AÖF Türkiye’de sosyoloji 1-8.ünite özetleri



BÖLÜM 1: 19. ASIRDA OSMANLI TÜRK DÜŞÜNCESİ
BÖLÜM 1: 19. ASIRDA OSMANLI TÜRK DÜŞÜNCESİ
Özet
Batı ile ilişkiler ve yenilik hareketlerini açıklayabilmek.

Türklerin Batılı ülkelerle ilişkileri Haçlı Seferleriyle birlikte başlamış, ancak 18. asra kadar doğurucu anlamda herhangi bir gelişme kaydedilmemiştir. Bu asra gelindiğinde hemen hemen her alanda geri kalmış bir Osmanlı imparatorluğu bulunmaktaydı. Bazı devlet adamları tarafından bilim, felsefe, sanat, teknoloji ve ekonomik alandaki geri kalmışlık tespit edildiğinden, askerî, eğitim ve idari yönden yenilik yapılması kararına varılmıştır. Aşağı yukarı 400 yıla yakın bir süre sonra ülkeye matbaa getirilmiştir. Bunu takiben ilk olarak askerî alandaki yenilik hareketlerine, ardından da bilim, idari ve eğitim alanlarındaki yenilik hareketlerine başlanmıştır.

Asırda Türk düşüncesini özetleyebilmek.
Düşünsel alanda yöntem ve ortaya konuluşu itibarıyla yaratıcı düşünceler geliştiren düşün adamlarımız olmamıştır. En azından Türk-İslam felsefesi alanında oluşmuş olan felsefe geleneği devam ettirilmiş olsaydı böyle bir durumla karşılaşılmamış olabilirdi. Bunun neticesi olarak yeni fikir ve görüşler geliştiren değil en azından eksikliği hissedilen felsefe alanının doldurulması için Batı kaynaklı olan felsefe anlayışlarının temsil edilmesi yoluna gidilmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen 19. Asır Türk düşüncesi için yeni sayılabilecek önemli fikirleri ülkemizde dile getiren düşün adamlarımız olmuştur.

Türk düşüncesinde rasyonalizmin yansımalarını değerlendirebilmek.
İbrahim Şinasi, şiirlerinde ve diğer yazılarında, rasyonalist anlayışın etkisi altında kalarak evrenin sanatkarane bir şekilde Tanrı tarafından yaratıldığını, doğru bilgiye akıl yürütme yoluyla ulaşıldığını, iyi, doğru, güzel ve adil eylemlerin aklın rehberliğiyle tespit edildiğini ileri sürmektedir. Onun yeni medeniyetin temelini, akıl ve adaletin oluşturduğu şeklindeki ifadeleri de rasyonalist anlayışın uzantılarıdır. Aynı şekilde bu dönemde Türk düşüncesinde Hoca Tahsin Efendi de, bilgi anlayışında deneysel bilgiyi esas almasına rağmen, bu bilgilerin oluşturulmasında, genelleştirilmesinde ve bütünü kavramada aklın duyulara üstünlüğünü kabul etmesiyle rasyonalist anlayışın uzantılarını temsil eden düşünürlerimizden birisi olmuştur.

Türk düşüncesinde pozitivizmin yansımalarını açıklayabilmek
19.asırda Türkiye’de pozitivizmin temsilcisi Beşir Fuad olmuştur. Çünkü o, incelenmesi gereken bir olayı, deney ve gözlem yöntemine bağlı kalarak, incelenen olayın içinde kalarak, o olayın olmasına neden olan sebepleri tespit etmek gerektiğini söylemektedir. Ona göre, deneyde keyfilik / subjektiflik ve hayalilik yoktur. Bu nedenle deneyle elde edilen bilgiler, doğru bilgilerdir ve bilimseldirler. Beşir Fuad’da, genel anlamda Auguste Comte’un pozitivist düşüncesinin uzantısını bulmak mümkündür.

Türk düşüncesinde materyalizmin yankılarını özetleyebilmek.
Bu asırda Türk düşüncesinde materyalist anlayışın sistemli ve bilinçli bir şekilde savunulduğunu söylemek zordur. Ancak fikir kırıntıları şeklinde de olsa, bazı düşünürlerimizde materyalist anlayışlara rastlanabilir. Çevremizdeki eşyayı incelediğimizde iki şey dikkatimizi çeker ki, bunlar madde ve kuvvettir diyen Beşir Fuad ile, 1872 yılında “Dîvardan Bir Sada” ile “Veladet” başlıklı yazılarında Ahmet Mithat Efendi materyalist içerikli kırıntılar halinde fikirler ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle her iki düşünür Türk düşüncesinde materyalizmin temsil edilmesine zemin hazırlamışlardır. Materyalizmin Türk düşüncesindeki asıl uzantıları ikinci Meşrutiyet (1908) sonrasında Baha Tevfik ve arkadaşlarında görülebilir.

Dengeci ve meşrutiyetçi düşünürleri değerlendirebilmek.
Ahmet Cevdet, gelenekçi, yenilikçi, geçmişle zamanı arasında eklektik bir yol izleyen düşünürdür. Yazmış olduğu kanun kitabı Mecelle’de, Hanefî fıkhını esas alarak Batı’daki hukuksal yasalarla dengeci bir yol izlemiştir. Mecelle, 1926 medeni kanununun kabulüne kadar geçerliliğini sürdürmüştür.

Ali Suavi, hem İslami hem yenilikçi yönü olan bir düşünürdür. Bu nedenle kendisi için “Sarıklı Devrimci” denilmiştir. Yukarıda belirtilen birçok fikri, Cumhuriyet Türkiye’sinin temelini oluşturmuştur. Kanunun kaynağını Allah’ta görür. Mutlak yetkinin sadece Allah’a ait olduğu düşüncesindedir. Çoğulun iradesini temsil eden idare olarak Cumhuriyet’i görür. Her insanın doğal hakkı olarak can, mal ve ırz güvenliğini savunması dönemi için oldukça önemlidir. Meclislerin kurulmasını ve birbirlerini kontrol etmesini imamete aykırı bulmaz.

Namık Kemal, insanın en temel hakkı olarak, yaşama hürriyetini esas alır. Allah dışında insanın yaşama hürriyetine engel olabilecek bir güç yoktur. Dönemi için yeni sayılabilecek, medeniyet, kamu sanısı, umumi hukuk, şûray-ı devlet, yani danıştay; şûray-ı ümmet, yani kanun kurucu meclis, senato gibi kavramları gündeme taşır. Aile sosyolojisini ilgilendiren bir makale yazar. Medeniyetin Avrupa ülkelerine kazandırdıklarını söz konusu ederek, bu gelişmelerden ülke olarak ders çıkarmamız gerektiğini vurgular.

Kendimizi Sınayalım
1. Osmanlıların ilk ilişki kurduğu Batı ülkesi aşağıdakilerden hangisidir?

A. Fransızlar

B. Avusturyalılar

C. Venedikliler – Cenevizliler

D. Prusyalılar

E. Flemenkler

2. Matbaanın Türkiye’ye getirilmesinde rolü bulunan devlet adamı kimdir?

A. Mehmet Sait Efendi

B. Evliya Çelebi

C. Kara Mehmet Paşa

D. 28 Çelebi Mehmet Efendi

E. İbrahim Paşa

3. Yeniçeri Ocağı 1826’da hangi padişah zamanında kaldırılmıştır?

A. III. Mustafa

B. II. Mahmut

C. III. Selim

D. II. Abdulhamit

E. II. Mehmet

4. İbrahim Şinasi’ye göre Batı Medeniyeti esasını hangi fikirler oluşturur?

A. Bilgisizlik-Zulüm

B. Kölelik-Baskıcılık

C. Zorbalık-Dayatmacılık

D. Akıl-Adalet

e. Oryantalizm

5. Hoca Tahsin’e göre, insanı diğer hayvanlardan ayıran özellik nedir?

A. Hareket etmesi

B. Üremesi

C. Solunum yapması

D. Anlama gücü

E. Duygusal olması

6. Beşir Fuad’a göre, varlıklarda dikkati çeken şey nedir?

A. Ruh ve beden

B. Akıl ve duyumlar

C. Madde ve kuvvet

D. Şekil ve şekilsizlik

E. Beden ve akıl

7. Beşir Fuad, hangi felsefi anlayışa daha yakındır?

A. Rasyonalizm

B. Evolüsyonizm

C. Pozitivizm

D. Amprizm

E. Postmodernizm

8. Ahmet Cevdet Paşa’nın kanun kitabı aşağıdakilerden hangisidir?

A. Mecelle

B. Tarih-i Cevdet

C. Kısas-ı Enbiya

D. Kavaid-i Osmaniye

E. İntikad

9. Ali Suavi’ye göre, sınırsız yetki kime aittir?

A. İnsana

B. Hükümdara

C. Doğaya

D. Allah’a

E. Kutsal kitaba

10. Namık Kemal’e göre, insanın en doğal hakkı nedir?

A. Dayatmaya boyun eğmek

B. Emirleri yerine getirmek

C. Köle olmak

D. Hür yaşamak

E. İtaatkâr olmak

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – C*2 – A*3 – B*4 – D*5 – D*6 – C*7 – C*8 – A*9 – D*10 – D
*******************************************************************************
1. Üç meclisin kurulması, sadrazamlığın başbakanlığa dönüştürülmesi, eğitim alanında rüştiye okullarının açılması, kılık kıyafette yeniliklerin yapılarak devlet memurlarına şekil verilmesi, 19. Asrın önemli yeniliklerinden sayılır. ?
2. İdrakın işleri; varlıklardan dolaylı veya dolaysız akıl üzerinde meydana gelen tasavvur, sinirlerin duyum üzerinde meydana getirdikleri izlenim, sinirler yoluyla beyinde meydana gelen etki ve ruhun irade denilen fiilinin meydana gelişi ve işleyişi olmak üzere dörde ayrılır. Akıl, duyumlarla algılanabilenleri alıp, dışarıda bulunmadığı halde akla uygun olarak soyutlanabilenleri ortaya koyar. ?
3. Ali Suali, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli sayılabilecek fikirlere sahiptir. Çünkü laiklik ilkesi, halifeliğin kaldırılması, Latin alfabesine geçilmesi, tekke ve zaviyelerin kaldırılması, tevhid-i tedrisata geçilmesi, hutbelerin ve duaların Türkçe okunması ve yapılması, teokratik bir yönetimden Cumhuriyete geçilmesi gibi fikirler onun savunduğu fikirlerdir. ?
4. Namık Kemal, İbret isimli yazısında, Fransızların doksan yıl önce insan haklarını dünyaya yaymaya başladıklarını, bilimsel teorilerin uygulama alanına girmesinden itibaren buhar gücünü ve elektriği keşfettiklerini, denizde ve karada mesafeleri kısalttıklarını, hava gazı ile geceyi gündüze kattıklarını, tıbbın akıl durdurucu gelişmeler kaydettiğini, hukukun kamu sanısının himayesine girdiğini, bilgi tasavvur sınırlarının sonuna ulaştığını, iktisat biliminin işleri böldüğünü, bir çocuğun bile artık eski işçilerden fazla ürün verdiğini, sanatın insan gücünün üstüne çıkmak sevdasına tutulduğunu, ticaretin şaşılacak bir itibar kazandığını, bin şirketten zengin kimseler, bir devletten güçlü şirketler doğduğunu belirtiyor. Bu nedenle ona göre, medenî gelişmelere ibretle bakmamak, gelişmelerden habersiz olmaktır. İnsanın ortaya koyduğu gelişmeler medeniyet sayesinde olduğundan, medeniyet asla ihmal edilemez. Her şeyden önce insanın en önemli hakkı, hürriyetle yaşamaktır. Hürriyet ise medeniyetle korunur.
*********************************************************************************
**********************************************************************************
BÖLÜM 2: MEŞRUTİYET DÖNEMİ DÜŞÜNCE AKIMLARI
Özet
Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki yenileşme adımlarını sıralayabilmek.

Osmanlı Devleti, Batılı devletler karşısında geri kaldığını fark ettiği andan itibaren, kendini yenileme ve ayakta kalma mücadelesine girişmiştir. Yenileşme adına başta yöneticiler olmak üzere önemli adımlar atılmıştır. Bunlar arasında Tanzimat ve Meşrutiyet devletin yapısal değişimine yönelik devrim niteliğindeki adımlardır.. Her iki köklü değişim Osmanlı aydınları arasında düşünce üretimini ve fikir tartışmalarını artırmıştır. Bunun için yakın tarihimizde düşünce hareketleri dendiği zaman bu dönem özel bir önem taşır.

Meşrutiyet dönemi düşünce ortamını özetleyebilmek.

Meşrutiyetin ilan edilmesi ve askıya alınmasına rağmen aydınlar arasında tartışmalar ve arayışlar kesilmemiştir. Meşrutiyet’in 1908 yılında tekrar ilan edilmesi Osmanlı toplumunda önemli gelişmelerin habercisi ve tetikleyicisi olmuştur. Özellikle özgür düşünce ortamı ülkede fikir akımlarının beslenmesini sağlamıştır. Türkiye belki de tarih boyunca en yoğun fikir tartışmalarını bu dönemde yaşamıştır. Özellikle Avrupa’dan etkilenerek yenilik hareketlerine destek veren ve öncülük yapan Jön Türkler veya Yeni Osmanlılar adını alan aydınlar ülkeyi kurtarmak için aktif rol oynamışlardır. Yönetimi üstlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti bunlar tarafından kurulmuştur ve yönetimi üstlenmiştir. İttihat ve Terakki yönetimi İmparatorluğu kurtarmak için azami çaba sarf etmesine rağmen başarılı olamamıştır. Bu süreçte Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adını verdiği fikir akımları tartışmaların odağını oluşturmuştur.

Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük fikir akımlarını tanımlayabilmek.

Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük akımları Osmanlı Devleti’nin Avrupa tehdidi karşısında yeni siyasi-sosyal birlik (ittihad) arayışlarının yansımasıdır. Osmanlı aydınları bu üç fikir akımı içinde yeni millet ve vatan tanımlamaları yapmaya çalışmışlardır. Bu tanımlarla Osmanlı içindeki halkları bir arada tutmanın yolları aranmıştır. İlk teşebbüs Osmanlıdan ayrılmak isteyen gayri-müslim tebaayı devlete bağlayacak eşit vatandaşlık hakkı tanıyarak bir Osmanlı birliği oluşturmak yönündedir. Osmanlı toprakları hepimiz için ortak ve kutsal vatan, Osmanlı vatandaşları ise bir millet anlayışına dayalı olan Osmanlıcılık akımı, ayrılık hareketlerini önleyememiştir. İkinci birlik adımı Osmanlı egemenliği altındaki Müslümanları bir millet ve bir vatan anlayışı ile bir arada tutma çabasıdır. İslamcılık olarak karşımıza çıkan bu düşünceye göre önce Osmanlı ülkesindeki Müslümanlar birlik oluşturacaklar, sonra dünya üzerindeki bütün Müslümanlar yeni bir güç olacaklardır. Fakat emperyalist güçlerin teşvik ve tertipleriyle Osmanlıya baş kaldıran Müslüman halklar bu düşüncenin uygulanmasını da engellemişlerdir. Türkçülük bu anlamda zorunluluktan ortaya çıkan son çare gibidir.

Üç fikir akımı arasındaki farkları sıralayabilmek.

Meşrutiyet döneminin üç fikir akımı ortak bir kaygıdan ortaya çıkmıştır. Osmanlıcılık ile temele alınan vatan ve millet tanımlaması Osmanlı Devleti’nin siyasi egemenliğine bağlanmıştır. İslamcılık ile temele alınan vatan ve millet tanımlaması dini mensubiyete dayandırılmıştır. Türkçülük ile millet tanımlaması, milletleşme sürecinde oluşan bir modern toplum olarak dil, kültür, soy, vatan birlikteliği ile açıklanmıştır. Osmanlı siyasetini belirlemeye yönelik bu fikir akımları uygulamadaki sıkıntılara göre şekillenmiştir. Millet ve vatan tanımlamaları olgusal gerçeğe uygunluk bakımından birbirinden ayrılmışlardır.

Modernleşme ve Batılılaşma akımlarının etkisini açıklayabilmek.

Üç fikir akımının etki altında kaldıkları bir diğer gerçeklik Batı adını verdiğimiz Avrupa’nın ilerlemiş olmasıdır. Yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti kendini toparlamaya çalışırken Batı’da meydana gelen gelişmelerden uzak kalamazdı. Bu yüzden farklı fikirler savunsalar da, Osmanlı aydınları devletin ve toplumun gelişmesi için Batı’da yaşanan modernleşmeye ilgi gösterdiler. Her üç fikir akımı modernleşmeye bazı çekincelere rağmen taraftar oldular. Tartışma, yöntem ve derece açısından yapıldı. Bu bakımdan İkinci Meşrutiyet’in kaçınılmaz fikir akımlarından birisi Batılılaşma ve Modernleşme oldu. Yaşanan gelişmeler Osmanlı Türk toplumunu modern bir milliyetçiliğe doğru götürdü. Türkçülüğün savunduğu veya savunmak mecburiyetinde kaldığı millet ve vatan tanımlaması ile bir kurtuluş yolu arandı.

Meşrutiyet dönemi fikir akımlarının bugüne etkisini değerlendirebilmek.

Yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’ndan kurtarılacak ve güç birliği oluşturulacak tek grup, kurucu unsur Türkler kalmıştır. Çağın milliyetçilik akımlarından faydalanarak Türkler kendi istiklallerini ve istikballerini kurtarmak zorundadır. Birinci Dünya Savaşı sonunda Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Anadolu topraklarının bile işgal edilmesi karşısında Milli Kurtuluş Savaşı verilmesi ve bir milli devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulması bu düşüncenin başarısıdır. Türkçülüğün Turan ideali ise o günün şartlarında dünya gerçeklerine uygun düşmediği için vazgeçilmiş gibidir. Yerine Ülken’in ifadesiyle küçük Türkçülük anlamında Anadoluculuk akımı gelişmiştir. İkinci Meşrutiyet düşünce akımları sosyal ve tarihi gerçeklerle olgunlaşan birer siyaset felsefesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün yaşanan olaylar tarihte ve toplumsal hayatta devamlılığın olduğunu göstermektedir. Tarihin etkisi sürdüğü oranda bu fikir akımlarının da yansımaları devam etmektedir.

Kendimizi Sınayalım
1-Osmanlı Devleti, batılı devletler karşısında hangi anlaşmayla resmen toprak kaybetmiştir?

A. Lozan Antlaşması

B. Karlofça Antlaşması

C. Ankara Antlaşması

D. İstanbul Antlaşması

E. Küçük Kaynarca Antlaşması

2-Osmanlı Devleti’nde önemli yenileşme adımlarından biri olarak matbaanın kurulması hangi temel sebepten gecikmiştir?

A. Matbaanın geç icat olması

B. Padişahın şiddetle karşı çıkması

C. Matbaanın gavur icadı olması

D. Hattatlık mesleğinin korunma çabası

E. Girişimci bulunamaması

3-Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti kendini yenileme kararını açıklamıştır. Buna göre aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A. Tanzimat Fermanı ülkenin geleceğini etkilemiştir.

B. Batıdaki gelişmeler daha yakından takip edilmiştir.

C. Tanzimat, Osmanlıda geleneğin güçlenmesini sağlamıştır.

D. Ülkenin kurtuluşu için fikirler geliştirilmiştir.

E. Meşrutiyete giden yolu açmıştır.

4-Aşağıdakilerden hangisi İkinci Meşrutiyet düşünce akımlarından biri değildir?

A. Türkçülük

B. Batıcılık

C. İslamcılık

D. Osmanlıcılık

E. Akılcılık

5-Osmanlı halkları arasında birlik oluşturma amacını taşıyan Osmanlıcılık düşünce akımı için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A. Tanzimat sonrası ortaya çıkmıştır.

B. Osmanlı, Türkleri ihmal etmiştir.

C. Osmanlı topraklarını vatan olarak görür.

D. Osmanlı vatanında yaşayanlar bir millettir.

E. Birlik oluşturmak Osmanlıyı ayakta tutar.

6-Batıcılık Avrupa’da, gelişen çağdaş medeniyete sahip olma kaygısından gelişmiştir. Buna göre aşağıdaki ifadelerden hangisi Batıcılık anlayışı ile uygun değildir?

A. İlerlemek için Batılı devletlerin uydusu olmak

B. Çağdaş sistemleri Batıdan almak

C. Bilim ve teknolojide yeni gelişmeleri takip etmek

D. Ülkede yenilikler yapmak

E. Eski sistemleri değiştirmek

7-İslamcılara göre din, ilerlemenin önünde engel değildir. Aşağıdakilerden hangisi buna örnek verilebilir?

A. Teokrasi batıda taassuba yol açmıştır.

B. Skolastik sistem dogmalara dayanır.

C. Laiklik dinin baskıcı olmasını engeller.

D. Din insanlara düşünmeyi ve akıl etmeyi emreder.

E. İlerlemenin önündeki engel dogmatizmdir.

8-İkinci Meşrutiyet döneminde aşağıdaki dergilerden hangisi İslamcılığın temsilcisi durumunda yayın yapmıştır?

A. İçtihat

B. Sebilürreşad

C. Türk Yurdu

D. Hayat

E. Terakki

9-İttihat ve Terakki yönetimi İmparatorluğun dağılmasını Osmanlıcılık ve İslamcılık siyasetleriyle önleyemeyince son çare olarak Türkler arasında milliyetçilik yapmakta bulmuştur. Buna göre aşağıdakilerden hangisi Türkçülük akımına uygun değildir?

A. Türkler arasında millet bilincini yaratmak

B. Dünya üzerindeki Türkleri birleştirmek

C. Türklüğü bilimsel yollarla keşfetmek

D. Türkler arasında dayanışma sağlamak

E. Türkleri üstün ırk haline getirmek

10-İkinci Meşrutiyet dönemin düşünce ortamında Türkiye’de sosyolojinin kuruluşuna büyük katkı sağlamıştır. Bu düşünürlerin ortak kaygısı, dönemin genel özelliğine uygun olarak “bu devlet nasıl kurtarılabilir” konusudur. Bu konuda kitabı bulunan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?

A. Ziya Gökalp

B. Hilmi Ziya Ülken

C. Prens Sabahattin

D. Said Halim Paşa

E. Yusuf Akçura

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – B*2 – D*3 – C*4 – E*5 – B*6 – A*7 – D*8 – B*9 – E*10 – C
*******************************************************************************
BÖLÜM 3: TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİNİN KURUMSALLAŞMASI
Özet
Sosyal hayat içinde kolektif kişiliklerin kurumsallaşma sürecini açıklayabilmek.

Bu ünitenin ilk konusu olarak sosyal hayatın temel birimlerinden kolektif kişilikler seçilmiştir. İnsan birliktelikleri sosyal kişiler ve kolektif kişiliklerden oluşur. Sosyal kişiler çeşitli pozisyonlarla bağlantılı rollerini oynarlar. Kolektif kişilikler ise kurumlaşmış ya da kurumsallaşma yolunda ilerlemekte olan sosyal birimlerdir. Kurumsallaşmanın ilk adımı sosyal dolaşım ağında bir sosyal süreç ögesi olarak yer alabilmektir. Tekil ve özel sosyal olaylar sosyal süreçler yardımıyla daha geniş birliktelik formlarına taşınırlar. Sosyal olgular sosyal süreçlerden dolayımlanmış sosyal olaylardır. Kurumsallaşmanın iki destekleyicisi referans grupları ve sirkülasyon ajanlarıdır. Referans gruplarının destekleri ve bu bilginin kamuya yayılması sosyal olguların kurumsallaşmasında olumlu yönde etkide bulunur. Kategori ve yığınlar kurumsallaşabilir birliktelik formlarıdır. Birincil gruplar ise yarı kurumsallaşmış birlikteliklerdir. Birincil grup ilişkilerinin formellik seviyelerinin yükselmesiyle kurumsallaşma seviyeleri de yükselmiş olur. Kurumsallaşmış yapılar kendilerini kamuya yetkin birer kolektif birim olarak sunarlar.

Sosyolojinin Türkiye’deki kurumsallaşma alanlarını değerlendirebilmek.

Ünitenin İkinci Başlığı’nda sosyoloji biliminin Türkiye’deki kurumsallaşması konu edilmiştir. Kurumsallaşmanın yansıma alanları olarak sosyoloji alanındaki yayınlar, sosyolojinin orta ve yüksek öğretim kurumlarının eğitim ve öğretim programlarına girişi, üniversitelerde bağımsız sosyoloji bölümlerin kurulması, sosyoloji dernekleri ve sosyolojinin meslekleşmesi belirlenmiştir.

Sosyoloji alanında Türkiye’de yayımlanmış ilk kitapları sıralayabilmek.

Türkiye’deki sosyolojinin kurumsallaşmasının ilk yansıma yeri olarak kitaplar alınmıştır. Kapağında sosyoloji kelimesi geçen ilk kitap Emile Bougle’den yapılan çeviridir. Daha sonra yayımlanan kitap aynı zamanda ilk telif sosyoloji kitabı olan “İlmi- İçtimai”dir. Bu kitabın yazarı Ziya Gökalp’tir. İlk dönem sosyoloji kitapları daha çok öğretim materyali olarak yayımlanmıştır.

Sosyoloji alanında Türkiye’de yayımlanmış ilk dergileri sıralayabilmek.

İçindeki makalelerin konuları itibarile sosyoloji alanına girdiği düşünülebilecek olmasına rağmen ne makalelerin başlığında ne de derginin kapağında sosyoloji kelimesi geçmediği için dikkate alınmayan dergiler bir yana bırakıldığında sosyoloji alanında yayımlanmış ilk dergi olarak karşımıza “Ulumu İktisadiye ve İçtimaiye” çıkmaktadır. Bu dergi ve bundan kısa bir süre sonra yayımlanan diğer dergilerin ömrü uzun olmamış, bu dergiler günümüze uzanamadan kapanmak zorunda kalmıştır. Kuruluşu 1917’ye uzanan ve yayımı hala süren dergi ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nün yayımladığı “Sosyoloji Dergisi”dir.

Sosyolojinin Türkiye’de orta ve yüksek öğretim programlarına girişini açıklayabilmek.

Sosyolojinin kurumsallaşmasında önemli adımlardan biri de orta ve yüksek öğretim kurumlarında ders olarak okutulmasıdır. Eldeki kayıtlar Türkiye’de orta öğretim seviyesinde ilk sosyoloji dersinin Ziya Gökalp tarafından o tarihte Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olan Selanik’teki İttihat ve Terakki Sultaniyesi’nde 1911/1912 yılında verildiğini göstermektedir. Üniversite düzeyindeki ilk sosyoloji dersinin ise 1910 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi hocası Ahmet Şuayp tarafından verildiği belirtilmektedir. Günümüzde sosyoloji dersleri orta öğretim kurumlarında seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Yüksek öğretim kurumlarında ise gerek Sosyoloji Bölümleri içinde diploma vermeye yönelik dört yıllık lisans programlarında okutulmakta gerek ilgi duyan başka bölüm öğrencilerine servis dersi olarak verilmektedir.

Türkiye’deki üniversitelerde kurulan ilk sosyoloji bölümlerini değerlendirebilmek.

Sosyolojinin kurumsallaşmasının sergilendiği diğer bir alan yüksek öğretimdeki sosyoloji öğretimidir. Türkiye’de bağımsız Bölüm olarak ilk örgütlenen birim 1961 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’dür. Doğrudan bağımsız Bölüm olarak kurulan birim ise 1965 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’dür. Üçüncü Bölüm ise 1979 yılında kurulan Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümüdür. Altıncı Amaç kapsamında üzerinde durulan bir konu da Sosyoloji Bölümleri’nin Anabilim Dalları’nın neler olduğu ve içeriklerinin nasıl tanımlandığıdır.

Türkiye’deki sosyoloji dernekleri sıralayabilmek.

Dernekleşme bir bilim dalının kurumsallaşmasının önemli bir dönemecidir. Türkiye’de sosyoloji alanında kurulmuş derneklerin geçmişine bakıldığında uzun bir liste ile karşılaşılmaktadır. Ancak bunların hiçbiri uzun ömürlü olmamıştır. Günümüzde en uzun ömürlü ve en geniş üye sayısına sahip olan dernek Sosyoloji Derneği’dir. 1990 yılında kurulan Sosyoloji Derneği’nin önde gelen faaliyetleri arasında dergi yayımlamak, araştırma projelerine destek olmak ve ulusal kongreler düzenlemek dikkati çekmektedir.

Sosyolojinin Türkiye’deki meslekleşmesini tanımlayabilmek.

Bu ünitede son olarak sosyolojinin meslekleşmesi konusu ele alınmıştır. Sosyologluk mesleğinin akademisyenlik ve öğretmenlik meslekleri dışında üçüncü bir meslek grubu olarak belirmesinin gereği vurgulanmıştır. Bunun için özellikle üniversitelerde çalışan akademisyenlerin ders programları ve içeriklerini kamunun taleplerini göz önüne alarak yeniden düzenlemelerinin gereği vurgulanmıştır. Bu kapsamda özellikle sorun çözmeye yönelik uygulamalı sosyoloji alanının geliştirilmesinin önemine dikkat çekilmiştir.

Kendimizi Sınayalım
1.Sosyal hayatın temel birimleri aşağıdakilerin hangisinde birlikte ve doğru verilmiştir?

A. Sosyal kişi ve kolektif kişilikler

B. Sosyal kişi ve ilişkiler

C. Sosyal kişi ve etkileşim ağları

D. Dolaşım ağları ve sosyal süreçler

E. Kolektif kişilikler ve pozisyonlar

2.Önceden belirlenmiş, toplum tarafından onaylanmış ve kendi içinde tutarlılık sergileyen sürekli sosyal örüntülere ne ad verilir?

A. Sosyal pozisyon

B. Atfedilen statü

C. Sosyal süreç

D. Sosyal kurum

E. Kategori ve yığın

3.Aşağıdakilerden hangisi kurumsallaşma göstergelerinden biri değildir?

A. Dernekleşme

B. Meslek olarak kabul edilme

C. Temel araştırma alanı olma

D. Bölümleşme

E. Dergi çıkarılması

4.Sosyoloji alanında Türkiye’de yayımlanmış ilk kitabın yazarı kimdir?

A. Celestine Bougle

B. Emile Bougle

C. Ziya Gökalp

D. Mustafa Suphi

E. Gerhard Kessler

5.En uzun ömürlü Sosyoloji Derneği hangi yılda kurulmuştur?

A. 1917

B. 1934

C. 1949

D. 1965

E. 1990

6.Türkiye’deki ilk Sosyoloji Kürsüsü nerede kurulmuştur?

A. Atatürk Üniversitesi

B. Orta Doğu Teknik Üniversitesi

C. İstanbul Üniversitesi

D. Ege Üniversitesi

E. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

7.Milli Eğitim Bakanlığı’nın liselerde sosyoloji dersinin okutulması kararı hangi yılda verilmiştir?

A. 1910

B. 1913

C. 1915

D. 1923

E. 1926

8.Adında sosyoloji kelimesi geçen ilk dergi aşağıdakilerder hangisidir?

A. Bilgi Mecmuası

B. Ulumu İktisadiyye ve İçtimaiyye Mecmuası

C. Serveti Fünun Mecmuası

D. Fecri Ati Mecmuası

E. Toplum ve Bilim Dergisi

9.Sosyologluğun meslekleşmesi için aşağıdakilerden hangisine gerek yoktur?

A. Sosyoloji Bölümlerinin sayısının artırılmasına

B. Sosyoloji Derneği’ne üye olmaya

C. Sosyoloji kitaplarının sayısının artmasına

D. Sosyoloji dergilerinin sayısının artmasına

E. Sosyal bilimler eğitiminin güçlendirilmesine

10.Sosyologluk mesleğine önem veren bir lisans eğitimi programında aşağıdakilerden hangisine yoğun önem verilir?

A. Teorik bilginin sosyal sorunların tespiti ve çözümüne uyarlanmasıyla ilgili konular

B. Çağdaş sosyoloji teorileriyle ilgili konular

C. Araştırma metot ve teknikleriyle ilgili konular

D. Sosyoloji tarihiyle ilgili konular

E. Diğer sosyal bilimlerin tanıtılmasıyla ilgili konular

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – A*2 – D*3 – C*4 – B*5 – E*6 -C-7 – E*9 – E*10 – A
*******************************************************************************
1. Türkiye’de yayımlanan ilk sosyoloji kitaplarının sosyoloji bilimini tanıtıcı nitelikte olması okur kitlesine bu bilgi gövdesini tanıtmak amacından kaynaklanmaktadır. Öncelikle sosyolojiyi tanıtıcı kitaplar yayımlanmalıdır ki okurlar o bilgiye sahip olduktan sonra sosyal olaylara sosyolojinin kavramlarını kullanarak bakabilme bilgi ve becerisine sahip olabilsinler. ?
2. Sosyoloji alanında yayımlanan dergilerin meslektaşların yanı sıra tüm bir kamuya da seslenmelerinin sosyolojiye katkısı daha çok olacaktır. Çünkü dergilerde yayımlanan makaleler bir yandan sosyolojik bilginin kamuda öğrenilmesine yol açacaktır. Ama bir yandan da kamunun o makalelerde ileri sürülen görüş ve düşüncelere ilişkin yaptığı değerlendirme ve yorumların geri bildirim olarak yazarlara dönmesine yol açacaktır. Bu ise bir adım sonra hem yazarın iddialarını yeniden değerlendirmesine hem de eleştiri sebebiyle bile olsa sosyolojik fikir ve görüşlerin kamu içinde dolaşıma girmesi, konuşulması, tartışılması sonucunu doğuracaktır. ?
3. Sosyoloji ve sosyologların gerek atfedilen gerek başarılan statülerinin yüksek olması eşit önemdedir. Atfedilen statünün yüksek olması geçmiş başarıların eseri iken başarılan statünün yüksek olması şimdiki girişimlerin kamu tarafından olumlu karşılandığının göstergesidir. ?
4. Sosyoloji Bölümlerinin sayısal artışı onların kurumsallaşmalarının değil ama kurumsallaşma yolunda ileri adımlar attıklarının göstergesi sayılabilir. Çünkü kurumsallaşma tek değil çok boyutlu bir gelişmedir. Dernekleşme, yayın dünyasında aranan eserler vermek ve meslekleşmek hatta profesyonel meslekler arasına girmek kurumsallaşmanın diğer göstergeleri arasındadır. ?
5. İlk dönemlerde kurulan Sosyoloji Dernekleri’nin kısa ömürlü oluşları sosyolojinin kurumsallaşmasına olumlu bir katkıda bulunamamıştır. Çünkü kurumsallaşabilmek için ilk adım sosyal birimlerin sunumlarının makro boyutta kamu dediğimiz dolaşım ağına dâhil olmaları ile başlar. Oysa önceden kurulan Sosyoloji Dernekleri makro boyuttaki etkileşim ve iletişim ağlarına girememiştir. Bu dernekler mikro etkileşim ve iletişim ağlarının sınırlarını aşamamıştır. Bu sebeple söz konusu ilk dernekler sosyolojinin kurumsallaşmasına olumlu yönde bir katkıları olmamıştır. ?
6. Mesleklerin sosyal bir değere sahip olmalarının ilk adımı mesleki bilginin kamuda dolaşım ağına girmesi ile atılır. Dolaşım ağına giren o meslek hakkındaki bilgi kamu tarafından konuşulmaya, tartışılmaya değer bulunur, bir gereksinmeye karşılık geldiği konusunda ortak görüşler belirmeye başlar ve bu yargı geniş kitlelere yayılır ve benimsenirse o zaman o meslek sosyal açıdan değer atfedilmeye layık olarak görülür. ?
********************************************************************************
BÖLÜM 4: ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK SOSYOLOJİSİ

Özet
Erken Cumhuriyet döneminde Türk Devrimi etrafında Türk sosyoloji hayatını özetleyebilmek.

Erken Cumhuriyet döneminin ilk kısmı (1940’lara kadar) Türk Devrimi ve Türk modernleşmesi üzerine yazılmış olan eserlere ayrılmıştır. İkinci kısmı ise 140’ların ilk yarısındaki köy monografilerine ayrılmıştır. Cumhuriyetin ilanı ve yapılan devrimlerin amaçladığı Türk toplum idealini bu eserle bize verirken görülmüştür ki, amaçlanan Batılı tarzda laik, milliyetçi bir cumhuriyet idealidir. Toplumsal değişmenin bir var-yok cetveli ile kolaylıkla sağlanabileceği umulmaktadır. Ancak sosyologların çalışmaları toplumsal değişmenin umulduğu kadar çabuk olmadığını olgusal çalışmalarla ortaya koymuşlardır. Bu ünite ile Türk sosyolojisinin temel tartışma alanı olan modernleşme/Batılılaşmanın söz konusu dönemde nasıl anlamlandırıldığını serimlerken Türkiye’de sosyoloji ile siyasetin bağı da gösterilmeye çalışılmıştır. Bu husus, Türk sosyolojisinin temel karakteristiklerinden biridir. Türkiye’de sosyolojiyi belirleyen yeni devletin Batılılaşma stratejisini belirlemek ve yeni devlete ve yeni insana kimlik oluşturmaktır. Bu yüzden Türk sosyolojisi ve Türk modernleşmesi siyasi alanda birbirine kenetlenmiştir. Erken cumhuriyet döneminde Batıyı ve Batı karşısında bizi tanımlama, Batılılaşma sürecini anlamlandırma ve açıklama çabası Türk sosyolojisi ve sosyal düşüncesinde belirleyici olmuştur.

Batı ve Doğu dialektik ikiz olarak tanımlanmaktadır. Batı ne ise biz tam tersiyiz. Batı çalışkan ise Doğu atalettir. Batı karşısında neden geri kaldığımızı açıklamak da ayrıca önem arz etmektedir. Buna göre, Batının geçirdiği uyanış hareketlerini biz yaşayamadığımız için geri kalmışızdır. Türk Devrimi bu zamansal geri kalmışlığı hızla aşmakla vazifelidir. Bu itibarla modernleşme Batıyı yakalama sürecidir. Batı ile ilişkilerimizi açıklama Türk sosyolojisinin temel hedeflerinden biri olmuştur. İstanbul ekolü bu açıklama işlevini spekülatif bir şekilde yaparken Anakara ekolü Türk Devrimi’nin toplumu nasıl etkilediği ve toplumun nasıl değiştiği ile ilgili olarak nicel çalışmalara ağırlık vermiştir.

1940’larda köy monografi çalışmalarının farklı ekollerde nasıl yapıldığını ve başlangıç örneklerini açıklayabilmek.

Türk sosyolojisinin iki ana ekolü özellikle araştırma metodolojileri itibariyle bir biri ile ayrılır. Buna göre, Durkheim’ın toplumu toplum yapan varlığın kollektif bilincinin nerelerde ortaya çıktığına dair görüşlerinin hem nicel hem de nitel verileri gündeme getirmesi, İstanbul ve Ankara ekollerinin toplumu nerelerde arayacaklarına dair aynı pozitivist epistemolojinin farklı tekniklerine yönelmelerine neden olmuştur. Buna göre, İstanbul ekolü daha ziyade zihniyet analizlerine yönelir ve nitel veriler üzerinden yorum yaparken Ankara ekolü, toplumun izdüşümlerini istatistikte aramaya ve yansıtmaya çalışmıştır. Bu nedenle İstanbul ekölünün köy çalışmaları daha ziyade nitel veri ve yorum odaklı iken Ankara ekolünün köy çalışmalarında nicel veriler dikkati çekmektedir.

Kendimizi Sınayalım
1.İslamın Türkleri geriletmediğini söyleyen tek Erken Cumhuriyet dönemi aydını kimdir?

A. Peyami Safa

B. Şevket Süreyya Aydemir

C. Celal Nuri

D. Mehmet Saffet Engin

E. Recep Peker

2.Aşağıdakilerden hangisi Erken Cumhuriyet döneminde tüm aydınları birleştiren ortak paydalardan biri değildir?

A. Batıyı tanımlamak

B. Geriliğimizin nedenlerini ortaya çıkarmak

C. Türkleri efendi kılmak

D. Ekonomik kalkınmayı hedeflemek

E. Batıya entegremizi sağlamak

3.Aşağıdaki aydınlar arasında tek materyalist kimdir?

A. Recep Peker

B. Mehmet Saffet Engin

C. Şevket Süreyya Aydemir

D. Peyami Safa

E. Celal Nuri

4.Batılılaşmayı matematik ve kentleşme ile açıklayan kimdir?

A. Recep Peker

B. Celal Nuri

C. Mehmet Saffet Engin

D. Şevket Süreyya Aydemir

E. Peyami Safa

5.Erken Cumhuriyet döneminde ilk köy monografisi kime aittir?

A. Niyazi Berkes

B. Behice Boran

C. Hilmi Ziya Ülken

D. İbrahi Yasa

E. Nedim Göknil

6.Erken Cumhuriyet dönemi sosyologlarını köy monografileri yapmaya iten temel kaygı nedir?

A. Türk devriminin toplumsal değişimdeki sonuçlarını görmek

B. Köy envanteri çıkarmak

C. Nüfus kitlerinin özelliklerini belirlemek

D. Köy kalkınma planı hazırlamak

E. Köyün üretim yapısını belirlemek

7.Berkes ve Ülken, öğrencileri ile hangi teknikleri kullanırlar?

A. Survey

B. Nicel görüşme

C. Örnek olay analizi ve nitel gözlem

D. Odak grup görüşmesi

E. Katılımlı gözlem

8.Berkes’e göre, köylerde işlevsel takvim aşağıdakilerden hangisidir?

A. Güneş

B. Kameri

C. Resmi

D. Hicri

E. Rumi

9.Berkes’e göre köy insanı sosyal ilişkilerini hangi kritere göre inşa etmektedir?

A. Siyasi görüş

B. Ekonomik sınıf

C. Dinsel görüş

D. Toplumsal saygı

E. Akrabalık

10.Ülken’in öğrencisi Göknil hangi bölge köylerinde çalışma yapmıştır?

A. İç Anadolu

B. Kuzeydoğu Anadolu

C. Batı Anadolu

D. Güneydoğu Anadolu

E. Trakya

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – A*2 – D*3 – C*4 – E*5 – A*6- A*7 – C*8 – A*9 – E*10 – C
*******************************************************************************
1. Engin’de Hegel etkisi oldukça belirgindir. Zıtlıkları birleştiren devrim ideolojisi olan Kemalizm’dir. Engin’e göre Türk Devrimi subjektivite ve objektiviteyi birleştirir ve bu ruh Kemalizm’de kendini gösterir, Kemalizm devrimin ruhudur (1938: 33). (Subjektif ve Objektif ruh kavramları Hegel’in felsefesine ait kavramlardır). Hegel’de objektif kül (kollektif) subjektif cüzi (bireysel) olandır. Engin’de ise objektif olan insanlık ve medeniyet iken subjektif olan millettir. Hakim ruh ve prensibi Kemalizm olan devrimin iki amacı vardır: millete refah vermek ve onu insanlık camiası ve medeniyeti içindeki hakim rolünü tekrar kazandırmak (1938: 33). Hegel’in geistının “medeniyet” olarak tercümesi ile birlikte Engin gene Hegelyan bir şekilde Türk milletinin rolünü tanımlamaktadır. Hegel bazı milletlere geistın birer görünümü olarak tarihin öznesi statüsünü verir. Engin de Türklerin hâkim rolü derken böylesi bir şekilde Türklerin tarih ve medeniyet yaratıcı vasfını dillendirmektedir. Devrim; Türklerin bu şekilde, tarihin öznesi olarak, yeniden dirilmesidir (1938: 35). Dönem içinde devrimin “yeniden diriliş” olarak nitelendirilmesi yaygın bir anlayıştır. TTT’lerin etkisi ile Engin medeniyeti kuran Türklerin tekrar bu statüye devrim ile kavuştuğunu Hegel felsefesi ile ideolojikleştirmektedir. ?
2. Safa’ya göre, Batı rasyonalitesinin temeli Doğu, Doğu mistisizminin kökeni Batı’dır, Gazali, mistisizmi İncil’den öğrenmiştir. O halde Batı’yı ilerleten Doğu düşüncesi, Doğu’yu gerileten Batı düşüncesidir. Bu şekilde hem geri kalmamızın sorumluluğunu Batı’ya atarak rahatlıyor hem de Batı’nın ilerlemesinin saiki olarak kendimizi görerek Batının büyüklüğü karşısında ezilmekten kurtulmuş oluyorduk. Safa, Batı’nın düşüncesinde İslam, Doğunun düşüncesinde Hristiyan olmasını, “çaprazlama tekamül” ve “kafa değiş-tokuşu” olarak nitelendirir ve bunun nedenlerini araştırır. Ana nedenin, Hristiyanlığın merkezinin Kudüs’ten Roma’ya alınması olduğunu, söyler. Bu hadise Batı’nın yükselişi ve Doğu’nun düşüşüne neden olmuştur. ?
3. 1940-1950 arası Türk sosyolojisinin genel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:Türk sosyolojisi Fransız etkisinin yanı sıra Amerikan sosyolojisine eğilim göstermeye başlamıştır.Ankara DTCF Sosyoloji bölümünün oluşumu ile İstanbul Sosyoloji ekolü tek olma ayrıcalığını yitirmiştir1940’lı yıllarda Marksizm’e eğilim artmıştır.Köy ve şehir araştırmaları ivme kazanmıştır.Amaçlanan ise toplumsal değişme yani modernleşme/Batılılaşma yolunda ne kadar ilerlediğimizi tespit etmektir.Artık Türk sosyolojisi resmi ideoloji savunusu yapmıyor, Türk toplumuna dair somut araştırmalar yapmaya başlamıştır . ?
4. Bozkurt’a göre, Türk ihtilalinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkmasına neden olan da milletin “baylık davasıdır” . Bu şekilde devrim direk olarak milletin siyasi egemenliğini sağlama çabasının ürünü şeklinde tezahür ettirilmektedir. ?
*********************************************************************************
BÖLÜM 5: 1950 – 1960 DÖNEMİNDE TÜRK SOSYOLOJİSİ
Özet
1950-1960 döneminin sosyolojik araştırmalarını özetleyebilmek.

1950-1960 döneminde sosyologlar birçok sosyoloji alanında araştırma yapmıştır. Bu çerçevede bazı konular derinlemesine ve geniş bir biçimde incelenirken, bazı konular ancak giriş düzeyinde veya daha alt düzeyde ele alınmıştır. Bu dönemde Türk sosyolojisinin çalışma alanını birinci derecede kültür değişmeleri, toplumsal değişme, Batılılaşma ve köy sosyolojisi gibi konuları oluşturmuştur. Dönemin neredeyse tüm sosyologları köyü merkeze alarak, köylerdeki değişme hızlarını, yaşam biçimlerini, onların yaşamında oluşan kültürel dönüşümleri, örf ve adetleri, evlenme biçimlerini incelemişlerdir. 1950’lerin siyasal atmosferi liberalizmi merkeze aldığı için, sosyologlar demokrasi ve liberalizm adına orta sınıfların varlığına ilişkin çalışmaları önemsemişlerdir. Köy, Batılılaşma ve toplumsal değişme konularını; komünizm, milliyetçilik, Science Sociale ekolü, sosyal siyaset, din-politika ilişkileri, eğitim, göç, şehirleşme, sanayileşme, iletişim, örf ve adetler, folklor çalışmaları izlemiştir. Ancak pek çok çalışma yüzeysel düzeyde kalmış, sosyoloji adına genel bir bilgi birikimine, çıkarıma izin verecek derinliğe ulaşmamıştır.

Sosyoloji çalışmaları, farklı bakış açılarına sahip olma konusunda, 1940’lara göre, 1950’lerde bir gerileme yaşamıştır. Bunun temel nedeni, 1940’ larda iki büyük sosyoloji ekolünden biri olan Ankara ekolünün 1948’de tasfiye edilmesidir. Ankara ekolünün tasfiyesiyle sosyoloji alanında sadece İstanbul ekolü ve Ankara ekolü sosyologlarının yerine istihdam edilen, fakat sosyoloji adına iddiasız sosyologların alanda yer alması bu sonucu doğurmuştur.

Köy sosyolojisi alanında yapılan belli başlı çalışmaları sıralayabilmek.

1950’lerin en gözde konuları, köy sosyolojisi ve toplumsal değişmedir. Bu bağlamda, onlarca köy sosyoloji çalışması yapılmış ve bu alana antropologlar da katkı sunmuşlardır. Antropologlar arasında özellikle Nermin Erdentuğ’un çalışmaları önemlidir. Mümtaz Turhan aynı zamanda sosyal psikologdur. Bu isimler dışında İbrahim Yasa, Oğuz Arı, Hilmi Ziya Ülken, Selahattin Demirkan, Cahit Tanyol başka olmak üzere pek çok sosyolog köy araştırması, kasaba monografyası ve köy ailesi monografyası yapmıştır. Bu sosyologlar dışında yabancı sosyologların da kırsal araştırmalar yapmışlardır.

Kültür ve toplumsal değişme anlayışlarını tanımlayabilmek.

Konjonktüre uygun olarak, 1950’lerde sola, sosyalizme karşı yürütülen yayınlar sosyologları da etkilemiş ve sosyologlar da kamuoyu ile benzer bir tavır sergilemiştir. Dönemin zihniyetini ve sosyologların tutumunu göstermesi açısından Hilmi Ziya Ülken’in Tarihi Maddeciliğe Reddiye adlı eseri bu konuda önemli bir göstergedir. Dolayısıyla sola ve sosyalizme kapalı olan toplumsal değişme anlayışı, Batı’lı toplumlara benzemeyi esas almaktadır.

Türkiye’de sosyoloji, 1950’lerde hızlı bir Batılılaşma ve “küçük Amerika” olma hayalleri ile birlikte Anglo-Saksonların bireyci yapılarının övgüsüne dayalı Science Sociale ekolünün görüşlerini benimsemeye yönelmiştir. Dolayısıyla, 1950’lerdeki Türk sosyolojinin önemli tartışma alanlarından biri de kamucu yapıdan bireyci yapıya geçme konusudur. Batı tipi bir burjuva toplum biçimi oluşturmak adına sosyologlar da yoğun bir çaba harcamışlar, orta sınıfların geliştirilmesi için neler yapılabileceğini belirlemeye çalışmışlardır. Bu bağlamda, sosyologlar kültür değişmeleri ve sosyal değişmeyi Batılılaşma şeklinde formüle etmişlerdir.

Eğitim, ekonomi-politik, dil, iletişim alanlarında yapılan çalışmaları değerlendirebilmek.

1950-1960 döneminde sosyologlar eğitim, ekonomi, dil ve iletişim alanlarında birçok çalışma yapmış ve bu çalışmaları ile Türk sosyolojisinin alt dallarının gelişmesine katkı sağlamışlardır.

Toplumun istenilen yönde ilerlemesi ve Türkiye’nin uygar ülkeler düzeyine çıkması için eğitimde bilimsel zihniyetin önemine dikkat çeken sosyologlar, 1950-1960 döneminde, daha çok eğitimde ortaya çıkan genel aksaklıklar, öğretmen yetiştirme politikaları, köy öğretmeni yetiştirme sorunu, göçe maruz kalan çocukların karşılaştıkları sorunlar ve benzeri konular üzerinde durmuşlardır.

1950’li yıllar boyunca sosyologların Türkçenin sadeleştirilmesinin yarar ve zararları, dil devriminin amacına olaşıp ulaşmadığı, dilin fonksiyonları, dilin iletişim açısından önemi gibi konular üzerinde sosyolojik tartışmalar yürüttükleri görülür.

Türkiye’nin 1950’den itibaren ekonomi politikası dönemin siyasal iktidarı tarafından devletçilikten liberalizme kaydırılmıştır. Bu siyasal karar bazı sosyologların çalışmalarını da etkilemiş ve liberalizmin yararları yönünde görüşler yazılmıştır. Bu doğrultuda, bazı sosyologlar da ülkenin ekonomik istikrarı için orta sınıflar, sosyal siyaset ve kooperatif konularında araştırmalar yapmışlardır

Artan göçlerin nedenlerini özetleyebilmek.

1950’li yıllarda ekonomi, sosyal ve siyasal yapıdaki değişmelere bağlı olarak Türkiye’de iç ve dış göçler yoğunlaşmıştır. Tarımda makineleşme, karayollarının gelişmesi, liberal ekonomik politikalar iç göçlerin nedenleri arasında gösterilebilir. Yine 1950’lerin başlarında Bulgaristan’ın Türklere karşı yürüttüğü baskı politikaları, binlerce insanın Türkiye’ye göç etmesine neden olmuştur. Dolayısıyla dönemin sosyologlarından Oğuz Arı başta olmak üzere, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Amiran Kurtkan, Hilmi Ziya Ülken, Cahit Tanyol, Cavit Orhan Tütengil gibi sosyologlar iç ve dış göçler üzerine çalışmalar yürütmüşlerdir.

Kısaca, 1950’lerde toplumsal sorunları alan araştırmaları ve tecrübi sosyolojinin teknikleriyle çözme, kamucu yapıdan bireyci yapıya geçme istemi, Türkiye’de sosyologların ve sosyolojinin temel eksenini oluşturmuştur.

Kendimizi Sınayalım
1.1950’lerde köy sosyolojisine önem verilmesinin en önemli nedeni nedir?

A. Köylerdeki maddi yapıyı ortaya çıkarmak

B. Köy aile yapısını öğrenmek

C. Köy üretim biçimi konusunda bilgi sahibi olmak

D. Köylerdeki toplumsal değişmeyi etkileyen faktörleri incelemek

E. Köylerden folklorik bilgiler derlemek.

2.1950’lerde “dil sosyolojisi” yapmaya çalışan sosyolog kimdir?

A. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu

B. Hilmi Ziya Ülken

C. Mümtaz Turhan

D. Lütfi Erişçi

E. Oğuz Arı

3.Eğitim sosyologlarına göre aşağıdakilerden hangisi öğretmenin görevlerinden biri değildir?

A. Özel ders vermek

B. Bilimsel düşünce ve gelişmeleri duyurmak

C. Çevresinin sorunlarıyla ilgilenmek

D. Teknik buluş ve ilerlemeleri duyurmak

E. Yurt ve dünya olaylarını yakından izlemek

4.“Hasanoğlan Köyü’nün İçtimai-İktisadi Yapısı” adlı çalışma hangi sosyoloğa aittir?

A. Nurettin Şazi Kösemihal

B. Tahir Çağatay

C. Turhan Yörükan

D. Ayda Yörükan

E. İbrahim Yasa

5.Sosyologlara göre aşağıdakilerden hangisi eğitimin temel işlevlerinden biri değildir?

A. Bireylerin kültürel gelişimini sağlamak

B. Başka ülkelerin eğitim sistemlerini empoze etmek

C. Bireylere tarihsel, kültürel ve teknik bilgi vermek

D. Bireylerin yeteneklerini keşfetmelerine yardımcı olmak

E. Bireyleri geleceğe hazırlamak

6.Kooperatifçiliğin genel amacı nedir?

A. Üreticilerin ne üreteceğine karar vermek

B. Ürüne pazar bulmak

C. Ürünün iyi depolanmasını sağlamak

D. Tüketiciyi teşvik etmek

E. Küçük üreticilerin ürünlerini daha iyi değerlendirmeleri adına işbirliği yapmalarını sağlamak

7.1950’li yıllarda meydana gelen göç hareketlerinin en önemli nedeni aşağıdakilerden hangisidir?

A. Güvenlik

B. Sağlık

C. Ekonomi

D. Eğlence

E. Eğitim

8.1950’li yıllarda Türkiye’nin yoğun şekilde göç aldığı ülke hangisidir?

A. Yunanistan

B. Suriye

C. Bulgaristan

D. Yugoslavya

E. İran

9.Ağa, efendi, halk köyleri ayrımını yapan sosyolog kimdir?

A. Cahit Tanyol

B. Nurettin Şazi Kösemihal

C. İbrahim Yasa

D. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu

E. Mümtaz Turhan

10.1950’li yıllarda sosyologların araştırma teknikleri açısından öne çıkardıkları sosyoloji ekolü aşağıdakilerden hangisidir?

A. Sosyolojizm

B. Yapısalcılık

C. Marksizm

D. Science Sociale

E. Sosyo-Psikolojizm

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – D*2 – B*3 – A*4 – E*5 – B*6 – E*7 – C*8 – C*9 – A*10 – D
*********************************************************************************
1. Batılılaşma, III. Selim döneminden beri Türkiye’nin gündeminde olmuştur. Bu uzun tarihsel süreç ülkemizde çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Bunlar arasında en yaygın kullanılanı Batılılaşma terimi olsa da asrileşme, Garplılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma terimleri de aynı süreci ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bu konuda özellikle Osmanlı tarihinin son dönemini ele alan kitaplar ile Cumhuriyet tarihiyle ilgili kitaplarda bol miktarda bilgiye ulaşmak mümkündür. Bu kaynaklar arasında arasında özellikle Tarık Zafer Tunaya’nın Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri ile Mümtaz Turhan’ın Garplılaşmanın Neresindeyiz? başlıklı eserlerini okumanız önerilir. ?
2. 1950’lerde Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerin hızla gelişmesi, bilim anlayışını da değiştirmiştir. Daha önce Kara Avrupa’sı bilim anlayışı 1950’lerden itibaren yerini Anglo-Sakson bilim anlayışına bırakmıştır. Bilim anlayışındaki bu zihniyet değişimi sosyolojiyi de yakından etkilemiştir. Osmanlı’daki eğitim anlayışı, bu anlayışın 19. yüzyılda çeşitlenmesi, Batı tipi okulların ve Darülfünun’un kuruluşu, üniversite reformu, çeşitli ülkelerin bilim anlayışlarının Türkiye’ye etkileri için, eğitim ve üniversite tarihleriyle ilgili kaynaklardan bilgi edinmek için kütüphanelere ve internet kaynaklarına müracaat etmekte yarar bulunmaktadır. ?
3. 1950-1960 döneminde Türkiye nüfusunun yüzde yetmişinden fazlası köylerde yaşamaktadır. O nedenle köy konusu, köyün sorunları, köyün ekonomik durumu ve köylünün geçim kaynakları, üretim biçimleri, değişme anlayışı, değişmeye yönelik tutumları, gelenek ve görenekleri sosyoloji adına önem kazanmıştır. Yine aynı yıllarda tarıma traktörün girmesiyle, köyden kente doğru başlayan ekonomi içerikli göçler kentlerde de farklı sorunlara neden olmuştur. Tüm bunlar 1940’larda başlayan köy araştırmalarının 1950’lerde de artarak devam etmesine, sosyolojinin temel araştırma konusu olmasına yol açmıştır. Özellikle köy, kent, Türkiye’nin demografik özellikleri, toplumsal yapısı konusunda bilgi sahibi olmak hepimiz için bir zorunluluktur. Dönemin sosyolojini daha iyi öğrenmek için şu kaynaklardan yararlanmanız önerilir: Türkiye’de Sosyoloji I ve II (Derleyen: M. Çağatay Özdemir), Türk Sosyologları ve Eserleri I ve II (Editörler: Ertan Eğribel ve Ufuk Özcan), H. Bayram Kaçmazoğlu, Türk Sosyoloji Tarihi Üzerine Eleştiriler. ?
4. 1950’li yıllar Türk siyasal yaşamında demokratik yönetim adına önemli gelişmelerin olduğu bir dönemdir. 1950’de yapılan serbest, tek dereceli ve açık sayım esasına dayalı genel seçimle en çok oyu alan parti iktidara gelmiş, yani iktidar demokratik yollarla değişmiştir. Bu tarihsel değişim Türkiye’de birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Buna bağlı olarak, halkın siyasal gücü, seçmenin nitelikleri, demokrasi, laiklik gibi pek çok yeni tartışma konusu gündemde yerini almıştır. Ancak bu konular sosyoloji araştırmalarına çok yansımamış, hukukçuların öne çıktığı, hukuksal açılardan değerlendirildiği tartışmalar şeklinde gündemde önemli bir yer edinmiştir. Türkiye’de geçerli olan yönetim biçimleri, demokrasiye geçiş koşulları ve bunun yarattığı teorik tartışmalar konusunda bilgi sahibi olmak her sosyoloji öğrencisi için gereklidir. ?
*********************************************************************************
BÖLÜM 6: 1960 – 1980 DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ
Özet
1960-1980 döneminin önemli sosyoloji çalışmalarını sıralayabilmek.

1960’lar Türkiyesi 1950’lere göre farklı özelliklere sahiptir. Soğuk Savaş Dönemi’nin sert uluslararası ilişkileri yumuşamış, bu durum Türkiye’ye de yansımış ve kısmi bir düşünce özgürlüğüne yol almıştır. 1950’li yılların aksine, 1960’larda farklı siyasal görüşlere sahip partiler, dernekler, sendikalar kurulmuş; Türkiye’de düzen, devlet, kalkınma modelleri, sosyalizm, demokrasi gibi konu ve kavramlar tartışmaya açılmıştır. Sosyoloji de bu değişimden payını almıştır. Dönemin sosyologları, bir yandan Avrupalı toplumlara ulaşma hedefindeki başarısızlığın nedenlerini, çeşitli bakış açıları çerçevesinde ve az gelişmişlik bağlamında ele alırken, diğer yandan sosyolojinin çeşitli disiplinleri kapsamında alan araştırmaları gerçekleştirmişlerdir.

1960’larda Türkiye’de birbirine tamamen karşıt iki büyük sosyoloji eğilimi ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi, bağımsız bir anlayış sergileyen veya Marksist yöntemden etkilenen, geleceğe de yön verme isteğinde olan tarihsel sosyoloji, ikincisi ise yapısal-fonksiyonalist yaklaşım ağırlıklı Amerikan sosyoloji anlayışıdır. Birinci anlayış içerisinde Marksizmin çeşitli açılımlarını bulmak mümkündür. Bu grupta yer alan sosyologlar, temel toplumsal sorunlara; üretim biçimleri, Türkiye’nin dünya egemenlik ilişkileri içerisindeki yeri gibi siyasal ve sorgulayıcı çalışmalarla cevap aramışlardır. İkinci grupta bulunan sosyologlar ise Amerikan sosyoloji anlayışı doğrultusunda alan araştırmalarına ve betimleyici çalışmalara yönelmişlerdir.

Toplumsal değişme ve az gelişmişlik tartışmalarını özetleyebilmek.

Sosyologlar, 1960-1980 döneminde, Türkiye’nin toplumsal değişme eğilimlerini, Türk toplumunun evrimsel aşamalarını belirlenmeye, Batı’da görülen ilerlemeci çizgiye uyan ve uymayan yanlarını ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Toplumsal değişme konusu; Batıcılaşma, çağdaşlaşma, az gelişmişlik açısından incelenmiştir. Bu bağlamda iki temel görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi, Batı toplumlarının evrim çizgisi ile Türk toplumunun evrim çizgisi arasında bir fark yoktur. Türk toplumu da Batı’da geçerli olan evrim çizgisini geçikmeli olarak izlemektedir. İkinci görüş ise, Türk toplumunun Batı’dan ayrı, kendine özgü tarihsel özelliklere sahip olduğunu savunmaktadır. Her iki görüş için de gelecek, tanımlanan özellikler üzerinden şekillendirilecektir.

Sosyologlara göre, Türkiye’nin mevcut konumu nasıl tanımlanabilir? Batılı toplumlar hangi sosyal aşamalardan, Türk toplumu hangi sosyal aşamalardan geçmiştir? Türkiye’nin hedefi olan Batılı toplumlarla benzer özelliklere sahip olması için hangi yöntemler kullanılmalı, neler yapılmalı? Bu çerçevede özellikle Osmanlı toplumu açıklanmaya çalışılmış, Osmanlının tarımsal ve sınıfsal yapısı, üretim ilişkileri, esnaf ve zanaatlarların örgüllenmesi, dinsel ve geleneksel yaşam biçimi üzerinde durulmuş; Türkiye’nin toplumsal değişme ve modernleşme eğilimleri bu veriler üzerinden değerlendirilmiş, Cumhuriyet dönemi devrimleri çeşitli açılardan ele alınıp yorumlanmıştır.

Köy sosyolojisi konusunda yapılan çalışmaları özetleyebilmek.

1960-1980 döneminde sosyoloji kırsal ağırlıklı çalışmalardan kentsel ağırlıklı çalışmalara geçmiş olsa da, sosyologlar köy çalışmalarını sürdürülmüştür. 1960-1980 döneminde; köy yerleşim biçimleri, köyün ekonomik yapısı, üretim ilişkileri, sosyal değişim eğilimleri, kapitalizmin köylere girip girmediği ve benzer konularda gözlemlerde bulunulmuş, kırsal yaşamı çeşitli açılardan ele alan saha araştırmaları gerçekleştirmişlerdir.

Kentleşme sosyolojisini açıklayabilmek.

1960-1980 döneminde, Türkiye’nin siyasal-toplumsal yapısı sosyoloji çalışmalarını yakından etkilemiştir. 1940 ve 1950 dönemlerindeki kırsal ağırlıklı çalışmalar yerini, 1960-1980 döneminde kentsel ağırlıklı çalışmalara bırakmıştır. Sosyologlar köyden kente göç, kentlerin yeniden biçimlenmesi, kentlerde oluşan yerleşim birimleri, kentteki sosyal tabakalaşma, gelir düzeyi, işsizlik, yoksulluk, gecekondulaşma, mesleki çeşitlenme, sosyal hareketlilik, farklı ihtiyaçları karşılamak üzere ortaya çıkan bölgeler üzerinde araştırmalar yürütmüşlerdir.

Din sosyolojisini açıklayabilmek.

Öncesinde de var olan din sosyolojisi çalışmaları, 1960’lardan itibaren artmaya başlamış ve pek çok sosyolog din olgusunun çeşitli boyutlarını ve din-kimlik ilişkisini inceleyen araştırmalar yapmıştır. Bu bağlamda, 1960-1980 döneminde; din-toplum ilişkileri, sosyal sınıfların dinsel tutumları, bir din, bir toplum düzeni olarak İslamiyetin Türk toplum tarihindeki yeri üzerinde durulmuştur.

Sınıf veya tabaka ölçütlerini değerlendirebilmek.

1960-1980 döneminde hem Amerikan ve hem de Marksist sosyoloji anlayışına mensup sosyologlar, toplumsal sınıfların veya tabakaların özelliklerini belirlemeye yönelik araştırlarını yoğunlaştırmışlardır. Bu çerçevede, Batı’daki tüm sınıfların Türkiye’de olup olmadığı, var olan sınıf veya tabakaların tarihsel gelişim seyri, yaşam biçimleri, sosyo-ekonomik özellikleri, siyasal partilerle onların oy aldıkladı kesimlerin özellikleri arasındaki ilişkiler, toplumdaki sosyal farklılaşmalara bağlı olarak ortaya çıkan sınıf veya tabakaları belirlemeye yönelik ölçütler araştırılmıştır.

Aile, kadın ve gençlik sosyolojisini açıklayabilmek.

1960-1980 döneminde Türkiye’de sosyolojinin geliştiğinin temel göstergesi, alt disiplinler bazında gerçekleşen bölünmeler ve ayrışmalardır. Bu bağlamda özellikle 1965’ten itibaren aile, kadın ve gençlik konuları bağımsız alanlar olarak ortaya çıkmış ve bu alanlar kapsamında araştırmalar yapılmıştır. Sosyologlar; köy ve kentte yaşayan aile yapısını, ailenin yaşadığı konutu, coğrafyayı, gelir grubunu, yerine getirdiği fonksiyonları farklı sosyal değişkenlere göre incelemişlerdir. Yine sosyologlar kadının toplumsal statüsü, siyasal kazamınları, çalışma yaşamındaki sorunları, farklı sınıflara mensup kadınların birbirlerine göre durumlarını ele alan çalışmalar yapmışlardır. Çocuk ve gençlik dönemi sorunlarına ait araştırmalar da bu dönemde ortaya çıkmış ve bu kesimlerin sorunları incelenmiştir.

Kendimizi Sınayalım
1.1960-1980 döneminde Türk sosyolojisine hangi yaklaşım egemen olmuştur?

A. Organizmacılık

B. İşlevselcilik

C. Evrimcilik

D. Sembolik etkileşimcilik

E. Yorumlamacılık

2.Aşağıdaki üretim biçimlerinden hangisi Osmanlı toplumunu açıklamak için kullanılmamıştır?

A. Kapitalist üretim tarzı

B. Feodal üretim tarzı

C. Merkezi feodal üretim tarzı

D. Kapitalizm öncesi emtia üretim tarzı

E. Asya tipi üretim tarzı

3.Cumhuriyet dönemi devrimlerini çağdaşlaşma olarak tanımlayan sosyolog kimdir?

A. Altan Eserpek

B. Turhan Yörükan

C. Muzaffer Sencer

D. Niyazi Berkes

E. Cahit Tanyol

4.Batılı hiçbir yaklaşım, anlayış ve kuramın Türk toplumunu açıklayamayacağı görüşünde olan sosyolog kimdir?

A. Muzaffer Sencer

B. Oğuz Arı

C. Mübeccel Belik Kıray

D. Eyüp Kemerlioğlu

E. Baykan Sezer

5.İzmir’deki kentsel aileler ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

A. Yapısal ve fonksiyonel açıdan çekirdekleşmektedir.

B. Yapısal yönden geleneksellik doğrultusunda bir evrim geçirmektedir.

C. İzmir’de aile, akrabalık ilişkileri açısından içine kapalıdır.

D. İzmirdeki düşük gelir gruplu ailelerin bürokratik örgütlerle ilişkileri çok sınırlıdır.

E. İzmir’de aileler açısından akrabalık ilişkileri iş yaşamında oldukça önemlidir.

6.Tarihi maddeci sosyoloji yaklaşımıyla kırsal kesimdeki mülkiyet ilişkilerini değerlendiren sosyolog kimdir?

A. Niyazi Berkes

B. Emre Kongar

C. Muzaffer Sencer

D. Orhan Türkdoğan

E. Bahattin Akşit

7.Aşağıdaki sosyologlardan hangisi din sosyoloji ile ilgili çalışma yapmamıştır?

A. Baykan Sezer

B. Şerif Mardin

C. Muzaffer Sencer

D. Fügen Berkay

E. Sabahattin Güllülü

8.Türkiye’de işçi sınıfının tarihi üzerine doktora çalışması yapan sosyolog kimdir?

A. Eyüp Kemerlioğlu

B. Ayşe Öncü

C. Ayda Yörükan

D. Oya Sencer-Baydar

e. Bahattin Akşit

9.Bir bireyin sahip olduğu özelliklerden hangisi onun statüsünü belirleyen faktörlerden biri değildir?

A. Eğitim

B. Yaşanılan konut

C. Giyim tarzı

D. Meslek

E. Gelir

10.Aşağıdaki sosyolog-kitap eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?

A. Muzaffer Sencer – Ankara’da Gecekondu Aileleri

B. Ümit Meriç – Cevdet Paşa’nın Cemiyet ve Devlet Görüşü

C. Sabahattin Güllülü – Ahi Birlikleri

D. Hilmi Ziya Ülken – Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi

E. Cavit Orhan Tütengil – Atatürk’ü Anlamak ve Tamamlamak

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – B*2 – A*3 – D*4 – E*5- B*6 – C*7 – E *8 – D*9 – C*10 – A
**************************************************************************
1. Din, toplumun temel kurumlarından; sosyolojinin temel konularından biridir. İnsanlıkla birlikte din de var olmuştur. Bu nedenle gerek Batı gerekse Türk sosyolojisi başlangıçtan beri dini temel inceleme konusu olarak ele almıştır. Hatta birçok sosyolog toplumsal olaylarda dinin etkisini ilk sıraya yerleştirmiştir. Sosyologlar, toplumdaki dinsel eylem ve hareketleri, simgeleri, dinleri, dinin fonksiyonlarını, dinin toplumsal olaylar üzerindeki etkilerini ve buna benzer daha onlarca değişkeni incelemektedirler. Sizler de din sosyoloji konusunda daha fazla bilgi sahibi olmak için kütüphanelerdeki din sosyoloji kitaplarına ve araştırmalarına baş vurabilirsiniz. ?
2. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından Türkiye kısa sürede çok partili sisteme geri dönmüştür. 1960’larda siyasal atmosfer bir önceki döneme göre, belli ölçüde özgürleşmiş ve Türkiye için birçok yeni siyasal fikir akımı gündemde yerini almıştır. Bu siyasal fikir hareketleri Türkiye’nin mevcut sistemiyle dünyada istenilen yere gelemeyeceğini tezi ile Türkiye’ye yeni siyasal sistemler öneren tartışmalar başlatmışlardır. Her siyasal fikir hareketi, kendi görüşleri doğrultusundaki siyasal sistem egemen olursa, Türkiye’nin en kısa zamanda önemli dünya devletleri arasında yer alacağı iddiasında olmuşlardır. Bu tartışmalardan haberdar olmak için 1960-1980 dönemini kapsayan siyasal düşün tarihi içerikli sosyoloji, tarih, siyaset bilimi çalışmalarını okumalısınız. Bu konuda zengin bir literatür bulunmaktadır. ?
3. 1960’larda Asya, Osmanlı ve Türkiye’nin toplumsal yapısının ne olduğu konusunun tartışmaya açılmasının temel nedeni, ‘bizim toplum tarihimiz Batı toplum tarihi ile aynı evrim çizgisi doğrultusunda mı, yoksa farklı bir şekilde mi değişiyor’ sorusuna cevap aramak amaçlıdır. Bu bağlamda, bazı sosyologlar Türk toplum yapısının Batı ile aynı sosyal yasalara dağlı olduğunu, aynı evrimden geçtiğini; bazı sosyologlar ise Türk toplum yapısının değişme eğilimleri ile Batı toplumlarının değişme eğilimlerinin farklı olduğunu öne sürmüşlerdir. Soruya verilen cevapların önemi, bu iki anlayıştan hangisi kabul ediliyorsa geleceğe planlarken geçmişin birikimlerinden yararlanmak gerekir anlayışı nedeniyledir. Bundan dolayı, sosyolog ve siyaset bilimciler, geleceğe yön vermek adına önce geçmişin evrim veya değişim eğilimlerini ortaya koymaya çalışmışlardır. ?
4. Türkiye 1960’dan 1980’e köyden kente hızla göç vermiş, bu göçler kentleri büyütmüş, kentteki tüketim alışkanlıklarını, yaşam biçimlerini değiştirmiş, hizmet sektörünü şişirmiştir. Türkiye, 1960’lardan itibaren yoğun bir “gecekondu kent” gerçeği ile karşılaşırken nüfusunun özellikleri de önemli ölçüde değişmiştir. Yine 1960-1980 arası dönemde Türkiye belli ölçüde sanayileşmeye, buna bağlı olarak toplumsal yapısı, yaşam biçimi ile hızla değişmeye başlamıştır. Geleneksel toplumdan modernleşen topluma doğru bir dönüşüm geçiren Türkiye yeni sosyal sorunlarla da karşılaşmaya başlamıştır. Türkiye’nin değişimi konusunda yeterli sayıda kaynak bulunduğunu ve bunların en azından bir kısmını okumanız gerektiğini belirtelim. ?
*******************************************************************************
BÖLÜM 7: 1980 – 2000 DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ
Özet
Türk sosyolojisinin 1980-2000 tarihsel kesiti içinde
Türk sosyolojisinde meydana gelen değişimi
ve dönüşümü değerlendirebilecek ve bu değişimin
sosyal boyutlarını özetleyebilmek.

1980-2000 dönemi Türk sosyolojisinde özel bir
dönemdir ve belirli karakteristikleri vardır. Bu
dönemde beliren yeni eğilimler günümüzde de
sürmektedir. Türkiye’de sosyoloji, daha önceki
dönemlerde olduğu gibi 1980-2000 döneminde
de Batıcı, uyumcu, aktarmacı, gelenekten yoksun
niteliğini korumuştur. Küreselleşme sürecinin
Türkiye’deki yansımaları sosyoloji alanında
da görülmektedir.

Değişen ve çeşitlenen temaları/kavramları açıklayabilmek.

1980-2000 tarihsel kesitinde Türk sosyolojisine
yeni Batılı teoriler, tema ve kavramlar nüfuz etmeye
başlamıştır. Değişiklik en başta bilgi/bilim
ve yöntem anlayışında görülmektedir. Bunun sonucunda
Türk sosyolojisinde geçmişte hâkim eğilimi
oluşturan pozitivist yaklaşımlar ağır bir darbe
almıştır. Bir başka değişim göstergesi, yaklaşı
k doksan yıllık geçmişi olan ulus-devlet deneyiminin
her yönüyle sorgulanmaya başlanması-
dır. Etnisite, din/laiklik, toplumsal cinsiyet, tüketim,
bilgi/bilişim, medya, popüler kültür vb. ekseninde
yapılan çalışmalarda gözle görülür bir
artış söz konusudur.

Türk sosyolojisinde Batılı teorilerin etkisiyle değişen
yaklaşımların yanı sıra değişmeyen, süreklilik
arz eden ve Batılı teorilerin şabloncu uyarlamaları
na direnç gösteren eğilimleri farklı bir bakı
ş açısıyla değerlendirebilmek.

1980-2000 döneminde sosyoloji alanındaki bütün
eğilimleri sadece bu tarihsel kesit içinde anlamak
mümkün değildir. Daha önce başlamış ve
sürmekte olan eğilimlerin varlığı da göz önünde
bulundurulmalıdır. Örneğin, Türk sosyolojisinde
1960’larda Kemal Tahir-Baykan Sezer düşüncesi
ekseninde gelişen ve yerlilik kaygısı ağır
basan Doğu-Batı çatışması yaklaşımı 1980 sonrası
nda güçlenerek varlığını sürdürmüştür ve bugün
de hâlâ sürdürmektedir. Türkiye’de sosyoloji
yaklaşık elli yıldır bir yol ayrımındadır; yeni
kuşak sosyologlar Batı kaynaklı uyumcu sosyoloji
anlayışı ile Baykan Sezer’in yerli, dirençli,
özgün yaklaşımı arasında tercihlerini yapmak
durumundadırlar.

Kendimizi Sınayalım
1.Aşağıdakilerden hangisi Türk-İslam Sentezinin unsurları
ndan biri değildir?

A. Liberalizm

B. Marksizm

C. Otoriteryanizm

D. İslamcılık

E. Türkçülük

2.Aşağıdakilerden hangisi 1980 sonrası dönemin sosyoloji
literatüründe iki yüz yıllık Türk modernleşmesi
sürecine yöneltilen eleştirilerden biri değildir?

A. Bilinçli ve gelişmiş bir sivil toplumun yokluğu

B. Modernleşme sürecinin devlet katından tepeden
inme yöntemlerle yönlendirilip tayin edilmesi

C. Ulusal birliğin sağlanması

D. Devletçi bir ekonomi düzenine bağlılık

E. Bireyin gelişimine öncelik tanıyan yaklaşımların
güçlenmesi

3.Aşağıdakilerden hangisi 1980-2000 arası dönemde
Türk sosyolojisinde metodoloji anlayışının değişmesine
işaret eder?

A. Nedensellik

B. Determinizm

C. İnterdisiplinerlik

D. Nesnellik

E. Kavramsal açık-seçiklik

4.Türkiye’de 1980’lere kadar sosyolojide hâkim olan
ulus ve ulus-devlet eksenli açıklamalar itibar kaybetmeye
başlamıştır. 1980-2000 yılları arasında Türkiye’de sosyoloji
alanında daha çok vurgulanmaya başlanan de-ğerler arasında aşağıdakilerden hangisi yer almamaktadı
r?

A. Çokkültürlülük

B. Yerellik

C. Kolektif bilinç

D. Sivilleşme

E. Tüketim

5.Aşağıdaki maddelerden hangisi kimlik eksenli tartışmalar
bağlamında ele alınamaz?

A. Özgürleşim

B. Azınlıklar

C. Uygarlıklar

D. Sosyal eşitsizlikler

E. Dinler

6.Aşağıdaki olgulardan hangisi küreselleşme söyleminde
dile getirilen unsurlardan biri değildir?

A. Bilinen sınırların ortadan kalkması

B. Bilginin serbest küresel yayılımı

C. Ulus-aşırı ve hızlı sermaye transferi

D. Yerel değerlerin güçlenmesi

E. Ulusal kalkınma ve refah

7.Küreselleşme süreci ile ideolojik/kültürel melezleşme
arasındaki ilişkiyi aşağıdaki hangi anahtar kavram
en iyi biçimde ifade etmektedir?

A. Ulusçuluk

B. Doğu-Batı çatışması

C. Sosyal eşitlik

D. Liberal sol

E. Sınıf çatışması

8.Aşağıdaki anahtar kavramlardan hangisi postmodern
teoride içerilmez?

A. Yerellik

B. Farklılık

C. Adem-i merkeziyetçilik

D. Akıl-dışılık

E. Eşitlik

9.Aşağıdakilerden hangisi 1980 öncesi yıllarda etkili
sosyolojik araştırmalar yapan bazı sosyologların 1980-
2000 döneminde aynı etkinliği sürdürememiş olmaları-nın nedenlerinden biri değildir?

A. Sosyoloji paradigmasında meydana gelen değişim

B. Küreselleşme sürecinin bilimsel üretime yansımaları

C. Çok sayıda yeni üniversitenin açılması ve sosyoloji
bölümlerinin artışı

D. Modernleşme teorilerinin gözden düşmesi

E. Eski kuşaktan sosyologların değişime gösterdikleri
direnç

10.Doğu-Batı çatışması teorisinin Türk sosyolojisindeki
ayırt edici yerini aşağıdaki hangi kavram en iyi şekilde
ifade eder?

A. Batıcılık

B. Sosyalizm

C. Yerlilik

D. Tarih-dışı yaklaşım

E. Ulusçuluk

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – B*2 – E*3 – C*4 – C*5 – D*6 – E*7 – D*8 – E*9 – C*10 – C
****************************************************************************
1. 1980’lerden itibaren Türkiye’de neo-liberal akımın da etkisiyle sosyolojik terminolojiye yeni kavramlar –yeni içerikleriyle birlikte- girmeye başlamıştır. 1980-1990 arası dönemde “sivilleşme”, “sivil toplum”, “demokratikleşme”, “özgürleşim”, “transformasyon” gibi kavramlar sosyoloji ve siyaset literatürüne girmiştir. Bu kavramlar daha sonraki dönemde de önemlerini korumakla birlikte, 1990-2000 tarihi kesiti içinde sosyoloji literatürüne yepyeni kavramlar eklenmiştir. Bunlar: Küreselleşme, yerellik, postmodernizm, post-endüstriyel toplum, kimlik ve farklılık, paradigma, enformatik toplum (bilişim ?
toplumu) gibi kavramlardır.

2. Pozitivizm, doğa bilimlerinin yasa ve kesinlik anlayışını sosyal bilimlere uygulama çabasının bir ürünüdür. XIX. ve XX. yüzyıllarda, sadece sosyolojide değil, genel olarak sosyal bilimlerde etkili olmuş bir akımdır. Toplum olaylarına determinist (belirlenimci) açıklama getirmektedir. Buna karşılık postmodern yaklaşım toplum olaylarının doğa bilimlerine özgü yöntemlerle anlaşılamayacağı nı iddia ederek pozitivist anlayışa sert eleştiriler getirir. Pozitivizmin yasa, kesinlik, genel geçerlilik, nedensellik, determinizm gibi ilkelerini sorgular ve bu ilkelere tamamen karşıt tezler savunur. ?
3. Küreselleşme ve postmodernizm teorileri son dönemde sosyologların kimlik sorunsalına büyük bir hassasiyetle yaklaşmalarına yol açmış bulunmaktadır. Toplumsal kimlik sorunu XIX. yüzyıldan bu yana sosyologların ilgisini çeken konular arasında yer almaktadır. Ancak son dönemde ulus kimliği, ümmet kimliği, uygarlık kimliği gibi makro kimliklere yönelik oldukça eleştirel bir yaklaşım getirilirken, azınlık kimliği, cins kimliği, cemaat kimliği gibi mikro kimlikler daha büyük bir ilgi çekmektedir. ?
4. Baykan Sezer, toplum olaylarının tarihsel bir zemin üzerinde gerçekleşen olaylar olduğunu, bu nedenle sosyoloji açıklamalarının soyutlama düzeyinde kalamayacağını ve tarihsel bakış açısından bağımsız düşünülemeyeceğini savunmuştur. Sosyoloji ile tarih disiplinleri arasında yakınlaşmaya büyük değer atfetmesinin nedenibudur. Ayrıca Baykan Sezer, tarihte toplumlar arasındaki ilişkilerin önemine dikkat çekmiştir. Ona göre hiçbir toplum salt kendi iç ilişkileri ve dinamikleri içinde kavranamaz. Tarihte toplumlar sürekli olarak karşılıklı ilişkiler içinde olmuşlardır. Bu ilişkiler toplumlar arasında bir çatışma dinamiğini barındırmaktadır. ?
********************************************************************************
BÖLÜM 8: TÜRK SOSYOLOJİSİNİN TEMEL NİTELİKLERİ VE GENEL EĞİLİMİ
Özet
Türk sosyolojisinin ana sorun ve yönelişlerini tarihsel bir bakışla ve Türkiye’nin toplumlar arası ilişkiler içinde üstlendiği yer ve rol çerçevesinde değerlendirebilmek.

Türkiye’de sosyolojinin gelişimi sürecinde birtakım kesinti ve kopukluklar yanında süreklilikler de bulunmaktadır. Türk sosyolojisinde değişmeyen, süreklilik gösteren bir özellik, getirilen açıklamaların Batılılaşma çabası doğrultusunda ve bu çabayı doğrulayıcı nitelikte olmasıdır. Dolayısıyla sosyoloji, Türkiye’nin Batı’ya yönelişi sürecinde meydana gelen değişikliklere bağlı olarak biçimlenmesini sürdürmüştür. Başka deyişle Türk sosyolojisinin yüz yıllık serüvenini Türkiye’nin Batı ile ilişkilere bağlı olarak gelişen siyasal tarihine ve dönüşümlerine paralel olarak değerlendirmek mümkündür. Bu nedenle sosyolojimizde belirli dönemlendirmeler karşımıza çıkmaktadır.

Sosyolojinin Türkiye’deki gelişim süreci ve özelliklerini özetleyebilmek.

Sosyolojinin Türkiye’ye girişi Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine rastlar. İlk sosyologlarımızın öncelikli sorunu devletin çöküşünü önleyecek hal çarelerini araştırmak olmuştur. Bu nedenle sosyologlarımız birtakım siyasal akımlarla ve partilerle ilişki içinde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu durum Cumhuriyet döneminde de sürmüştür. Sosyoloji ile siyaset arasındaki bağ günümüzde de kopmuş değildir. Türk sosyologları, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerindeki dengelere ve siyasal konjonktüre bağlı olarak farklı siyasal tercihler içine girmişlerdir. Bu nedenle Batıcılık, Türkçülük, İslamcılık, sosyalizm, laiklik, liberalizm gibi siyasal akımlar sosyoloji açıklamaları içinde yer bulmuştur. Günümüzde bu siyasal yönelişler son bulmuş değildir ancak üslup ve yorumlarda belirgin bir değişim göze çarpmaktadır. Temel yöneliş olarak Batıcılık; postmodern akımların, neo-liberalizmin ve küreselleşmenin söylemini yeniden-üreterek sosyolojimiz üzerindeki egemenliğini sürdürmektedir.

Türkiye’de sosyolojinin yüz yıllık gelişim serüveninde görülen ana akımların yanında, bu ana akımların dışında ayrıksı bir çizgi oluşturan ve Türk sosyolojisinin yerli damarını temsil eden Baykan Sezer düşüncesinin özelliklerini özetleyebilmek.

Baykan Sezer Türkiye’de sosyolojinin yörüngesini değiştiren kişidir. Batı-merkezli toplum teorileri arasında uygun seçimi yapmak üzere sürekli arayışlarla kendini tüketmemiş, bütün mesaisini yerli bir sosyoloji anlayışını oluşturma yolunda harcamıştır. Onun sosyoloji anlayışı, dünya tarihinin ve Türk toplum tarihinin deneyim ve birikimlerini inkâra yönelmeyen, bu deneyim ve birikimden yararlanma yolunu seçen bir anlayıştır. Baykan Sezer’in kırk yılı aşan yoğun çabası sonunda bugün ana hatları ile sorunları, konuları, yerli referans ve dayanakları ile belirginleşmiş bir Türk sosyolojisinden söz edilebilir.

Sosyolojimizin açmazları, yetersizlikleri ve dönüşümlerinin yanı sıra toplam birikimi ve özgürleştirici olanakları hakkında eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirebilmek.

Türkiye’de sosyoloji yüz yıllık bir birikime sahiptir. Bu birikim Türkiye’nin Batı ile ilişkilerine ve Batılılaşma/modernleşme pratiklerine paralel bir gelişme göstermiştir. Dolayısıyla sosyolojimiz Batılılaşma girişimlerinin açmaz ve yetersizliklerini de bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde görülen zaaflara yönelik birtakım eleştiriler geçmişte çeşitli sosyologlarımız tarafından da dile getirilmiştir. Ancak son dönemde gerek Türk sosyolojisini gerekse iki yüz yıllık Batılılaşma girişimlerimizi köklü bir biçimde ele alıp sorgulayan bir yaklaşım Baykan Sezer’den gelmiştir. Sosyolojimizin özgürleştirici olanakları bu toplam birikimde yatmaktadır.

Kendimizi Sınayalım
1.Aşağıdakilerden hangisi Türk ulusçuluğunun mimarlarından biri değildir?

A. Ziya Gökalp

B. Prens Sabahattin

C. Tekinalp (Moiz Kohen)

D. Yusuf Akçura

E. Ahmet Ağaoğlu

2.Aşağıdaki isim ve eser eşleştirmelerinden hangisi doğrudur?

A. Hilmi Ziya Ülken – Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?

B. Cahit Tanyol – Dinin Türk Toplumuna Etkileri

C. Ziya Gökalp -İlm-i İçtimai Dini

D. Muzaffer Sencer – Laik Ahlaka Giriş

E. Prens Sabahattin – Dini Sosyoloji

3.Türkiye’de sosyolojinin temel nitelikleri ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

A. Prens Sabahattin’in sosyolojik görüşlerinin temel noktasında “adem-i merkeziyet” ilkesi savunulmuştur.

B. Ziya Gökalp Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? adlı eserinde ülkenin sorunları için çözüm yolları önermiştir.

C. Türkiye’de sosyolojinin hazırlık dönemini, Cumhuriyet’le birlikte başlayan yeni rejime ideolojik dayanak arama çabaları oluşturur.

D. Toplum biçimleri ile ilgili Batı dayanaklı açıklamalar günümüzde de tartışılmaz doğrulukta kabul edilmektedir.

E. Prens Sabahattin’in görüşleri Cumhuriyet’in kuruluşunda terk edilmiş ve devletin gündeminden çıkmıştır.

4.Prens Sabahattin’in görüşlerinin Türkiye’de önem kazanmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden hangisi olabilir?

A. Devletin ekonomik ve siyasi yapıda merkeziyetçiliğinin önem kazanması

B. Sosyolojide yerli görüşlerin ve bu görüşleri savunanların ağırlığının artması

C. Batı’da Prens Sabahattinci görüşlerin yeniden taraftar bulması

D. Türkiye’nin Demir Perde ülkeleri arasında yer alması

E. Liberal politikaların devlet yöneticileri tarafından uygulanmaya başlaması

5.I. Ziya Gökalp; Yusuf Akçura’nın Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık fikirlerinden Osmanlıcılık bölümüne karşı çıkmıştır.

II. Yusuf Akçura, Osmanlıcılık fikri ile geleneksel değerlere sahip çıkmış, Anadolu İslamı’nı yücelterek Türk-İslam sentezinin önünü açmıştır.

III. Ziya Gökalp Cumhuriyet ile birlikte kendi görüşlerinde İslamcılıktan da vazgeçerek Türkçülük üzerine yoğunlaşmıştır.

Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın Türkçülük anlayışları ile ilgili yukarıdaki ifadelerden hangileri söylenemez?

A. Yalnız I

B. Yalnız II

C. I ve II

D. I ve III

E. I, II ve III

6.Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden başlayan ve Cumhuriyet’le birlikte devam eden Batılılaşma eğilimi ile birlikte sosyolojinin de başlangıcından beri temel konusu ve eğilimi Batıcılık olmuştur. Buna göre sosyolojimizde;

I. Türkçülük, İslamcılık, liberalizm, sosyalizm gibi akımların ortaya çıkması

II. Batı eksenli toplum ve tarih anlayışı çerçevesinde görüşler ortaya atılması

III. Sosyolojinin terk edilerek Batı dışı açıklamaları esas alan başka bilimlere yönelinmesi

durumlarından hangilerinin genel eğilim olarak ortaya çıktığı söylenebilir?

A. Yalnız I

B. Yalnız II

C. Yalnız III

D. I ve II

E. I ve III

7.Sosyolojimizde Türkçülük anlayışı Turancılık çizgisinden Anadolu Türklüğü temasına yönelmiştir. Bunda İttihatçıların yönetimdeki başarısızlığı dolayısıyla imparatorluğun parçalanmasının etkisi büyüktür. Ayrıca Ziya Gökalp’in Malta’ya sürgünü ile Almanya yanlısı Türkçü-Turancı görüş kesintiye uğramış ve Anadolu Türklüğünü merkeze alan bir Türkçülük gelişmiştir. Cumhuriyet sonrasında da Ziya Gökalp bu anlayışı sahiplenmiş ve kaleme aldığı Türkçülüğün Esasları adlı eserde bunun ideolojik altyapısını oluşturmuştur. Artık Turan hedefine bağlı bir Türklük değil, ulus-devlet temeline dayalı bir Türklük anlayışı egemen olacaktır.

Yukarıdaki metne göre, Türkiye’de sosyolojinin genel yapısı ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A. Sosyolojik açıklamalar zaman içinde değişkenlik gösterebilir.

B. Bazı görüşler ancak belli isimlerle varlığını sürdürebilmektedir.

C. Ziya Gökalp, yeni rejimin düşünsel temellerinden birini oluşturmaktadır.

D. Ziya Gökalp’in görüşleri imparatorluğun çöküşüne yol açmıştır.

E. Bilim toplumsal koşullardan etkilenir ve aynı zamanda onu etkiler.

8.Türk düşüncesinde Batı’dan aktarılan çeşitli siyasi akımlar her zaman genel bir kabulle karşılanmamış, zaman zaman belli tepkiler de gösterilmiştir. Bu akımlara karşı ilk tepkiler İslamcı akım tarafından geliştirilmiştir.

İslamcı akımın genel karakteristik özelliği düşünüldüğünde bu tepkinin temel sebebi aşağıdakilerden hangisidir?

A. Bu akımların laiklik ve pozitivizmle ilişkili olması

B. Gelen akımların toplum bünyesine uymaması

C. İslamcı düşünürlerin bu akımları anlayamaması

D. İslamcılığın zaten hâkim görüş olması

E. Devletin bu akımlara karşı mesafeli olması

9.Sosyalizm, Türk düşüncesinde zaman zaman önemsenmeyen zaman zaman da öne çıkan bir görüştür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında sosyalist akım, belli belirsiz bir şekilde Türk siyasetinde yer alırken sonraki dönemlerde belli koşullara bağlı olarak tartışma konusu olacaktır.

Sosyalizmin bu anlamda Türk düşünce ve siyasal hayatında ele alınmasında aşağıdakilerden hangisinin payı yoktur?

A. Devlet’in Milli Mücadele yıllarında Rusya ile işbirliğini güçlendirme çabaları

B. Sosyalist düşüncenin Türkiye’de geniş halk kitlelerinde taraftar bulması

C. Sosyalist akımın da Batı’dan aktarma bir düşünce biçimi olması

D. Sosyalist düşünceye inanmış bilim adamlarının çalışmaları

E. Toplum yapımızın sosyalist şema ile açıklanmaya çalışılması

10.Aşağıdaki ifadelerden hangisi Baykan Sezer düşüncesinin günümüzde önem ve ağırlık kazanmasının nedenini açıklamaktan uzaktır?

A. Mevcut sosyolojik açıklamaların toplum yapımızı açıklamakta yetersiz olması

B. Dönem koşullarının Baykan Sezerci bir bakış açısını gerekli kılması

C. Türk sosyolojisinde sorulan sorulara Baykan Sezer’in farklı cevaplar vermesi

D. Baykan Sezer’in görüşlerinin tutarlığı ve gelişmeleri açıklamadaki geçerliği

E. Sezer’in görüşlerinin Batı ile işbirliğinde temel dayanak ve açıklayıcı unsur olması

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1 – B*2 – C*3 – A*4 – E*5 – B*6 – D*7 – D*8 – A*9 – B*10 – E
*********************************************************************************
Türkiye’de Marksizm kaynaklı en verimli tartışmalar 1960’lı yıllarda yürütülmüştür. Ancak Marksizm, diğer birçok Batılı “izm” gibi Batı dışı toplumları modernleştirmenin bir yolu, aracı olarak yorumlanmış ve Batı Marksizmi tartışmaları herhangi bir farklı yoruma tabi tutulmadan ülkemize aktarılmıştır. Bu çerçevede getirilen öneriler, Batı gelişme çizgisinin mutlaklaştırılmasını ve Türk toplumunun kendi geçmiş mirasının küçümsenmesini beraberinde getirmiştir. 1960’lardaki bu yöndeki tartışmalardan günümüze verimli ve yararlanılabilecek hiçbir şey kalmamıştır. Bütün bu tartışmalar 1980’lerden itibaren zayıflamış, 1990’larda ise silinip gitmiştir. Sosyalizm düşüncesini savunmakla birlikte Batı sosyalizmine mesafeyle yaklaşan ve bu akıma yerli bir yorum getirme çabası içinde olan tek düşünürümüz Kemal Tahir’dir. Onun düşünceleri ise hâlâ yaşamaktadır.

1. Sosyoloji toplumların kendileri ve diğer toplumlar hakkında bilinçlenmelerinin en geçerli araçlarından biridir. Sosyoloji Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde farklı düşünce geleneklerinden beslenerek gelişme göstermiştir. Fransız, Alman ve İngiliz sosyoloji gelenekleri arasında belirli farklılıklar bulunmaktadır. Ancak bu farklılıklar genel anlamda bir Batı sosyolojisinden söz edilmesine ve belirli ortak uygarlık değerlerinin sosyoloji tarafından içerilmesine izin vermektedir. Buna karşılık Türkiye’de sosyoloji kendi kültür/uygarlık değerlerine ve birikimine dayanmadığı gibi, büyük ölçüde Batı sosyolojisinin aktarılmasına yönelmiştir. Türk toplumunun tarihi birikiminin, konumunun ve çıkarlarının Batı toplumlarınınkinden farklı olmasına rağmen Türkiye’de sosyolojinin toplum sorunlarına çözümü Batı sosyolojisinde araması doğru değildir. Bu nedenle Türkiye’de kendi kültür ve uygarlık değerlerine dayanmaktan sakınmayan, özgün bir Türk sosyolojisi geliştirme gerekliği vardır. ?
2. Türkiye’de siyasi gelişmelerin temelinde Batı’ya yöneliş ve Batıcılaşma tercihleri yatmaktadır. Kökleri iki yüz yıl öncesine kadar geri giden Batı seçimine rağmen Türk toplumunun Batı kimliğini alması söz konusu değildir. Bunun ötesinde, toplumun beklenti ve çıkarlarına uygun çözümler üretmek de mümkün olmamıştır. Tam tersine Batılılaşma yönündeki bütün atılımlar toplumun yeni sorunlarının kaynağı haline gelmiştir. Sonuçta, Türk toplumu iki yüz yıldır bir bocalama durumunu yaşamaktadır. Bu durumun doğurduğu zihinsel bunalımın belirtilerini Türk romanında, Türk sinemasında izlemek mümkündür. ?
3. Osmanlı sonrası yeni Türkiye devleti daha kuruluşu sırasında laiklik ilkesini benimsemiş ve rejimin temel, değişmez bir unsuru halinde muhafaza etmiştir. Türk toplum tarihinin hiçbir döneminde laiklik ilkesine aykırı uygulamalar görülmemiştir. Din adamlarının devleti yönetmesi veya devlet işlerine karışmaları söz konusu değildir. Bu durumda laiklik ilkesinin asıl amacının ne olduğu soru konusudur. Asıl amaç Batılılaşmaktır. Bu nedenle, birçok kurum, düşünce ve değerin olduğu gibi laiklik ilkesinin de Batı’dan alınması yoluna gidilmiştir. Ancak son yıllarda Türkiye’nin geçmişteki Batılılaşma çabalarına ve yöntemine ilişkin birtakım eleştiriler getirilmeye başlanmıştır. Bunların başında da laiklik ilkesi ve uygulamaları gelmektedir. Küreselleşme ve postmodernizm tartışmalarıyla Türkiye gibi ülkelerin uluslaşma, laiklik gibi modern ilkeleri sorgulanırken, laiklik karşıtı, dinsel, mezhepsel ve etnik farklılıklar kışkırtılmaktadır. ?
4. Türkiye’de Marksizm kaynaklı en verimli tartışmalar 1960’lı yıllarda yürütülmüştür. Ancak Marksizm, diğer birçok Batılı “izm” gibi Batı dışı toplumları modernleştirmenin bir yolu, aracı olarak yorumlanmış ve Batı Marksizmi tartışmaları herhangi bir farklı yoruma tabi tutulmadan ülkemize aktarılmıştır. Bu çerçevede getirilen öneriler, Batı gelişme çizgisinin mutlaklaştırılmasını ve Türk toplumunun kendi geçmiş mirasının küçümsenmesini beraberinde getirmiştir. 1960’lardaki bu yöndeki tartışmalardan günümüze verimli ve yararlanılabilecek hiçbir şey kalmamıştır. Bütün bu tartışmalar 1980’lerden itibaren zayıflamış, 1990’larda ise silinip gitmiştir. Sosyalizm düşüncesini savunmakla birlikte Batı sosyalizmine mesafeyle yaklaşan ve bu akıma yerli bir yorum getirme çabası içinde olan tek düşünürümüz Kemal Tahir’dir. Onun düşünceleri ise hâlâ yaşamaktadır. ?
5. Öncelikle, her iki düşünürümüz de Türk toplum tarihinin sorunları üzerine derinlemesine kafa yormuşlar, dünya tarihine toplumlar arası ilişkilerin yön verdiği görüşünü benimsemişlerdir. Osmanlılık ve Türk tarihi konusunda geliştirdikleri düşünceler arasında büyük paralellikler vardır. Osmanlı’nın, dünya tarihinin oldukça önemli bir kesitinde, Doğu-Batı ilişkilerini yönlendiren bir dünya devleti olduğunu, XIX. yüzyıla kadar Batı yayılmacılığının önündeki tek engel olarak Osmanlı dünya siyasetinin durduğunu savunmuşlardır. ?
*********************************************************************************

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir