AÖF İlahiyat bölümü islam kurumları ve medeniyeti tüm ünite özetleri

Cevapla
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:38

GİRİŞ
1. Toplumun tarifi kısaca nasıl yapılabilir?
Cevap: 1. Toplum, insan davranışlarını hem hürriyete kavuşturan hem de sınırlandıran, öte yandan gruplaşmalara ve bölünmelere yol açan değişken bir sosyal örgütler ve ilişkiler ağı şeklinde tanımlanabilir.
2. Toplumsal ilişkiler bağlamında fiziki ilişki nedir örneklendiriniz?
Cevap: Varlıkların birbiriyle haberleşmeden ve varlıklarının bilincine ermeden kurdukları ilişkiler fizikî ilişkidir. Bir bilgisayarla masa arasında, dünya ile güneş arasında, ateşle duman arasında, iki kimyasal unsur arasındaki ilişkiler böyledir.
3. Toplumsal ilişkiler bağlamında sosyal ilişki nedir açıklayınız?
Cevap: Eşyanın karşılıklı haberciliği temeline dayanan ilişkiye sosyal ilişki denir. Toplum, sosyal varlıkların, birbirinin varlığını tanımalarıyla ortaya çıkmış usullerle karşılıklı davranışlarda bulundukları yerde vardır.
4. Sosyal ilişkiler açısından kurum(müessese) kavramı nedir?
Cevap: İnsanlar, birlikleri meydana getirdikleri zaman genel faaliyetlerin çabuk yerine getirilmesi ve üyelerin birbiriyle olan ilişkilerinin düzene konulması için usuller ve davranış kuralları meydana getirmek zorundadırlar. Bu usul ve davranış kurallarına kurum (müessese) denir. Başka bir anlatımla, bir menfaat birliğini meydana getiren fertlerin, bu birliği yürütebilmek, fonksiyonlarını yerine getirebilmek üzere kurdukları veya kurulmuş olarak buldukları usullere kurum (müessese) denir.
5. Sosyal ilişkilerde birim ve kurum tanımları arasındaki fark nedir açıklayınız?
Cevap: Eğer bir şeyi organize olmuş bir grup olarak dikkate alıyorsak o şey bir birlik, bir muamele şekli olarak ele alıyorsak o takdirde bir kurumdur. Birlik üyeliğe, kurum ise hizmet usul ve araçlarına delâlet eder. Bu durumda bir okul, öğretmenler ve öğrenciler grubu olarak düşünüldüğünde bir birlik, bir eğitim ve öğretim sistemi olarak ele alındığında bir kurumdur. Kurumlar insan faaliyetlerinin ürünleri oldukları halde genellikle insanlara hâkim olurlar.



KÜLTÜR VE MEDENİYET NE DEMEKTİR?
6. Taylor’a göre kültürün tanımını yapınız ve açıklayınız?
Cevap: Kültür bilgiyi, imanı, sanatı, ahlâkı, hukuku, örf ve âdetleri ve insanın toplumun bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün maharet ve alışkanlıkları ifade eden karmaşık bir bütündür.
7. Ziya Gökalp’e göre kültürün tanımını yapınız?
Cevap: Ziya Gökalp’e göre kültür, bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî, aklî, bediî, lisanî, iktisadî, fennî hayatlarının aklî bir bütünüdür. Böylece Gökalp, belirli bir topluma ait sosyal davranışların kültürü meydana getirdiğini ifade etmekte, kültürde millî özellikler görmekte ve bu sebeple genellikle millî kültür tabirini kullanmaktadır.
8. Bilim adamlarına göre Kültür ve Medeniyet nasıl tanımlanmaktadır?
Cevap: Bazı bilim adamları kültürün manevî unsurlarını kültür, maddî ve teknik unsurlarını medeniyet olarak değerlendirmişlerdir. Bir kısım ilim adamları da; medeniyet, milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen kültür unsurlarıdır, tanımını yapmışlardır.
9. Batı medeniyetine bağlı milletlerde kültür ve medeniyet anlayışı nasıl görülmektedir?
Cevap: Batı medeniyetine bağlı milletlerden her biri ayrı bir kültür topluluğudur. Bilimde benzer anlayış içinde olmalarına, tekniği üretme ve kullanmada birbirlerine yakın yollar izlemelerine rağmen dilleri, gelenek ve görenekleri, ahlâk anlayışları, edebiyatları, masalları, destanları, güzel sanatları, folkloru ve hatta giyinişleri aynı değildir. Hepsi Hıristiyan oldukları halde din karşısındaki tutumları da farklı olabilmektedir.
10. İslam medeniyetine bağlı milletlerde kültür ve medeniyet nasıl görülmektedir?
Cevap: İslâmiyet de çok geniş bir alana yayılmış ve değişik milletler bu dini benimsemişlerdir. Müslüman olup İslâm medeniyeti havzasında yer alan milletlerin ortak İslâm medeniyetinden ayrı millî kültürleri vardır. Bu husus sanatta, örf ve âdetlerde, giyimde özellikle kendisini gösterir. Hindistan’da yapılan bir mimari eser, meselâ bir cami ile Anadolu veya Fas’ta yapılan bir cami farklı mimarî özellikler taşır.
KÜLTÜR VE MEDENİYET ARASINDAKİ
FARKLAR
11. Ziya Gökalp’e göre kültür ve medeniyet arasındaki başlıca farklar nelerdir?
Cevap: Ziya Gökalp’e göre kültür milli, medeniyet ise milletlerarasıdır. Mesela, batı medeniyetini temsil eden milletler ortak bir medeniyeti benimsedikleri halde dikkat edilirse aynı medeniyetin içinde İngiliz, Fransız, Alman, Amerikan hatta Rus kültüründen söz edilebilmektedir.

12. Ziya Gökalp’e göre amaç ve araç arasında kültür ve medeniyet arasındaki farkı açıklayınız?
Cevap: Medeniyet, insanın fayda elde etmek düşüncesiyle bir amaca erişmek için kullandığı araçların tümünü ifade eder. Kültürler ise kendi başlarına amaç olan şeylerdir. Bu bakımdan bir spor faaliyeti kültürü, spor salon veya aletleri medeniyeti; okumak ve bilgi edinmek kültürü, bunu sağlamak için üretilen kâğıt, kalem, matbaa vb. medeniyeti ifade eder.
13. Toplumsal olaylar nasıl gelişir?
Cevap: Toplumsal olaylar sebep-sonuç ilişkisi içinde gelişir. Bu olayların öznesi insandır. Araştırmalar göstermiştir ki tarihte ne kadar geriye gidilirse gidilsin temel insan davranış ve eğilimlerinde çok büyük farklılıklar görülmemektedir. Bu nedenle yeryüzünde geçmişte yaşamış, bugün yaşamakta olan değişik insan topluluklarının ortaya çıkardıkları kültür ve medeniyet unsurlarında benzerlikler ve ortak yönler bulmak her zaman mümkündür. İnsanın bulunduğu her yerde mutlaka kültür ve medeniyet izlerine rastlanır. Bu, birlikte yaşamanın ve ortak amaçlara yönelmenin doğal sonucudur.

KÜLTÜR UNSURLARI

14. Bir kültürün meydana gelmesindeki temel ihtiyaçlar nedir?
Cevap: Bir kültürün meydana gelmesi ve gelişmesi, insanın, biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama isteğine bağlıdır. Bu ilk ve temel ihtiyaçlar kültürün meydana gelmesine sebep olur. Bu üç tür ihtiyacın tatmininde rol oynayan her vasıtaya kültür unsuru denir. Bunların meydana getirdikleri birleşimlere de kültür faaliyetleri denmektedir.
15. Maddi kültür unsurlarının toplumsal hayattaki yeri neresidir örneklendiriniz?
Cevap: Maddî kültür, insan eliyle yapılan alet, eserler ve el emeği yeteneğinin hammaddeyi işlemesiyle oluşur. Maddî kültür teknik ve fizikî değerleri içine alır, ancak doğal olanları değil, insan eliyle yapılmış olanları kapsar. Maddî kültür unsurları arasında dikkat çeken en önemli şey teknolojidir. Teknoloji, bilginin pratik amaçla organize edilmesi veya daha değişik bir anlatımla, bilginin pratiğe aktarılmasıdır. Değişim, gelişim ve süreklilik teknolojinin en önemli özelliğidir.
16. Manevi kültür unsurları nelerdir ve bu kültür unsurlarının insan ve kültür için önemini açıklayınız?
Cevap: İnsanın sosyal ve psikolojik ihtiyaçları, kültürün manevî unsurları ile karşılanır. Bir kültürün özünü ve temelini bunlar oluşturur. Bir milletin hayat telâkkisi; siyasî, hukukî, iktisadî, ahlâkî, estetik vb. anlayışları ve müesseseleri onun manevî kültürü içinde yer alır.
17. Dilin manevi kültür unsuru olarak rolü ve önemini açıklayınız?
Cevap: Manevî kültür unsurlarının en önemlisi dildir. Her dil, anlamı olan kelimelerden oluşur. Anlam ise maddî olmayıp zihnî ve fikrî bir ürün, yani manevî bir değerdir. Dil, kültürlerin gelişmesine ve yeni kuşaklara geçmesine, toplumların sürekliliğine ve sosyal grupların etkili bir şekilde fonksiyonda bulunma ve kontrol edilmelerine imkân verir. Bir konuşma aracı olan dilin en açık özelliği sosyal mahiyette oluşudur. Zira insanlar düşünce, duygu ve amaçlarını başkalarına temelde konuşma ve dil yoluyla iletirler. Şu halde her kültürün en önemli parçası olan dil, bütün bir kültür özünün anahtarıdır.
18. Medeniyete karakter kazandıran kültür hangi alanlarda öne çıkar?
Cevap: Bazı medeniyetler kültürün maddî kısımlarında, özellikle teknikte öne çıkmıştır. Diğer bir kısmı da insanî ilişkileri düzenlemede, sosyal teşkilâtta, yönetim ve siyasette varlık göstermişlerdir. Bazı medeniyetlerin ise ilimde, felsefede, bilhassa sanatta büyük bir kabiliyet, başarı, üstün bir maharet, ince ve işlenmiş bir zevk gösterdiklerini tespit etmek mümkündür. İşte bu farklılaşmaya bazı kültür unsurlarının diğerlerine göre daha çok önem kazanmaları ve ön plâna çıkmaları sebep olmaktadır. Meselâ, Batı medeniyetinde tekniğin, eski Yunan medeniyetinde sanat ve felsefenin fazla gelişmiş olmasına, birinde maddî kültür unsurlarına, diğerinde de özellikle estetik değerlere daha çok yer ve önem verilmesi büyük ölçüde etki etmiştir. İslâm medeniyetinde ise tevhid inancı ve ahlâkî değerlere yapılan vurgu ona kendi karakterini kazandırmıştır.

KÜLTÜRÜN ÖZELLİKLERİ
19. Kültür öğrenilmiş davranışlar topluluğu olarak nasıl bir özellik gösterir?
Cevap: Sosyal mirasın tümü olarak değerlendirilebilecek olan kültür, içgüdüsel ve biyolojik kalıtım sonucu kazanılmış bir değer olmayıp her ferdin doğumundan sonraki hayatı içinde kazandığı alışkanlıklardır, yani davranış ve tepki eğilimleridir.
20. Kültürü tarihi ve sürekliliği bakımından ele alarak açıklayınız?
Cevap: Bütün hayvanlar öğrenme kabiliyetine sahiptirler. Fakat canlılar arasında yalnız insan, edindiği alışkanlıkları ve elde ettiği bilgileri yavrusuna öğretebilen bir varlıktır ve bunu diliyle yapabilmektedir. Her toplumda kültür muhtevası eğitim yoluyla kuşaktan kuşağa geçer. Bu durum kültür muhtevasının nesiller boyu akıp gitmesi demektir. Böylece kültür hem bir geçmiş hem bir gelecek kazanmış olur.
21. Kültür toplumsal olarak neden önemlidir?
Cevap: Bir grubun üyeleri tarafından paylaşılan alışkanlıklar, kabul edilen davranış, tutum ve değerler o grubun kültürüdür. Bu da kültürün toplumsal bir ürün olduğu ve ancak toplumun bulunduğu yerde kültürden söz edilebileceğini, zira toplum üyelerinin paylaşmış olduğu değer ve inanç sistemlerinin kültürü meydana getirdiğini gösterir. Şu halde toplumun olmadığı yerde kültür olmaz.
22. İnsanın temel ihtiyaçları açısından önemi nedir?
Cevap: İnsanın temel ihtiyaçlarını gidermesi kültürü doğurur. Fakat bir ihtiyaç giderilince yeni bir ihtiyaç doğar. Kültür işte bu yeni ihtiyaçları karşılama özelliğine sahiptir.
23. Büyük İslam düşünürü İbn Haldun insan ihtiyaçlarını nasıl sınıflandırmıştır açıklayınız?
Cevap: Büyük İslâm düşünürü İbn Haldun, ihtiyaçları zarurî/tabiî, hâcî ve kemâlî/tahsinî olmak üzere üçe ayırır. Ona göre ihtiyaçların bu sıralama doğrultusunda (yani çok, orta ve az derecede) giderilmesi kültür ve medeniyetin doğuşunu hazırlayan ana mekanizmadır. Sadece zarurî (doğal) ihtiyaçlarını karşılayan bir toplumda ne ilim ne sanat olur. İlimler ve sanatlar, son iki merhale içinde gelişme imkânı bulur ve medeniyet böylece ortaya çıkar.
24. Kültürün sürekli değişme göstermesi nedendir?
Cevap: Kültür bir kuşaktan diğerine aktarılırken bazı değişikliklere uğrar. Bu değişiklikler, özellikle âdetler, inançlar ve uygulamalarda çok yavaş olur. Kültürdeki bu değişme ya zaman içinde doğal şartlara uyum sağlama veya yayılma yoluyla başka kültürlerden etkilenme veya fertlerin yeni ihtiyaçlarını karşılama mecburiyetinden vb. kaynaklanır.
MEDENİYETİN DOĞUŞUNA ETKİ EDEN
FAKTÖRLER
25. Medeniyetlerin doğuşundaki temel faktör nedir açıklayınız?
Cevap: Bir medeniyetin doğuşunda ve yayılışında temel unsur insandır. İnsanın bulunmadığı yerde kültür ve medeniyetten söz edilemez. İnsan, belli bir coğrafî çevrede yaşayan ve her an tabiî ve sosyal etkilere açık olan bir varlıktır. Bundan dolayı bir medeniyetin doğuşunda insan, toplum ve coğrafî çevrenin rolü görülür.
26. Kültürlerin gelişmesinde topumun etkisi nedir?
Cevap: Bazı bilim adamları toplumu canlı bir organizmaya benzetirler. Sosyal ve kültürel olayların açıklanmasında toplumu temel unsur olarak ele alırlar. Kültür unsurları toplumun ortak değerleridir. Fertlerin ortaya koyduğu kültürel belirtilerin toplum tarafından kabul edilmesi gerekir. Bu sebeple kültürlerin gelişmesinde toplumun etkisi kesin olarak kabul edilir. Bütün sosyal faaliyetler toplum dediğimiz bütünün içinde ortaya çıkar. Toplum olmadan, meselâ, ekonomik ve kültürel faaliyetlerin varlığı düşünülemez. Bir milletin hemen bütün fertlerinin fikrî ve manevî yapılarını meydana getiren millî düşünceden söz edilemez. Bütün bunlar bir kültür veya medeniyetin doğuşunda toplumun ne denli etkili olduğunu gösterir.
27. Kültürlerin gelişimini coğrafi çevre nasıl etkiler açıklayınız?
Cevap: İbn Haldun, göçebe ve yerleşik halk kültürlerini, büyük çapta coğrafyanın eseri olarak görür. Montesqiueu de coğrafyanın kültürler üzerinde büyük role sahip olduğuna inanır. Gerçekten de dikkatli bir araştırma ile coğrafyanın insan hayatındaki yerini ve önemini bütün açıklığıyla ortaya koymak mümkündür. Özellikle geri kalmış toplumlarda bu etki çok açık bir şekilde görülmektedir. Yerleşim alanlarının, iklim ve doğal imkânların kültürün gelişmesine, teknolojik ve ekonomik ilerlemeye olan etkisini görmemezlikten gelemeyiz.

28. Coğrafi çevrenin insan üzerine etkisi nasıl olur?
Cevap: Coğrafî çevrenin insan üzerinde “doğrudan” ve “dolaylı” etkileri vardır. Bu etki kültür ve medeniyetlerin doğması ve gelişmesini sağladığı gibi onlara değişik özellikler de kazandırır. Coğrafî çevrenin işte bu etkisiyle; nehir tipi, yayla tipi, takımadalar tipi, bataklık tipi veya kara tipi medeniyetler ortaya çıkmıştır.

MEDENİYETLERİN DOĞUŞUNA İLİŞKİN
TEORİLER

29. Gelişme teorisini, medeniyetlerin doğuşu bakımından açıklayınız?
Cevap: Gelişme teorisi, evrimci bir yaklaşımla oluşturulmuştur. Biyolojik evrimin kültüre uygulanmasını ifade eder. Bu teoriye göre medeniyet, vahşet devirlerinden günümüze kadar sürekli bir ilerleme gösteren insan kültürünün eseridir. Bu ilerleme ya tek bir istikamet izlemiş (doğrusal evrim), ya aynı şartlar altında paralel ilerlemeler görülmüş (paralelci evrim) veya zaman zaman duraklamaların yaşandığı bir ilerleme olmuştur (basamaklı evrim).
30. Gelişme teorisini benimseyenler insan ruhunu nasıl değerlendirirler açıklayınız?
Cevap: Gelişme teorisini benimseyenler insan ruhunun birlik ve aynılığını kabul ederler. Ancak bu durumda dünyanın her yerinde tek ve benzer bir kültür ve medeniyetin olması gerekirdi. Hâlbuki dünyada farklı kültürler, değişik karakterde medeniyetler yaşamıştır.
31. Yayılma teorisini savunanlar insanı nasıl ele alırlar?
Cevap: Bu görüşü benimseyenlere göre insan, yeni bir şey keşif ve icat etmekten çok taklit etmeye eğilimlidir. Medeniyet, belirli bir bölgede, belli bir dönemde ve belli bir toplumda bir kere ortaya çıkınca oradan komşu toplumlara ve giderek dünyaya yayılır. Tıpkı suya atılan bir taşın sebep olduğu halkaların genişleyerek dağılıp yayılması gibi. Bu görüş sahiplerine göre medeniyetin ortaya çıkabilmesi için uygun bir ortama ihtiyaç vardır. Mısır, bunun için gereken bütün imkânlara sahiptir. Öyleyse medeniyet Mısır’dan dünyaya yayılmıştır. Ancak bazı eleştirilerden sonra Mısır yerine veya Mısır’la birlikte Mezopotamya, Hindistan, Anadolu gibi başka medeniyet alanları da kabul edilmişti.
32. Medeniyetin doğuşunu vahye dayandıran görüşü açıklayınız?
Cevap: Bu görüş sahipleri, genel olarak dinin, kültür ve medeniyetin ortaya çıkışında oynadığı role dikkat çekerler. Günlük hayatın herhangi bir safhasında din kadar derin etkiler yapan başka bir sosyal kuruma rastlamak mümkün değildir. Bu, ister ilkel, ister gelişmiş olsun bütün toplumlarda böyledir. Üstelik dinin insan faaliyetlerine etkisi sadece Allah’la kul arasındaki ilişkilere indirgenemez. Aksine bu etki bütün beşerî faaliyetler için söz konusudur.
33. Vahye dayalı kültürün yayılımı nasıl gerçekleşir?
Cevap: Hz. Âdem ve çocuklarının vahye dayalı kültürü, gerek daha sonra gönderilen peygamberlerin tebliğleri, ilk çağların en özlü kültürlerini oluşturmuş ve bu tebliğleri kabul eden insanlar eliyle dünyanın her tarafına taşınmıştır. Şu halde kültür ve medeniyetin doğuşunu dinde aramak gerekir. İlk dinle başlayan ve özünde vahye dayalı unsurlar bulunan kültür, her yeni gelen peygamberin tebliği ile desteklenerek sürekli bir gelişme göstermiş ve dinle birlikte bir yerden başka bir yere, bir toplumdan başka bir topluma yayılma imkânı bulmuştur.


34. Hz Adem’in kendisine yönelik hitabı anlaması ve aktarması nasıl mümkün olmuştur?
Cevap: İslâm Kültürün ve medeniyetin doğuş ve yayılmasını vahye göre açıklayan dinî görüşe göre, Hz. Âdem’in ilk insan ve vahye mazhar ilk peygamber olması, ilk kültürün de vahye dayalı olmasını gerektirmektedir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de Bakara sûresinin 31. ayetinde, “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti” buyuruyor. “Gerçekten Hz. Âdem’in kendisine yönelik hitabı anlayabilmesi, anladıklarını çocuklarına iletebilmesi bir dile sahip olmasıyla mümkündü. Aksi halde ne babalık, ne de peygamberlik görevini yapamazdı. Ve bu durum (dilsizlik) yaradılışın mantığıyla uzlaşmazdı. Sorumluluk altındaki bu insan, belli davranışlar içine girecek ve bunları çocuklarının hayatına geçirecekti. Bu da bilgi ve kültürle mümkündü. Nitekim o, bilgi ve kültüre sahip kılınmıştı.”

İSLÂM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ

35. İslam dininin doğuşunun kültürlere etkisi nasıl olmuştur açıklayınız?

Cevap: İslam dini, VII. yüzyılda yayılmaya başladıktan kısa bir süre sonra Çin’den Fas’a kadar çok geniş bir coğrafyada inananlar buldu. Müslüman olan milletler hızla İslâm inançlarını benimsediler. Tevhit akidesini özümsediler. İslâm ahlâkı onların ferdî hayatlarına ve sosyal ilişkilerine yön vermeye başladı. Bu yeni dinin etkisiyle kültürleri değişikliğe uğradı. Özünde İslâm dininin yer aldığı yeni bir medeniyet dairesi oluştu.



36. Müslüman milletlerin kültürel dönüşümünü açıklayınız?

Cevap: Müslüman milletlerin dinî ve kültürel varlıklarının belirleyici unsurları olan ortak değerler dönüşümde etkili oldu. Böylece kaynağını İslâm’dan alan yeni bir medeniyet doğdu. Günümüzde İslâm coğrafyası dikkate alınacak olursa bölge, ırk, soy, sosyal ve kültürel farklılıklar ne olursa olsun Müslümanlar arasında hâlâ bu ortak değerlerin etkili bir şekilde varlıklarını sürdürdükleri görülür. Her medeniyet gibi İslâm medeniyeti de tarih sahnesine çıkarken kendi dışındaki birikimleri miras olarak aldı. Fakat kısa süre içinde her alanda kendi özgün formlarını üretmeyi de başardı.
37. İslam medeniyeti kavramını tanımlayıp açıklayınız?
Cevap: İslâm medeniyeti, İslâm dinini kabul eden milletlerin el birliği ile meydana getirdikleri ortak bir medeniyetin adıdır. Ancak bu medeniyetin kuruluş ve gelişmesinde Araplar, İranlılar ve Türklerin büyük payları olduğu bir gerçektir. İslâm medeniyetinin günümüz Batı medeniyetine etkileri de unutulmamalıdır. Bodley’in (1546-1613) “Rönesansı İslâmiyet’e borçluyuz” sözü, bu gerçeği dile getirmektedir
38. “İslamiyet’in özü” kavramını açıklayınız?
Cevap: İslâm medeniyetinin özünün İslâm olduğu yahut İslâm’ın esasının tevhid, yani Allah’ın her şeyin tek, mutlak ve üstün yaratıcısı olduğu konusunda hiç şüphe yoktur. Bu temel iki keyfiyet çok açıktır. İslâm medeniyetine mensup veya en azından ona katılmış kişiler bu esaslardan asla şüphe etmemişlerdir.
39. Geleneksel olarak “tevhid” kavramı nedir açıklayınız?
Cevap: Geleneksel olarak ve basitçe ifade etmek gerekirse, tevhid “Allah’tan başka hiçbir ilâhın olmadığına” kanaat getirmek ve şahitlik etmektir. Bu olabildiğince açık, olumsuz cümle, İslâmiyet’in içindeki en büyük ve en zengin mânâları taşır. Bazen, bütün bir kültür, bütün bir medeniyet veya bütün bir tarih bir cümleye sıkıştırılmış yatar. Bu, aynen İslâm’ın Kelime’si, başka bir deyişle Şahadet’i için geçerlidir.
40. Farklı unsurları etkileyen Tevhidin bu etkideki işlevi nasıl oluşur?
Cevap: Medeniyetin özü -burada tevhid- farklı unsurları birbirine bağlarken onları kendi kalıbıyla etkiler. Onları birbirleriyle ahenkli hale getirir ve diğer elemanları karşılıklı olarak destekler. Tabiatlarını değiştirmek zorunda kalmaksızın bu öz, unsurları, medeniyeti kuracak şekle dönüştürür; onlara o medeniyetin parçaları olabilecek yeni karakterlerini verir.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:39

ÜNİTE 2


GİRİŞ

1. Batılı yazarlar İslam medeniyeti hakkındaki eserlerde konuları ele alış tarzları nasıldır?
Cevap: 1. İslâm medeniyeti hakkında yazılmış eserlerde konuların genellikle iki şekilde ele alındığını görürüz. Batılı yazarlar coğrafyaya dayalı bir sınıflandırmayı, Müslüman yazarlar da kronolojiye dayanan bir tasnif tarzını tercih etmişlerdir. Yani biri mekân, diğeri zaman boyutunu esas almıştır.
2. Batılı yazarların İslam medeniyetini ele alırken hangi açıdan yetersiz kalmışlardır?
Cevap: Batılı yazarların yaklaşımlarındaki tarzda İslâm medeniyetinin özünü, ruhunu ve temel amacını ana unsur olarak ele almayı göz ardı etmiştir. İslâm medeniyeti adına bu can yakıcı bir ihmaldir. Çünkü bir medeniyeti doğuran ve yaşatan onun özüdür, ruhudur, amacıdır. Aynı şekilde bir medeniyetin yıkılıp ortadan kalkmasına sebep olan da onun bu aslî değerlerini yitirmesidir.
3. Bilimsel kabuller medeni hayatı nasıl değerlendirir?
Cevap: Bilimsel kabullere göre, medenî hayat milattan önce dört bininci yıllarda şehir hayatı ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bundan önce insan medenî olmayan bir varlık sayılmıştır. Aslında bu yaklaşım, materyalist ve pozitivist bilim adamlarının kendi ideolojik düşüncelerine bir yaratılış ve uygarlık tarihi yaratmak için bilime zorla giydirdikleri ideoloji gömleğidir.
4. İlahi dinler ve kitaplar medeniyeti nasıl değerlendirirler?
Cevap: İlâhî dinlere ve kitaplara göre insan medenî bir varlık olarak yaratılmıştır. Medenî hayat da, aynı zamanda ilk peygamber olan ilk insanla birlikte başlamıştır. Çünkü Allah, insanı yeryüzünün halifesi olarak yaratmış ve onu yeryüzünün sahibi kılmış ve ona yeryüzüne hükümran olma imkân ve yeteneği bahşetmiştir. İnsan, Allah’ın hükümranlığının yeryüzündeki temsilcisidir. Bu temsil görevinin öncelediği hedeflerden biri de hiç şüphesiz medenî hayattır, medeniyettir.
5. İnsanın medeni olması insana ve dine nasıl bir fonksiyon kazandırmıştır?
Cevap: İnsanın medenî olması, yaşadığı hayatı ve dünyayı medenîleştirmesi Allah’ı temsil görevidir. Bunun için ihtiyaç duyduğu her yetenek yaratılış donanımına yerleştirilmiştir. Allah’ın yeryüzünde en iyi temsil edilebildiği coğrafya en medenî coğrafya, Allah’ı en iyi temsil edilebilen toplum da en medenî toplumdur. Bu bağlamda bütün ilâhî dinler bir din olduğu kadar da birer medeniyettir.

6. İslam dininin insanın medenileşmesindeki etkisi nasıl olmuştur?
Cevap: İslâm, insanlığın en büyük medeniyet projesidir. Hz. Peygamber bu projeyi uygulamaya risâlet göreviyle birlikte başlamıştır. Öncelikle zihinleri ve kalpleri medenîleştirmeyi hedeflemiştir. Hicretle beraber Yesrib’in adını Medine’ye çevirmek suretiyle de İslâm’ın medeniyet yürüyüşünü başlatmıştır. Bu yürüyüş yaklaşık bin beş yüz yıldır Uzak Asya’dan Atlas Okyanusu’na, Avrupa’dan Afrika’ya bütün yeryüzünde sayısız ve benzersiz eserler vücuda getirmiştir.
MEDENİYET

7. Medeniyet kelime olarak ne anlama gelmektedir?
Cevap: Arapça bir kelime olan medeniyet, “medîne” sözcüğünden türemiştir. Medine ise, bir yerleşim birimi olan “şehir” anlamındadır ve bir yerde ikamet etmek, yerleşmek anlamına gelen “me-de-ne” kökünden gelmektedir. Kentleşme ile yakın ilgisi vardır (İbn Manzur, 1968). Medenî şehirli, şehre ait, şehre özgü; medeniyet ise şehirlilik, yerleşik hayat, iyi yaşama demektir.
8. Batı dünyası medeniyet kavramını hangi tarihte ortaya atmıştır ve batı dünyasında bu kelime ne anlam ifade etmiştir?
Cevap: İlk olarak 1757 yılında Fransa’da, bundan on yıl sonra da İngiltere’de kullanılmaya başlayan medeniyet, Batı dillerinde şehir ve şehirlilik anlamlarını ifade eden civilisation sözcüğünden türetilmiştir. Civilisation sözcüğü de Latince’de “şehirli” anlamına gelen “civilis” kelimesinden türetilmiştir.
9. Medeniyet terim anlamı yapınız?
Cevap: Medeniyet, terim anlamı itibariyle de bir neslin kendisinden sonraki nesillere miras bıraktığı dinî, siyasî, soyal ve iktisadî kurumlar, faaliyetler, icatlar, teknolojiler gibi maddî unsurların, anlayış, düşünce ve değerler gibi manevî unsurların toplamıdır.
10. Kültür kelimesi hangi dilden türemiştir ve Türkçeye hangi anlamda girmiştir ?
Cevap: En fazla tanımı yapılan kavramların başında gelen kültür sözcüğü, 1900’lere doğru başta Fransızca olmak üzere diğer dillere Almancadan geçmiştir. Kültür, Latince cultura kelimesinden türemiş olup “toprağı işleme” anlamına gelir. Türkçemize, daha sonraları Batı dillerinde kazandığı “yüksek umumi bilgi” anlamıyla girmiştir. Ziya Gökalp, kültür sözcüğünün Latincedeki ifade ettiği anlamdan hareketle kültür yerine aynı anlama gelen Arapça hars sözcüğünü kullanmıştır

11. Kültür kelimesini tanımlayınız?
Cevap: Kültür; “bir topluluğun yaşama tarzı”, “atalardan gelen maddî-mânevî değerler toplamı”, “insanın, tabiatı ve kendini idare etme yolu ile bizzat meydana getirdiği eser”, “bir toplulukta örf ve âdetlerden, davranış tarzlarından, teşkilat ve tesislerden kurulu ahenkli bütün”, “bir milletin bütün hayati tezahürlerinde üslup bütünlüğü”, “yaşanan çevre ile ferd arasında varolan düşüncelerin, zevklerin, alışkanlıkların ortaklığı” vb. şekillerde tanımlanmıştır.

12. Kültür kelimesi muhtevasıyla nasıl tanımlanır?
Cevap: Kültür, belli bir tarihi ve coğrafyayı paylaşan toplumların, tarihî ve toplumsal gelişme süreçlerinde, kendi damgalarını taşıyan yaşayış ve davranış tarzlarıyla, oluşturdukları maddî ve manevi değerler kültür olarak nitelendirilmekte ve bu birikimlerin gelecek kuşaklara aktarımı ve bunda kullanılan araçlar da kültür kavramının muhtevasında yer almaktadır. Buna göre kültür, bir toplumda yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaştıkları şeydir.
13. Kültür deyimiyle ne anlaşılmaktadır ve hangi alanları kapsamaktadır?
Cevap: Kültür; insanın ortaya koyduğu, içinde insan katkısının bulunduğu bütün gerçeklikleri ihtiva etmektedir. Buna göre, kültür deyimiyle, içinde insanın varlığını gördüğümüz her şey anlaşılabilmektedir. Kültür, insanın kendini, kendi evinde duymasını sağlayacak bir dünya ortaya koymasıdır. Bu tanıma göre kültür; teknik, ekonomi, hukuk, estetik, bilim, devlet, yöntem, kısaca insanın meydana getirdiği her şeyi kapsamakta ve bütün maddî ve manevî eser ve ürünlere ad olmaktadır.

14. Umran sözcüğü hangi dilde kullanılmakta ve ne anlama gelmektedir?
Cevap: Arapça’da umrân ve hadâret kelimeleri de medeniyet karşılığında kullanılmıştır. Umrân sözcüğü, “a-me-ra” kökünden türemiş, bir yeri mâmur etmek, bir yerde iskân ve ikâmet etmek, yapı yapmak gibi anlamları taşımaktadır. Bu kökten türeyen “i‘mâr”; bir yeri mâmur kılmak, mâmur bulmak, bayındır hale getirmek, şenlendirmek gibi anlamlara gelmektedir.
15. Felsefeci İbn Haldun umran kelimesine ne anlam yüklemiştir?
Cevap: Tarih felsefesi ve sosyolojinin kurucusu kabul edilen İbn Haldun, umrâna; uygarlık ve sosyal kalkınma, sosyal ilerleme anlamını yüklemiştir. O, umrânı insanların, yeryüzünün yerleşime uygun yerlerinde toplu olarak yaşayıp, bu yerleri imar etmeleri, ihtiyaçlarını karşılama konusunda birbirine yardımcı olarak toplumsal bir hayat yaşamaları anlamında ele almaktadır.
16. Hadaret kelimesi ne anlamda kullanılmaktadır?
Cevap: Modern Arapça’da yaygın olarak kullanılan hadâret sözcüğü de, “ha-dara” kökünden olup, şehirde ikâmet etmek, şehirli olmak, medenî olmak, medeniyet gibi anlamlara gelmektedir. Bedevîliğin ve göçebeliğin zıddını ifade eder.
17. İbn Haldun hadaret kelimesini ne anlamda kullanmıştır?
Cevap: İbn Haldun, bu terimi de daha çok bilim ve sanatın gelişmesi, hayat standartlarının yükselmesi, zevklerin incelmesi ve niteliğinin artması zemininde kullanır.
18. Batılılar Medeniyeti nasıl tasavvur etmişlerdir?
Cevap: Batılı kendi hayat anlayışına, yaşam biçimine ve değerler sistemine medeniyet adını vermiştir. Böylece medeniyetin referansı Batı’nın hayat tarzı, medenî olmanın kriteri de o hayat tarzını benimseme ve yaşama oldu. Bu anlayış on dokuzuncu yüzyılın pek çok düşünürünün temel tercihi olmuştur.

19. Batı dünyası günümüzde nedeniyet kavramını nasıl değerlendirmektedir?
Cevap: Batı dünyası medeniyet kavramının kapsam alanını genişleterek, yüksek teknolojisini, üstün tekniğini, bilimsel bilgisini, güçlü kurumsal yapısını ve kurumlarını, dünya görüşünü ve değerlerini de bu kavramla ifade etmiştir. Bu çerçevedeki geldiği yeri ve elde ettiği gücü, kemal noktası, medeniyet odağı olarak görmüştür. Bunun dışında kalan her anlayışı, her değeri, her dünya görüşünü Batı’nın gerisinde kalan bir tavır olarak benimsemiştir.
20. Batı dünyası medeniyet adına nasıl bir misyon edinmiştir?
Cevap: Batılıların medeniyet anlayışı Batı medeniyeti mensuplarının dünyayı medenîleştirme görev, hak ve yetkileri Batı medeniyetinin belirleyici, kendisinin dışındakileri ötekileştiren ayırıcı anlamlarından biri olmuştur. Nihayet Batı’nın dışında kalan dünyanın sömürgeleştirilmesi böyle bir medenîleştirme gayretinin adı olarak tarihe geçti. Batı medeniyetine mensup devletlerin kendilerince dünyayı medenîleştirme görev, hak ve yetkileri günümüzde de aynı gayretle devam etmektedir.
21. Tanzimat dönemi aydınları medeniyeti nasıl değerlendirmişlerdir?
Cevap: Tanzimat dönemi Osmanlı aydınlarına göre medeniyetçilik, Osmanlı Devleti’ni kurtaracak, onu eski gücüne kavuşturacak ve çağdaşlaştıracak yeni bir ideoloji olarak görülmüştür.
22. Mediyete Politikanın girmesindeki amaç nedir?
Cevap: Medeniyet kavramına giydirilmeye çalışılan bu politik elbise aslında büyük devletlerin, uluslar üstü büyük güçlerin hiçbir değer yargısı tanımayan çıkar mücadelelerine bu kavramı bir meşruiyet silâhı olarak sunma gayretinden başka bir şey olmasa gerekir.

İSLÂM MEDENİYETİNİN DOĞUŞU


23. Medeniyetin doğuşundaki temel faktör neden insan olmuştur?
Cevap: Medeniyetlerin doğuşunda etkili olan birtakım faktörler vardır. Bunların başında insan unsuru gelir. Toplumu ile bilinçli bir iletişime sahip, girişimci, tecrübeli ve üretken, onları yönlendirebilen bir aydın kesim bulunacaktır. Toplum da bu aydınını kabul edecek, benimseyecek ve isteyerek arkasından gidecek bir yapıda olacaktır. Bu gerçekleşmediğinde, yani aydını ile toplumu birbirlerine ters düşen halklar medeniyetlere herhangi bir katkıda bulunamazlar.
24. Coğrafyanın medeniyetlerin doğuşunu nasıl etkilemiştir?
Cevap: İnsanın kontrol edebildiği bir coğrafya ve buna bağlı olarak, tüm canlıların hayatlarını kolaylıkla devam ettirebilecekleri bir iklim, medeniyetin doğuşunu etkilemiştir. Mezopotamya ve Mısır gibi kadim medeniyetlerin böyle uygun coğrafya ve iklimlerde doğduğu ve geliştiği bilinmektedir.

25. İslam dini neden inananlarına medeniyet oluşturmaya teşvik eder?
Cevap: İslâm dini, inananlarını ısrarla yeryüzünde maddî-manevî, ahlâkî-ruhî bütün yönleriyle dengeli ve mükemmel bir medeniyet oluşmasına gayret etmeye ve buna bir şekilde katkı sağlamaya davet eder. Müslümanları medeniyet gayretinde her zaman bir yarış içinde olmaya teşvik eder. Çünkü insanın Allah’ın halifesi olarak gerçekleştirmesi gereken asıl görevini yerine getirebilmesi için mutlaka bir medeniyet inşasına ihtiyacı vardır. İslâm medeniyetinin doğuşunu etkileyen en büyük faktör de işte bu ihtiyaca, görev anlayışı içinde cevap verme bilincidir.
26. İslam medeniyeti hangi terkiplerin içindeki ortamda doğmuştur?
Cevap: İslâm medeniyeti, birbirlerine paralel gelişme gösteren ticaret, sanat, din ve bilimde karşılıklı etkileşim içinde olan ve hatta ortak mirasları paylaşan dört temel medenî terkibin tarih alanı içinde doğmuştur.

27. İslam medeniyetinin doğduğu ortamda temel medeni terkip neresidir ?
Cevap: İslam medeniyetin doğuşundaki temel medeni terkip Nil’den Amuderya’ya kadar uzanan, birçok peygamberin gelmesiyle de peygamberî geleneklere kaynak olan ve merkezî dil olarak Süryanîce, Aramîce ve Pehlevîce dillerinin kullanıldığı Bereketli Hilâl bölgesinin Sâmî-İran terkibidir.

28. Peygamberliğini ilan edem Mani’nin alemi nasıl nitelemiştir?
Cevap: Âlemin ve içindeki her şeyin aslının, nur ve zulmet olmak üzere iki asıldan olduğunu söyleyen” Mani dini, birçok kentte kabul görmüştür.


29. Zerdüştlerin ortadan kaldırmak için mücadele ettiği Mazdekizmin hangi gaye ve dini teorileri savunmuştur?
Cevap: Devrimci kimliği ile tanınan ve “insanın sahip olabileceği her şeyin su, ateş ve mera ortaklığı gibi, ortaklığını savunan” Mazdekizmin kurucusu Mazdek, bu suretle, “insanlar arasındaki bütün kıskançlık ve anlaşmazlık sebeplerini ortadan kaldırmayı ve dini saf bir hale getirmeyi” düşünüyordu.

30. Sasaniler insanlar kaç guruba ayırır ve sınıflar nasıl belirlenirdi?
Cevap: Sâsânîlerde din adamları, bürokratlar, askerler ve halk olmak üzere dört sınıf vardı. İnsanların hangi sınıftan oldukları doğumla belirleniyordu. Yani hangi sınıfın çocuğu olarak dünyaya gelmişse o sınıfa dâhil oluyordu.
31. Roma imparatoru Kostantinus Hristiyanlığı destekleyerek kendini ve dini hangi konuma koymuştur?

Cevap: Konstantinus 325’de İznik’te Hıristiyan kilisesinin ilk din kurultayını toplayarak, Hıristiyanlığı devletin desteklediği bir din haline getirdi. Bunun üzerine devlet desteğini arkasına almış Hıristiyan piskoposlar da, Konstantinus ve sonraki Roma krallarını imparatorluğu yönetmesi için Tanrı tarafından seçilmiş olarak gördüler. Ayrıca ilk defa bu konsülde resmî olarak İsa, Baba ile aynı bedene, yani cisme sahip olarak görülmüştür. Böylece, İncillerde İsa için yazılı mecâzi ifadeler teolojik amaçlar için kullanılarak metafizik anlamda Tanrı’nın oğlu konumuna getirilmiştir.
32. İslam öncesinde Hindistanda hangi dinler vardı ve nasıl şekillendiler?
Cevap: En renkli ve çok sayıda inanç ve kültürün iç içe yaşadığı Hindistan’da Jainizm ve Budizm dinleri yaygındı. Jainizm Mahavira tarafından kurulmuş veya yeniden şekillendirilmiştir. Budizm ise, daha doğumunda gizemli rüyalara ve çocukluğunda dindar figürlere sahip olduğu rivayet edilen Prens Gautama tarafından şekillendirilmiştir. Prens Gautama, bilgeliği ve aydın olmayı ifade eden “Buda”dır.
33. Jainizm ve budizmin ortak öncülü nedir?
Cevap: Jainizm ve Budizm kişisel duygu ve istekleri yok etmeyi veya bunlara boyun eğmeyi en aza indirmeyi öncül amaçları haline getirmiştir.


34.Hinduizm nasıl doğmuştur?
Cevap: Hinduizm, Hintlilerce saygıya layık görülen sayısız tanrının, birbirine rakip olan ve fakat birbirlerini tamamlayan iki tanrı Şiva ile Vişnu çevresinde doğmuştur.
35.Hinduizm’in temeli nedir?
Cevap: Hinduizmin temelini “yeniden doğuş” kavramının oluşturduğu Hinduizm’de, halk tanrılara armağanlar sunmakla bir sonraki yeniden doğuşlarında daha üstün doğacaklarına inanmakta idi.
36. Hindistanda toplum hangi sınıflardan oluşmaktadır?

Cevap: Bu büyük ülkede kast sitemi vardı. Buna göre Hint toplumu; Brahmanlar (din adamları), Kşatriyalar (asiller ve askerler), Vaisyalar (çiftçiler, sanatkârlar ve tüccarlar) ve Sudralar (işçiler) ve Paryalar sınıflarına ayrılmıştı.
37. M.Ö. 551-479 da Çin’de ağırlıklı olarak otaya hangi din çıkmıştır ve nasıl bir etki göstermiştir?
Cevap: Uzak Doğu bölgesinin en büyüğü olan Çin merkezli medeniyet alanında şekillenen dinî yapı Konfüçyanizm ağırlıklı idi. Hayatta iken ülke yönetimine çağırılmadığı için erdemin ancak iktidar ve sorumluluk ile ortaya konabileceğine inanan Konfüçyüs (M.Ö. 551-479) Çin’in yönetiminde bizzat rol üstlenemedi, ama mirası öğrencileri vasıtasıyla onun adına ülkeyi yönetti.
38. Zamanla tahrif edilen ilahi inançlarla cahiliye olarak adlandırılan dönemde Mekke’de oluşan inançlar nelerdir?
Cevap: Hz. İbrahim ile başladıkları tevhidî inançlarını zaman içerisinde değiştiren Mekkeliler, cahiliye dönemi olarak adlandırılan İslâm öncesi dönemde bir inançlar mozayiğine sahiptirler. Bu inanç mozayiğinin en yaygın olanı Putperestlik’tir. Materyalizm/Ateizm, Yahudilik ve inananları az sayıda da olsa Hıristiyanlık ve Hz. İbrahim’in dinine mensûbiyet olarak anlaşılan Haniflik bu mozayiğin alt grup inançları idiler. Ayrıca Mecûsîlik ve Sâbiîlik de bazı kabilelerin inançları arasında yer almakta idi. Bununla beraber, Hıristiyanlık ve Yahudilik, Mekkeliler tarafından oldukça iyi bilinmekte ve inananlarına ehl-i kitap adı verilmektedir.
39. İslam dini öncesinde Mekkede siyasi yapıda idarecilerin başlıca görevleri nelerdi ve ne gibi öneme haizdir?
Cevap: Mekke sisteminde başkanın görevleri çok ağırdı; herkes onların, savaşlarda canlarını, barışta mallarını ortaya koymalarını beklerdi. Buna karşılık yetkilerinin yaptırım gücü ağırlıklı olarak manevî idi. Emirlerinin yerine getirilmesi, emri alanların iyi niyetlerine veya kabile güçlerine bağlıydı. Kusay, yine önemli bir kısmı Kâbe ile ilgili olmak üzere ve eskiden var olan birtakım kamu görevlerini yeniden düzenledi. Bu görevler aynı zamanda resmî bir otorite ve nitelik taşıyor, boylar/kabileler adına yerine getiriliyordu.
40. Dâru’n-Nedve nedir?
Cevap: Dâru’n-Nedve parlamento binasıdır, Mekke’nin merkezî toplanma, istişare ve karar alma meclisi idi. Burada Mekke’yi ilgilendiren önemli olayların görüşmeleri yapılır ve karara bağlanırdı. Askerî sefer komutanları burada belirlenir ve alınan kararın doğru ya da yanlış olduğuna bakılmaksızın geçerli sayılırdı.
İSLÂM MEDENİYETİNİN KAYNAKLARI

41. İbn Haldun medeniyetin kaynaklarını belirlemede nasıl bir yol izler?
Cevap: İbn Haldun medenî topluluğu, insan neslinin devamı için zorunlu görür. Medenîleşmenin de bedevî unsurların şehre yerleşmesinden sonra başladığını söyler.
42. İslam medeniyetinin doğuş sürecinde iki temel kaynak nedir?
Cevap: İslâm medeniyetinin doğuş sürecinde iki temel kaynağı vardı. Bunların biri vahiy, diğeri vahyi hayata aktaran Hz. Peygamber’di; başka bir ifadeyle Kur’ân ve Sünnet idi.
43. Eşyanın hakikatine İslami bakış nasıldır?
Cevap: İslamda Kuran ve sünnet ölçüsünde insan-eşya ilişkisinin nasıl olması gerektiği hakkında temel ilkeler sunulmuştur. Buna göre insan eşyayı, eşyanın varediliş amacına uygun kullanacaktır. Eşyayı araç olmaktan çıkarıp amaç olarak görmeyecektir. Eşya insana değil, insan eşyaya egemen olacaktır. Doğayı tahrip ederek ekolojik dengeyi bozmaktan şiddetle kaçınacaktır.
İSLÂM MEDENİYETİNİN ÖZÜ

44. İnsanın Yaratılış gaesi nedir?
Cevap: İnsan yaratılış gayesine hizmet etmeye davet edilmekle yetinilmiştir; o isterse yaratılış gayesine, isterse başka bir amaca hizmet eder. Hiçbir gayesi olmadan da yaşayabilir.
45 . İslam medeniyeti İnsanı ele alış tarzı nasıldır?
Cevap: İnsan, özgür iradesiyle Allah’a kul olma teklif ve sorumluluğunu kabul eden tek varlıktır. Bunun için insan melekler de dâhil olmak üzere bütün yaratılmışlardan üstün tutulmuştur. İslâm medeniyeti insanı bu kıymet içinde ele alır.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:40

ÜNİTE 3


GİRİŞ
1. Geçmişten günümüze kadar Medenileşme hareketinin genel seyri hakkında kısa bilgi veriniz.
Cevap: Tarihten günümüze gelinceye kadar insanoğlunun bulunduğu her yerde, az veya çok medenîleşme hareketinin görüldüğü aşikârdır. Toplu yaşayışa bağlı gelişen medenî ilerlemeler, insanın yeryüzünde var olduğu günden beri devam edip gelmektedir. Bu bakımdan, günümüze gelinceye kadar insanlığın birbirinden farklı özellik taşıyan kaç medeniyetle karşılaştığı kesin olarak bilinememekle birlikte ünlü medeniyet tarihçisi Arnold Toynbee, tarihteki 16 medeniyetin öldüğünü, 5’inin de günümüz Batı medeniyeti tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtmektedir.

MEDENİYETLER VE İSLÂM MEDENİYETİ

2. Günümüzde ağırlık kazanan medeniyet türleri nelerdir?
Cevap: Günümüze geldiğimizde iki medeniyet bölgesinin ağırlık kazandığı görülmektedir. Bunlardan biri, Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer sistemlerin tesirinde bulunan Batı medeniyeti, diğeri de İslâm dininin yayıldığı bölgelerde hâlâ etkisini sürdüren İslâm medeniyetidir.

3. İslam Medeniyetine etki eden medeniyet ve kültür alanları nelerdir?
Cevap: Roma (Bizans), İran, Hint, Çin.

4. Müslümanların kısa sürede Cebel-i Tarık boğazından Çin seddine kadar olan bölgeye hâkim olmalarının sebepleri nelerdir?

Cevap: İlme önem veren ve ilmî gelişmelere açık olan İslâm sayesinde Müslümanlar kısa sürede damgalarını vurdukları bir medeniyet meydana getirdiler. Bu medeniyet, kısa bir zaman diliminde Cebel-i Tarık Boğazı’ndan Çin Seddi’ne kadar olan geniş bir sahayı kapladı. Müslümanlar, bu bölgelerde yaşayan halka şefkat ve merhamet gösterdiler. Gerek inanç, gerekse yaşayış bakımından onları zorlamadılar. Böyle bir yaşantı, kısa sürede toplumda müsbet gelişmelere fırsat verdi. Nitekim ilk fetihlerden hemen sonra Müslümanlar, fen, ilim, sanat, iktisat, tıp, tarih, edebiyat ve felsefe gibi ilimlerde büyük bir ilerleme kaydettiler. Böylece büyük bir medeniyet kurulmuş oldu.

5. Medeniyet farklılığından ileri gelen kültür farklılığını nasıl açıklarsınız?


Cevap: Medeniyetler, mensubu bulunan insan ve coğrafyaya göre farklı özellikler taşırlar. Bu bakımdan çeşitli medeniyetlerden herhangi birisinin yayılma sahasına dikkatli bir gözle bakıldığı zaman, içine aldığı kavimlerin çokluğuna, ırk, cins, dil, renk ve kültür farklığına rağmen herkes tarafından kullanılan ortak bazı tarafların bulunduğu görülür. İşte bu ortak yönler, o medeniyetin esasını, ruhunu ve özünü teşkil ederler. Bunlar, o medeniyeti diğer medeniyetlerden ayırırlar. Aynı medeniyet sınıfına dâhil olan milletler arasındaki ister maddî, ister manevî olsun genel ve ortak yönler o medeniyetin özelliğini ortaya koyar
6. İslam medeniyeti kavram olarak nasıl tanımlanır?

Cevap: İslâm medeniyeti, İslâm dinini kabul eden milletlerin elbirliği ile meydana getirdikleri ortak bir medeniyetin adıdır.

7. İslam medeniyetinin kuruluş ve gelişmesinde hangi toplulukların payı vardır?
8. Cevap: Araplar, İranlılar ve Türkler.

9. W.Barthold, İslam medeniyetinin menşei hakkındaki görüşlerini kısaca yazın.
Cevap: İslâm medeniyeti veya Arap medeniyeti adı, Orta Zaman Şark medeniyetine verilmektedir. Bu medeniyeti meydana getiren Müslümanlar, sadece Araplar olmadığı gibi, Yakın Asya ve kısmen Afrika halklarının tamamı ilim ve edebiyat dili olan Arap dili vasıtasıyla birleşmişlerdi. Bu birlik, öyle bir medeniyet meydana getirdi ki, günümüz Batı medeniyeti gelişmesini buna borçludur.

10. İslam medeniyetinin ilham aldığı değerler nelerdir?
Cevap: Kuran ve Sünnet

11. İslam medeniyetinin gelişmesine doğrudan etki eden Vakıfların İslam medeniyeti üzerindeki fonksiyonları nelerdir?

Cevap: Allah’ın rızasını kazanmak için kurulan vakıflar islam medeniyetinin gelişmesini destekleyen tesislerdir. Müslümanlar bu tesisler sayesinde adeta bir “Vakıf Medeniyeti” meydana getirmişlerdi. Bu değerler, bir taraftan toplumdaki fertlerin birbirlerini sevmelerine, birbirlerine güvenmelerine ve birbirlerine yardım etmelerine sebep olurken, öbür taraftan da başkalarının hak ve hukukuna gelecek tecavüzlere karşı onları himaye etme hüviyetine sahip kurumlardır.

12. İslâm medeniyetinin ortaya koyduğu değerlerin kaynakları nelerdir?
Cevap: Din, vicdan, düşünce, kişisel hak ve hukuka riayet gibi insanlık için gerekli olan prensipler, İslâm toplumunun meydana getirdiği medeniyette yerlerini aldılar. Bu değerler, bazen Kur’ân’ın emirleri, bazen de Hz. Peygamber’in uygulaması şeklinde Müslümanlara ulaştı. Bu tür emir ve uygulamaları göz önüne alan Müslümanlar, evrensel insan hakları beyannamesinin ortaya çıkışından asırlarca önce bunu fiilen uygulama alanına koydular.

İSLÂM MEDENİYETİ VE İLİM

13. İslam Kültür ve Medeniyetinin beslendiği kaynaklar nelerdir?

Cevap: İslâm kültür ve medeniyetinin en önemli kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’dir. Kuran-ı Kerim ilk ayeti ile okumayı emretmektedir. Bu kitabın kendisine gönderildiği Hz. Peygamber de ümmetine bu yolda talimat veriyordu. Özellikle bazı hadislerin genel anlamda ilmi teşvik etmeleri, Müslümanların asırlar boyu her türlü ilmî faaliyette bulunmalarına vesile oldu. İslâm, maddî olduğu kadar, manevî alanda, başka bir ifade ile hayatın bütün alanlarında uygulanan bir sistem olduğundan, onun gayretini sadece ruhanî ve manevî saha ile sınırlandırmak mümkün değildir.

14. İslam Medeniyetine katkı sağlaması yönünden ilmi çalışmalar yapan âlimler kimlerdir?

Cevap: et Taberî, Razi, İbn Cülcül, İbn Cezzar, İbn Sina, el-Mesûdî, el-Birûnî, İbn Hazm, İbn Rüşd, el-Gazzalî, İbnü’n-Nefis, Abdülaziz es-Sivasî, Geredeli Murad, Hacı Paşa, Mukbilzâde Mümin, Sabuncuoğlu Şerafeddin Ali, Ak Şemseddin, Ali Kuşçu, Mirim Çelebi, İbn Kemal, Ebussuûd Efendi.

15. Toplumların düşünce ve buna bağlı hareketlerinin şekillenmesinde rol oynayan etken hangisidir?

Cevap: Dinler, toplumların düşünce, anlayış, hareket ve davranışlarının şekillenmesinde büyük rol oynarlar. İslâm medeniyetinin doğuşunu, gelişmesini ve şekillenmesini sağlayan en büyük etken, İslâm dininin ilme verdiği değerdir. Sözü edilen medeniyetin gelişmesine etki eden daha başka âmiller olmakla beraber en büyük etkenin ilim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İslam Medeniyetinin gelişmesini destekleyen en önemli faktör eğitimdir. Toplumu ıslah etmek ve onun fertleri arasında ahenkli bir düzen sağlamak için eğitim-öğretim faaliyetleri programlarının yapılmasına ve zamanla bunların sistemli bir şekil almasına ihtiyaç vardır.

16. İslam medeniyetinin Osmanlı coğrafyasındaki gelişim seyri nasıldır?

Osmanlı beyleri ve sultanları, belli bir kültür ve anlayış çerçevesinde devrin ilim adamlarını etraflarında toplamışlardı. Gerek toplum, gerekse devlet, ilim adamlarına büyük bir değer veriyordu. Bundan dolayı ilim adamlarının eğitim-öğretim konusunda karşılaşabilecekleri her türlü olumsuzluğu ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Bu devlette, ilim ve bu sahanın mensuplarına itibar edilip saygı gösterildiği için İran, Horasan, Dağıstan, Hindistan, Buhara, Halep, Şam, Mısır ve Karaman gibi ilmî faaliyetlerin geliştiği İslâm dünyasının birçok bölgesinden pek çok âlim İstanbul’a akın ediyordu. Böyle müspet bir akın sebebiyle devletin siyasî merkezi olan İstanbul, yavaş yavaş İslâm âleminin ilim merkezi haline de geldi. Osmanlı döneminin XV ve XVI. asırlarında müsbet ve dinî ilimlerin her alanı ile meşgul olan bilginlerin meydana getirdikleri eserler sebebiyle bu asırlara “Türk Asırları” denilmektedir.

17. Osmanlı Dönemindeki ilmi gelişmelere hizmeti geçenler hangi ilmi eserler içerisinde zikredilmiştir?

Cevap: Taşköprülü İsameddin Ahmed Efendi’nin eş-Şakaiku’n-Numaniyesi, Süleyman Saadeddin Efendi’nin Devhatü’l-Meşayih’i, Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri, Osman Şevki’nin Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, Mahmut Karakaş’ın Müsbet İlimde Müslüman Âlimler, Franz Babinger’in Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri gibi kaynaklara bakılabilir.

İSLÂM MEDENİYETİ VE ADALET

18. İslam Medeniyeti içerisinde temellenen Adalet kavramının esasları nelerdir?

Cevap: Tarih boyunca adalet, toplumların sosyal yapısını belirleyip koruyan ve toplumsal yapıyı ayakta tutan temel yapı taşlarından biri olmuştur. Toplumun, adaleti gözeten bir yapı üzerine inşa edilmesi medenî gelişmeyi belirlediği gibi, uygulanmaması da toplumsal işleyişteki noksanlığı ortaya koyar. İslâm medeniyetinin önemli özelliklerinden biri de adalet prensip ve anlayışına bağlı olmasıdır. Arapça “a.d.l.” kökünden gelen adalet kelimesi, sözlüklerde hakkı yerine getirmek, denk kılmak, doğru olmak, birbirine eşit olmak, terazinin kefelerini eşit hale getirmek, insaf etmek, haksızlıktan kaçınmak, herkese hakkını vermek, davranışlarda doğru olmak ve tarafsızlık gibi birçok anlama gelmektedir.

19. Adaletli ölçüleri içinde hareket eden idarecinin cennete gideceğine dair bir hadis yazınız.

Cevap: “Hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde Allah, yedi zümre insanı kendi
(arşının) gölgesinde barındırır ki, bunların ilki adaletle hükmeden ve âdil
davranan yöneticidir.”
20. İktidarlar hangi değerler sayesinde varlıklarını devam ettirirler?

Cevap: Bazı toplumlarda güç ve otoritenin dışında bir hakkın tanınmadığı bir dönemde yeni yeni filizlenip gelişen Osmanlı Beyliği’nde adalet, hak ve hukuk prensiplerine göre davranma, babadan oğula (nesilden nesile) vasiyet ediliyordu. Osmanlı siyaset düşüncesinde varılması hedeflenen en önemli gaye adalettir. Halkın sosyal refahı için adalet, belirleyici bir ölçü olarak benimsendiği gibi, kurumların asıl gayesi de bu ilkeye göre belirlenmiştir.
İSLÂM MEDENİYETİ VE HOŞGÖRÜ
21. İslam Medeniyetinde hoşgörülü olmanın yeri nedir?

Cevap: Kelime olarak “görmezliğe gelme, bağışlama gibi manalara gelen hoşgörüyü müsamaha ve tolerans kelimeleriyle de kullanıyoruz. Sözde ve fikirde kalmayıp eyleme dönüştürüldüğünde insanlar arasında sevgi ve bağlılık meydana getiren hoşgörü İslâm’ın önemsediği ve insanlar arasında uygulanmasını istediği değerlerden biridir. Kur’ân-ı Kerim’in, “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel tarik (yol, şekil) hangisi ise onunla yap” (Nahl, 16/125). Keza, “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 2/256) ayetleri, İslâm’ın başka din, anlayış ve felsefelere sahip olan insanlara bakış açısını ortaya koymaktadır.

İslâm’ın yayılış tarihi ile ilgili yabancı dilde yazılmış eserlere örnek veriniz.

Cevap: Hz. Peygamber döneminde sayısız örnekleri verilen İslâmî müsamaha o kadar geniştir ki, günümüzün insaflı yabancı araştırıcıları da bunu kabul etmek zorunda kalmıştır. İslâm’ın bu yöndeki uygulamasından hayranlıkla bahseden Batılı bir kaynak bize şöyle bir olay anlatır: “Bir gün, bir Musevî Muhammed’e gelir. İleri gelen erkândan birisinin kendisinin dinî hislerini incittiğini ve Muhammed’in Musa’dan üstün bir peygamber olduğuna dair bir ifadede bulunduğunu söyler. Peygamber o zata dönerek der ki, böyle bir şey söylememeliydin, başkalarının itikadına saygı göstermek gerekir.” Bu ifadeler bize, Hz. Peygamber’in dinî inanç konusunda ne kadar hoşgörülü ve müsamahakâr davrandığını göstermektedir.

22. İslam Medeniyetindeki hoşgörü anlayışının Endülüs coğrafyasındaki etkisini kısaca açıklayınız.

Cevap: Endülüs fethedilmeden önce Hıristiyan yöneticiler tarafından baskıya maruz kalan ve zorla Hıristiyanlaştırma muamelesine tabi tutulan Yahudiler, Müslümanların adaletli ve hoşgörülü yaklaşımları sonucunda varlıklarını muhafaza ettiler. Endülüs’ün fetih sürecinde ve sonrasında Müslüman yöneticiler gayrimüslim unsurlara karşı olumlu davranışlarda bulunmuşlardı. Onları, Müslümanların şehirlerinde ikamet ettirmişler, din, can, mal ve seyahat özgürlüklerini son noktasına kadar kullanmalarına izin vermişlerdi. Hıristiyanlar ve Yahudiler açısından bakıldığında, Endülüs’teki yöneticilerin bu türden uygulamaları onların Müslümanlarla tek bir devlet çatısı altında asırlarca bir arada yaşamalarına imkân vermişti. Müslüman Araplar 711 senesinde İslâmiyet’i İspanya’ya sokmuşlardı. 1502 senesinde ise Ferdinand ve İsabella tarafından duyurulan bir ferman ile bütün İspanya kraliyeti dâhilinde İslâm dini yasaklandı. Hâlbuki bu iki tarih arasında geçen yüzyıllar süresince Müslüman İspanya’da Ortaçağın en parlak tarih sayfalarından biri yazılmıştır.

23. İslam Medeniyetindeki hoşgörü anlayışı Osmanlı coğrafyasında nasıl gelişmiştir?

Cevap: Osmanlı coğrafyasında insanlar, ahenk ve barış içinde yaşıyorlardı. Nitekim yine Gibbons, bu konuya temas ederek, Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlı idaresi altında bulunan çeşitli dinlere bağlı kimselerin huzur, barış ve uyum içerisinde yaşadıklarını belirtir. Ayrıca Osmanlıların, yakın dönem tarihinde milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet prensibini temel taşı olmak üzere koymuş ilk millet olduğunu, ardı arkası kesilmeyen Yahudi işkence ve engizisyon lekesinin en yoğun yaşandığı asırlar esnasında, Hıristiyan ve Müslümanların, Osmanlıların idaresi altında huzur ve uyum içinde yaşadıklarını ifade eder.

İSLAM MEDENİYETİNDE İNSAN HAKLARI

24. İslam Medeniyeti içinde İnsan Hakları nasıl bir yer tutmaktadır?

Cevap: Herhangi bir sebepten dolayı hakkını koruyamayacak durumda olan insanların haklarını korumak ve onlara gelebilecek maddî-manevî zararlara engel olmak için yapılan faaliyetlere insan haklarını koruma denir. Bu müessese İslam dünyasında özellikle halkın şikâyetlerini dinleme ve bir anlamda onu devlete karşı koruma hususunda küçümsenmeyecek bir hizmeti yerine getirmiştir. Uzun tarihî bir geçmişe sahip olan mezâlimin Pers (İran) ve hatta cahiliyye dönemi Araplarına kadar uzandığı belirtilmektedir.

25. Hılfü’l-Fudûl olayı nedir? Bu olayın gelişimi hakkında kısaca bilgi veriniz.

Cevap: Yemen’in Benî Zebîd kabilesinden biri ticaret için Mekke’ye gelmiş ve umre 58 niyetiyle de ihrama girmişti. Sehm kabilesinden As b. Vâil adamın bütün mallarını gaspetmişti. Yemenli adam Kureyş’in toplandığı bir zamanda Ebû Kubeys dağına çıkıp gaspedilen mallarının kendisine iade edilmesi için yardım istemişti. Malları gaspedilmek suretiyle haksızlığa uğrayan bu adamın şikâyeti üzerine o dönemin Mekke ileri gelenleri Abdullah b. Cüd‘an’ın evinde, bu türden haksızlıkları ortadan kaldırmak ve özellikle dışarıdan gelen insanları korumak için bir toplantı yaparlar. Kırk yaşından aşağı olanların kabul edilmediği bu toplantıda istisnaî olarak o sıralarda henüz 25 yaşında bulunan Abdullah’ın oğlu Muhammed (Hz. Peygamber) kabul edilmişti. Haksızlıkları önlemek gayesiyle yapılan bu toplantıya Hılfü’l-fudûl adı verilmişti. Büyük İslâm âlimi Mâverdî, fâzıl (erdemli) ve iyi insanların yemini anlamına gelen hılfü’l-fudûla dayanarak onu cahiliye dönemindeki bir çeşit mezâlim olduğunu kabul eder.

26. Osmanlı Devleti’nde insan haklarının gelişimi ve uygulanış biçimleri nasıl olmuştur?

Cevap: Osmanlılar döneminde insan hakları, birbirinden ayrı gibi görünen ve farklı isimlerle anılan müesseselerce korunmakta idi Bu makamlar arasında Divan-ı hümâyûn, meşîhat makamı (şeyhülislamlık), normal mahkemeler, ihtisâb ve ahîlik gibi teşkilâtlar sıralanabilir. Osmanlı dünyasında, günümüzün ifadesiyle sivil toplum örgütü diye isimlendirebileceğimiz r müessese insanların haklarını korumak ve onlara yardım etmek üzere teşkilatlanmış olan vakıftır. Vakıf kurumu yüzyıllardan beri İslam ülkelerinde büyük bir önem kazanmış sosyal ve ekonomik hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş olan dinî ve hukukî bir kurumdur.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:40

ÜNİTE 4


İSLAM MEDENİYETİNİN DÜNYA MEDENİYET VE BİLİMİNE KATKISI

GİRİŞ

1. Kavram olarak İlim neyi ifade etmektedir? İlimin tarihteki gelişim seyri hakkında bilgi veriniz.

Cevap: Medeniyetin temeli sayılan ilim, milletlerin kültür tarihi bakımından çok önem arz eder. Tarih boyunca ilim ve din münasebetleri üzerinde yapılan çalışmalar, insanlığın inançları ile bilgilerinin gelişmesinde de aynı zamanlara rastladığını göstermektedir. Gerek Allah’a inanma hakkındaki düşünceler, gerekse felsefi düşünceler insanın var oluşundan beri mevcuttur. Bunlar en iptidai şekliyle bile bilgileri oluşturacağından ilimler tarihini ilgilendirir. Bu bakımdan ilimler tarihinin başlangıcı insanlık tarihi kadar eskidir.

2. Tarih boyunca süregelen ilim din münasebeti nasıl bir seyir izlemiştir?
Cevap: Yeryüzünde düşünme, araştırma, inceleme ve bilgi üretme yeteneğine sahip olan tek varlık insandır. Bu yeteneği sebebiyle, tarih boyunca yaptığı çalışmalar neticesinde bugünkü bilgi seviyesine ulaşılmıştır. Tarih boyunca ilim ile din münasebeti hep süregelmiştir. Bu konuda yapılan çalışmalar, insanlarda inançla birlikte ilmî gelişiminin de başladığını göstermektedir. İster Allah’a inanma şeklindeki düşünceler olsun, isterse felsefî düşünceler olsun, insanlığın varoluşundan beri mevcuttur.

İSLÂM MEDENİYETİ VE BİLİM

3. İslâm medeniyetinin oluşum ve gelişimi nasıl başlamıştır?

Cevap: Hz. Muhammed’in (as) kendisine bildirilenleri insanlara tebliğ etmeğe başlamasıyla İslam medeniyetinin gelişim süreci başlamıştır.


4. İslam dininin Medeniyet ve Bilimin gelişmesindeki rolü nedir?

Cevap: İslâm dininin, Müslümanların medeniyet ve bilime bakışında etkin bir rolü olmuştur. Çünkü Allah, birçok âyet-i kerimede insanları düşünmeye, incelemeye, akıllarını kullanmaya teşvik etmiştir. Kur’ân’da bir ayette “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9) sorusu yer alırken başka bir ayette “Allah’tan ancak âlim kulları hakkıyla korkar...” (Fâtır, 35/28) buyrulmakta, ayrıca “ilim sahiplerinin derecelerinin yüksek olacağı” (Mücadele, 58/11) ifade edilmektedir. Allah, ilmi ve âlimi överken, cehaleti ve câhili de yermektedir. Bilindiği gibi İslâm, bilgisizliğe ve cahilliğe karşı savaş açmış bir dindir.

5. İslam dini içerisinde ilmi çalışmaların gelişim seyri nasıl ilerlemiştir?

6. Cevap: İslâm’ın ilme verdiği büyük önem sebebiyle, ilk yıllardan itibaren İslâm kültür ve medeniyeti oluşmaya başlamıştır. Müslümanlar başta Kur’ân ilimleri olmak üzere, çeşitli ilim alanlarında çalışmalar yapmışlar ve eserler meydana getirmişlerdir. İslâm hukuku, tefsir, hadis gibi dinî ilimlerin yanı sıra, matematik, geometri, astronomi ve tıp gibi akla ve deneye dayanan ilimlerde de büyük çalışmalar yapmış olan ilim adamları, yalnız İslâm dünyasında değil bütün dünyada da bilinen ve takdir edilen önemli eserler kaleme almışlardır.

7. İslam tarihi içerisinde ilmi faaliyetler kaç safhada incelenmektedir?

Cevap: Üç safhada incelenmiştir. Bunlar; 1. İslâm medeniyetinde ilk ilmî faaliyetler 2. İslâm medeniyetinde İslâmî ilimler 3. İslâm medeniyetinin Batı’ya tesirleri.

İSLÂM MEDENİYETİNDE İLK İLMÎ FAALİYETLER

8. İslam tarihinde ilmi faaliyetler ne zaman başlamıştır?

Cevap: İslâm âleminde ilmî faaliyetler, ilk fetihlerden hemen sonra, Irak, Suriye ve Mısır’ın fethedildiği ilk üç halife (632-656) döneminde başlamıştır. İlk Emevi halifeleri devrinden başlayarak, gelişen İslâmî ilimler yanında, aklî ilimler de tercüme faaliyetleriyle birlikte ilgi alanları arasında yer almışlardır.

9. İslâm medeniyetinde ilmî faaliyetlerin yapıldığı yerler hakkında bilgi veriniz.
Cevap: İslâm medeniyetinde ilmî faaliyetlerin yapıldığı yerler arasında ilk olarak mescitleri görürüz. Sahabeler, mescitlerde ders halkaları oluşturmuşlar ve caminin ilim ve kültür sahalarında bir merkez olmasını sağlamışlardır. Camiler, kitapçı dükkânları ve âlimlerin kendi evlerinde yapılan ilmî sohbetler de ilmin yayıldığı yerler arasındaydı.

10. İslâm medeniyetinde ilmî faaliyetlere bir örnek olarak kaleme alınan eserler nelerdir? Örnek veriniz.

Cevap: Lügatte Halil b. Ahmed; nesirde Câhız; hadiste Buhâri; fıkıhta İmâm-ı Azam; tarih ve tabakatta Vâkidî ve İbn Sa’d.

11. Emeviler devrinin sonlarında yapılan ilmi faaliyetler hakkında kısa bilgi veriniz.

Cevap: Emeviler devrinin sonlarına doğru fıkıh, sistematik olarak gelişmiş ve hadisler tenkit ve tasnife tâbi tutulmuş; bütün bunların sonucu olarak dinî ilimler belirgin hale gelmeye başlamıştı. Aklî ilimler ve teknik alanlardaki hamle de yine bu dönemde yapılmıştır. Daha çok eski Yunan ve Mısır filozoflarıyla diğer ilim adamlarının kitapları tercüme edilmiş, medeniyetin aklî ilimlerdeki asıl hamlesi için bir alt yapı hazırlığına girişilmiştir.

12. Abbasiler devrinin sonlarında yapılan ilmi faaliyetler hakkında kısa bilgi veriniz.

Cevap: Abbasilerin ilk dönemine bakıldığında İslâm kültür ve medeniyetinin, ilim, kültür, sanat alanları ile bunların kurumlaşması bakımından ciddi gelişmeler ortaya koyduğu görülür. Eski medeniyet ve kültür merkezleri fethedilince Müslümanlar Bâbil, Hint, Âsur, Fenike, Grek, Roma, İran ve Yunan medeniyetlerinin sahip oldukları ilmî ve kültürel mirasa ulaşmışlardır. Bu merkezlerin başlıcaları İskenderiye, Antakya, Nusaybin, Cundişapur, Harran, Ruhâ-Edessa (Urfa) ve Kınnesrin’de (Kuzey Suriye’de bir şehir) faaliyet gösteren medreseler olmuştur.

13. Abbasiler devrinde tercüme faaliyetleri hakkında bilgi veriniz.

Cevap: Bu dönemde büyük bir tercüme faaliyetine girişilmiştir. Tercüme faaliyetleri Bağdat’taki Beytü’l-Hikme’de devam etmiştir. Çeşitli ilim sahalarındaki eski Yunan, Mısır ve Hint bilim ve kültürüne ait eserler Arapça’ya çevriliyordu.

14. Horasan bölgesinde X.-XI. Asırlarda ilmi faaliyetlerin canlı olduğu şehirler hangileridir?

Cevap: Nişabur, Merv, Herat, Belh.

15. İlk dönemde yetişen Müslüman Türk âlimlerinden en önemlileri kimlerdir?

Cevap: Abdullah bin Mübarek et-Türk, Fârâbî, Sem’âni, Cemal Karşî, Yusuf Has Hâcib, Kaşgarlı Mahmud, Ebu’l-Fütûh Abdülgâfir b. el-Hüseyin’i, Emir A’mak Buhârî, Necîbî, Fergâni, Reşîdî, Semerkandî.

16. Aristo’dan sonra “ikinci öğretmen” olarak bilinen islam alimi kimdir?

Cevap: Farabi.

17. Farabi’nin eserleri nelerdir? Bu eserler hakkında kısaca bilgi veriniz.

Cevap: Fârâbî’nin en önemli ve orijinal eseri Kitâbu’lMûsikîdir. Avrupa’da musikî teorilerine esas teşkil etmiştir. İhsâu’l-Ulûm adındaki eserinde de Aristo’ya yakın bir ilim tasnifi yapmıştır. Fârâbî’nin fiziği Aristo’nun fiziğinin hemen hemen aynıdır. Siyâset felsefesiyle de uğraşan Fârâbî, Arâü’l-Medineti’l-Fâdıla adıyla sosyolojiye yaklaşan bir eser yazmıştır. Görülüyor ki Fârâbî, ilmin birçok dalında çalışmış ve gerçekten Doğu’nun Aristosu adını almaya hak kazanmıştır.

18. Karahanlılardan günümüze ulaşan en önemli eserler nelerdir? Bu eserler hakkında kısa bilgi veriniz.

Cevap: Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig (1070) adlı eseridir. Siyasetname mahiyetindeki bu eserin adından da anlaşıldığı gibi; Devlet yönetme bilgisini veren bir kitap olduğu bilinmektedir. Bu dönemin diğer bir önemli eseri de Kaşgarlı Mahmud tarafından 1073- 77 yılları arasında Bağdat’ta yazılan ve Abbasi halifesi Muktedî Billah’a (1074-1094) sunulan Divânu Lügati’t-Türktür. Türkçe’nin güzelliklerini, yabancılara özellikle Araplara göstermek için kaleme alınan bu eserde, Karahanlı devri Türk tarihi, kültürü, coğrafyası, sosyal hayatı ile inançları hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır.

19. Karahanlılar döneminde Farsça ve Arapça şiir ve yazı yazan edipler kimlerdir?

Cevap: Emir A’mak Buhârî, Necîbî, Fergâni, Reşîdî, Semerkandî ve “Sindbadnâme” ile “A‘râzu’s-Siyâse fî ‘Arâizi’r-Riâye” adlı meşhur eserlerin yazarı Muhammed b. Ali es-Semerkandî.

20. Gazneliler döneminde ilmi faaliyetler hakkında bilgi veriniz.

Cevap: Gazneliler döneminde, özellikle Sultan Mahmud ve oğlu Mesud zamanında (1030-1041) Gazne şehri bir ilim ve kültür merkezi haline gelmiş, saray, hürmet ve itibar gösterilen şairlerle dolmuştur. XI. yüzyılda yaşamış Türk asıllı olan Menuçehrî, Ferrûhî gibi şairlerle Farsça şiir yazan İran asıllı Escedî, Senâî ve meşhur Şehname yazarı Firdevsî gibi şairler de Gazneli sarayında yaşayan dönemin önemli ediplerinden bir bölümüdür.

21. Gazneliler döneminin ilim adamları ve eserleri hakkında bilgi veriniz.

Cevap:
el-Bîrûnî - el-Âsâru’l-Bâkiye ‘ani’lKurûni’l-Hâliye ve Tahdîdu Nihayeti’l-Emâkîn adlı eserinin yanı sıra Hind kültür ve medeniyetini anlatan ve mukayeseli dinler tarihine öncülük yapmış olan Tahkîku mâ li’l-Hind, astronomiyle ilgili el-Kânunu’l-Mesûdî, değerli taşlar ve minerallerle ilgili Kitâbu’s-Saydala isimli eserleri kaleme almıştır. Dönemin tarihçisi olan Utbî, Târîhu’l-Yemînî adlı eserini Sultan Mahmud adına yazmıştır. Bu dönemin diğer büyük tarihçisi ise Zeynu’l-Ahbâr adlı eserin müellifi Ebu Saîd Abdülhayy b. Dahhâk Gerdizî’dir (XI. yüzyıl). Tarihu Beyhakî’nin yazarı Ebu’l-Fazl Muhammed b. Hüseyin Beyhakî (öl.1077) de zikredilmesi gereken önemli tarihçilerdendir.

22. İlk Selçuklu Medresesi kim zamanında ve nerede kurulmuştur?

Cevap: Tuğrul Bey döneminde Nişabur’da kurulmuştur.

23. Asıl teşkilâtlı öğretim müesseseleri olan Nizamiye Medreseleri kim zamanında ve nerede kurulmuştur?

Cevap: Alp Arslan’ın izniyle vezir Nizamülmülk tarafından başta Bağdat olmak üzere Büyük Selçuklu devletinin hâkimiyetindeki şehirlerde kurulmuştur.

24. Bu medreselerde okutulan dersler nelerdir?
Cevap: Dinî ilimler, filoloji, matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi dil ilimleri ile akla ve deneye dayanan ilimler.

25. İlk Selçuklu hastahanesi nerede ve kim tarafından yaptırılmıştır?

Cevap: Nişabur’da Nizâmülmülk (öl.1092)

26. Selçuklu Devleti’nde rasathaneleri hangi sultan inşa ettirmiştir?

Cevap: Sultan Melikşah. İsfahan ve Bağdat’ta Melikşah’ın yaptırmış olduğu rasathanelerde, aynı zamanda rubaileriyle ünlü Ömer Hayyam’ın (öl.1132?) yanında Ebu’l-Muzaffer İsfizâri (öl.1121’den önce) gibi bilim adamları çalışmışlardı.

27. Selçuklu Devri’nin önemli ilim adamları kimlerdir? Eserleri hakkında kısaca bilgi veriniz.

Cevap: Büyük âlim Ebu’l-Meâli Cüveynî (öl. 1085), büyük İslâm mütefekkiri Gazalî (öl. 1111), meşhur Hanefi fakihi Pezdevî (öl. 1089), el-Mebsût yazarı Serahsî (öl. 1090), mezhepler tarihi mütehassısı Muhammed Şehristânî (öl. 1153), müfessir ve fakîh Kâdî Beyzâvî (öl. 1286), felsefî kelam hareketini canlandıran âlim ve astronom Kutbeddin Şirazî (öl. 1311), tarihçilerden İbn Hassul, Ebu Tahir Hâtunî, Muizzî (öl. 1127), Ali b. Zeyd Beyhâkî (öl. 1170), İbn Bibî, Kerimüddin Mahmud Aksarâyî, İbnü’l-Kıftî (öl.1249), sultanların himayesini gören İranlı şairlerden Emir Muizzî, Enverî, Ezrâkî ve Nizamî, Anadolu topraklarında ise Mevlanâ, Yunus Emre, Hoca Dehhânî, Sultan Veled, Gülşehrî gibi tanınmış şairler Selçuklu döneminde yetişen önemli şahsiyetlerden sadece bir kaçıdır.

28. Timurlular Devrinin meşhur alim ve şairleri kimlerdir?

Cevap: Câmiî (öl.1492), Kâsım-ı Envâr (öl.1433), Ali Şir Nevâî (öl.1501), Hoca İsmat Buharî (öl.1436-1437)

29. Timurlu Devrinde astronomide ün yapan Sultan kimdir?

Cevap: Uluğ Bey (1409-1449)

30. Timurlu Devrinde edebiyat ve bilimdeki başarılarıyla bilinen kişi kimdir?
31.
Cevap: Hüseyin Baykara

32. Ali Şir Nevai’den sonra türk dilini savunan ve kıymetli eserler yazan Timur sultanı kimdir?
Cevap: Babürdür. Eserleri; Babürname, Aruz Risalesi, Mübeyyen, Divan ve Validiye Risalesi Tercümesi.

33. Anadolu’da eğitim veren ilk medreseler im zamanında kurulmuştur?

Cevap: Sultan II.Kılıçarslan

34. II.Kılıçarslan hangi bölgelerde medreseler yaptırmıştır?

Cevap: Biri Konya, diğeri Aksaray’da iki, emirlerinden Altun Aba da yine Konya’da bir medrese yaptırmıştır (1196’dan önce). Daha sonra Konya’da Sırçalı (1242-1243), Karatay (1251), Atabekiyye (1251), İnce Minareli (1252); Kayseri’de Hunad Hatun (1237-38), Sâhibiye (1267-68), Sivas’ta Gökmedrese (1271), Bürûciye (1271-72), Çifte Minare (1271), Kırşehir’de Cacaoğlu (1271) medreselerini inşa ettirmiştir.

35. Mahzenü’l-Esrar’ın müellifi olan ve bu eserini Mengücükoğulları hükümdarı Fahreddin Behramşah’a ithaf eden ilim adamı kimdir?

Cevap: Genceli Nizamî

36. Kelile ve Dimne adlı otuz ciltlik bir Selçuklu Şehnamesi niteliğinde olan eser kime aittir?

Cevap: Şair Kâni

37. Anadolu Beylikleri devrinde tıp dalındaki eserlerden en önemlisi hangisidir?

Cevap: İshak b. Murad tarafından yazılan Münteh3ab-ı Şifâ-i Tıb’tır. (1389)

38. Beylikler döneminde astronomi ile ilgili yapılan çalışmalar nelerdir?

Cevap: Astronomi ile ilgili olarak Allâme Şirazlı Mahmud’un Kastamonu Bey’i Hüsâmeddin Çoban’ın oğlu Muzafferüddin Yavlak Arslan (öl. 1292)’a ithaf ettiği İhtiyârâtü’l-Muzafferîsi ile Şemseddin Mehmed Tusterî (1310) tarafından ve Eşrefoğullarından Mübârizüddîn Mehmed b. Süleyman (1302- 1320) adına kaleme alınan felsefî mahiyetteki el-Fûsûlü’l-Eşrefiye de burada zikredilmesi gereken eserlerdendir.

39. Osmanlılar döneminde ilmi çalışmalar hakkında yazılar eserlerle ilgili geniş çağlı bilgiler içeren iki eserin adı nedir ve kim tarafından yazılmışlardır?
Cevap: 1-Taşköprülüzade – eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye, 2- Katip Çelebi- Keşfü’z-Zünûn

İSLAM MEDENİYETİNİN BATI’YA TESİRLERİ

40. İslam bilimi, Felsefesi ve Kültürünün Batı’ya geçiş yolları kaç aşamada ve nasıl olmuştur?

Cevap: 6 aşamada olmuştur.
1-Endülüs İslâm medreseleri (Kurtuba, Sevilla, Toledo, Gırnata)
2-Sicilya Müslümanları
3-Yahudi Tercümanlar
4-Hint ticaret yollarının aranması (coğrafya kitaplarının tercümesiyle)
5-Haçlı seferleri
6-Balkanlara yerleşen Osmanlı müesseseleri

41. XII. Yüzyılın üniversitelerinde hangi İslam filozoflarına ait eser ile tıbbi çalışmalar yapılmıştır?

Cevap: İbn Sina’nın el-Kanun Fi’t-Tıb
İbn Rüşd’ün tıbbi risaleleri.

42. İslam medeniyeti’nin Avrupaya tesirine bir örnek olarak İspanya’daki gelişimi hakkında kısaca bilgi veriniz.

Cevap: İspanya’nın 711 yılında Müslümanlar tarafından fethinden sonra, 755 tarihine kadar Suriye’deki halifelik merkezi tarafından idare edildi. 715’den Abdurrahman devrinin sonuna kadar (912-961) İslâmî eğitim, sanat ve ilimlerle Avrupa’yı besledi. İspanya, İslâm medeniyetinden Avrupa’nın istifade ettiği bölge olmuştur. Çünkü Doğu ile Batı arasındaki teması burası kolaylaştırmış ve Endülüs İspanyolları Arap dilini bilgi ve edebiyat için kullanılabilecek tek dil olarak görmüşlerdir.

43. İslam medeniyeti’nin Avrupa’ya geçişinde ikinci bir kapı olan Sicilya’da nasıl bir etkileşim ve gelişim olmuştur? Kısaca bilgi verin.

Cevap: Müslümanlar kurdukları medreselerinde Hıristiyan bilginlerin yetişmesine yardım ettiler. Burada Müslümanlardan kalma saray ve merasimlerin yanı sıra İslâmî örf, âdet ve ilimleri de Hıristiyanlar devam ettirdiler. Resmî dil olarak Arapça kullanıldı. Hatta diplomaların bir kısmı bile Arapça yazıldı. Kısacası, X. yüzyılda Sicilya’daki Norman hâkimiyeti İslâmî bir karakter taşıyordu.

44. İslam Medeniyeti’nin Avrupa’ya girişinde Haçlı Seferlerinin rolü nedir?
Cevap: Bu seferler, kilise tarafından İslâm’ın tesir gücünü kırmak ve Hıristiyanlık bilincini ayakta tutmak için düzenlenmiş, ancak Müslüman Türklerin karşı koyması ile durdurulabilmiştir. XI. yüzyılın sonlarına doğru başlayıp XV. yüzyıla kadar defalarca tekrarlanan Haçlı seferleri Avrupalıların İslâm ülkeleriyle temasa gelmelerini sağlamıştır. Bu seferlerden kurtulup geri dönebilenler, Müslüman Türkün imanını, hükümdarlarına saygısını, temizlik, mertlik ve dürüstlüklerini anlatmakla bitirememişlerdir. İbn Sina’nın Kitabü’n Nefs ve Şifa adlı eseri Yohannes tarafından bu seferler sonrasında Avrupa dillerine kazandırıldı. Fârâbî ve Gazalî gibi filozof ve ilim adamları Avrupa tarafından araştırıldı. Haçlı seferleriyle Batı, Doğu’yu tanıdı. Haçlılar, İslâm medeniyeti mensuplarını kendilerinden daha farklı, daha gelişmiş, daha önde ve daha liberal buldular.

45. İslâm medeniyetinin Batı’ya taşınmasında diğer bir yol İtalyan liman şehirlerinin rolü nedir?

Cevap: Akdeniz ticareti, Orta ve Kuzey Avrupa’ya Venedik, Pisa, Lucac ve Cenova gibi liman şehirleri aracılığıyla aktarılıyordu. Bu yolla daha çok kültür alışverişi olduğu ve Doğu ile Batı arasındaki bu kültür alışverişinde Yahudi ilim adamlarının rollerinden söz edilebilir.

46. Avrupa’da felsefenin islam tesiri ile gelişimine katkı sağlayan en önemli İslam düşünürü kimdir?

Cevap: İbn Rüşd

47. Müslüman Arap tıbbının Batı’daki otoritesi olarak bilinen Tıpçı kimdir?

Cevap: Râzi- Kitabu’l-Havasi

48. Avrupa’da bilinen diğer Müslüman tıpçılar kimlerdir?

Cevap: Ebu’l-Kasım ez-Zehrâvî, İshak el-İsrâilî, İbnü’l-Cezzar.

49. Matematik alanında Batıya tesir eden ünlü Müslüman matematikçi kimdir?

Cevap: El.Harizmî

50. Batı’da fizik araştırmaları ve göz hastalıkları konusunda ün yapmış Müslüman ilim adamı kimdir?
Cevap: İbnü’l Heysem

51. İslam Medeniyetinin kültürel anlamda Avrupa’ya tesiri nasıl olmuştur?

Cevap: VIII. yüzyılda İspanya’yı fetheden Müslümanlar burada parlak bir uygarlığın temsilcileri olmuşlardır. Pek çok bitki türü Ortaçağ’da Avrupa’ya getirilmiş, pirinç, pamuk, şeker kamışı gibi birçok kelime Arapça olarak bu dillerde kullanılmaya devam edilmiştir. Baharatlar Avrupalıların beslenme alışkanlıklarını da değiştirmiş, damak zevklerini zenginleştirmiştir. Sulama kanalları, su ve yel değirmenleri inşaatında, at türleri, koyunlar, zeytinyağı ve kâğıt üretimi teknikleri ile inşaat teknikleri, kubbe ve kemer yapımında da Batı’ya öncülük edilmiştir.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:41

ÜNİTE 5


GİRİŞ

1. İslâm Kurumları ve Medeniyeti tarihinde idari alanda en önde gelen üç kurum hangileridir?

Cevap: Hilafet
Vezaret
Divan Teşkilatı

2. İslami değerler açısından Hilafet nasıl bir mâna taşımaktadır?

Cevap: Hilâfet, dinî ve dünyevi işlerde Resûlullah adına kamu otoritesi olarak algılandı ve o şekilde de biçimlendi. Bir başka ifadeyle, hilâfet dinî ve dünyevi otorite arasındaki ayrılmazlığın ve İslâmî birliğin somut bir sembolü olarak doğdu ve gelişti.

HİLÂFET

3. Hilâfet kelimesi Kur’ân’da ne anlama gelmektedir?

Cevap: Kur’ân’da, halife ve çoğul şekli olan hulefâ ve halâif kelimeleri geçer. Bunlar da siyasî bağlamlı terim anlamından farklı, daha özgün bir anlamda kullanılırlar. Bakara, 2/30; En’am, 6/165; Yunus, 10/73; Neml, 27/62 ve Fâtır suresinin, 35/39. ayetlerinde, Allah’ın insanı yeryüzünün halifesi olarak yarattığı onu yeryüzünün sahibi kıldığı ve ona hükümran olma imkân ve yeteneği verdiği dile getirilir (Pazarbaşı, 2003). Bu bağlamda halife, insanın yaratılışının anlamını ifade eden bir bilinçtir.




HZ. PEYGAMBERİN DEVLET BAŞKANLIĞI

4. Akabe Biatları hangi kabileler arasında gerçekleşmiştir?

Cevap: Medineli Evs ve Hazreç kabileleri arasında gerçekleşmiştir.

5. Halife ne anlama gelmektedir?

Cevap: Hz. Peygamber’den sonra onu bütün yönleri ile örnek alan Müslüman toplumlar İslâm tarihi sürecinde devlet başkanlarına “halife” denmektedir.

6. Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifelik durumu ile ilgili gelişmeler hadislerde nasıl aktarılmıştır?

Cevap: “Peygamber (as) kimseyi halife bırakmadan ruhunu teslim etti. Şayet birini halife bırakacak olsaydı, tercihi ya Ebubekir ya da Ömer olurdu” (Müsned, VI, 63). Yine Hz. Ömer’den, vefatından hemen önce, kendisinden sonra yerine geçecek kimseyi belirlemesi istendiğinde, söylediği şu sözler de konuya açıklık getirme bakımından önemlidir: “Eğer bir halife tercih edecek olursam, bunu benden daha hayırlı olan Ebubekir (beni tercih etmek suretiyle) yapmıştır. Tercih etmeyecek olursam, benden daha hayırlı olan Hz. Peygamber de bunu yapmamıştır.” (Buhârî, Ahkâm, 51)

7. Hz. Peygamberin vefatından sonra Hazreç kabilesi halife olarak kimi aday göstermiştir?

Cevap: Sa’d b. Ubâde.

HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN DÖNEMİ

8. Hz. Ebubekir halifenin Kureyş’ten seçilmesi ile ilgili olarak nasıl bir değerlendirme yapmıştır?

Cevap: Bu emir (hilâfet) işini Araplar, sadece, kendi aralarında en şereflileri olarak gördükleri Kureyş kabilesi için kabul ederler.” (Yani Araplar halife olarak ancak Kureyşli birine itaat ederler) Hz. Ebubekir’in bu sosyolojik tespiti o toplantıda daha ilk günden başlayarak, “İmamlar (idareciler) Kureyşten’dir” şeklinde Hz. Peygamber’in hadisi olarak rivayet edildi. Böylece, halife seçiminde yüzlerce yıl sürecek olan “hilâfetin Kureyş kabilesine âidiyeti” halife adayında aranan şartların ilk sıralarında yerini aldı. Hilâfet tartışmalarında, bin yılı aşkın bir süre Kureyş kabilesi lehine dinî bir gerekçe olarak kullanıldı.

9. Hz. Ebubekir’e biat eden ilk sahabe kimdir?
Cevap: Beşir b. Sa’d

10. Müslümanlar Hz. Ebubekir’e nerede biat etmişlerdir?
Cevap: Mescid-i Nebevi’de.

11. Hz. Ebubekir’den sonra ikinci islam halifesi olarak kim seçilmiştir?

Cevap: Hz. Ömer

12. Hz. Ömer kaç yıl halifelik görevinde bulunmuştur?

Cevap: On yıl halifelik görevinde bulunmuştur.

13. Hz. Ömer’in vefatından kısa süre önce kendisinden sonra seçilmesi muhtemel altı kişi kimdir?

Cevap: Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebî Vakkas, Zübeyir b. Avvam.

14. Hz. Ömer’in vefatından önce belirlediği bu altı kişilik zümreye ne ad verilmiştir?

Cevap: Ehlü’ş-Şûrâ

15. Hz. Ömer’in başlatmış olduğu bu seçim usulüne daha sonraki yıllarda ne ad verilmiştir?

Cevap: Ehlü’l-Hal ve’l-Akd

16. Hz. Osman kaç yıl halifelik görevinde bulunmuştur?

Cevap: On iki yıl halifelik görevinde bulunmuştur.

17. Medine İslam Devleti’nin dördüncü halifesi kimdir?

Cevap: Hz. Ali

18. Hz. Ali kaç yıl halifelik görevinde bulunmuştur?

Cevap: Beş yıl halifelik görevinde bulunmuştur.

19. Hz. Ali’nin şehadetinden sonra Kufeliler kime biat etmişlerdir?

Cevap: Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’a biat etmişlerdir.


EMEVİLER DÖNEMİ

20. Muaviye’nin Hz. Hasan’ın halife seçilmesini nasıl karşılamıştır?

Cevap: Muaviye, Hz. Hasan ile yaptığı anlaşmada kendisinden sonra halifeyi şuranın seçmesini öngören maddeye uymamış ve oğlu Yezid’i veliaht tayin etmiştir.

21. Muaviye hilafete hangi sistemi getirmiştir?

Cevap: Veraset

22. Emevilerin başlatmış oldukları Veraset sistemini kısaca açıklayın.

Cevap: Hilâfet, babadan oğula veya hanedanın bir başka üyesine intikal eder duruma gelmiş ve saltanata dönüşmüştür. Bir başka ifadeyle, devlet Emevilerin siyasî mülkü haline gelmiştir.

23. Muaviye’nin ölümünden sonra yerine kim geçmiştir?

Cevap: Oğlu Yezid.

24. Yezidi’in veliaht tayinine ve hilafetin saltanata dönüşmesine şiddetle karşı çıkan kişi kimdir?

Cevap: Abdullah b. Zübeyr

ABBASİLER DÖNEMİ

25. İlk Abbasi halifesi kimdir?

Cevap: Ebu’l Abbas (750)

26. Ebu’l Abbas’ın halife seçildikten sonra yayınlamış olduğu meşruiyet bildirisinde nelerden bahsetmiştir?

Cevap: Bu bildiride kendi hakları olan hilâfeti vaktiyle Emevilerin zorla aldıklarını, ancak bu gün hakkın yerini bulduğunu dile getirmiş ve Emevi hilâfetinin gayrimeşru olduğunu, halifeliği gasbettiklerini, meşru olanın kendileri olduğunu, Allah’ın bâtıl olan Emevi hilâfetini kendileri ile yok ettiğini anlatmıştır.

27. Ebu’l Abbas hangi sıfatla anılmıştır?

Cevap: Çok kan döktüğü için “Seffah” adı ile anılmıştır.

28. Ebu’l Abbass’tan sonra Abbasi hilafetine kim seçilmiştir?

Cevap: Cafer el-Mansur

29. Mutezîli görüşleri hilâfet politikası haline getirmiş olan hangi Abbasi halifesi, hangi büyük âlimi, niçin hapsettirip kırbaçlattırmıştır?

Cevap: Teklif ettiği Bağdat kadılığını ve baş- kadılığı kabul etmeyen İmâm-ı Âzam’ın hilâfetine zarar verebileceğini, bir 98 meşruiyet tartışması başlatabileceğini düşünerek onu hapsettirip kırbaç- lattırdı. Bununla da yetinmedi onun bir devlet görevini kabul edinceye kadar peşini bırakmayacağına yemin etti ve sonunda İmam-ı Âzam Ebu Hanîfe’yi Bağdat’ın inşasında tuğla kontrol işini kabul etmek zorunda bırakmıştı.

30. Abbasi hilafeti 945 yılında hangi devletin etkisi altına girmiştir?

Cevap: Şii bir devlet olan Büveyhilerin hakimiyeti altına girmiştir.

31. Abbasileri Büveyhilerin baskısından kurtaran Selçuklu Sultanı kimdir?

Cevap: Sultanü’l-Mağrip ve’l-Maşrık (Doğu’nun ve Batı’nın Hükümdarı) ünvanını alan Tuğrul Bey.

32. Abbasi ihtilâlinden sonra Emevilere yönelik katliâmdan kurtulmayı başaran ve Endülüs’e gelerek burada bağımsız Endülüs Emevi devletini kuran Abbasi emiri kimdir?

Cevap: I. Abdurrahman (756)

33. Endülüs Emevi emirleri hangi emir dönemiyle birlikte halife unvanını kullanmaya başlamışlardır?

Cevap: III. Abdurrahman (929)

34. Abbasi Hilafeti kaç yılında kimler tarafından ortadan kaldırılmıştr?

Cevap: 1258 yılında Moğollar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

35. Abbasiler döneminde yerleşen ve geleneksel hale gelen halifelik alametleri nelerdir?

Cevap: “Bürde” Hz. Peygamber’in hırkasını giymek anlamına gelir.
“Mühür” Hz. Peygamber’i takliden mühür kullanmışlardır.
“Asa” Tahtta ve minberde ellerine asâ almışlardır.
“Hutbe” isimleri okunur ve kendilerine dua edilirdi.
“Sikke” kendi adlarına sikke kestirirlerdi.
“Tıraz” denilen kendileri için yapılmış özel işaretli elbiseler giyerlerdi.

OSMANLI DÖNEMİ

36. Osmanlı Devleti’ne halifeliğin giriş süreciyle alakalı iki farklı görüş nelerdir? Kısaca açıklayın.

Cevap: Birincisi: Osmanlı sultanları Osman Bey’den itibaren halifedir.
İkincisi: Osmanlı sultanlarının halife olmaları Yavuz Sultan Selim ile başlar. Yavuz, Mısır’ı fethinden sonra “Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn” ünvanı ile dönemin Abbasi halifesi III. Mütevekkil Alallah’dan halifeliği teslim almıştır. Sefer dönüşü İstanbul’da Ayasofya veya Eyüb camilerinin birinde yapılan bir törenle III. Mütevekkil, hilâfet kılıcını Yavuz Sultan Selim’e kuşatmış ve halifelik ünvânını da yeni halifesine vermiştir.

37. Sadrazam Lütfü Paşa’nın, Osmanlı Sultanları’nın halifelikleri hakkında çıkan bir tartışmaya cevap olarak yazdığı eserin adı nedir?

Cevap: “Halâsü’l- Ümme fî Ma’rifeti’l-Eimme”

38. Osmanlı sultanlarının halife ünvanını resmî olarak kullanmaları ilk defa hangi padişah döneminde başlamıştır?
Cevap: III. Ahmed’in 1727 yılında Afgan hükümdarı İran’lı Eşref Han ile imzaladığı bir anlaşmada kendisini ‘bütün Müslümanların halifesi’ olarak nitelemesiyle” başlamıştır.

39. Osmanlı sultanları içinde, dönemindeki dünya konjonktürü ve iç karşıklıklar sonucu, halifeliğe en fazla önem veren hangi padişahtır?

Cevap: II. Abdülhamid

40. II. Abdülhamit Kanuni Esasi’de hilafete ilişkin hangi maddeyi koydurmuştur?

Cevap: “Pâdişah hazretleri, halife olarak İslâm dininin koruyucusu ve bütün Osmanlı vatandaşlarının hükümdârıdır” maddesini koydurmuştur.

41. 1878-1880 yıllarında İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi olan Henry Layard, II. Abdülhamid’in halifeliğe verdiği değeri nasıl değerlendirmiştir?

Cevap: “Sultan, halifelik sıfatı hakkında gösterdiği hassasiyeti başka hiçbir meselede göstermemektedir… Halife ünvânını sultan ünvânından daha kutsal ve ehemmiyetli görmektedir.”

42. Osmanlıda hilafetin kaldırılışı olayı nasıl gerçekleşmiştir?

Cevap: II. Abdülhamid’den sonra hilâfet kurumu giderek güç kaybetmeye ve zayıflamaya başlamıştır. Bitmeyen savaşlar, iç çekişmeler ve gizli hesapların doğurduğu siyasî krizler, Birinci Dünya Savaşı ve arkasından gelen İstiklal Savaşı bu kurumu iyice zayıflatmıştı. Bütün bunların üstüne, İngilizlerin ancak hilâfetin Osmanlı’nın elinden çıkmasıyla ulaşabilecekleri siyasî ve 101 ekonomik çıkarlarına yönelik etkili faaliyetleri eklenince hilâfet kurumu varlığını koruyamadı. Nihayet meclis, 1 Kasım 1922’de saltanatı hilâfetten ayırıp önce saltanatı kaldırdı. Daha sonra özellikle İsmet İnönü’nün kararlı tavır ve söylemleri ve İzmir mebusu, adliye vekili Seyyid Bey’in mecliste “hilâfetin şer’î mahiyeti” ile ilgili onun kaldırılması yönündeki uzun konuşmaları ve kavga noktasına gelen tartışmalar, tehditler sonunda 3 Mart 1924 tarihinde halifelik de kaldırıldı.

VEZİRLİK

43. Vezir sözcüğü ne anlama gelmektedir?

Cevap: Farsça kökenli olup hükmetmek anlamına gelmektedir. Bu sözcük Farsçadan Arapçaya geçmiş ve “yardımcı, sığınak, yüklenme ve sırt” anlamlarında Arapçalaşmıştır. Terim olarak, padişahın hemen hemen bütün işlerini yüklenen ve hükümdarlıkla ilgili konularda ona görüşleri ve idaresi ile yardımcı olan kimse demektir.

44. Maverdi’nin tespitlerine göre vezirlik kaç kökten türemiş ve hangi anlamlara gelmektedir?
Cevap:
1-Vizr kökünden: Ağırlık demektir. Çünkü vezir hükümdarın yönetim yüklerini taşır.
2-Ezr kökünden: Sırt demektir. Çünkü vezir, sırtın vücudu desteklemesi gibi hükümdarı destekler.
3-Vezr kökünden: Sığınak demektir. Çünkü hükümdar, onun görüş ve yardımına sığınır.

45. Vezirin görevleri nelerdir?
Cevap: Devlet memuru olarak vezir, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kayıtsız şartsız elinde bulunduran ve hükümdarın vekili sıfatı ile devletin bütün işlerini yürüten ve idare eden en yüksek dereceli bürokrattır. Makamı komutanların da üstündedir. Vezirin bulunduğu makama “vezâret” yani “vezirlik” denir. Osmanlı döneminde, vezir, “paşa”, vezâret, “paşalık” anlamında da kullanılmıştır.

46. İslâmî dönemde vezirliğin meşruiyyet kaynakları nelerdir?

Cevap: Kur’an, Hadis, Maslahat.

VEZİRLİĞİN TARİHÎ SERÜVENİ

ABBASİLER DÖNEMİ

47. Abbasiler döneminde Ebul Abbas tarafından görevlendirilen ilk vezir kimdir?

Cevap: Hemedanlı Ebu Seleme Hafs b. Süleyman el-Hallâl’i.

48. Abbasilerde kaç çeşit vezirlik vardır? Buvezirlikleri kısaca açıklayınız.

Cevap: Abbasilerde biri tefvîz vezirliği diğeri tenfîz vezirliği olmak üzere iki çeşit vezirlik vardı. Tefvîz vezirliği, devletin bütün işlerini halife adına görürdü. Tenfîz vezirliği, sadece görev alanına giren konulardan sorumlu, yetkileri de görev alanı ile sınırlı idi. Bu vezirlik de günümüzdeki devlet bakanlıklarına benzetilebilir. Bu iki vezirlik kısaca şöyle de tanımlanır: Vezir sultanı ve devleti yönetiyorsa, tefvîz vezirliği; sultan işi elinde tutuyor ve bizzat yapıyorsa, tenfîz vezirliğidir.

49. Endülüs Emevilerinde vezirlik görevini yürüten kişiye ne denilmiştir?

Cevap: Hacib

50. Vezirlik kurumuna Samaniler, Gazneliler ve Karahanlılar döneminde hangi ad verilmiştir?

Cevap: “Hâce-i Büzürg”

51. Büyük Selçuklularda vezirlik kurumu ile ilgili kısa bir değerlendirme yapınız.

Cevap: Büyük Selçuklularda ve Anadolu Selçuklularında vezirlik, hükümdardan sonra en yüksek makamdı. “Sâhib”, “hâce”, “lala” ve “atabek” isimleri de verilen vezir, “menşûr-ı vezâret” denilen sultan fermanı ile tayin edilirdi. Kendisine vezirlik alâmeti olarak altın divit, tac veya külah ve kılıç verilir ve 104 hil’at giydirilirdi. Divit, sivil idarenin en üst memuriyetini temsil, kılıç da askerî sahadaki yetkisini temsil ederdi. Nizamülmülk gibi güçlü vezirler Selçuklularda vezirliği Abbasilerden daha etkili ve yetkili hale getirmişlerdir.

OSMANLI DÖNEMİ

52. Osmanlılarda Vezirlik müessesesinin gelişim seyri nasıl olmuştur?

Cevap: Osmanlılarda vezirlik, bütün kurumsal özellikleriyle, doğal olarak Selçukluların devamı niteliğindedir. İlk zamanlar vezîr-i âzama hükümdar tarafından “ulu vezir” denilir ve üzerinde sultânın ismi bulunan ve “mühr-i hümâyun” denilen mühür, divit takımı ve üç tuğ verilir, hilât giydirilirdi. Fatih dönemine kadar vezirler genellikle köklü Türk ailelerden tayin edilirdi. Ancak Fatih bu geleneği değiştirdi ve vezirleri büyük ölçüde devşirmelere tahsis etti. Kanunî Sultan Süleyman dönemiyle beraber vezîr-i âzam yerine, “sadr-ı a‘zam” (sadrâzam), “sadr-ı âlî” ve “sadâret-penâh” adları kullanılmaya başlanmıştır. Sadrazamlık 1922 yılında saltanatın kaldırılması ile birlikte son Osmanlı sadrazamı Tevfik Paşa’nın istifasıyla sona ermiştir.

VEZİRİN ÖZELLİKLERİ GÖREV VE YETKİLERİ

53. Vezirin özellikleri ve onda bulunması gereken şartlar nelerdir?

Cevap:
1. İçtihat yapabilecek bir ilme sahip olacak.
2. İdare, siyaset ve harp sanatlarını bilecek.
3. Emanet ehli olacak, asla hıyanet etmeyecek.
4. Doğru-dürüst, kendisine güvenilir olacak.
5. Kanaatkâr olacak.
6. Bedenen sağlam ve cesaretli olacak.
7. Kuvvetli bir hafızaya sahip olacak.
8. Zeki ve ferasetli olacak.
9. Adil ve erdemli olacak.
10. Tecrübe ve ihtisas sahibi olacak
11. Ergin, Müslüman ve erkek olacak.
12. Halk ile arasında düşmanlık olmayacak.
13. Kötü alışkanlıkları olmayacak.

DİVANLAR

54. Divan kelimesi ne anlama gelmektedir?

Cevap: Hz. Aişe’den nakledilen, “Allah katında üç divan vardır” (Müsned, VI, 240) hadisinde divan kelimesinin “hesap defteri” anlamında kullanılmış olması; Arapçada başvuru kitabı niteliğinde olan kaynak eserlere “divan” denilmesi ve Arapça şiirler için “Arab’ın divanı” denilmesi kelimenin aslının Arapça olduğu iddialarını desteklemektedir. Sâsânîler’de devlet idaresine ait bir terim olarak kullanılmış olması da Farsça asıllı olduğunu desteklemektedir. Kelimenin Farsça’dan Arapça’ya geçtiği kanaati daha yaygındır. Günümüz Arapçasında “devlet dairesi, yönetim bürosu, memurluk yapılan yer, sekreterlik” anlamlarında da kullanılmaktadır.

55. Divan kelimesinin Türkçe manaları nelerdir?

Cevap: Herhangi bir konu üzerinde tedvin edilmiş eser için kullanılır. Divân-ı Lügati’t-Türk, Fuzûlî Divân’ı vs. gibi. Hükümdarın oturduğu sedire ve kanepeye divan adı verilir. Osmanlı Devleti’nde birkaç köyden müteşekkil köy ile nahiye arasında küçük bir üniteye divan denilmiştir. Mahkeme maksadıyla kurulan yüksek meclise divan denilir. Divân-ı Harb, Divân-ı Âlî gibi. Bir âmir veya büyük huzurunda eller önde kavuşmuş olarak saygılı vaziyette durma için kullanılır, “karşısında divan durdu” denilir. Yabancıların barındığı han veya kervansaray için kullanılır.

56. Terim olarak Divan kelimesi ne anlama gelmektedir?

Cevap: Devlet idaresindeki muhtelif idarî, askerî ve malî hizmetlerin yerine getirilmesinde kullanılan defterlere; bunların ve devlet memurlarının bulundukları yere verilen isimdir.

DİVANIN KURULUŞU VE KAYNAĞI

57. İslam tarihinde ilk olarak Divan teşkilatını kim kurmuştur?

Cevap: (Hz.Ömer 641) Divan’ul Ata.

DİVANLARIN TARİHÎ SERÜVENİ

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ

58. İlk Emevi halifesi Muaviye b Ebi Süfyan zamanında (661-680) ki Divan teşkilatı kaç birimden oluşmaktadır? Bu birimler nelerdir?

Cevap: Dokuz birimden oluşmaktadır. Bu birimler; Divânu'l-Harâc: Şam’da merkezî divan konumunda idi. Toprak vergilerinin takdiri ve toplanmasıyla ilgili işleri yürütmekteydi. Divânu’r-Resâil: Devlet başkanının bütün resmî haberleşmelerini yürütüyordu. Divânu'l-Hâtem: Resmî yazışmaların mühürlenmesi ve birer nüshasının arşivlenmesi işlerini yürütmekle görevli idi. Divânu'l-Berîd: Posta işlerini yerine getirmekle görevli idi. Divânu'l-Cünd: Belli aralıklarla nüfus sayımlarını yapmakla görevli idi. Divânu’n-Nafakât: Hazine masraflarının hesabını tutmakla görevli idi. Divânu's-Sadakât: Zekat ve öşür işlerini yürütmekle görevli idi. Divânu’l-Müstegallât: Devlete ait taşınmazların halka kiralama işlerini yürütüyordu. Divânu't-Tıraz: Sancaklar, bayraklar ve resmî elbiseler yapım işleriyle görevli idi.

59. Emevilerde bulunan divanlara Abbasiler hangi Divanları eklemişlerdir?

Cevap: Divânü’t-Tevki’: Resâil divanı ile görevleri hemen hemen aynıdır. Divânü’l-Mezâlim: Üst düzey bürokratlarla ilgili şikâyetlere bakar. Günümüzdeki temyiz mahkemeleri gibidir. Divânü’l-Ezimme: Devlet gelir-giderlerinin teftiş görevini yürütür. Divânü’l-Müsâdere: Devletin el koyduğu malları yöneten divandır. Divânü’l-Ceyş: Devletin askerî işlerine bakmakla görevlidir. Divânü’d-Dıyâ’: Devlet arazilerinden şahıslara verilen arazilerin öşrünü toplardı. 109 Divânü Beytilmâl: Devlet hazinesinin idaresiyle ilgili hukukî kurumdur. “Hazineye giren ve çıkan malların, yapılan harcamaların hesabını yapmak ve tutanakları incelemekle görevlidir.”

60. Selçuklularda kaç çeşit divan bulunmaktadır?

Cevap: Selçuklularda divan teşkilâtının başında bütün devlet işlerinin yürütüldüğü “Büyük Divan” veya “Divân-ı ‘lâ” vardı. Buna “divân-ı vezâret” de denirdi. Bu Büyük Divan’a bağlı olarak dört büyük divan daha vardı: Divân-ı İnşâ: Buna “divân-ı tuğrâ” da denirdi. Devletin haberleşme sistemini yürütürdü. Memur tayinlerine ve iktâlara vesikalar verirdi. Divân-ı İstifâ: Devletin mâli işlerini yürütmekle görevli idi. Divân-ı İşraf: Mâli ve idari işleri teftiş etmekle görevliydi. Divân-ı Arz: Askerî işleri yürütmekle görevli idi. Ayrıca, Büyük Divan’a bağlı bulunmayan, “Divân-ı Berîd” adında devletin posta işlerini yürütmekle görevli bir divan daha vardı.

61. Osmanlı Devleti’nde Divan teşkilatı hangi padişah döneminde kurulmuş ve hangi padişah döneminde en sistemli halini almıştır?

Cevap: Divân-ı Hümâyun’a geçiş II. Murad döneminde başlayan ve Fatih döneminde tamamlanan bir süreçte gerçekleşmiştir.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:42

ÜNİTE 6


GİRİŞ
İSLÂM MEDENİYETİNDE SOSYAL DAYANIŞMA VE VAKIFLAR
SOSYAL DAYANIŞMADA AİLE VE TOPLUM
1. Sosyal Dayanışmada aile ve toplum ilişkisinin rolü nedir?

Cevap: Bu tür müesseselerin başında aile müessesesi gelir. Aile kurumu, bilindiği gibi, toplumun en küçük birimini oluşturur. İslâm toplumunun en sağlam müessesesi olan aile ocağını yalnız ana baba veya karı-kocadan ibaret saymamak gerekir. Bunlara, ailenin diğer fertlerini de ilâve ederek onların da sosyal haklarının teminat altına alınarak ana ve babaya iyi davranılmasını emreden Kur’ân; küçükken çocukların güzelce eğitilip büyütülmesi gerektiğini ve her türlü kötülükten korunarak onların maddî ve manevî bilgilerle yetiştirilerek toplumun yararlı bir üyesi olmalarının sağlanması hususuna dikkat çeker.

SOSYAL DAYANIŞMADA ZEKÂT VE SADAKA

2. Zekat almaya hakkı olan kişilerde aranacak şartlar nelerdir?

Cevap: 1. Fakir ve yoksullar, 2. Düşkünler, 3. Daha sonra, âmiller (zekât işlerinde çalışan ve çalıştırılanlar), 4. Müellefe-i kulûb (kalpleri müslümanlığa ısındırılacaklar) geliyor, 5. Ayrıca kölelikten kurtulacaklar, 6. Borçtan kurtulacaklar, 7. Allah yolunda çalışmakta olanlar ve 8. Yolda kalanlar da zekât almayı hak edenler arasındadır.

3. Müellefetü’l-Kulûb nedir?

Cevap: Müslüman olmadığı halde, Müslümanlığa meyilleri ve İslâmiyet’i kabulleri umulan ya da Müslümanlara eza ve cefa etmelerinden korkulup yapacakları eziyet ve kötülüklerin önlenmesi düşünülen kişiler bu kapsama girer. Böylece Müslüman olmayanlara karşı Müslümanların güçlenmesine katkısı bulunacak olanların kaplerinin kazanılarak İslâm’a ısındırılmaları düşünülenler bu grubun birinci sınıfını teşkil eder.

4. Müellefetü’l-Kulûb zümresinde aranan özellikler nelerdir?

Cevap: (1) Kalplerindeki imân tam anlamıyla yerleşmemiş imanı zayıf kişiler,
(2) Herhangi bir kabilenin ileri gelenlerinden Müslüman olup da Müslüman olmayan dostları ile kendi kabileleri içindeki nüfuz sahibi kişilerin İslâmiyet’e rağbetlerini artıracağı umularak, bu kabilenin Müslüman olan büyükleri,
(3) Yahudi ve Hıristiyanlardan Müslümanlığı kabul edenlerin hem İslâm’a bağlılıklarını artırmak, hem de diğer Yahudi ve Hıristiyanların ilgilerini çekmek üzere Müslüman olanlar,
(4) Ayrıca hudut boylarında ve stratejik ehemmiyeti olan tehlikeli bölgelerde düşman hücumlarına karşı kendilerini savunmak durumunda bulunan Müslümanlar da zekâtın müellefetü’l-kulûb fonundan yararlandırılması gerekenler sınıfından kabul edilmişlerdir.

5. Zekattan pay alabilen diğer bir grup olan el Gârimin grubunun zekattan pay alabilmesi için esasları nelerdir?

Cevap: Gârim borçlu, ağır borçlara batmış kimse demektir. Borçlular da iki kısımdır; şahsen borçlu olanlar ve toplum yararına borçlananlardır. Sel, yangın ve zelzele gibi tabii âfetlerden zarar görerek veya hiç bir kasdı olmaksızın kaza sonucunda bir kimsenin ölümüne sebep olarak tazminat ödemeye ya da kendi ihtiyaçları için borçlananlar şahsen borçlu olanlardır. Müslümanlar veya gayrimüslimler arasında umumun menfaatini sağlamak, fitneleri yatıştırıp sulh ve sükûnu temin etmek için kefil olan veya tazminatla borçlanarak, borcunu ödedikten sonra da geride nisab miktarı parası artmayan fakir veya zengin Müslümanlar bu sınıftan sayılırlar.

6. Zekattan faydalanma hakkı olan Yol oğlu grubuna mensup kimselerin özellikleri nelerdir?

Cevap: Bu terimin amaçladığı kişiler, yola çıkmış yolcular, seyyah veya turistlerdir. Bunlar, kendi ülkelerinde zengin olsalar bile, yolculukları sırasında fakirleşen garip kimselerdir. Bu gibilere de zekât verilebilir. Şehir, kasaba veya köy gibi belli bir yerleşme bölgesinden gelip geçen bütün yabancılara üç gün müddetle yiyecek-içecek verilmesi, hatta barınması için yatacak yer gösterilmesi bütün Müslüman toplumların âdeti olarak yaygınlaşmıştır. Müslümanlar bu âdeti vakıf olarak, ribat ve kervansaray gibi yolcuların emniyet içinde yollarına devam edebilmeleri için kurulan sağlam ve korunaklı kalelelerle müesseseleştirmişlerdir.

7. İslamiyet bu tür müesseseler sayesinde neyi hedeflemiştir?
Cevap: Toplum içinde fakirliği ve yoksulluğu yok denecek kadar azaltmayı hatta kaldırmayı hedeflemiştir.

8. Vakıf Müessesesi nasıl doğmuştur?

Cevap: Sadakaların yaygınlaştığı toplumlarda, bunlara dayalı olarak yeni yeni müesseselerin doğması mümkün olabilir. Vakıf müessesesi de böylece doğ- muştur denilebilir. Her sınıf insanın yararına olmak üzere tahsis olunan vakıflar, aynı zamanda toplumların, muhtaçlarına yönelik olduğu gibi, sosyal güvenlik ve sosyal sigortaları niteliğini taşımaları sebebi ile de dayanışmaya imkân veren müesseselerden biri durumundadır.

SOSYAL DAYANIŞMA MÜESSESESİ OLARAK VAKIFLAR

9. Vakıf nedir?

Cevap: Sözlükte; durdurma, alıkoyma, ayırma, bağlama gibi manalara gelen, vakıf kelimesi ıstılahta; “bir malı veya mülkü satılmamak kaydıyla bir hayır işine bağışlama, bırakma” şeklinde ifade bulmaktadır.

10. İslam hukukunda vakıf ne anlama gelmektedir?

Cevap: İslâm hukukunda vakıf; “Menfaatı ibâdullaha (kullara) ait olmak üzere bir aynı (vakfolunan malı) Cenab-ı Hakk’ın mülkü hükmünde olarak temlîk ve temellükten (sahiplenilmekten) ile’l-ebed habsetmektir” şeklinde tarif edilmektedir. Bu tariften anlaşıldığına göre, bir malın veya mülkün gelirinin tamamen insanların yararına olarak, şahısların sahiplenmesine imkân verilmeksizin tahsis ve hayır işine terkedilmesine vakıf denilmektedir.

11. İslam medeniyetinde vakfın sosyal yaşama ne gibi faydaları olmuştur?

Cevap: Özellikle yoksul ve kimsesizlerin geçimine tahsis edilen vakıfların varlığı, İslâm medeniyetinde insana verilen değeri ortaya koyduğu gibi toplumdaki 125 dengesizlikleri de önlemeye yardımcı oluyordu. Tarihî seyri içinde vakıfların, ne derece yaygın oldukları göz önüne alınırsa, iyi işlediği ve bozulmadığı zamanlarda İslâm toplumu içinde bir sosyal denge özelliği taşıdığı muhakkaktır. Toplumun sosyal dayanışması açısından önemli bir fonksiyonu olduğunu gördüğümüz vakıfların, iyi işlediği ve korunduğu zamanlarda insanların hayatta karşılaşabilecekleri maddî ve manevî zorlukların, ızdırap ve sıkıntıların giderilmesi, hayatın güzelleştirilip insan haysiyetinin korunması, sosyal düzenin her türlü tehlike ve sarsıntılardan kurtarılmasına da yardım ettiği görülür.

12. Vakıf eserlerinin vakfediliş sebepleri nelerdir?

Cevap: Aslında vakfın en yararlı ve hayırlısını, “insanların şiddetle ihtiyaç duydukları şeylerde” olabileceğini kabul eden bir anlayışla, insanlar için daha faydalısını yapmanın hedef alındığı fark edilmektedir. Bu bakımdan, bölgelere ve zamana göre ihtiyaç duyulan hususlar farklılık gösterdiğinden, Türk-İslâm tarihinde çok değişik alanlarda vakıflar tesis edildiği anlaşılmaktadır. Çevreye gelen leyleklere yiyecek temininden, mahallede dolaşan köpeklere ekmek dağıtımına kadar, insanların dışındaki varlıklar, canlılar için bile vakıf belgelerinde şartlar bulunduğu, fakat daha çok insanların fakir, muhtaç, dul ve yetimlerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere vakıflar tesis edildiğini bilmekteyiz.

VAKFIN TARİHÇESİ

13. Vakıf yapılan eserlerin mahiyetleri kaç noktada toplanabilir?

Cevap: Dinî ve ilmî gayeler ile sağlık ve sosyal hedeflere yönelik olmak üzere iki noktada toplanabilir.

14. İslam tarihinde ilk vakıf hangi olay ile ne zaman başlamıştır?

Cevap: İlk vakıf İbrahim (as) tarafından Kâbe-i Muazzamanın vakfedilmesiyle başlar.

15. Vakıf eserlerine örmek olarak gösterilebilecek eserler nelerdir?

Cevap: İskenderiye Kütüphanesi, Kudüs havuzları, Zemzem kuyusu, yollar, köprüler, mabetler birer vakıf eseridir. Bütün bunlar bu kurumların gelir ve kazançlarından halkın tamamının yararlanması için vücuda getirilmiştir.

16. İmam Şafiî vakfın menşei konusunda nasıl bir değerlendirme yapmıştır?

Cevap: İmam Şafiî vakfın menşei konusunda: “İslâm’a mahsustur. Cahiliye çağında ev ve arazi olarak vakıf yapıldığı bilinmiyor. Kâbe ile zemzem kuyusu sevap kazanmak niyeti ile değil, övünmek için muhafaza olunmuştur” demektedir. “İmam Şafiî, cahiliye çağında vakıf yapılmamıştır” demekle geçmiş nebilerin ve ehl-i kitabın vakıf yapmadığını söylememiştir. Onun ifadesinde nisbî bir tahsis söz konusudur”.

17. İslâm tarihinde vakıf statüsü taşıyan ilk işlem olarak hangi olay zikredilir?

Cevap: Hz. Ömer’e ait Semğ arazisindeki hurmalık İslâm tarihinde vakıf statüsü taşıyan ilk işlem olarak kabul edilmektedir.

SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM GAYELERİNE YÖNELİK VAKIF ESERLERİ

18. Kutadgu Bilig’te sosyal yardımlaşma konusu hangi cümleler ile ele alınmıştır?

Cevap: Yusuf Has Hacib’in söz konusu eserinde yer alan, “İnsanlar arasında öğülmeye değer kimdir; cömert öğülmeye değer, hasîs ise söğülmeye değer (1731. beyit)”, “Cömert, cesur, alçak gönüllü, sofrası açık ve soğukkanlı olmalıdır” (2274. beyit) gibi beyitlerle Türkler cömert olmaya teşvik edilmeye çalışılmıştır. Bu anlayış Karahanlılardan Selçuklulara, onlardan da Osmanlılara intikal ederek manevî bir miras olarak günümüze kadar gelmiştir.

İMARET

19. İmaret terimi ne anlama gelmektedir?

Cevap: Devrin üniversite öğrencilerinin de yararlandığı ve yoksullarla yolcuların yemek ihtiyacının temin edildiği ve dar manasıyla “aşevi” demek olan imaret terimi geniş anlamıyla, bir şehrin veya kasabanın nüvesini teşkil eden külliye anlamlarına gelmektedir.
Bu müesseselerin kapsamına giren cami, medrese, bîmârhane, aşevi, tâbhane, mektep, kervansaray, kütüphane, hângâh, arasta, hamam, meşrûta binâlar vs. gibi insanlara faydalı tesisler anlamına gelmektedir. İmaret (külliyenin) kapsamına giren tesislerin azlığı veya çokluğu, vakfın imkânlarına göre değişmektedir.

20. Fatih döneminde “Mâhi’n-Nukûş adlı görevli imaretlerde ne gibi görevler yapmaktadır?

Cevap: İmaret duvarlarına tebeşir, boya, kömür vs. ile yazı yazıp resim yapan çocukların karalamalarını silmekle görevli (duvar yazılarını temizleyici) dir.

DÂRÜŞŞİFÂLAR

21. Darüşşifa kelime anlamı itibariyle ne anlama gelmektedir?

Cevap: Sağlık Yurdu

22. İslâm dünyasında sağlık kurumları hangi adlarla anılmışlardır?

Cevap: Daru’s-Sıhha, Daru’l-Afiye, Daru’r-Raha, Daru’t-Tıb, Mâristan, Bimarhane, Tabhane, Şifaiye.

23. İslam dünyasında ilk defa tıp medresesi hangi devlet zamanında kim tarafından açılmıştır?

Cevap: Abbasiler devrinde başlayan bu kurumların ilk büyük örneğini Tolunoğlu Ahmed’in Mısır’da 875 yılında yaptırdığı dârüşşifâ teşkil etmektedir.

24. Selçuklular döneminde gelişen bu hastahanelerin en önemlileri hangi şehirlerde kurulmuştur?

Cevap: Şam’da, Bağdat’ta, Mardin ve Musul’da

25. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Anadolu’da yapılan önemli dârüşşifalar hangileridir?

Cevap: Kayseri’de Gevher Nesibe (1206),
Sivas’ta İzzeddin Keykâvus Şifahanesi (1217),
Divriği’de Turan Melik Dârüşşifâsı (1228),
Konya Dârüşşifâsı (1219-1236),
Çankırı’da Atabey Cemâleddin Ferruh (1235),
Bursa’da Yıldırım (1399),
İstanbul’da Fatih (1470),
Edirne’de Bayezid (1488),
İstanbul’da Haseki Hürrem Sultan (1550),
Manisa’da Hafsa Sultan (1538)
İstanbul’da Sultan Ahmed (1617) dârüşşifâları zikredilebilir.

SU, YOL VE DİĞER ALT YAPI TESİSLERİ

26. İstanbul’da halkın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılan çeşmelere örnek olarak hangileri söylenebilir?

Cevap: İstanbul’daki III. Ahmed, Tophane, Azapkapı ve Üsküdar çeşmeleri

27. İslâm dünyasında vakıf ve hayır duygusu ile kurulmuş bulunan ribatların devamı müesseseler olarak kabul edilen müesseselere ne ad verilir?

Cevap: Kervansaray

28. Ribat nedir? Fonksiyonları nelerdir?

Cevap: Uzaktan bakılınca bir kaleyi andıran kervansaraylar, daha önce İslâm dünyasında vakıf ve hayır duygusu ile kurulmuş bulunan ribatların devamı müesseseler olarak kabul edilebilir. Bundan dolayı, Selçuklu devrine ait 131 vakfiye, kitabe ve kroniklerde bunlara, kervansaray ve han tabirlerine eş olarak ribat da denilmektedirler. Ortasında geniş bir avlusu bulunan ve iki katlı müstahkem binalar halinde yapılan kervansaraylar yalnız Müslümanların değil, gayrimüslim olanların ve her millete mensup insanların da yol emniyeti ve huzurunu sağlarlardı. Misafirlerin üç günlük yeme, içme ve yatmaları buradan sağlanırdı.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:43

ÜNİTE 7


GİRİŞ

1. İslam medeniyetinde iktisadi müesseselerin temel kurumları nelerdir?

Cevap: Beytülmal
Divan
İhtisab
Vakıf
Ahilik

2. Beytülmal ne demektir?

Cevap: Devlet hazinesi olan beytülmal, devlete ait malların muhafaza edildiği fizikî mekânı ifade ettiği gibi devlete ait taşınır taşınmaz malların bütününü ve bunların idaresiyle ilgili hukukî kurumu da ifade etmektedir. Geniş anlamıyla beytülmal, devlete ait her türlü mal varlığının ve gelirlerin toplandığı, harcamaların yapıldığı, haklara ve borçlara ehil bağımsız bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.

3. Mali işlerin başında bulunan kişiye ne denir?

Cevap: Defterdar

4. İslam Dünyasında vergiler kaça ayrılır?

Cevap: Şer’i ve Örfi olarak ikiye ayrılır.

5. Beytülmal’ın gelir kaynakları kaç kategoride değerlendirilir?

Cevap:
a.Müslümanlardan tahsil edilen bütün vergiler,
b.Gayrimüslim tebeadan (Müslüman olmayan vatandaşlar) alınan vergiler (fey),
c.Savaşta düşmandan alınan ganimetler.

MÜSLÜMANLARLA İLGİLİ VERGİLER

6. Zekat kelimesi ne anlama gelmektedir?

Cevap: İslâm’ın üzerine bina kılındığı beş temel esastan biri zekâttır. Kelime, Kur’ân’ın birçok âyetinde tek başına kullanıldığı gibi namazla birlikte de birçok yerde geçer. Sadaka anlamında da kullanılan zekât kelimesi, sözlükte ziyadelik, temizlik ve güzel zikir manalarına gelmektedir. Medine döneminde farz kılınmıştır. İslâm hukukuna göre zekât bir ihsan ve lütuf değildir. O, devlet ve toplumun zengin fertler üzerindeki hakkıdır. Devlet bunu âmilleri vasıtasıyla toplayıp yerine sarf etmek zorundadır.

7. Öşr kelimesi ne anlama gelmektedir?

Cevap: İslâm vergi sisteminde Müslüman vatandaşı yakından ilgilendiren vergilerden biri de öşür, yani ziraî ürün vergisidir. Sözlük olarak onda bir veya on cüzde bir cüz anlamını taşımakla birlikte terim olarak mutlaka onda bir yerinde kullanılmaz. Öşrün oranı, elde edilen ziraî üründeki insan eme- ğinin durumuna göre değişir. Öşürde de zekâtta olduğu gibi ibadet mânâsı olduğundan Müslüman olmayanlar bununla yükümlü değildirler.

MÜSLÜMAN OLMAYANLARLA İLGİLİ VERGİLER

8. İslam hukukuna göre Cizye ne anlam ifade etmektedir?

Cevap: İslâm hukukuna göre cizye, İslâm devletinin Müslüman olmayan vatandaşından askerlik hizmeti karşılığında alınan bir vergidir. Bu bakımdan kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve din adamları bu vergi ile yükümlü değildir. Zimmî adı verilen ve Müslüman devlet tarafından bütün hakları koruma altına alınmış bulunan gayrimüslimler, insanî bütün haklara sahiptirler. Onlar da devletin bütün imkânlarından istifade ederler. Yılda bir defa alınan cizye mükellefi, mâlî durumuna göre fakir, orta halli ve zengin olmak üzere üç sınıfa ayrılır. Cizye de gayrimüslim vatandaşların mâlî durumlarına göre alınır.

9. İslam hukukunda Harac’ın yeri nedir?

Cevap: İslâm hukukuna göre harac, arazi-i haraciyeyi ekip biçen vatandaşı ilgilendirmekle birlikte daha çok Müslüman olmayan vatandaşı ilgilendirir. Arazi vergisi olarak harac, tarihin eski dönemlerinden beri bilinmektedir. Haracu’l-arz denilen arazi haracı da harac-ı mukasem ve harac-ı muvazzaf olmak üzere iki kısma ayrılır. İslâm âleminde daha başlangıçtan beri değişik isim ve oranlarda vergiler alınıyordu. Bunlar, zaman ve ihtiyaçlara göre farklılıklar arz ediyordu.

10. İslam hukukunda vergiler ana hatları ile kaça ayrılır?

Cevap: İslâm hukukuna göre vergiler ana hatları ile iki kısma ayrılır. Bunlardan biri İslâm’ın ana kaynaklarına (Kur’ân ve Sünnet) dayanan vergilerdir ki buna şer‘î vergiler (tekâlif-i şer‘iyye) diyoruz. Diğeri de zamanın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak konulmuş vergilerdir ki, bu da örfî vergiler (tekâlif-i örfiyye) diyoruz.

11. İslâm dünyasında beytülmalin gelişme kaydettiği dönem hangisidir?

Cevap: Hz. Ömer

DİVAN

12. Divan kelimesi ne anlama gelmektedir?

Cevap: Kelimenin, Farsça veya Arapça menşeli olduğuna dair değişik rivayetler bulunmakla birlikte genellikle Sâsânî İmparatorluğu’ndaki devlet yönetimine ait bir kavram olarak Arap diline geçtiği kabul edilmektedir. Bu anlamda divan kelimesi, devlet idaresindeki değişik idarî, mâlî ve askerî hizmetlerin yerine getirilmesinde kullanılan defterlere; mecaz olarak da bu defter ve ilgili memurların bulundukları yere verilen isimdir.

13. İslam tarihinde ilk divan kim döneminde kurulmuştur?

Cevap: Hz. Ömer

14. İslam tarihinde iktisadi alanda Divan teşkilatı kaça ayrılmıştır?

Cevap:
1. Ganimet ve ordu saymanlığı ile ilgili olan divan,
2. Vergiler divanı,
3. Cibayet (harac vergileri) divanı
4. Devletin gelir ve giderini kontrol eden divan.

15. İslam tarihinde Divan teşkilatına bağlı olan Divan’ül-Harac dairesinin görevleri nelerdir?

Cevap: Bu divan, hem gelir (çeşitli vergiler ile diğer gelirler) tahsil eden, hem de gerekli yerlere harcama yapan bir dairedir. Gelir tahsil ettiği için harac arazilerinin 146 ölçümünü yaptığı gibi arazilerdeki mahsul çeşitlerini tesbit edip buna göre vergi mükellefi ve vergi oranlarını tayin ederdi. Harac divanı, hem gelir tahsil ettiği, hem de harcama yaptığı için burada “meclis” denilen iki ayrı şube bulunurdu.

16. Selçuklularda, divan-ı istifâ veya divanü’z-zimam ve’l-istifâ adını alan bu divandan sorumlu olan devlet adamına ne ad verilir?

Cevap: sahib-i divan-ı istifâ veya sadece müstevfî.

17. Bu divanın vilayetlerdeki temsilcilerine ne ad verilmiştir?

Cevap: Müstevfi, Amid, Amil gibi isimler verilmiştir.

18. Selçuklularda divanın faaliyetleri ile devletin mâlî ve idarî işlerini teftiş eden ayrı bir divan vardı. Bu divana ne ad verilmiştir?

Cevap: Divan-ı İşraf

19. Divan-ı işrafın başında bulunan görevliye ne ad verilmiştir?

Cevap: Müşrif veya Sahib-i divan-ı işraf

20. Osmanlı Devleti’nde Divan Teşkilatı’nın gelişim seyri nasıl olmuştur?

Cevap: İbn Kemal, bu kurumun Osman Gazi zamanında ortaya çıktığını belirtir. bu kurumun Orhan Gazi döneminde gelişmiştir. Osmanlı döneminde ne zaman ortaya çıktığı hakkında görüş farklılıkları bulunan defterdarın, Sultan II. Murad dönemindeki bazı vakfiyelerde adının geçmesi ve Fatih Kanunnamesi’nde (Kanunname-i Âl-i Osman) görev ve yetkilerine temas edildiğine göre bunun XV. yüzyılın başlarına ve belki de XIV. yüzyılın sonlarına doğru olduğu söylenebilir.

21. Fatih Kanunnamesi’nde defterdarın mevkii ve görevleri nasıl belirtilmiştir?

Cevap: “Bilgil ki, evvela vüzera ve ümerânın veziriazam başıdır. Cümlenin ulusudur, cümle umurun vekil-i mutlakıdır ve malımın vekili defterdarımdır ve ol nâzırdır.”

22. Osmanlı Devleti’nde Defterdarlık kurumunun gelişim seyri nasıl olmuştur?

Cevap: Başlangıçta sadece bir defterdar varken devletin büyüyüp gelişmesine bağlı olarak mâlî işlerin çoğalması, defterdar sayısının artmasını gerekli hale getirmiştir. Fatih Kanunnamesi’nde başdefterdar ve defterdarlar tabirlerinin geçmesi, ikinci ve yeni bir defterdarlığın bu dönemde kurulduğunu göstermektedir. Defterdar sayısı ikiye çıkarılınca biri Rumeli, diğeri Anadolu’nun mâlî işlerine bakmaya başlamıştır. Ancak yetki ve protokol itibariyle Rumeli defterdarı, daima Anadolu defterdarından önce gelmiş ve başdefterdar olarak kabul edilmiştir. Yavuz Sultan döneminde merkezi Halep’te olmak üzere Arap ve Acem Defterdarlığı adıyla yeni bir defterdarlık kuruldu. Görev, isim ve yetkilerindeki birtakım değişikliklerden sonra defterdarlık müessesesi 1841’de Maliye Nezâreti adını aldı.

23. İslam tarihinde ihtisab müessesesinin görevleri ve uygulamaları nelerdir?

Cevap: Hz. Peygamber’in Medine’ye olan hicreti döneminden itibaren varlığı bilinen hisbe, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde tam teşkilâtlı bir müessese haline geldi. Bu kurum, Abbasi, Endülüs, Fatımî, Eyyûbî, Selçuklular ve Osmanlı gibi daha sonra kurulan Müslüman devletlerde önemli bir fonksiyon icra ediyordu. İyiliklerin yapılmasını sağlamak ve kötülüklerin yapılmasına mani olmak (emr bi’l-ma‘rûf nehy ani’l-münker) gayesiyle kurulan bu teşkilâtın başında bulunan ve muhtesib, ihtisab emini, ihtisab ağası gibi isimlerle anılan görevli, dinin hoş karşılamayıp çirkin gördüğü her türlü kötülüğü (münker) ortadan kaldırmaya çalışırdı.

24. Hisbe teşkilatının görevleri ve amaçları nelerdir?

Cevap: Hisbe teşkilâtı, başlangıçta, İslâm toplumunda iyiliklerin yapılmasını emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek suretiyle sosyal huzuru sağlayan dini bir müessese olarak ortaya çıkmıştı. Bu müessese, kuruluşundan itibaren farklı ve çok yönlü görevler yürütmüştür.

25. Osmanlılarda muhtesibin görevleri nelerdir?

Cevap: Osmanlılarda kadının (hâkim, yargıç) yardımcısı olarak vazife gören muhtesibin, belirtilen bu görevlerinden başka XV. ve XVI. asır “ihtisab kanunnâmeleri”nde bunlarla ilgili daha geniş bilgiler bulunmaktadır. Muhtesib’in başlıca görevleri :
1. Esnafın kontrolü,
2. İş yerleri açma ruhsatlarını vermesi,
3. Devlet adına vergi toplaması,
4. Vergi gelirlerini gereken yerlere sarf etmesi,
5. Mürûr tezkirelerinin kontrol edilmesi,
6. Kıyafetlerle ilgilenmesi,
7. Bütün bunların dışında yerine getirmesi gereken diğer görevler.
Muhtesib, Osmanlı toplumunda günlük hayatın akışı içinde, halk ile esnaf arasındaki münasebetleri düzenleme ve esnafla ilgili kanunların uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmekle de görevli idi.

26. Osmanlılarda ihtisap rüsumu adı verilen vergi kimlerden alınırdı?

Cevap: Lonca üyeleri, satıcılar ve sanatkarlardan alınırdı.

27. İhtisab kurumu ne zaman tam teşkilâtlı bir müessese haline geldi?

Cevap: Osmanlı Devleti Döneminde.

VAKIF

28. İslam medeniyetinde Vakıf nasıl bir yer tutmaktadır? Vakfın önemi nedir?

Cevap: İslâm medeniyetinde toplumun ekonomik hayatı üzerinde etkili olan diğer bir kurum da vakıftır. Maddî bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi ulvî ve fevkalade bir düşüncenin mahsulü olan vakıf müessesesi, yüzyıllardan beri İslâm ülkelerinde büyük bir önem kazanmış, ekonomik ve sosyal hayat üzerinde derin tesirler meydana getirmiş dinî ve hukukî bir müessesedir. Vakıflar, sadece Allah rızasını kazanmak için maddî durumu iyi olan kimseler tarafından kurulan ve menfaati tamamıyla ihtiyaç içinde bulunanlara tahsis edilen iktisadî kurumlardır.

29. Sadaka-i Cariye ne anlama gelmektedir?

Cevap: Sadaka-i câriye denilen hayır çeşitlerinden olan vakıflar, yoksulların elem ve ızdıraplarını hafifletmek, misafirleri ağırlamak, öğrencilere barınma ve geçinme imkânlarını sağlamak gibi hizmetleri de yerine getiriyordu. Ayrıca köle ve câriyelerin azad edilip hürriyetlerine kavuşmalarını sağlamaya yönelik faaliyetler de vakıflar etkin rol oynuyorlardı. Bütün bunların yanında insanların İslâm’a girmelerini sağlamak ve bunun için gerekli ortamı hazırlamak da vakıfların görevleri arasında yer almakta idi.

30. Anadolu Selçukluları döneminde kurulmuş olan Sadaka-i Cariye vakıflarına örnek vakıf hangisidir?

Cevap: Altun-aba vakfı.
31. İslam tarihinde Vakıflar nasıl idare edilmişlerdir?

Cevap: İslâm dünyasında dinî, iktisadî ve sosyal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilen vakıfların büyük bir yekûn tutulmaktadır. Bu büyüklükteki bir müessesenin düzenlenmesi ve varlığını sürdürmesi, ancak iyi yönetilmesi ile mümkündür. Bu bakımdan daha işin başında bu konuda sıkı tedbirlere başvurulduğu görülmektedir. Nitekim her vakfın bir vakfiyesinin (vakfın hukukî senedi) bulunması, vakfiyedeki şartların nass gibi telakki edilmesi, vakfiyelerin kadı mahkemelerinde tescil ettirilmesi ve ayrıca bunların idaresi için birer nazırın tayin edilmesi bunu göstermektedir. Mütevelli-i vakf da denilen nazırların ilki, Hz. Peygamber tarafından vakfedilen Fedek arazisi için tayin edilen Hz. Ebubekir’dir.

32. Osmanlılar döneminde 1826 yılında kurulan Evkaf Nezareti’nden önce vakıflar hangi nezaretler tarafından yönetilmişlerdir?

Cevap:
a. Haremeyn Nezareti,
b. Vezir Nezareti,
c. Şeyhülislâm Nezareti,
d. Tophane Ümerası Nezareti,
e. İstanbul Kadıları Nezareti.

33. Evkafı Hümayun Nezareti ne aman kaldırılmıştır?

Cevap: Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam eden Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti, 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 429 sayılı kanunla ortadan kaldırılarak Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlük haline getirildi. Bu kanunla Vakıflar Umum Müdürlüğü kurulmuş oldu. Bununla beraber bu kanun vakıflarda fazla bir değişiklik yapmıyordu. Cumhuriyet’ten sonra vakıf mevzuatında ilk mühim değişiklik, 5 Haziran 1935 tarih ve 2762 sayılı kanunla yapıldı. Bu kanun 5 Aralık 1935’te yürürlüğe girdi.

AHİLİK

34. Ahilik kelime manası olarak hangi anlama gelmektedir?

Cevap: Fütüvvet geleneğinden esinlenerek ortaya çıktığı bilinen ahilik, Arapça kardeşim anlamındaki ahî kelimesinden gelmektedir.

35. Ahilik kim tarafından kurulmuştur?

Cevap: Abbasi halifesi en-Nâsır Lidinillah (1180-1225) rehberliğinde kurulduğu bilinmektedir.

36. Ahi Evran kimdir?

Cevap: Tarihî gelişim ve Anadolu’ya gelişine burada temas edemeyeceğimiz ahiliğin Anadolu’daki kurucusu Şeyh Nasiruddin Mahmud (öl. 1262)’dur. Daha sonraları Ahi Evran ismiyle şöhret bulmuş olan bu kişi, esnaf ve sanatkârı bir birlik etrafında toplayarak sanat ve ticaret ahlâkını, üretici ve tüketici menfaatlerini güven altına almaya; böylece kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde onlara yaşama ve direnme gücü vermeye çalışıyordu.
I. Alaeddin Keykûbad’ın (1221-1237) büyük destek ve yardımlarını gören Ahi Evran, bir taraftan İslâmî düşünceye ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zâviyelerdeki şeyh-mürid ilişkilerine benzer bir sistemi geliştirmek suretiyle, iş yerlerine usta, kalfa ve çırak münasebetlerini ve buna bağlı olarak iktisadî hayatı düzenleyen ahiliğin Anadolu’da kurulup gelişmesinde büyük bir rol oynamıştı.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:44

ÜNİTE 8


GİRİŞ

ASR-I SAADETTE İLKÖĞRETİM

1. Mekteb kelimesi ne anlama gelmektedir?

Cevap: “Yazı yazmanın öğretildiği yer” anlamına gelmektedir.

RÂŞİD HALİFELER DÖNEMİNDE İLKÖĞRETİM

2. Hz. Ömer döneminde eğitim faaliyetleri nasıl gelişmiştir?

Cevap: Hz. Ömer devrinde ise her alanda büyük hamleler yaşanmıştı. Çocukların öğretimi için özel olarak tespit edilen ilk program Ö- mer bin el-Hattâb tarafından kaleme alınmış ve ülkenin her bölgesine gönderilmişti. İbn Hazm, çocuk mekteplerinin Hz. Ömer devrinde ortaya çıktığını şu ifadelerle belirtir: “Rasûlullah’ın vefatından sonra İslâm yayıldı. Mescid yapılmayan yer kalmadı. Kur’ân’lar çoğaltıldı, herkes Kur’ân okudu. Garbda ve Şarkta Kur’ân’ı Küttâb’da çocuklara öğrettiler.

EMEVÎ VE ABBÂSÎ DÖNEMLERİNDE İLKÖĞRETİM

3. Abbasiler devrinin en önemli kurumu olan Beytü’l-Hikme’de ne tür faaliyetlerin gerçekleştirildiğini ve hangi birimlerden oluşmaktadır?

Cevap: İslâm medeniyetinin müspet ilimler alanında en parlak devri bu dönemdir. 830 yılında Bağdat’ta, Abbasî halifesi Me’mûn tarafından kurulduğu kabul edilen Beytü’l-Hikme ilmî gelişmelerin tetikleyicisi olmuştur. Abbasiler devri, bir mektepler sisteminin geliştirilmesi yönünden İslâm eğitimine büyük katkılarda bulunmuştur. Artık bu dönemde ilköğretim hizmeti gören küttâb ve mekteplerden sık sık söz edildiği görülmektedir. Halife el-Mu‘tasım’ın bir küttâba gitmiş olduğu, ayrıca bu dönemde Palermo’da 300 küttâb öğretmeninin bulunduğu bildirilmektedir.

4. İslâm dünyasında Müslümanların eğitim-öğretim konusunda ulaştıkları seviye ile Batı Hıristiyanlık âleminin mevcut durumunu karşılaştıran Hunke’nin görüşleri nelerdir?

“9, 10, 11, 12 nci asırlarda Orta Avrupa’nın en az % 95’inin okuma yazma bilmediğini yeniden hatırlatmağa acaba lüzum var mıdır? ...Batı’lı asilzâdelerin yazı bilmedikleri halde iftiharla göğüs kabarttıkları, manastırlarda ancak birkaç papazın kalem kullanmasını bildiğini ifade etmiştir. St. Gallen Manastırı’nın Rûhânî Meclisi’nde 1291 yılında bir tek okuma ve yazma bilen papazın bulunmadığı sırada, Arap Dünyası’nın köy ve şehirlerindeki binlerce mektepte, 6 ilâ 11 yaş arasındaki Arap erkek ve kız çocukları, okuma yazma biliyorlardı.

SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE İLKÖĞRETİM

5. Selçuklular döneminin en önemli medresesi hangisidir?
Cevap: Nizamiye Medresesi’dir.

6. Nizamiye Medreseleri eğitim sistemine ne gibi katkılar sağlamıştır?

Cevap: Bu yüzyılda Selçuklu Türkiyesi, manevî kültür bakımından oldukça yüksek bir seviyeye ulaşmıştı. Çocuklara okuma yazma öğretmek amacıyla her mescit yanında inşâ edilen mekteplerden başka her taraf medreselerle dolmuştu. Sağlanan asayiş, artan sosyal refah, sultanların ulemâya hürmet ve itibar göstermesi ve bilhassa Moğol istilâsının Anadolu’ya sürüklediği âlim, şâir ve mutasavvıfların çalışmalarının bu 163 topraklardaki fikrî faaliyetlere canlılık kazandırması, bu devir Selçuklu medreselerini haklı bir şöhrete ulaştırmıştı.

OSMANLILAR DÖNEMİ

7. Osmanlı Döneminde eğitim sisteminin gelişimi nasıl olmuştur?

Cevap: Selçuklu birikimi üzerine yükselmiş yapısıyla birçok alanda son derece başarılı hamleler gerçekleştiren Osmanlılar, Türk eğitim-öğretim tarihinin belki de en ciddi gelişmelerine imza atmışlardır. Devletleşme ve müesseseleşme sürecinin en yoğun yaşandığı kuruluş dönemini müteakip yükseliş devrinde medreselerle birlikte mekteplerin de Osmanlı coğrafyasının en ücra kent ve kasabalarına son derece hızlı bir şekilde inşa edilmiş oldukları görülmektedir. Bütün Osmanlı coğrafyasında yüzlerce hatta binlerce eğitim-öğretim müessesesi açılmış ve bu konuda üç kıtaya yayılan ülkenin en şanslı bölgesi şüphesiz Anadolu olmuştur.

SIBYAN MEKTEPLERİ

8. Osmanlılar döneminde Sıbyan Mektepleri için hangi isimler kullanılmıştır?
Cevap: Mektebhâne, Dâru’t-ta’lîm, Mahalle Mektebi, Beytü’t-ta’lîm ve Küttâb.

9. İslam tarihinde Mekteplerin yapısal özellikleri nasıl belirlenmiştir?

Cevap: Mektepler, eğer bir külliye içinde değil ise, genellikle sokakların kesiştiği yerlerde ve cami ile mescit yakınında yer alırlardı. Medreselerden farklı bir mimariyle yapılan mektepler daha çok evlere benzetilerek bir ya da iki katlı, kubbeli veya tonozlu, ahşap ya da kâgir olarak inşa edilirdi. Genellikle odaların yanısıra sofa, matbah, selâmlık, (akarsulu) havuz ve tuvaleti olan mektepler, içi meyveli ağaçlarla dolu bir bahçe içinde bulunurdu. 50’yi aşkın öğrenciyle ders yapılabilecek bir mekân büyüklüğüne de ulaşabilen mekteplerde, zemin tahta döşeme ile kaplanır, kubbelerdeki “tepe camları” ile aydınlatma sağlanır, öğrencilerin derslerde okudukları elifbâ cüzleri ile Kur’ân-ı Kerimlerin ve yine derslerle ilgili diğer araç-gereçlerin konulduğu dolaplar bulunurdu.

MEKTEP ÖĞRETİM KADROSU

10. Mektep muallimlerinin bu göreve gelmek için hangi medreselerden mezun olmaları gerekirdi?

Cevap: İbtidâ-i Hâric ve Hareket-i Hâric medreselerinden mezun olmaları yeterliydi.

11. Mektep muallimlerinde genel olarak aranan şartlar ve özellikler nelerdir?

Cevap: Mektep vakfiyelerinde, iyiliklerle donanımlı, kötülüklerden kaçınan, çocuk eğitiminde maharetli ve eğitim-öğretim hizmetini aksatmamaları istenen muallimlerin, iffetli ve dindar olmalarına da özen gösterilmekteydi. Görevlerinden azlini gerektirecek bir gelişme olmadıkça, hayat boyu aynı yerde görev yapabilen muallimlerin ölümleri halinde ya da bazı olumsuz davranışları sebebiyle görevlerinden el çektirilmesi durumunda yerleri boş bırakılmamakta ve nitelikleri uygun görülen bir kişi bu göreve getirilmekteydi.

12. Mektep muallimleri ortalama ne kadar maaş almaktaydı?

Cevap: Muallimler, mekteplerin bağlı bulunduğu vakfın ekonomik durumuna göre, 1-6 akçe arasında değişen miktarda günlük alıyorlardı. Mekteplerin bü- yük bir bölümü muallimlerine, genellikle 2-4 akçe arasında değişen günlük ücret ödüyorlardı. Muallimler ayrıca, -bulundukları mektepteki faaliyetlerini aksatmamak şartıyla- ek görevler yapabiliyordu.

13. Muallime yardımcı olan Halifelerin görevleri nelerdir?

Cevap: Muallime yardımcı olan halifeler, kendisine verilen görevleri yerine getiren ve muallimin derse gelemediği olağanüstü durumlarda dersleri devam ettirmekle görevli idi. Halifede, muallimde aranan özelliklerin bulunması istenirdi. Günlük 1-3 akçe arasında değişen ücret ödenen halifeler, herhangi bir nedenle vazifelerinden ayrıldıklarında vakit kaybetmeksizin yerlerine, yapılan bir sınavdan sonra bir başkası görevlendirilirdi.

ÖĞRENCİLER VE ALDIKLARI DERSLER

14. Osmanlı döneminde Sıbyan mekteplerine başlama yaşı kaçtır?

Cevap: Öğrenciler, bu kurumlara 5-6 yaşlarında başlar ve en az 3-4 yıl süreyle eğitim-öğretim alırlardı.

15. Sıbyan Mekteplerinde verilen dersler nelerdir?

Cevap: Osmanlı sıbyan mekteplerinde en önemli ders Kur’ân-ı Kerim’in öğretimi olmakla birlikte, dilbilgisi ve gramer (sarf-nahiv), yazı (hüsn-i hat), fı- kıh/ilmihal, dinler tarihi, edep/ahlâk, aritmetik derslerinin de okutulduğu anlaşılmaktadır.

TANZİMAT SONRASINDA SIBYAN MEKTEPLERİ

16. Tanzimat Sonrasında ilk öğretim kurumlarıyla ilgili ne gibi yenilikler yapılmıştır?

Cevap: 1868 yılında İstanbul’da bir Daru’lMuallimîn-i Sıbyan açılarak ilkokullara yetiştirilecek öğretmen konusunda önemli bir adım atılmıştır. 1869 yılında yürürlüğe konulan Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi ile; yapılacak yenilikleri kolayca uygulamak için sıbyan okulları dışında ibtidaî okulları açmak ve sıbyan okullarını tedricen ve muhafazakâr zümrelerin dikkatini çekmeden usûl-i cedid (yeni usûl) üzere ders veren bir duruma getirmek amacı güdülmüştü.

17. II.Abdülhamit döneminde Maarif Nezareti bünyesinde yapılan en önemli yenilik nedir?

Cevap: Mekatib-i Sıbyaniye Dairesi

İLK DERECEDEKİ MEKTEPLER

18. Tanzimat sonrasında kurulan İbtidai Mekteplerinin işleyişi ve genel özellikleri hakkında bilgi veriniz.

Cevap: İbtidâî Mektepleri: Tanzimat sonrasında yeniden şekil verilen eğitim-öğretim kurumlarından biri de ibtidâî mektepleridir. Tanzimat döneminde sıbyan mektepleri, 1862’de mekteplere dönüştürüldü ve mevcut 360 sıbyan mektebinden 36’sı ibtidâî mektep haline getirilmiştir. 1871’de sıbyan mektepleri ıslahatı daha genişleyerek devam etti. Ancak sıbyan mektepleri tamamen ortadan kalkmadı. Bir taraftan sıbyan mektepleri kendi içinde ıslahata tabi tutulurlarken, diğer taraftan da ibtidâîye programları geliştirildi.

ORTA DERECEDEKİ MEKTEPLER

19. Osmanlı Devlei’nde Orta dereceli mektepler hangileridir?

Cevap: Rüşdiyeler ve İdadiler

20. Rüşdiyeler hangi Osmanlı Sultanı döneminde ve hangi amaçla açılmıştır?

Cevap: Sıbyan mekteplerinin programlarının geliştirilmesiyle meydana gelen bu orta seviyedeki okullar II. Mahmud tarafından 1839 tarihinde açılmıştır. Rüşdiyelerde bir süre farklı öğrenim süreleri uygulandıysa da 1869’da 4 yıl olarak netleştiği görülmektedir. Tarih içinde rüş- diyeler, erkek, kız, karışık, askerî ve özel rüşdiyeler şeklinde bütün Osmanlı ülkesine yayılmıştır.

21. İdadiler hangi Osmanlı Sultanı döneminde ve hangi amaçla açılmıştır?

Cevap: Sultan Abdüllaziz döneminde, 1869’da orta öğretimin ikinci kademesi olarak açılan okullar 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle açılmıştır. Bu okullar, bugünkü lise karşılığı okullardır. Bu okullar, 4 yıllık rüşdiyeler üzerine 3 yıl olarak açılan okullardır. Nizamname, bu okulları rüşdiyelerin üstünde ve sultanîlerin altında göstermektedir.

MEDRESELER

22. İslam tarihinde terim anlamı olarak Medrese ne anlama gelmektedir?

Cevap: İslam medeniyetinde medrese, orta ve yüksek düzeyde eğitim-öğretim yapan örgün kurumların ortak adıdır. Medrese, memleketin ihtiyaç duyduğu kültürü veren ve elemanlar yetiştiren bir eğitim ve öğretim kuruluşudur.

23. Osmanlılarda Medrese hocalarına ve yardımcılarına hangi adlar verilmiştir?

Cevap: Hocalarına müderris, yardımcılarına muîd adı verilmiştir.

24. Osmanlılarda medrese öğrencilerine ne ad verilmiştir?

Cevap: Danışmend, Talebe, Suhte

İLK DÖNEMİN ÖNEMLİ BİLİM VE KÜLTÜR MERKEZLERİ

25. İlk Osmanlı Medreselerinde Müderris olanlar eğitimlerini tamamlamak için hangi ülkelere gitmişlerdir?

Cevap: XIV ve XV. yüzyıllarda Osmanlı ilim adamları ve geleceğin müderrisleri Mısır, İran ve Türkistan’a gitmişler ve oradaki medreselerde öğretimlerini tamamlamak suretiyle tekrar Anadolu’ya gelerek ilmî faaliyetlerine devam etmişlerdir.

26. İlk Osmanlı Medresesi ne zaman ve nerede kurulmuştur?

Cevap: Orhan Gazi Döneminde İznik’te kurulmuştur.

27. Molla Fenârî’nin sahip olduğu ve zengin kabul edilen kitap koleksiyonu nasıl oluştu?

Cevap: Seyahatler neticesinde gelişen bir ilim alış-verişinin yanında Anadolu’ya bilhassa Şam, Mısır, Maverâünnehr ve Horasan’dan bir kitap akımı da başlamıştı. Bu devir bilim adamlarından Molla Fenarî’nin 10.000 ciltlik zengin bir koleksiyonu vardı. Bunun yanında Osmanlı medreselerinde yetişen bilim adamlarının da bu devirde eser vermeye başlamaları ve bu eserlerin kopyalarının meydana getirilmesiyle de artık Osmanlı ülkesinde bir birikiminin başladığı görülmektedir.

KURULUŞ DÖNEMİ BURSA MEDRESELERİ

28. Bursa’da Orhan Gazi döneminden itibaren inşa edilmeye başlanan medreselerin genel özellikleri nelerdir?

Cevap: Orhan Gazi Bursa’nın fethinden yaklaşık on yıl sonra (1335) kentin en büyük manastırını medreseye çevirdiği gibi (Manastır Medresesi) ayrıca 1339-1340’da şimdiki Orhan Camii’nin yanında bir medrese daha yaptırmış ve her iki medreseye de vakıflar tahsis etmişti. Gerçekten de Orhan Gazi’nin yaptığı bütün bu atılımları arasında en çok dikkat çekeni kültür ve eğitim ağırlıklı faaliyetleridir.

29. Bursa’da inşa edilen diğer medreseler hangileridir?

Cevap: Bunlardan ilki Orhan Gazi’nin büyük komutanlarından Lala Şahin Paşa tarafından Bursa’da kurulan ve kendi adıyla anılan medresesidir. I. Murad döneminde inşâ edilen Çekirge’deki Hudâvendigâr Medresesi, Ulu Cami civarındaki Esediye (Musallâ) Medresesi, Yıldırım devrinde yapılan Çandarlı Hayreddin Paşa’nın oğlu Ali Paşa Medresesi, Molla Yegân Medresesi, Eynebey Subaşı Medresesi, Ferhâdiye Medresesi, Molla Fenârî Medresesi ve Yıldırım Medresesi olarak zikredilebilir.

KURULUŞ DÖNEMİ OSMANLI İLİM ADAMLARI

30. Osmanlıların ilk resmi müderrisi kimdir?

Cevap: Osmanlıların ilk müderrisi Davud-ı Kayserî önde gelen bir Türk bilim adamı ve düşünürüdür. İlk tahsilini Karaman beldesinde yaptıktan sonra Kahire’ye gitmiş ve orada hadis, tefsir ve fıkıh usûlü ilimlerini öğrenmiştir. Tasavvuf üzerine geniş bilgisi olan Davud-ı Kayserî, Muhyiddin İbn Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem adlı ünlü eserine geniş bir şerh yazmış ve bu şerhin başına bir de mukaddime eklemiştir. 1351 yılında vefat etmiş olup kabri İznik’tedir. Hadis, tefsir, fıkıh ve tasavvuf ilimlerine dair yirmiyi aşkın eseri vardır.

31. Davud-i Kayserî’den sonra İznik’deki Orhan Gazi Medresesi’ne hangi müderrisler tayin edilmişlerdir?

Cevap: Tâceddîn-i Kürdî ve Alâeddîn Esved

32. Bu dönemde mantık ve diğer akli ilimlerde söz sahibi olan ünlü bilim adamı kimdir?

Cevap: Molla Fenârî

33. Bu dönemde Matematik ve astronomiyle ünlü olan bilim adamı kimdir?

Cevap: Kadızâde-i Rûmî adıyla şöhret bulan Musa Paşa’dır.

KURULUŞ DÖNEMİNDE OSMANLI MEDRESE DÜZENİ

34. İlk dönem Osmanlı medreseleri kaç aşamada eğitim vermiştir?

Cevap: Yirmili, Otuzlu, Kırklı, Hariç, Dâhil

OSMANLILARDA İHTİSAS MEDRESELERİ

35. Osmanlılarda İhtisas Medreseleri kaç aşamada eğitim vermiştir?

Cevap: Osmanlı medreseleri başlangıcından son yüzyıla kadar genelde umumi statüde olmakla birlikte, ihtisas adı verilen ve belli uzmanlık alanlarına göre de sınıflandırılmıştır. İhtisas medreseleri üçe ayrılmıştır: 1. Darülkurra: İslâm dininin kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerim ve onunla ilgili ilimlerin öğretidiği medreselerdir. 2. Darülhadis: İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in söz, fiil ve davranış- larını bilimsel yöntemlerle ele alan derslerin okutulduğu medreselerdir. 171 3. Daruttıb: Tıbbî gelişmelerin ve derslerin uzman tabip ve hekimler aracılığıyla öğrencilere öğretildiği ve derslerden çok pratiğin temel alındığı medreselerdir.

36. Osmanlı döneminde bir medrese mezunun kaç istihdam seçeneği vardı ve bunlar nelerdir?

Cevap: Osmanlı döneminde, en az altmışlı dereceden bir medrese mezununun önünde üç istihdam seçeneği vardı: 1. Müderrislik 2. Kadılık 3. Müftülük Müderrislikte belli bir süre görev yapan bir kişi, en son görev yaptığı medrese görevi eksen alınarak yatay geçiş yöntemiyle kadılık ya da müftülük görevine geçebilirdi. Söz gelimi bir kadı adayı en alt seviyedeki bir kadılıktan başlayarak Kadıaskerlik, hatta Şeyhülislamlığa kadar yükselebilirdi. Yine dilerlerse diğer hizmet alanlarına yatay geçiş yapabilirdi.

FATİH VE SONRASINDA OSMANLI MEDRESE DÜZENİ

37. Fatih Sultan Mehmet döneminde eğitim faaliyetlerinde ne gibi gelişmeler olmuştur?

Cevap: Osmanlı Devleti sınırları içindeki medreselerin hiyerarşisi, Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulan Sahn-ı Semân ile birlikte yeniden düzenlendi. Medreseler -Enderun mektebi hariç tutulacak olursa- giderek yükselen hiyerarşik bir yapıya sahipti. Buna göre, en alt seviyede kelâm alanıyla ilgili Hâşiye-i Tecrîd adlı kitabın okutulduğu Tecrîd medreseleri bulunmakta idi. İkinci sırada belâgata dair Miftâh adlı eserin okutulması nedeniyle bu adı alan medreseler vardı. Miftâh medreselerinden sonra Kırklı medreseler geliyordu. Kırklı medreselerin üzerinde ise Hariç Ellili medreseler yer almaktaydı.

38. Dahil Ellili Medreseler kimler tarafından yaptırılmıştır?

Cevap: Bunlar Osmanlı padişahlarıyla şehzadeler, valide sultanlar, hanım sultanlar ve padişah kızları tarafından yaptırılmışlardı.

39. Ahmed Cevdet Paşa, XIX. yüzyılın sonlarına kadar varlığını sürdürecek olan bu medrese düzenini nasıl sıralamıştır?

Cevap: 1. İbtidâ-i Hâriç / 2. Hareket-i Hâriç / 3. İbtidâ-i Dâhil / 4. Hareket-i Dâhil / 5. Mûsıla-i Sahn / 6. Sahn-ı Semân / 7. İbtidâ-i Altmışlı / 8. Hareket-i Altmışlı / 9. Mûsıla-ı Süleymâniye / 10. Süleymaniye / 11. Hâmis-i Süleymaniye / 12. Darülhadis.

40. 1845’de kadı yetiştirmek için Süleymaniye’de kurulan okulun ismi nedir?

Cevap: Muallimhane-i Nüvvab medresesidir. Bu Medrese 1908’de Mekteb-i Nüvvâb, 1909’da ise Medresetü’lKuzât adıyla faaliyetini sürdürmüştür.

41. II. Meşrutiyet döneminde imam hatip ile vâiz yetiştirmek için hangi okullar açılmıştır?

Cevap: Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutabâ ile Medresetü’l- İrşad

42. 1914’te hat ve onunla ilgili klasik sanatları okutmak üzere hangi medrese kurulmuştur?

Medresetü’l Hattatin adlı medrese kurulmuştur.

OSMANLI MEDRESELERİNDE OKUTULAN DERSLER VE KİTAPLAR

43. Fatih Kanunnamesine göre Osmanlı medreselerinde okutulan dersler nelerdir?

Cevap: Arapça gramerin sarf kısmında Emsile, Binâ, Maksud, İzzî ve Merah; nahiv 174 kısmında Avâmil, İzhâr ve Kâfiye; mantık dersinde Şerh-i Şemsiyye, Şerh-i Tevâli, Şerh-i Metâli‘, Şerh-i İsagoci; fıkıh usulü dersinde de Telvîh kitaplarının tamamının ya da bir bölümünün okunması gerekiyordu.

TANZİMAT SONRASINDA ORTA VE YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARI

44. Tanzimat döneminde askeri alandaki eğitim kurumları nelerdir?

Cevap: Askeri Rüşdiyeler,
Askeri İdadiler,
Hendesehane Mektebi,
Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, Mühendishane-i Berri-i Hümayun.

45. Tanzimat Döneminde kurulan yüksek öğretim kurumları hangileridir?

Cevap:
Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne
Hendese-i Mülkiye Mektebi
Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne
Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne
Ticaret Mektebi
Dâru’l-Muallimîn
Dâru’l-funûn
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:45

ÜNİTE 9


GİRİŞ
1. Devlet Nedir?
Cevap: Bir ülkeye yerleşmiş insan topluluğunun düzenini kuran ve temsil eden siyasî iktidarın, kişiliğe ve egemenliğe sahip bir kuruluş biçimindeki görünüşüne devlet denir.
2. Devletin görevleri nelerdir?
Cevap: Bir ülkede yaşayan toplumun adaletli bir şekilde yönetilmesi, kişi hak ve özgürlüklerinin sağlanması, toplumda barış ve huzurun temin edilmesi, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak ve toplum için faydalı olan şeylerin yapılmasını sağlamak ve bütün bu faaliyetlerini hukuk kurallarına uygun olarak yürütmek devletin görevidir. Bu sebeple bir devlet, genel kabul görmüş kanunlarla toplumu yönetir.
HAK VE HUKUK
3. Bireyle ilgili kaç çeşit haktan bahsedilir ve bunlar nelerdir?
Cevap: Bir kişiyle ilgili üç çeşit haktan bahsedilebilir, bunlar: Allah Hakkı, İnsan Hakkı ve Ortak Hak.

4. Allah Hakkı ne demektir?
Cevap: “Hukukullah” da denilen Allah hakkı, Kur’ân ve Sünnet’te belirlenmiş, yapılması durumunda Allah’a daha çok yaklaşmayı ve toplum yararı sağlayan emir ve yasaklardır. Bu kapsamdaki eylemler arasında namaz, oruç, zekât gibi ibadetler ile iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, hırsızlık, içki, zina gibi suçlardan sakınmak, ortak kullanım haklarını korumak sayılabilir.

5. İnsan Hakkı ne demektir?
Cevap: “Hukuku’l-ibâd” da denilen insan hakkı, özel olarak kişilerin haklarını korumayı hedef alan haklar olup daha çok “kul hakları” kavramıyla ele alınır. Genel ya da özel olan bu haklarda hak sahibinin; affetmesi, sulha yanaş-ması, ibra etmesi ya da mübah kılmasıyla hakkı düşürmesi mümkün ve caizdir. İnsan hakkı aleyhine işlenen her suç için ayrı ceza gerekir.

6. Ortak Hak ne demektir?
Cevap: Ortak hak Allah ve insan hakkının bir arada bulunduğu haklardır. Mesela Toplumu katl suçundan temizlemek Allah hakkı, maktulün velisinin kinini dindirip gönlünü hoş etmek kulun hakkıdır.

7. Ruhsat terimi hangi anlamlara kullanılır?
Cevap: Ruhsat; kulların özrü nedeniyle kolay olan ikinci derece meşru kılınan şeydir. Ruhsat hususidir, geneli bağlamaz.

8. Azimet terimi hangi anlamlara kullanılır?
Cevap: Azimet; her mümini ilgilendiren her mükellefin uymak zorunda olduğu esastır.

İSLÂM’DA ADALET ANLAYIŞI
9. İslam Medeniyetinde Adalet kavramı nasıl anlaşılmaktadır?
Cevap: Adalet kelimesi her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlığa düşmeden düzenli ve dengeli davranma, orta yolu tutma anlamında kullanılmıştır. Adalet kavramı İslâm medeniyetinde, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve makam farklılıklarından dolayı insanlara farklı davranmamak biçiminde anlaşılmıştır. Adaleti gerçekleştirme görevini Müslümanlara yükleyen İslâm medeniyeti, tarihi boyunca çok büyük başarılara bu temel değere gösterdiği titizlikle ulaşmıştır.

İSLÂM MEDENİYETİNDE HUKUK KURUMLARININ TARİHÎ SÜRECİ
10. Medine Sözleşmesinin amacı nedir?
Cevap: Antlaşma Hz Muhammed, Yahudiler, Müslümanlar, Paganlar ve şehrin ileri gelen aileleri ile kabilelerini içermekteydi. Medine'de bulunan Hazrec ve Evs kabileleri arasında yaşanan iç çatışmalara son vermek için, şehirde yaşayan Yahudi, Müslüman ve Pagan topluluklarını Ümmet adlı tek çatı altında toplayarak, her birine sorumluluk ve payları verilmiştir. Antlaşmanın düzenlenme amacı hangi dine mensup olursa olsun, şehirde bulunan toplulukların özgürce ve huzur içerisinde yaşamasını sağlamaktır.
11. Medine sözleşmesinin önemli maddeleri nelerdir?

Cevap:
• Müslüman ve Yahudi topluluklar barış içerisinde yaşayacaklardı.
• Şehrin dışından gelen saldırılarda, hep birlik olunacak ve şehir savunması birlikte yapılacaktır.
• Yahudiler dinlerinde serbest olacaktır.
• İki taraftan birinin, üçüncü bir tarafla olan anlaşmazlığında diğer taraf yanında yer alacaktır.
• Yahudiler ve Müslümanlar arasında olacak anlaşmazlıklarda, Hz Muhammed hakem olarak kabul edilecektir.
• Her topluluk kendine ait bölgeden sorumlu olacaktır.
• Çıkacak bütün anlaşmazlıklar Allah'a ve Resul'üne sunulacaktır.

12. Medine sözleşmesinin içeriğinde bulunan konular nelerdir?
Cevap: Adalet, Suçun şahsiliği, Sigorta, Vatandaşlık ve savunma, Medine şehrinin sınırları, Din özgürlüğü ve takva.

13. Hz. Peygamber’in sağlığında fetva veren erkek ve kadın sahabeler kimlerdir?
Cevap: Hz. Peygamber’in sağlığında fetva veren erkek ve kadın sahabeler; Ömer b. Hattab, Ali b. Ebi Talib, Hz. Aişe, Abdullah b. Mesûd, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas’dır.

14. İslam tarihinde ilk hapishane uygulaması ne zaman başlamıştır?
Cevap: İlk hapishane uygulaması Hz. Ömer devrinde başlamıştır.

HULEFÂ-YI RÂŞİDÎN DEVRİ
15. İslâm Tarihinde vilâyetlere ilk kadı kimin tarafından atandı? Kimler nerelere kadı tayin edildiler?
Cevap: İslâm Tarihinde vilâyetlere ilk kadı tayin eden ilk kişi Hz. Ömer’dir. Ebu’d Derdâ’yı Medine kadılığına, Şureyh b. Haris el-Kindî’yi Kûfe kadılığına, Ebu Musa el-Eş’arî’yi Basra kadılığına, Osman b. Kays’ı da Mısır kadılığına tayin etti. Şam bölgesi kadılığını ise müstakil bir kadılık haline getirdi. Hz. Ömer, bu kadıların davaları halletmekte uygulayacakları bir kanun da oluşturdu.

16. İcmâ kavramı hangi anlamlarda kullanılmaktadır?
Cevap: İcmâ; herhangi bir asırda İslam ümmeti müçtehidlerinin bir meselede görüş birliği etmesi.

17. Kıyas kavramı hangi anlamlarda kullanılmaktadır?
Cevap: Kıyas; Kur’an’da Resullah’ın sünneti hakkında delil olmayan hüküm verilmemiş fıkhi meselelerde hüküm vermektir.

EMEVİLER DEVRİ
18. Emeviler devrinde yargı hangi yönleriyle öne çıkmaktadır?
Cevap:
Emeviler devrinde yargı iki yönüyle öne çıkar:
1. Kadı, içtihadının gerektirdiği doğrultuda bizzat kendisi karar verirdi. Kadıların uymak zorunda oldukları dört mezhep o sırada yoktu. Bu mezhepler daha sonra oluşmuştu.
2. Kadılar, kararlarında bağımsızdılar, yargı siyasetten etkilenmiyordu. Tasarruflarında mutlak yetki sahibi idiler, kararları valiler ve vergi âmilleri hakkında da geçerliydi.

ABBASİLER DEVRİ
19. Başkadılık (kâdilkudâtlık) ne zaman başladı?
Cevap: Harun Reşid devrinden kâdilkudâtlık (başkadılık) müessesesi kuruldu. Bu göreve ilk olarak İmam Ebu Yusuf getirildi. Bu tarihten sonra kadılar başkentte bulunan kâdilkudât tarafından tayin edilmeye başlandı.

20. Kadı’nın görevleri nelerdir?
Cevap: Kadı’nın görevleri; davalara bakmak, yetimleri, mecnunları ve henüz erginlik çağına ulaşmamış çocukları koruyup gözetmek, bunlara veli ve vasi tayin etmek, vakıflarla ilgilenmek ve şer’î kanunları ihlâl edenleri cezalandırmaktan ibaretti.

SELÇUKLULAR DEVRİ
21. Selçuklular döneminde orduda görev yapan ve askerler arasında ortaya çıkan davalara kimler bakardı?
Cevap: Selçuklular döneminde orduda görev yapan ve askerler arasında ortaya çıkan davalara Kadıasker veya Kadıleşker denirdi.

OSMANLILAR DÖNEMİ
22. Osmanlı Devleti’nin hukuk sistemi içerisinde yer alan örfi hukuk ne anlama gelmektedir?
Cevap: Örfi Hukuk, hükümdarın irâdesine bağlı olarak koyduğu kurallar ve bunun için çıkarılan fermanlardır. Yani hükümdarın siyasî, idarî konularda bağımsız iradesidir. Bunun için hükümdar yargı yetkisini kullanırken yeni birtakım kurallar koyabilirdi ve bu konuda yetkileri sınırsızdı.

İSLAM MEDENİYETİNDE OLUŞAN HUKUK KURUMLARI
23. İslam Hukukuna göre kadı olabilmenin şartları nelerdir?
Cevap: İslâm hukukuna göre, kadılık (hâkimlik) görevi; görme, duyma ve konuşma organlarının sağlamlığı yanında, hukuk eğitimi ve birtakım ahlâkî özellikleri de gerekli kılan önemli bir meslektir. Kadı (hâkim) olmanın şartları arasında Müslüman, ergen, akıl sahibi, hür, sağlam duyu organları, adalet ve içtihad bilgisine sahip olması da vardı.

24. Hz. Ömer devrinde Kûfe kadılığına tayin edilen ve Emevi hükümdarı Abdülmelik’in iktidara gelişine kadar altmış yıl görevde kalan kadı kimdir?
Cevap: Emevi hükümdarı Abdülmelik’in iktidara gelişine kadar altmış yıl görevde kalan Kadı, Şureyh ünvanıyla tanınan Şureyh b. Haris el- Kindî’dır.

OSMANLILAR DÖNEMİNDE KADILIK
25. Osmanlı Devletinde ilk kadı kimdir ve kimin tarafından atanmıştır?
Cevap: Osmanlı Devletinde ilk kadı Şeyh Edebali’nin damadı ve talebesi Dursun Fakih’dir. Osman Gazi tarafından atanmıştır.

26. Osmanlı Devletinde Kadı’nın görevleri nelerdir?
Cevap: Osmanlı devlet teşkilâtında Kadı’nın adlî görevi yanında idârî, ilmî, beledî ve hatta askerî görevi de vardır. Çünkü Osmanlı şehir idaresinde beledî ve mülkî idare fonksiyonları birbirinden kesin çizgilerle ayrılmamıştır. Kadı, şehrin yargı makamı olduğu kadar asayişin, beledî hizmet ve zabıta görevlerinin âmiri, vakıfların da denetleyicisidir.

27. Osmanlı Devletinde Kadılar kime bağlıydılar?
Osmanlı toplumunda görev alan kadılar biri Anadolu, diğeri de Rumeli olmak üzere iki kadaaskerliğe bağlıydılar.

28. Osmanlı Devletinde Kadı olabilmek için hangi eğitimi almak gerekiyordu?
Cevap: Osmanlı devletinde kadı olabilmek için medresenin yüksek derecelerinden mezun olmak gerekiyordu. İslâm hukuku öğrenimi görmemiş tahsilsiz bir kimse en küçük bir kazaya bile kadı olamazdı. Osmanlı kadısı sancak ve kazalara tayin edilirdi. Hiyerarşide sancak kadıları daha üstün idiler. Kadı ilk olarak kazaya tayin edilerek 20 akçe yevmiye ile vazifeye başlardı.

29. Türkiye’de ne zaman Kadı’lık unvanına ne zaman ve nasıl son verilmiştir?
Cevap: 12 Mart 1917 tarihli kanunla kadılıkla birlikte kazaskerlik, muhallefât ve evkaf mahkemeleri de dâhil bütün şer’î mahkemeler ve ona bağlı olan daireler Adliye Nezareti’ne devredilmiştir. 8 Nisan 1924 tarih ve 469 nolu şer’î mahkemelerin ilgasına dair kanunla bütün görevleri asliye mahkemelerine bırakılmış ve bu tarihten sonra Türkiye’de kadılık unvanına son verilmiştir

30. Osmanlı Devletinde kazaskerlik ilk ne zaman başladı ve kazasker olarak ilk kim atandı?
Cevap: Osmanlı Devletinde ilk kazaskerlik uygulaması I. Murad döneminde başladı ve ilk Kazasker olarak Çandarlı Kara Halil atandı.

31. İhtisab kurumunun temel dayanağını oluşturan “iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak” ilkesi Kur’ân’da nasıl geçmektedir ve bu terim nasıl anlaşılmalıdır?
Cevap: Kuranda Emr-i bi’l- ma’ruf ve nehy-i ani’l- münker” diye geçer. Maruf; iyi, güzel, doğru olan hususlar; Münker kötü, çirkin, yanlış konular. Yani iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak manasındadır.

32. Mezâlim Mahkemesine neden ihtiyaç duyuldu?
Cevap: Daha adil bir toplum düzeni kurmak gayesiyle ortaya çıkmış en üst yargı makamı olarak kabul edilen mezâlim mahkemesi, günümüz hukuk anlayışına göre istinaf mahkemesi, temyiz, danıştay gibi kurumlara karşılık gelmektedir.

33. Mezâlim Mahkemesine görevleri nelerdir?
Cevap: Mezâlim mahkemesi, yargı fonksiyonu dışında kalan çeşitli alanlarda da faaliyet göstermiş ve idarî, dinî, malî gibi görevlerin yerine getirilmesinde yardımcı olmuştur. Adliye işlerinde, kadı ve muhtesibin otoritesinden daha yüksek bir yetkiye sahip olan mezâlim mahkemesi kadılığı, yüksek makam, soy ve şeref sahibi kimselerin zulmünü önlemek için kurulmuştur. Halka sert davranıp adaletten sapan idarecileri denetlemek, vergi haksızlığını ortadan kaldırmak, divan kâtiplerini denetlemek vakıfları denetlemek gibi görevleri vardır.

34. Kadı, Muhtesib, Mezâlim Hâkimleri Arasındaki Farklar nelerdir?
Cevap: Kadı; dini mesele ve anlaşmazlıkları çözer. Muhtesib; kamu düzeni ve bazen de cinayet sorunlarını karara bağlar. Mezâlim hâkiminin görevi, kadı, muhtesibin görevine yapılan itirazlara bakar.
35. Bir yargı kurumu olan Sahibu’s-şurta’nın görevleri nelerdir?
Cevap: Sahibu’s-şurta devletin güvenliği ve kamu düzeniyle ilgili suçlarla ilgilenmektedir. Yani bugünkü emniyet teşkilâtının görevlerini ifa eder. Ceza hukuku alanında kaza yetkisiyle donatılmıştır. Devlet güvenliği ve kamu düzeniyle ilgili suçlarla ilgilenir.
sevgi
Mesajlar: 57
Kayıt: 25 Mar 2017 20:56
İletişim:

29 Kas 2017 21:47

ÜNİTE 10


GİRİŞ
1. Mekke’de Hz. Peygamber neden bir ordu kurma ihtiyacı duymadı?
Cevap: Bunun iki temel sebebi vardı. Birincisi, Müslümanların düşmana karşı koruma zorunluluğu duyacakları bağımsız bir devlet ve topraklarının olmamasıydı. İkinci önemli sebep ise henüz savaşa iznin verilmemesiydi.

2. Gazve ne demektir?
Cevap: Gazve Peygamberimizin katıldığı savaşlara denir.

3. Seriyye ne demektir?
Cevap: Seriyye Peygamberin bizzat katılmadığı sahabeleri gönderdiği küçük birliklere denir.

4. Hz. Peygamber stratejik önem taşıyan bölgelere seriyyeler gönderirdi. İlk ne zaman nereye ve kimin komutasında göndermiştir?
Cevap: Hicretin 2. yılı 624 tarihinde, Abdullah b. Cahş komutasında, Baht-ı Nahle’ye gönderilmiştir.

5. Müslümanlara savaş izninin verildiği ayet hangisidir ve ne zaman nâzil olmuştur?
Cevap: Müslümanlara 624 yılında Hac Suresi 39. ayetiyle savaş izni verilmiştir.

6. Hz. Peygamber döneminde düzenli ordu var mıydı?
Hz. Peygamber döneminde düzenli ordu yoktu. Silâh kullanabilen her yetişkin Müslüman erkek, yurt savunması ve îlâ-yı kelimetullah için askerlik yapmakla mükellefti. Hz. Peygamber, bir sefer düzenlediğinde veya düşman saldırısı söz konusu olduğunda devlet başkanı sıfatıyla gönüllüleri çağırırdı. Orduya katılanların ve gönüllülerin ismi sicil defterine yazılırdı.

HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN DEVRİ
7. Hz. Peygamberden sonra kim halife oldu ve askeri sistemde bir değişiklik oldu mu?
Cevap: Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebubekir halife unvanıyla devlet başkanı oldu. Hz. Ebubekir, Hz. Peygamber’den gördüğü gibi sistemi sürdürdü. Dolayısıyla askerî sistemde bir değişiklik olmadı. Zaten bu dönem kısa sürmüş ve Hz. Ebubekir iki yıl sonra 634 yılında vefat etmişti.

8. İlk düzenli ordu hangi halife döneminde kuruldu?

Cevap: Hz. Ömer döneminde fetihler artınca, ilk düzenli ordu kuruldu.

9. Hz. Ömer döneminde Müslümanlar tarafından nereler fethedildi? Bu fetihler ekonomik açıdan Müslümanlara neler sağladı?
Cevap: Hz. Ömer döneminde Mısır, Filistin, Suriye, İran, Irak Müslümanların eline geçti. Fethedilen topraklardan alınan haraç ve cizye hazine gelirinin artmasını sağladı.

10. İlk askeri divan hangi halife döneminde kuruldu ve nasıl teşkilatlandırıldı?
Cevap: İlk askeri divan Hz. Ömer tarafından kuruldu. Askerlere ve ailesine maaş bağlandı. Askerler için ordugâh şehirler (emsâr) inşa edildi.

11. Hz. Ömer döneminde kurulan düzenli ordu kaç bölümden oluşuyordu?
Cevap: Hz. Ömer Devrinde ordu Hamîs adı verilen beş bölümden oluşmaktaydı. Buna göre:
Ortada başkumandanın emrinde savaşan merkez birlikleri (Kalbü’l-Ceyş),
Sağ kanat birlikler (Meymene),
Sol kanat birlikleri (Meysere),
Süvarilerden oluşan öncü birlikler (Talîa veya Mukaddeme)
Artçı birlikler (Sâkatü’l-Ceyş)

12. Hz. Ömer’den sonra askeri sistemde ilk ne zaman ve nasıl bir değişiklik yapıldı?
Cevap: Askeri sistem Emeviler döneminde II. Mervan tarafından değiştirildi ve kurdûs denilen taburlar ortaya çıktı. Ordunun yönetimi Divânu’l-cünd tarafından yürütülürdü. Emevi ordusunun temelini mürtezika denilen nizami ve daimi statüdeki muvazzaf ücretli askerler oluşturuyordu.

13. Emeviler devrinde II. Mervan tarafından yeniden yapılandırılan ordunun giderleri nasıl karşılanırdı?
Cevap: Askerler hizmet karşılığında devlet bütçesinden maaş alırlardı. Diğer ihtiyaçları da devlet tarafından karşılanırdı. Cihadın faziletinden yararlanmak için kendi arzuları ile cepheye koşan ve mütetavvia denilen gönüllülere ise maaş ödenmezdi. Bunlar, sadece ele geçirilen ganimetten pay alırlardı.

14. Emevi ordusunda sadece Arap asıllı askerler mi görev yapardı?
Cevap: Evet, ilk dönemlerde Emevi ordusunda sadece Arap asıllı askerler vardı. Ancak daha sonra mevâlî, yani Arap olmayan Müslümanlar da askere alındı. Bunlar arasında İranlılar, Türkler ve Berberîler de vardı. Komutanlar ise yine Araplar arasından seçilirdi.

ABBASİLER DEVRİ
15. Abbasi Ordusu kaç temel gruptan oluşurdu?
Cevap: Abbasi ordusu beş temel gruptan oluşuyordu:
1. Başşehirde bulunan ve doğrudan halifeye bağlı olarak görev yapan muhafız birliği. Bunlara, haresü’l-halîfe (halifenin muhafızları) denilirdi.
2. Vezirler, valiler ve diğer önde gelen devlet adamlarının emrinde görev yapan birlikler.
3. Vilâyetlerde bulunan askerî kuvvetler.
4. Anadolu’da Tarsus, Adana, Ceyhan, Maraş ve Malatya civarında oluşturulan, Avâsım ve Suğur adı verilen askerî bölgelerdeki sınır garnizonlarında görev yapan birlikler.
5. Yardımcı kuvvetler.

16. Harun Reşid’in kaç oğlu vardı? Adları nelerdir?
Cevap: Harun Reşid’in üç oğlu vardır Bunların adları sırasıyla şöyledir: Emin, Me’mun ve Mu’tasım

17. Harun Reşid’in Oğullarından hangisi yeni bir askeri birlik oluşturdu?
Cevap: Harun Reşid’in oğullarından Halife Mu’tasım, Fergana ve Türkistan’ın diğer bölgelerinden getirilmiş Türklerden yeni bir askerî birlik ve bir Muhafız kıtası oluşturdu.

18. Halife Mu’tasım neden Merkezi yönetimi Bağdat’tan Samarrâ’ya taşıdı?
Cevap: Halife Mu’tasım Türklerden yeni bir askerî birlik ve bir Muhafız kıtası oluşturdu. Bu birlikler kısa zamanda güçlendiler ve Bağdat içinde karışıklık çıkarmaya başladılar. Halk bundan rahatsız oldu. Bunun üzerine Halife, 836 yılında Samarrâ adı verilen yeni bir şehir kurdurmak ve merkezî yönetimi bu şehre taşımak zorunda kaldı.

TÜRK-İSLÂM DEVLETLERİNDE ASKERÎ KURUMLAR
19. Karahanlı ordusunun kim sevk ve idare ederdi?
Cevap: Karahanlı ordusunun komutanına subaşı adı verilirdi. “sü” asker manasındadır. Bu devirde” sü başlamak”, orduyu sevk ve idare etmek demekti. Askerler düzenli olarak defterlere yazılır ve genellikle şehirlerin dışında çadırların kurulmasıyla oluşturulan ordugâh-şehirlere yerleştirilirdi.

20. Selçuklu ordusu kaç kısma ayrılırdı?
Cevap: Selçuklu Ordusu iki kısma ayrılırdı:
1.Gulâmân-ı Saray (saray köleleri): Türk, Arap, Ermeni, Rum, Gürcü, İranlı vb. gibi çeşitli milletlerden, küçük yaşta saraya alınan ve özel yetiştirilen gençlerden meydana geliyordu. Köle olarak satın alınan bu çocuklar önce saraydaki Gulamhane adı verilen okullarda eğitimden geçirilirdi. Yılda dört defa hazineden bistgânî denilen maaş alırlardı.
2. Hassa Ordusu: Hassa ordusu, Selçuklu ordusunun çekirdeği idi. Atlı olan bu birliklere sipahi adı veriliyordu. Başkente yakın garnizonlarda otururlardı. Sipahiler ikta sahibiydiler. Bu sebeple kendilerine maaş verilmezdi. Bunların yetişmesinde Büyük Selçuklu Devleti’nde Sipehsalar, Anadolu Selçuklu Devlet’inde Beylerbeyi sorumludur.

21. Osmanlı Devletinde ilk düzenli ordu ne zaman ve kim tarafından kurulmuştur?
Cevap: Osmanlı Devletinde İlk düzenli askerî birlikler, İznik’in fethinden önce Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil’in teklifleri doğrultusunda Orhan Bey tarafından kurulmuştur. Yaya ve Müsellem denilen bu askerlerden meydana gelen birliklere Türk gençleri alınmıştı. Müsellemler atlı askerlerdi.

22. Osmanlı ordusunda kapıkulu askerleri nasıl bir yapıya sahipti?
Cevap: Osmanlı kapıkulu askerleri, yaya (piyade) ve atlı (süvari) olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Kapıkulu Piyadeleri, bunların ilk yetişme yeri olan Acemi Ocağı bir tarafa bırakılırsa Yeniçeri, Topçu, Toparabacıları, Cebeci, Humbaracı ve Lağımcı olmak üzere altı ocağa ayrılırdı. Kapıkulu Süvarileri de Sipah, Silâhtar, Sağ Ulufeciler, Sol Ulufeciler, Sağ Garibler, Sol Garipler olmak üzere altı bölükten meydana geliyordu.

23. Osmanlı ordusunun en eski askeri teşkilatı hangisiydi Bunlara ne ad verilirdi?
Cevap: Osmanlı ordusunun en eski ve en önemli askeri teşkilâtı Tımarlı sipahilerdir. Kendilerine devletçe maaş ödenmez buna karşılık dirlik (toprak) verilirdi. Dirlik sahipleri, dirliklerinin bulunduğu sancak, kaza ve köylerde reayadan aldıkları vergilerle hem kendileri geçinirler, hem de artan para ile atı, silâhı ve savaş âleti tam olan atlı asker yani cebeli beslerlerdi. İşte bu tımar sahipleri ile besledikleri cebelilerden meydana gelen askerî teşkilâta Tımarlı Sipahiler denirdi.
24. Osmanlı Ordusunda keşif yapan öncü birliklere ne ad verilirdi?
Cevap: Keşif, yağma veya tahrip maksadıyla düşman topraklarında yapılan askerî faaliyete akın, bunu yapan askere de akıncı denilmiştir. Akıncı beyleri ve askerleri, özellikle Rumeli’deki fetihler sırasında büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Yardımcı kuvvetler arasında azablar, deliler, yörükler, leventler, sekban ve sarıcalar, gönüllü ve beşliler de yer alırdı.

25. Sultan III. Selim döneminde kurulan yeni orduya ne ad verilirdi?
Cevap: III. Selim döneminde kurulan yeni orduya Nizam-ı Cedid ordusu denir.
26. II. Mahmut tarafından 1826 yılında Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırıldıktan sonra yerine hangi ordu kuruldu?
Cevap: Yeniçeri ordusunun yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye adıyla yeni bir ordu kuruldu. Sonraları Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye adı terk edildiyse de teşkilât giderek gelişti ve kuvvetlendi. Böylece II. Mahmut’tan sonraki Osmanlı ordusunun esası oldu.
27. Medine halkına ve fetihlere katılan askerlere maaş ilk maaş bağlayan Halife kimdir?
Cevap: Medine halkına ve fetihlere katılan askerlere ilk maaş bağladı halife Hz. Ömer’dir. Divan defterlerinde isimleri bulunan kişilerin karşısına yılda bir kere alacakları ücret ile aylık erzakın miktarı yazılarak herhangi bir karışıklığın çıkması önlenmek istendi. 641 yılındaki bu düzenlemeden sonra ordu bir kurum haline geldi ve maaşlı askerlerden düzenli bir askerî güç oluşturuldu. Bu düzenlemeyi yapan Hz. Ömer ücretli askerlerin ticaret veya tarımla uğraşmasını da yasakladı.
28. Hz. Peygamber döneminde bayrak ve sancak hangi renkteydi?
Cevap: Hz. Peygamber Döneminde bayrak beyaz, sancak ise siyah renkteydi.

29. Abbasiler döneminde bayrak ve sancak hangi renkteydi?
Cevap: Abbasiler bayrak ve sancaklarında siyahı tercih etmişti

30. Tuğ ne demektir?
Cevap: Atkuyruğu bağlanmış, ucuna altıntop geçirilmiş mızrak türünden saltanat alâmetidir. İlk Karahanlı’lar kullanmıştır. Osmanlıda tuğ vezirlik, beylerbeyliği, sancakbeyliği alâmeti olarak kullanılmıştır.

31. Araplar eskiden en çok hangi silahları kullanmışlardır?
Cevap: Arapların öteden beri kullanageldikleri silâhlar; kılıç, kalkan, mızrak, ok-yay, gürz, zırh, miğfer, savaş baltası, hançer, harbe, bıçaktır.

DONANMA
32. İlk Deniz seferini kim gerçekleştirdi?
Cevap: İlk deniz seferi Bahreyn valisi Alâ b. Hadramî gerçekleştirdi.

33. İslam tarihinde ilk donanma komutanlığı ne zaman kuruldu?
Cevap: İlk donanma komutanlığı Emeviler zamanında kuruldu. Gemi komutanlarına kâid, kaptanlarına reis deniliyordu.

34. Anadolu’da ilk Türk donanmasını kim kurdu?

Cevap: Anadolu’da ilk Türk donanması I. Kılıçarslan zamanında Çaka Bey kurdu. Donanmaları başına Reisü’l-Bahr denen amiralleri getirdi.

35. Osmanlı Devletinde en güçlü donanma ne zaman kuruldu?
Cevap: Osmanlı Devletinde en güçlü donanma Kanuni Sultan Süleyman döneminde Barbaros Hayrettin Paşa’nın Kaptan-ı Deryalığa atanmasına en büyük deniz gücü haline geldi. Kaptan-ı Deryalık 1867’de kaldırılıp Bahriye Nezareti oldu.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 31 misafir