ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ I 1-7 2019 özeti

Cevapla
ATAAÖF
Mesajlar: 173
Kayıt: 03 Eki 2018 13:45
İletişim:

05 Kas 2018 14:22

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ I 1-7 2019 özeti.doc
Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
ATAAÖF
Mesajlar: 173
Kayıt: 03 Eki 2018 13:45
İletişim:

05 Kas 2018 14:22

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ I
ÜNİTE – 1
AMAÇ VE KAVRAMLAR
İlk olarak Ankara Hukuk Mektebi’nde dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün konferansıyla başlayan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersi, 15 Nisan 1942 tarih ve 4204 sayılı Kanun’la “Türk İnkılap Tarihi Enstitüsünün” kurulmasından sonra her yüksekokul öğrencisinin bu dersi görmesi şeklinde karara bağlandı.
Bu kitabın konusu “İmparatorluktan Millî Devlete” geçişin öyküsüdür. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu ve kurumsal yapılarının oluşumunu kapsamaktadır.
Türk milleti I. Dünya Savaşı’nın ardından vermiş olduğu Millî Mücadele ile tam bağımsız yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşunu gerçekleşmiştir. Bu mücadele dünyanın tüm mazlum milletlerine, emperyalist güçlere karşı verecekleri bağımsızlık savaşları için model olmuştur.
Türk milleti Mustafa Kemal Atatürk’le beraber, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için devlet ve toplum yapısında birtakım köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Bunlar Türk İnkılapları’dır. Batının bilim, fen ve teknolojisine yetişmek ve çağdaş değerlere ulaşmak için bu inkılapların yeni nesiller tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir.
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ DERSİNİN OKUTULMA AMAÇLARI
Atatürk’ün benim en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti, Millî Mücadele ve onu tamamlayan Türk İnkılabı’nın temel ilkeleri üzerine kurulmuştur. Türk İnkılabı çok zor şartlar içerisinde başlamış ve başarıya ulaşmıştır. Türk İnkılabı’nın başarılması için önünde üç büyük engel vardı. Bunlar;
1. I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan büyük devletlerin Türkiye’yi işgal projelerini ortadan kaldırmak,
2. İşlevini yitirmiş eski kurumları tasviye etmek
3. Bunların yerine çağdaş yeni kurumlar getirmek.
 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin en temel amacı, Türk İnkılabı’nın ruhunu ve hedeflerini kavrayarak daha ileriye götürebilecek yeni nesiller yetiştirmek, modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğuşunu ve gelişme evrelerini öğretmek ve Türk gençliğini Atatürkçü düşünce sistemi doğrultusunda yetiştirmek olarak ifade edilebilir.
 Bir lider olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türk Millî Mücadelesi’ni bütün safhalarıyla öğretmek,
 Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dayandığı Atatürk ilkelerini, çağdaş bir devlet ve toplum olabilmek için yapılan inkılapları Türk gençliğine kavratarak daha da ileri hedefleri göstermek,
 Türk gençliğini Atatürkçü düşünceden hareketle ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak millî hedefler etrafında kenetlenmiş bir gençlik olarak bilinçlendirmek,
 Atatürkçü düşünce sistemiyle, bu düşünceye yönelik tehditler hakkında doğru bilgiler vermek,
 Türk milletinin dünya milletler ailesi içindeki onurlu yerini gençliğimize öğreterek, onların geleceğe daha güvenle bakmalarını ve kendilerine güvenmelerini sağlamak,
 Türk gençliğini her şeyden evvel millî bir tarih şuuruyla donatmak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisine emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkma duygusunu benimsetmek.
Türk gençliğine düşen görev ise Atatürk’ün gösterdiği temel hedefler doğrultusunda modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni çağdaş uygarlık düzeyine yükselterek, Türk istiklalini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek olmalıdır.
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
Kullanılan bazı kavramlar arasında farklılıklar olmasına rağmen bu farklılıklara bakılmaksızın çoğu zaman aynı anlamda kullanılmaktadır. Örneğin inkılap ve ihtilal kelimeleri zaman zaman aynı anlamda kullanılmaktadır. İhtilal ve inkılap kelimelerinden başka, dilimizde aynı anlama gelen “devrim” kelimesi de kullanılmaktadır. Devrim kelimesi ideolojik anlamda düşünüldüğü zaman ihtilal, toplumsal, ekonomik ve siyasi manada değişimi ifade ettiği zaman inkılap kelimelerine karşılık gelir.
İnkılap
 Köken olarak Arapça “kalb” kökünden gelen inkılap sözcüğü, bir hâlden başka bir hâle dönüşmek demektir.
 Hukukçular, sosyologlar, tarihçiler değişik tanımlamalar yapsalar da genel olarak, köklü ve kuvvet yoluyla ani bir değişimi esas kabul etmektedirler.
 İnkılap köklü bir değişimi ifade eder: Türk hukuk lügatinde ise inkılap; “Bir milletin sahip olduğu siyasi, sosyal, askerî alanlardaki kurumların devlet eliyle makul ve ölçülü metotlarla köklü bir şekilde değiştirilerek yenileştirilmesidir”.
 İnkılaplar; Sanayi İnkılabı, Kültür İnkılabı, Bilim İnkılabı, sosyal inkılaplar gibi çeşitli alanlarda olabilir.
 Gelişmeye, tekâmüle doğru bir değişikliği ifade eder.
 Tüm kurumları, devlet biçimi ve sosyal yapısı, ekonomik ilişkileri eskimiş, yaşam biçimi gelişemeyen bir sosyal-ekonomik-siyasi düzenin ani olarak yıkılıp, yerine yeni bir dünya görüşünün ürünü olan gelişme, yaşama imkânı bulunan bir düzenin kuvvet yoluyla gelmesidir.
 Bir kadronun yönettiği halk hareketidir.
 Üç aşamada gerçekleşir.
a) Hazırlık aşamasıdır = Mevcut otorite ve sistemdeki bozukluklara karşı, muhalif fikirlerin ortaya atıldığı dönemdir. Bu dönemi toplumdaki düşünürler, aydınlar hazırlar.
b) Aksiyon safhasıdır = Yapılmak istenen değişiklikler yoğun bir şekilde uygulamaya konulur. İnkılapların bir önceki safhası ihtilaldir.
c) Yeniden düzenleme safhasıdır = Yeni sisteme uygun olarak gerçekleştirilen siyasi, toplumsal ve ekonomik değişimlerin ve yeni kurumların oluşturulduğu dönemdir. Bu aşamada artık inkılap başarılmıştır.
İhtilal
 Arapça “hâlel”, bozma, kaldırma kökünden gelmektedir.
 İhtilal bir devletin mevcut siyasal yapısını, iktidar düzenini ortadan kaldırmak için bu konudaki hukuk kurallarına başvurmaksızın yapılan geniş bir harekettir.
 İhtilal mevcut bütünlüğü bozmaya yönelik bir mana taşır.
 İhtilal kelimesinde inkılap anlamı, inkılap kelimesinde de ihtilal anlamı yoktur.
 İhtilal, inkılabın eylem aşamasıdır.
 Atatürk Türk İnkılabı’nı tanımlarken “Bu inkılap kelimesinin ilk anda akla getirdiği ihtilal anlamından başka, ondan daha geniş bir değişmeyi anlatır.” sözleriyle ihtilalin inkılabın eylem aşaması olduğunu belirtmiştir.
 İhtilalin geliştirdiği fikirler, inkılapların oluşmasında uygulama alanları bulur.
 İhtilal, hükûmet darbeleriyle asla karıştırılmamalıdır. Hükûmet darbeleri kısa süreli eylemsel bir durumdur. İhtilal ise uzun gelişmelerin sonucunda kendiliğinden ortaya çıkar.
İsyan
 Sözlük anlamı olarak itaatsizlik, emre boyun eğmemek, ayaklanma demektir.
 Kavram olarak ise, toplum içinde belirli bir grubun veya herhangi bir teşkilatın sınırlı amaç ve hedefini gerçekleştirmek üzere devlete karşı başkaldırma hareketidir.
 İsyanlar gelişme gösterebilirse ihtilale, ihtilal gelişme gösterebilirse inkılaba dönüşebilir.
 Haksızlıklara karşı isyan ile değil, yürürlükte olan hukuk kuralları ile engel olmak en doğal ve en ideal olan yoldur.


Darbe
 Darbe, devletin emri altındaki resmî kuvvetlerden birinin ani olarak anayasal olmayan yollarla mevcut hükûmeti devirmesi ve iktidara el koymasıdır.
 Çoğunlukla tanımı gereği şiddet içerir.
 Geniş halk kitlelerinin desteği olmadan yapılması ve köklü bir değişim hareketi olmaması sebebiyle “devrim” sayılmaz.
 Darbeler ülkede yönetici kadroları değiştiren, ülkenin ekonomik ve toplumsal düzeninde herhangi bir iyileştirme yapmayan, toplumun etik değerlerini bozan baskı yönetimleridir.
 Gelişmiş toplumların şartlarından yoksun olan bu toplumlar kabile başkanlarının mutlak hükmüne benzer bir yönetim oluştururlar.
 Az gelişmiş bazı Afrika toplumlarında bu tür darbelere sıkça rastlanmaktadır.
Reform (Islahat)
 Islahat, Arapça “sulh” kökünden gelen ve ıslah etme, iyileştirme, düzeltme manasındadır.
 Toplumda ihtiyaçlara cevap veremeyen kurumların yeniden düzenlenmesidir. Yani mevcudu iyileştirme şeklindeki çalışmalardır. Oysa inkılap hareketinde mevcudun yerine köklü değişiklikler önerilir. Islahatta mevcut düzen korunur.
 Reformun mevcut kurumsal yapının dışına taşmadan meşru düzenlemeler yoluyla iyileştirme ve değişim öneren siyasi düşünce şeklinde de tanımı yapılabilir.
 Reformlar yapılırken rahatsız edici unsurların kaldırılması için yapılan öneri ve yöntemlerde kanunların ihlali yoktur.
Rönesans
 Anlam bakımından yeniden doğuşu ifade eder. Bilimde, sanatta, fikirde, edebiyatta yeniden doğuş demektir.
 Özellikle XV. ve XVI. yüzyılda Avrupa’da bilim, sanat ve edebiyat alanlarındaki gelişmeler olarak tarihteki özel anlamı ile bilinmektedir.
 Bu dönemde hümanizm akımı gelişti. Bu işlerle uğraşanlara Hümanist, ortaya çıkan akıma da hümanizm denildi. Hümanizm, insanın kendi doğasını tanıması, kendi kanunlarını yapması ve kendi hakkına sahip çıkması anlayışına dayandı.
 Rönesans’ın temelini “Antik Kültür” oluşturmuştur. Bu kültür İlk Çağ’da Roma’da ve Yunanistan’da yaratılan kültürlerin tümüdür.
 Rönesans akımı dogmatik ve skolastik dünya görüşü yerine rasyonalizmi savunmuştur. İnanan insan yerine düşünen insanı yaratmıştır.
 Rönesans, derebeylik feodalizminin en güçsüz ve ticaret burjuvazisinin en güçlü olduğu İtalya'da ortaya çıkmışır. Oradan Avrupa'ya yayılmıştır.
 Felsefe, estetik, bilim ve teknik alanlardaki ilerlemeler ya da Aydınlanma Çağı olarak bilinen dönem Rönesans'la başlamıştır.
Tekâmül (Evrim)
 Litaratürde tamamlanmak ve mükemmelleşmek olarak bilinen ve “kemal” kökünden türeyen “tekâmül” sözcüğü Arapça kâmil olma ve olgunlaşma anlamlarına gelmektedir. İlerleme ya da gelişme olarak da tanımlanmaktadır.
 Türkçedeki karşılığı ise evrimdir.
 Tekâmül yavaş yavaş (tedricen) gelişmeyi çağrıştırır. İnkılapta olduğu gibi hızlı bir değişiklik yoktur.
 Tekâmülde insanların tavırları, telkinleri, toplumun yapısı, zamanı iyi programlama gibi faaliyetler etkili olur.
 Zorlama yoktur.
 Toplum bazı gelişmeleri kabul etmeyebilir.
 Toplumun bünyesini sarsmadan onu hırpalamadan yavaş yavaş yapılan değişiklikler tekâmül kavramını ifade eder.
Emperyalizm
 Kapitalizmin en üst aşaması olarak da ifade edilmektedir.
 Emperyalizm, bir devletin ya da ulusun, başka bir devleti veya devletleri siyasi ve ekonomik açıdan egemenliği altına alıp yayılmasıdır.
 Temel ilkesi sömürüye ve rekabete dayalı olan bu sistem, aslında yüzyıllar boyunca “sömürgecilik” olarak kullanılmış, ancak zamana bağlı olarak değişkenlik göstermiştir.
 XX. yüzyılın başlarından itibaren etkinlik gösteren emperyalizm, sömürgecilik kavramının gelişmiş bir hâlidir. Ancak bu iki kavramın aynı anlama gelmemektedir. Sömürgecilikte siyasal bağımlılık vardır. Buna karşılık emperyalizmde ise sadece siyasal değil, aynı zamanda ekonomik bağımlılıktan da söz etmek mümkündür.
 Emperyalizmin siyasi emperyalizm, demografik emperyalizm, dinî emperyalizm, kültürel emperyalizm, iktisadi emperyalizm gibi çeşitleri vardır. Emperyalist devletler amaçlarına ulaşmak için çok defa çeşitli emperyalist modelleri birlikte, bir arada kullanırlar. Özellikle kültür emperyalizmi, öteki emperyalizm türlerinin uygulanmasında onlara yardımcı olur ve onları tamamlar.
Liberalizm
 Tarihsel geçmişi XVII. yüzyılın başlarına dek uzanan liberalizm, sosyal bir doktrin ve felsefedir.
 Özgürlük, hürriyet ve serbestlik anlamlarına gelen bu sözcük İngilizce kökenli olup liberty kelimesinden türetilmiştir.
 Liberalizm, bireyciliğe dayalıdır. Ayrıca bireylerin siyasal ve ekonomik hak ve özgürlüklerini güvence altına almasını savunur.
 Devletin ekonomiye müdahalesinin en aza indirgendiği bir doktrindir.
 Temsilcileri arasında Jonh Locke, David Hume ve Adam Smith gibi isimler vardır.
 Liberalizm demokrasinin yalnız hürlük ilkesine göre yorumlanmasından doğar.
 Liberal düşünürler, devletin; adalet, güvenlik, eğitim, sağlık ve altyapı gibi sosyal hizmetleri üstlenmesini, bunun dışındaki mal ve hizmetlerin üretiminin piyasa ekonomisine bırakılmasını savunmaktadır.
Sosyalizm
 Tanımsal olarak “toprak ve sermaye hâlinde üretim araçlarının mülkiyet hakkını ve sınıfsız bir toplum oluşmasını savunan doktrin”dir.
 Liberal demokrasinin ve kapitalizmin doğurduğu yetersizlikler ve adaletsizlikler, sosyalizmin XIX. yüzyıl içinde ön plana çıkmasına ve önem kazanmasına sebep olmuştur.
 Sosyalizm kapitalist sistemi adaletsiz bulduğu için, onu değiştirmek ve yerine geçmek isteyen bir düzenin adıdır. XIX. yüzyılda bugünkü anlamını ve kapsamını kazanan sosyalizmin gelişmesinde K. Marx’ın büyük rolü vardır.
 K. Marx, kendinden önceki bütün sosyalizm çığırlarına “ütopik”, kendisinin ileri sürdüğü tarihî maddecilik görüşünü ise “ilmî” ya da bilimsel kabul etmektedir. Bunun sebebi ise bilimsel bir yönteme, deney ve gözleme dayanmasıdır. Yani evrenseldir.
 Sosyalizm akımı, Marksizm’in çeşitli şekillerde biçim değiştirmesinden oluşmuştur.
 Marksistler komünizm ile “İlmî Sosyalizm”i eş anlamlı kabul etmektedirler. Ancak çeşitli yorumlamalara göre sosyalizm evrimcidir. Komünizm ise devrimci ve ihtilalci bir karakter yapısına sahiptir.
Monarşi
 Bu sözcük Türkçeye Fransızca “monarchie” kelimesinden girmiştir. “monarchie” kelimesi ise Yunanca “tek şef” anlamına gelen “monos archos” kelimelerinden türetilmiştir. Bu bağlamda monarşinin “tek kişinin yönetimi” anlamına geldiğini söylemek yanlış olmaz.
 Türk tarihinde bu kelimenin yerine hükümdar, sultan, padişah gibi bazı unvanlar kullanılmıştır.
 Monarşi hükümdarın devlet gücünü tamamen elinde bulundurması olarak tanımlanabilir.
 Bu sistemde hükümdar ya da kral devletin en yüksek organıdır.
 Monarşilerde kural, başta devlet başkanlığı olmak üzere, üst düzey siyasal makamların babadan oğula geçmesidir.
 Bazı devletlerde bizde olduğu gibi (1 Kasım 1922) tamamen ortadan kaldırıldı.
 Kimilerinde ise sembolik olarak devam etmektedir.
Oligarşi
 Türkçeye Fransızcadan geçen bu kavram, Yunanca “az-birkaç” anlamlarına gelen “oligo” ve yönetmek anlamına gelen “arkhein” kelimesinden türetilmiştir.
 Ünlü düşünür Aristo oligarşiyi siyasal rejimin iktidardaki grubun kendi çıkarına göre işlediği rejim olarak tanımlamıştır.
 Bu kavram günümüzde “azınlık iktidarına dayalı rejimler” olarak değerlendirilmektedir. Buna göre oligarşi küçük bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir.
 Oligarşilerde iktidara egemen olan az sayıda kişilerden oluşan grup, bir aile olabileceği gibi, çok dar bir sınıf da olabilir.
Çağdaşlaşma (Modernleşme-Batılılaşma)
 “Moderne” sözcüğü Fransızca bir kelime olup yaşanılan zamana, çağa uygunluk anlamında kullanılmaktadır.
 Çağın gereklerine göre yaşamak demektir. Eskiden kullanılan muasırlaşma, asrileşme veya günümüzde kullanılan batılılaşma, modernleşme, uygarlaşma gibi sözcüklerin en güzel karşılığı çağdaşlaşma kavramıdır.
 Bir başka ifadeyle; çağın gelişmiş kurumlarına, gelişmiş uygarlık düzeyine ulaşabilmek için gerekli olan ekonomik, toplumsal, psikolojik, siyasal değişmeyi gerçekleştirmek demektir.
 Çağdaşlaşma sadece ekonomik ve sanayileşme alanında değil, diğer alanlarda da yenileşmeyi amaçlamaktadır.
 Atatürk’ün gösterdiği hedef muasır medeniyet seviyesidir, hatta onun üzerine çıkmaktır. Bunun gerçekleşebilmesi çağdaşlaşmanın sürekliliğiyle mümkündür.
 Uygarlık sürekli gelişmektedir. Çağa uyum sağlayabilme, bu gelişmeyi izlemekle mümkündür.
 Atatürk, Türk toplumunu her sahada uygar bir toplum durumuna getirmeyi amaçlamaktadır. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı ve biçimiyle uygar bir toplumsal heyet durumuna getirmektir” derken çağdaşlaşma amacını belirtmiştir.
 “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir” sözleriyle de çağdaşlaşmada izlenecek yolu göstermektedir.
TÜRK İNKILABI’NIN ÖZELLİKLERİ VE ATATÜRK’ÜN İNKILAP ANLAYIŞI
 Türk İnkılabı, bir diriliş ve yenilik hareketidir.
 Türk milleti siyasi ve hukuki olarak millî egemenliğe dayalı modern bir devlet, sosyal yönüyle de ileri ve medeni bir toplum olma tercihini Türk İnkılabı’yla gerçekleştirmiştir.
 Türk milletinin bu coğrafyada kalıcı olabilmesi ve Yeni Türk Devleti’nin, Osmanlı Devleti’nin düştüğü duruma düşmemesi, gerekli köklü yapısal değişiklik ve yenileşmeleri gerçekleştirmesine bağlıdır.
 Millî varlığını sürdürmesi için bireyleri arasında ortak bağ; din ve mezhep yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olmuştur. Vatandaşlık ortak kimliği ile toplum birbirine bağlanmıştır.
 Türk İnkılabı, amaç, hazırlanış ve uygulama yönünden diğer inkılaplardan çok farklıdır.
 Atatürk, gerçekleştirmeye çalıştığı inkılabın en belirgin özelliğini Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında şu sözlerle ifade etmiştir: “Türk İnkılabı nedir? Bu inkılap kelimenin ilk anda ima ettiği ihtilal manasından başka geniş bir tahavvülü ifade etmektedir.”
Atatürk, kendisinin gerçekleştirmeye çalıştığı inkılapların, Türk milletinin ideallerinin ve amaçlarının özeti olduğunu her vesile ile dile getirmiştir. Yaptığı her şeyi millet için yapan ve yaptığı her şeyde Türk milletine güvenip onunla bütünleşen Atatürk, hayatı boyunca Türk milletini layık olduğu çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak için gece gündüz çalışmıştır.
ÖZET:
 ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ DERSİNİN OKUTULMA AMAÇLARI
 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4. ve 5. maddeleri gereğince, yükseköğretim kurumlarında, eğitim ve öğretim süresince, zorunlu olarak Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersi okutulması kabul edilmiştir.
 Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin en temel amacı, Türk İnkılabı’nın ruhunu ve hedeflerini kavrayarak geliştirecek yeni nesiller yetiştirmek, modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğuşunu ve gelişme evrelerini öğretmek ve Türk gençliğini Atatürkçü düşünce sistemi doğrultusunda yetiştirmek olarak ifade edilebilir.
 ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin daha iyi anlaşılabilmesi için bazı kavramların açıklanması gerekmektedir.
 İnkılap
• İnkılap köklü bir değişimi ifade eder: Türk hukuk lügatinde ise inkılap; “Bir milletin sahip olduğu siyasi, sosyal, askerî alanlardaki kurumların devlet eliyle makul ve ölçülü metotlarla köklü bir şekilde değiştirilerek yenileştirilmesidir.”
• İnkılaplar; hazırlık, aksiyon ve yeniden düzenleme adı verilen üç aşamada gerçekleşir.
 İhtilal
• İhtilal bir devletin mevcut siyasal yapısını, iktidar düzenini ortadan kaldırmak için bu konudaki hukuk kurallarına başvurmaksızın yapılan geniş bir halk hareketidir. İhtilal mevcut bütünlüğü bozmaya yönelik bir mana taşır.
• İnkılaplar gelişmeye, tekâmüle doğru bir değişiklik anlamına geldiği hâlde ihtilal tam tersine mevcut düzeni parçalamaya, düzeni dağıtmaya yönelik bir anlam ifade eder.
 İsyan
• Sözlük anlamı olarak itaatsizlik, emre boyun eğmeme, ayaklanma demektir. Kavram olarak ise, toplum içinde belirli bir grubun veya herhangi bir teşkilatın sınırlı amaç ve hedefini gerçekleştirmek üzere devlete karşı başkaldırma hareketidir.
 Darbe
• Devletin emri altındaki resmî kuvvetlerden birinin ani olarak anayasal olmayan yollarla mevcut hükûmeti devirmesi ve iktidara el koymasıdır. Çoğunlukla tanımı gereği şiddet içerir. Geniş halk kitlelerinin desteği olmadan yapılması ve köklü bir değişim hareketi olmaması sebebiyle “devrim” sayılmaz.
 Reform (Islahat)
• Islahat, Arapça “sulh” kökünden gelen ve ıslah etme, iyileştirme, düzeltme manasındadır. Bu kavram Fransızcada reform kelimesiyle aynı anlamdadır. Toplumda ihtiyaçlara cevap veremeyen kurumların yeniden düzenlenmesidir. Yani mevcudu iyileştirme şeklindeki çalışmalardır.
 Rönesans
• Anlam bakımından yeniden doğuşu ifade eder. Bilimde, sanatta, fikirde, edebiyatta yeniden doğuş demektir. Özellikle XV. ve XVI. yüzyılda Avrupa’da bilim, sanat ve edebiyat alanlarındaki gelişmeler olarak tarihteki özel anlamı ile bilinmektedir.
 Tekâmül (Evrim)
Tekâmül sözcüğü Arapça “kâmil” olma, olgunlaşma kökünden türemiştir, ilerleme, gelişme demektir. Günümüz Türkçesinde evrim sözcüğüyle ifade edilmektedir.
 Çağdaşlaşma (Modernleşme-Batılılaşma)
Çağın gereklerine göre yaşamak demektir. Eskiden kullanılan muasırlaşma, asrileşme veya günümüzde kullanılan Batılılaşma, modernleşme, uygarlaşma gibi sözcüklerin en güzel karşılığı çağdaşlaşma kavramıdır. En geniş anlamıyla çağdaşlık gelişmiş dünyayı ve bu ölçütlerde yaşamayı ifade eder.
TÜRK İNKILABI’NIN ÖZELLİKLERİ VE ATATÜRK’ÜN İNKILAP ANLAYIŞI
 Türk İnkılabı, bir diriliş ve yenilik hareketidir. Türk milleti siyasi ve hukuki olarak millî egemenliğe dayalı modern bir devlet, sosyal yönüyle de ileri ve medeni bir toplum olma tercihini Türk İnkılabı'yla gerçekleştirmiştir.
 Atatürk, kendisinin gerçekleştirmeye çalıştığı inkılapların, Türk milletinin ideallerinin ve amaçlarının özeti olduğunu her vesile ile dile getirmiştir. Yaptığı her şeyi milleti için yapan ve yaptığı her şeyde Türk milletine güvenip onunla bütünleşen Atatürk, hayatı boyunca Türk milletini layık olduğu çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmaya çalışmıştır.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Atatürk, “Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, yerlerine milletin en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumlar koymuş olmaktır.” sözüyle aşağıdakilerden hangisini tanımlar?
a) Çağdaşlaşma b) İnkılap c) Tekâmül d) Batılılaşma e) Islahat

2. Bir devletin mevcut siyasal yapısını, iktidar düzenini ortadan kaldırmak için bu konudaki hukuk kurallarına başvurmaksızın, zor kullanarak yapılan geniş halk hareketi olarak tanımlanan kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) İnkılap b) Tekâmül c) İhtilal d) Islahat e) Modernleşme

3. Türk İnkılabı’nın temel amacı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Mevcut yönetime başkaldırmak
b) Ekonomiyi geliştirmek
c) Eskimiş kurumları iyileştirmek
d) Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak
e) Geleneksel kurumları korumak

4. Aşağıdakilerden hangisi Atatürkçü dünya görüşünün temelini oluşturur?
a) Geleneksel dünya görüşü b) Evrimcilik c) Teokrasi d) Felsefe e) Akılcılık ve bilim

5. Türk İnkılabı’nın aksiyon safhası hangi tarihler arasında gerçekleşmiştir?
a) 1919-1923 b) 1920-1925 c) 1920-1938 d) 1919-1938 e) 1919-1927

6. Aşağıdaki kavramlardan hangisi, gelişmeyi tedrici olarak (yavaş yavaş) çağrıştırır?
a) Muasırlaşma b) Islahat c) Tekamül d) Reform e) İnkılap

7. Aşağıdakilerden hangisi gelişmiş dünyayı ve bu ölçütlerde yaşamayı ifade eder?
a) Rönesans b) Evrim c) İnkılap d) Çağdaşlık e) Tekamül

8. Kavram olarak toplum içinde belirli bir grubun veya herhangi bir teşkilatın sınırlı amaç ve hedefini gerçekleştirmek üzere devlete karşı başkaldırma hareketi olarak tanımlanan kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) Darbe b) İnkılap c) İsyan d) Reform e) Devrim
9. ………….. bir devletin ya da ulusun, başka bir devleti veya devletleri siyasi ve ekonomik açıdan egemenliği altına alıp yayılması olarak tanımlanır. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Emperyalizm b) Evrim c) Liberalizm d) Reform e) Tekâmül

10. Azınlık iktidarına dayalı, küçük bir grubun iktidarda olduğu yönetim şekli aşağıdakilerden hangisidir?
a) Fedaral yönetim b) Monarşi c) Teokrasi d) Oligarşi e) Cumhuriyet

Cevap Anahtarı 1.b, 2.c, 3.d, 4.e, 5.a, 6.c, 7.d, 8.c, 9.a, 10.d


ÜNİTE – 2
OSMANLI DEVLETİ’NİN ÇÖKÜŞ SÜRECİ
Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılıp, yıkılmasının ardından bir müddet beylikler dönemi yaşanmıştır. Bu süreçte beylikler arasında yaşanan kavgalar ise Müslüman ve Türk toplulukları arasında büyük huzursuzlukların yaşanmasına sebebiyet vermiş, siyasetten ticarete hayata dair her alanda belirsizliklerin yaşanmasına ortam hazırlamıştır.
OSMANLI DEVLETİ’NİN DEVLET VE TOPLUM YAPISI
Ünlü İngiliz Tarihçi Arnold Toynbee’nin ifadesiyle Osmanlı Devleti, tarihe yön vermiş, iz bırakmış birkaç devletten biriydi. XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan Osmanlı Devleti, yönünü diğer beyliklerin aksine yönünü Bizans’a çevirmiş, doğru siyasi, askerî ve içtimai politikalar takip etmek suretiyle de hızla büyüyerek dünyanın en büyük yüz ölçümüne sahip olan ve en uzun süreli yaşayan devletleri arasına girmeyi başarmıştı.
Stefanos Yerasimos’a göre cevap verilmesi gereken soru şudur: “Nasıl oldu da Osmanlılar, hepsi hemen aynı tabandan yola çıkan bir düzine beylik arasından sıyrılıp bir imparatorluk hâline gelebildiler?” Bu soruya verilecek cevap şudur: Osmanlı Beyliği’nin Batı’ya yönelmeden önce Bizans İmparatorluğu’ndan başlayan bilinçli eylem stratejisidir.
Osmanlı Devleti’nde siyasi-idari sistemin başında padişah vardı. Padişah, kuruluşundan yıkılışına kadar hep Osmanlı soyundan gelmişti. Padişahlar; “Bey”, “Gazi”, “Sultan”, “Han”, “Hüdavendigâr”, “Emir”, “Hünkâr”, “Hakan” gibi hem İslami, hem de eski Türk devlet geleneklerinden gelen sıfatları kullanmışlardı.
Osmanlı Devleti’nde “padişahlık” babadan oğula geçerdi. “Saltanat” sistemi de denilen bu yapıda ülke, padişah ve ailesinin ortak malıydı ve Türk veraset sistemi gereğince bütün aile üyeleri hak sahibi idi. Eski devirlerden beri Türk devletlerinde hakanı seçecek bir gelenek yerleşmemişti. Zaman zaman veliaht tayini, büyük veya küçüklerin tayini gibi teamüllerle olmuştu. Fakat esas olan daima tahtın ilahi takdire açık tutulmasıdır. Bu telakki karşısında diğer bütün âdet ve teamüller hükümsüz kalmıştı. Hanedandan biri tahtı ele geçirdi mi artık onun meşruiyeti nazari ve hukuki bakımdan bir mesele olmamaktaydı.

O hâlde Osmanlı Devleti’nde padişah nasıl olunurdu?
Klasik Dönem’de padişah çocukları, sarayda başladıkları eğitimlerine Paşa Sancakları (Manisa, Trabzon, Amasya gibi) da denilen şehirlerde devam ederdi. Şehzadeler burada tıpkı babalarının yönettiği ülkenin devlet modelinin maketiyle karşılaşır ve burada ilerisi için deneyimler kazanırdı. Bir anlamda padişah olabilmek için bütün hünerlerini sergileyebilme fırsatı verilirdi.
Osmanlı Devleti, evvela bir İslam devletiydi. Devlet sisteminde reaya (halk) Allah’ın padişaha emanetiydi. Yani ülkede yaşayan bütün Müslümanlar eşitti, sınıf ayrımı yoktu ve topluluklar şeriat kurallarına göre idare edilirdi. Yöneticilere yüklenen bu sorumluluk karşısında Müslümanlar da Halifeye-Sultana mutlak itaat etme mecburiyetindeydi. Büyük coğrafyada uzun yıllar padişahı hiç görmeseler bile ona karşı derin muhabbetin sırrı bu ilişkideydi. Osmanlı padişahları, teorik olarak mutlak yetkilere sahipti. Toprak ve kullar üzerinde tasarruf hakkına sahip olmasına rağmen, uygulama aşamalarında yetkilerini kısıtlayan unsurlar da vardı. İslam hukuku, padişahın mutlak gibi görünen egemenliğini sınırlayan ilk unsurdu. Yine tebaanın canı ve malı üzerindeki tasarruf hakkını sınırlayan ikinci güç de örftü. Ayrıca Osmanlı Devleti’nde görev yapan kul ve din bürokrasisi de bu otoriteyi sınırlayıcı işlevler görmekteydi.
Osmanlı Devleti’nde yapı, toprak sistemine göre şekilleniyordu. Osmanlı’da toprak, hem sosyoekonomik hayatın hem de ordunun kaynağı idi. Bunun için ülke toprakları gelirine göre tımarlara ayrılmıştı. Tımarlar, savaşlarda yararlılık gösteren askerlere verilirdi. O da toprağı köylüye kiralardı. Böylece kira bedeli ve vergi alınırdı. Tımarlı sipahi elde ettiği bu gelire karşılık, gelirine göre belirli bir oranda asker yetiştirmek ve savaşa katılmakla yükümlüydü. Tımar sahipleri, mirî toprakları devlet namına tasarruf ederlerdi. Köylü onu efendisi olarak tanır ve hürmet ederdi. Tımar sahibinin ise köylüyü himaye etmek, ona daha iyi şartlar temin ile toprağa arzusuyla bağlamak, ziraati geliştirmek ve devletin ihtiyaç duyduğu askeri temin etmek gibi sorumlulukları vardı. Tımarlı sipahiler sıkıca denetlenirdi. Bu iş, kadılar aracılığıyla yapılırdı.
Osmanlı Devleti’nde padişahtan sonra devleti yöneten bir mekanizma vardı. Divan denilen bu mekanizma bugünkü “kabine” sistemine benzetilebilir. Burada her türlü devlet işleri görüşülür ve karara bağlanırdı. Osmanlı devlet felsefesinin yaşatılabilmesi için padişah kadar, devleti yöneten kişilerin de iyi bir şekilde yetiştirilmeleri gerekirdi. Bunun için Enderun denilen saray okulu geliştirilmişti.
Osmanlı Devleti, her ne kadar şeri hukuku esas almışsa da zaman ve şartlara göre şeriatı aşan kendine has bir hukuk düzeni de meydana getirmişti. Gittikçe büyüyen coğrafyasına paralel olarak farklı din, mezhep, ırk, coğrafi şartlar yüzünden şeri hukukta tanımlanmamış durumlar karşısında örfi hukuku geniş bir şekilde uygulayabilmişlerdi.
Siyaset ve yönetim bilimleri açısından her toplum yönetenler ve yönetilenler olarak tasnife tabi tutulabilir. Osmanlı Devleti’nde yönetenler sınıfına askerî sınıf, yönetilenlere de reaya denilmiştir. Askerî sınıf, padişahtan alınan beratlarla devlet hizmetine tayin olunurdu. Askerî sınıf padişah adına iş görürdü. Bu görevlilerin hepsi asker değildi. Ancak devlet hayatında görev yapan askerlerin sayısı fazla olunca sivil görevliler de böyle sıfatlandırılmıştı. Yine Osmanlı Devleti’nde dinî bürokraside görevlendirilenler ile kalemiyyede (memur) görevli olanlar da askerî sınıf içinde ele alınmıştı.
Ulema, Osmanlı Devlet modelinde yargı, eğitim-öğretim, dinî hizmetlerin yönetimi gibi önemli görevler üstlenmişti. Osmanlı’da ulema “din bürokrasisi” ni oluştururdu. Bir de ulema olmayıp ama askerî yöneticiler olarak bilinen bir sınıf vardır ki bunlar da “devşirme-kul bürokrasisi”ni oluştururdu. Divan-ı Hümayun’da görevli reisülküttaplar, divan kâtipleri, hazinede görevli olanlar bu zümreden sayılırlardı.
Osmanlı toplum düzeninde ikinci sınıf ise yönetilenler yani “reaya” idi. Bu sınıf Osmanlı Devleti’nde üretim faaliyetlerini yürütürdü. Üretimleri karşılığında da devlete vergi verirlerdi. Devletin savaş ve diğer faaliyetlerini finanse etmekle yükümlüydüler. Toplum, homojen değildi. Toplum müslim reaya, gayrimüslim reaya ve yörükler olarak kategorize edilirdi. Yine toplum yaşam şekline göre kentliler, köylüler ve göçebeler olarak sınıflandırılmıştı.
Kentliler arasında sanatla uğraşanlar “Lonca Esnafı”, ticaretle uğraşanlar da “Tüccar ve Sarraf” olarak ifade edilmişti. Osmanlı’da reaya bir de dinî inançlara göre sınıflandırılmıştı. Müslüman reaya, vakıf, mirî ve özel mülklere sahip, tarımla uğraşan, devlete vergi verenlerdi. Şeri ve örfi hukuka göre idare edilirlerdi. Gayrimüslim reaya ise devlete şeri ve örfi vergi yanı sıra cizye ve haraç adı verilen vergileri verirlerdi ve askerlikten muaf yaşarlardı. Ayrıca Osmanlı toplum yapısında XVIII. yüzyılda görülen “Ayan” denilen bir sınıf da ortaya çıkmıştı. Ayanlar taşralarda yaşayan ve halkın içinde etkin ve güçlü şahsiyetlerdi.
O hâlde Osmanlı Devleti’ni çağının en itibarlı devleti yapan sebepleri özetlemek gerekirse;
• Osmanlı devlet felsefesi,
• Hukuk devleti olması,
• Farklı din, mezhep ve ırklara karşı oldukça hoşgörülü olması,
• Güçlü ekonomiye sahip olması,
• Güçlü askerî teşkilatının olması,
• Kapıkulu sisteminin iyi işlemesi,
• İlmiye sınıfının önemsenmesi,
• Osmanlı devlet teşkilatında görev yapan devlet adamlarının liyakatli ve donanımlı olmaları,
• Rüşvet, suistimal, israf, zulüm gibi kötülüklere fırsat verilmemesi şeklinde sıralanabilir.

OSMANLI DEVLETİ’NİN ÇÖKÜŞ SÜRECİ
Osmanlı Devleti’nin büyüme ve yükselişini sağlayan; şahsi kahramanlıklar, idare kabiliyeti, merkezî ve taşra idarelerindeki üstünlükler XVII. yüzyıldan itibaren bozulmaya başladı. O hâlde devlet sistemi iyi işlerken ne oldu da bu üstünlük unsurları değişime zorlandı?
Dış Sebepler
Rönesans ve reform hareketleri
“Yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans (Renaissance) kavramı, temelde Grek ve Roma’nın yeniden canlandırılarak Avrupa’nın bilimde, sanatta, edebiyatta önemli ivmeler kazanmasını ifade etmektedir. Rönesans, Floransa, Venedik, Portekiz, Hollanda, İngiltere gibi kent devletlerde veya metropollerde ortaya çıkmıştı. Rönesans şu temel anlayışlara dayanmaktadır:
 Yeryüzü ilgi çekici ve araştırılmaya değer bir yerdir.
 İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde eder.
 İnsanın sürekli faal olması şerefli bir şeydir.
 Aklın her alana hâkim olması insana yeni bir kimlik sağlar.
 Kısaca ifade etmek gerekirse Rönesans, insanın kendisi ve çevresini anlaması ve kavramasıdır.
Avrupa’nın çehresini değiştiren Rönesans’ın sonuçlarını ise şöyle ifade etmek mümkündür:
 Bilimde sanatta, edebiyatta özgün düşünce önem kazanmıştır.
 Avrupa’da skolastik düşünce yerini akla bırakmıştır.
 Avrupa’da reform hareketleri ivme kazanmıştır.
 Kilisenin otoritesi sarsılmıştır.
 Aydınlanma Çağı ortaya çıkmıştır.
 İslam dünyası ve Osmanlı; bilim, sanat ve edebiyatta Avrupa’ya göre geri kalmıştır.
 Avrupa’da bireycilik yaklaşımları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Aydınlanma Felsefesi: Burjuvaziye özgü genel dünya görüşü “Aydınlanma Felsefesi” kavramıyla adlandırılmaktadır.
Reform ise yenileştirme, yeniden kurma anlamına gelmektedir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Avrupa’da dinî düşüncede ortaya çıkan eleştiriler ve çalışmalardır. Kiliseyi yeniden kurmak adına yapılan girişimlerin sonuçsuz kalmış olması, Avrupa’da yeni arayışlara yol açmıştır. Bütün Avrupa’da, papazların ahlak dışı hayat sürdükleri ve zenginleştikleri gibi eleştiriler ciddi bir kamuoyu oluşturmuştur. Ayrıca Hristiyanlık doktrini de tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle din ile ilgili metinleri doğrudan doğruya inceleme gayreti içinde olan hümanistlerin, kutsal kitabı İbranice ve Grekçe metinlerine inerek anlama çabaları, yeni tartışmalar ve yorumları ortaya çıkardı. Bu şekliyle de reform hümanizmden doğmuştur. Reform, önce din duygularının kuvvetli olduğu Almanya ve Fransa’da ortaya çıkmıştır. Ayrıca Martin Luther, Erasmus Calvin, Zwingli gibi ruhban sınıfından öncülerin büyük eleştirileri, İncil’in ulusal dillere çevrilmesi, kâğıt ve matbaa gibi alanlarda ortaya çıkan gelişmeler reform hareketlerini etkilemişti. Osmanlı Devleti ise Avrupa’da bu gidişata dolaylı yollardan destek olmuştu. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde Avrupa’yı güçsüzleştirmek, yeni bölünmelere ortam hazırlamak için Protestanlık gibi mezhepler desteklenmişti.
Avrupa’da bu gidişatın sonucunda;
 Yeni mezhepler ortaya çıktı (Kalvinizm, Anglikalizm vs.).
 Din adamlarının (ruhban sınıfı) siyasi ve toplumsal hayat üzerindeki etkisi zayıfladı.
 Uzun yıllar sürecek mezhep tartışma ve savaşları devam etti.
 Katolikler ve kiliseler de kendi içinde yenilenme çabası içinde oldu.
 Avrupa’da “Laiklik” vurgusu dinî, içtimai, siyasi ve eğitim hayatı için güç kazanmaya başladı.
 Siyasi birlikten yoksun Avrupa, Osmanlı karşısında savunmasız kaldı.
 Ulusal devletlerin kurulma süreci başladı.
Coğrafi Keşifler
Yeni Çağ’a damgasını vuran ve bütün dünya ülkelerinin kaderini değiştiren olay coğrafi keşiflerdir. İki yüz yıldan fazla süren bu hareketler “Büyük Coğrafya Buluşları” diye adlandırılır. Bu sürecin başlamasında etkili olan sebeplerin başında Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu coğrafyanın jeopolitik bağlamda üstünlüğü ele geçirmesiydi. Coğrafi keşiflerin başlamasında etkili olan sebeplerin başında Osmanlı Devleti’nin dünya ticaretinin döndüğü önemli ticaret yollarını hakimiyeti altına alması geliyordu.
Bu gidişat zamanla Avrupa’nın siyasi yapısını da etkilemiş, feodal yapı bir müddet sonra yerini merkezî kraliyetlere bırakmıştı. Özellikle bilim ve teknik alanındaki gelişmeler bu süreci hızlandırmıştı. Mesela barutun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanması, pusula ve gemicilik alanındaki gelişmeler, haritacılık alanındaki çalışmalar vs. Ayrıca cesur gemicilerin ortaya çıkması, kral ve kraliçelerin denizcileri desteklemesi, ticaret yolları üzerindeki Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti, Avrupa’nın Osmanlı’ya ekonomik anlamda bağlı kalması, zengin Doğu’ya (Hindistan vs.) ulaşma arzuları gibi sebepler Yeni Çağ’da büyük coğrafi keşiflerin başlamasında etkili oldu.
Bu hareketler sonucunda;
 Dünya ticareti, Akdeniz’in dışına çıktı, okyanuslara taşındı.
 Keşiflerle yeni yerleşim yerleri kuruldu; köle ticareti ve kitle hâlinde göçler ortaya çıktı.
 Ticaret hırsı ve zenginleşme arzusu kapitalizmin ortaya çıkışına zemin hazırladı.
 Coğrafi keşiflerle misyonerlik ve dini yayma çabaları yeni keşfedilen yerlere ulaştı.
 Burjuva sınıfı ortaya çıktı; Avrupa’daki feodal yapıyı çöküşe zorladı.
 Zenginleşen Avrupa’da modern devlet ve ulus oluşumu hızlandı.
 Coğrafi keşiflerle, şirketleşme, bankacılık komisyon gibi kavramlar ekonomiye girdi.
 Sömürgecilik yönetimleri ortaya çıktı. (İlk sömürge imparatorlukları İspanya ve Portekiz tarafından kuruldu.)
 Sömürülen ülkelerden Avrupa’ya getirilen değerli madenler bir müddet sonra Avrupa’da enflasyonist hareketleri ateşledi.
 Yegâne zenginlik kaynağı olarak değerli madenleri gören iktisadi doktrin “merkantilizm” ortaya çıktı.
 Başta Osmanlı Devleti olmak üzere İslam ülkelerinin ekonomisi bozuldu ve fakirleşme, gerileme süreci başladı.
 Akdeniz limanları yerine, Atlas Okyanusu limanları önem kazanmaya başladı.
 Rönesans ve reform hareketleri hızlandı.
 Kara yolu ticareti yerine deniz yolu ticareti önem kazandı.
 Avrupa’da üretim artınca pazar sorunu yeni mücadele sahaları doğurdu.
 Keşfedilen yerlerde eski uygarlıklar yok edildi.
 Melez ırklar ortaya çıktı.
 Baharat ve İpek Yolu önemini kaybetti.
 Keşfedilen yerlerden karşılıklı olarak sosyokültürel, düşünce alanlarında yapılan transferler kadar yeni meyve, sebze ve diğer tarım ürünleri de öğrenildi.
Kapitülasyonlar
Kapitülasyon bir ülkede yabancı devletlerin tüccarlarının tabi olacağı şartları gösteren resmî belgelerin adıdır. Bizans, Trabzon Rum Krallığı gibi devletlerin İtalyan tüccar şehirlerine verdikleri imtiyazlara “Hrisabule” altın mühür deniliyordu. Batılılar bu imtiyaza “Capitulatio” adını verdi. Osmanlı Devleti’nde de bu imtiyazlara ahitname yazılı yemin, and deniliyordu. Yabancılara kapitülasyon veren ilk Türk devleti, Osmanlı Devleti değildi. Daha önce Anadolu Selçuklu Sultanları İzzettin Keykavus ve Alaeddin Keykubat, İtalyanlara bu hakları vermişti.
Ahitname: Osmanlı Devleti zamanında yabancı bir devletle yapılan her türlü yazılı anlaşmalara verilen ad.
Bu haklar özetle;
 İmtiyazı veren devlet, yabancı tüccarların kendi ülkesinde rahatça hareket edebilmesine müsaade eder.
 Yabancı tüccarın can ve mal güvenliği sağlanır.
 Ölüm hâlinde terekesinin, tüccarın varislerine verileceğini garanti eder.
 Hukuki anlaşmazlıklar yabancı tüccarların kendi aralarında kendi hukuki kurallarına göre, yerli tüccarlarla ise yerli mahkemeler tarafından karara bağlanır.
 Başkasının borcu için tüccarların kovuşturulamayacağını garanti eder.
 Malını en uygun fiyatla istediği yerde satabilmesini sağlar.
 Gümrüklerde yol boyunca geçit vergilerinden muafiyeti sağlar.
İlk başlarda bu haklar padişahların saltanatı boyunca olacağı ilkesi benimsenmişti. 1740’lardan itibaren de devamlı hâle getirilmişti.
Sanayi inkılabı
Avrupa önce “Akıl Çağı”nı sonra “Aydınlanma Çağı”nı yaşadı. Sömürgecilikle elde ettiği sermaye birikimi de hem sosyal tabakaları hem de üretim anlayışlarını altüst etti. Bu durum en az Fransız İhtilali kadar dünyayı etkileyecek olan Sanayi İnkılabı’nı ortaya çıkardı. Bilimsel buluş ve icatlar üretime aktarılınca süreç başlamış oldu. Mesela; dinamitin bulunması, çelik üretiminin başlaması, buharlı makinelerin icadı geleneksel el emeği üretim anlayışını (manifactur) değiştirmiş, fabrikasyon üretim anlayışı ivme kazanmış oldu. Bu da bol miktarda üretim anlamına geliyordu. Bol, ucuz üretim ise ham madde ve pazar mücadelesini beraberinde getirdi. Sanayi İnkılabı; Avrupa’daki Rönesans, Reform, Akıl Çağı, Aydınlanma Çağı gibi yaklaşık üç asırlık bir sürecin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Avrupa’da ilk defa İngiltere’de başlayan “Sanayi İnkılabı”, Osmanlı Devleti’ni de çok derinden etkilemiştir. Bu süreçte Osmanlı’nın jeopolitik önemi daha da önem kazanmış olmasına rağmen, düşünce ve bilimsel çalışmalarda yeterli bilgi birikimi elde edilememiştir. Dolayısıyla geleneksel üretim anlayışı ile Avrupalı üreticilerle rekabet edememiş, hatta bu konumuyla sömürgecilerin pazar ve ucuz ham madde kaynağına dönüşünce, yerli üretim gelişememiş, dışa bağımlı bir hâle gelmişti.
Sanayi İnkılabı şu sonuçlarıyla bütün dünyayı etkilemiştir:
 Ucuz ham madde ve pazara olan ihtiyaç arttı.
 Bunun sonucunda sömürgecilik yarışı daha da önem kazandı.
 Makineleşme, üretimde öncelik hâline geldi.
 Kömür elektrik, petrol gibi enerji kaynaklarının önemi arttı.
 Büyük şirketler kuruldu ve ticarette tekelleşme süreci başladı.
 İşçi sınıfı, sosyalizm gibi kavramlar taraftar toplamaya başladı.
 Avrupa’da bilimsel buluşlar ve bu çerçevede yatırımlar hızla arttı.
 Yeni teknoloji silah üretimi arttı.
 Çevre, nüfus, kentleşme, beslenme gibi sorunlar ortaya çıkmaya başladı.
 Köylerden kentlere göçler arttı.
 Bankacılık sigortacılık gibi yeni sektörler önem kazandı.
Fransız İhtilali
Coğrafi keşiflerin sonucunda Avrupa’da ortaya çıkan burjuva sınıfının statükoya getirdiği eleştiriler, yeni siyasi hakları elde etme mücadelesi, Fransız filozof, edebiyatçı ve sanatçıların ortaya koyduğu fikir ve eserleriyle siyasal sistemi eleştirmeleri, halkı bu çerçevede aydınlatmaları, Fransız İhtilali’nin en önemli hazırlık aşamasıydı. Bunların yanında kralın baskıcı yönetimi, halkın sınıflara ayrılması, halkın ağır vergiler altında ezilmesi, İngiltere ve ABD’de demokratikleşme yolunda adımların atılması, insan hakları, özgürlük gibi açılımların Fransa’da da yankı bulması gibi sebepler ihtilalin ortaya çıkmasını sağladı.
Burjuvazi: Üretim araçlarının mülkiyetini ellerinde bulunduran, geçimlerini el emeği ile sağlamayan, iktidarın karar mekanizmalarını etkileme gücüne sahip toplumsal sınıf.
Halkın 14 Temmuz 1789’da “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla Bastil Hapishanesi’ne saldırarak, mahkûmları salıvermesiyle isyan ateşlenmiş, binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan isyan, ihtilale dönüşmüştü. Halk mücadeleyi kazanmıştı. İsyan sonucunda toplanan Kurucu Meclis “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”ni yayımlamış, anayasanın yürürlüğe girmesiyle Kurucu Meclis’te kendini feshetmişti.
Fransa’da ortaya çıkan yeni anlayış ve getirdiği kavramlar Osmanlı Devleti için de bir yıkım etkisi yarattı. Asırlarca bir arada yaşamayı becermiş azınlıklar bu süreçte Avrupalı devletlerin de etkisiyle XIX. yüzyıl boyunca bağımsızlık mücadelesi içine girdiler.
Fransız İhtilali’nin insanlık hayatını etkileyen sonuçları ise şöyledir:
• Hürriyet eşitlik, özgürlük, milliyetçilik, laiklik gibi fikirlere öncülük etti.
• Ulus devletlerin kurulması hızlandı.
• İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi birçok devlet için örnek teşkil etti.
• Laik sistem ve laik hukuk bütün dünyaya yayıldı.
• Çok uluslu devletlerin yıkılışı hızlandı.
İç Sebepler
Osmanlı Devleti; XVII. yüzyıla kadar göstermiş olduğu performansıyla bütün dünyanın en ileri ve kuvvetli birkaç devleti arasındaydı. Sahip olduğu coğrafya, dünyanın merkezi olan ve zor bir coğrafya idi. Avrupa’da meydana gelen gelişmeler Osmanlı Devleti’nin idari, sosyal, siyasi ve ekonomik yapısını etkilemişti.
Osmanlı Devleti’nde merkezî idarenin bozulması
I. Ahmet’in (1603-1617) ölümüyle birlikte yerine kardeşi Mustafa tahta çıktı. Bu uygulama ile artık ailenin en yaşlı üyesi hükümdarlık hakkını elde etmiş, “ülüş sistemi” terk edilerek “ekber ve erşed sistemi” yani ailenin en yaşlısı ve olgun olanının tahta çıkması geleneği başlamış oldu.
Ülüş sistemi: Orta Asya eski Türk devlet geleneğine göre ülkenin hanedan üyeleri arasında paylaştırılması âdetini ifade etmektedir.
Veraset sisteminde yapılan değişiklikler bu uygulamalara da sirayet edince liyakatine ve bilgisine bakılmaksızın rüşvet, adam kayırma ile atamalar yapılmaya başlandı. Bu uygulama da taşradaki hoşnutsuzluğun zamanla isyana dönüşmesine zemin hazırladı.
Taşra yönetiminin bozulması
Bu süreçte yaşanan uzun savaşlardan dolayı tımar sahiplerinin görevlerini yapamamaları, taşrada güvenlik sorunlarını artırmış, bu da birçok isyanın çıkmasına ortam hazırlamıştı.
Yine birçok bölgede birbiri ardına çıkan Celali İsyanları halkın huzurunu kaçırmış ve sonunda göç olgusu kendini göstermişti. Oysaki Osmanlı Devleti halkın yaşadığı yerde kalmasını istiyordu. Çünkü toprak ekilmeli, üretim artırılmalıydı.
Osmanlı toplumunda başlayan bu hareketlilik, rüşvet, adam kayırmayı doğurdu. İdari, hukuki işlerden sorumlu yöneticiler de ehil olmayınca bu sefer de halkın merkeze olan güveni sarsıldı ve asayiş-güvenlik gibi sorunlar ortaya çıktı.
Toprak sisteminin ve ordunun bozulması
Kanuni Sultan Süleyman Devri’nde iyi uygulanan tımar sistemi, padişahın ölümünden sonra bozulma belirtileri göstermeye başladı ve ilk defa tımarlar iltizam şeklinde verildi. İltizam sisteminde devlete gelir getiren topraklar bedeli karşılığında şahıslara verilirdi. İltizam sahiplerine mültezim denirdi. Mültezimler toprağın gelirini peşin öderlerdi ve sonra bunu kârla halktan geri alırlardı. Zamanla sistem zulme dönüşmeye başladı. Tımar sahipleri sadrazamlara rüşvetler vererek haksız kazançlar elde etmeye başladı. Bu durum da halkın yöneticilere olan inancını sarsmış ve adaletiyle ünlü Osmanlı Devleti, prestijini kaybetmiştir.
Osmanlı Devleti’nde toprak sisteminin değişmesinde; uzun yıllar süren savaşlar sonucu devletin gelirlerinin düşmesi ve devletin paraya olan ihtiyacının artması da etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde işlenebilir arazilerini nakit para karşılığında satılması usulüne iltizam, bu toprakların işletme hakkını alanlara da mültezim denirdi.
Avrupa’nın disiplinli, donanımlı iyi teçhiz edilmiş orduları karşısında etkisiz kalınması, tımarlı sipahilerin de gücünü azalttı. Yine Osmanlı Devleti’nin daimi ordusunu teşkil eden (paralı askerleri olan) Kapıkulu Ocaklarına kanunlara aykırı bir şekilde asker alınması bunların sayısını 100 binlere çıkarmış, bu da hem devlet hazinesine çok büyük yük getirmiş hem de ordunun bozulmasına sebep olmuş ve ordunun itibarını sarsmıştı. Ayrıca geçim sıkıntısı yüzünden yeniçerilerin askerlik dışında işlerle uğraşmaları ordu disiplinini bozmuştu. Ayrıca donanmaya, denizcilikle ilgisi olmayanların görevlendirilmesi, ateşli silahları iyi kullanan eğitimli, disiplinli Avrupalı orduların gelişme sürecinin iyi analiz edilememesi, Osmanlı’da orduyu sarsmış ve devletin itibarını iyice düşürmüştü.
Ekonomik yapının bozulması
• Tımar sisteminde meydana gelen bozulma,
• Ülkede uzun yıllar devam eden isyanlar,
• Göç olgusuyla köylünün toprağını terk etmesi ve üretime ara vermesi,
• Coğrafi keşifler sonucu Avrupa’da büyük sermaye birikimi olması nedeniyle Avrupa’dan Osmanlı’ya gelen bol miktarda değerli madenlerin Osmanlı Devleti’nde enflasyonist harekete sebep olması,
• Sık sık değişen padişahların dağıttığı cülûs bahşişleri ve masrafların artması,
• Osmanlı’nın kontrolünde olan büyük ticaret yollarının denizlere kayması sonucu Osmanlıda mali dengelerin bozulması,
• Uzun süren savaşların (Avusturya-İran) harcamaları artırması,
• Kalifiye insana olan ihtiyacın karşılanamaması,
• Kapitülasyonların yaygınlaşması sonucu ihracat-ithalat dengesinin bozulması,
• Saray masraflarının artması,
• Köylünün vergi yükünün artması yüzünden üretimi bırakması,
• Avrupa’nın sanayileşme hamleleri sonucu bol miktarda ürünün yerli üreticiyi iflasa sürüklemesi,
Avrupalı devletlerin Osmanlı’ya karşı birçok noktada ortak hareket etmeleri
Eğitim sisteminin bozulması
Osmanlı Devleti’nde eğitim kurumları fonksiyonel yapısına göre Acemi Oğlanlar Ocağı, Enderun Mektebi, sibyan mektepleri ve medreseler ilk dikkat çekenlerdi.
Medreseler, ilmiye teşkilatının en önemli üst düzey kurumlarıydı. Buralarda dinî ve pozitif eğitim yapılırdı. Bu süreçte asli vazifeleri ilim olması gereken medreselilerin, siyasetle uğraşmaya başlamaları medreseye olan güveni sarsmıştı. Ulema sınıfı, maddi ve şahsi heveslerinin peşine düştü bunun için de medreseleri kullanmaya başladı. Bu süreçte rüşvet, adam kayırma öne çıktı.
Pozitif bilimlere medreseler yeterli önemi vermediği gibi hak etmemiş birçok kişiye de ilmî rütbeler, payeler verilmişti. Daha da dikkat çekeni “Beşik Uleması” denilen yeni doğmuş çocuklara müderrislik sıfatları verilmesi gibi pek çok sebep eğitimde gerilemenin nedenleri arasında sayılabilir.
Modernleşme sürecinde de mevcut olan bu kurumlar kaldırılamamıştı. Bunlara paralel olarak yeni Avrupai tarz eğitim kurumları kurulmuşsa da bu kurumlar, devletin, toplumun ve bireylerin ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalmış ve eğitimde ortaya çıkan ikilik yeni sorunlara ortam hazırlamıştı.


Yargı teşkilatının bozulması
Devleti idare edenlerin temel felsefesine göre, “Reaya Allah’ın bir emanetidir”, “Ülkeler kılıçlarla fethedilir ama adaletle yönetilir” idi. Bunun için yargı teşkilatı çok önemliydi. Yargı teşkilatının başında kazaskerler vardı. Divanlara katılırlardı. Coşkun Üçok’un ifadesiyle “küçük kasabalara kadar dal budak salmış olan bir yargı teşkilatı vardı. Bu teşkilatın en önemli unsurunu yargıçlar teşkil etmektedir.” Teşkilatta yerleşim yerinin büyüklüğüne göre “Molla, Menasib-i Devriye, müfettişler, kadılar, naibler” görev alırdı. İlmiye teşkilatının bozulması yargıyı da etkiledi.
Reaya: Bir hükümdarın hüküm ve idaresine tabi halk, devlet görevlileri dışında kalan bütün vatandaşlar.
Azınlıkların faaliyetleri
Fransız İhtilali’nin getirdiği özgürlükçü fikirler, azınlıklar arasında bağımsızlık düşüncesinin yayılmasına sebep oldu. Ayrıca büyük devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki emellerine ulaşma noktasında politik özne olarak azınlıkları görmeye başlamaları ve misyonerlerin faaliyetleri, azınlıkların Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmelerine sebep oldu. Bu sürecin sonucunda da azınlıkların büyük çoğunluğu bağımsızlıklarını elde etti.
ÖZET:
 OSMANLI DEVLETİ’NDE TOPLUMSAL YAPI VE DEVLET DÜZENİ
 XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan Osmanlı Devleti’nin bu dönemde Anadolu’daki çok sayıda Türk beyliği içerisinden sıyrılarak kısa bir süre içinde büyük bir imparatorluğa dönüşmesinin çok yönlü sebepleri vardır. Osmanlı Devleti’ni çağının en itibarlı devleti yapan sebepleri özetlemek gerekirse;
 Osmanlı devlet felsefesi,
 Hukuk devleti olması,
 Farklı din, mezhep ve ırklara karşı oldukça hoşgörünün olması, •Güçlü ekonomiye sahip olması,
 Güçlü askerî teşkilatının olması,
 Kapıkulu sisteminin iyi işlemesi,
 İlmiye sınıfının önemsenmesi,
 Rüşvet, suistimal, israf, zulüm gibi kötülüklere fırsat verilmemesi.
 OSMANLI DEVLETİ’NİN ÇÖKÜŞ SÜRECİ
 Dış Sebepler
 Rönesans ve Reform hareketleri
• “Yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans (Renaissance) kavramı, temelde Grek ve Roma’nın yeniden canlandırılarak Avrupa’nın bilimde, sanatta, edebiyatta önemli ivmeler kazanmasını ifade etmektedir.
• Reform ise yenileştirme, yeniden kurma anlamına gelmektedir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Avrupa’da dinî düşüncede ortaya çıkan eleştiriler ve çalışmalardır.
 Coğrafi keşifler
• XV. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupalılar tarafından başlatılan deniz seferleri yeni kıtaların ve ticaret yollarının keşfedilmesini sağladı. “Büyük Coğrafya Buluşları” diye adlandırılan bu sürecin sonunda;
•Dünya ticareti, Akdeniz’in dışına çıktı, okyanuslara taşındı.
•Ticaret hırsı ve zenginleşme arzusu kapitalizmin ortaya çıkışına zemin hazırladı.
•Burjuva sınıfı ortaya çıktı; Avrupa’daki feodal yapıyı çöküşe zorladı.
•Sömürgecilik yönetimleri ortaya çıktı.
•Başta Osmanlı Devleti olmak üzere İslam ülkelerinin ekonomisi bozuldu ve fakirleşme, gerileme süreci başladı.
•Akdeniz limanları yerine, Atlas Okyanusu limanları önem kazanmaya başladı.
•Rönesans ve reform hareketleri hızlandı.
•Kara yolu yerine deniz yolu ticareti önem kazandı.
•Melez ırklar ortaya çıktı.
•Baharat ve İpek Yolu önemini kaybetti.
 Kapitülasyonlar
•Devletin güçlü olduğu dönemlerde ticareti geliştirmek için verilen kapitülasyonlar gerileme süreci ile birlikte Osmanlı Devleti’nin ekonomik olarak batılı devletlerin kontrolüne girmesine zemin hazırlamıştır.
 Sanayi İnkılabı
•Sanayi İnkılabı şu sonuçlarıyla bütün dünyayı etkilemiştir:
•Ucuz ham madde ve pazara olan ihtiyaç arttı.
•Makineleşme, üretimde öncelik hâline geldi.
•Kömür elektrik, petrol gibi enerji kaynaklarının önemi arttı. ü
•Büyük şirketler kuruldu ve ticarette tekelleşme süreci başladı.
•İşçi sınıfı, sosyalizm gibi kavramlar taraftar toplamaya başladı.
•Avrupa’da bilimsel buluşlar ve bu çerçevede yatırımlar hızla arttı.
•Yeni teknoloji silah üretimi arttı.
•Köylerden kentlere göçler arttı.
 FRANSIZ İHTİLALİ
 1789 yılında ortaya çıkan Fransız İhtilali’nin insanlık tarihini etkileyen sonuçları şöyledir:
•Hürriyet eşitlik, özgürlük, milliyetçilik, laiklik gibi fikirlere öncülük etti.
•Ulus devletlerin kurulması hızlandı. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi birçok devlet için örnek teşkil etti.
•Laik sistem ve laik hukuk bütün dünyaya yayıldı.
•Çok uluslu devletlerin yıkılışı hızlandı.
 İç Sebepler
 Osmanlı Devleti’nde merkezî idarenin bozulması
• I. Ahmet’in (1603-1617) ölümüyle birlikte yerine kardeşi Mustafa tahta çıktı. Ailenin en yaşlı üyesi hükümdarlık hakkını kazanmış, “ülüş sistemi” terk edilmiş “ekber ve erşed sistemi” yani ailenin en yaşlısı ve olgun olanının tahta çıkması geleneği başlamıştı. Bu tarihten itibaren şehzadeler, sarayda odalarda korunmaya başlanmış, bu durum şehzadelerin yeteneksiz olmasına ve saray kadınları ile diğer görevlilerin etkisi altında kalmalarına sebep olmuştu.
 Taşra yönetiminin bozulması
• Osmanlı coğrafyası büyüdükçe sorunları da o nisbette büyüdü. XVII. yüzyıldan itibaren merkezî yönetimde meydana gelen değişim, devletin taşra yönetiminde de olumsuz etkilerini göstermekte gecikmedi. Bu süreçte yaşanan uzun savaşlardan dolayı tımar sahiplerinin görevlerini yapamamaları, taşrada güvenlik sorunlarını artırmış, bu da birçok isyanın çıkmasına ortam hazırlamıştır.
 Toprak sisteminin ve ordunun bozulması
• Osmanlıda toprak sistemi, aynı zamanda Osmanlı ordusunun da en önemli kaynağıydı. Gerileme süreci ile birlikte toprak sisteminin temeli olan tımar sisteminin bozulması, Avrupa’nın disiplinli, donanımlı iyi teçhiz edilmiş orduları karşısında etkisiz kalması, tımarlı sipahilerin de gücünü azalttı. Ayrıca geçim sıkıntısı yüzünden yeniçerilerin askerlik dışında işlerle uğraşmaları ordu disiplinini sarstı.
 Ekonomik yapının bozulması
• Osmanlı ekonomisinin bozulmasının sebepleri şu şekilde sıralanabilir;
•Tımar sisteminde meydana gelen bozulma,
•Ülkede uzun yıllar devam eden isyanlar,
• Göç olgusuyla köylünün toprağını terk etmesi ve üretime ara vermesi,
• Sık sık değişen padişahların dağıttığı cülûs bahşişleri ve masrafların artması,
• Osmanlı’nın kontrolünde olan büyük ticaret yollarının denizlere kayması sonucu Osmanlıda mali dengelerin bozulması,
• Kapitülasyonların yaygınlaşması sonucu ihracat-ithalat dengesinin bozulması,
• Saray masraflarının artması,
• Köylünün vergi yükünün artması yüzünden üretimi bırakması,
• Avrupa’nın sanayileşme hamleleri sonucu bol miktarda ürünün yerli üreticiyi iflasa sürüklemesi.
 Eğitim sisteminin bozulması
• XVII. Yüzyıldan itibaren başlayan gerileme sürecinden eğitim kurumları da payını almıştır. Bu süreçte asli vazifeleri ilim olması gereken medreselilerin, siyasetle uğraşmaya başlamaları medreseye olan güveni sarsmıştı. Ulema sınıfı, maddi ve şahsi heveslerinin peşine düşmüş ve medreseleri bu amaçla kullanmaya başlamıştır. Bu süreçte rüşvet, adam kayırma öne çıktı.
 Yargı teşkilatının bozulması
• Devletin gerileme sürecine paralel olarak adalet-yargı teşkilatı da bundan etkilendi. İlmiye teşkilatının bozulması yargıyı etkiledi. Kadılar iyi yetişmeden, rüşvet ve iltimasla işlerini yürütmeye başladı. Sosyal patlamalar olmamasına rağmen bunlar devletin çöküş sürecini hızlandırıcı rol oynadı.
 Azınlıkların faaliyetleri
• Fransız İhtilali’nden sonra yayılan milliyetçilik akımı Batılı devletlerin de destekleriyle Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslim azınlıkların ayrılıkçı isyanlara girişmelerine neden oldu. Bu durum da Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecini hızlandırdı.


DeĞERLENDİRME SORULARI
1. I. Sınıflar arası mücadelenin yaşanmasına
II. Zenginlik kaynağının değişmesine
III. Millî bilincin oluşmasına
Coğrafi keşifler sonunda ticaretle uğraşan burjuva sınıfının zenginleşip soyluların topraklarını ele geçirerek büyük güç kazanması yukarıdakilerden hangisi ya da hangilerine neden olmuştur?
a) Yalnız I b) I ve II c) I ve III d) II ve III e) I, II ve III

2. Aşağıdakilerden hangisi coğrafi keşiflerin sonuçlarından biri değildir?
a) Avrupalı devletlerin yeni sömürgeler elde etmesi
b) Ticaret yollarının değişmesi
c) Ticaretle uğraşan burjuva sınıfının zenginleşmesi
d) Akdeniz’in ticaretin merkezi durumuna gelmesi
e) Amerika’nın eski bir uygarlık merkezi olduğunun görülmesi

3. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nde duraklamanın iç nedenlerinden biri değildir?
a) Toprak siteminin bozulması b) Taşra yönetiminin bozulması c) Merkezî idarenin güçlenmesi
d) Adalet sisteminin bozulması e) Ekonomik yapının bozulması

4. I. Avrupa’da sınırların değişmesi II. Bağımsızlık savaşlarının artması III. Mutlakiyetçi yönetimlerin gücünün azalması Fransız İhtilali sonunda milliyetçilik prensibi siyasi bir karakter kazanarak çok uluslu devletlerin parçalanmasında etkili olmuştur. Bu durumun sonucunda yukarıdakilerden hangisi ya da hangilerinin gerçekleştiği savunulabilir?
a) Yalnız I b) Yalnız II c) I ve II d) II ve III e) I, II ve III

5. Aşağıdakilerden hangisi Sanayi İnkılabı ile elle üretimden makineli üretime geçilmesinin sonuçlarından biri değildir?
a) Uluslararası ekonomik rekabetin artması b) Pazar bulma ihtiyacının artması
c) İşçi sınıfının önem kazanması d) Mutlak monarşilerin güçlenmesi
e) Ham madde gereksiniminin artması

6. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlayan dış sebeplerden biri değildir?
a) Kapitülasyonlar b) Toprak sisteminin bozulması c) Coğrafi keşifler
d) Sanayi İnkılabı e) Fransız İhtilali

7. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nde “Ulema” sınıfının hizmet alanını ifade eder?
a) İktisadi hizmetleri b) Bayındırlık hizmetlerini c) Yargı, eğitim-öğretim ve dinî hizmetleri
d) İdari hizmetleri e) Askerî hizmetleri

8. Aşağıdakilerden hangisi Rönesans hareketlerinin sonuçlarından biri değildir?
a) Uzun yıllar sürecek mezhep tartışmaları ortaya çıktı.
b) İslam dünyası ve Osmanlı; bilim, sanat ve edebiyatta Avrupa’ya göre geri kaldı.
c) Bilimde sanatta, edebiyatta özgün düşünce önem kazandı.
d) Avrupa’da bireycilik yaklaşımları ortaya çıkmaya başladı.
e) Avrupa’da skolastik düşünce yerini akla bıraktı.

9. Osmanlı Devleti’nde padişahtan sonra devleti yöneten bir mekanizma vardı. Bu mekanizma bugünkü kabine sistemine benzetilebilir. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nde bu mekanizmaya verilen isimdir?
a) Enderun b) Saltanat Şurası c) Divan-ı Hümayun d) Tımar e) Şura-yı Devlet
10. “Lügat manası mektup olup, bu tabir Osmanlı Devleti’nde herhangi bir göreve, hizmete tayin veya maaş tahsisi yahut da unvan ve nişan verilmesi, bir muafiyet veya imtiyaz verilmesi dolayısıyla hazırlanan fermanlar için kullanılmıştır.” Şeklinde tanımlanan kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ferman b) Berat c) Hassa d) Hüccet e) İltizam


Cevap Anahtarı 1. e, 2.d, 3.c, 4.e, 5.d, 6.b, 7.c, 8.a, 9.c, 10.b

ÜNİTE – 3
OSMANLI DEVLETİ’NDE YENİLEŞME HAREKETLERİ
Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyılın sonlarına doğru bariz bir şekilde ortaya çıkan gerilemenin ve peş peşe gelen askerî mağlubiyetlerin sebeplerini araştıran dönemin fikir ve devlet adamları, alınması gereken tedbirler konusunda çeşitli raporlar hazırlayıp ilgili makamlara sunmuşlardı. Bu raporları hazırlayanların hemen hemen hepsi, devleti bu durumdan kurtarmanın ancak Batı’daki gibi yenilikler yapmakla olabileceği şeklinde bir ortak görüş etrafında birleşmişti. Fakat bu kişiler batıdaki gelişmelerin özünü yeterince kavrayamamışlardı. Bunun en büyük sebebi; Batı’ya karşı yüz yıllarca sürdürülen üstünlüğün vermiş olduğu büyüklük kompleksi ve oradaki gelişmeleri takip etmemekti. Ancak 1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça antlaşmaları Osmanlı aydınlarının Batı’ya bakış açılarını değiştirmiştir.
OSMANLI DEVLETİ’Nİ KURTARMA ÇABALARI
XVIII. yüzyıl sonlarına gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nde planlı ve programlı ıslahatlardan söz etmek mümkün olmamıştır.
Osmanlı Devleti’nin eski görkemli dönemini yeniden canlandırmayı amaçlayan ıslahatlar, bilinçli kadrolardan yoksun ve tamamen kişilere bağlı olduğu için Osmanlı Devleti’nin eski gücüne kavuşması konusunda başarılı olamamıştır.
Osmanlı devlet ve toplum düzeninde görülen aksaklıkları gidermek, çöküşü durdurmak ve devleti eski gücüne kavuşturmak amacıyla yapılan ıslahatları dönemlere ayırabiliriz. Bunlar:
• Tanzimat’tan önce yapılan ıslahatlar (1839’dan önce yapılanlar),
• Tanzimat Dönemi’nde yapılan ıslahatlar (3 Kasım 1839-23 Aralık 1876),
• Meşrutiyet Dönemi’nde yapılan ıslahatlar (23 Aralık 1876-23 Temmuz 1908),
• Meşrutiyet Dönemi’nde yapılan ıslahatlar (23 Temmuz 1908-30 Ekim 1918).
TANZİMAT’TAN ÖNCE YAPILAN ISLAHATLAR (REFORMLAR)
Lale Devri (1718–1730)
Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma yönünde ilk adımları atılmıştır. Lale Devri’ne damgasını vuran kişi ise Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır. Bu dönem Batılı anlamda ıslahat hareketlerinin başlangıcı olarak kabul edilir.
Batıyı daha yakından tanımak amacıyla İstanbul’daki Batılı ülke elçileriyle yakın ilişkiler kuruldu. Avrupa’daki gelişmeleri yerinde incelemek maksadıyla Paris ve Viyana’ya geçici elçiler gönderildi. Bu elçiler arasında 1720’de Paris’e giden XXVIII. Mehmet Çelebi ve yanında götürdüğü oğlu Sait Efendi en dikkat çeken isimlerdendir. Paris dönüşünde Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın desteğini alan Sait Efendi ve arkadaşı İbrahim Müteferrika, Avrupa’da kullanılmaya başlanmasından 277 yıl sonra, 5 Temmuz 1727’de İstanbul’da bir matbaa kurmuşlardır. Matbaada basılan ilk kitap “Kitab-ı Lügat-ı Van Kulu” dur. Daha sonra bu matbaa için İzmit’te bir de kâğıt fabrikası kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde matbaa ilk defa 5 Temmuz 1727 tarihinde Müslümanların hizmetine girmiştir.
Aslında Osmanlı Devleti’nde matbaa bilinmekteydi. 1493 yılında Yahudiler, 1567’de Ermeniler ve 1627’de de Rumlar İstanbul’da matbaalarını kurarak kendi dillerine göre kitaplar yayınlıyorlardı.
 Dönemin ünlü şairi Nedim’in başkanlığında bir tercüme heyeti oluşturularak Batı ve Doğu dillerinden çeviriler yaptırıldı.
 İstanbul’da beş kütüphane kuruldu.
 İstanbul’un imar faaliyetlerine de büyük önem verildi.
 Ordunun ve tersanenin düzeltilmesine çalışıldı.
 Yangınlarla mücadele etmek için de Tulumbacılık Örgütü (İtfaiye Teşkilatı) kuruldu.
Bu yenilik dönemi 1730 tarihinde Patrona Halil Ayaklanması ile sona erdi.
Patrona Halil ile hareket eden bazı devlet adamları, dönemin Padişahı III. Ahmet’i tahttan indirerek yerine I. Mahmut’u padişahlığa getirdiler.
 Aslen Fransız olup 1729’da Osmanlı hizmetine girerek Ahmet adını alan Comte de Bonneval’in öncülüğünde, Topçu Ocağı’nın yeniden düzenlenmesine ve Avrupa tarzında humbaracı kıtalarının oluşturulmasına çalışıldı.
 1734 tarihinde Humbaracı Ocağı’nın eğitimli asker ihtiyacını karşılamak amacıyla da Üsküdar’da matematik ve fen bilimlerinin öğretildiği yeni bir öğretim merkezi Hendesehane açılmıştır.
 Baron de Tott’un yardımlarıyla 1773 tarihinde Selim Dönemi’nde Mühendishane-i Bahrî Humayun adıyla Denizcilik Okulu açılmış,
 1774 tarihinde ise Topçu Ocağına bağlı Sürat Topçuları Ocağı kurulmuştur
III. Selim Dönemi (1789–1807)
Lale Devri’nde baş gösteren Batılılaşma hareketinin ciddi bir aşamasıdır. Bu dönemde ıslahatlar belli bir canlılık ve yoğunluğa kavuşmuştur. Bu dönemde Osmanlı Devleti Batı’nın gücünü görmeye başlamış, Batı devletlerine karşı yukarıdan bakan kendinden emin Osmanlı yerine, Batı’yı dikkate alan, hatta Batıyı merkeze koyan bir siyaset gütmeye başlamıştır.
Mümtaz Turhan’ın “serbest kültür değişimleriyle mecburi kültür değişimleri sırasında bir geçiş devresi” olarak nitelediği bu dönem, devleti yenileştirme ve kurumları Avrupalılaştırma düşüncesinin kökleşmesinde çok önemli bir süreci oluşturmaktadır. III. Selim Dönemi Batı’ya açılmada diplomasinin de etkili olduğu bir dönemdir.
III. Selim Fransız İhtilali’nin yapıldığı yıl hükümdar olmuştur. İktidara gelince ilk iş olarak devrin önemli devlet adamlarından, ulemadan ve âyanlardan oluşan bir Meşveret Meclisi (Danışma Meclis’i) oluşturdu. Bu kişilerden memleketin genel sorunları ve yapılması gereken reformlarla ilgili görüşlerini layihalarla (raporlarla) açıklamalarını istedi. Bu doğrultuda kendisine, ikisini yabancı uzmanların hazırladığı, 22 layiha sunuldu. Bu layihalardan en önemlisi ise Tatarcık Abdullah Efendi’nin görüşleriydi.
Layiha: Düşünce, niyet henüz kabul edilip yürürlüğe konulmamış nizamname demektir.
III. Selim bütün bu aksaklıkları biliyordu. Ancak ulemanın dinî meşruiyet gücünden faydalanmak zorundaydı. Bu durum ise ulemanın devlet içerisindeki konumunu güçlü kılıyordu. Bunun için III. Selim, önceliği askerî alanda ıslahata vermiştir.
Nizam-Cedit dar ve geniş manada olmak üzere iki durumu ifade etmektedir. Dar anlamda; III. Selim Dönemi’nde Avrupa usulüyle yetiştirilmek istenen eğitimli orduyu, geniş anlamda ise III. Selim’in yeniçeriliği kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’nın ilim, sanat, ziraat ticaret ve medeniyette yaptığı ilerlemelere ortak yapmak için teşebbüs ettiği yenilik hareketlerinin bütününü ifade eder.
 III. Selim kendisine sunulan raporlar doğrultusunda 72 maddelik Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) adı verilen bir program hazırlattı.
 Avrupa tarzında Nizam-ı Cedit adıyla modern bir ordu kurdu.
 Nizam-ı Cedit ordusunun giderlerinin karşılanması için İrad-ı Cedit Defterdarlığı kuruldu.
 Yeni orduyu eğitmek üzere yurt dışından subaylar getirildi, modern askerî kışlalar yapıldı.
 Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara orduları yetiştirmek amacıyla) adıyla bir okul açıldı (1795).
 Yeni bu ordu kısa bir müddet sonra ilk başarısını da Napolyon’un Akka’yı kuşatması sırasında savaşarak göstermiştir.
 Batılı devletlerin Osmanlı Devleti’ne yönelik politikalarının daha yakından izlenebilmesi için Avrupa’nın önemli başkentlerinde (Paris, Londra, Berlin, Viyana) daimi elçiliklerin açılmasıdır.
 Osmanlı Devleti’nde daimi büyük elçilikler ilk defa III. Selim Dönemi’nde açılmıştır. İlk olarak Yusuf Agâh Efendi, daimi elçi olarak Londra’ya gönderilmiştir.
 Veliaht Şehzade Mustafa’nın da desteğini alan ıslahat aleyhtarları, Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde ayaklandılar.
 Şeyhülislam’ın hal fetvasıyla 29 Mayıs 1807 de tahttan indirildi.
II. Mahmut Dönemi (1808–1839)
Osmanlı Devleti’nde ilk ciddi yenileşme hareketleri II. Mahmut Dönemi’ne rastlar.
 Sadrazam: Alemdar Mustafa Paşa
 Bu dönemde devletin iki önemli sorunu vardı.
• Merkezde tam bir anarşi unsuru hâline gelen yeniçerileri bir düzene sokmak
• Zayıflayan merkezî otoriteyi güçlendirmek
 Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’nın gayretleriyle âyanlarla İstanbul’da bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya katılan padişah, âyanlar ve devlet ricali arasında “Sened-i İttifak (7 Ekim 1808)” adıyla anılacak bir anlaşma yapıldı.
 Âyanlar padişaha bağlı kalacaklarına, vergi ve asker toplamaya yardımcı olacaklarına, kendi bölgelerinde düzenli bir yönetim kuracaklarına, İstanbul’da çıkacak isyanları bastırmak için yardım edeceklerine dair söz verdiler.
 Bu belge kanunsuz şekilde oluşan yerel otoritenin devlet tarafından tanınması anlamına geliyordu.
 Padişah ilk defa kendi otoritesinin yanında bir gücün varlığını da kabullenmiş oluyordu.
Sened-i ittifak
 7 Ekim 1808’de imzalanan bu belge ile padişah, güvenliğinin sağlanması karşılığında âyanların ayrıcalıklarını taahhüt ediyordu.
 Sened-i İttifak padişahın mutlak egemenliğine getirdiği sınırlamalar sebebiyle, her şeye rağmen anayasal devlet düzenine yönelik gelişmeler açısından bir ilk adım sayılmaktadır.
 Sekban-ı Cedit adıyla modern bir ordu kurdu.
 Yeniçerilerin ayaklanma sırasında Alemdar Mustafa Paşa da öldürüldü.
 II. Mahmut çıkan ikinci isyanı çok kanlı bir şekilde bastırarak Yeniçeri Ocağı’nı tamamen ortadan kaldırdı. Bu hadise o kadar önemli ve hayırlı sayılmıştır ki Vak’a-i Hayriyye (15 Haziran 1826) adıyla tarihe geçmiştir.
Âyan: Osmanlı Devleti’nde bazı bölgelerdeki nüfuzlu kişi (Askeri, parası ve toprağı olan, bölgenin eşrafları).
 Kaldırılan Yeniçeri Ocağı’nın yerine, Batılı anlamda eğitim ve teşkilat yapısına bağlı Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni ve modern bir ordu kuruldu.
Bu dönemde yapılan ıslahat ve yeniliklerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
• 1826’da ilk kez Avrupa’ya öğrenciler gönderildi.
• 1827’de Tıbbiye, 1834’te Harbiye gibi önemli yüksekokullar açıldı.
• İlköğretim mecburi hâle getirildi.
• Medreselerin dışında rüştiye mektepleri açıldı.
• Medreselerin dışındaki tüm okullar Nafıa Nezareti’ne bağlandı.
• 1831’de ilk nüfus sayımı yapıldı.
• 1831’de Takvim-i Vekayi adıyla ilk resmî gazete çıkarıldı.
• Yurt dışına çıkışlarda pasaport uygulamasına başlandı.
• Sağlık alanında ilk defa karantina uygulaması başlatıldı.
• 1834’te ilk posta teşkilatı kuruldu.
• Hükûmet teşkilatında değişiklikler yapılarak, divan sistemi yerine bugünkü bakanlıkların yetkilerine benzer bakanlıklar (Nazırlıklar) kuruldu.
• Memurların kılık kıyafetlerinde düzenleme yapıldı.
• Memurlar için ceza kanunu hazırlandı.
• II. Mahmut, Avrupa’daki hükümdarlar gibi doğum günlerini kutlamaya, resimlerini devlet dairelerine astırmaya, elçiliklerdeki davetlere gitmeye başladı.
• Polis teşkilatının temelleri atıldı.
• Müsadere usulü kaldırıldı.
• Halk arasında din bakımından bir fark gözetilmediği ifade edildi.
• Ay yıldızlı bayrağın kabulü de II. Mahmut Dönemi’nde gerçekleşmiştir.
 Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması II. Mahmut döneminde olmuştur (15 Haziran1826).
 II. Mahmut, “Bundan böyle saltanatın millet için bir dehşet, bir korku kaynağı değil, bir destek olmasını istiyorum. Bunun için kişinin malına devletçe el konulması geleneğini kaldırıyorum” diyerek müsadere uygulamasını kaldırdığını ilan etmiştir.
 Yine II. Mahmut, “Tebaamdan Müslümanları ancak camide, Hristiyanları kilisede, Yahudileri de havrada tanımak isterim” demek suretiyle dinî özgürlüklere değer verdiğini belirtmiştir.
 Bu dönemde yapılan yenilikler bir anlamda kendisinden sonra gelen Tanzimat Dönemi’nin de fikrî altyapısını oluşturması bakımından önemlidir.
ŞARK MESELESİ (DOĞU SORUNU)
Şark Meselesi Batılı devletlerin Türklerle ilgili gizli amaçlarının adıdır.
 Şark Meselesi’nin başlangıcı, Türklerin Anadolu’ya gelişleri ve bu coğrafyayı Türkiye hâline getirmeye başladıkları tarihlere kadar uzanır.
 Şark Meselesi (Doğu Sorunu) tabiri Türklerle Batılı devletlerin mücadelesinde, çoğu zaman Batılı devletlerin gizli amaçlarının adı olmuştur. Başka bir ifade ile Şark Meselesi, Batılı devletlerin Türkler üzerindeki düşünce, hedef ve faaliyetlerinin sistematik bir ifadesidir.
 Türk milletine ve devletlerine (Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti) karşı batı emperyalizminin ve onun yarattığı Türk düşmanlığının adıdır.
 Batılı devletlerin Osmanlı Devleti’ni parçalama ve kendi aralarında paylaşma amaçlarını gerçekleştirme niyetleri, 1815’te toplanan Viyana Kongresi’nde Şark Meselesi tabiriyle ortaya çıkmıştır.
 Bu kongrede Rus delegesi, Osmanlı ülkesindeki Hristiyanların haklarının korunmasından söz ederken Doğu Sorunu deyimini kullandı.
 Çoğu kaynak ise olayın başlangıç noktası olarak, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nı kabul etmektedir.
TANZİMAT DÖNEMİ ISLAHAT HAREKETLERİ VE BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER (3 KASIM 1839 - 23 ARALIK 1876)
Tanzimat-ı Hayriyye adıyla da anılan bu dönem, Türk yenileşme tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin, Orta Çağ’a ait bir devlet yapısından, hukuki manada yeni ve çağdaş bir devlet yapısına doğru ilk adımını attığı görülmektedir. Bu amaçla devletin siyasi, sosyal, askerî ve kültürel alanlarda kötü gidişatını önlemek için daha geniş reformlar yapılmıştır.
Abdülmecit de Mustafa Reşit Paşa’nın fikirlerini kabul etti. Mustafa Reşit Paşa, yapılması gerekli ıslahatlarla ilgili programı hazırlayarak padişaha sundu. Bir ferman şeklinde hazırlanan bu programı padişah beğendi ve imza etti. Padişahın imzasını taşıyan tebliğ ve emirlere “Hatt-ı Hümayun” denildiği için bu ıslahat projesine de “Hatt-ı Hümayun” denildi.
Reşit Paşa tasarladığı ıslahatların sadece bir sosyal mecburiyet olmadığına, aynı zamanda içinde bulunulan durum karşısında kaçınılmaz bir siyasi tedbir olduğuna inanıyordu. Çünkü Batılı devletlerin Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini çok iyi biliyordu.
Bu amaçla yapılması düşünülen düzenlemeleri kapsayan Tanzimat Fermanı, bizzat sadrazam tarafından kaleme alınarak 3 Kasım 1839’da padişahın, devlet adamlarının, ulemanın, gayrimüslim din otoritelerinin, yabancı elçilerin, esnaf temsilcilerinin ve kalabalık bir halk topluluğunun huzurunda Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane Parkı’nda okunması nedeniyle Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye de denir.
Şekli bakımından ferman niteliğinde olan Gülhane Hatt-ı Hümayunu, o dönemin bozukluklarının nedenlerini sayarak işe başlamakta ve devamında temel amacın mülk ve milleti ihya etmek olduğunu bildirmektedir. Devlet idaresinde yeni bir düzene gidileceğini göstermekte ve padişahın sınırsız hâkimiyetini sınırlamaktadır. Tek yanlı iradenin ürünü olan bu belgede padişah, bizzat kendisinin de kanunlara uyacağını taahhüt etmektedir. Eşitlik sorunu da önemli bir konu olarak ele alınmakta ve din, dil, mezhep farkı olmaksızın herkesin yasalar önünde eşit olduğu beyan edilmektedir. Belgede ifade edilenlerin güvencesi ise padişahın bu esaslara uyacağını bildirip yemin etmesinden ibarettir. Ayrı bir teminat ve denetim müessesesi öngörülmemiştir. Padişah, fermanın sonuna doğru bu esasların bütün ülke halkı için ilan edildiğini belirtmiş ve bu gelişmenin yabancı elçiliklere de duyurulmasını istemiştir. Fermanda yer alan başlıca konular şunlardır:
Hangi din ve millete mensup olursa olsun Osmanlı memleketlerinde yaşayan bütün teba can, ırz ve namus garantisine sahip olacaktır.
Herkes mülkiyet hakkına sahip bulunacak ve bu hak ferdin lehine olarak devlet tarafından müdafaa edilecektir.
Vergiler için belli ve adil nispetler tayin edilecek, vergi mükellefiyeti eşit olacaktır.
Askerlik hizmeti için belli bir süre ve her yerin nüfusu nispetinde mükellefiyet konulacaktır. Yeni düzenlemeden “millet-i sair”de istisnasız olarak yararlanacaktır.
Suç işlediği iddia olunanlar hakkında tahkikat açık olarak yapılacak ve bunlar alenen muhakeme edilecektir.
Kimse hakkında mahkemenin kararı (hükmü) olmadan idam cezası tatbik olunmayacaktır.
Mahkûm olanların varisleri, veraset hakkından mahrum edilmeyeceklerdir.
Bütün bunlar hakkında çeşitli din ve milletlerden olan tebaya eşitlik tanınacaktır.
Bütün devlet memurlarına statülerine uygun belli bir maaş bağlanacaktır.
Rüşvet, kati olarak kalkacak ve buna cesaret edenler şiddetle cezalandırılacaklardır.
Hükümdar bizzat kendisi bu usullere riayet etmeyi ve bunlara aykırı davranmamayı kabul ettiği gibi; ulema ve devlet ricali de bu hususta yemin edeceklerdir.
Böylece ilk kez bir Osmanlı padişahı çok geniş olan yetkileri üstünde bir kanun gücünün varlığını kabul etmiş oluyordu.
Tarihimizde Tanzimat adıyla anılan ve 1876 yılına kadar sürdüğü kabul olunan dönem, batı kurumlarının yanında Batı fikirlerinin de memlekete girdiği dönemdir. Ancak, Batı hukuku anlayışının etkisiyle başlayan bu akım Osmanlı toplumunun dayandığı geleneksel kurumları ortadan kaldırmamış, eskisiyle birlikte yaşamak üzere yeni müesseselerin kurulmasına sebep olmuştur.
Tanzimatçılar, devlet içerisinde düzeni sağlamanın, çağdaş bir devlet olmanın, ülkenin sorunlarına sağlıklı çözümler getirmenin ancak yasal kurallara bağlı kalmakla sağlanabileceğini düşünmüşler ve buna göre düzenlemeler yapmışlardır. Tanzimatla ilgili kanun ve yönetmeliklerin hazırlanmasıyla görevli Meclis-i Ahkâm-ı Adliye yeni baştan düzenlendi. Şeri yasaların yetmediği yerlerde Batı’dan yasalar almaya yönelmişler, 1840’ta Fransız Ceza Yasası, 1860’ta Ticaret Hukuku gibi yasalar Osmanlı Devleti’ne girmiştir. Bu yasaları uygulamak için de Şeri Mahkemelerin yanında Nizamiye Mahkemeleri kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde ilk defa sivil siyasi gazete Tanzimat Dönemi’nde çıkarılmıştır (Tercüman-ı Ahval).
Tanzimat Dönemi’nde yapılan çeşitli alanlardaki diğer ıslahatları özetlemek gerekirse;
• 1854’te Meclis-i Ali-i Tanzimat (Tanzimat Yüksek Mahkemesi) kurularak, kanun ve yönetmelikler hazırlandı.
• 1868’de Şura-yı Devlet (bugünkü Danıştay), Divan-ı Ahkâm-ı Adliye (bu günkü Yargıtay) kuruldu.
• Vergi toplamada İltizam Usulü kaldırıldı (Ancak yeterince vergi toplanamayınca 1842’de tekrar İltizam Usulü’ne dönüldü).
• 1864’te çıkarılan Vilayet Nizamnamesi’yle ülke vilayet, sancak, kaza ve köy yönetim birimlerine ayrıldı.
• 1845’te Meclis-i Maarif-i Umumiye kuruldu, ilköğretim zorunlu ve parasız hâle getirildi; tercüme faaliyetlerine önem verildi.
• 1859’da Mekteb-i Mülkiye, 1869’da Mekteb-i Tıbbiye açıldı.
• Rüştiye, idadi, kız sanat ve kız öğretmen okulları açıldı.
• 1865’te Darüşşafaka, 1868’de Galatasaray Sultanisi açıldı.
• Ülkede ilk defa sivil siyasi gazetelerin çıkarılmasına müsaade edildi. (İlk sivil siyasi gazete 1860 tarihinde Çapanzâde Agâh Efendi tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahval gazetesidir)
• Orduda düzenlemeler yapıldı, askerlik süresi beş yıl olarak sınırlandırıldı.
Bütün bu ıslahatlar ve gelişmelere rağmen Tanzimat Fermanı’nda yer alan hususların çoğu yerine getirilememiştir. Çünkü Batı’dan alınan yeniliklerin derinliğine anlaşılamaması, azınlıklara tanınan hakların büyük devletlerce istismar edilmesi, ülkede yeterince reformcu kadroların olmaması, devrin fikir ve sosyal şartları yüzünden istenilen başarı elde edilememiştir.
KIRIM SAVAŞI VE PARIS KONGRESI (1854)
Kırım Savaşı, Rusya’nın geleneksel sıcak denizlere inme siyasetini gerçekleştirmek üzere harekete geçmesiyle başlamıştır. Ancak Rusya’nın yarattığı tehlike diğer Avrupalı büyük devletlerin de çıkarlarına dokunduğundan, bu devletler Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak Rusya’ya karşı birlikte hareket etmişlerdir.
Rus Çarı “Hasta Adam” olarak nitelediği Osmanlı Devleti’ni paylaşmayı İngiltere’ye teklif etti. Ancak İngiltere o dönemde kendi çıkarlarına uygun düşmediği için bu teklifi reddetti. Çünkü Boğazlar ve Mısır Meselesi İngilizlerin lehine çözülmüş, Balta Limanı Ticaret Antlaşması ile de (1838) Osmanlı Devleti üzerinde büyük menfaatler sağlayarak, geniş bir pazar alanı bulmuştu. Osmanlı’nın toprak bütünlüğünden yana bir siyaset izliyordu.
Batılı devletler Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı Osmanlı Devleti’ni desteklemişlerdir.
Bunun üzerine Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması’na (1774) dayanarak Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoksların korunması hakkının kendisine verilmesini istedi. Bu teklif Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa tarafından kabul edilmeyince Eflak ve Boğdan’a saldırdı (1853). Diğer taraftan Rus donanması da 30 Kasım 1853’te Sinop Limanı’na yaptığı bir baskınla kenti bombalayarak Osmanlı donanmasına büyük zarar verdi. Sinop baskını Avrupa’da tepkiyle karşılandı. Çünkü boğazlar üzerindeki Rus üstünlüğü Avrupalı devletlerin çıkarlarına ters düşüyordu. Kendi aralarında anlaşan İngiltere ve Fransa; İtalyan birliğini kurma yolunda olan Piyemonte Devleti’ni de yanlarına alarak bu savaşta Osmanlılar’ın yanında yer aldılar. Müttefik devletler Sivastopol’ü işgal ettiler. Yapılan savaşta Rusya yenilmiş ve sonuçta 1856 Paris Antlaşması imzalanmıştır.
Konferansa Osmanlı Devleti, Avusturya, Rusya, Prusya, Sardunya (Piyemonte), Fransa ve İngiltere’nin katılmasıyla görüşmeler 25 Şubat 1856’da Paris’te başladı.
Osmanlı Devleti, Paris Antlaşması ile savaştan önceki sınırlarına kavuşmuş, Rus tehlikesinden bir müddet de olsa kurtulmuştur. Bununla Avrupa devletler hukukundan faydalanma ve Avrupa sistemine girmesi kolaylaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin dış siyaseti antlaşmada imzası bulunan devletlerin kefaleti altına giriyordu. Öte yandan Osmanlı Avrupa’sında bulunan özerk yönetimlerin Avrupa devletlerinin kefilliği altına girmesi Osmanlı Devleti’nin bölgedeki nüfuzunun da azalmasına neden olmuştur.
Islahat Fermanı’nın antlaşmada yer alması ise Osmanlı Devleti aleyhine yeni bir faktörü ortaya çıkartmıştır. Büyük Avrupa devletleri her ne kadar bu madde ile devletin iç işlerine karışmamayı garanti etmişler ise de aslında bu fermanın uygulanmasından doğacak sorunlar ile Osmanlı Devleti’nin içişlerine ortaklaşa müdahale edebilecekleri yeni bir kapıyı önceden açmışlardır.
ISLAHAT FERMANI (18 ŞUBAT 1856)
Tanzimat Fermanı ile azınlıklara tanınan hakları yetersiz ve verilen sözlerin de gerçekleşmemiş olduğunu iddia eden Batılı devletler, 1856 tarihli Paris Konferansı öncesinde, Osmanlı Devleti’ni Rusya’nın müdahalelerine karşı korumanın bedeli ve Avrupa devletleri topluluğuna kabulün ön şartı olarak, yeni bazı isteklerde bulunmuşlardır. İngiltere, Fransa ve Avusturya kendi aralarında çeşitli görüşmeler yaparak bazı kararlar almıştı. Bu kararların başında Islahat Fermanı’nın ilanı gelmekteydi.
18 Şubat 1856 Islahat Fermanı ile gayrimüslim unsurlara daha geniş haklar tanınmıştır.
Bu ferman, 18 Şubat 1856 tarihinde “Islahat Fermanı” adı ile padişah Abdülmecit tarafından bir Hatt-ı Hümayun şeklinde Paris görüşmelerinden altı hafta önce ilan edilmiştir. Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’ndaki esas hükümleri teyit ve tekrar etmekle beraber, gayrimüslim unsurlara daha geniş haklar tanıyordu. Taleplerin dış baskı sonucu değil, bir iç hukuk belgesi gibi gerçekleştiği görüntüsü verilerek, padişahın konumunun sarsılmaması için bir fermanla ilan edilmesi sağlanmıştır.
Fermanda en çok öne çıkan hususlar şunlardır;
Bu fermanla daha önce azınlıklara verilen hak ve imtiyazlar teyit edilecek,
Müslim ve gayrimüslim Osmanlı tebaası kanun önünde eşit olacak,
Patrikler bu makama ömür boyu seçilecek,
Şehir ve kasabalarda bulunan kilise, manastır, okul ve hastane gibi yerlerin tamir veya yeniden yapılmasına izin verilecek,
Irk, din, dil farkı gözetmeden mezhepler arasındaki üstünlük kaldırılacak bir başka deyimle hiçbir mezhep diğerinden üstün sayılmayacak,
Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacak,
Devlet hizmetine, askerlik görevine ve okullara bütün teba eşit olarak kabul edilecek (Müslüman olmayanlar da askerlik hizmetiyle yükümlü olacak; ancak bedel vermek suretiyle askerlik yapmayabilirdi),
Vergiler eşit alınacak, İltizam Usulü kaldırılacak,
Bütün tebanın eşit ve serbest bir şekilde ticari ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacak,
Mahkemeler açık olacak, keyfi cezalar verilemeyecek,
Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki davaları görmek üzere muhtelif mahkemeler kurulacak, bunlar için yeni kanunlar hazırlanacak,
Resmî yazışmalarda Hristiyanlar için hakaret manası taşıyan tabirler kullanılmayacak,
Rüşvet ve yolsuzluğun kaldırılması için kanunlar şiddetle uygulanacak.
1856’dan itibaren Osmanlı Devleti’nin tarihi, adeta bir müdahaleler devri olarak adlandırılabilir. Bu dönemdeki en önemli hukuk reformlarından biri de Ahmet Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki bir heyet tarafından hazırlanan “Mecelle” olarak bilinen bir medeni kanunun hazırlanmasıdır.
I. MEŞRUTİYET DÖNEMİ (23 ARALIK 1876-23 TEMMUZ 1908)
Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet ilan edilip, Meclis’e azınlıkların da temsilcileri katılırsa, ayrılıklar giderilir ve bir Osmanlı milleti oluşturulabilirdi. Böylece Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışamayacak, ülke içerisindeki karışıklıklar da önlenmiş olacaktı.
Meşrutiyetin doğuşundaki en önemli etken, Tanzimat ortamında yetişen Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Süavi gibi aydınların başlattıkları Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) hareketidir. Bunlar Avrupa’da öğrenim görmüş, oradaki anayasal hareketleri incelemiş, aydınlanma felsefecilerinin eserlerini okumuş, devletin geleceğini parlamenter sistemde gören aydınlardı. Bunlar amaçlarına ulaşmak için Haziran 1865’te Yeni Osmanlılar adıyla bir örgüt kurdu.
Parlementoya dayalı monarşik yönetimlere meşruti yönetim denir.
Meşrutiyet fikirlerinin gelişmesinde ikinci bir etken ise ülkede sivil siyasi gazetelerin çıkması, buralarda siyasi ve kültürel konularda halkı aydınlatıcı yazıların yazılması, kültürel hayatla birlikte siyasi hayatı da etkilemiş, birçok fikir tartışılmaya ve aydınlar arasında yayılmaya başlamıştı.
Padişah Abdülaziz Dönemi’nde baskılar artmaya başlayınca, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Süavi gibi aydınlar yurt dışına kaçarak çalışmalarını orada sürdürdüler. Onlara Jön Türkler adını veren Batılı aydınların da destekleriyle yurt içinde ve yurt dışındaki yoğun çalışmaları neticesinde, ordu içinde de taban bulan Genç Osmanlılar, meşrutî sisteme karşı olan Padişah Abdülaziz’in tahtan indirilerek yerine V. Murat’ın getirilmesini sağladılar. Ancak V. Murat, sağlık durumunun elverişsiz olması sebebiyle saltanatta sadece üç ay kalabildi. Yerine Veliaht II. Abdülhamit getirildi.
II. Abdülhamit, Sadrazamlığa Mithat Paşa’yı getirdi. Mithat Paşa’nın başkanlığında bir heyet hemen anayasa hazırlıklarına başladı. Hazırlanan Kanûn-ı Esâsî (Anayasa) 23 Aralık 1876’da Beyazıt Meydanı’nda devlet adamları, ulema ve halkın huzurunda törenle ilan edildi. Böylece Yeni Osmanlılar amaçlarına ulaşmış, Osmanlı Devleti ise artık anayasalı bir döneme girmiş oldu. Artık devlet anayasadaki ilkelere göre yönetilecekti.
Osmanlı Devletin’nin ilk Anayasa’sı 23 Aralık 1876 Kanûn-ı Esâsî’dir.
Kanûn-ı Esâsî’ye göre yapılan seçimlerin ardından Meclis-i Umumi (Meclis-i Âyan+ Meclis-i Mebusan) teşekkül ettirildi ve 20 Mart 1877’de Dolmabahçe Sarayı’nda ilk çalışmalarına başladı. Bu sürece paralel olarak Meclis’in aritmetik durumundan dolayı ülke bütünlüğünü zedeleyici bazı tekliflerin gündeme gelmesi gecikmedi ve sert tartışmalar yaşandı. Ayrıca 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 Harbi) ağır bir mağlubiyetle sonuçlanmasından padişahın sorumlu tutulması padişahı ziyadesiyle rahatsız etti. Bu durumu fırsat olarak değerlendiren padişah, anayasanın kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak 14 Şubat 1878’de Meclis’i süresiz olarak tatil etti.
II. Abdülhamit, bu dönemde de Osmanlıcılık siyasetinden vazgeçerek İslamcılık siyasetini benimsemiştir.
II. Abdülhamit Dönemi’nde özellikle eğitim alanında köklü reformlar gerçekleştirilmiştir. Rüştiye okullarının sayıları çoğaltılarak memleketin her tarafına yayılmıştır. Ayrıca kız öğretmen ve mülkiye mekteplerinin sayıları artırılmış, çeşitli meslek ve sanayi okulları açılmıştır. Bu dönemde haberleşmeye önem verilmiş, telgrafın kullanılması yaygın hâle getirilmiştir. Fakat asıl önemli ve bilinen gelişme demir yollarında olmuş, ülkedeki demir yolu ağı birkaç yüz milden, birkaç bin mile çıkarılmıştır.
Kanûn-ı Esâsî (23Aralık 1876)
İlk Türk anayasası olarak kabul edilen Kanûn-ı Esâsî, yukarıda da açıkladığımız gibi Yeni Osmanlıların baskıları sonucunda 23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilmiştir. Kanûn-ı Esâsî Genç Osmanlıların baskıları sonucunda ilan edilmiştir.
Kanûn-ı Esâsî, Fransız Anayasası’nın bire bir aynısı değildir. Osmanlı devlet sistemine uygun bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu anayasa, hazırlanış bakımından halkın temsilcilerinden oluşan bir meclisin ürünü olmayıp, tamamen padişahın iradesinden kaynaklandığı için bir ferman anayasası olarak değerlendirilmektedir.
Padişah bu anayasaya göre hukuken sorumsuz olup, sistemin yürütülmesinde tek yetkili kişiydi. Bu yetki ve iradesi anayasa hükmüydü. Padişahın üstünlüğü anayasanın en önde gelen özelliğidir. Sadrazam, bakanlar ve şeyhülislamın seçilmesi veya azledilmesi padişahın yetkileri arasındaydı. Gerçek egemen güç meclis değil, padişahtı.
Böylesine güçlü bir yürütme karşısında 1876 Anayasası, “Meclis-i Umumi” adını alan, biri seçimle diğeri padişahın atamasıyla oluşan iki meclisten meydana gelen zayıf bir parlamento kurmuştur. Parlamentonun yetkileri hayli dardı. Bu dönem 23 Temmuz 1908 II. Meşrutiyetin ilanına kadar devam etmiştir.
Kanûn-ı Esâsî ile kişi hakları tam bir güvence altına alınmamasına rağmen, kanun önünde eşitlik, eğitim hakkı, mal güvencesi, kişi dokunulmazlığı, işkence yasağı gibi bazı haklar veriliyordu. Yine bu anayasa ile gerçek bir anayasal düzen oluşturulamadı. Ancak demokrasi kültürümüzün gelişmesine katkıda bulunması açısından önemlidir.
DÜYÛN-I UMÛMIYE (GENEL BORÇLAR İDARESI)
Osmanlı Devleti, karşılaştığı mali güçlükleri aşmak için ilk önemli dış borçlanmasını 1854’te Kırım Savaşı sırasında yapmıştır. Önceden yapılan iç borçlanmalar, genelde yabancı uyruklu Galata bankerlerinden alınmıştır.
Savaşın getirmiş olduğu ekonomik açığı kapatabilmek için devletin çıkardığı uzun vadeli borçlanma tahvilleri Londra, Paris, Frankfurt ve Viyana borsalarında satışa çıkarıldı. Elde edilen gelirler, ülkenin kalkınmasına yönelik yatırımlar yerine, tüketim giderlerinin finansmanında kullanılmıştır.
1863 yılında yabancı sermayeli bir Avrupa bankası olan Osmanlı Bankası açıldı. Devlet, iç ve dış borçların ödenmesi, banknot çıkarma ve borç tahvillerinin satışı gibi önemli yetkilerini bu bankaya devretti. Daha sonra bu banka, Galata bankerleri ile birlikte, hükümete yüksek faizlerle borç vermeye de başladı.
Osmanlı Devleti ilk önemli dış borçlanmasını 1854’te Kırım Savaşı sırasında yapmıştır.
Devlet, borçların ödenmesini ne kendi imkânlarıyla ne de yeni borçlarla ödeyemez duruma gelince, 6 Ekim 1875 tarihinde almış olduğu bir kararla dış borçlar üstündeki faiz ve anapara ödemelerini durdurduğunu ilan etti.
1876 Nisan’ında ödemeler tamamen durdu. Hiç bir borç ödemesini yapamayan Osmanlı Devleti, sonunda alacaklılarla anlaşma yoluna gitti. Hükûmet önce Osmanlı Bankası ve yerli alacaklılarla 10/22 Kasım 1879 tarihinde anlaşarak ödemeleri yeniden başlattı. Damga vergisi, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ham ipekten alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Bu anlaşma altı kalem gelire dayandığı için Rüsum-u Sitte (altı vergi) anlaşması adı verilmiştir. Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdiler ve bu gelirlerle dış borçların da ödenmesini istediler.
Daha sonra Muharrem Kararnamesi (Hicri takvime göre Muharrem ayında olduğu için) adı verilen bir yönetmelikle, Osmanlı borçları birleştirildi ve 20 Aralık 1881’de “Düyûn-ı Umûmiye ” yönetimi denilen bir idare kuruldu.
Bu idare ile 1881 yılından itibaren borçların ödenmesi için imparatorluğun mali kaynaklarına el kondu. “Düyûn-ı Umûmiye ” yönetiminin kuruluşu, Osmanlı Devlet’nin bütünüyle, yabancı denetimi altına girmesi demekti. Bu idare alacaklılar adına yedi kişilik Düyûn-ı Umûmiye Meclis’i oluşturdu. Meclis’te bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman, bir Avusturya-Macaristan, bir İtalyan, bir Osmanlı delegesi ve bir temsilci de Galata bankerlerini temsil edecekti. Anlaşmaya göre 191 milyon olan Osmanlı borçları 106 milyon liraya indirildi, kalan bölümünün ödenmesi için yeni bir plan yapıldı. Osmanlı maliyesinin damga vergisi, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün tekellerinden ve ipekten alınan öşür ile Doğu Rumeli Vilayeti’nin ödediği yıllık vergi gibi kaynakların tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’ne verildi.
Türk millet Osmanlı Devleti’nin Kırım Savaşı’nda ilk defa aldığı borçlardan ancak 100 yıl sonra (son taksit 25 Mayıs 1954’te ödendi) kurtulabildi.
ÖZET:
 OSMANLI DEVLETİ’Nİ KURTARMA ÇABALARI
Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren duraklama, XVII. yüzyıldan itibaren de gerileme dönemlerine girmiştir. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru bariz bir şekilde ortaya çıkan gerilemenin sebeplerini araştıran o dönemin fikir ve devlet adamları, alınması gereken tedbirler konusunda çeşitli raporlar hazırlamışlar ve ilgili yerlere sunmuşlardı. Ancak Batı’daki gelişmelerin özünü yeterince kavrayamamışlardı.
 TANZİMAT’TAN ÖNCE YAPILAN ISLAHATLAR (REFORMLAR) LALE DEVRİ (1718– 1730)
Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma yönünde ilk adımların atıldığı Lale Devri, adını dönemin yaşama biçimini simgeleyen lale çiçeğinden almıştır. Lale Devri’ne damgasını vuran kişi ise Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır. Bu dönem Batılı anlamda ıslahat hareketlerinin başlangıcı olarak kabul edilir.
 Selim Dönemi (1789–1807)
Osmanlı Devleti’nde değişim ve yenileşmenin önemli bir zaman dilimini kapsayan III. Selim Dönemi, Lale Devri’nde baş gösteren Batılılaşma hareketinin ciddi bir aşamasıdır. Bu dönemde ıslahatlar belli bir canlılık ve yoğunluğa kavuşmuştur.
 Mahmut Dönemi (1808–1839)
Bu dönemde yapılan köklü askerî reformların yanı sıra, Batı’dan kurum ve kurallarının da alınmaya başladığı görülür. Bu dönemde devletin iki önemli sorunu vardı: Birincisi; merkezde tam bir anarşi unsuru hâline gelen yeniçerilerin bir düzene sokulmaları, diğeri ise zayıflayan merkezî otoriteyi güçlendirmek.
 ŞARK MESELESİ (DOĞU SORUNU)
Şark Meselesi; Avrupa devletlerinin kendi çıkarları doğrultusunda Orta Doğu olayları için kullandıkları politik bir deyimdir. Şark Meselesi (Doğu Sorunu) tabiri Türklerle Batılı devletlerin mücadelesinde, çoğu zaman Batılı devletlerin gizli amaçlarının adı olmuştur.
 TANZİMAT DÖNEMİ ISLAHAT HAREKETLERİ VE BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER
(3 KASIM 1839 - 23 ARALIK 1876)
Tanzimat Dönemi, Osmanlı tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıdır. Tanzimat-ı Hayriyye adıyla da anılan bu dönem, Türk yenileşme tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin, Orta Çağ’a ait bir devlet yapısından, hukuki manada yeni ve çağdaş bir devlet yapısına doğru ilk adımını attığı görülmektedir. Bu amaçla devletin siyasi, sosyal, askerî ve kültürel alanlarda kötü gidişatını önlemek için daha geniş reformların yapılmıştır.
 Kırım Savaşı ve Paris Kongresi (1856)
Kırım Savaşı, Rusya’nın geleneksel sıcak denizlere inme siyasetini gerçekleştirmek üzere harekete geçmesiyle başlamıştır. Ancak Rusya’nın yarattığı tehlike diğer Avrupalı büyük devletlerin de çıkarlarına dokunduğundan, bu devletler Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak Rusya’ya karşı birlikte hareket etmişlerdir. Yapılan savaşta Rusya yenilmiş ve sonuçta 1856 Paris Antlaşması imzalanmıştır.
 Islahat Fermanı (18 Şubat 1856)
Tanzimat Fermanı ile azınlıklara tanınan hakları yetersiz ve verilen sözlerin de gerçekleşmemiş olduğunu iddia eden Batılı devletler, 1856 tarihli Paris Konferansı öncesinde, Osmanlı Devleti'ni Rusya’nın müdahalelerine karşı korumanın bedeli ve Avrupa devletleri topluluğuna kabulün ön şartı olarak, yeni bazı isteklerde bulunmuşlardır. İngiltere, Fransa ve Avusturya kendi aralarında çeşitli görüşmeler yaparak bazı kararlar almıştı. Bu kararların başında Islahat Fermanı’nın ilanı gelmekteydi.
 I. MEŞRUTİYET DÖNEMİ (23 ARALIK 1876-23 TEMMUZ 1908)
Devleti kurtarmak için Tanzimat Dönemi'nde çok önemli reformlar yapıldı. Ancak bu reformlar da beklentileri karşılamadı. Yeni yetişen kuşak, ülke sorunlarının kişi egemenliğine dayanan mutlak monarşi ile çözülemeyeceği kanaatindeydi. Bunlar parlamentoya dayalı meşruti bir yönetimi savunuyorlardı. Onlara göre Osmanlı Devleti’nde meşrutiyet ilan edilip, Meclis’e azınlıkların temsilcileri katılırsa, ayrılıklar giderilir ve bir Osmanlı milleti oluşturulabilirdi. Böylece Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışamayacak, ülke içerisindeki karışıklıklar da önlenmiş olacaktı.
 Kanûn-ı Esâsî
• İlk Türk anayasası olarak kabul edilen Kanûn-ı Esâsî, Osmanlı aydınlarının baskıları sonucunda 23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilmiştir. Mithat Paşa, anayasal bir düzene geçildiği takdirde Avrupalı devletlerin müdahalelerinin ortadan kalkacağına inanıyordu. Kendisi Kanûn-ı Cedit adıyla bir anayasa taslağı da hazırlamıştı. Ancak II. Abdülhamit bunu kabul etmedi. Fransız Anayasası'nı çevirterek danışmanlarına ve bakanlarına inceletip yeni bir anayasa taslağı hazırlattı.
•Bu anayasa, hazırlanış bakımından halkın temsilcilerinden oluşan bir meclisin ürünü olmayıp, tamamen padişahın iradesinden kaynaklandığı için bir ferman anayasası olarak değerlendirilmektedir. •
 Düyûn-ı Umûmiye (Genel Borçlar İdaresi)
• 1854-1876 yılları arasında devlet sürekli olarak elverişsiz şartlarla borçlanarak bir dış borç batağına saplanmıştı. Osmanlı Devleti’nin 1875 yılına gelindiğinde 200 milyon sterlin dış borcu vardı.
• Muharrem Kararnamesi adı verilen bir yönetmelikle, Osmanlı borçları birleştirildi ve 20 Aralık 1881’de “Düyûn-ı Umûmiye ” yönetimi denilen bir idare kuruldu.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Osmanlı Devleti’nde matbaa müslümanlarca ilk defa hangi dönemde kullanılmıştır?
a) Tanzimat Dönemi b) I. Meşrutiyet Dönemi c) Lale Devri
d) Nizam-ı Cedit Dönemi e) II. Mahmut Dönemi

2. Yurt dışında daimî elçilikler ilk defa hangi Osmanlı padişahı döneminde açılmıştır?
a) I. Ahmet b) II. Mahmut c) Abdülmecit d) III. Selim e) Abdülaziz

3. Âyanlarla “Sened-i İttifak” adı verilen sözleşmeyi imzalayan Osmanlı padişahı aşağıdakilerden hangisidir?
a) III. Selim b) II. Abdülhamit c) II. Mahmut d) Abdülmecit e) Abdülaziz

4. Osmanlı İmparatorluğu’nda sivil siyasi gazetelerin çıkmasına ilk defa hangi dönemde izin verilmiştir?
a) I. Meşrutiyet Dönemi b) Nizam-ı Cedit Dönemi c) II. Mahmut Dönemi
d) Tanzimat Dönemi e) I. Meşrutiyet Dönemi

5. Aşağıdakilerden hangisi, Osmanlı vatandaşlarından sadece gayrimüslim olanlara yönelik hukuki haklar getirmiştir?
a) Tanzimat Fermanı b) Islahat Fermanı c) I. Meşrutiyet d) II. Meşrutiyet e) Kanûn-ı Esâsî

I. Bu dönemin ünlü Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır.
II. İlk defa yurt dışına elçiler gönderilmiştir.
III. Patrona Halil İsyanı ile sona ermiştir.
6. Osmanlı Devleti’nde Lale Devri (1718-1730) ile ilgili olarak yukarıdaki bilgilerden hangisi ya da hangileri doğrudur?
a) Yalnız II b) Yalnız I c) Yalnız III d) I ve III e) I, II ve III

I. Tanzimat Fermanı
II. Islahat Fermanı
III. Duyun-ı Umumiye’nin kuruluşu
7. Osmanlı Devleti yukarıdaki gelişmelerden hangisi ya da hangileriyle dağılma sürecini engellemeye çalışmıştır?
a) Yalnız I b) Yalnız II c) Yalnız III d) I ve II e) I ve III

I. Nizam-ı Cedit Ordusu’nun kurulması
II. Daimi elçiliklerin açılması
III. Kara Mühendishanesi’nin kurulması
8. Yukarıdaki yenilikler hangi Osmanlı padişahı döneminde yapılmıştır?
a) III. Ahmet b) III. Selim c) Abdülmecit d) I. Mahmut e) Genç Osman

9. Aşağıdakilerden hangisi II. Mahmut Dönemi ile ilgili değildir?
a) Senedi İttifak b) Mecelle c) Vaka-yi Hayriye
d) Sekban-ı Cedit e) Asakir-i Mansure-i Muhammediye

10. Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde gerçekleşen olaylardan hangisinde Batılı devletlerin etkisi yoktur?
a) Gülhane Hatt-ı Hümayunu b) Tanzimat Fermanı c) Islahat Fermanı
d) I. Meşrutiyetin ilanı e) Sened-i İttifak

Cevap Anahtarı 1.c, 2.d, 3.c, 4.d, 5.b, 6.e, 7.d, 8.d, 9.b


ÜNİTE - 4
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ VE FİKİR HAREKETLERİ
II. MEŞRUTİYET’İN İLANI VE SONUÇLARI
Osmanlı’da modernleşme sürecinin en önemli halkalarından biri, 1876’da “Meşrutiyetin” ilanıydı. Birtakım sebeplerden dolayı 1878’de Padişah II. Abdülhamit’in iradesiyle Meclis dağıtıldı. Kanûn-ı Esâsî ise şeklen yürürlükte kaldı. Bu tarihten itibaren II. Abdülhamit’in yönetim anlayışı da değişti.
Meşrutiyet: Anayasacılık. Hak ve yetkilerin anayasa tarafından belirlendiği, kral ya da hükümdarın hareket alanının parlamento tarafından sınırlandığı yönetim biçimi
Ülkede “Tıbbiyeli” öğrencilerin 1889’da kurduğu İttihad-ı Osmanî Cemiyeti ile başlayan örgütlü muhalefet, kısa zamanda Avrupa’daki Jön Türklerin de katılmasıyla büyük bir muhalif harekete dönüştü. Hepsinin amacı daha çok özgürlük, demokratikleşme ve meşrutiyetin yeniden ilanı yoluyla katılımcı bir yönetime ülkeyi kavuşturmaktı.1900’lere gelindiği zaman da Osmanlı İttihat ve Terakki adı altında birleşmeler oldu. Ancak bu durum kısa sürdü ve Jön Türkler arasında da fikir ayrılıkları ortaya çıktı. 1902’de Paris’te yapılan Jön Türk Kongresi’nde bu ayrılık çizgileri daha da netleşti
Bu gibi ayrılıklara rağmen Abdülhamit’e ve yönetim anlayışına muhalif olanlar 27 Aralık 1907’de Paris’te yeni bir kongre topladı. Kongreye “Terakki ve İttihat, Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkezîyet, Ermeni Taşnaksütyun, Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi, Ahd-ı Osmani Mısır Cemiyeti ile Ermeniler ve Araplar tarafından yayımlanmakta olan bazı gazete ve dergi temsilcileri” katıldı. Bu kongrede “Meşrutiyetin” ilanı fikri etrafında padişahı sıkıştırmak için bir dizi çalışma programı oluşturuldu ve komitelerin kurulması kararlaştırıldı.
II. Meşrutiyet’in ilanını hızlandıran en önemli olay, 8-9 Haziran 1908’de İngiliz Kralı Edward’la Rus Çarı II. Nikola’nın Reval’de bir araya gelerek Osmanlı Devleti’nin geleceğini görüşmeleri oldu. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti harekete geçti. Onlara göre yegâne çare meşrutiyetin ilanıydı. Bu maksatla cemiyet üyesi olan Kolağası Niyazi Bey, temmuz başında birliğiyle Manastır’da dağa çıkarak isyanı fiilen başlattı.
Sivil kanattan da gelen baskılara dayanamayan II. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908’de “Meşrutiyeti” ilan etmek mecburiyetinde kaldı. 24 Temmuz’da da Kanûn-ı Esâsîyi yeniden uygulamaya koyarak Meclis-i Mebusan’ı uzun bir aradan sonra yeniden toplantıya çağırdı.
II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte Kanûn-ı Esâsî’de de bazı değişiklikler yapıldı. Bu yeniliklerden bazıları şunlardır:
Osmanlı Hükûmeti daha önce olduğu gibi padişaha değil; Meclis-i Mebusan’a karşı sorumlu olacaktır.
Padişahın Meclis-i Mebusan’ı dağıtma yetkisi kaldırılmıştır.
Padişaha, tahta çıktığı zaman, anayasaya, vatana ve millete sadakat göstereceğine dair yemin kuralı getirilmiştir.
Padişahın tek başına karar alma yetkisi kaldırılmış, kararlarda sadrazam ve ilgili nazırın imzası şartı getirilmiştir.
Padişahın sürgüne gönderme yetkisi kaldırılmıştır.
Kişi özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Basına özgürlük getirilmiş ve sansür kaldırılmıştır.
Antlaşmaların Meclis’te onaylanması esası getirilmiştir.
Derneklerin ve siyasi partilerin kurulmasına izin verilmiştir.

31 MART OLAYI (13 NİSAN 1909)
Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesinde “din elden gidiyor” propagandası da buna eklenince 13 Nisan (31 Mart) 1909’da İstanbul’daki Avcı Taburları isyan çıkardı. Bu isyan kısa sürede büyük şiddet hareketlerine dönüştü. Dahası İstanbul’daki ordu birliklerinin denetimi elden çıktı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, İstanbul’da meydana gelen bu duruma müdahale etmek üzere, Edirne ve Selanik’teki askerî birliklerden yeni bir ordu oluşturdu ve İstanbul’a doğru yönlendirdi. Bu ordunun adı “Hareket Ordusu”, kurmay başkanı da Mustafa Kemal idi
İsyanın bastırılmasından sonra Hareket Ordusu’nun İstanbul halkı için hazırladığı beyannameyi Ordu Kurmay Başkanı Mustafa Kemal kaleme almıştır.
Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan üyeleri “Meclis-i Umumî-i Millî” adı altında Sait Paşa’nın başkanlığında toplandı. 27 Nisan’da da Sultan II. Abdülhamit usulüne uygun bir şekilde tahttan indirilerek, yerine II. Abdülhamit’in kardeşi Mehmet Reşat (65 yaşında), “V. Mehmet” adıyla tahta geçti.
OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMİNDE FİKİR AKIMLARI
Osmanlıcılık
Tanzimat Fermanı’yla başlayan yeni süreçte Avrupai tarzda kurumsal yapılanmaya paralel olarak Osmanlı unsurları arasındaki statü farklılıkları ortadan kaldırılmaya çalışıldı.
Osmanlı “Millet Sistemi” özellikle Fransız İhtilali’nden sonra sarsılmaya başladı. Özellikle Fransız İhtilali’nin getirdiği “milliyetçilik” rüzgârı önce Avrupa’da, sonra da Osmanlı’nın Balkanlar’daki topraklarında yaşayan unsurları etkiledi ve bütün ülkeye yayılmaya başladı. Bu süreci etkileyen diğer bir sebep, Viyana Kongresi (1815) ile gerçekleştirilen ittifakların ortaya çıkardığı “Şark Meselesi” kavramıyla Osmanlı’ya karşı blokların oluşturulmasıydı. Bu sırada başlayan Yunan İsyanı, ihtilalci diğer cemiyetleri de etkilemişti.
Osmanlı Millet Sistemi’ni etkileyen önemli bir sebep de Osmanlı modernleşme sürecidir. Bu çabalar sonucunda merkezî yönetimden uzak yaşamaya çalışan azınlıkların otorite tanımazlık tavırlarının doğurduğu düşüncelerdir.
1876 tarihli Kanûn-ı Esâsî’nin ilanıyla da bu düşünce akımı pratik hayatta yerini almış oldu. Ancak 1878’den itibaren II. Abdülhamit’in takip ettiği politikalar çerçevesinde “Osmanlıcılık” fikri de geride kalmış, daha çok İslamcılık fikri öne çıkmıştı. Buna rağmen II. Meşrutiyet’in ilanına kadar muhaliflerin en çok tartıştığı fikirler arasına girmişti.
Muhalifler, II. Abdülhamit’in saltanatına son vermek için bütün Osmanlı azınlıklarının da desteğini almak gerektiğini bilmekteydiler. Bunun için Meşrutiyetin yeniden ilanıyla ortak hareket etmenin önemini sıkça vurgulamaktaydılar. Dolayısıyla 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edilince yeniden Osmanlıcılık fikrinin güç kazanacağı düşüncesi belirdi.
Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, savaş naralarının artması, Osmanlıcılık fikrine büyük bir darbe vurdu. Bu gelişmelere karşılık Türk aydınları arasında da yavaş yavaş Türk milliyetçiliği fikrine yönelmeler başladı. 1912-1913 Balkan Savaşları’nın da ortaya çıkması, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidara gelmeside bu süreci hızlandırmış, I. Dünya Savaşı’nın çıkışı ve sonraki gelişmelerde “Osmanlıcılık” fikrinin daha da zayıflayarak ortadan kalkmasını hızlandırmıştı.
Osmanlıcılık, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar devletin resmî ideolojisi olarak varlığını sürdürmüştür.
İslamcılık
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu çıkmazlar karşısında ortaya çıkan fikir akımlarından birisi de “İslamcılıktır”. Kavram; İslam dünyasında tecdid, ıslah, İttihad-ı İslam, Batı dünyasında ise Panislamizm gibi terkiplerle ifade edilmektedir.
İslamcılık fikrinin ortaya çıkışını etkileyen sebeplerden birkaçı şunlardır;
Batı dünyasının siyasi, ilmî, maddi ve teknik açıdan çok ilerlemiş olması,
İslam dünyasının Batı karşısında askerî başarısızlıklar yaşaması ve bunun sonucu büyük sorunların ortaya çıkması,
İslam dünyasının büyük bir kısmının emperyalist devletlerce işgal edilmiş olması,
Gelişen Batı karşısında Müslüman aydınların aşağılık kompleksine girmesi,
Batı dünyasının İslam dünyasına karşı oryantalist ve misyonerlik faaliyetlerine girmesi.
XIX. ve XX. yüzyılda bu hareketin ortaya çıkmasında ve geliştirilmesinde öncülük eden düşünürlerden bazıları şunlardır:
İslam dünyasında “Delhili Şah Veliyullah (1702-1762), Nabluslu Abdülgani Şeyh Halid (1776-1827), Arabistan’da Muhammed İbn Abdül Vehhab (1703-1792), Cemaleddin Afganî (1839-1897) Muhammed Abduh (1845-1905), Osmanlı Devleti’nde ise Eşref Edip, Manastırlı İsmail Hakkı, Babanzâde Ahmed Naim, Ömer Ferit, Mehmet Akif, Şemseddin Günaltay, Ebu’lûla Mardin vb.”
İslamcılık fikri sonucu ortaya çıkan durumlar;
Halife sıfatı daha güçlü bir şekilde kullanılmaya özen gösterilmiş,
İslam dünyasının ünlü din âlimleri İstanbul’a davet edilmiş,
Tekke ve zaviyelere ilgi artırılmış,
Dinî kitaplar, risaleler İslam dünyasına ücretsiz dağıtılmış,
Hac işleri kolaylaştırılmış,
Hicaz demir yolları hayata geçirilmiş,
Aşiret mektepleri ve okulların açılmasına büyük önem verilmişti.
II. Meşrutiyet’in getirdiği özgürlükçü ortamda İslamcılar inandıkları fikirlerini serbestçe yazma, konuşma ve örgütlenme yoluyla yayma imkânlarına kavuştular. Ancak bu süreçte Mısır’da, Suriye’de diğer Arap dünyasında, Arnavutluk’ta ve Balkanlar’da diğer Müslümanların Osmanlı Devleti’ne karşı çıkmaları, İslamcılık fikrini zayıflatmıştı. 1918’de I. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle de İslamcılık bütün maddi ve manevi dayanağını kaybetmiş oldu.
Türkçülük
Osmanlı Devleti, bünyesinde çok sayıda dinî ve etnik unsuru bir arada yaşatan “Millet Sistemi”ni geliştirmiş ve buna göre örgütlenmişti. Bu yapı içinde yaşayan unsurlar da asırlarca huzur içinde bir arada yaşamayı başarmıştı.
Fransız İhtilali’nden sonra dünyaya yayılan milliyetçilik düşüncesi Osmanlı Devleti’ne Balkanlar üzerinden girmiş, özellikle Hristiyan unsurlarda, sonra Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştı.
Ziya Paşa, Ali Suavi, Mehmet Emin gibi yazarların bu süreçte yurt içinde ve yurt dışında çıkan gazete ve dergilerinde Türkçülük bilincinin gelişmesine büyük katkıları olmuştur.
Türkçülük fikrinin bir “kimlik” olarak ortaya çıkışı II. Meşrutiyet’ten sonra oldu. Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çalışmaları bu fikrin gelişmesine büyük ivme kazandırdı. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset’i ve Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde idealize ettikleri görüşleri Türkçülüğün en önemli kaynakları oldu. Türkçüler, Meşrutiyetin ilanıyla 7 Ocak 1909’da Türk Derneği’ni, 31 Ağustos 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti’ni kurdu. Türk Yurdu Dergisi’nin çıkması, 25 Mart 1912’de Türk Ocağı’nın kurulması, bu çerçevede çok önemli adımlardı.
Balkan Savaşları, Müslümanlar arasında cereyan eden Arap milliyetçiliği gibi gelişmeler Osmanlıcılık ve İslamcılık fikrinin itibarının azalmasına, Türkçülük fikrinin ise gelişmesine ve kamuoyu oluşturmasına önemli katkı sağladı.
Türkçülük, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan çizgide hep varlığını sürdürmüştür.
İttihat ve Terakki ile devletin ideolojisi olan Türkçülük fikri, Osmanlı Devleti’nin eski şaşaalı günlerine özlem duymak yerine geleceği kurtarma çabalarının itici gücü oldu. Türkçüler, yaşanan tartışmalara, “Türk tarihi ve kültürü, Türk dili, İslami müesseselerin varlığı, muasırlaşmak nedir, ne değildir?” sorularına aradıkları cevaplar millî iktisat, millî edebiyat üzerine geliştirdikleri tezlerle katılarak Türk düşünce hayatına çok önemli hizmetler sundu.
Batıcılık
Türk yenileşme çabaları, Osmanlı Devleti’nin Avrupa karşısındaki kötü gidişinin durdurulması amacıyla başladı. Bu gidişin sebebi ilk zamanlar askerî sebeplere indirgenmiş, ancak zamanla bunun böyle olmadığı anlaşılmış ve hem millet hem de devlet hayatında daha köklü yeniliklerin yapılması elzem görülmüştü. Böylece Avrupa’nın teknik üstünlüğü ve düşüncesi Osmanlı Devleti’ni bütünüyle kuşatmış “alafranga ve alaturka” ikilemi yaşanır olmuştu.
Bu arayışın sonunda, Avrupa’dan bol miktarda ticari mal Osmanlı’ya girmiş (1838’de İngiltere ile yapılan ticari anlaşma (Balta Limanı) bu konuda milat olmuştur) ve Osmanlı’nın yerli sanayisini ve tüccarını iflasa sürüklemiş, Avrupa’nın teknolojik üstünlüğü kabul edilmiş ve Osmanlı Devleti adeta yarı sömürge bir hâle gelmişti. Ayrıca edebiyattan, siyasal hayata kadar bu çabalar geleneksel yapıyı ve anlayışı derinden etkilemişti.
Batıcılık çabaları II. Meşrutiyet’in ilanıyla yeni bir çehre kazandı. Batılılaşma toplumun en önemli sorunu olarak algılandı ve bu dönemde sistemleştirildi. 1908’den sonra bu düşüncelere inanan kişiler, “Mehtap, Şebtab, İçtihad” gibi dergiler etrafında birleşerek Batılılaşmak gerektiği ve İslamiyetin bu uğurda yeniliklere engel olduğu gibi tezlerini savundular. Bu akımın en önemli isimleri; Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı, Rıza Tevfik idi.
Batıcıların toplum ve devlet hayatına dair ortaya koydukları somut isteklerinden bazıları şunlardır;
Bütün şehzade ve veliahtların eğitim ve terbiyesine dikkat edilmeli,
Padişahlar tek evli olmalı, cariyelik kalkmalı,
Fes kaldırılmalı,
Kadınların kılık kıyafetlerine karışılmamalı,
Tekke ve zaviyeler kapatılmalı,
Medreseler kapatılmalı,
Şeri mahkemeler kapatılmalı,
Latin alfabesine geçilmeli,
Medeni Kanun kabul edilmeli.
Batıcılık çabaları, Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecinde bir çare olmadı; ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gelişme sürecinde atılan bazı somut adımların Batıcılar tarafından daha önce dile getirildiğini söyleyebiliriz.
Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkezîyet
Kişisel girişim ve yerinden yönetim anlamına gelen bu hareket Prens Sebahattin ve arkadaşlarının ortaya attığı ve geliştirdiği bir fikir hareketidir.
Kendisi de bir Jön Türk olan ve dayısı II. Abdülhamit’e karşı muhalifler arasında yer alan Sebahattin Bey, saray ailesinden olduğu için kendisine “Prens” denilmişti. Fransız Filozof Le Play’ın görüşlerinden etkilenmişti. Cenevre’de çalışmalarını sürdürmüştü. 1902’de Paris’te toplanan I. Jön Türk Kongresi’nde Ahmet Rıza grubuyla fikirleri çatışmış ve ayrılarak Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkezîyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Kuranlar arasında İsmail Kemal, Nihad Reşat, Dr. Rıfat, Miralay Zeki, Hüseyin Tosun, Dr. Sabri gibi isimler vardı. Ayrıca “İttihad” adında da bir gazete çıkarmışlardı.
Prens Sebahattin, görüşlerinin merkezine bireyi oturtmuştur. Akılcı ve özgürlükçüydü. Bu zamana kadar yapılan yeniliklerin sathi devlet aygıtına göre yapıldığını anlamıştı.
Prens Sebahattin, görüşlerinin merkezine bireyi oturtmuştur. Akılcı ve özgürlükçüydü. Oysaki ona göre gelişme bireyle başlardı. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi durumun da ancak “federasyon” sistemiyle çözülebileceği fikrindeydi.
Bu görüşler, Anglosakson geleneğine göre geliştirildiği için Osmanlı Devleti’nin sosyosiyasi yapısı ve içine düştüğü bu durumdan kurtuluşu için bir çare olmaktan uzak görülmekteydi. Bu yüzden de çok fazla taraftar toplayamadı.
Osmanlı’da Sosyalist Hareketler
Meşrutiyet Dönemi fikir akımları içerisinde Osmanlı toplumu tarafından en az benimsenen hiç şüphesiz sosyalizmdir. Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyalist fikirler gayrimüslim azınlıklar tarafından gündeme getirilirken, bu fikirlerin merkezi ise Selanik ve Makedonya idi.
1908 yılında Osmanlı parlamentosuna seçilen Dimiter Vlahof, Varteks Serengülyan, Kirkor Zöhrap, Hamparsum Boyacıyan gibi mebuslar sosyalist olmakla beraber bunlar sosyalist bir partinin mebusu olmadıkları gibi, parlamentoda sosyalist bir grup da oluşturamamışlardır.
1871 Paris Komünü sonrası Osmanlı aydını arasında yavaş yavaş sosyalist fikirler dillendirilmeye başlanmıştır. Bu anlamda zikredebileceğimiz ilk isim 1848-1871 yılları arasında Berlin Büyükelçiliği’nde başkâtip olarak görev yapan Ethem Pertev Paşa’dır.
Bu dönemde sosyalizm ile komünizm aynı kavramlarla ifade edilmiş ve ikisi de “iştirak-i emvâl ve iyâl” kelimesiyle yani mal ve kadının ortak kullanımı (komünal hayat, yaşam) şeklinde algılanmıştır.
Sanayileşme sürecini gerçekleştirememiş Osmanlı Devleti’nde işçi sınıfına hitap eden sosyalizm yeterli gelişme zemini bulamamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyalizm/komünizm üzerine bilimsel çalışmalar Mekteb-i Mülkiye-i Şahâne’de öğretmenlik yapan Sakızlı Ohannes Paşa ve İttihat Terakki Döneminde Maliye Bakanlığı yapan Mehmet Cavit Bey tarafından yapılmıştır. Dönemin sol/sosyalist fikirleriyle ilgilenen diğer aydınları ise Rasim Haşmet, Ferik Ahmet Besim Paşa, Ali Namık ve Nüzhet Sabit’tir.
Siyasi parti olarak Türk tarihinin ilk sosyalist partisi olan Osmanlı Sosyalist Fırkası ise 1910 tarihinde Hüseyin Hilmi tarafından kurulmuştur. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’yle birlikte İstanbul’a dönem Hüseyin Hilmi bu defa Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın yerine II. Enternasyonal’e bağlı Türkiye Sosyalist Fırkası adıyla yeni bir parti kurmuş, İstanbul amelesi arasında sansasyonel grevler düzenlemiştir. II. Sosyalist Fırka’nın yayım organı olarak İdrak adlı bir de gazete neşreden Hüseyin Hilmi’nin esrarengiz bir şekilde öldürülmesiyle Türkiye Sosyalist Fırkası tarihe karışmış, Türkiye’de II. Enternasyonal son bulmuştur.
Mütareke Dönemi’nin diğer sol/sosyalist partileri ise;
Türkiye İşçi Çifti Sosyalist Fırkası (III. Enternasyonal’e bağlı),
Sosyal Demokrat Fırka (II. Enternasyonal’e bağlı),
Müstakil Sosyalist Fırka,
Amele Fırkası,
Mesai Fırkası’dır.
Bu dönemde yayımlanan sol/sosyalist yayım organları ise Aydınlık, Kurtuluş ve Orak-Çekiç’tir.
İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ
XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı modernleşme tarihine damgasını vuran aydınlar iyi eğitimli, yabancı dil bilen, Avrupa görmüş veya Avrupai fikirleri yakından takip eden kişilerdi. Avrupa’da bu kuşağa “Jön Türk”, “Yeni Osmanlılar” veya “Genç Osmanlılar” adı verilmişti. Namık Kemal, Mithat Paşa gibi I. Meşrutiyet uğruna büyük çabalar gösterenlere I. Jön Türk Kuşağı, II. Meşrutiyet için çalışanlara da II. Jön Türk kuşağı ismi verilmesi adetten kabul edilir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, teşkilatlanmasını İtalyan Carbonari örgütü ve Selanik’teki bazı mason örgütlerini örnek alarak hücre biçiminde gerçekleştirmiştir.
Bu örgütlenmenin ilki, özgürlükleri simgeleyen Fransız İhtilali’nin 100.yıl dönümüne nisbetle 1889’da Askerî Tıbbiye’de ortaya çıktı. Gizli bir örgüt olarak kurulan “İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’nin” kurucuları; İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sükûti, Mehmed Reşid ve Hüseyinzâde Ali beylerdi. Bu örgütün amacı; Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını önlemek, dış baskılara karşı bir duruş sergilemek, “İttihad-ı Anasır” denilen Osmanlıcılık fikrini gerçekleştirmek, meşrutiyeti yeniden ilan ettirmek ve Kanûn-ı Esâsî’yi işlevsel hâle getirmekti.
Cemiyet, İtalyan Carbonari örgütünü örnek alarak çalışmalarını sürdürdü. İlk zamanlar içe dönük olarak çalışan cemiyet görünümündeydi. Bu sıralarda Paris’te bulunan ve Auguste Comte’un pozitivist görüşlerinden etkilenen Ahmet Rıza Bey, Meşveret gazetesini çıkarmış İttihat ve Terakki adında bir cemiyet kurmuştu.
1895’te İstanbul’daki “İttihad-ı Osmanî Cemiyeti” mensuplarıyla bir şekilde irtibat kurulmuş ve Ahmet Rıza Bey’in etkisiyle cemiyetler birleştirilmiş ve yeni cemiyetin adı “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak belirlenmişti.
Ahmet Rıza Bey’in taraftarları, otoriter, devletçi ve merkezîyetçi yönetimi desteklerken, Prens Sebahattin Bey grubu âdem-i merkezîyet (yerinden yönetim) fikrini savundu.
Jön Türkler arasında iyice belirginleşen görüş ayrılıklarına bir son vermek için 1902’de Paris’te I. Jön Türk Kongresi tertip edildi. Kongrede askerin siyasete karışması ve cemiyetin faaliyetlerine aktif olarak katılmasıyla, yabancı devletlerin desteğiyle ihtilalin gerçekleştirilebileceği gibi görüşler tartışılmış ve kongre sonucunda birleşme yerine ayrılık ortaya çıkmıştı. Kongre sonucunda iki farklı görüş ortaya çıktı. Ahmet Rıza Bey’in taraftarları, otoriter, devletçi ve merkezîyetçi yönetimi desteklerken, Prens Sebahattin Bey grubu bireysel girişimleri ve âdem-i merkezîyet (yerinden yönetim) fikrini savundu. Ahmet Rıza Bey’e göre Prens Sebahattin Bey’in görüşleri devletin parçalanmasına ortam hazırlayacağı gerekçesiyle eleştirilmeliydi.
1905’te Şam’da “Vatan” adında bir örgüt kurulmuştu. Şartlardan dolayı yeterince etkin olamayan örgüt, Mustafa Kemal’in Şam’a tayin olmasıyla hareketlenmiş ve burada “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” adıyla yeniden örgütlenmişti.
1906’da Selanik’te Talat, İsmail Canbolat Bey gibi Jön Türkler ise “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adında yeni bir cemiyet kurdu. İlk zamanlar gizlice örgütlendiler. Dönemin siyasi atmosferinden yararlanmasını bilen cemiyet, 1907’de Avrupa’daki Ahmet Rıza Bey ve Prens Sebahattin Bey’le de irtibatlanmış, ancak Ahmet Rıza Bey’in grubu ile daha iyi anlaşılabileceğinden hareketle 27 Eylül 1907’de her iki örgüt “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adı altında resmen birleşmişti.
Bütün Jön Türk fraksiyonlarını bir araya getirmek üzere Avrupa’da 27 Aralık 1907’de II. Jön Türk Kongresi gerçekleştirildi.
Jön Türkler arasında cereyan eden bu gibi çabalara rağmen kendi aralarında henüz bir birliktelik sağlanamamıştı. İşte bu gidişe bir dur demek ve Jön Türkler arasında bu birliği yeniden tesis etmek maksadıyla 27 Aralık 1907’de II. Jön Türk Kongresi gerçekleştirildi. Ancak burada da beklenen birliktelik sağlanamamış, görüş ve yöntem hakkında görüş farklılıkları giderilememişti. Buna rağmen Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti inisiyatifi ele almayı becermiş, özellikle Balkanlar’da hızla örgütlenmeyi bilmişti.
Gelinen bu aşamaya rağmen Cemiyet, iktidarı doğrudan doğruya ele alamadı. Yeterli bilgi birikimleri ve kadro yetersizliği yüzünden 1908-1913 yılları arasında daha çok dolaylı yollarla “iktidarı” denetlemeye çalıştı. Trablusgarp ve Balkan savaşlarıyla devletin onurunun kırıldığı gerekçesiyle tarihte “Babıâli Baskını” diye bilinen hareketle 23 Ocak 1913’te Kamil Paşa Hükûmeti devrilerek, yerine 24 Ocak’ta Mahmut Şevket Paşa Hükûmeti kuruldu. 11 Haziran’da Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesiyle yerine sadrazam olan Said Halim Paşa Hükûmeti Dönemi ise İttihat ve Terakkî’nin tam iktidar dönemi olarak değerlendirilir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası’nı çok zor günler beklemekteydi. İktidara gelişinden kısa bir süre sonra I. Dünya Savaşı’nın başlaması millet ve devlet hayatı için düşünülen çok önemli projelerin hayata geçirilmesini engelledi. Bütün zorluklara rağmen Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan çizgide yaptığı çok önemli birkaç faaliyetini ifade etmek gerekirse;
1913’de İdare-i Umumiye-i Vilayat Kanunu ve Belediyeler Kanunu hazırlandı.
Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte iktisadi bağımsızlık için kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırıldı.
1917’de Hukuk-ı Aile Kararnamesi çıkarıldı.
Göçebelerin iskânı için çalışmalar yapıldı.
Gündelik hayatın Avrupai standartlara kavuşturulması için çalışıldı.
Eğitim reformuna büyük önem verildi.
Darüleytamlar (yetimhaneler) açıldı.
I. Dünya Savaşı, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de sonunu hazırladı. Savaşı Almanya’nın kaybetmesiyle müttefiki Osmanlı Devleti de bu acı sonu kabullenmek zorunda kaldı. Mondros Mütarekesi imzalandı.
Bu süreçte cemiyet son kongresini yaptı ve 5 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki adı tarih oldu. Yerine Teceddüd Fırkası kuruldu. Yeni fırka/parti de varlık gösterememiş, ancak ideolojisi ve kadrosu Millî Mücadele yıllarında Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin kurulmasında büyük roller oynamıştı. Cumhuriyet Dönemi’nde ise siyasi hayatta kimi gayretlerin içinde olmalarına rağmen istenilen sonucu alamamışlardır. Her şeye rağmen Cemiyet Türk siyasi ve fikir hayatına büyük katkılar sağlamıştır.
ÖZET:
 II. MEŞRUTİYET'İN İLANI VE SONUÇLARI
 Osmanlı’da modernleşme sürecinin en önemli halkalarından biri, 1876’da “Meşrutiyetin” ilanıydı. Bu durum ülkede sevinçle, coşkuyla karşılandı.
 II. Meşrutiyet’in ilanını hızlandıran en önemli olay, 8-9 Haziran 1908’de İngiliz Kralı Edward’la Rus Çarı II. Nikola’nın Reval’de bir araya gelerek Osmanlı Devleti’nin geleceğini görüşmeleri oldu. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti harekete geçti ve II. Abdülhamit'e 24 Temmuz 1908'de Meşrutiyeti II. defa ilan ettirdi.
 Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Kanûn-ı Esâsî’de de bazı değişiklikler yapıldı. Bu yeniliklerden bazıları şunlardır:
• Osmanlı Hükûmeti daha önce olduğu gibi padişaha değil; Meclis-i Mebusan’a karşı sorumlu olacaktır.
•Padişahın Meclis-i Mebusan’ı dağıtma yetkisi kaldırılmıştır.
•Padişaha, tahta çıktığı zaman, anayasaya, vatana ve millete sadakat göstereceğine dair yemin kuralı getirilmiştir.
•Padişahın tek başına karar alma yetkisi kaldırılmış, kararlarda sadrazam ve ilgili nazırın imzası şartı getirilmiştir.
•Padişahın sürgüne gönderme yetkisi kaldırılmıştır.
•Kişi özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
•Basına özgürlük getirilmiş ve sansür kaldırılmıştır.
•Antlaşmaların Meclis’te onaylanması esası getirilmiştir.
•Derneklerin ve siyasi partilerin kurulmasına izin verilmiştir.
 31 MART OLAYI (13 NİSAN 1909)
 II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, konumunu daha da güçlendirdi. Diğer taraftan Cemiyetten aradıklarını bulamayanlar ve yeni rejimi istemeyenlerin de sayısı küçümsenmeyecek derecede artmaktaydı.
 Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesinde “din elden gidiyor” propagandası da buna eklenince 13 Nisan (31 Mart) 1909’da İstanbul’daki Avcı Taburları isyan çıkardı. Bu isyan kısa sürede büyük şiddet hareketlerine dönüştü. Dahası İstanbul’daki ordu birliklerinin denetimi elden çıktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, İstanbul’da meydana gelen bu duruma müdahale etmek üzere, Edirne ve Selanik’teki askerî birliklerden yeni bir ordu oluşturdu ve İstanbul’a doğru yönlendirdi.
 OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMİNDE FİKİR AKIMLARI
 Osmanlıcılık
• Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu topraklar üzerinde asırlar boyunca yaşayabilmesi onun siyasi ve idari becerisi ile alakalıydı. Birçok farklı din ve etnik kökenli unsuru bir arada yaşatabilmek için de “Millet Sistemi” denilen bir sistemi hayata geçirilmiştir.
• Bütün Osmanlı unsurları bir arada yaşatma fikri diye tanımlanan Osmanlıcılık, 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edilince yeniden Osmanlıcılık fikrinin güç kazanacağı düşüncesi belirdi. Meşrutiyetin ilanından kısa bir süre sonra Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, savaş naralarının artması, Osmanlıcılık fikrine büyük bir darbe vurdu.
 İslamcılık
• Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu çıkmazlar karşısında ortaya çıkan fikir akımlarından biri de “İslamcılıktır”. Kavram; İslam dünyasında tecdid, ıslah, İttihad-ı İslam, Batı dünyasında ise Panislamizm gibi terkiplerle ifade edilmektedir.
 Türkçülük
• Milliyetçilik akımı etkisini önce yurt dışında yaşayan Türkler arasında gösterdi. Özellikle Rusların hâkimiyeti altında yaşayan Türkler, kendilerine reva görülen politikalara karşı Türk kimliğine sarılmışlar ve bunu bir özgürlük mücadelesi olarak algılamışlardı.
• Türkçülük fikrinin bir “kimlik” olarak ortaya çıkışı II. Meşrutiyet’ten sonra oldu. Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çalışmaları bu fikrin gelişmesine büyük ivme kazandırdı.
 Batıcılık
• Batıcılık çabaları II. Meşrutiyet'in ilanıyla yeni bir çehre kazandı. Batılılaşma toplumun en önemli sorunu olarak algılandı ve bu dönemde sistemleştirildi.
• Batıcıların toplum ve devlet hayatına dair ortaya koydukları somut isteklerinden birçoğu Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen inkılaplarla hayata geçirilmiştir.
 Teşebbüs-i Şahsî ve Âdem-i Merkezîyet
• Kişisel girişim ve yerinden yönetim anlamına gelen bu hareket Prens Sebahattin ve arkadaşlarının ortaya attığı ve geliştirdiği bir fikir hareketidir.
 Osmanlı’da Sosyalist Hareketler
• Meşrutiyet Dönemi fikir akımları içerisinde Osmanlı toplumu tarafından en az benimsenen hiç şüphesiz sosyalizmdir. Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyalist fikirler gayrimüslim azınlıklar tarafından gündeme getirilirken, bu fikirlerin merkezi ise Selanik ve Makedonya idi.
• Siyasi parti olarak Türk tarihinin ilk Sosyalist Partisi olan Osmanlı Sosyalist Fırkası ise 1910 tarihinde Hüseyin Hilmi tarafından kurulmuştur. İştirak, İnsaniyet, Sosyalist, Medeniyet adlı yayım organlarını çıkaran parti, parlamentoda temsil edilememiş, kurucusu Hüseyin Hilmi 1913 yılında dönemin Sadrazamı Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikast sonucu Kastamonu’ya sürülmüş, parti ise bundan dolayı kapanmıştır.
 İttihat ve Terakki Cemiyeti
• Paris’te bulunan ve Auguste Comte’un pozitivist görüşlerinden etkilenen Ahmet Rıza Bey, Meşveret gazetesini çıkarmış İttihat ve Terakki adında bir cemiyet kurmuştu.1895’te İstanbul’daki “İttihad-ı Osmanî Cemiyeti” mensuplarıyla bir şekilde irtibat kurulmuş ve Ahmet Rıza Bey’in etkisiyle cemiyetler birleştirilmiş ve yeni cemiyetin adı “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak belirlenmişti.
• Trablusgarp ve Balkan savaşlarıyla devletin onurunun kırıldığı gerekçesiyle tarihte “Babıâli Baskını” diye bilinen hareketle 23 Ocak 1913’te Kamil Paşa Hükûmeti devrilerek, yerine 24 Ocak’ta Mahmut Şevket Paşa Hükûmeti kuruldu. 11 Haziran’da Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesiyle yerine sadrazam olan Said Halim Paşa Hükûmeti Dönemi ise İttihat ve Terakkî’nin tam iktidar dönemi olarak değerlendirilir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. II. Abdülhamit Dönemi’nde devletin resmî ideolojisi olan fikir akımı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Osmanlıcılık b) Turancılık c) İslamcılık
d) Teşebbüs-i Şahsî ve Âdem-i Merkeziyet e) Batıcılık

2. Aşağıdakilerden hangisi II. Meşrutiyetin ilan edilmesinde etkin rol oynamıştır?
a) Hürriyet ve İtilaf Fırkası b) Millî Meşrutiyet Fırkası c) Ahrar Fırkası
d) İttihad-ı Muhammedî Fırkası e) İttihat ve Terakkî Cemiyeti

3. Mustafa Kemal Paşa’nın Şam’da II. Abdülhamit yönetimine karşı kurduğu cemiyet aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ahrar Fırkası b) Halaskâr Zabitân Grubu c) Hürriyet ve İtilaf Fırkası
d) Türk Ocağı e) Vatan ve Hürriyet Cemiyeti

4. Aşağıdakilerden hangisinde İslamcılık görüşü daha etkili olmuştur?
a) II. Abdülhamit Dönemi b) II. Meşrutiyet Dönemi c) I. Meşrutiyet Dönemi
d) Tanzimat Dönemi e) Islahatlar Dönemi

5. Aşağıdaki düşünce akımlarından hangisinin amacı çağı yakalamak, yenilikleri izlemektir?
a) Osmanlıcılık b) Turancılık c) İslamcılık d) Sosyalizm e) Batıcılık

6. Osmanlı Devleti’nde Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi fikir akımları etkilerini yitirdikten sonra güç kazanan yeni akım aşağıdakilerden hangisidir?
a) Halkçılık b) Âdem-i Merkeziyetçilik c) Reformculuk d) Türkçülük e) İnkılapçılık

7. Aşağıdakilerden hangisi 19. yy. sonları ile 20. yy. başlarında Osmanlı Devleti’nde görülen fikir hareketlerinden biri değildir?
a) Sömürgecilik b) İslamcılık c) Osmanlıcılık d) Türkçülük e) Batıcılı

8. Aşağıdakilerden hangisi “İslamcılık” fikrini savunan fikir adamlarından biri değildir?
a) Babanzade Ahmet Naim b) Gaspıralı İsmail c) Mehmet Akif
d) Muhammet Abduh e) Cemalettin Afganî

9. II. Meşrutiyet’in ilanını hızlandıran en önemli gelişme aşağıdakilerden hangisidir?
a) Berlin Kongresi’nin toplanması
b) Reval Görüşmeleri
c) Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilanı
d) Trbalusgarp Savaşı’nın çıkması
e) Rusya’da halk hareketlerinin başlaması

10. Derviş Vahdet’i tarafından kurulan ve 31 Mart İsyanı’nın çıkmasında etkili olan örgüt aşağıdakilerden hangisidir?
a) Teşebbüs-i Şahsî ve Âdem-i Merkeziyet
b) Hürriyet ve İtilaf Fırkası
c) Cemiyet-i İslamiye Hareketi
d) İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti
e) İttihat ve Terakki Cemiyeti

Cevap Anahtarı 1.c, 2.e, 3.e, 4.a, 5.e, 6.d, 7.a, 8.b, 9.b, 10.d

ÜNİTE - 5
TRABLUSGARP-BALKAN SAVAŞLARI VE SONRAKİ GELİŞMELER
Kuzey Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp ile birlikte Ege Denizi’ndeki stratejik öneme sahip On İki Ada bir daha geri dönmemek üzere 18 Ekim 1912’de Ouchy (Uşi) Antlaşmasıyla elimizden çıkmıştı. Bu savaşın hemen akabinde (1912-1913) Balkan savaşları başladı. Bu savaş sonuçları itibarıyla Türk milletinin siyasi tarihindeki en büyük felaketlerinden birini oluşturmuştur. Çünkü yaklaşık dört yüz seneden beri yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı.
TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912)
1871’de İtalya; siyasi birliğini kurduğunda sömürgeye elverişli toprakların çoğu paylaşılmıştı. İtalya’nın hedefi Tunus, Trablusgarp (Libya) ve Habeşistan’ı ele geçirip birleştirerek, Kuzey Afrika’da bir imparatorluk kurmaktı. Zaten bunu kendisine bir hak ve Roma’nın bir mirası olarak görmekteydi.
1881’de Tunus’un Fransızlar, 1882’de de Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edilmesi, Habeşistan’da ağır yenilgiler almaları İtalya’yı çok zor durumda bırakmıştı. Bu süreçte elini çabuk tutmak isteyen İtalya, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı önemli sorunlardan da faydalanarak Kuzey Afrika’daki topraklarını işgal etmek üzere harekete geçti.
Bütün dünyada sömürgecilik yarışları hızla devam ederken bu yarışta, İtalya siyasi birliğini henüz gerçekleştiremediği için, çok geç kalmıştı.
İtalya bu dönemde Avrupa’nın büyük devletleriyle Trablusgarp ile ilgili olarak gizli anlaşmalar yaptı. Örneğin İngiltere’nin Mısır’daki, Avusturya’nın Bosna Hersek’deki varlığını tanıyor, Fransa’nın Tunus’u ele geçirmesini ve Almanya’nın da Akdenizdeki çıkarlarını kabulleniyordu. Ayrıca Rusya’nın boğazlarda ve Balkanlardaki politikalarını destekleyeceğini açıklıyordu.
Böylece dış desteği de arkasına alan İtalya, 28 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne 24 saatlik bir ültimatom verdi. Bu ültimatomda;
“Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp ve Bingazi’nin gelişmesi için hiçbir şey yapmadığı, bu bölgenin İtalya kıyılarına yakınlık dolayısı ile kendileri için hayati önem taşıdığı, bu bölgeye medeniyet götürülmesinin zorunlu olduğu fakat bu konudaki İtalyan görüş ve fikirlerinin Osmanlı Devleti tarafından tasvip edilmediği ve İtalya’nın buradaki teşebbüslerinin de inatla engellendiği, şimdiye kadar Trablus ve Bingazi’de İtalyanların meşru faaliyetlerine karşı daimi bir düşmanlık göstermiş olan Osmanlı Devleti’nin şimdi kendi haysiyet ve menfaatleri ile ters düşmeyecek bütün iktisadi imtiyazları vermeye hazır olduğunu, bu konuda İtalya ile anlaşma yapmak istediğini, ancak İtalya hükûmetinin yapılacak olan bu anlaşmayı geçmişte yapılanları göz önünde bulundurarak faydasız gördüğünü, hatta daimi bir ihtilaf ve kavgaya sebebiyet vereceği ve bundan dolayı İtalya hükûmetinin böyle bir şeye yanaşmayacağını” dile getiriliyordu.
Deniz kuvvetinin yetersiz ve orada çok az sayıda kuvvetinin bulunması nedeniyle İtalyan saldırısına gereken cevabı veremiyordu. Ancak Trablusgarp halkının kendi savaşlarını kendilerinin verebilmesi için oraya Tunus ve Mısır üzerinden gönüllü subaylar gönderildi. Bunların arasında; Kolağası (Ön Yüzbaşı) Mustafa Kemal, Binbaşı Enver Bey, Eşref Bey (Kuşçubaşı), Fethi Bey (Okyar), Nuri Bey (Conker) gibi gönüllüler bulunmaktaydı. Trablusgarp’a giden gönüllüler, buradaki mahallî aşiretleri ve özellikle de Sünusileri örgütlediler.
İtalyanlar direnişi kırabilmek ve biran evvel sonuç alabilmek maksadıyla donanmalarıyla önce Çanakkale Boğazı’na, sonra da İstanbul’a saldırmak istediler ancak burada da sert direnişle karşılaşınca bu sefer de Rodos başta olmak üzere On İki Ada’yı işgal ettiler.
İtalyanlarla savaş bu şekilde devam ederken bu sefer de Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak kurarak saldırıya geçmesi, Trablusgarp Savaşı’nın gidişatını değiştirdi. Osmanlı Devleti, önceliği Balkanlara vermek zorunda kalınca bir an evvel barış yapmak için çareler aradı. İtalya ise o dönemde Osmanlı Devleti’nin iç karışıklığından ve Rusya’nın boğazlar üzerindeki isteklerinden de yararlanarak Osmanlı Devleti’ni barışa zorladı. Barış görüşmeleri için İsviçre’nin Uşi Kasabası’nda bir araya gelen taraflar 18 Ekim 1912’de Uşi Antlaşması’nı imzaladı. Böylece Trablusgarp Savaşı sona ermiş oldu.
Bu savaşın sonunda:
Osmanlı Devleti Kuzey Afrika’daki son toprağını da İtalyanlara bırakmak zorunda kaldı. (Trablusgarp ve Bingazi 1551'den 1912'ye kadar 361 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır.)
Rodos ve On İki Ada (geçici olarak) İtalyanlara bırakıldı.
BALKAN SAVAŞLARI
I. Balkan Savaşı
1850’lerden itibaren bağımsızlık için faaliyetlerini artıran azınlıklar, birer ikişer bağımsızlıklarını kazanırken diğer taraftan da büyük devletlerin de desteği ile kendi aralarında ittifaklar tesis etmeye çalışmışlardır.
Rusya ise bu süreçte Osmanlı Devleti üzerinde değişmeyen politikalarını gerçekleştirmek için bir taraftan Balkan topraklarını Slav devletleri arasında paylaştırırken, asıl amacı olan boğazları ele geçirmeyi hedefliyordu.
Avusturya’nın 5 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’i ilhakı Rusya’yı harekete geçirmişti. Avusturya’nın yayılmasını önlemek için Slavların birleşmesi gerektiğine inanan Rusya, özellikle Balkan halkları (Karadağ, Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan) arasında kalıcı bir ittifak kurabilmek için çalışmalarını hızlandırmıştı.
Osmanlı’ya karşı kurulmak istenen ittifakın bu aşamaya gelmesinde İtalya ile devam eden Trablusgarp Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti içerisinde yaşanan parti çekişmeleri, ordu içinde yaşanan yeni yapılanma, terhisler gibi sebepler de etkili olmuştur.
Yakaladığı fırsatları değerlendirmek isteyen Balkan devletleri, 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Osmanlı Devleti’ne ilk saldıran Balkan ülkesi Karadağlılardır. Beklenmedik bir süratle Bulgarlar İstanbul’u, Yunanlılar Selanik’i, Sırplar Arnavutluk’u, Karadağlılar İşkodra’yı ele geçirmek için harekete geçti.
Bu süreçte Sırpların emellerine karşı Arnavutlar bir meclis toplayarak bağımsızlıklarını ilan etti. Avusturya ve İtalya ise Arnavutluk’u tanıyarak gelişmeleri lehlerine çevirmeye çalıştılar. Almanya’nın ve Fransa’nın devreye girmesiyle Rusya geri adım atmak zorunda kaldı. Fransa Başbakanı Poincare’nin savaşa son vermek için bir konferans toplama çabaları sonucunda Londra’da bir konferansın toplanması kararı alınmıştır. Burada yapılan görüşmeler sonucunda 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalandı.
Buna göre Osmanlı Devleti;
Arnavutluk’un bağımsızlığını tanıyor,
Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklarını Balkan devletlerine bırakıyor,
Girit’i Yunanistan’a bırakıyor,
İmroz ve Bozcaada dışında tüm Ege adalarını Yunanistan’a bırakıyordu.
Babıâli Baskını (23 Ocak 1913)
I. Balkan Savaşı sonucu toplanan Londra Konferansı çalışmalarını sürdürürken İstanbul’da ise İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf fırka/partileri arasında çekişmeler hat safhaya çıkmıştı. Tarihte “sopalı seçimler” diye bilinen tartışmalar ve vuku bulan savaşların etkisiyle padişah V. Mehmet, Sadaret’e Ahmet Muhtar Paşa’yı getirdi. “Büyük Kabine” diye bilinen hükûmete İttihat ve Terakki’den kimse alınmamıştı. I. Balkan Savaşı yenilgiyle sonuçlanınca Ahmet Muhtar Paşa istifa etmek zorunda kaldı. Yerine Kamil Paşa Hükûmeti kuruldu. Yeni hükûmette de İttihat ve Terakki dışlanınca, İttihatçılar harekete geçti.
Balkan savaşlarında kaybedilen yerleri geri almak vaadiyle çalışmalarını yürüten İttihat ve Terakki, 23 Ocak 1913’te başta Enver ve Talat Beyler olmak üzere Babıali’ye (Sadarete) baskın yaparak Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürüp, Kamil Paşa’yı istifaya zorladılar ve Sadaret’e Mahmut Şevket Paşa’yı getirmek üzere de padişaha baskı yaptılar. Bu gelişmeler sonucunda Mahmut Şevket Paşa, hükûmeti kurmak üzere görevlendirildi. Böylece İttihat ve Terakki Fırkası ülke yönetimine el koymuş oldu.
Osmanlı Devleti bu dönemde iç politikada da ciddi sorunlar yaşamaya başladı. 11 Haziran 1913’te Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya suikast düzenlendi. Yerine Prens Said Halim Paşa, Sadarete getirildi. Ülkede seçimler yapıldı ve yeni meclis 14 Mayıs 1914’te açıldı.
II. Balkan Savaşı
II. Balkan Savaşı’nın görünen en önemli sebebi, Londra Antlaşması’yla Osmanlı ülkesini paylaşan Balkan devletlerinin bu paylaşımdan memnun olmamasıydı. Bu antlaşma ile en büyük payı alan Bulgaristan’a karşı Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya harekete geçmekte gecikmedi.
II.Balkan Savaşı Bulgaristan’a karşı yapılmıştır.
Balkanlarda ortaya çıkan yeni gelişmeleri fırsata çevirmek isteyen İttihat ve Terakki Hükûmeti, en azından Edirne’yi Bulgarlardan geri almak için Osmanlı ordusunun harekete geçmesini istemişti. Enver Bey’in komutasındaki Osmanlı ordusu, 22 Temmuz 1913’te Edirne’yi Bulgarlardan geri aldı. Gelişmeler Bulgaristan’ın aleyhine dönünce Bulgaristan barış için yapılacak tekliflere açık olduğunu ilan etti. Büyük devletlerin de araya girmesiyle savaşı kazanan Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya arasında 10 Ağustos 1913’te Bükreş Antlaşması imzalandı. Bu devletler Osmanlı topraklarını bu sefer de kendi aralarında şöyle paylaştılar: “Bulgaristan Kavala’yı Yunanistan’a; Silistre ve Dobruca’yı Romanya’ya; Manastır, Üsküp ve Piriştene’yi Sırbistan’a bırakıyor, ayrıca Karadağ’a da toprak veriyordu.” Osmanlı Devleti ise savaşın sonunda yeni sınırlarını belirlemek üzere Bulgaristan’la İstanbul Antlaşması’nı (29 Eylül 1913), Yunanistan’la Atina Antlaşması’nı imzaladı (14 Kasım1913).
Balkan savaşlarının denizlerdeki bölümünde ise malesef başarılı olunamadı ve Yunanlılar savaş yıllarında Taşoz, Limni, Sakız, Midilli ve On İki Ada’nın dışında bütün Ege adalarını ele geçirmiştir. Girit Adası kesin olarak Yunanistan’a terk edildi. Bu savaştan sonra İngiltere ve Fransa gibi büyük devletler, artık Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması yönündeki politikalarını terk etmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti bu tarihden itibaren Avrupa diplomasisinde yanlızlığa terk edilmiştir.
Savaşın oluşturduğu psikolojik tedirginlik yönetimde Osmanlıcılık politikalarının terk edilmesine ve Türkçülük politikalarının ön plana çıkmasına sebep olmuştur. Balkan savaşları başında Uşi Antlaşmasıyla İtalya’ya geçici olarak terk ettiğimiz On İki Ada’yı bu ülke savaştaki yenilgimiz sonrası kendi topraklarına kattığını açıklamıştır.
I. DÜNYA SAVAŞI VE SEBEPLERİ
Bu savaşın çıkış sebebi genel olarak XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan iki blok (üçlü ittifak-üçlü itilaf) arasındaki hassas dengenin bozulması olarak kabul edilse de, daha farklı özel sebeplerin var olduğu da bilinmektedir. Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz;
Ekonomik yayılma ve sömürgecilik politikaları,
Avrupa’da Almanya-Fransa, Balkanlarda Avusturya-Rusya arasındaki anlaşmazlıklar,
Milliyetçilik akımları,
Dinî ve kültürel yayılma politikaları,
Aşırı silahlanma ve militarizm duygularının ön plana çıkması,
Hanedan çekişmeleri,
Bloklaşmalar.
Ekonomik Yayılma ve Sömürgecilik Politikaları
I. Dünya Savaşı’nın en önemli nedeni, ekonomik rekabet ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sömürgecilik yarışıdır. XIX. yüzyılda sanayileşmenin hızla gelişmesi ve Sanayi İnkılâbı’nın gerçekleşmesi, sömürgeciliğin gelişmesine yol açmıştır. Özellikle Sanayi İnkılabı’nın iki temel kaynağı olan ham madde ihtiyacı ve pazar edinme gibi sebepler sömürgeci devletleri; Avrupa’nın dar sınırlarından çıkararak yeni kıtalara ve ülkelere yönlendirmiştir. Dolayısıyla bu sömürgeci devletlerin ekonomik çıkar çatışmaları, karşılıklı siyasi rekabete ve uyuşmazlıklara sebep olmuştur.
Ekonomik etkenlerin yanı sıra demografik etken yani artan nüfusu yeni topraklara yerleştirme isteği, sömürge alanlarını daha da genişletmiştir. Yine millî itibar ve büyüklük isteği, sömürgecilik politikasını 1870’ten sonra hızlandıran bir başka nedendir.
Güvenlik endişesi de sömürgeciliği hızlandıran başka bir nedendir. Zira sömürgeci devletler ellerindeki sömürgeleri korumak maksadıyla, sömürgeleri kendi yönetimleri altına alma gereğini duymuşlardır. Ayrıca sömürgeci büyük devletlerin çeşitli ülkelerde maden, demir yolu, deniz işletmeleri ve bankacılık gibi yatırımları vardı. Bunların korunması gerekliydi.
Sömürge imparatorluklarından en büyüğü İngiliz İmparatorluğu’ydu. Kurmuş olduğu sömürge imparatorluğuyla kendi ülke topraklarının 104 katı büyüklüğüne ulaştığından “üzerine güneş batmayan ülke” unvanını kazanmıştı.
Avrupa’da Almanya-Fransa, balkanlarda Avusturya-Rusya arasındaki anlaşmazlıklar
Alman Birliği’nin kuruluş aşamasında (1870-71) Fransa-Almanya Savaşı’nda Fransa’yı ağır bir yenilgiye uğratan Almanlar, Fransa’nın elinde bulunan Alsace-Lorraine Bölgesi’ni Alman İmparatorluğu’na katmışlardı. Fransızlar bu yenilgiyi ve Alsace-Lorraine Bölgesi’nin ellerinden çıkmasını hiçbir zaman hazmedememiş, bunu millî bir onur meselesi hâline getirmişlerdi.
Bu bölgeleri geri alınması gereken “yitirilmiş topraklar” olarak kabul etmişlerdi. Bu toprakları geri almak Fransız halkı için kutsal bir amaç hâline gelmişti. Diğer taraftan Balkanlar üzerinde de Avusturya-Rusya mücadelesi söz konusu idi.
Milliyetçilik
Milliyetçi akımlar Avrupa ülkelerinde özellikle Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Rusya ve Osmanlı imparatorlukları içerisinde yaşayan millî toplulukların üzerinde etkili olmuş bu topluluklarda kendi millî devletlerini kurma düşüncesi gelişmişti.
Diğer taraftan XX. yüzyılla birlikte büyük Avrupa devletlerinde beliren yeni milliyetçilik akımları ise devletin gücünü artırmaya, kendi milletini üstün görmeye yönelik politikaların kaynağı olmuştur. Avrupa milletleri mensup oldukları beyaz ırkı üstün tutarak, yeryüzünün kalabalık ırkı olan sarı ırkı ikinci sınıf insan olarak görüyorlardı. Ayrıca bununla da yetinmeyip kendi kavimlerini üstün görme siyasetini de güdüyorlardı.
Almanya’da Pangermanistler, Rusya’da Panslavistler, Fransa’da İntikamcılar (Boulanger), İtalya’da İrredentistler, İngiltere’de de İmparatorlukçular; 1907 yılından itibaren yaptıkları yayınlar ve kurdukları çeşitli birlik ve derneklerle ülkelerinin dış politikasını etkilemeye çalışmışlardır. İşte bu durum ve propagandalar milletlerarası rekabeti hızlandırmıştır.
Milliyetçilik fikirleri 1789 Fransız İhtilali ile bütün dünyaya yayılmıştır
Aşırı Silahlanma ve Militarizm Duyguları
Önce Almanya-İngiltere arasında başlayan bu silahlanma yarışı daha sonra diğer Avrupa devletlerini de etkilemiş silahlanmaya çok yüklü paralar ayırmışlardı. Aşırı silahlanma bu ülkeler arasındaki güvensizlik ortamını daha da artırmış, sorunların diplomatik yollarla değil, savaşarak çözülebileceği inancı hâkim olmaya başlamıştı. “Vuralım alalım” mantığı ön plana çıkmıştı.
Diğer taraftan silahlanma yarışı hızlanıp ordular güçlenince Avrupa devletlerinin genelkurmaylarının siyasal iktidarlarını savaş konusunda etkiledikleri, hatta siyasi iktidarların denetimleri dışında kendi aralarında birtakım anlaşmalara giriştikleri görülmüştür. Bütün bunlar çıkacak bunalımların barışçıl yollarla çözümlenmesi imkânını güçleştirmiştir.
Hanedan çekişmeleri
I. Dünya Savaşı öncesi Fransa hariç diğer devletler, krallık veya imparatorluk hanedanları tarafından yönetiliyorlardı. Rusya’da Romanoflar, Avusturya’da Habsburglar, Almanya’da, Hohenzollern, İngiltere’de Hanover hanedanları vardı. Bunlar birbirleriyle akraba idiler. Başka bir devlette kendi hanedan üyelerinin iş başına gelmesi için devamlı rekabet ediyorlardı. Çünkü bu durum kendi hanedanlarına itibar ve nüfuz kazandıracaktı.
Bloklaşma
Bloklaşma, Almanya’nın 1870’ten sonraki dış politikasının belirleyici unsuru olmuştur. Bu tarihten itibaren giderek güçlenen ve her alanda dönemin en büyük imparatorluğu İngiltere ile rekabet edebilecek konuma gelen Almanya, özellikle Başbakan Bismarck Dönemi’nde Avrupa’daki dengeleri kendi lehine yeniden düzenleyecek politikalar geliştirmeye başlamıştı.
Bu politikaların ilk adımı olarak 1872’de Rusya-Avusturya ve Almanya arasında Avrupa barışını korumak amacıyla “Üç İmparatorluk Ligi” nin temelleri atılmıştı. Ancak Balkanlar’daki Avusturya-Rusya arasındaki rekabetten dolayı bu ittifak yürümedi. Daha sonra 1879’da Almanya ile Avusturya arasında yeni bir ittifak yapıldı. Diğer taraftan İtalya’nın Fransa ile ilişkileri iyi değildi. Bir taraftan Fransa korkusu, diğer taraftan sömürgecilik yarışına katılma isteği İtalya’yı Almanya ile bir ittifaka yöneltti. 1882 yılında Almanya, Avusturya ve İtalya arasında Üçlü İttifak (Düvel-I Müttefika) denilen blok oluştu.
Almanya’nın öncülüğünde Üçlü İttifak’ın oluşması Avrupa’yı ikiye böldü. Almanya’nın Avrupa’daki politikasını kuşkuyla izleyen Fransa, ittifak arayışı içine girdi ve 1894’te Rusya ile anlaştı. Fransa ile İngiltere 1904’te aralarındaki anlaşmazlığı sona erdirerek yeni bir anlaşma imzaladılar. Onu 1907’de İngiltere ile Rusya arasında imzalanan anlaşma izledi. Böylece Üçlü İttifak’a karşı Üçlü İtilaf (Düvel-i Mü’telife) Bloku kurulmuş oldu. Artık Avrupa, Balkanlar ve Afrika’da meydana gelen olaylarda devletler değil, bu bloklar karşı karşıya gelmeye başladı.
Avrupa’da, karşılıklı menfaatler doğrultusunda oluşan “Üçlü İttifak” ve “Üçlü İtilaf” isimleriyle anılan bu bloklaşma politikaları, daha sonraki yıllarda da devam etmiştir.








ÖZET:
 TRABLUSGARP SAVAŞI
• İtalya’nın hedefi Tunus, Trablusgarp (Libya) ve Habeşistan’ı ele geçirip birleştirerek, Kuzey Afrika’da bir imparatorluk kurmaktı. Osmanlı Devleti'ne verilen ültimatomdan cevap geldiği gün İtalya, Trablusgarp’a asker çıkarmaya başladı. Bu gelişmelere rağmen Osmanlı Devleti buralara ordu gönderecek durumda değildi. Ancak İtalyanlara karşı Trablusgarp halkının kendi savaşlarını kendilerinin vermesi için oraya gönüllü subaylar gönderildi. Trablusgarp’a giden gönüllüler, aşiretleri ve özellikle de Sünusileri örgütledi.
• Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak kurarak saldırıya geçmesi, Trablusgarp Savaşı’nın gidişatını değiştirdi. Barış görüşmeleri için İsviçre’nin Uşi Kasabası’nda bir araya gelen taraflar 18 Ekim 1912’de Uşi Antlaşması’nı imzaladı. Böylece Trablusgarp Savaşı sona ermiş oldu.
 BALKAN SAVAŞLARI
 I. Balkan Savaşı
Osmanlı’ya karşı Balkanlarda kurulan ittifakın oluşmasında İtalya ile devam eden Trablusgarp Savaşı kadar Osmanlı Devleti’nin içerde yaşadığı parti çekişmeleri, ordu içinde yaşanan yeni yapılanma, terhisler gibi sebepler de etkili oldu. Yakaladığı fırsatları değerlendirmek isteyen Balkan devletleri, Ekim 1912’de Osmanlı’ya savaş ilan etti. Beklenmedik bir süratle Bulgarlar İstanbul’u, Yunanlılar Selanik’i, Sırplar Arnavutluk’u, Karadağlılar İşkodra’yı ele geçirmek için harekete geçti. Fransa Başbakanı Poincare’nin savaşa son vermek için bir konferans toplama çabalarıyla Aralık 1912’de Londra’da bir konferansın toplanması kararı alınmıştır. Burada yapılan görüşmeler sonucunda 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalandı.
 Babıâli Baskını
I. Balkan Savaşı yenilgiyle sonuçlanınca Ahmet Muhtar Paşa istifa etmek zorunda kaldı. Yerine Kamil Paşa Hükûmeti kuruldu. Yeni hükûmette İttihat ve Terakki dışlanınca, İttihatçılar harekete geçti. Balkan savaşlarında kaybedilen yerleri geri almak vaadiyle çalışmalarını yürüten İttihat ve Terakki, 23 Ocak 1913’te başta Enver ve Talat Beyler olmak üzere Babıali’ye (Sadarete) baskın yaparak Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürüp, Kamil Paşa’yı istifaya zorladılar ve sadarete Mahmut Şevket Paşa’yı getirmek üzere de padişaha baskı yaptılar.
 II. Balkan Savaşı
• Balkan Savaşı’nın görünen en önemli sebebi, Londra Antlaşması’yla Osmanlı ülkesini paylaşan Balkan devletlerinin bu paylaşımdan memnun olmamasıydı.
• Balkanlarda ortaya çıkan yeni gelişmeleri fırsata çevirmek isteyen İttihat ve Terakki Hükûmeti, en azından Edirne’yi Bulgarlardan geri almak için Osmanlı ordusunun harekete geçmesini istemişti. Enver Bey’in komutasındaki Osmanlı ordusu, 22 Temmuz 1913’te Edirne’yi Bulgarlardan geri aldı. İstanbul ve Atina antlaşmalarıyla Bulgaristan ve Yunanistan’da yaşayan Türkler “azınlık” statüsü kazandı.
 DÜNYA SAVAŞI VE SEBEPLERİ
 Ekonomik Yayılma ve Sömürgecilik Politikaları
XIX. yüzyılda sanayileşmenin hızla gelişmesi ve Sanayi İnkılabı’nın gerçekleşmesi, sömürgeciliğin gelişmesine yol açmıştır. Özellikle Sanayi İnkılabı’nın iki temel kaynağı olan ham madde ihtiyacı ve pazar edinme gibi sebepler sömürgeci devletleri; Avrupa’nın dar sınırlarından çıkararak yeni kıtalara ve ülkelere yönlendirmiştir. Dolayısıyla bu sömürgeci devletlerin ekonomik çıkar çatışmaları, karşılıklı siyasi rekabete ve uyuşmazlıklara sebep olmuştur.
 Avrupa’da Almanya-Fransa, Balkanlarda Avusturya-Rusya Arasındaki Anlaşmazlıklar
Avrupa’da Alman-Fransız anlaşmazlığı savaşın diğer sebeplerinden biridir. Fransa’nın elinde bulunan geniş tarım alanlarına sahip Alsace ile kömür ve demir yataklarının bulunduğu Lorraine bölgesi Fransa ile Almanya arasında her zaman anlaşmazlık konusu olmuştur.
 Milliyetçilik
1789 Fransız İhtilali ile bütün dünyaya yayılan milliyetçilik fikirleri, I. Dünya Savaşı öncesi bütün dünyada millî toplumların yalnız cankurtaran simidi değil, aynı zamanda ideallerinin gerçekleşmesine imkân veren akım olmuştu. XX. yüzyılla birlikte büyük Avrupa devletlerinde beliren yeni milliyetçilik akımları ise devletin gücünü artırmaya, kendi milletini üstün görmeye yönelik politikaların kaynağı olmuştur.
 Dinî ve Kültürel Yayılma Politikaları
Sömürgeci devletler dünya çapında uyguladıkları ekonomik ve siyasi yayılma politikalarına paralel olarak gittikleri yerlere kendi dinlerini ve kültürlerini de götürüyorlardı. Hatta çoğu yerde dinî ve kültürel yayılma politikaları daha da ağır basıyordu.
 Aşırı Silahlanma ve Militarizm Duyguları
I. Dünya Savaşı’nın önemli nedenlerinden biri de aşırı silahlanma ve buna bağlı olarak militarizm duygularının ön plana çıkmasıdır. Özellikle Almanya siyasi birliğini tamamladıktan sonra sanayisinin bir bölümünü savaş sanayine ayırarak deniz ve kara ordularını çok güçlendirmişti.
 Hanedan Çekişmeleri
Rusya’da Romanoflar, Avusturya’da Habsburglar, Almanya’da, Hohenzollern, İngiltere’de Hanover hanedanları vardı. Bunlar birbirleriyle akraba idiler. Başka bir devlette kendi hanedan üyelerinin iş başına gelmesi için devamlı rekabet ediyorlardı. Çünkü bu durum kendi hanedanlarına itibar ve nüfuz kazandıracaktı.
 Bloklaşma
I. Dünya Savaşı’nın sebeplerinden biri olan bloklaşma, Almanya’nın 1870’ten sonraki dış politikasının belirleyici unsuru olurmuştur. İtalya’nın Fransa ile ilişkileri iyi değildi. Bir taraftan Fransa korkusu, diğer taraftan sömürgecilik yarışına katılma isteği İtalya’yı Almanya ile bir ittifaka yöneltti. Böylece 1882 yılında Almanya, Avusturya ve İtalya arasında Üçlü İttifak denilen blok oluştu.
DEĞERLEDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi I. Dünya Savaşı’nın nedenlerinden biri değildir?
a) Ekonomik yayılma politikaları
b) Hızlı silahlanma ve militarizm
c) Hanedan çekişmeleri
d) Alses-Loren Bölgesi yüzünden Alman-İngiliz anlaşmazlığı
e) Balkanlarda Rus-Avusturya anlaşmazlığı
2. Trablusgarp Savaşı’na Osmanlı Devleti’nin asker gönderememesinin sebebi aşağıdakilerden hangisidir?
a) Mısır’ın İngiltere’de olması ve donanmanın zayıflığı
b) İhtiyaçların karşılanamamış olması
c) Askerin isyan etmiş olması
d) Trablusgarp’ta güçlü bir Osmanlı ordusunun bulunması
e) Trablusgarp’ın stratejik önemini kaybetmesi
3. Osmanlı Devleti aşağıdaki yerlerden hangilerini II. Balkan Savaşı’nda geri almıştır?
a) Arnavutluk – Romanya b) Girit - Yanya c) Selanik - Makedonya
d) Ege adaları - On İki Ada e) Edirne - Kırklareli
4. Aşağıdakilerden hangisi Balkan savaşlarının sebeplerinden biri değildir?
a) Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan atılmak istenmesi
b) Rusya’nın Balkanlardaki emperyalist faaliyetleri
c) Rusya ve İngiltere’nin ortak Balkan politikaları
d) Balkan devletlerinin Osmanlıya karşı düşmanca politikaları
e) Osmanlı ordusunun güçsüz olması
5. Trablusgarp Savaşı’nı ve I. Balkan Savaşı’nı sona erdiren antlaşma aşağıdakilerden hangisinde doğru verilmiştir?
a) Uşi Antlaşması - Londra Antlaşması
b) İstanbul Antlaşması - Londra Antlaşması
c) Uşi Antlaşması - Bükreş Antlaşması
d) Bükreş Antlaşması - Londra Antlaşmas
e) İstanbul Antlaşması - Bükreş Antlaşması
6. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nin Balkan savaşları sonunda kaybettiği topraklardan değildir?
a) Batı Trakya b) Makedonya c) Bosna-Hersek d) Ege adaları e) Arnavutluk
7. I. Balkan Savaşı sonunda Osmanlı topraklarının paylaşılması konusunda anlaşamayan Balkan devletleri aşağıdakilerden hangisine savaş açmıştır?
a) Yunanistan b) Sırbistan c) Karadağ d) Osmanlı Devleti e) Bulgaristan
8. Balkan savaşları sonunda aşağıdaki fikir akımlarından hangisi ön plana çıkmıştır?
a) Osmanlıcılık b) İslamcılık c) Batıcılık d) Türkçülük e) Âdem-i Merkezîyetçilik
I. Orduya siyasetin girmesi
II. Balkanlarla ilgili istihbarat zafiyeti
III. Trablusgarp’ın elden çıkması
9. Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri Osmanlı Devleti’nin I. Balkan Savaşı’nı kaybetme sebepleri arasındadır?
a) Yalnız I b) Yalnız II c) I ve II d) I ve III e) I, II ve III
10. I. Dünya Savaşı öncesi ortaya çıkan Üçlü İttifak Grubu, hangi ülkenin öncülüğünde oluşturulmuştur?
a) Almanya b) İngiltere c) Fransa d) Rusya e) İtalya




Cevap Anahtarı 1.d, 2.a, 3.e, 4.c, 5.a, 6.c, 7.e, 8.d, 9.c, 10.a



ÜNİTE - 6
I. DÜNYA SAVAŞI VE OSMANLI DEVLETİ
I. Dünya Savaşı; insanlık tarihinin görmüş olduğu en büyük çaplı ilk büyük savaş ve felakettir. Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan azınlıklar Fransız İhtilali’nin etkisiyle milliyetçilik fikirlerine sarılıp bağımsızlık hareketlerini artırmışlardı. Diğer taraftan son iki yüz yıldır içerisinde yaşadığı siyasi, askerî, ekonomik, sosyal çalkantılar ve toprak kayıpları yüzünden iyice zayıflamıştı.
Osmanlı Devleti “Eski gücümü yeniden kazanıp kaybettiğim toprakları geri alabilir miyim?” düşüncesiyle, dönemin yöneticilerinin de etkisiyle Avrupa’daki bloklaşma hareketlerinin içerisine dâhil oldu. Özellikle Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni kendi yanına çekmek için yaptığı çabalar sonucunda Üçlü İttifak Grubu içerisinde yerini aldı. Bir oldu-bittiyle de 11 Kasım 1914’de resmen savaşa katıldı.
Dönemin Padişahı V. Mehmet Reşad, 14 Kasım 1914’te “Cihad-ı Ekber” (Büyük Cihad) ilan ederek dünyadaki bütün Müslümanları Halife’nin yanında savaşa davet etse de beklenilen netice alınamadı.
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN BAŞLAMASI
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bünyesinde yaşayan Sırplar, Avusturya yönetiminden memnun değillerdi. Bu nedenle sık sık isyan çıkarıp ayaklanıyorlardı. Onların bu hareketlerine Sırbistan Devleti de gizliden gizliye yardım ediyordu. Avusturya hükûmeti ise isyanları şiddetle bastırıyor, Sırp ahali üzerinde baskı uyguluyordu.
28 Haziran 1914’de eşi ile birlikte Saraybosna’yı ziyaret eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand ve karısı, Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından suikast sonucu öldürülünce savaş kıvılcımı barut fıçısına sıçramış oldu. Suikastın altında yatan sebep Sırpların Avusturya’ya karşı duydukları kin ve nefretti.
Bu olaydan Sırbistan’ı sorumlu tutan Avusturya iç işlerine karıştığı gerekçesiyle önce bir nota vererek suçlu veya suçluların kendilerine teslim edilmesini istedi ve bir aylık süre tanıdı. Ancak Sırbistan Rusya’dan aldığı destek üzerine bu notayı reddetti. Bunun üzerine Avusturya 28 Temmuz 1914’te Belgrat’ı bombalayarak Sırbistan’a savaş ilan etti.
Rusya’nın Sırbistan’ın yanında, Almanya’nın da Avusturya’nın yanında yer alması kaçınılmaz olmuştu. Rusya, 31 Temmuz 1914’te genel seferberlik ilan etti.
Rus seferberliğinin savaş ilanı sayılacağını daha önce açıklamış bulunan Almanya, bunun durdurulmasını istedi ve olumlu bir cevap alamayınca, 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya, 3 Ağustos 1914’te Fransa’ya savaş ilan etti. 4 Ağustos 1914’te Belçika’ya saldırdı. Almanya’nın Belçika’ya saldırısı İngiltere’yi tehdit ettiğinden, İngiltere de 4 Ağustos 1914’te Almanya’ya savaş ilan etti. Avusturya da 6 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan etti. Görüldüğü gibi bu olay, Avrupa’yı bir hafta içinde dünya çapında bir savaşın içine sürüklemiştir.
I. Dünya Savaşı’nda askerî harekât 2 Ağustos 1914’te Almanların Lüksemburg’u işgali ve ardından Belçika üzerinden Fransa’ya saldırmasıyla başlamıştır.
Murat Sarıca’ya göre Alman harekâtının temelinde “Sclieffen Planı” vardı. Bu plana 1900 yılında Alman Genelkurmay Başkanı Sclieffen tarafından hazırlandığı için bu isim verilmişti. Plana göre; Almanya ilk önce büyük kuvvetleriyle Fransa’ya saldıracak, bu devleti altı hafta içerisinde kesin yenilgiye uğrattıktan sonra yönünü Rusya’ya çevirecekti. Ancak işler Scleiffen Planı’nda öngörüldüğü şekliyle gelişmedi. Almanlar başlangıçta hızla ilerlemelerine rağmen, Fransızları umdukları süre içerisinde kesin yenilgiye uğratamadılar. Fransızlar, eylül başında Paris yakınlarındaki Marne Nehri üzerinde kuvvetli bir savunma hattı oluşturdular ve Almanları durdurdular. Bunun üzerine harekât savaşı, yerini uzun ve yıpratıcı bir siper savaşına bıraktı.
Doğu Cephesi’ne gelince; Rus orduları Avusturya-Macaristan ordularını büyük bir hezimete uğrattı. Bunun üzerine Almanlar batı cephesindeki birliklerinin bazılarını doğuya göndererek Rus ilerlemesini Eylül 1914 başlarında durdurdu. Bundan sonra tıpkı Batı Cephesi’nde olduğu gibi doğudaki savaşlarda Rusya’nın Baltık sınırından başlayarak Romanya’ya kadar uzanan çizgide düğümlenmiş ve siper savaşlarına dönüşmüştü.
Avusturya orduları ise ilk önce Belgrat’ı ele geçirdilerse de Sırpların büyük direnişi karşısında Belgrat’ı tekrar geri vermek zorunda kaldılar. Karpatlar Bölgesi’nde de Ruslar’a yenildiler. Galiçya, Ruslar’ın eline geçti. Ancak o sırada savaşa katılmış olan Osmanlı Devleti’nin göndermiş olduğu birlikler ve Almanların yardımı ile karşı saldırı sonucu Ruslar geri püskürtülmüştür.
Üçlü İttifak’ın diğer üyesi olan İtalya ise, bu ittifakın kendisine yeterince sömürge edinme imkânı vermediği düşüncesi ile I. Dünya Savaşı henüz başlamadan önce bu bloktan yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştı. Nitekim savaş başladıktan sonra Üçlü İttifak Bloğu’nun içinde bulunmasına rağmen Avusturya- Macaristan’ın kendisine danışmadan Sırbistan’a savaş ilan ettiğini ileri sürerek, savaşa katılmayacağını ve tarafsız bir politika izleyeceğini belirtti.
Üçlü İtilaf Devletleri, 26 Nisan 1915’te imzaladıkları Londra Anlaşması’nda İtalya’ya Avusturya-Macaristan, Arnavutluk ve Osmanlı topraklarından pay verince, İtalya Üçlü İtilaf Devletleri’nin yanında yer alarak mayıs sonlarında Avusturya-Macaristan’a savaş ilan etti.
Bulgaristan da savaşa katılırken İtalya gibi toprak ihtiraslarını gerçekleştirmek amacı ile hareket etmiştir. Bulgaristan II. Balkan Savaşı’nda kaybettiği toprakları tekrar kazanmak istiyordu. Her iki blokta Bulgaristan’ı kendi yanlarına almak suretiyle, Balkanlar’daki kuvvet dengesini kendi lehlerine değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Zira 1915 Mart ayında Çanakkale Cephesi’nin açılması Osmanlı Devleti’ni güç durumda bırakmış, Almanya’nın yardımına ihtiyaç duymuştu. Bulgaristan Osmanlı Devletini, Merkezî Devletler’e birleştiren en önemli hattı.
Bu savaş başlamadan önce Üçlü İttifak Bloku’na dâhil olan Romanya, İtalya gibi önce tarafsız bir politika izlemeyi uygun buldu. Daha sonra 17 Ağustos 1916’da İtilaf Devletleri’nin yanında yer alarak anlaşma imzaladı ve ağustos sonlarında da savaşa girdi.
Diğer taraftan Yunanistan ise 1917’ye kadar savaş dışında kalmayı başardı. Ancak Osmanlı Devleti aleyhine büyüme tutkusu yüzünden 26 Haziran 1917’de Üçlü İtilaf Devletleri’nin yanında yer alarak savaşa dâhil oldu.
Başlangıçta bir Avrupa savaşı gibi görünen bu savaşın kısa süreceği düşünülüyordu. Ancak Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ile savaşın cephe sayısı artmış, diğer taraftan savaşın sömürgelere ve denizaşırı ülkelere yayılması, ABD, Japonya gibi diğer kıta ülkelerinin de bu savaşa katılmasıyla bir dünya savaşına dönüşmesine sebep olmuştur. Avrupa’daki bunalımdan istifade eden Japonya ise 23 Ağustos 1914’te Almanya’ya savaş ilan ederek Almanya’nın Uzak Doğu’daki sömürgelerini ele geçirdikten sonra Kasım 1914’te savaştan çekilmiştir.
BÜYÜK DEVLETLERİN OSMANLI DEVLETİ ÜZERİNDEKİ EMELLERİ
Osmanlı Devleti, jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı tarih boyunca çatışmaların merkezi olmuştur. Bulunduğu konumu itibarıyla Akdeniz ve Orta Doğu’nun, doğu-batı ve kuzey-güney ekseni üzerinde bir köprü durumundadır. Bu devletlerin emellerini şöyle sıralayabiliriz;
 İngiltere’nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
Sömürgecilikte dünyanın en güçlü devleti olan İngiltere’nin Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumuyla doğrudan ilişkilidir. Hindistan ve Uzak Doğu’daki sömürgelerine giden yolların ve zengin petrol yataklarına sahip Orta Doğu coğrafyasının Osmanlı Devleti’nin elinde bulunması, aynı zamanda iyi bir pazar olması, İngiliz politikalarına yön veren hususlardır.
İngiltere, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünden yana siyaset izlemiştir.
Fransa’nın Mısır’a saldırısı, Rusya’nın boğazlara egemen olma isteği İngiltere’nin Osmanlının yanında yer almasını ve Osmanlıya yardım etmesini sağlamıştır. Ancak Osmanlı Devleti, 1877-1878 (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı’nı kaybedince, İngiltere Osmanlı Devleti’ne yönelik politikalarını değiştirdi. Osmanlı Devleti’nin kendi bağımsızlığını koruyamayacak duruma düştüğüne hükmederek Kıbrıs ve Mısır’ı işgal etti. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki parçalama projelerinde de yer alan İngiltere, Ermeni Meselesi’nde de birinci derecede rol oynamış ve Osmanlı Devleti’nin yıkılışında oldukça etkili olmuştur.
 Rusya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
Çar I. Petro’dan itibaren İstanbul’u ele geçirmek ve sıcak denizlere inmek düşüncesi, Rus dış politikasının temelini oluşturmuştur. Bunun için de kendisine engel gördüğü Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca politikalar izlemekten geri durmamıştır.
Özellikle 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan Ortodoks Hristiyanların haklarını koruma bahanesiyle, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaya başladı. Osmanlı Devleti içerisinde çıkan birçok isyanda Rusya’nın etkisi görülmüştür. Diğer taraftan Kırım Savaşı’nda istediğini elde edemeyince, Balkanlarda yaşayan Slav ırkına mensup toplumları bir araya getirmeye yönelik politikalar izlemeye başlamış ve bu bölgedeki milliyetçilik hareketlerini desteklemiştir. 1877-1878 Savaşı’ndan sonra ise Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtarak günümüze kadar süren Ermeni Meselesi’nin yaratıcısı olmuştur.
 Fransa’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
Osmanlı Devleti, güçlü olduğu dönemlerde Fransa’ya verdiği “Kapitülasyon” adı verilen imtiyazlarla, diğer Avrupa devletlerinden daha farklı ayrıcalıklar tanımıştı. Birçok sömürgesini İngiltere’ye kaptıran Fransa, önce kendisine yakın bölgelerdeki Osmanlı topraklarına göz dikti. 1789’da Mısır’a saldırdı, 1830’da Cezayir’i daha sonra da Tunus ve Fas’ı işgal etti.
Daha sonraki dönemlerde ise Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasıyla ilgili olarak yapılan gizli proje ve antlaşmalarda yer aldı. Diğer büyük Avrupalı devletler gibi Fransa da Osmanlı toprakları üzerinde emperyalist politikalar sürdürmüştür.
 İtalya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
İtalya siyasi birliğini tamamladıktan sonra sömürgecilik yarışında diğer Avrupa devletlerinden geri kalmamak için çaba harcamıştır. Dünyanın büyük bir bölümü diğer Avrupalı devletler tarafından sömürgeleştirildiği için Osmanlı Devleti topraklarına göz dikerek bu devletin aleyhine genişleme politikası gütmüştür. Bu amaçla 1911’de Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp’a saldırmış, ardından Rodos ve Oniki Ada’yı işgal etmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’ne karşı tavrını açıkça ortaya koymuştur.
İtalya, I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin yanında yer aldıktan sonra, onların aralarında gerçekleştirdiği Osmanlı Devleti aleyhindeki gizli antlaşmalara da katılmıştır. Önceleri İzmir ve çevresine göz diken İtalya, bunu elde edemeyince Antalya ve çevresini almayı planladı. Ancak Türk Millî Mücadelesi buna fırsat vermedi.
 Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
II. Viyana Kuşatması’na kadar Osmanlı Devleti bu devlete karşı hep üstünlük sağlamıştır. Fakat 1683’ten (II. Viyana Kuşatması) itibaren şartlar Osmanlı Devleti aleyhine gelişme göstermiş, 1699 Karlofça Antlaşması’yla Macaristan’ı Avusturya’ya bırakmak zorunda kalmıştır. Daha sonraki yıllarda Balkanlar’da Osmanlı Devleti aleyhine genişleme politikaları gütmüş, Osmanlı’nın Balkanlar’daki topraklarına göz dikmiştir.
Balkanlar’da çıkan isyanları Rusya ile birlikte desteklemiştir. 1908 yılında Bosna-Hersek topraklarını kendi topraklarına katmıştır. Bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’nda ise Osmanlı Devleti’yle aynı blokta yer almıştır.
OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA GİRMESİ VE SAVAŞTIĞI CEPHELER
Trablusgarp ve özellikle Balkan savaşları, devletin içinde bulunduğu ekonomik, siyasi ve askerî yöndeki çaresizliğini bütün açıklığıyla ortaya çıkarmıştı. Bu yenilgiler uluslararası alanda Osmanlı Devleti’ni siyasi olarak yalnızlığa itmişti. Batılı devletler tarafından tekrar gündeme getirilen “Ermeni Meselesi”, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da reform talepleri, artık sıranın Anadolu’nun da parçalanmasına geldiği endişesini doğurmuştu.
Osmanlı Devleti yöneticileri daha I. Dünya Savaşı başlamadan önce bir dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu, çıkacak savaşta Osmanlı Devleti’nin katılsa da katılmasa da topraklarının paylaşılmasının bu savaşın asıl nedenlerinden biri olduğunu bilmekteydiler.
Maliye Nazırı Cavit Bey’in 1911’de İngiltere ile Bahriye Nazırı Cemal Bey’in de 1914 yılında Fransa ile ittifak teşebbüsleri reddedilmişti. Aslında Osmanlı Devleti’nin İtilaf Grubu’na kabul edilmemesinin en önemli sebebi, her an çıkması beklenen bir genel savaşta paylaşılması düşünülen pasta olarak görülmesidir. İngiltere ve Fransa, Osmanlı’yı müttefik değil, taşınılacak bir yük olarak görüyorlardı. Diğer taraftan I. Dünya Savaşı öncesi ortaya çıkan bir gelişme de Türk kamuoyunda İngiltere aleyhine bir havanın doğmasına sebep olmuştu. İngiltere, parasını ödediği hâlde iki savaş gemisini Osmanlı Devleti’ne vermemişti.
Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında savaşa girme nedenlerini şöyle sıralayabiliriz;
İtilaf Devletleri’nin XIX. yüzyıldan beri Osmanlı’ya karşı izlemiş oldukları düşmanca politikalar,
Son savaşlarda kaybedilen toprakların geri alınmak istenmesi,
Almanya’nın savaştan galip çıkacağı düşüncesi,
Türk-Alman dostluğu,
Rusya’nın dağılması hâlinde büyük Turan İmparatorluğu kurulabileceği düşüncesi
Türk-Alman gizli ittifak görüşmeleri 27 Temmuz 1914’te İstanbul’da başlamış, 2 Ağustos 1914’te de ittifak anlaşması imzalanmıştır. Buna göre:
İki devlet, Avusturya ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık göstereceklerdir.
Almanya, Avusturya’nın yardımına gitmek zorunda kalırsa, Osmanlı Devleti de savaşa katılacaktır.
Osmanlı Devleti tehdit altında kalırsa, Almanya Osmanlı Devleti’ni silahla savunacaktır.
İttifak, 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan biri feshetmezse, beş yıl için yeniden yürürlükte olacaktır.
Almanyanın 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan ettiği düşünülürse hükûmet bu anlaşmayı imzalarken Avrupa’da başlamış olan savaşa girmeyi peşin olarak kabul ediyordu. Osmanlı Hükûmeti ittifak antlaşmasını imzaladığı gün, genel seferberlik ilan etti ve Mebuslar Meclisi’ni dağıttı. İki gün sonra da tarafsızlığını ilan etti. Oysa Almanya Osmanlı Devleti’ni biran önce savaşa sokmak istiyordu. Bunun nedenlerine gelince;
Avrupa’nın sayıca en kalabalık ordularından biri olan Türk ordusunun yeni ve modern silahlarla donatılıp, Alman subaylarının sevk ve idaresine alınması hâlinde bu ordudan fazlasıyla istifade edilebilirdi.
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi hâlinde bu devletin toprakları üzerinde birden fazla cephe açılacak, bu da Avrupa cephelerinde Alman ordularını rahatlatacaktı.
Stratejik önemi olan boğazlar kapatılacak. Böylece Rusya’nın İngiltere ve Fransa ile irtibatı kesilecekti.
Osmanlı Devleti savaşa girdiği takdirde Almanya bu ülkenin topraklarının her kesiminden ve her türlü imkânlarından faydalanabilirdi.
Süveyş Kanalı kapatılmak suretiyle İngilizler zora sokulabilirdi.
Osmanlı Devleti’nin Halifelik gücünden istifade edilerek, bu savaşa girişi dinî bir sebebe dayandırıp İngiliz, Fransız sömürgelerindeki Müslümanlar ayaklandırılacak, Rusya’daki Müslümanlar da harekete geçirilecekti.
Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmiş olmasına rağmen Almanya’nın çabaları ve gelişen diğer olaylar nedeniyle Almanya’nın yanında savaşa girmeye sürüklenmiştir. Akdenizde dolaşan Göben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisinin, İngilizlerin takibinden kaçarak Çanakkale Boğazı’na yönelmeleri ve bunlara geçiş izni verilmesi (11 Ağustos 1914) devletin savaşa fiilen itilmesine sebep oldu.
İtilaf Devletleri, bu gemileri himayesine almakla Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını bozduğunu, bu gemileri kendi karasuları dışına çıkarmadığı takdirde savaş ilan edeceklerini 17 Ağustos’ta verdikleri bir nota ile Osmanlı Devleti’ne bildirdiler. Osmanlı Devleti çok zor durumda kalmıştı. Bir taraftan müttefiki Almanya’nın baskısı, diğer taraftan İtilaf Devletleri’nin savaş tehdidi karşısında çareyi bu gemileri satın aldığını ilan ederek, bu olayların İtilaf Devletleri’yle bir harbe dönüşmesini bir an için önlemiş oldu.
Gemilere Türk bayrağı çekildi, Göben’e (Yavuz), Breslau’ya da (Midilli) isimleri verilerek Osmanlı donanmasına katıldı. Enver Paşa’nın emri ile Amiral Şöson kumandasında, aralarında Yavuz ve Midilli’nin de bulundukları on bir parçadan oluşan Osmanlı donanması, 29 Ekim 1914’te Karadeniz’e açılarak Rusya’nın Odesa ve Sivastopol limanlarını bombaladı.
Rusya 3 Kasım’da, İngiltere ve Fransa ise 5 Kasım’da savaş ilan etti. Osmanlı Devleti de bunlara 11 Kasım’da resmen savaş ilan etti. Padişah V. Mehmet Reşad, 14 Kasım 1914’te “Cihad-ı Ekber” (Büyük Cihad) ilan ederek bütün Müslümanları Halife’nin yanında savaşa davet etti. Ancak beklenilen netice çıkmadı.
Osmanlı Devleti bu savaşta şu cephelerde savaşmak zorunda kalmıştır:
Doğu Cephesi: Kafkas
Güney Cephesi: Mısır (Kanal cephesi), Irak, Suriye, Filistin Hicaz, Yemen
Batı Cephesi: Galiçya, Romanya, Makedonya
Çanakkale Cephesi
 Doğu Cephesi
 Osmanlı orduları ilk olarak Kafkas Cephesi’nde Sarıkamış Harekâtı’yla Ruslara karşı savaşmıştır.
 Almanya’nın cephelerde rahatlamasını sağlamayı, Rus işgali altındaki Türkleri kurtarmayı ve Bakü petrollerinin ele geçirilmesini amaçlamıştır,
 Bir taarruz cephesidir.
 Enver Paşa komutasındaki Türk ordusu 20 Aralık 1914’te Ruslara karşı harekâta başladı.
 Osmanlı orduları ilk olarak Kafkas Cephesi’nde Sarıkamış Harekâtı’yla Ruslara karşı savaşmıştır. Şiddetli kış yüzünden çok sayıda askerin donarak ölmesi ile bu harekâtta istenilen amaca ulaşılamadı ve geri çekilmek zorunda kalındı.
 1916 yılı başlarında taarruza geçen Ruslar şubat ayında Erzurum’u, martta Bitlis’i, nisanda Trabzon’u, temmuzda da Erzincan ve Muş’u ele geçirdiler. Bir süre sonra hemen hemen bütün Doğu Anadolu’yu işgal ettiler. Bu arada Ruslarla iş birliği yapan Ermeniler de harekete geçtiler. Türk askerinin cephelerde olmasından istifadeyle bölgede katliamlara başladılar.
 Çanakkale Savaşı’ndan sonra Kolordu Komutanı olarak atanan Mustafa Kemal Paşa, Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri almıştır.
 1917 yılında Rusya’da çıkan Bolşevik İhtilali’nden sonra, (3 Mart 1918) Brest-Litowsk Antlaşması’yla cephe kapanmış ve Ruslar bu bölgelerden çekilmek zorunda kalmışlardır.
 Güney Cephesi
 Süveyş Kanalı’na yapılan seferdir.
 İngilizlerin 1914 yılında Mısır’ı kendi topraklarına kattığını ilan etmesi üzerine Cemal Paşa komutasındaki birliklerimiz Süveyş Kanalı’na hücum etti. Kanal Harekâtı da denilir.
 Bu savaşın amacı, 1882 yılında kaybedilen Mısır’ı tekrar Osmanlı topraklarına katmak ve İngiltere’nin sömürgelerine giden en kısa yol üzerinde bulunan Süveyş Kanalı’nı ele geçirmekti.
 Bu harekât Almanların teşvik ve isteği ile başlatıldı.
 Bölgeye yapılan iki taarruzun da başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra İngilizler, Suriye-Filistin Cephesi’ni açmış ve Kudüs’ü işgal etmişlerdir.
 Suriye ve Filistin Cephesi’ne Mustafa Kemal Paşa buradaki Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı görevine atanmıştır.
 Mustafa Kemal Paşa, ordusunu Şeria Nehri’nin doğusuna çekmiş ve Şam yönünde geri çekilmek suretiyle imhadan kurtarmış ve Halep ve Hatay’a çekilmiştir.
 İngilizler Araplarla birlikte Halep’in kuzeyinde Türk birliklerine saldırdılar. VII. Ordu bu saldırıya karşı koyarak düşmanı yendi. Bu Suriye ve Filistin’de kazanılan son Türk zaferi idi.
 Türk ordularının savaştığı bir başka cephe Sina, Hicaz ve Yemen’dir. Bir yandan İngiliz birlikleri diğer yandan İngilizlerle iş birliği yapan Mekke Emiri Şerif Hüseyin kuvvetleri ile uğraşmak zorunda kalmışlardır
 Irak Cephesi’nde ise 1914’te Basra’ya asker çıkaran İngilizler, Abadan petrollerini korumak ve kuzeye doğru ilerleyerek Ruslarla birleşip Anadolu’yu çember içine almak istiyorlardı. Diğer taraftan Türk kuvvetlerinin İran’a girmesini engelleyip, buradan Rusya’ya yardım etmek amacında idiler.
Savaşın ilk yıllarında Türk orduları büyük başarılar elde ettiler. Selman-ı Pak ve Kûtü’l-amare’de İngilizler yenilgiye uğradılar ve 1915 yılı sonunda kuvvetlerinin üçte birini kaybederek geri çekilmek zorunda kaldılar. Genaral Towsend komutasındaki 18.000 kişilik İngiliz kuvvetleri Kûtü’l-amare’de teslim alındı. Fakat bir süre sonra İngilizler, daha fazla bir kuvvetle saldırıya geçtiler. 1917 yılında Bağdat, İngilizlerin eline geçti. 1918’de ise zengin petrol yataklarına sahip Kuzey Irak’ı tamamen ele geçirdiler.
 Batı Cephesi
Bu cephede Türk birlikleri Galiçya, Romanya ve Makedonya’da müttefiklerine yardım amacıyla savaşmıştır. Romanya, İtilaf Devletleri yanında savaşa katılınca Almanya, Avusturya- Macaristan ve Türk kuvvetleri Galiçya’da ortak bir cephe açtılar. Romanya kuvvetleri bu bölgede yenildi ve 1917 yılında cephe kapandı. Türk-Alman müşterek kuvvetleri Dobruca, Bükreş ve Tuna’da savaştılar. Diğer taraftan zor durumda kalan Bulgarlara da Makedonya’da yardımda bulunulmuştur.
 Çanakkale Cephesi
Çanakkale Savaşları I. Dünya Savaşı içinde ayrı bir özelliği olan, tarihin kaderini değiştiren, Türk milletinin en görkemli zaferlerinden biridir. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale Boğazı’na yönelik girişimleri 1914 Ağustos ayından itibaren başlamıştı. Ancak Osmanlı Devleti o tarihte tarafsız olduğu için bu konu üzerinde fazla durulmamıştı. Dönemin İngiliz Deniz Bakanı Winston Churchill’in planına göre; şayet Çanakkale Boğazı donanma ile zorlanırsa, boğazları ve İstanbul’u almak mümkün olurdu. Churchill bu fikrini İngiliz hükûmetine ve askerlere kabul ettirmeyi başardı. İtilaf Devletleri’nin bu cepheyi açmalarının sebeplerini şu şekilde özetleyebiliriz;
Boğazları ve İstanbul’u alarak Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak,
Çarlık Rusya’sıyla boğazlar yoluyla bağlantı kurmak, Rusya’ya silah ve malzeme yardımında bulunmak ve Rusya’nın elindeki bol miktardaki buğdaydan yararlanmak,
Osmanlı Devleti’nin Almanya’yı desteklemesini engellemek,
Boğazlara yerleşerek savaşa henüz katılmamış Balkan devletleri üzerinde caydırıcı güç olmak ve bu devletlerin kendi yanlarında savaşa katılmalarını sağlamak,
Savaşı kısa sürede bitirmek.
İngiliz Amirali De Robeck (dö Robek) ise tüm deniz gücüyle boğazı zorlayarak İstanbul’u almaya karar vermişti. 17 Mart 1915 günü Bozcaada’da General Hamilton’un da katıldığı bir toplantı yapılmış, ertesi günü yapılacak deniz taarruzunun planları görüşülmüştü.
18 Mart 1915 sabahı İngiliz ve Fransız filoları büyük bir güvenle boğaza girdiler. Saat 08.30’da Anadolu ve Rumeli kıyılarındaki Türk tabyalarını bombardımana başladılar. Ancak Çanakkale Boğazı’nın her iki yakasında mevzilenen Türk topçularının açtığı yoğun ateş ve Nusret Mayın gemisinin döktüğü mayınların etkisiyle, kuvvetlerinin % 35’ini kaybeden İngiliz ve Fransız harp gemilerinden oluşan donanma, saat 17.30’da çekilmek zorunda kalmıştır.
İngilizler ve Fransızlar, 18 Mart 1915 deniz bozgunundan sonra boğazı sadece deniz kuvvetleriyle geçemeyeceklerini anlamışlardı. Bunun üzerine İtilaf Devletleri Çanakkale’yi karadan geçmek üzere nisan ayı sonlarına doğru sömürgelerinden getirdikleri 70 bin kişilik takviye kuvvetleriyle (Anzaklar) Gelibolu Yarımadası’nın güney kısmına çıkarma yaptılar. Amaçları Gelibolu Yarımadası’nı işgal ederek Çanakkale Boğazı’na hâkim olmaktı.
Seddülbahir bölgesinde cereyan eden ilk savaşlarda İtilaf kuvvetleri, Türk askerinin kahramanca savunması karşısında duramadı ve düşman geri püskürtüldü. Bu sefer İtilaf Kuvvetleri Suvla Limanı’ndan Anafartalar, Arıburnu ve Conkbayırı’na birlikler çıkardılar. Ancak burada Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal’in komutasındaki Anafartalar Grubu ile, İtilaf Devletleri kuvvetleri arasında çok kanlı savaşlar oldu.
Bu savaşlarda Tümen Komutanı olarak görev yapan Mustafa Kemal ve Türk askerinin iradesi, İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’yi karadan geçme çabasını da sonuçsuz bırakmıştır. Bu savaş yaklaşık 250 bin Türk, 250 bin yabancı olmak üzere toplam 500 bin kayıpla tarihteki yerini almıştır.
Çanakkale Savaşı’nın sonuçlarına gelince;
İngilizlerin Orta Doğu projeleri aksadı.
İtilaf Devletleri Çarlık Rusya’sına gerekli yardımı yapamadı.
Çarlık Rusya’sında ihtilal çıktı, Çarlık rejimini yıkan Bolşevikler I. Dünya Savaşı’ndan çekildiler. Elviye-i Selâse toprakları (Kars, Ardahan, Batum) yeniden Türk topraklarına katıldı.
Dünya Savaşı’nın uzamasına neden oldu ve yeni cepheler açıldı.
Bulgaristan’ın İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girmesinde etkili oldu.
Bu zaferle İstanbul ve Türk vatanı, karşılaşması muhtemel erken bir istiladan kurtulmuş oldu.
Bu zafer; Mustafa Kemal Paşa’nın ün kazanmasına ve Millî Mücadele’nin lideri olmasına zemin hazırladı.
ÖZET:
 I. DÜNYA SAVAŞI’NIN BAŞLAMASI
I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa karşılıklı ihtirasların ve çıkar çatışmalarının düğümlendiği bir merkez durumuna gelmişti. 28 Haziran 1914’de eşi ile birlikte Saraybosna’yı ziyaret eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand ve karısı, Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından suikast sonucu öldürülünce savaş resmen başlamıştı. Bu olay, Avrupa’yı bir hafta içinde dünya çapında bir savaşın içine sürüklemişdi.
 BÜYÜK DEVLETLERİN OSMANLI DEVLETİ ÜZERİNDEKİ EMELLERİ
Osmanlı Devleti, jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı tarih boyunca çatışmaların merkezi olmuştur. Konumu ile Akdeniz ve Orta Doğu’nun, doğubatı ve kuzey-güney ekseni üzerinde bir köprü durumundadır. Kara ve deniz yollarının kesiştiği, önemli stratejik konumu dolayısıyla bu bölge, dünya hâkimiyetine aday olan büyük devletlerin daima iştahını kabartmıştır.
 İngiltere’nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
Sömürgecilikte dünyanın en güçlü devleti olan İngiltere’nin Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumuyla doğrudan ilişkilidir. İngiltere, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünden yana siyaset izlemiştir. Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü muhafaza etmek, İngiliz menfaatleri açısından anlamsızdı. Kendisi Hindistan yolunu güvenlik altına almaya çalıştı. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki parçalama projelerinde de yer alan İngiltere, Ermeni Meselesi’nde de birinci derecede rol oynamış ve Osmanlı Devleti’nin yıkılışında oldukça etkili olmuştur.
 Rusya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başladığı dönemlerde hızla modernleşen ve güçlü ordular kuran Rusya, büyük bir devlet olarak ortaya çıktı. Çar I. Petro’dan itibaren İstanbul’u ele geçirmek ve sıcak denizlere inmek düşüncesi, Rus dış politikasının temelini oluşturmuştur. Bunun için de kendisine engel gördüğü Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca politikalar izlemekten geri durmamıştır.
 Fransa’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
Osmanlı Devleti, güçlü olduğu dönemlerde Fransa’ya verdiği Kapitülasyon adı verilen imtiyazlarla, diğer Avrupa devletlerinden daha farklı ayrıcalıklar tanımıştı. Bu dostluk XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir. Ancak Sanayi İnkılabı’ndan sonra hızla yayılan sömürgecilik yarışında Fransa, Osmanlı'ya karşı pek de dostça davranmamıştır. Birçok sömürgesini İngiltere’ye kaptıran Fransa, önce kendisine yakın bölgelerdeki Osmanlı topraklarına göz dikti. 1789’da Mısır’a saldırdı, 1830’da Cezayir’i daha sonra da Tunus ve Fas’ı işgal etti.
 İtalya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
İtalya siyasi birliğini tamamladıktan sonra sömürgecilik yarışında diğer Avrupa devletlerinden geri kalmamak için çaba harcamıştır. Dünyanın büyük bir bölümü diğer Avrupalı devletler tarafından sömürgeleştirildiği için Osmanlı Devleti topraklarına göz dikerek bu devletin aleyhine genişleme politikası gütmüştür. İtalya Osmanlı Devleti aleyhindeki gizli antlaşmalara da katılmıştır.
 Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri
Osmanlı Devleti’nin yükseliş döneminden itibaren mücadele ettiği en büyük rakiplerinden biri de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu olmuştur. II. Viyana Kuşatması’na kadar Osmanlı Devleti bu devlete karşı hep üstünlük sağlamıştır. Ancak 1683’ten itibaren şartlar Osmanlı Devleti aleyhine gelişme göstermiş, 1699 Karlofça Antlaşması’yla Macaristan’ı Avusturya’ya bırakmak zorunda kalmıştır.
 OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞA GİRMESİ VE SAVAŞTIĞI CEPHELER
İngiltere ve Fransa ile yapılan iki ittifak girişiminin sonuçsuz kalması Osmanlı Devletini ister istemez Almanya’nın tarafına itmişti. Zaten bu dönemde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Hükûmeti ise bu gelişmelerden dolayı Almanya’ya daha yakın duruyordu. Osmanlı Hükûmeti ittifak antlaşmasını imzaladığı gün, genel seferberlik ilan etti ve Mebuslar Meclisi’ni dağıttı. İki gün sonra da tarafsızlığını ilan etti.
Enver Paşa’nın emri ile Amiral Şöson kumandasında, aralarında Yavuz ve Midilli’nin de bulundukları on bir parçadan oluşan Osmanlı donanması, 29 Ekim 1914’te Karadeniz’e açılarak Rusya’nın Odesa ve Sivastopol limanlarını bombaladı. Böylece Osmanlı Devleti bir oldu bittiyle savaşa sokulmuş oldu.
 Doğu Cephesi
Osmanlı orduları ilk olarak Kafkas Cephesi’nde Sarıkamış Harekâtı'yla Ruslara karşı savaşmıştır. Almanya’nın cephelerde rahatlamasını sağlamayı, Rus işgali altındaki Türkleri kurtarmayı ve Bakü petrollerinin ele geçirilmesini amaçlayan bu cephe, bir taarruz cephesidir.
 Güney Cephesi
Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordularının savaştığı ikinci cephe Süveyş Kanalı’na yapılan seferdir. İngilizlerin 1914 yılında Mısır’ı kendi topraklarına kattığını ilan etmesi üzerine Cemal Paşa komutasındaki birliklerimiz Süveyş Kanalı’na hücum etti. Ancak bölgeye yapılan iki taarruzunda başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra İngilizler, Suriye-Filistin Cephesi’ni açmış ve Kudüs’ü işgal etmişlerdir.
 Batı Cephesi
•Bu cephede Türk birlikleri Galiçya, Romanya ve Makedonya’da müttefiklerine yardım amacıyla savaşmıştır.
• Romanya, İtilaf Devletleri yanında savaşa katılınca Almanya, Avusturya-Macaristan ve Türk kuvvetleri Galiçya’da ortak bir cephe açtılar. Romanya kuvvetleri bu bölgede yenildi ve 1917 yılında cephe kapandı.
 Çanakkale Cephesi
Çanakkale savaşları I. Dünya Savaşı içinde ayrı bir özelliği olan, tarihin kaderini değiştiren, Türk milletinin en görkemli zaferlerinden biridir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Almanya, Osmanlı Devleti ile aynı ittifakta olmasına karşın, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girerken kapitülasyonları kaldırmasına karşı çıkmıştır bunun sebebi aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kendisine danışılmadan hareket edilmesinden huzursuzluk duyması
b) Elde ettiği ayrıcalıkları korumak istemesi
c) Kapitülasyonlardan yararlanan diğer devletlere karşı Osmanlı Devleti’ni korumak istemesi
d) Uluslararası antlaşmalara bağlılığı ilke edinmesi
e) Osmanlı Devleti’ni uluslararası platformda yalnız bırakmak istemesi

2. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girme sebeplerinden biri değildir?
a) Son savaşlarda bırakılan toprakların geri alınması isteği
b) Türk-Alman dostluğu
c) Almanya’nın savaştan galip çıkacağı düşüncesi
d) Osmanlı Devleti’nde iktidara sahip olma mücadelesi
e) Turan İmparatorluğu kurma fikri

3. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin Hindistan ile olan bağlantısını kesmek ve Mısır’ı ele geçirmek amacıyla açtığı cephe aşağıdakilerden hangisidir?
a) Çanakkale Cephesi b) Galiçya Cephesi c) Kafkas Cephesi d) Kanal Cephesi e) Batı Cephesi

4. Coğrafi konumu nedeniyle I. Dünya Savaşı sırasında müttefiklerinden yardım alma şansı en az olan devlet aşağıdakilerden hangisidir?
a) Osmanlı Devleti b) Avusturya-Macaristan İmparatorluğu c) Rusya d) Bulgaristan e) Fransa

5. I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın Osmanlı Devleti’nden beklentileri arasında aşağıdakilerden hangisi yer almaz?
a) Halifenin nüfuzundan faydalanmak
b) Savaşı daha geniş alanlara yaymak
c) Boğazdan denetim altına almak
d) Orta Doğu petrollerini denetlemek
e) Osmanlı Devleti’nin ekonomik gücünden yararlanmak

6. I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Devleti’nin başında bulunan ve bütün Müslümanlara “Cihad” çağrısı yapan Halife Sultan aşağıdakilerden hangisidir?
a) V. Mehmet Reşat b) Sultan Vahidettin c) II. Abdulhamit d) Abdulmecit e) Abdulaziz
7. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nin, I. Dünya Savaşı’nda taarruz ederek açtığı cephedir?
a) Filistin b) Galiçya c) Kafkas d) Irak e) Çanakkale

I. Rusya’ya yardım götürmek
II. Rusya’nın elindeki buğdayı Avrupa’ya taşımak
III. Osmanlı
8. Devleti’ni savaş dışında bırakmak İtilaf Devletleri Çanakkale Harekâtı ile yukarıdakilerden hangisi ya da hangilerini amaçlamıştır?
a) Yalnız I b) Yalnız III c) I ve II d) II ve III e) I, II ve III

9. Aşağıdaki devletlerden hangisinde, I. Dünya Savaşı devam ettiği sırada rejim değişikliği olmuştur?
a) Fransa b) Rusya c) Almanya d) İngiltere e) İtalya

10. Aşağıdakilerden hangisi, İtilaf Devletleri’nin I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Cephesi’ni açma amaçlarından biri değildir?
a) Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak
b) Boğazları denetim altına almak
c) Rusya’ya yardım etmek
d) Bulgaristan’a silah yardımı sağlamak
e) Savaşı kısa sürede sonlandırmak


Cevap Anahtarı 1.b, 2.d, 3.d, 4.c, 5.e, 6.a, 7.c, 8.e, 9.b, 10.d


ÜNİTE - 7
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN SONA ERMESİ
I. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA OSMANLI DEVLETİ’NİN PAYLAŞILMASI İÇİN YAPILAN GİZLİ PROJELER
Gizli anlaşmalar, 1917’de Rusya’da Bolşeviklerin iktidara gelmesinden sonra bizzat yeni yönetim tarafından deşifre edilmiştir.
Yapılan anlaşmalardan en önemlileri şunlardır:
İstanbul Anlaşması,
Londra Anlaşması,
Sykes-Picot Anlaşması,
St. Jean de Maurienne Anlaşması,
Mac-Mahon Anlaşması
Balfour Deklarasyonu.
İtilaf Devletleri’nin 1915-1917 yılları arasında kendi aralarında gizlice yaptıkları bu anlaşmaların sebeplerini şöyle izah etmek mümkündür;
Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşmak,
Kendi aralarında savaş boyunca ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları engellemek,
Savaşın gidişatına göre hareket ederek dengeleri kendi lehlerine çevirmek için İtalya’yı bir şekilde savaşın tarafı yapmak,
Savaş öncesi ve sonrası bazı sorunlarla boğuşan Çarlık Rusya’sını bloklarının içinde tutmak,
Osmanlı Devleti’nin paylaşımı için ortam hazırlamak.
İstanbul Anlaşması (Mart-Nisan 1915)
 İngiltere, Rusya, Fransa arasında yapılan ilk gizli anlaşma, İstanbul Anlaşması’dır.
 Bu anlaşma, esas itibarıyla Rusya’nın taleplerine cevap vermek adına yapılır.
 Rusya’nın bu girişiminin sebebi ise boğazlar ve İstanbul üzerindeki tarihî emellerine kavuşma arzusuydu.
 Hem tarihî emellerine kavuşma hem de İngiltere ve Fransa’nın İstanbul’u ve boğazları ele geçirmesiyle savaş sonrası buraları Rusya’ya vermeme ihtimallerine karşı 4 Mart 1915’te İngiltere ve Fransa’ya müracaat ederek söz konusu yerlerin Rusya’ya verilmesini istedi.
 Yapılan görüşmeler sonucunda “İstanbul dâhil, Midye-Enez çizgisinden Sakarya Nehri’nin Karadeniz’e döküldüğü yere kadar bütün Boğazlar bölgesi Rusya’ya bırakılıyordu.”
 Buna karşılık Rusya ise İngiltere’nin ve Fransa’nın Anadolu’yla Orta Doğu üzerinde nüfuz alanlarını kabul edecekti.
Osmanlı Devleti’nin parçalanması için yapılan gizli anlaşmalardan biri de İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya arasında imzalanan Londra Anlaşması’dır.
Londra Anlaşması (Nisan 1915)
 İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya arasında Londra’da imzalandı.
 Ümitlerin dağılması, İngiltere ve Fransa’yı yeni müttefik aramaya mecbur bıraktı.
 İtalya ise İngiltere ve Fransa’nın aradığı devletti.
 Yapılan görüşmeler sonucu 26 Nisan 1915’te Londra Anlaşması imzalandı.
 Buna göre; Rodos ve On İki Ada üzerinde yaşanan egemenlik tartışmalarına son verilerek adı geçen yerler İtalya’ya bırakılıyor, Bingazi ve Derne gibi bölgelerde Osmanlı’ya ait bütün hakların İtalya’ya geçmesi kabul ediliyor, ayrıca Antalya ve çevresi İtalya’ya bırakılıyordu.
Sykes-Picot Anlaşması (26 Nisan 1916)
 İngiliz Diplomat Mark Sykes ile Fransız meslektaşı Georges Picot müzakereleri yürütecek diplomatlardı.
 Bu anlaşmaya göre, Fransa, hinterlandıyla birlikte Sivas, Elazığ, Maraş, Antep, Mardin, Suriye (Halep, Şam), Musul ve Lübnan’ı alıyordu. İngiltere’ye ise Basra’dan Bağdat’a kadar tüm güney Mezopotamya ile Ürdün ve Kuzey Filistin veriliyordu.
 Rusya ise boğazlar bölgesi başta olmak üzere Erzurum, Trabzon, Bitlis, Muş, Siirt gibi yerleri alıyordu.
 İngilizlerin Mısır’daki Yüksek Komiseri Mc Mahon bu işleri takip ediyordu.
 Mekke Şerifi Hüseyin ile Fransa ve İngiltere arasında yapılan görüşmelerde Türklere karşı isyan edildiği takdirde bir Arap devleti kurulacağına dair söz de verilmişti.
Sykes-Picot’dan rahatsız olan İtalya1915 Londra Anlaşması gereğince kendisine vaad edilen Osmanlı topraklarının sınırlarının kesin bir şekilde çizilmesini istemişti.
St. Jean de Maurienne Anlaşması (17 Nisan 1917)
 Rusya’nın içinde bulunduğu sorunlar iyice artınca bu sefer İngiltere, İtalya’nın taleplerini görüşmek üzere Fransa-İtalya sınırındaki St. Jean de Maurienne İstasyonu’nda bir vagonda bir araya gelerek müzakere yapmışlar
 Sonuçta Antalya’ya ilaveten İzmir vilayeti de İtalya’ya bırakılmıştır
 Ayrıca İskenderun, Hayfa, Akra, Mersin limanlarından da serbest bir şekilde yararlanma hakkı elde etmişlerdi.
Balfour Deklarasyonu
 Balfour Deklarasyonu: Bu teklif savaş sonrası “Manda” yönetiminin de temelini oluşturmuştu.
 İngiliz hükûmeti, ABD’nin desteğini alabilmek için orada yaşayan Yahudileri kazanma politikası gütmeye başladı. Bu maksatla 2 Kasım 1917’de İngiliz Dış işleri Bakanı Lord Arthur James Balfour, uluslararası siyonizm hareketinin liderlerinden Lord Rothschild’e bir mektupla müracaat ederek Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti’nin kurulmasını destekleyeceğine dair taahhütte bulundu.
I. DÜNYA SAVAŞI’NIN SONA ERMESİ VE ÖNEMLİ GELİŞMELER
Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Brest-Litowsk Barışı (3 Mart 1918)
Çarlık Rusyası, XIX. yüzyıl boyunca bir taraftan modernleşme çabalarını sürdürürken bir taraftan da önemli sosyoekonomik, siyasi ve fikrî alanlarda ciddi sorunlarla uğraşmaktaydı. Bu mücadele ilk olarak 1905 yılında bir ihtilal ile kendini gösterdi, ancak başarısızlıkla sonuçlandı. Bu süreçte yaşanan tartışmalar sonucunda sınıf mücadelesinde proleterya (işçi sınıfı) gittikçe güç kazandı. 24 Şubat’ta başlayan grevler 26 Şubat’ta silahlı ayaklanmalara dönüşünce Bolşevikler inisiyatifi ele aldı.
Mart 1917’de Çarlık yönetimine son verilirken geçici Kerenski Hükûmeti kuruldu. Ancak bu hükûmet de Rus halkının özlediği barışı ve refahı sağlamak için gerekli adımları atamadı.
Bolşevik Devrimi’nin ikinci aşamasında ise liderliği Lenin üstlendi. Ekim ayında başlayan yeni ayaklanmalar sonunda başkent ele geçirildi. Yeni hükûmet kuruldu. Lenin Başbakan, Troçki Dışişleri Bakanı, Stalin de Halklar Bakanı oldu.
Bolşevik Rusya, önce mütareke sonra da Almanya ile anlaşarak 3 Mart 1918’de Brest-Litowsk Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşmaya göre;
Rusya; Letonya, Estonya, Litvanya, Kurland ve Polonya üzerinde bütün haklarından vazgeçti.
Nihai barışa kadar Almanlara Beyaz Rusya’yı işgal altında bulundurma hakkı tanınıyordu.
Rusya, Finlandiya ve Ukrayna’yı boşaltmayı kabul ediyordu. Buralarda Almanların yardımıyla yeni hükûmetler kurulacaktı.
Kars, Ardahan ve Batum bölgeleri Osmanlı Devleti’ne geri verilecekti.
27 Ağustos’ta imzalanan ek bir anlaşmaya göre de Almanların yardımıyla Gürcistan’da bağımsız bir devlet kurulacaktı
Abd’nin Savaşa Katılması ve Barış Çabaları
Almanya’nın en etkili gücü ise denizaltılarıydı. denizaltı savaşları ABD’nin uluslararası ticaretine de büyük zarar veriyordu. Almanya’nın Meksika’yı ve Japonya’yı ABD’ye karşı savaşa sokmak için başlattığı casusluk faaliyetleri de buna eklenince iki ülke arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirdi ve ABD Kongresi 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etti. Böylece ABD dış politikasını uzun bir müddet şekillerinden Monroe Doktrini terk edilmiş oldu.
Monroe Doktri’ni: ABD dış politikasını tespit maksadıyla Başkan James Monroe’nun, 2 Aralık 1823’te kongreye sunduğu doktrindir.
ABD’nin Almanya’ya savaş ilanına Orta ve Güney Amerikalı devletler ile Çin’de katılınca, Üçlü İtilaf devletleri çok büyük bir moral ve güç kazandı. Almanya ve müttefikleri ise üstün götürdükleri savaşı kaybetmeye başladı. Savaşın getirdiği ağır yükümlülükler Almanya’yı sosyoekonomik ve siyasi yönlerden de ciddi olarak sıkıştırmaya başladı. İtilaf Devletleri cephelerde üstünlüğü ele geçirdi.
Savaşı daha da sürdürmenin ABD’ye ve dünya barışına bir katkısı olmayacağını düşünen Başkan Woodrow Wilson, 18 Ocak 1918’de Kongre’de yaptığı konuşmalarında savaş sonrası yapılacak barışın temel prensiplerini belirlediği 14 maddelik görüşlerini bütün dünyaya ilan etti.
Wilson Prensipleri diye bilinen barış programının esasları özetle şunlardır;
Açık barış, açık diplomasi,
Kara suları dışında denizler barışta ve savaşta tamamen serbest olmalı
Barışı korumak ve yaşatmak için ekonominin önündeki bütün engeller kaldırılmalı,
Ülkeler iç güvenliklerini temin edecek kadar silahlanmalıdır. Bunun için karşılıklı garantiler verilmeli,
Sömürgeler üzerindeki istekler serbestçe ve tam bir yansızlıkla ve bu bölgeler halkının çıkarları da göz önünde tutularak halledilmeli,
İşgal edilmiş olan bütün Rus toprakları boşaltılmalı Rusya’nın kendi kendini yönetmesi için gereken yapılmalı,
Belçika tam bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulmalı,
İşgal edilmiş bütün Fransız toprakları boşaltılmalı ve Alsace-Lorraine Fransa’ya verilmeli,
İtalyan sınırları milliyetler esaslarına göre düzeltilmeli,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndaki milletlere en serbest bir biçimde özerklik imkânı verilmeli,
Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılacak Sırbistan’ın denize bir kapısı olacak şekilde topraklar verilmeli, Balkan Devletleri arasındaki ilişkiler milliyetler prensibine göre düzenlenmeli,
Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin oturdukları bölgelerde bağımsızlık sağlanmalı. Fakat Türk olmayan milliyetlere de özerklik için fırsatlar verilmeli boğazlar ise tüm milletlere serbest olmalı,
Bağımsız bir Polonya Devleti’nin kurulması sağlanmalı,
Büyük, küçük bütün devletlere siyasi bağımsızlıkları ve toprak bütünlükleri için imkân sağlamak amacıyla bir milletlerarası örgüt kurulmalı.
Wilson, ortaya koyduğu prensiblerine 11 Şubat 1918’de yaptığı konuşmasında çok önemli esaslar ekledi. Bu konuşmada, “Devletlerin yeni topraklar alamayacakları, savaş tazminatı ve cezai tazminat alınmayacağını ve milletlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirleyeceği (self determination) gibi esaslar belirlendi.” Bu prensipler şu anlama da geliyordu; savaşın kazananı ve kaybedeni yoktu.
I. DÜNYA SAVAŞI’NI SONA ERDİREN ANTLAŞMALAR
Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919)
I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından savaş sonrası yeni bir dünya kurmak maksadıyla ABD, İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde bir barış konferansı toplandı.
Konferansa 32 devlet çağrıldı. Ancak ABD, İngiltere, Japonya, Fransa ve İtalya bütün yetkileri elde tutuyordu. Bu devletlerin başbakan ve dış işleri bakanlarından oluşan “Onlar Konseyi” konferansın en yetkili kurulu idi
18 Ocak 1919’da çalışmalarına başladı.
Konferansta, ABD, dünya barışı için “Milletler Cemiyeti” (Cemiyet-i Akvam) nin kurulmasını arzu ederken; Fransa ve İngiltere’nin savaş sonrası yeni dünya düzenini kendi kontrollerinde kurma gayretleri öne çıkmıştı.
I. Dünya Savaşı sonrası yenilen devletlerle imzalanan antlaşmalar, Paris Konferansı sürecinde hazırlandı.
Sadece Osmanlı Devleti ile imzalanacak olan Sevr Antlaşması, San Remo’da hazırlanacaktır.
Romanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Bükreş Antlaşması (7 Mayıs 1918)
Romanya, 1916 yılında İtilaf Devletleri yanında savaşa girdi.
Mart 1917’de mütareke, 7 Mayıs 1918’de ise Almanya ve müttefikleriyle Bükreş Antlaşması’nı imzaladı.
Bu antlaşmaya göre Romen petrollerinin işletmesi en az 30 yıllığına Almanya ve Avusturya’ya bırakılacaktır. Romanya et ve hububat ürünlerini 1926’ya kadar merkez devletlerine ihraç edebilecek, Karpatlardan Avusturya’ya toprak verecek ve Dobruca’dan çekilecekti. Ancak savaşın gidişatının değişmesiyle bu barışı uygulama imkânı ortadan kalkmış oldu.
Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi ve Neuilly Antlaşması (27 Kasım 1919)
1 Ocak 1918’den itibaren de Almanya’nın mali yardımları kesmesi Bulgaristan’ı tükenme noktasına taşıdı.
İstediği toprakları alamaması Bulgarlar için savaşın sonu demekti. Bulgaristan İtilaf Devletleri’nin taarruzlarına daha fazla dayanamadı.
29 Eylül’de mütareke, 27 Kasım 1919’da da Neuilly Antlaşması’nı imzaladı.
Böylece bu antlaşmayla Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya’ya topraklarının önemli kısmını kaptırdı.
Askerî sınırlamalar ve tazminat ödemeye mahkûm edildi
Avusturya ve Macaristan’ın Savaştan Çekilmesi St. Germain Barış Antlaşması (10 Eylül 1919)
1918’de ise Çek, Hırvat, Sloven, Romenler ve Macarların ayaklanarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu parçaladı ve barış için arayışa girdi.
3 Kasım 1918’de İtalya ile mütareke imzaladı.
Barış Konferansı da Avusturya ve Macaristan’ı ayrı ayrı sorumlu tuttu ve 10 Eylül 1919’da Avusturya ile St. Germain Antlaşması imzalandı.
Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın bağımsızlığını tanıdı.
Önemli toprakları Polonya, Yugoslavya, İtalya ve Romanya’ya bırakmak zorunda kaldı
Askerî sınırlamalar ve yüklü savaş tazminatı ödemeye mahkûm edildi.
Macaristan’da ise ihtilal yaşanmış ve Bela-Kun liderliğinde bir hükûmet kurulmuştu.
4 Haziran 1920’de Trianon Antlaşması’nı imzaladı.
Komşusu Çekoslovakya, Yugoslavya ve Romanya’ya toprak vermek zorunda kaldı.
Ayrıca Macaristan çeşitli tazminatlar ödemek zorunda bırakıldı
Almanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Versailles Barış Antlaşması (28 Haziran 1919)
Almanya’da 19 Ocak 1919’da seçimler yapıldı ve yeni bir anayasa ile Kurucu Meclis, Weimar (Vaymar) da toplandı.
Yeni meclisin en önemli önceliği bir an evvel bir antlaşma ile Almanya’nın haklarının korunmasını temin etmekti.
İtilaf Devletleri Paris Konferansı’nı topladı.
28 Haziran 1919’da Paris yakınlarındaki Versailles Sarayı’nda Almanya ile Verasilles Antlaşması imzalandı.
9 Temmuz’da ise Alman Meclisi, antlaşmayı onayladı.
10 Ocak 1920’de ise yürürlüğe girdi.
Böylece Bismarck’ın Almanyası yıkılmış oldu.
İmzalanan bu antlaşmaya göre:
 Almanya, Alsace-Lorraine ve Saar bölgesini Fransa’ya bırakıyordu.
 Batı Prusya Polonya’ya, Eupen, Malmedy, Moresnet Belçika’ya, Dantzig serbest şehir oluyor ve Milletler Cemiyeti’ne bırakılıyordu.
 Almanya bütün sömürgelerinden vazgeçti. Bu sömürgelerde İngiltere, Fransa, Belçika, Japonya mandater devlet oldu. Ayrıca Avusturya; Çekoslovakya, Polonya’nın bağımsızlığını tanıyor ve yüklü miktarlarda savaş tazminatı ödemeyi kabul ediyordu
Milletler Cemiyeti’nin Kurulması
ABD Başkanı Wilson’un 14 maddelik prensipleri çerçevesinde kurulan Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam), II. Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin ortaya çıkışına kadar varlığını sürdürecektir.
Cemiyetin amacı, uluslararası iş birliği, barış ve güvenliği tesis etmekti. Cemiyet; Asamble (Genel Kurul), Konsey (Meclis) ve Genel Sekreterlik (İdari Görev) organlarından oluşacaktı. ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya Cemiyetin daimi üyeleridir. Ayrıca dört geçici üyesi de bulunmaktadır. Cemiyetin merkezi ise Cenevre’deydi. Cemiyet ilk çalışmalarına 1920’lerde başladı. 1921’de de Lahey Adalet Divanı’nı teşekkül ettirdi. Almanya 1926, Türkiye 1932, Sovyetler Birliği ise 1934’te cemiyetin yeni üyeleri oldu.
Osmanlı Devleti ile Mondros Mütarekesi’nin İmzalanması ve İşgaller
Osmanlı Devleti ise öncelikle yaşadığı hükümet krizini aşmak için çabalar göstermiş ve nihayetinde Ahmet İzzet Paşa’nın hükûmeti kurmasıyla krizi aşmıştı. Yeni hükûmetin ilk işi de İspanya aracılığıyla ABD Başkanı Wilson’a müracaat ederek 14 maddelik prensipleri ve başkanın son mesajını esas kabul ettiklerini bildirmek oldu. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 19 Ekim’de Meclis’te hükûmet programını sunarken bu konuda şunları söyler; “Amerika Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilmiş olan hak ve adalet ilkelerine dayanan bir barışı açık kalplilikle kabul edeceğiz…” Ancak ABD, Osmanlı Devleti ile savaş hâlinde olmadığı gerekçesiyle teklifi İtilaf Devletleri’ne yönlendirdi. Osmanlı Hükûmeti de ABD’den ümidi kesti. İstanbul’da esir bulunan İngiliz General Townshend’in aracılığıyla İngiltere’ye mütarekeyi imzaya hazır olduğu mesajını gönderdi. Towsnhend, bu mesajı Akdeniz’deki İngiliz Filosu Komutanı Amiral Calthorpe’a iletince süreç başlamış oldu.
Ahmet İzzet Paşa Hükûmeti, Mondros Mütarekesi görüşmeleri için Kolordu Komutanı Nurettin Paşa başkanlığında bir heyeti görevlendirmek isterken, padişah ise eniştesi Damat Ferit’in gönderilmesini istedi. Ancak hükûmetin ısrarı sonucu padişah geri adım atarak, hükûmet önerisiyle Bahriye Nazırı (Denizişleri Bakanı) Rauf (Orbay) Bey’in başkanlığında, Reşat Hikmet, Yarbay Sadullah ve Ali (Türkgeldi) beylerden oluşan heyeti görevlendirmek zorunda kaldı. Heyet gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra 24 Ekim’de İstanbul’dan ayrıldı. Görüşmeler ise Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda İngilizlerin Agamemnon Zırhlısı’nda yapılacaktı
Görüşmeler boyunca Osmanlı heyetine hemen hiç söz hakkı verilmedi. Görüşmeler sonunda; 30 Ekim 1918’de kısa ama çok önemli yirmi beş maddelik Mondros Mütarekesi imzalandı. Mütareke, 31 Ekim günü yürürlüğe girdi. Mütarekenin orijinal metninde maddeler şöyle açıklanmıştır:
Mondros Birakişmasi Sözleşmesi (30 Ekim 1918) [16]
Britanya hükûmetinin, müttefikleri ile anlaşmış olarak, yetkili kıldığı, Akdeniz Bölgesi İngiliz Başkomutanı Sayın Oramiral Sir Somerset Arthur Gough Calthorpe İle Türk Hükûmetinin yetkili kıldığı Türk Donanma Bakanı Ekselans Rauf Bey, Türk Dış İşleri Müsteşarı Ekselans Reşat Hikmet Bey, Türk Genelkurmayından Yarbay Sadullah Bey arasında kararlaştırılan ve bağıtlanan Bırakışma [Mütareke] koşulları:
Çanakkale ve Karadeniz boğazlarının açılması ve Karadeniz’e geçiş sağlanması. Çanakkale ve Karadeniz boğazları kalelerinin Müttefiklerce işgal edilmesi.
Türk sularında bütün mayın tarlalarının, torpido kovanlarının ve başkaca engellerin yerlerinin gösterilmesi ve bunların taranması ya da kaldırılması için istenebilecek yardımın yapılması.
Karadeniz’deki mayınlara ilişkin eldeki bütün bilgilerin verilmesi.
Müttefik savaş tutsakları ile gözaltındaki ya da tutsak Ermenilerin tümünün İstanbul’da toplanarak hiçbir koşula bağlı olmaksızın Müttefiklere teslim edilmesi.
Sınırların denetlenmesi ve iç düzenin korunması için gerekli olan birlikler dışında Türk ordusunun derhâl terhis edilmesi. (Birliklerin insan gücü ve konuşu daha sonra Türk hükûmeti ile danışılarak saptanacaktır).
Türk karasularında ya da Türkiye’nin işgalindeki sularda bulunan bütün savaş gemilerinin teslim edilmesi; Türk karasularında kolluk ya da benzeri amaçlar için gerekli görülebilecek birtakım küçük gemiler dışında, bu gemilerin belirtilecek Türk limanında ya da limanlarında gözaltına alınması.
Müttefiklerin, kendi güvenliklerini tehdit edecek herhangi bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkı bulunması.
Şu sırada Türk işgali altında olan bütün limanların ve demirleme yerlerinin Müttefik gemilerince özgürce kullanılması ve düşman tarafından kullanılmasının önlenmesi. Aynı koşullar ticaret ve ordunun terhisi amaçları için Türk sularında bulunan Türk ticaret gemilerine de uygulanacaktır.
Bütün Türk limanlarında ve tersanelerinde her türlü gemi onarımı kolaylıklarından yararlanılması.
Toros tünel sisteminin müttefiklerce işgali.
Türk birliklerinin Kuzey-Batı İran’dan savaş öncesi sınırların gerisine derhâl çekilmeleri daha önce buyrulmuş bulunmaktadır; bu buyruk yerine getirilecektir. Kafkasya-Ötesi’nin bir bölümünün Türk birliklerinden boşaltılması daha önce buyrulmuş bulunmaktadır; bu bölgenin geri kalan bölümünün boşaltılması, oradaki durum Müttefiklerce incelendikten sonra gerek görülürse yapılacaktır.
Türk hükûmetinin haberleşmeleri dışında, bütün telsiz telgraf ve kablo istasyonlarının Müttefiklerce denetim altına alınması.
Denizciliğe, askerliğe ve ticarete ilişkin her türlü gereçlerin yok edilmesinin yasaklanması.
Ülkenin gereksinmeleri karşılandıktan sonra, Türk kaynaklarından kömür, akaryakıt ve deniz gereçleri satın alma kolaylıkları verilmesi.
Yukarıda sayılan nesnelerden hiçbiri dışa satılmayacaktır.
Kafkasya-Ötesi demir yollarının şu sırada Türk denetimi altında bulunan bölümlerini de içermek üzere bütün demir yolları halkın gereksinmelerinin karşılanması koşuluyla, Müttefik Denetleme Görevlilerinin kullanım ve gözetimine bırakılacaktır.
Bu hüküm Batum’un Müttefiklerce işgalini de kapsar. Türkiye, Bakü’nün Müttefiklerce işgaline hiçbir karşı çıkışta bulunmayacaktır.
Hicaz’da, Asir’de, Yemen’de, Suriye’de ve Irak’da bütün garnizonların en yakın Müttefik Komutanına teslim olmaları ve beşinci maddede saptanacak olan düzenin korunması için gerekenler dışında, bütün birliklerin Kilikya’dan çekilmeleri.
Trablus ve Bingazi’deki bütün Türk subaylarının en yakın İtalyan garnizonuna teslim olmaları. Türkiye, teslim olma buyruğuna uymazlarsa, bu subaylara ikmal gönderilmesinin ve kendileriyle haberleşmenin kesilmesini sağlamayı yükümlenir.
Mısrata’yı da içermek üzere Trablus ve Bingazi’de işgal edilen bütün limanların en yakın Müttefik garnizonuna teslimi.
Denizci, asker ve sivil bütün Almanların ve Avusturyalıların bir ay içinde Türk ülkelerinden çıkartılması; uzak bölgelerdekilerin de olabildiğince erken bir tarihte çıkartılması.
Beşinci madde gereğince terhis edilecek Türk ordusu bölümünün, taşıtlarını da içermek üzere, araç ve gereçlerinin, silahlarının ve cephanesinin kullanılış biçimi konusunda verilebilecek buyrukların yerine getirilmesi.
Müttefiklerin çıkarlarını korumak için Türk Donatım Bakanlığına bir Müttefik temsilcisinin bağlanması. Bu temsilciye bu amacın gerektirdiği bütün bilgilerin verilmesi
Türk tutsaklarının Müttefik Devletler buyruğunda tutulması. Askerlik bakımından çağdışı Türk sivil tutsakların salıverilmesi konusu göz önünde tutulacaktır.
Türkiye bakımından Merkez Devletleri ile bütün ilişkilerin kesilmesi zorunluğu.
Altı Doğu ilinde karışıklık çıkarsa Müttefikler bu illerin herhangi bir bölümünü işgal etme hakkını ellerinde tutarlar.
Müttefiklerle Türkiye arasında düşmanca eylemler 31 Ekim 1918 Perşembe günü, yerel saatle öğleden başlayarak kesilecektir. İki nüsha olarak, Limni’de, Mondros Limanı’nda, Majestelerinin “AGAMEMNON” Savaş Gemisi’nde, 30 Ekim 1918’de imzalanmıştır.
İmza: Arthur Calthorpe. İmza: Hüseyin Rauf, Reşad Hikmet, Sadullah.
MONDROS MÜTAREKESİ’NİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi ile fiilen işgal edilme sürecine girdi.
Dünya Savaşı boyunca imzalanan gizli anlaşmalar uygulamaya konuldu.
Zararlı cemiyetlerin kurulması hızlandı.
Bu durum karşısında yararlı cemiyetler kuruldu.
Mütareke ile Anadolu insanının savunma yeteneği kırıldı ve işgallere ortam hazırlandı.
Boğazların denetiminin işgalci güçlerin eline geçmesiyle Anadolu ve Rumeli arasındaki irtibat kesilmiş oldu.
Osmanlı Devleti’nin deniz gücü yok edildi.
Haberleşme merkezlerine ve araçlarına el konulunca Anadolu insanı arasında irtibat koparılmış oldu. Bu da işgallere karşı birlik, beraberlik ve ortak hareket etme kabiliyetini ortadan kaldırdı.
İşgalcilere istedikleri yerleri ele geçirme hakkının verilmesiyle işgaller hızlandı. Doğu Anadolu vilayetlerinde Ermenistan ile Kürdistan devletleri kurulması için bu yolda çalışmalar başlatıldı.
Bu mütareke, “silah bırakışmadan” çok daha fazla anlam taşımaktaydı. Bu hâliyle kesin hükümlerle bir antlaşma niteliğinde ve Sevr Antlaşması’nın alt yapısını oluşturmaktaydı.
Mütarekenin gereğince de Osmanlı Devleti’nin ekonomik bağımsızlığı ortadan kaldırıldı.
Mütareke, milliyetçi duyguları öne çıkararak, Millî Mücadele sürecinin başlamasına ortam hazırladı.
Türk tarihinin gördüğü en ağır mütareke olan “Mondros Mütarekesi” hiç zaman kaybedilmeden işgalci devletler tarafından uygulamaya konuldu. Buna göre işgaller şöyle gerçekleştirildi:
ÖZET:
 I. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA OSMANLI DEVLETİ’NİN PAYLAŞILMASI İÇİN YAPILAN GİZLİ PROJELER
•I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği süreç içerisinde İtilaf Devletleri kendi aralarında Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere çok sayıda gizli anlaşma yapmışlardı. 1915- 1917 yılları arasında yapılan gizli anlaşmaların sebeplerini şöyle izah etmek mümkündür;
• Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşmak,
• Kendi aralarında savaş boyunca ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları engellemek,
• Savaşın gidişatına göre hareket ederek dengeleri kendi lehlerine çevirmek için İtalya’yı bir şekilde savaşın tarafı yapmak,
• Savaş öncesi ve sonrası bazı sorunlarla boğuşan Çarlık Rusya’sını bloklarının içinde tutmak,
• Osmanlı Devleti’nin paylaşımı için ortam hazırlamak.
 İstanbul Anlaşması (Mart-Nisan 1915)
İngiltere, Rusya, Fransa arasında yapılan bu anlaşmaya göre boğazlar bölgesi Rusya’ya bırakılıyordu.
 Londra Anlaşması (Nisan 1915)
İngiltere Rusya, Fransa ve İtalya arasında Londra’da imzalandı. Yapılan görüşmeler sonucunda Rodos, On İki Ada, Bingazi ve Derne gibi bölgeler ile Antalya ve çevresi İtalya’ya bırakılıyordu.
 Sykes-Picot Anlaşması (26 Nisan 1916)
İngiliz Diplomat Mark Sykes ile Fransız meslektaşı Georges Picot müzakereleri yürüttüğü için anlaşmaya bu isim verilmişti. Bu anlaşma ile Orta Doğu İngiltere ve Fransa arasında paylaşılıyordu.
 St. Jean de Maurienne Anlaşması (17 Nisan 1917)
Bu anlaşma ile Antalya’ya ilaveten İzmir vilayeti de İtalya’ya bırakılmıştır. Ayrıca İskenderun, Hayfa, Akka, Mersin limanlarından da serbest bir şekilde yararlanma hakkı elde etmişlerdir.
 Balfour Deklarasyonu
ABD’nin desteğini sağlamak isteyen İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour 2 Kasım 1917’de, burada bulunan Yahudi Siyonizm hareketinin liderlerinden Lord Rothschild’e İngiltere’nin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını desteklediğini belirten bir mektup gönderdi.
 DÜNYA SAVAŞI’NIN SONA ERMESİ VE ÖNEMLİ GELİŞMELER
 Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Brest-Litowsk Barışı (3 Mart 1918)
I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği süreç içerisinde Çarlık Rusya’sında yaşanan iç karışıklıklar sonucunda Çarlık rejimi yıkılmış yerine Bolşevik idare kurulmuştu. Yeni kurulan hükûmetin ilk işi savaşa son vermek oldu. Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonucunda Bolşevik Rusya, önce mütareke sonra da Almanya ile anlaşarak 3 Mart 1918’de Brest-Litowsk Antlaşması’nı imzaladı ve savaştan çekildi.
 ABD’nin Savaşa Katılması ve Barış Çabaları
ABD’nin 1917’de savaşa katılması ile İtilaf Devletleri cephelerde üstünlüğü ele geçirdi. Başkan Woodrow Wilson, 18 Ocak 1918’de Kongre’de yaptığı konuşmalarında savaş sonrası yapılacak barışın temel prensiplerini belirlediği 14 maddelik görüşlerini bütün dünyaya ilan etti.
 DÜNYA SAVAŞI’NI SONA ERDİREN ANTLAŞMALAR
•Wilson’un 14 maddelik prensipleriyle ortaya konulan “savaşın kazananı yoktur” felsefesi savaşı bitiren en önemli dayanak oldu. 7 Mayıs 1918’de Romanya savaştan çekildi. Bu gelişmenin ardından Bulgaristan, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ve nihayetinde de Almanya barış istedi. Böylece I. Dünya Savaşı aşağıda açıklanacak antlaşmalarla sona ermiş oldu.
 Paris Konferansı (18 Ocak 1919)
I.Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından savaş sonrası yeni bir dünya kurmak maksadıyla ABD, İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde bir barış konferansı toplandı. I. Dünya Savaşı sonrası yenilen devletlerle imzalanan antlaşmalar, Paris Konferansı sürecinde hazırlandı.
 Romanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Bükreş Antlaşması (7 Mayıs 1918)
İtilaf Devletleri’nden savaştan ilk çekilen devlet olan Romanya Mart 1917’de mütareke, 7 Mayıs 1918’de ise Almanya ve müttefikleriyle Bükreş Antlaşması’nı imzaladı.
 Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi ve Neuilly Antlaşması (27 Kasım 1919)
Dört yıl gibi uzun bir süre devam eden I. Dünya Savaşı’nın ardından Bulgaristan, 29 Eylül’de mütareke, 27 Kasım 1919’da da Neuilly Antlaşması’nı imzaladı.
 Avusturya ve Macaristan’ın Savaştan Çekilmesi St. Germain Barış Antlaşması
Paris Barış Konferansı Avusturya ve Macaristan’ı ayrı ayrı sorumlu tuttu ve 10 Eylül 1919’da Avusturya ile St. Germain Antlaşması, Macaristan ile 4 Haziran 1920’de Trianon Anlaşması imzalandı.
 Almanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Versailles Barış Antlaşması (28 Haziran 1919)
28 Haziran 1919’da Paris yakınlarındaki Versailles Sarayı’nda Almanya ile Verasilles Antlaşması imzalandı. 9 Temmuz’da ise Alman Meclisi, antlaşmayı onayladı. 10 Ocak 1920’de ise yürürlüğe girdi. Böylece Bismarck’ın Almanyası yıkılmış oldu.
 Milletler Cemiyeti’nin Kurulması
Paris Barış Konferansı’nda en çok üzerinde konuşulan konulardan biri Milletler Cemiyeti’nin kurulması idi. Cemiyetin amacı, uluslararası iş birliği, barış ve güvenliği tesis etmekti. Cemiyet ilk çalışmalarına 1920’lerde başladı. 1921’de de Lahey Adalet Divanı’nı teşekkül ettirdi. Almanya 1926, Türkiye 1932, Sovyetler Birliği ise 1934’te cemiyetin yeni üyeleri oldu.
 Osmanlı Devleti ile Mondros Mütarekesi’nin İmzalanması ve İşgaller
Osmanlı Devleti müttefiklerinin İtilaf Devletleri’nden mütareke istemesi ile artık savaşı yürütemeyeceğini anlamış ve İstanbul’da esir bulunan İngiliz General Townshend’in aracılığıyla İngiltere’ye mütarekeyi imzaya hazır olduğu mesajını göndermişti.
Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey başkanlığında bir heyet ile Akdeniz’deki İngiliz Filosu Komutanı Amiral Calthorpe arasında yapılan görüşmeler sonucunda; 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı.
 MONDROS MÜTAREKESİ’NİN DEĞERLENDİRİLMESİ
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile İtilaf Devletleri savaş yıllarında aralarında yapmış oldukları gizli anlaşmaları uygulamaya koydular ve hiç zaman kaybetmeden Osmanlı ülkesini işgale giriştiler. Bir taraftan işgalci devletlerin diğer taraftan Osmanlı vatandaşı olan azınlıkların çabaları ile ülkede başlayan işgallere karşı çok hızlı bir şekilde Türk halkı teşkilatlanarak direniş örgütleri kuruldu ve Millî Mücadele başladı.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisiyle Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’ndan ayrılmıştır?
a) Edirne Antlaşması b) Mudanya Mütarekesi c) Mondros Mütarekesi
d) İstanbul Antlaşması e) Ankara Antlaşması

2. Wilson İlkeleri, aşağıdaki konulardan hangisinin Türk kamuoyunda tartışılmasında etkili olmuştur?
a) Manda ve himaye fikri b) Sömürgecilik c) Cumhuriyetçilik d) Kapitülasyonlar e) Milliyetçilik

3. Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanan İtilaf Devletleri mütarekeden hemen sonra Osmanlı topraklarını işgale başlamışlardır. Yukarıdaki bilgiye göre işgali ilk başlatan devlet hangisidir?
a) Fransa b) İtalya c) İngiltere d) Yunanistan e) Rusya

4. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nı aşağıdakilerden hangisine güvenerek bırakmış ve mütareke imzalamıştır?
a) Sykes-Picot Antlaşması b) Wilson İlkeleri c) Paris Konferansı
d) Rusya’nın savaştan çekilmesi e) ABD’nin savaşa girmesi

5. Aşağıdaki antlaşmalardan hangisi I. Dünya Savaşı devam ederken yapılmıştır?
a) Versailles Antlaşması b) Sevr Antlaşması c) Brest-Litowsk Antlaşması
d) Lozan Antlaşması e) Montrö Boğazlar Sözleşmesi

6. Aşağıdakilerden hangisi I. Dünya Savaşı’nda Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulacağını vaad eden gizli anlaşmadır?
a) Balfour Deklarasyonu b) St. Jean de Maurienne Anlaşması c) İstanbul Anlaşaması
d) Londra Anlaşması e) Mac-Mahon Anlaşması

7. Aşağıdakilerden hangisi Mondros Mütarekesi’ni Osmanlı Devleti adına imzalayan heyettekilerden biri değildir?
a) Reşat Hikmet Bey b) Yarbay Sadullah Bey c) Ali Fuat Paşa d) Rauf Bey e) Ali Bey

8. Aşağıdakilerden hangisi İtilaf Devletleri’nin 1915-1917 yılları arasında kendi aralarında gizlice yaptıkları anlaşmaların sebeplerinden biri değildir?
a) Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşmak
b) Kendi aralarında savaş boyunca ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları engellemek
c) Çarlık Rusya’sının savaştan çekilmesini engellemek
d) Osmanlı Devleti’nin paylaşımı için ortam hazırlamak
e) ABD’yi savaşa dâhil etmek

9. Aşağıdakilerden hangisi I. Dünya Savaşında yenilen devletlerin imzaladığı antlaşmalardan biri değildir?
a) Versailles Antlaşması b) St. Germain Antlaşması c) Neuilly Antlaşması
d) Sevres Antlaşması e) Uşi Antlaşması

10. Wilson İlkeleri, aşağıdaki konulardan hangisinin Türk kamuoyunda tartışılmasında etkili olmuştur?
a) Demokrasinin b) Manda ve himaye fikrinin c) Cumhuriyetçiliğin d) Ekonominin e) Milliyetçiliğin



Cevap Anahtarı 1.c, 2.a, 3.c, 4.b, 5.c, 6.a, 7.d, 8.e, 9.e, 10.b
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir