda egemen olan görüş, hemen hiçbir zaman hakikatin tamamı değildir. Bu nedenle tam hakikate ancak bu düşünceyi diğer düşüncelerle, zıt görüşlerle karşılaştırılarak varılabilir.
Keane’nin aktarımına göre, XIX yüzyılda basın özgürlüğü mücadelesinin kazanımları özetle şunlar olmuştur:
• Yönetici sınıfların ve yönetim örgütlerinin zaaflarını ortaya koyarak onları sıkıştırmaya yaramış,
• Devletin ifade özgürlüğüne getirdiği kısıtlamaların görünür hale gelmesine aracılık etmiş,
• Medeni haklar ve siyasal demokrasi mücadelesine hız kazandırmış,
• Anayasa reformu, temsili kurumlara duyulan ihtiyaç, kadınların, siyahların ve göçmenlerin baskı altında tutulması gibi önemli konularda bilgi edinmesine yaramış,
• İşçi sınıfına mensup yurttaşların okuryazarlık düzeylerinin yükselmesine olanak sağlamış ve başka türlü edinebilmelerine olanak bulunmayan yayınları sağlayan kolektif okuma gruplarının oluşmasını teşvik etmiş,
• Özgür basın ütopyası, alt sınıflardan çeşitli insan katmanlarının harekete geçmesine yardımcı olduğu gibi, oy hakkına sahip olmadıkları halde toplumsal ve siyasal olaylarla ilgilenen insan sayısının artmasına yardımcı olmuştur.
Peterson basına getirilen ilk kapsamlı eleştiri kitabının daha 1859’da yayımlanmasına rağmen, bu eleştirilerin yoğunluğunun ve şiddetinin XX. yüzyılda arttığını belirtmiştir. Peterson bu eleştirileri yedi maddede özetlemiştir, bunlar:
1) Basının iktidarını kendi amaçları için kullandığı, medya patronlarının özellikle politik ve ekonomik konularda kendi görüşlerini yaydıkları;
2) Basının büyük şirketlerin hizmetinde olduğu ve reklam sektörünün editöryel bağımsızlığa yer vermeyecek şekilde denetimi elinde tuttuğu;
3) Basının sosyal değişime direndiği;
4) Sansasyonel haberlerin ve eğlencenin yayın içeriklerinde daha çok yer edindiği;
5) Basının kamu ahlakını tehlikeye attığı;
6) İnsanların özel hayatlarına saldırdığı
7) Belirli bir sosyo-ekonomik sınıfın kontrolünde olduğu, yönündeki eleştirilerdir
XIX. yüzyılda gazetelerin aşırı ticarileşmesi ve eleştirel niteliklerinin yok olması, basının “dördüncü güç” niteliğini kaybederek iktidar bloğu içerisinde yer alması, basın patronlarının yayınları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi gibi eleştiriler yoğunluğunu ve şiddetini arttırmıştır.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜNE
Basın özgürlüğü yerine iletişim özgürlüğü kavramının kullanımı yirminci yüzyılda gündeme gelmiştir. 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin 19. maddesinde iletişim özgürlüğü kavramı şöyle özetlenmiştir:
“Herkesin, hiçbir sınır tanımadan kendi istediği şekilde enformasyondan yararlanma; düşünce edinme ve yazma bakımından fikir ve ifade özgürlüğü vardır.”
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI ÜZERİNE
Basın özgürlüğü üzerine yürütülen tartışmaların merkezinde konuşma özgürlüğü duruyorsa, iletişim özgürlüğü üzerine yürütülen tartışmaların merkezinde görüşleri ya da kanaatleri ifade özgürlüğü durmaktadır.
1979’da tamamlanan UNESCO’nun McBride Raporunda “iletişim hakkı” şöyle ele alınmıştır.
a) Toplanma hakkı, tartışma hakkı, katılma hakkı ve diğer ortaklık hakları,
b) Soruşturma hakkı, bilgilendirme, bilgilendirilme hakkı ve diğer enformasyon hakları,
c) Kültür edinme hakkı, seçme hakkı, özel yaşamın korunması hakkı ve insan gelişmesiyle ilgili diğer haklar...
MODERN KAPİTALİST DEVLETLERDE 1980 SONRASINDA İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARI VE MODERN SANSÜR TÜRLERİ
İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE TARTIŞMALAR VE TARAFLAR
Yeni sağın sözcüleri, uluslararası medya kuruluşlarının da desteğini alarak kuralsızlaştırmanın/deregülasyonun (deregulation) gerekliliğini vurgularken, medyanın devletin düzenleyici kurallarından arındırılması gerektiğini savunmuşlardır.
Ancak, Keane tarafından da belirtildiği gibi yeni sağ hareketin sözcüleri “sansür”ü oldukça dar bir anlamda ele alarak, pazar liberalizminin iletişim özgürlüğünü kısıtlayan yönlerini göz ardı etmektedir. Örneğin,
• Tekellerin, alana hakim olarak pazara girmek isteyenlere karşı engeller koyması ve seçenekleri sınırlaması,
• Enformasyonun tanımının kamusal yarar kavramından uzaklaşıp özel olarak tasarruf olunabilen bir metaya yaklaştırılması,
• Dev boyuttaki firmaların karları doğrultusunda yurttaşların ne dinleyip, ne okuyacaklarını ne seyredeceklerini kararlaştırmaları,
• Enformasyon üretim ve dağıtım alanını ellerinde bulunduranların hangi ürünlerin (kitaplar, dergiler, tv programları, bilgisayar yazılımları gibi) kitlesel çapta üretileceğini yayın öncesinden belirleyerek, böylece hangi görüşlerin pazara gireceğini hangilerinin dışarıda kalacağını belirlemeleri
• Ayrıca ticari yayıncıların okuyucuların, dinleyicilerin ve seyircilerin pazar dışı tercihlerini umursamamaları
gibi uygulamaların bir tür sansür anlamına geldiği pazar liberallerince “fark edilmemektedir”
YENİ SANSÜR TÜRLERİ
John Keane, modern devletin başlangıcından bu yana süren, günümüzde artarak devam eden birbirleriyle bağlantılı beş siyasal sansür türünün özel ilgiye değer olduğunu belirtmektedir. Bunlar;
1- olağünüstü hal erkleri,
2- silahlı gizlilik,
3- yalan söylemek,
4- devlet reklamcılığı
5- korporatizmdir.
Politik bir sansür türü olarak beliren “korporatizm” çeşitli sivil toplum örgütleri ile devlet görevlileri arasında gizli ve kamusal sorumluluktan uzak pazarlıklar yapılması, pazarlıkların ve korporatist nitelikli ilişkilerin yapısı gereği kitle iletişim araçları yoluyla kamuya açılmaması olarak açıklanabilir.
Yeni sansür biçimleriyle çoğalan baskıyı bertaraf etmek ve iletişim özgürlüğünün sınırlarını genişletmek için uğraş veren yeni toplumsal hareketler ile onlara bağlı grupları besleyen tartışmaları kuşatan kavramlar “radikal medya”, “barış gazeteciliği”, “alternatif yayıncılık” etrafında yoğunlaşmaktır.
TÜRKİYE’DE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TARİHSELHUKUKSAL GELİŞİMİ
OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Osmanlı döneminin basın alanına ilişkin ilk kapsamlı yasal düzenlemesi olan 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesinde cezaya tabi tutulan hükümlerden bazıları şunlardır:
1- Ruhsatsız gazete çıkarmak,
2- Gazetenin imzalı bir sayısını ilgili devlet dairesine göndermemek,
3- Hükümetten gelen resmi yazıları yayınlamamak,
4- Genel adaba ve milli ahlaka aykırı yazılar basmak,
5- Hazreti padişahiye taarruz sayılabilecek yazılar yazmak,
6- Dost hükümdarlara dokunacak söz yazılması
Gazete ve dergilerin çıkarılabilmesini hükümetin iznine tabi tutan 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesini, 1867 yılında Matbuat Nizamnamesinin hükümlerini yok sayan ve hükümete basınla ilgili idarî tedbirler alabilme yetkisi tanıyan “Âli Kararname”nin yayınlanması izlemiştir.
2. Abdülhamit döneminde basına yönelik yasaklar ve kapatma cezalarının yanı sıra, gazetelere çıkar sağlanmış, jurnalcilik desteklenmiş, gazete sahipleri ve çalışanları rüşvet ile satın alınmaya çalışılmış, yabancı ülkelerle haberleşme engellenmiştir.
Dikkat! II. Abdülhamit’in istibdat döneminde, hükümetin çıkacak gazeteleri önce den denetleyeceği bildirilmiş; hazırlanan çeşitli listeler ile “grev, suikast, kargaşalık, hürriyet, vatan, Bosna, Hersek, Makedonya, Kanun-i Esasi” gibi kelimelerin kullanılması yasaklanmıştır.
II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından oluşan görece özgürlükçü ortam 1909’da kabul edilen, 1881 tarihli Fransız Basın Kanunu örnek alınarak hazırlanan Matbuat kanunuyla yeniden baskıcı uygulamalara sahne olmuştur
CUMHURİYETİN İLANINDAN BUGÜNE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Ulusal mücadelenin gerek örgütlenmesinde gerekse kazanılmasında rolü olan basın, Cumhuriyetin ilanının ardından 25 Ekim 1923 tarihinde İcra Vekilleri Heyetince yayımlanan sansürü ortadan kaldıran bir kararname ile yeniden özgürlüğüne kavuşmuş, ardından 1924 tarihli Teşkilâtı Esasî’ye Kanunu’nun 77. maddesinde yer alan “Matbuat (basın) kanun dairesinde serbesttir ve neşir edilmeden (yayınlanmadan) evvel teftiş ve muayeneye tabi değildir” ifadesiyle basın özgürlüğü anayasal güvenceye bağlanmıştır.
27 Mayıs 1960’ta gerçekleşen darbe sonucunda DP iktidarı son bulmuş ve 1961 tarihinde yapılan yeni anayasa ile de, basın özgürlüğü demokratik esaslara uygun bir şekilde tanımlanmıştır. 1961 Anayasası, “Basın hürdür; sansür edilemez” ilkesini benimsemiş ve basın özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri uygulamada devlete sorumluluklar vermiştir.
12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin yönetime el koymasının ardından, ilan edilen sıkıyönetime basına ve haberleşmeye sansür koyma yetkisi verilmiştir.
1987 tarihinde başlayan AB üyelik sürecinin 2000’li yıllarda hız kazanmasının ardından, 2004 yılında yeni bir basın kanunu hazırlanmıştır. 1931 tarihli Matbuat Kanunu ile 1950 tarihli Basın Kanunu’nun ardından kabul edilen Cumhuriyet döneminin üçüncü ve son basın kanunu, önceki kanunlara nazaran daha kısa ve öz bir görünüm arz etmektedir. 2004 tarihli Basın Kanunu’nda basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerecek şekilde tanımlamıştır.
İletişim Sosyolojisi 5.Ünite Özeti
-
- Benzer Konular
- Cevaplar
- Görüntü
- Son mesaj
-
- 0 Cevaplar
- 30737 Görüntü
-
Son mesaj gönderen 8h0kag3
-
- Bilgi
-
Kimler çevrimiçi
Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir