XVI-XIX. YÜZYILLARDA TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Cevapla
zübeyir
Mesajlar: 15
Kayıt: 22 Mar 2017 16:47
İletişim:

24 Mar 2017 17:01

(NOT:DERSİN ORJİNAL DÖKÜMÜ SAYFA SONUNDAN İNDİREBİLİRSİNİZ)
XVI-XIX. YÜZYILLARDA TÜRK DİLİ ÜNİTE 1
XVI. Yüzyıla Kadar Türk Yazı Dilinin Genel Durumu
• VIII. yüzyıldan XI. yüzyıla kadar Türk dilinin, tek yazı dili ile eserler ürettiğini biliyoruz.
• Bunlar birbirinin doğal devamı olan Göktürkçe, Eski Uygurca ve Karahanlı Türkçesidir
• XI. yüzyılda tek bir yazı dili olsa da çeşitli lehçelerin Oğuzca, Kıpçakça, Uygurca, Kırgızca vs. konuşulmakta olduğunu Kaşgarlı Mahmut’un eserinden öğrenmekteyiz

• XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar olan dönemde ise Türk Dünyası bambaşka siyasi ve kültürel ortamlarda gelişmiştir.
• Balkanlar ve Anadolu ile Orta Doğu ve Kafkasya’nın bazı bölgelerinde Osmanlı Türkçesi gelişmiş ve yayılmıştır. Bu yazı dili dönemi en fazla eser üretilen tarihî dönem olmuştur
• Orta Asya ve Karadeniz’in kuzeyindeki bölgelerde ise, ortak yazı dili olarak Çağatayca devam etmiştir
• XIV-XV. yüzyıllarda ürünler vermiş olan Kıpçakça ise, XVI. yüzyıldan sonra Doğuda Çağatay Türkçesi, Batıda Osmanlı Türkçesi yazı dillerinin etkisine girmiştir
XVI-XIX. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu Dışındaki Türk Yazı Dili
1. Edebî Çağatay Türkçesi Yazı Dili
2. Azerbaycan Türkçesinin ağız özelliklerinin de kullanıldığı metinler (Şah İsmail Hataî, Fuzulî vb.)
3. Türkmen Türkçesinin ağız özelliklerinin de kullanıldığı metinler (XVIII. yüzyılda Mahtum Kulu)
4. Kıpçak Türkçesinin ağız özelliklerinin de kullanıldığı metinler
• XIII. yüzyıldan sonra değişik bölgelerde farklı yazı dilleri kullanılmış olsa da bu muhitlerin yazarları ve aydınları birbirlerinin eserlerini takip etmekteydiler
• Örneğin, birçok Osmanlı aydını Ali Şir Nevai’yi yakından izlemekte, dolayısıyla Çağataycayı bilmekteydi
• Bunlardan biri olan Niyazi, Ali Şir Nevai’nin eserlerinde geçen kelimelerin sözlüğünü de hazırlamıştı
• XVI. yüzyılda yazılan bu eser, adı bulunmadığı için, açıklanan ilk kelimesinin “abuşka” olmasından dolayı Abuşka Lugati olarak da tanınmaktadır
• Osmanlı İmparatorluğu döneminde, imparatorluğun sınırları dışındaki Türk dilinin durumunu iki ayrı türdeki kaynaklardan öğrenebilmekteyiz.
• Birincisi, bizzat o dili kullanan yazarların kendi kullandıkları yazı dili ile ürettiği eserler, ikincisi ise seyyahların, gezdiği bölgelerde yörenin dili ile ilgili tespitlerini aktardığı metinler. Bu ikinci tür eserler içinde, XVII. yüzyılda yazılmış olan Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si yeri doldurulamayacak bir kaynaktır

XVI-XIX. Yüzyıllarda Çağatay Türkçesi

• Çağatay Türkçesi eski Türk edebî yazı dilinin doğal bir devamı olduğu gibi, birçok Türk halkının da yüzlerce yıl ortak yazı dili olmuştur
• Nitekim Batı Oğuzlarının kullandığı Osmanlı Türkçesi dışında, XVI-XIX. yüzyıllarda bütün Türk halkları Çağatay Türkçesi ile yazmayı tercih etmişlerdir
XVI-XIX. Yüzyıllarda Çağatay Türkçesi Eserleri ve Yazarları
• Türk dili ve edebiyatının çok değerli birçok eseri bu dönemde de yazılmıştır
Şibanî Muhammed Han Bu dönemin ilk önemli şahsiyetidir. Hayatı Bâbür Şah ile mücadelelerle geçmiştir.1510 yılında Safevi hükümdarı Şah İsmail ile yaptığı bir savaşta yenilmiş ve ölmüştür. Bahru’l-Hudâ adlı dinî-ahlaki mesnevisi dışında edebiyat ve dil açısından çok önemli olan bir de Divan’ı vardırŞibanî Muhammed Han’ın sarayındaki bilginlerden olan Muhammed Salih de önemli bir şahsiyettir Manzum bir tarih sayılabilecek Şeybanîname adlı eseri ile tanınmıştı
Babür Şah Ali Şir Nevaî’den sonra Çağatay Türkçesinin en önemli şahsiyeti kabul edilir. 1483’te doğmuş, 1530’da ölmüştür. 1858 yılına kadar süren Bâbürlü İmparatorluğu’nun kurucusudur. Bilinen beş eseri vardır: Vekayi, Divan, Aruz Risalesi, Mübeyyen Der-Fıkh, Risale-i Vâlidiyye.
Bayram Han iyi bir askerî komutan ve devlet adamıdır. Türkçe, Farsa ve Hintçe bilen Bayram Han’ın Türkçe bir Divan’ı vardır
• XVII. yüzyılda artık Klasik Çağatay Türkçesi Dönemi bitmiş, Klasik Dönem Sonrası başlamıştır
Ebu’l-Gazi Bahadır Han 1603- 1663 yılları arasında yaşamıştır. Türkçe dışında Farsça, Arapça ve Moğolca bilmektedir. Elimize çok önemli iki eseri ulaşmıştır: Şecere-i Terâkime, Şecere-i Türk. Bâbürlü hanedanına mensup olan Fazlullah Han’ın Lugat-i Türkî adlı sözlüğü bu dönemin eserlerindendir
Mirza Mehdi Han Senglah adlı Çağatayca-Farsça bir sözlük yazmış, bu eserin başına bir de Mebâniü’l-Luga başlıklı gramer eklemiştirBozdogan Destanı veya Yusuf Beg-Ahmed Beg diye tanınan eser, XVIII. yüzyılın sonlarında yazıya geçirilmiştir. Son dönem Çağatay Türkçesi özelliklerinin yanı sıra daha sonra Özbek Türkçesini karakterize eden bazı özellikler de metinde görülmektedir
• XVIII. yüzyılın sonları XIX. yüzyılın başlarında yazılmış olduğu tahmin edilen Risale-i Muze Duzluk, ayakkabıcılık mesleğinin dinî ve ahlaki kurallarını, bu mesleğin öncülerini anlatmaktadır. Anadolu sahası dışında ahîlikle ilgili yazılmış nadir eserlerdendir
• VI. yüzyılda Abdülvahap Hoca, Meclisî; XVII. yüzyılda Turdı, Baba Rahim, Meşreb, Sufî, Allahyar; XVIII. yüzyılda Nişatiy, Andelib, Revnak; XIX. yüzyılda Muhammed Rahim Han (Feruz), Mahmur, Şevkiy Namagiy, Pesendiy adlı şairler vardır
XVI-XIX. Yüzyıllarda Çağatay Türkçesi Dil Özellikleri Bu dönemdeki dil çok büyük oranla Klasik Çağatay Türkçesi dönemiyle aynıdır. Yüzyıllarına ve yazarlarına göre bazı küçük farklılıklar da vardır. Bu bölümde XVI-XIX. yüzyıllardaki Çağatay Türkçesini kendinden önceki dönemle kıyaslamayacağız. Kendi dönemindeki Osmanlı Türkçesi ile kıyaslayarak bazı karakteristik farklılıkları göstereceğiz
Ses Bilgisi Özellikleri
Çağatay Tk. Osmanlı Tk.

-Ø-
(nadiren -n-) zamir n’siw -n-

+nI yükleme hâli eki +(y)I
+nIŋ
+nI
ilgi hâli eki +(n)Iŋ

+GA yönelme hâli eki +(y)A
+dIn ayrılma hâli eki +dAn
al-
(nadiren bil-) yeterlilik fiili bil-
u-

-(A)lIŋ
-(A)lIm
-(A)lI
emir-istek kipi 1. çk. -(y)AlUm

-(I)ŋIzlAr
-(I)ŋIz
emir-istek kipi 2. çk. -(I)ŋIz
-sUn
-dIk
emir-istek kipi 3. tk. -sUn

-(y)A dUr şimdiki zaman -(y)A yor(ur)
-(U)r

-GU+kişi (+dUr) gelecek zaman -(y)AcAK
-(y)A
-(y)IsAr

-GAy
(nadiren -(y)A)
gelecek zaman / istek -(y)A
-GAn sıfat-fiil eki -(y)An
-GAlI zarf-fiil eki -(y)AlI
-GInçA zarf-fiil eki -(y)IncA



Metnin Transkripsiyonu ve Türkiye Türkçesi karşılığı:
cānımdın özge yār-ı vefā-dār tapmadım
könglümdin özge maḥrem-i esrār tapmadım
[Canımdan özge vefalı yar bulamadım;
Gönlümden özge samimi sırlar bulamadım.]
cānım dik özge cān-ı dil-efgār körmedim
könglüm kibi köngülni giriftār tapmadım
[Canım gibi gönlü yaralı olan bir can görmedim;
Gönlüm gibi gönlü düşkün bulmadım.]
ösrük közige tā ki köngül boldı mübtelā
hergiz bu tilbeni yana hüṣyār tapmadım
[Sarhoş-baygın gözüne tâ ki gönül tutuldu;
Asla bu deliyi akıllı bulmadım.]
nāçār fürḳati bile ḫūy itmişem nitey
çūn vaṣlıġa özümni sezā-vār tapmadım
[Çaresiz, ayrılığı ile huy edinmişim, ne yapayım;
Kavuşmasına kendimi yakışır/uygun bulmadım.]
bārī baray işikige bu nevbet iy köngül
niçe ki barıp işikige bār tapmadım
[Hiç değilse gideyim kapısına bu kez ey gönül;
Nasıl ki gidip kapısına meyve-izin bulamadım.]
bābür özüngni örgete kör yārsız ki min
istep cihānnı munça ḳılıp yār tapmadım
[Bâbür, kendini alıştıragör sevgilisiz ki ben;
Arayıp cihanı böyle yapıp bir yar bulamadım.]

Dil incelemesi:
cān+ım+dın ‘canımdan’ [can: isim; +ım iyelik 1.tk.; +dın: ayrılma hâli eki]
özge : ‘başka, özge’
yār-ı vefā-dār (< Far.) ‘vefalı yar’
tap-ma-dım ‘bulamadım’ [tap-: fiil; -ma-: olumsuzluk eki; -dım: geçmiş zaman 1.tk.]
köng(ü)l+üm ‘gönlüm’ [köngül: isim; +üm+: iyelik 1. tk.; +din: ayrılma hâli eki.]
mahrem-i esrār (< Ar.) ‘çok samimi sırlar’
dik ‘gibi’ (edat)
cān-ı dil-efgār (< Far.) ‘gönlü yaralı olan bir can’
kör-me-dim ‘görmedim’ [kör-: fiil; -me-: olumsuzluk eki; -dim: geçmiş zaman 1. tk.]
kibi ‘gibi’ (edat)
köngül+ni ‘gönlünü’ [köngül: isim; +ni: yükleme hâli eki]
giriftār (< Far.) ‘tutulmuş, yakalanmış, düşkün’
ösrük ‘şarhoş, mest, esrik’ [ösrü- (< esri-): fiil; -k: fiilden isim yapan ek]
köz+i+ge ‘(onun) gözüne’ [köz: isim; +i+: iyelik 3. tk.; +ge: yönelme hâli eki]
bol-dı ‘oldu’ [bol-; yardımcı fiil; -dı: geçmiş zaman 3. tk]
mübtelā (< Ar.) ‘düşkün, tutkun, tutulmuş’
hergiz (< Far.) ‘asla, hiçbir zaman’
bu ‘bu’ (3. kişi zamiri)
tilbe+ni ‘deliyi’ [tilbe: isim; +ni: yükleme hâli eki]
yan-a ‘yine, tekrar’ [yan-: fiil; -a: zarf-fiil eki]
hüsyār (< Far.) ‘akıllı’
nāçār (< Far.) ‘çaresiz, ister istemez, zavallı’
fürkat+i (< Ar.) ‘ayrılığı, ayrılışı’ [fürkat: isim; +ı: iyelik 3. tk.]
bile ‘ile’ (edat)
ḫūy (Far.) ‘huy’
it-mişem ‘etmişim, eylemişim’ [it-: yardımcı fiil; -miş+em: geçmiş zaman 1. tk.]
nit-ey [< ne it-] ‘ne yapayım’ [nit- < ne it-: fiil; -ey: emir-istek 1. tk.]
çün (< Far.) ‘çünkü, mademki, gibi, eğer’
vasl+ı+ġa (< Ar.) ‘ulaşmasına, birleşmesine, kavuşmasına’ [vasl: isim; +ı+: iyelik 3. tk.; +ġa: yönelme hâli eki]
öz+üm+ni ‘kendimi, özümü’ [öz: dönüşlülük zamiri; +üm+: iyelik 1. tk.; +ni: yükleme hâli eki]
sezā-vār (< Far.) ‘uygun, yaraşır’
bārī- (< Far.) ‘hiç değilse, hiç olmazsa, bir kere’
bar-ay ‘varayım, gideyim’ [bar-: fiil; -ay: emir-istek 1. tk.]
işik+i+ge ‘kapısına, eşiğine’ [işik: isim; +i+: iyelik 3. tk.; +ge: yönelme hâli eki] nevbet (< Ar.) ‘nöbet, sıra’
ni+çe ‘nasıl, ne kadar’ [ne: isim; +çe: eşitlik hâli eki] bar-ıp “varıp, gidip’ [bar-: fiil; -ıp: zarf-fiil eki] bār (< Far.) ‘yük, izin, meyve’ Bābür ‘Babür Şah’ öz+üng+ni ‘kendini, özünü’ [öz: dönişlülük zamiri; +üng+: iyelik 2. tk.; +ni: yükleme hâli eki] örget-e kör-Ø ‘öğretedur; alıştıradur, alıştırakoy’ [örget-: fiil; -e: zarf-fiil eki;
kör-: (tasvirî) fiil; -Ø: emir-istek 2. tk.]
yār+sız (< Far.) ‘yarsız, sevgilisiz’ [yār: isim; +sız: isimden isim yapan ek]
min ‘ben’ (1. tk. zamiri)
iste-p ‘arayıp, isteyip’ [iste-: fiil; -p: zarf-fiil eki] cihān+nı (< Far.) ‘dünyayı, âlemi’ [cihān: isim; +nı: yükleme hâli eki] mun+ça ‘bunca, bunun gibi, bu kadar’ [bu: 3. kişi zamiri +n+ :zamir n’si; +ça: eşitlik hâli eki] kıl-ıp ‘kılıp, edip, eyleyip’ [kıl-: yardımcı fiil; -ıp: zarf-fiil eki]

XVI-XIX. Yüzyıllarda Azerbaycan Türkçesi Lehçe Özelliklerinin de Yer Aldığı Metinler
• Batı Oğuzcasının edebî yazı dili olan Osmanlı Türkçesi XVI. yüzyılda üç kıtada ürünler vermekteydi
• İran, Irak ve Kafyasya’daki Oğuzlar muhtelif siyasi birlikler kurmakta ve birbirlerinin kurdukları idareleri yine kendileri yıkarak yeni oluşumlar meydana getirmekteydi
• Bu süreçte, Akkoyunlularla girdiği mücadeleyi kazanan Şah İsmail Safevi (1502-1524), Güney Azerbaycan’ı kendi idaresi altına aldı. Onun döneminde Doğu Anadolu’dan Bağdat’a kadar uzanan büyük bir bölge Safevi Devleti’nin oldu.
• Safevi sarayında Farsça ve Arapça geçerli olsa da, Türkçe daha itibarlı idi. O dönem, hepsi de Türk olup farklı siyasi birlikler kuran veya kurulu devletleri yöneten şair hükümdarların birbiriyle şavaşmalarıyla geçmiştir.
• Şah İsmail, kendisi gibi şair olup Türkçe Divan yazmış olan Şibani Hanlarından Muhammed Şibanî Han’ı yenerek öldürmüştü
• Şah İsmail’in ölümü ise, yine Türkçe şiirler yazan başka bir Türk hükümdarı ile girdiği savaşta yenilmesinden sonra yakalandığı hastalıklardan olmuştur Şah İsmail’in Hataî mahlası kullanarak yazdığı pek çok şiir vardır.
• Fuzulî XVI. yüzyıl Türk edebiyatının da en önemli şahsiyetlerindedir. Bugünkü Irak topraklarında doğmuş olan Fuzulî’nin çok iyi bir eğitim gördüğü anlaşılmaktadır
• XV. yüzyılda nasıl Nevaî bütün Türk dünyasında tanınmış ve diğer şahsiyetleri etkilemişse, XVI. yüzyılda da Fuzulî aynı konuma yerleşmiştir.
• Türkçe Divan, Hadikatü’s-Süeda, Leyla ile Mecnun, Beng ü Bade, Su Kasidesi, Şikâyet-name onun eserlerinden bazılarıdır. Bazı beyitleri yüzlerce yıldan beri beğenilmekte ve birçok kimsenin hafızasında hâlâ saklanmaktadır Birkaç Örnek
yā rab belā-yı ‘ışk ile kıl āşinā meni
bir dem belā-yı ‘ışkdan itme cüdā meni

az eyleme ‘ināyetüŋi ehl-i derdden
ya’ni ki çok belālara kıl mübtelā meni (Leyla ile Mecnun’dan)

mende mecnūndan fuzūn ‘āşıklık isti’dādı var
āşık-ı sadık menem mecnūnuŋ ancak adı var (Divan’dan)

suya virsün bāġbān gülzār zaḫmet çekmesün
bir gül açılmaz yüzüŋ tek virse miŋ gülzāre su (Su Kasidesi’nden)
• Şair Emanî koşma, gazel tarzında şiirler yazmıştır. Bir de halk tarzında yazdığı manzum hikâyesi vardır
• Fuzuli’nin etkisi XVII. ve XVIII. yüzyıllarda da devam etmiştir. O ekolün devamı olan şairlerden bazıları şunlardır: Kavsi Tebrizî, Saib Tebrizî, Nişat Şirvanî, Ağa Mesih Şirvanî, Mevcî, Safî, Fazlî, Şakir, Mehcur, Müştak
• Şah Süleyman Safevî devri şairlerinden Melik Beg Avcı’nın yazdığı küçük bir divan günümüze kadar ulaşmıştır. İçinde 63 tane Türkçe gazel bulunmaktadır.
• Müşteri mahlaslı Feth Ali Han İbn Hüseyin Han, Tutî mahlaslı Ebu’l-Feth Han, Kutsî mahlaslı Abbas Kuli Ağa Bakıhanlı, Natevan mahlaslı Hurşin Banu Hanım onlardan diğerleridir
XVI-XIX. Yüzyıllarda Azerbaycan Türkçesi Lehçe Özelliklerinin de Yer Aldığı Metinlerin Dili metinlerin dili zaten Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi Oğuzcadır. Ancak, bazı özellikler bakımından Çağatay Türkçesi ile paralel olan kullanışlar vardır. Osmanlılardan farklı siyasi birlikler içerisinde hüküm süren bu bölgenin dilinde, bugünkü Azerbaycan Türkçesinin karakteristik özelliği hâline gelecek kullanışlar da görülmektedir
Söz Varlığı

Şekil Bilgisi Özellikleri


XVI-XIX. Yüzyıllarda Türkmen Türkçesi Lehçe Özelliklerinin de Yer Aldığı Metinler
• Çağatay Türkçesinin ortak dil olarak kullanıldığı bölgelerde yaşayan yazar ve şairlerin kendi lehçe özelliklerini de eserlerine yansıttığı metinler bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Mahtum Kulu’dur.
• İran’ın Günbet-i Kavus şehrinde doğmuş ve Orta Asya’daki çeşitli medreselerde eğitim görmüştür. Arapça ve Farsçanın yanı sıra Çağatay Türkçesini de öğrenmiştir.
• Bugünkü Türkmen şiirinin kurucularından sayılmaktadır. Mahtum Kulu’nun şiirlerinin dili Çağatay Türkçesi olmakla birlikte pek çok Türkmence unsur da görülmektedir.
• Mehmet Kara, Mahtum Kulu’nun şiirlerinin dilindeki Oğuzca ve Çağatayca unsurları işlediği makalesinde şu özellikleri belirlemiştir
1. Mahtum Kulu’nun şiirlerinde hem bol- (bolmasa), hem de ol- (olsun) şekilleri geçer.
2. Mahtum Kulu’nda Çağataycadaki gibi hem -GAn eki (bargan), hem de Oğuzcadaki şekliyle –(y)An (bükülen) eki kullanılmıştır.
3. Yönelme hâli eki, hem Çağatay Türkçesindeki gibi +GA şekliyle (kimge), hem de Oğuzcadaki gibi +(y)A şekliyle (derde) kullanılmıştır.
4. Çağatay Türkçesinde olduğu gibi zamir n’sinin kullanılmadığı örnekler (yanıda) yanında, Oğuzcadaki gibi kullanıldığı örnekler (dagında) de vardır.
5. İsimlerin olumsuz çekimi yapılırken Çağatay Türkçesindeki “imes” kelimesi de kullanılmıştır, Oğuzcadaki “degil” kelimesi de kullanılmıştır.
Örnek Metin
Maḫdūmkulı savaş olur
Yigiding sırrı pāş olur
Ya baş berür ya baş alur
koçaklar yoldaş üstünde
(12b) Bu dünyāda menem menem diyenler
Cebr elini ḫalk üstüne koyanlar
Bir ot bolur yetīm mālın iyenler
Rū-siye şermende bolur yarānlar
Çaḫır-ḫorıng gözi bolmaz ornunda
Dişi sıġır şāḫı dik durar burnunda
Dodaġı sīnesinde dili karnında
İydigi aġzındın gelür yarānlar
(14b) Gark olsang deryāya duş gekseng derde
Tama’ üçün açma yüzinden perde
Katlan dileg etme gidi nā-merde
İşing düşüp dūsta yāre yüz ursang
Nā-merde yüz ursang işing kayırmaz
İtden sümük islen bir źāt ayırmaz
Tilki uzun günde özin toyurmaz
Yegdür aç hem bolsa şīre yüz ursang
Maḫdūmkulı gerçe baḫtıng şūr olur
Şīrīn ile bir devletli yār olur
Gam sendin savılur derding eksilür
Kemāl Hān Avgan dik ere yüz ursang
(16b) Hak ‘ışkıdır bizi koyan közlere
Bu közlerdür kısmet bolan bizlere
Bilbil dilsiz kalur barsam yazlara
Kış hem gelse yıglap geçer hālimga
(19a) Kāfirler beslegen ogan çagında
Bir oda yolukgan dūst ferāgında
Barıp rāz aydaşgan Tūrnıng dagında
Reh-nīm it Mūsī Kelīmu’llāh hakı çün

Mahtum Kulu’nun yukarıdaki şiirleri Çağatay Türkçesine göre yazılmıştır. Ancak içinde Oğuzca unsurlar da vardır. Hatta doğrudan doğruya Türkmen Türkçesini temsil eden özellikler görülmektedir. Yukarıdaki metin, dili bakımından incelenirse şu özellikler görülür:
Çağatay Türkçesinin özellikleri:
Yönelme hâli eki +GA hālimġa
Ayrılma hâli eki +dIn sendin, yüzüngdin, ağzındın
İlgi hâli ek +nIng- Tūrnıng
-GAN sıfat-fiil eki beslegen, yolukġan
bol- fiili bolur, bolsa
bar- fiili barıp
ber- fiili berür

Oğuzcanın (Türkmen Türkçesi) özellikleri
Yönelme hâli eki: +(y)A deryāya, közlere, bizlere, nā-merde
Ayrılma hâli eki: +dAn itden
-(y)An sıfat-fiil eki diyenler, koyanlar
zamir n’si aġzındın, çağında
ol- fiili olur
t- > d- ötümlüleşmesi dişi, durar, duş, dileg, düşüp
(Bazı kelimeler) dodak ‘dudak’, iy- ‘yemek’


XVI-XIX. Yüzyıllarda Kıpçak Türkçesi ve Edebiyatı
• XVI. yüzyıldan sonra gelişen siyasi ve kültürel ortam sonucunda, Kıpçakça metinlerin yazılması kesintiye uğradı
• O sahanın yazarları ve şairleri daha çok Orta Asya ile ilişkide olduklarından, Çağatay Türkçesi ile metinler ürettiler
• XIX. yüzyılda bütün Avrasya’da yepyeni siyasi ve kültürel gelişmeler oldu. Kitapların yanı sıra gazeteler de yayımlanmaya başladı.
• O süreçte, gerek Osmanlı gerekse Orta Asya kültürel ortamında görülen millîleşme akımları Kıpçakça konuşan halklar arasında da yansımalar buluyordu.
• Osmanlı İmparatorluğu ile kurulan bağlar sonucunda Tatar edebiyatı üzerinde Çağataycanın yanı sıra Osmanlı Türkçesinin de etkileri artmıştı. Neticede, Tatarca özelliklerin yer aldığı metinler de yazıldı ve basıldı
• İsmail Gaspıralı, 1883 yılında, Kırım’da “Tercüman” adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gazetenin yayımlanabilmesi için Türkçe metinlerin yanında Rusça tercümeleri de verilmişti.
• Gaspıralı’nın kullandığı dil, bazı Kırım Türkçesi kelimeler kullanılmış olsa da, edebî Osmanlı Türkçesi idi. Yani İstanbul Türkçesini esas almıştı.
• Gaspıralı’nın ideali, bütün Türkler arasında “Dilde, işte, fikirde birlik!” prensibini yaygınlaştırmaktı. Bu prensip çerçevesinde, dildeki birliği Osmanlı (İstanbul) Türkçesi etrafında toplanmak olarak görüyord
• Ahmet Temir “XVI-XIX. yüzyıllar arasında Kazan ve çevresinde gerek el yazma hâlinde teksir edilerek ve gerek 1711’den itibaren Petersburg’da ve 1800’den başlayarak Kazan’da Arap harfleriyle matbaalarda basılıp yayınlanan eserleri, başlıca üç grup hâlinde inceleyebiliriz” demiştir Temir’in üç grubu şöyledir: 1. Yerli eserler 2. Türkistan menşeli eserler 3. Osmanlı menşeli eserler.
• XVIII. yüzyılda yazılmış olan Bahâdur Şâh’ın Arz-Nâmesi’nde hem Çağatay hem de Osmanlı Türkçesinin yanında Tatarca özellikler de bulunmaktadır Öztekten, eserdeki ikilikleri istatistiki verilerle ortaya koymuştur

Çağatay ve Tatar Türkçeleri Oğuzca
bol- (125 kez) ol- (159 kez)
birle (71 kez) /bile (3 kez) ile (105 kez)
men (12 kez) ben (111 kez)
bar- (55 kez) var- (1 kez)
bir- (36 kez) vir- (14 kez)
öz (39 kez) kendü (7 kez)
köp (33 kez) çok (3 kez)
tap- ‘bulmak’ (17 kez) bul- (1 kez)
yaşurun (3 kez) gizlü (7 kez

EVLİYA ÇELEBİ’NİN XVII. YÜZYIL TÜRK LEHÇELERİ HAKKINDAVERDİĞİ BİLGİLER
XVII. yüzyılda hem Osmanlı toprakları hem de başka yerlerdeki diller hakkında en ayrıntılı bilgiyi Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bulmaktayız. Evliya hem yabancı dilleri anlatmış hem de Türkçenin ağızları ve lehçeleri hakkında çok önemli bilgiler vermiştir
Azerbaycan Türkçesi (Evliya Çelebi’nin Tabiriyle Türkmence)
• Seyahatname’de en bol dil malzemesi bugün Azerbaycan Türkçesi dediğimiz lehçe hakkında verilmiştir. Evliya’nın tabiriyle o lehçe Türkmencedir. Evliya’nın o ağız için verdiği dil malzemesi Hayati Develi tarafından incelenmiştir (Develi, 2004). Develi, oradaki malzemenin dilini “Azerbaycan Türkmen Ağzı” olarak adlandırmıştır. Birkaç örnek cümle:
• “Cānım Tokmak Han, bu Koçaga’yı neçe bulduŋ ve neçe āteşe göyündürüpsen, maŋa Kırmızı Murtazā ‘Alī’yi ve Düvāze İmām’ın ervāhların severseŋ yaḫşı eyitgilen”
• “Bugün seniŋ ḫāk-i pāyiŋe gelmişem. Menimle yaḫşı danışıḫ etgilen ve bedürüstī rāst söylegilen.
Kıpçak Lehçeleri (Tatarca, Nogayca)
• Evliya Çelebi, Türk dilinin Nogay ve Kırım Tatar lehçelerini de eserinde anlatmıştır. Hem bunlar için özel bölümlerde kelime listeleri vermiş, hem de yeri geldikçe muhtelif bölümlerde örnekler göstermiştir (GÜLSEVİN 2011). Verdiği Tatarca kelime listesini Akmescid’de derlemiştir.
• Evliya, Tatarca ve Nogaycanın da çeşitli ağızları olduğunu ve kendisinin bunların pek çoğunu bildiğini söyler kömeç ‘ekmek’, may ‘yağ’, ayak ‘çanak’, çepeç ‘tavuk’, torgay ‘serçe’, toḫta- ‘durmak’, caḫşı ‘iyi’, caman ‘fena’, kayda barasın tentek ‘nereye gidersin köpek’, Eger ḫānım sen ‘Osmānlıya cügürüp kitersen seniŋ ve olanlarıŋıŋ barısın da sokup öldüre, hemān cügür ‘Osmānlı ile bozuşup uruş edemiz
• Nogayca kelimelerden ve cümlelerden örnekler pir ‘1’, ikiz ‘2’, üş ‘3’, tört ‘4’, beş ‘5’, altı ‘6’, ceti ‘7’, ‘sekiz’, ‘tokuz’ 9, on ‘10’; caradan ‘Allah’, batır cigit ‘bahadır yiğit’, tuvalar yasadım ‘du’ālar yapdım’, aytım bar aytayım ‘sözüm var söyleyim’, aşıkman ‘acelene etmeŋ

Yukarıdaki dil verilerinden, XVII. yüzyılda Kıpçakçanın lehçelerinde şu özelliklerin bulunduğunu anlıyoruz

1. Çağatay Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinde kelime başındaki y- ünsüzü, birçok kelimede c- şeklinde telaffuz edilmektedir: caman ‘yaman, fena’, caradan ‘yaratan, Allah’, cigit ‘yiğit’
2. Osmanlı Türkçesinde kelime başında v- şekline dönüşmüş olan (var-, vir-) ve Çağatay Türkçesinde eski şekliyle b- olarak telaffuz edilen (bar-, ber-) kelimeler Kıpçakçada b- önsesiyle telaffuz edilmektedir: barasın ‘gidersin’
3. Çağatay Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinde /ç/ olarak telaffuz edilen ses Nogaycada /ş/ hâline gelmişti: üş ‘üç, 3’
Çağatay Türkçesi Ey su’āl etgen şol merkadnı sāhibini, Boga Bay kişi men, ikiyüz yaşka yetgen nā-murād yigit men idim, ekmek yeyüp yüregime ekmek yapışup ölgenmen, sebeb-i mevtim şolkaydır.
Ey su’āl etgen bu merkadnı eyesin, ikiyüz kırkbeş yaşka nā-murād Hurma Bike Hānım Hatun idim, yüzbeş yaşında kız olan iken kocaya barup bir uşak dogururken su içüp öldüm, sebeb-i mevtim şudur

XVI-XIX. YÜZYILLARDA TÜRK DİLİ ÜNİTE 2
BATI TÜRKÇESİ
• Oğuz Türkçesi şivelerinin oluşturduğu Batı Türkçesi bazı bilim adamları tarafından Güney-Batı Türkçesi, Güney Türkçesi veya Oğuzca olarak da adlandırılmıştır
• Batı Türkçesi, günümüzde Azerbaycan Türkçesi, Horasan Türkçesi, Kaşgay Türkçesi, Irak Türkmencesi, Türkiye Türkçesi, Türkmenistan Türkmencesi ve bunların çeşitli bölgelerde konuşulan şivelerinden oluşur
• XI. yüzyılda Selçuklu Devletinin, merkezi İslam coğrafyasında bir imparatorluk olarak ortaya çıkmasıyla bu lehçeyi konuşan Selçuklu Devletinin yönetici sınıfı ile onun dayandığı geniş Oğuz-Türkmen kitleleri XIII. yüzyıldan sonra bu dille yazılı eserler vermeye başlamışlardır
• Oğuz yazı dilinin bir bilim ve sanat dili olarak ortaya çıkışı, aynı zamanda bu toplumun İslamlaşması, İslami medeniyetin düşünce, inanç ve anlayışlarını özümsemesi ve bu doğrultuda yeni ve özgün eserler ortaya koymak için yaşadığı tecrübe ve aşamaları kapsayan kültür tarihinin doğrudan bir ürünüdür
• XIII. ile XV. yüzyıllar arasında önce büyük ölçüde Anadolu Türk beyliklerinin koruma ve teşvikiyle, sonra Osmanlı Devletinin başta saray olmak üzere kültür muhitlerinde gelişen ve ortaya konan geniş çaplı çeviri, uyarlama ve özgün eserlerle Eski Anadolu Türkçesi adını verdiğimiz bir edebiyat ve bilim dili ve geleneği oluşmuştur
• Bu gelenek, XV. yüzyılın ikinci yarısı ile XVI. yüzyılın başlarından itibaren yazı tarzı, imla, edebî şekiller, konu, dünya görüşü, üslup, kelime tercihi ve cümle yapıları gibi bir kültür ve edebiyat dilinin belli başlı alanlarında göreceli bir standartlaşmaya ve istikrara ulaşmıştır
olarak isimlendirilmiştir.
• Günümüzde bu tarihî kültür Türkçesine Osmanlı Türkçesi veya kısaca Osmanlıca denmektedir
XVI. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ
• Osmanlı Devletinin üç kıtaya yayılan bir imparatorluk olarak ortaya çıkmasıyla devletin kültür ve iletişim dili olan Türkçe de büyük bir yayılma imkanı doğmuştur
• Türkçe, mektep, medrese, tekke, kışla, resmi daire ve padişah sarayı ile yüksek rütbeli memur ve komutan sarayları gibi sosyal alanlarda kullanılan ortak dil olmuştur
• Her ne kadar XVI. yüzyıldan itibaren Türkçede göreceli bir standartlaşma görülse de özellikle Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak’ta yazılmış birçok eserde, Batı Anadolu’da yazılmış eserlerde rastlanmayan veya seyrek rastlanan ancak daha çok ağızlarda konuşma dilinde rastlanabilecek bazı kelime ve eklere rastlanmaktadır
• Bu yörelerde daha Eski Anadolu Türkçesi döneminde yazan birçok şair hem özgün konu ve üslupları, hem de coşkun edalarıyla klasik sayılabilecek nitelikte eserler ortaya koymuşlar, kendi dönemlerinde oldukları gibi sonraki dönemlerde de diğer şairler üzerinde oldukça büyük etkilerde bulunmuşlardır.
• Bunlar arasında Hasanoğlu, Kadı Burhaneddin, Seyyid Nesimi ve Habibi önde gelir
• XVI. yüzyılda ise bu şive ve gelenek doğrultusunda yazan, ancak Türk şiir ve düzyazısını birkaç basamak üste taşıyarak ona çok daha görkemli bir kimlik kazandıran Bağdatlı Fuzuli olmuştur
• Eski Anadolu Türkçesinin ilk dönemlerinden başlayarak edebiyat ve bilim dili için gerekli olan terim, kavram ve söyleyiş kalıplarının bu dillerden alıntılanarak kullanılması Türkçeye geniş bir kıvraklık, anlam çeşitliliği ve inceliği ile kültürel derinlik kazandırmıştır
• Bu sayede edebiyat ve bilim alanlarında çok soyut fikirler ile karmaşık ve çok boyutlu analiz ve değerlendirmelerin başarılı bir biçimde ortaya konulması mümkün hâle getirilmiştir.
• Bu doğrultuda imajlar, kavramlar, dinî ve tasavvufi inanç, olay, gelenek, anlayış ve tecrübeleri anlatan kelime, terim ve ifadeler din dili olması sebebiyle Arapçadan, edebiyat ve tasavvuf kültürü dili olması dolayısıyla Farsçadan doğrudan doğruya alınarak Türkçede kullanılmaya başlanmış, bu durum günden güne yoğunlaşarak devam etmiştir.
• Özellikle eğitimli ve kültürlü çevrelerin meydana getirdiği ve geliştirdiği divan şiirinde izlenen geleneksel Arap ve Fars retoriğinin bir gereği olarak kullanılan aruz vezni ile tam ve zengin kafiyeler ve edebi sanatların da bu yönde oluşturduğu gereksinmeler sonucu dile geniş çaplı Arapça ve Farsça dil unsurları yerleşmeye başlamıştı
• Türkçeye Arapça ve Farsçadan alınan kelimler daha çok isim, sıfat ve az sayıda zarf ve bağlaçlar olmuştur
• Her yeni giren bu türden kelimeler Türkçeye bir anlam inceliği katmış, karşılığı Türkçede var olan kelimelerin anlamlarıyla eşdeğerde olmamıştır
• Yalın ve bağlamdan ayrı olarak tek başına değerlendirildiklerinde Türkçedeki karşılıklarıyla anlamca eşit gibi görülen birçok alıntı kelime aslında deyim, atasözü ve donmuş ifade kalıpları içinde yeni anlam nüanslarıyla bir diğerinin yerine geçemeyecek şekilde kullanılmaya başlamış, bu yönüyle Türkçeye büyük ifade inceliği ve anlatım gücü kazandırmıştır
• Bu durumu açıklayan belki de en iyi örnek Farsçadan geçen “kafa” kelimesidir. İlk bakışta, Türkçe baş kelimesinin eşanlamlısı olarak görülen bu kelimeden türetilen zeki anlamındaki “kafalı” veya bir şeyi düşünmeden öylesine söylemek veya uydurmak anlamındaki “kafadan atmak” ifadelerinin “baş” kelimesinin kullanılmasına müsaade etmemesi ve kullanıldığı takdirde Türkçede farklı anlamlara sahip ifadeler yaratması bu durumu çok iyi açıklar
• Genellikle çok iyi din ve edebiyat tahsili görmüş, aydınlar çevresinde eserler üreten ve eserlerinin okuyucusu olarak tahsilli ve yüksek bürokrat ve aydın kesimlere hitap eden yazarlar eserlerinde çok yoğun bir şekilde konuşma Türkçesinde rastlanmayan Arapça ve Farsça dil unsurlarını kullanmışlardır
• Bu durum bazı eserlerde öylesine güçlü bir şekilde kendini göstermiştir ki Arapça ve Farsça unsurlarla oluşturulmuş çok süslü ve girift tamlama ve cümle yapıları bazen eserin konusunu ve yazılış amacını ortadan kaldırmış, yazarın edebiyatı sadece bu iki dile hâkimiyetini ortaya koyduğu bir gösteriş ve övünme faaliyeti haline getirmiştir
• Özellikle divan şiirinde, dinî, tarihi ve siyasi önder ve şahsiyetlerin övüldüğü alanlarla mensur eserlerde bulunan mukaddime ismi verilen giriş bölümünde, dua, methiye ve tarihi önem ve saygınlığa sahip kişi, olay ve tecrübelerle ilgili konularda Arapça ve Farsça unsurlar çok daha yoğun biçimde göze çarpar.
• Bu kısımlarda ayrıca sık sık ayet ve hadisler ile Arap ve Fars edebiyatlarının meşhur yazar ve şairlerinin eserlerinden mısra, cümle, özdeyiş ve atasözleri olduğu gibi alınarak kullanılmıştır.
• Halk ve geniş kitleler için yazılan eserlerde kullanılan Türkçe daha sadedir
• Halk için yazılan dinî nitelikli eserlerden ilmihaller (Akaid kitapları), peygamber tarihleri (Kısasü’l-Enbiyalar), sure ve hadis tercüme ve şerhleri, vaazlar, din dışı alanlardan rüya tabirleri (tabirnameler), çeşitli falnameler, aşk ve kahramanlık hikâyeleri, nasihatnameler, halk tıbbı gibi birçok alanda yazılan eserlerin dili ve üslubu okuyucunun seviyesi gözetilerek kaleme alınmıştır
• Bundan dolayı bu kitlelerin konuşma dilinde mevcut kelimeler kullanılırken üslup çoğunlukla basit tutulmuş, anlatım yaygın ve bilinen benzetme ve mecazlarla zenginleştirilmiştir
• Gazel, kaside ve mesnevi gibi Arap ve Fars estetiği ile duygu ve hayal sisteminden oluşan şiir geleneği içinde gelişen divan şiiri, Türk divan edebiyatının kurulduğu on dördüncü ve on beşinci asırlardan başlayarak yerli hayat unsurlarını yansıtmaya başlamıştır
• Bu durum XVI. yüzyılda çok daha ileri seviyelere çıkmış, Türk edebiyatı, dil ve üslup bakımından yerli ve özgün, üstün nitelikli eserler ortaya koyan klasik edebiyat olgunluğuna ulaşmıştır
• Şiirde Arap ve Fars geleneğinden geçen kelime, tamlama ve ifadelere yer verilmiş olsa da, eserlerin temel dil yapısı, üslup ve anlatım şekli Türkçenin kıvraklığını ortaya çıkaran orijinal söyleyiş ve ifadeler ile onun gelişmesine büyük katkılarda bulunan güçlü bir şiir geleneği düzeyindedir.
• Bu eserlerde konuşma dilinden alınan atasözü ve deyimler, güldürürken iğneleyen kinaye ve mecazlar, dua, beddua, isyan, nazlanma, serzeniş, sevinç, şikayet ve yalvarma bildiren kalıplaşmış ifadelerle şaşırtmaca ve ünlemlerin şairlerin zekice yarattıkları orijinal hayal ve fikirleri anlatmada başarılı bir şekilde kullanılması Türkçeye üstün bir sanat ve estetik gücü kazandırmıştır
• Bu konuda kısa bir örnek olması bakımından, sadece XVI. yüzyılın değil bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerinden Fuzuli’nin “Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alıp / Her gelen gamlı gider şād gelip yanımıza”, “Cān ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır / Cān içre seni sakladığımız anın içindir”, “Savdı Mecnūn nevbetin imdi menem rüsvā-yı aşk / Doğru derler her zaman bir āşıkın devrānıdır” ve “Ger derse Fuzūlī ki güzellerde vefā var / Aldanma ki şair sözü elbette yalandır” gibi mısraları ile Baki’nin “Hoş geldi bana meygedenin āb ü havāsı / Billāh güzel yerde yapılmış yıkılası” ve “Avāzeyi bu āleme Dāvūd gibi sal / Bākī kalan bu kubbede bir hoş sadā imiş” gibi mısraları bir bakışta bu şairlerin şiir dünyası ve sanat zevki kurmada Türkçeyi ne kadar başarılı bir şekilde değerlendiklerini göstermektedir

Kültür ve Edebiyat Merkezleri
• Türk edebiyatı ve kültürünün merkezi bu dönemde, şüphesiz Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul’dur
• Bağdat, Bursa, Edirne, Kastamonu ve Kütahya gibi şehirlerde edebi ve kültürel faaliyetler sürüyor olsa da çekim merkezi İstanbul’dur
• Şehrin mektep ve medreseleriyle, sarayın Enderun mektebinde yetişen çok sayıda yazar, şair, ilim ve kültür adamı bu gelen sanatçı topluluklarıyla birlikte İstanbul’u bir kültür ve edebiyat merkezi haline getirmiş, böylece sarayda da hâkim durumda olan İstanbul konuşma Türkçesi özelliklerine bağlı bir edebiyat dili şekillenmeye başlamıştır
• XVI. yüzyılda hüküm süren Osmanlı padişahları ve şehzadeleri sadece şair ve yazarları korumakla kalmamış, kendileri de şiir ve edebiyatla uğraşmışlardır
• Bu asırda padişah II. Beyazıt (Adli), Yavuz Sultan Selim (Selimi), Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbi), II. Selim (Selimi), Sultan III. Murat (Muradi) ile birlikte şehzadelerden Cem Sultan, Şehzade Korkut (Harimi), Mustafa (Muhlisi) şiirleriyle kültür hayatına katkıda bulunmuşlardır
• XVI. yüzyılda Hayali ve Baki’nin Kanuni Sultan Süleyman’dan teşvikler görmesi, Bergamalı Kadri’nin Osmanlı Türkçesi grameri üzerine yazdığı “Müyessiretü’l-Ulûm” isimli eserini Kanuni’nin veziri ve aynı zamanda sanatçıların hamisi Pargalı İbrahim Paşa’ya sunması bu durumu gösteren örneklerlerdir

4. Dönemin Önde Gelen Şairleri Bu bağlamda XVI. yüzyıl, Türk dilinin edebi ekol kuran etkili şairlerinin Türkçenin üstün nitelikli eserlerini yazarak güçlerini ve sanatlarını asırlarca hissettirecekleri bir çağ olmuştur. Bu şahsiyetler eserlerinde genel İslami edebiyat konularını yaygın olarak işleseler de yavaş yavaş yerel Türk örf ve adetlerini, günlük hayat olaylarını, askeri başarıları, mizahi olay ve yergileri gene yaygın Türkçe kelime ve ifade yollarıyla dile getirmeye başlamışlardır
Fuzuli ve Eserleri
• Bağdatta doğmuş Türkçeden başka Arapça ve Farsça eserler yazmış olsa da esas büyük eserlerini Türkçe yazmış, sanat gücünü anadili olan Türkçede göstermiştir
• Divan şiirinin gazel, kaside, mesnevi, murabba, muhammes müseddes gibi hemen hemen bütün türlerinde söyleyiş, teknik ve üslup özellikleriyle ve yüksek nitelikli eserler ortaya koymuştur
• Yazdığı bir çok eser arasında özellikle Türkçe Divanı, Leyla vü Mecnun mesnevisi ve yer yer şiir parçalarıyla zenginleştirilmiş Kerbela vakasını anlattığı Hadikatüs-Süeda (Saadete Ermişlerin Bahçesi) isimli mensur eseri ile Şikāyetnāme olarak bilinen mektubu çok sevilmiştir
• Şiirlerinde ortaya konan alçak gönüllülük, aşk yolunda çekilen acı ve ıstırabı samimi kabulleniş, gönül adamlığı ve dervişane eda, tekkelerde, dost meclislerinde ve sanat ortamlarında esasen tasavvufi kültürü özünde yaşatan geniş halk kitleleri tarafından çok benimsenmiştir
• Onun “Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su” mısrasıyla başlayan Su Kasidesi, “Perişān hālin oldum sormadın hāl-i perīşānım” mısrasıyla başlayan murabbası ve birçok gazeli ezberlenerek dilden dile, kuşaktan kuşağa geçmiş, kültür Türkçesinin ortak değeri olmuştur
• Fuzuli’nin dili Eski Anadolu Türkçesi ile Azeri şivelerinin birçok özelliklerini yansıtır
• Fuzuli, eserleriyle hem Oğuz Türkçesinin çeşitli şivelerinin konuşulduğu Azerbaycan, Irak ve Doğu Anadolu bölgelerinde hem de Anadolu, Balkanlar, Kırım ve Mısır coğrafyasında Türk şiirinin üstad şairi olarak üne ve saygınlığa kavuşmuştur
• Sonraki dönemlerde, özellikle Azerbaycan bölgesi yazar ve şairlerinin Hindistan, Harezm ve Maveraünnehr bölgesiyle yakın ilişkileri sonucu şairin eserleri Orta Asya Türk bölgelerinde de okunmuş ve çoğaltılmış, ve böylece Çağataycanın hakîm ve güçlü olduğu bu bölgelerde de Oğuzcanın edebi bir dil olarak varlığı ortaya konmuştur
• Çağatay şiirinin büyük şairi Ali Şir Nevayi ile birlikte Fuzuli’nin eserlerine de bu bölgelerde şerhler yazılmış, eserlerinde kullandığı kelime ve ifadeleri açıklayan lügatler hazırlanmıştır
• Fuzuli, Türkçe eserlerindeki üstün edebi gücü ve başarısıyla birlikte yazdığı Arapça ve Farsça eserler sayesinde de dönemin prestijli dilleri olan Arapça ve Farsçanın karşısında Türkçenin edebi bir dil olarak varlığını kabul ettiren önemli sanatçıların başında gelir
• Nitekim Farsça divanının önsözünde şair “Bazen Arapça şiirler söyledim. Bu benim için kolaydı, çünkü Arapça benim ilmi konularda kullandığım dildi. Bazen yeteneğimin atını Türk dili meydanında koşturdum ve Türkçedeki söz güzellikleriyle Türk sanatseverlere zevk verdim. Bu benim için zor olmadı, çünkü bu benim asli duyuş ve düşünüşüme uygun olan dildi. Bazen de Fars dili ipliğine inciler dizdim” diyerek hem bu dillerdeki bilgisini, hem de sanat ve bilim vadisindeki yeteneklerini dönemin Türkçe bilmeyen okuyucusuna da anlatır
• Benzer düşünceyi daha etkili bir ifadeyle Hadikatü’s-Süeda isimli eserinde de söyler
• Daha XI. yüzyılda, Oğuzların Selçuklu Devletini kurdukları esnada, Kaşgarlı Mahmut, Türkçenin gücünü göstermek için Türk lehçelerinin sözlük ve grameri üzerine yazdığı Divanü Lügati’t-Türk isimli çalışmasını Bağdat’ta hazırlamış ve bunu dönemin en büyük dinî ve siyasi otoritesi olan İslam halifesine sunmuştu
• Kaşgarlı, eserinde Türkçe kelime ve cümlelerin gramer özelliklerini açıklarken döneminde henüz İslami denebilecek Türk edebiyatı geleneği oluşmadığı için halk edebiyatı verilerini kullanmış ve Türkçenin edebi şivesi olarak Karahanlı bölgesinin Türkçesi olan Hakaniye lehçesini göstermişti.
• İşte aradan beş asır geçtikten sonra, XVI. yüzyılda, Fuzuli, kaderin bir cilvesi olarak yine Bağdat’tan seslenerek, eserlerindeki çeşitlilik, orijinallik, dinî ve tasavvufi derinlik ve sahip olduğu geniş okuyucu ve izleyici kitlesiyle Oğuz Türkçesinin, İslam medeniyetinin yeni ve güçlü bir edebi dili olarak Arapça ve Farsçanın yanında yerini almasını sağlamış önemli birkaç yazar ve şairden birisi olmuştur
Baki
• İstanbulda doğan Baki, şiir alanında sadece XVI. yüzyılın değil Türk divan şiiri tarihinin en başarılı şahsiyetlerinden birisidir
• Şiirlerinde dindışı konuları işleyen şairin ileri sürdüğü fikirler, yarattığı hayaller ve dünyaya bakış açısı oldukça serbest, rahat ve özgündür
• Türk şiirine aruz veznini son derece doğal bir akıcılıkla uygulayan şairin özellikle gazellerindeki mısra ve beyit bütünlüğü dikkat çekicidir
• Yerli hayat unsurlarını İmparatorluğun başkent İstanbul şivesiyle dillendiren şairin Osmanlı şiir dili geleneğinin kurucularından olduğuna şüphe yoktur
• Şairin birçok beyit ve mısrası özdeyiş halinde kültürlü kesimlerce asırlarca zevkle okunmuş ve ezberlenmiştir. Bunlar arasında bu beyitler sayılabilir: “Kadrini seng-i musallāda bilip ey Bākī / Durup el bağlayalar karşına yārān saf-saf ”, “Avāzeyi bu āleme Dāvūd gibi sal / Bākī kalan bu kubbede bir hoş sadā imiş”, “Minnet Hudā’ya devlet ü dünyā fenā bulur / Bākī kalır sahīfe-i ālemde adımız”.
Bağdatlı Ruhi
• Bağdatlı Ruhi’ye ise ününü kazandıran bütün Türk edebiyatının en güzel yergi şiirlerinden sayılan terkib-i bendi olmuştur
• Şairin eserlerinde geçen “Gör zāhidi ki sāhib-i irşād olayın der / Dün mektebe vardı bugün üstād olayın der”, “Dünyā talebiyle kimisi halkın emekde / Kimi oturup zevk ile dünyāyı yemekde”, “Hālin kime açsan sana bir hikmeti var der / Öldürdi bizi āh bilinmez mi bu hikmet” gibi beyitleri Türkçenin kalıplaşmış ifadeleri haline gelmiş, her dönem zamandan ve şartlardan şikayet eden kesimlerce tekrar edilerek asırlarca dilden dile aktarılmıştır
Hayali
• Hayali, Vardar Yenicesi’nde doğup büyümüş, İstanbul’a gelerek saray meclislerinde bulunmuştur. Tasavvufa meyil göstermiş, derviş hayatı yaşamış ve şiirlerinde samimi bir sufi olarak ortaya koyduğu rindane edası ve yer yer görülen Rumeli Türkçesi özellikleriyle oluşturduğu özgün söyleyişler büyük beğeni kazanmıştır
• Onun meşhur “bilmezler” redifli gazelinde geçen “Ol māhīler ki deryā içredir deryāyı bilmezler” bir özdeyiş halinde Türkçede yaygın olarak kullanılmıştır.
• Padişah Kanuni tarafından da çok sevilen şaire hayatının sonuna doğru bir sancak bağlanmış ve bey unvanı verilmiştir

Diğer Önemli Şahsiyetler Zati, Hayreti, Nev’i daha çok gazel türünde ünlenmişlerdir. Taşlıcalı Yahya, Kara Fazlı, Lāmī ve Azeri İbrahim Çelebi ise yazdıkları mesnevilerle kendilerini kabul ettirmişlerdir
Şiirde Yeni Tarz ve Üsluplar
• Agehi, şiirlerinde denizcilikle ilgili terim ve ifadeleri yaygın kullanarak edebi dile yeni bir anlatım gücü, söyleyiş güzelliği ve samimiyet katmıştır. Onun “Ey gönül nice yatursın bu limān-ı tende / Himmetin lengerin al mevsimidir aç yelken” tarzındaki beyitlerinin Türkçeye yeni benzetmeler ve mecazlar kazandırdığı açıktı
• Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi gazellerinde basit Türkçe (Türki-i basit) denilen halkın konuşma dilinin yalınlığı ve akıcılığını yansıtan bir kelime hazinesi ve üslup denemişlerdir. Mahremi’nin “Gördüm seğirdir ol alā gözlü geyik gibi / Düşdüm saçı tuzağına bön üveyik gibi” gibi yalın Türkçeyle yazılmış beyitler özgün bir üslubun ürünüdür. Halk Türkçesini aydın edebiyatının ve yazı dilinin merkezine koymaya çalışan bu girişimler sonraki dönemlerde yer yer devam ettirilse de şiir ve edebiyat dili ayrı bir gelenek olarak varlığını sürdürmüştür.
XVI. Yüzyıl Nesir Yazarları ve Türkçe
Süslü Nesir
• Ağır ve külfetli bir cümle yapısına sahip olan bu tür süslü nesir eserlerinin yazarları gibi okuyucuları da Arap ve Fars dili ve edebiyatı geleneklerini iyi bilen dönemin yüksek tahsilli aydınlarıdır
• Bu tür düzyazı eserlerinde üslubu oluşturan temel anlayış nesir yapısını seci adı verilen iç kafiyelerle ve aralara serpiştirilen beyit ve kıtalarla şiire yaklaştırmaktır.
• Şiirin öz ve hakiki edebiyat sanatı olarak algılandığı çağlarda nesir alanında bu türden yaklaşımlar aydın zümre edebiyatında çok yaygındır.
• Aydın zümre nesri daha çok resmi olarak görevlendirilmiş devlet memurları ile ulema mensupları tarafından izlenmiş olsa da ağdalı ve karmaşık üslup eserlerin esas olarak giriş kısımlarıyla yüksek şahsiyetlerin anlatıldığı paragraflarda daha kuvvetlidir
• Edebi üslup daha çok sosyal ve siyasal olayların anlatıldığı vekayiname ve tarih türü ile yazar ve şairlerin tanıtıldığı tezkire türünde yaygın olarak kullanılmıştır.
• Dönemin önemli münşilerinden (inşa yazarlarından) olan Ahdi (Gülşen-i Şuarā), Âşık Çelebi (Meşāirü’ş-Şuarā), Ferīdun Bey (Münşeāt) Gelibolulu Mustafa Āli (Künhü’l
• Ahbār, Kavāidü’l-Mecālis, Menākıb-ı Hünerverān), Hoca Saadeddin (Tācü’t-Tevārih), Kınalızade Ali Çelebi (Tezkiretü’ş-Şuāra), Latifi (Tezkire), Nişancı Celālzāde Mustafa Çelebi (Tabakātü’l-Memālik fi Derecetü’l-Mesalik), gibi bir grup sanatçı bu üslubu yaygın olarak kullanan yazarlardır

• Süslü nesir aydın edebiyatında bir tarz olarak, ortaya konan divan, mesnevi, tarih, tezkire gibi belli başlı bütün eserlerin giriş kısımlarında, memurlar arasında yapılan resmi yazışmalarda, padişah fermanlarında, diplomatik yazışmalarda, dilekçe, diploma, tapu gibi resmi belgelerde ve bilimsel ve teknik içerikli birçok eserde yaygın olarak kullanılmıştır

Süslü nesre örnek:
Zebān-ı Türkīde şi’r ü inşāya müte’allik ne kadar dīvān ü risāle vü dāstān ü makāle var ise tetebbu’ u tefahhus kıldım ve müddet-i mütemādī sāl-hūrde vü rūzgār-dīde, sühān-şinās ü efsāh-nās azīzlerden istifsār ü isti’lām édüp fuzalā sohbetlerinde ve bülegā cem’iyyetlerinde mahall ü münāsebetle okunan şi’r-i rengīni ve sahāyif-i havātır-ı yārānda ve defātir-i zamāyir-i ehl-i irfānda bulunan nazm-ı güzīni, şu’arā-yı Rūmun mü’ellefāt ü musannefātı ile cem’ édüp... (Latīfi Tezkiresi önsözü)
Orta Nesir
• Osmanlı aydınlarının geniş okuyucu kitlelerini düşünerek kaleme aldıkları konuşma dili özelliklerine yakın daha sade, anlaşılır ve külfetsiz nesir üslubudur
• Eğitimli kesimlerin günlük konuşmalarında da kullandıkları alıntı kelime, kısa terkipler ve yaygın olarak bilinen İslami ve ilmi terimler bu nesir üslubunda tabii bir şekilde kullanılır
• Burada terkipler ve cümleler nispeten daha kısa, örnekler ve edebi sanatlar daha somut ve hayattandır
• Bu üslupla yazanlar arasında Fuzuli (Hadikatü’s-Süedā), Latifi (Evsāf-ı İstanbul), Lütfi Paşa (Tevārih-i Āli Osman, Āsafnāme), Mehmed Âşık (Menāzirü’l-Avālim), Selaniki Mustafa Efendi (Selaniki Tarihi), Sā’i Çelebi (Tezkiretü’l-Bünyān), Sehi Bey (Heşt Behişt), ve Seydi Ali Reis (Mir’ātü’l-Memālik, Kitābü’l-Muhit) yüzlerce yazar arasında öne çıkan isimlerdir

Orta nesre örnek:
Ve benim dahi pādişāhum Sultān Süleymān Han hazretlerine arzım bu vechile olmışdı ki selātın-ı selefde berre mālik çokdur, bahre mālik azdur. Ve bahr seferi tedbirinde kāfir bizden artukdur, biz ana gālib gereküz deyü arz étdügümde cevābı ‘sözün hakdur, öyle gerekdür’ déyü buyurmışdur. (Lütfi Paşa, Āsafnāme).

Gerçi merhūmun intikālin bilmez ādem kalmamış idi ve merhūmun meyyiti bu vakte değin kırk sekiz gün setr olunmış idi. Ammā keşf-i sırr āşkāre olup kırk sekiz yıldan berü serīr-i izzetde pādişāh-ı ālem-penāh mevti te’sīr édüp sūziş-i mātem ile herkes āh ü nāle vü efgāne āgaz eyledi ve hāy hāy ile ağlaşup inleşdiler. Ve şol mertebeye vardı ki yürimeyüp ‘hāy Sultān Süleymān hāy’ deyü feryāda başladılar. (Selaniki Tarihi)
• Orta nesir halk için yazılan kānunnāmelerde, halka yönelik fetvalarda, tarihlerde, seyahat eserlerinde daha yaygın kullanılmıştır. Aydın zümre edebiyatında en çok kullanılan nesir üslubu bu üsluptur.
Halk Nesri
• Halkın günlük konuşma Türkçesi unsurlarıyla oluşturulmuş mensur destanlar, halk hikâyeleri, peygamber kıssaları, menakıpnameler, masallar, nasihatnameler, falnameler ve ilmihaller halk nesri üslubuyla yazılmıştır.
• Konuşma dilinin kelime hazinesi ve cümle yapısıyla kurulan bu üslupta halk inançları, atasözleri, basit benzetme ve istiareler ve günlük hayattan alınan örnekler çok kullanılır.
• Halkın konuşma diliyle yazıldığı için bu tür eserlerde yer yer şivelerden alınmış kelime, ifade ve gramer şekilleri ile ağızlarda yaşamaya devam eden Eski Anadolu Türkçesinin özellikleri de görülür

XVI. Yüzyıl Halk Edebiyatı
• Geniş halk kitlelerinin konuşma dili ve edebi zevki esas olarak halk âşıklarının koşma, semai ve türkü gibi halk müziği ve şiiri türlerinde, meddah ve kıssahanların hikâyelerinde, ortaoyunu ve karagöz gibi halk gösteri sanatlarında günlük olaylardan ve gelişmelerden alınan unsurlarla zenginleşerek devam etmiştir
• Gezgin halk âşıkları şehir şehir, kasaba kasaba gezerek düğünlerde, meydanlarda, kahvehanelerde veya varlıklı kişilerin evlerinde kurulan meclislerde hem kendi başlarından geçen ve şahit oldukları aşk, ayrılık ve sevgiliden şikayet gibi bireysel tecrübeleri, hem de toplum içinde meydana gelen bayram, eğlence, kutlama, savaş, yangın, zafer gibi sosyal ve siyasi olayları sazlı sözlü dillendirmişlerdir
• Denebilir ki kelime hazinesi, gramer şekilleri ve sanat zevki alanlarında Türkçenin belirli seviyede istikrara ve standarda ulaşmasına bu gezgin âşıkların etkisi büyük olmuştu
• Çeşitli dönemlerde çöğürcü, âşık, hak aşığı veya ozan gibi isimlerle nitelendirilen gezgin âşıklar aydın zümre tarafından küçümsenmiş olsa da geniş halk kitleleri tarafından büyük saygıyla karşılanmıştır.
• Hece vezni ile dörtlük biriminin esas olduğu halk şiiri konu bakımından dindışı ve dinî/tasuvvufi (tekke şiiri) olmak üzere iki bölümde incelenir.
• Dindışı âşık edebiyatının bu dönemde temsilcileri arasında Bahşi, Ozan, Kul Mehmet, Öksüz Dede ve adına destanlar söylenen Köroğlu vardır. Bahşi’nin “yürüdü” redifli koşması Sultan Selim’in Mısır Seferini anlatır. İlk kıtası şöyledir
Sultan Selim cülusunda
Sala dedi de yürüdü
Gidelüm Mısır’a doğru
Yola dedi de yürüdü
Köroğlu
Bu âşıklar arasında Köroğlu’nun yiğitlik ve kahramanlık temalı bir çok koşması (koçaklamaları) Türkçenin bu konularla ilgili en etkileyici ve meşhur şiirleridir. Bunlar arasında “gümbürlenir” redifli koşma Türk ellerinde ve obalarında en çok çalınıp söylenen ve bilinen koşmalardan olmuştur. İlk kıtası aşağıdaki gibidir:

Merd dayanır nāmerd kaçar
Meydān gümbür gümbürlenür
Şāhlar şāhı dīvān açar
Dīvān gümbür gümbürlenür

Pir Sultan Abdal
XVI. yüzyılın en önemli tekke şairi Pir Sultan Abdal’dır. Batıni tasavvufi görüşlere sahip Kızılbaş Türkmenler arasında pir olarak kabul edilen Pir Sultan Abdal’ın birçok şiiri batıni görüşlere sahip Türkmen gruplar arasında çok ünlenmiş Türkçenin en çok çalınıp söylenen ilahi ve nefeslerinden olmuştur. Şairin aşağıda gösterilen meşhur “ağaçdandur” redifli ilahisinin ilk kıtasında görülen Türkçenin sadeliği ve işlekliği onun şiirlerinin daimiliğinin ve yaygınlığının sebeplerini de ortaya koyar:

Öt benim sarı tanburam
Senin aslın ağaçdandur
Ağaç dersem gönüllenme
Kırmızı gül ağaçdandur.
XVII. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ
• XVII. yüzyılda imparatorluk ulaşacağı en geniş sınırlara ulaşmış, ancak devlet yönetiminde, orduda ve kurumların işleyişinde yavaş yavaş bozulmalar başlamıştır
• Osmanlı devletinin aleyhine işler. Sarayda padişah hanımları ile annelerinin devlet yönetimini krizlere sürükleyecek şekilde iktidar mücadelelerine girmesi, çocuk yaştaki şehzadelerin padişah olması, yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin yer yer isyanlar çıkarması sonucu devlet yönetiminde zaafiyetler meydana getirmiştir.
• Bozulan ekonomik ve sosyal düzen sonucu Celali isyanları Anadolu’ya yayılmıştır.
• Kadızadeliler gibi bazı muhafazakar gruplar devlet yönetiminde güçlenerek sert ve katı tutumlarıyla aydınlar ve yöneticiler arasında ciddi huzursuzluklara ve çekişmelere sebep olurlar
• Bu yüzyılın Osmanlı padişahlarından II. Mehmed (Adli), I. Ahmed (Ahmed), II. Osman (Faris / Farsi) ve IV. Murad (Muradi) şiirler yazan, sanatla haşır neşir padişahlardır
• Şeyhülislam Yahya ve Şeyhülislam Bahayi bu asırda başarılı şiirler yazan devlet adamları arasında önde gelirler
• Osmanlı şairlerini etkilemiş olan Sebk-i Hindi üslubu, diğeri ise daha yerli unsurlara sahip felsefi ve hikemi konuları içeren şiir anlayışıdır. Sebk-i Hindi üslubu genel olarak Arapça ve Farsça kelimelerden oluşmuş terkipler yoluyla mecaz ve benzetme gibi söz sanatları oluşturarak oldukça soyut ve anlaşılması zor imajlar kurmayı bir üslup olarak benimsemiştir.
• Sebk-i Hindi özellikle Naili, Neşāti, Fehīm-i Kadim ve Şeyh Galip gibi şairlerin eserlerinin ana üslubu olması bakımından önemli olsa da Türk dilinin gelişmesi tarihi bakımından uzun soluklu olamamış bir akım şeklinde kalmıştır
• Hikemi şiir anlayışı ise daha çok Nabi’nin şiirlerinde görülen vecize olabilecek mana yönü derin mısra ve beyitlerden meydana gelmiş şiir anlayışı olarak ortaya çıkmıştır ve üslup bakımından daha sade ve anlaşılırdır.
Dönemin Önde Gelen Şairleri
Nef’i
Türk edebiyatının en sert hicivlerini yazan şair olarak bilinse de kaside alanındaki samimiliği, konu bütünlüğü ve gösterişli ses kompozisyonuyla şöhret kazanmıştır. Türkçe Divanı, Farsça Divanı ve hicviyelerinden oluşan Siham-ı Kaza isimli eserleri vardır. Bu son eser özellikle dönemin önde gelen bürokratları ve aydınları arasındaki çekişmeleri göstermesi ve ölümüne sebep olan hicviyeleri içermesi bakımından ayrıca önemlidir
Nabi
Aslen Urfa’lı olan Nabi, İstanbul Türkçesini en başarılı kullanan şairlerdendir. Dönemin hikemi şiir anlayışının önde gelen temsilcisidir. Eserlerinde diğer şairlere göre daha sade ve tabii dil kullanırken aşırı karmaşık söz sanatlarından kaçınır. Genel olarak orta düzeyde eğitilmiş kitlelere hitap eden bir dil ve sanat zevki anlayışı vardır. Bu yönüyle hem kendi döneminde, hem de sonraki dönemlerde birçok şairi etkilemiş ve bundan dolayı bir Nabi ekolü oluşmuştur. Oldukça verimli bir şair olan Nabi’nin Türkçe divanı dışında yazdığı eserler arasında Farsça Divançe, Hayriyye, Surname ve Münşeat isimli eserleri önemlidir
Şeyhülislam Yahya
Şeyhülislam Yahya, alçak gönüllü bir eda ile ele aldığı gazellerinde genel olarak tasavvufi konuları işler. Eserlerinde ağdalı dil ve üsluptan kaçındığı, daha orta seviye bir şiir dili anlayışında olduğu görülür. Şiirleri divanında toplanmıştır
Sabit
Bosnalı olan Sabit, şiirlerinde çok yaygın olarak atasözü, deyim ve halk tabirlerini kullanarak özgün söyleyiş ve imgeler oluşturmuştur. Gazel ve mesnevilerinde Nabi ile Nev’izade Atayi’nin etkisi hissedilir. Gazelleri kadar kaside ve mesnevileriyle de şöhret kazanmıştır. Divan’ından başka Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername ve Derename isimli mesnevilere imza atmıştır
Neşati
Sebk-i Hindi üslubunun temsilcilerinden Neşati, Mevlevi şeyhidir. Kasidede Nef ’i’nin, gazelde Urfi ve Enveri gibi Sebk-i Hindi şairlerinin etkisinde oluşturduğu yeni hayaller ve söyleyiş tarzıyla üne kavuşmuştur. Bu akımın diğer temsilcileri olan Naili ile Fehim ise şiirlerinde karamsar ve üzgün bir tutum içinde anlaşılması zor terkiplerle soyut imgeler oluşturmuşlardır
Naili
Gazellerinde Sebk-i Hindi akımının etkisiyle soyut ve karmaşık imgeler kullanmıştır. Istırap, tasavvufi çile ve dervişane tevazu şiirlerinde hâkim konu ve tutum olmuştur. Veciz ifadeler, kısa ve yoğun tasvirler gazellerinde sıkça uyguladığı üslup özelliklerindendir
Dönemin Diğer Şairleri
Bu dönemin diğer önemli şairleri arasında Bahti, Cevri, İsmeti, Mantıki, Nedim-i Kadim ve Vecdi sayılabilir
Mesneviler
• Devrin şairleri arasında sakiname ve şehrengiz türlerinde eserler yazmak moda olmuştur
• Sakinameler genel olarak alegorik tarzda, tasavvufi öze sahip içki meclislerini anlatan mesnevilerdir.
• Kafzade Faizi, Şeyh Mehmet Allame, Şeyhülislam Yahya, Riyazi ve Tıfli gibi şairler sakiname yazan şairler arasındadır.
• hrengiz türünde Neşati, Edirne, Tabi ise İstanbul üzerine şehrengiz yazmışlardır.
Nesir Edebiyatı
• Hem süslü nesir hem orta nesir hem de halk nesrinde çok önemli eserlerin ortaya konduğu bir dönemdir
• Süslü nesirde isimleri bu tarz nesir eserleriyle özdeşleşen Veysi ve Nergisi Arapça ve Farsça terkiplerle örülü üsluplarıyla süslü nesir anlayışını çok daha zor ve ağır seviyelere ulaştırmışlardır
• Veysi, Hz. Muhammed’in hayatını anlattığı ve Siyer-i Veysi olarak bilinen Dürretü’l-Tac fi-Sahibü’l-Mirac isimli eseriyle tanınmıştır. Nergisi ise Murtaza Paşa’nın Macaristan seferini anlattığı El-Vaslu’l-Kāmil ile Münşeāt isimli eserleriyle bilinir
• Tarih eserleri arasında Hasan Beyzade’nin Tarih-i Al-i Osman, İbrahim Peçevi’nin Peçevi Tarihi, Abdurrahman Hıbri’nin Edirne şehrinin tarihini anlattığı Enisü’l-Müsamirin ve Ahmed bin Lütfullah’ın yazdığı Müneccimbaşı Tarihi orta nesrin bu dönemde önde gelen eserleridir
• Tezkire alanında ise Riyazi, Faizi, Rıza, Yümni, Asım ve Güfti gibi yazarlar ortaya koydukları tezkirelerinde orta nesri büyük ölçüde devam ettirmişlerdir
Katip Çelebi
Katip Çelebi bilimsel eserlerini büyük ölçüde orta nesir üslubuyla yazmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun en önemli bilim adamlarından olan Katip Çelebi ortaya koyduğu eserlerinde mümkün olduğunca sistematik ve objektif olmaya çalışmış, yeni görüş ve düşünüşleri eserlerinde göstermekten çekinmemiştir. Yazar Düsturü’l-Amel isimli eserinde Osmanlı devleti yönetimindeki aksakların giderilmesi yönünde bilgi vermiş, Mizanü’l- Hak’ta dönemin bilim anlayışlarından bahsetmiş, bir coğrafya kitabı olan Cihannüma’da dönemin en son coğrafya bilgilerini ortaya koymuş, yazarlar ve eserler sözlüğü olarak kaleme aldığı Keşfü’z-Zünun’da ise 14.500 civarında eser tanıtmış ve 10.000’e yakın yazardan bahsetmiştir
Evliya Çelebi
Sadece XVII. yüzyılın değil bütün Türk tarihinin en önemli yazarlarından olan Evliya Çelebi, Osmanlı coğrafyası ile onun birinci dereceden komşuları olan ülkelere yaptığı gezilerde gördüğü, duyduğu ve tecrübe ettiği konuları 10 ciltlik Seyahatname’sinde ortaya koymuştur. Eserde yöresel diller ve kültürler yazarın ağzından ilk elden bütün canlılığıyla dile getirilmiştir. Seyahatname’de kullanılan dil ve üslup ile aktarılan bilgilere dayanarak İstanbul konuşma Türkçesinin şehirli orta sınıf popüler edebiyatının dil ve üslup özelliklerini belirlediğini görürüz. Osmanlı Türkçesinin geçirdiği ses değişmelerini de ortaya koyan özellikler gösteren Seyahatname, Türk dilinin gramer, üslup ve konu bakımından zenginliklerini ortaya koyan eşsiz bir başyapıt olma özelliğine sahiptir
XVII. Yüzyıl Halk Edebiyatı
• Âşık edebiyatında Karacaoğlan, Gevheri ve Âşık Ömer, tekke edebiyatında Aziz Mahmud Hüdayi ve Niyazi-i Mısri gibi bu dönemin güçlü sanatçıları halk kültürünün gelişmesi, geniş coğrafi alanlar üzerinde ortak bir Türk dili kültürünün oluşması ve Türkçenin işlek bir dil olarak yayılması bakımından hem kendi dönemlerinde hem de sonraki dönemlerde yüzyıllarca sürecek bir ekol yaratmışlardır.
• Özellikle Gevheri ve Âşık Ömer’in klasik şiirin dive üslubundan etkilenerek oluşturduğu aruz vezinli koşmalar bu halk şiiri türünün şehirli ve okumuş çevrelerce de beğenilmesine ve benimsenmesine vesile olmuştur. Karagöz ve Ortaoyunu gibi halk seyirlik oyunları da geniş kitlelerin ilgilendiği alanlar olarak gelişme göstermiş, sonraki dönemleri etkilemiştir
Karacaoğlan
Bu yüzyıl halk âşıkları arasında en güçlü isim, koşmaları türküler halinde asırlarca dilden dile ve kuşaktan kuşağa sürekli okunan Karacaoğlan’dır. Çukurovalı olduğu sanılan şairin hayatı hakkında çok bilgimiz olmasa da onun şiirlerinden XVI. yüzyılın ikinci yarısıyla XVII. yüzyılın birinci yarısında yaşadığı, adına Karacaoğlan ile İsmihan Hikâyesi gibi aşk hikâyeleri oluşturulduğu ve diyar diyar gezerek sazıyla koşmalar söylediğini biliyoruz. Türkçenin halk arasında yaygın kullanılan kelime, deyim ve söyleyiş özelliklerini büyük ustalıkla eserlerinde işleyen şair, aşk, kadın, sevgiliden ayrılık ve tabiat güzelliği gibi konularla ilgili bireysel duygularını halk şiirinin kalıpları içinde en saf ve derin ifadelerle dile getirmiştir. Bu yönüyle Karacaoğlan sadece kendisinin değil, geniş kitlelerin zevk ve hayal dünyasını etkili bir şekilde terennüm eden bir âşık olmuştur. Şairin bugün de türkü olarak zevkle dinlenen koşması onun ne ölçüde etkili ve güçlü bir halk şairi olduğunu gösterir:

Ela gözlüm ben bu élden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et hatırdan çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melil melil

Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yan melil melil

Kullandığı Türkçenin basitliği, saflığı ve içtenliği ile hayallerin ve edebi sanatların yok denecek kadar az olması onun eserlerinin halk tarafından sevilmesinin en önemli sebeplerinden olmuştur
Gevheri
XVII. yüzyılın ikinci yarısıyla XVIII. yüzyılın birinci yarısında yaşamıştır. Eğitimli olduğu, gezgin şair olarak koşmalar söylediği ve şiirlerinin çok yaygın olarak okunduğunu biliyoruz. Toplumsal olaylarla ve sorunlarla fazla meşgul olmayan Gevheri, şiirlerinde şahsi duygularla aşk, ayrılık ve sevgililerin övülmesi konularını işlemiştir. Yer yer divan şiirine mahsus kafiye, vezin ve ifadeleri de kullanan Gevheri’nin hem halk şiiri geleneğini hem de divan şiiri geleneğini eserlerinde etkili bir biçimde kullanacak derecede bildiğini görürüz. Bu yönüyle halk şiirinin şehirli şiiri olmasında da etkili olmuş, bu gelenek içinde sade Türkçeyle söylenmiş şiir anlayışının yayılıp gelişmesine etkide bulunmuştur
Âşık Ömer
Orduda asker olarak çeşitli savaşlarda bulunmuş ve sadece XVII. yüzyılın değil bütün Türk âşık edebiyatı tarihinin en ünlü halk âşıklarından olmuştur. Sadece saz şairleri geleneğinin değil divan edebiyatı geleneğini de iyi bilen kültürlü ve eğitimli bir saz şairidir. Aydınlı olduğu sanılmaktadır. Çok verimli ve üretken bir sanatçı olan Âşık Ömer’in koşmaları ve diğer şiirleri en çok okunup söylenen halk şiirlerinden olmuştur. Aruz vezniyle divan edebiyatı nazım türlerinde de yazmıştır. Halk edebiyatı nazım türleri içinde bazen aruz veznini de kullanarak halk şiirini divan şiirine yaklaştırmış, şehirli popüler şiirin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Halk ve divan şairlerini değerlendirdiği Şairnâme isimli uzun manzumesinde şiir geleneğine vakıf eleştirel yaklaşımları bulunan aydın bir sanatçı kimliği ile edebi gücünü ortaya koyar. Türk halk şiirini yeni tarz, teknik ve konularla yüksek bir olgunluğa ulaştırmıştır
Diğer Halk Şairleri
Bu yüzyılın diğer önemli saz şairleri arasında Kuloğlu, Katibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Benli Ali, Gazi Âşık Hasan önde gelen sanatçılardır

Tekke Şairleri
Aziz Mahmud Hüdayi
Aziz Mahmud Hüdayi, Celvetiye tarikatinin kurucusu ve dönemin önemli ilim ve kültür adamlarından birisidir. Türkçe ve Arapça olarak yazdığı 20’ye yakın eseri vardır. Şiirlerinde hem aruz hem de hece vezni kullanmıştır
Niyazi-i Mısri
Niyazi-i Mısri, Halvetiye tarikatına mensup bir tekke şairidir. Çeşitli şehirlerde tasavvufi fikirlerini yayma faaliyetlerinde bulunmuş geniş bir taraftar toplamıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinde, Nesimi ve Fuzuli’nin, hece ile olan şiirlerinde, Yunus Emre’nin etkisi görülür. Yunus Emre tarzında yazdığı ilahileri bu dönem tekke edebiyatının en çok okunan ve sevilen şiir türlerinden olmuştur

XVIII. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ
• Osmanlı İmparatorluğu XVIII. yüzyılda siyasi alanda bir takım zayıflıkların ortaya çıktığı bir dönemdir
• Osmanlı Devleti bu yüzyıla 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması’nın ağır sonuçları altında girmiş, devlet yöneticileri bu antlaşmadan sonra ortaya çıkan siyasi durumu düzeltmek için yeni arayışlara girmiştir
• XVII. yüzyılda başlayan soyut şiir tarzı Sebk-i Hindi, Şeyh Galib gibi divan şiirinin güçlü şairleri üzerinde etkisini göstermeye devam etmiştir.
• yüzyılda, önceki yüzyıllarda da olduğu gibi padişahlar ve devletin üst düzey yöneticileri hem şair ve edip olarak hem de hami olarak şair, edip ve sanatçıları korumuş, yeni çalışmaları desteklemişlerdir. Bunlar arasında Necib mahlasıyla şiirler yazan ve hattatlığa karşı da eğilimi olan III. Ahmet başta gelir
Lale Devri
III. Ahmet’in 1718 ile 1730 yıllarını kapsayan padişahlık dönemi kültür, sanat, mimari ve hayat tarzında Avrupa ve İran’daki gelişmelerden etkilenerek ortaya çıkan yerel bir kültürel sentez ve yenilik dönemi olarak değerlendirilir. Dönemde moda olan lale ve lalecilik sebebiyle Lale Devri adı verilen bu 12 yıllık sürede İstanbul’da çok sayıda parklar, havuzlar, gezinti alanları, köşkler, kasrlar ve saraylar yapılmıştır. Avrupa’daki gelişmeleri yerinde görüp incelemesi ve devlet büyüklerini bu konuda bilgilendirmesi amacıyla 28 Mehmet Çelebi Fransa’ya elçi olarak gönderilmiştir. Ülkenin kültür hayatının gelişmesinde sonradan büyük etkisi olacak matbaanın kurulması da Mehmet Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika’nın girişimleriyle gene bu dönemde olmuştur. Sarayda ve yeni inşa edilmiş park ve eğlence mekanlarında şiir ve sanat meclisleri oluşturulmuş, buralarda yeni hayatın ruhuna uygun şiir ve musiki eserleri yazılıp icra edilmiştir. Yüzyılın diğer önemli padişah şairi III. Selim’dir. Asrın son kısmında padişah olan III. Selim aynı zamanda hattat ve bestecidir. Selim ve İlhami mahlaslarıyla yazdığı şiirleri bir divan dolduracak kadar çoktur
Edebiyatta Mahallîleşme
Yerel dil, şive, kültür unsurları ile halk yaşayışının genel bir eğilim olarak etkili biçimde manzum eserlerde görülmesi olayına mahallîleşme adı verilmiştir. Bir önceki dönemde Nabi ve Sabit’in şiirlerinde yaygın kullanılan atasözleri, deyimler ve günlük hayata dair referanslar XVIII. yüzyılda sadece gazel türünde değil mesnevi, şehrengiz, manzum tarihler ve mizahi şiirlerde de yaygın bir şekilde görülmeye başlamıştır. Bunda bu sanat eserlerinin sıradan dinleyici gruplarına toplanma ve eğlenme mekanı olarak çok yaygınlaşan kahvehanelerde sunulmasının etkisi büyük olmuştur. Dinleyici kitlesinin hayat ve kültür seviyesinin buralarda sunulan eserlerde gözetilmesi konuşma Türkçesini ve halk beğenisini sanatın merkezî alanı haline getirmiş, bu durum Türk dili ve edebiyatının gelişme yönünü çok olumlu bir şekilde etkilemiştir.
Nedim de dahil olmak üzere bu dönem gazel ve kaside şairleri üzerinde Nabi’nin etkisi büyük olmuştur. Gazel ve kaside alanında Nedim, Selim, Rasih Bey, Sami, Seyyid Vehbi, Salim, Koca Ragıp Paşa, Haşmet ve Fıtnat Hanım dönemin önde gelen şairleri arasındadır
Nedim
Lale Devri dediğimiz dönemde Nedim’in şiirleriyle zirveye ulaşmıştır. Bu akım doğrultusunda şiir yazan birçok şair için Nedim, ilham kaynağı olmuştur. Nedim, devrinin hareketli ve geniş katılımlı orta sınıf yeni tarz eğlence, sanat ve kültür anlayışını gazel ve şarkılarında çok başarılı bir şekilde aksettirerek Lale Devri şairi unvanını kazanmıştır. Halk şiirindeki koşma nazım şekliyle de büyük benzerlikler gösteren şarkı türü Nedim’le büyük üne kavuşmuş, eğlence, gezip tozma, müzik, dünyevi aşk, kadın ve erkek modası, konuşma üslubu ve adabı ve gençlik ilişkileri bu şiir türünde renkli duyuş, düşünüş ve imajlarla tasvir edilmiştir. Denilebilir ki bu dönemde şehirli kitlelerin günlük hayatı ve sanat zevki divan edebiyatının eserlerinde kendisini çok daha etkili biçimde hissettirmiştir
Şeyh Galib
Şeyh Galib soyut divan şiirinin belki de son önemli temsilcisidir. Divanında bulunan gazel, kaside ve tardiyeleriyle özgün bir sanat anlayışı oluşturmuştur. Şeyh Galib’in 2100 beyitlik Hüsn ü Aşk mesnevisi ise Türk edebiyatının tasavvufi bir konu etrafında oluşturulmuş soyut allegorik kahramanların anlatıldığı bir eserdir. Eserin genel yapısı ve felsefesi üzerinde Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun isimli eserinin etkisi sezilse de soyut kavramların değerlendirilişi ve imajları özgündür
Diğer Önde Gelen Şahsiyetler ve Eserleri
Bursalı İsmail Beliğ’in Bursa Şehrengizi ile Sakiname adlı eserleri dönemin önemli mesnevi eserlerindendir. Bu türde kaleme alınmış Darendeli Bekayi’nin 7000 beyitlik Battalname’si çok tanınmış ve okunmuş bir eserdir.
Sünbülzade Vehbi’nin Lütfiyye mesnevisi bir öğüt mesnevisidir. Vehbi’nin çok okunmuş 2 manzum sözlüğü de vardır. Bunlardan Farsça-Türkçe olan sözlüğün ismi Tuhfe, Arapça-Türkçe olanınki ise Nuhbe’dir. Her iki sözlük de Farsça ve Arapça öğrenenler için başlangıç kitabı olarak yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
Enderunlu Fazıl’ın Hubanname ve Zenanname adlı mesnevileri sırasıyla değişik milletlerin erkek ve kadın güzelleri hakkındadır. Defter-i Aşk isimli kitabında ise şair kendi aşk tecrübelerini anlatır.
Çeviri sahasında Nahifi Dede’nin 6 cilt olarak aynı vezinle beyit beyit yaptığı Mevlana’nın Mesnevi isimli eserinin tercümesi hem döneminde hem de sonraki dönemlerde Türk edebiyatının önemli çeviri eserlerinden olmuştur
XVIII. Yüzyılda Nesir
• XVIII. yüzyılda çeşitli biyografik eserler, şairler tezkiresi ve mensur tarihler ve sefaretnameler yazılmıştır
• Biyografik eserler arasında Osmanzade Taib’in kendi dönemine kadar olan sadrazamlar hakkında bilgi verdiği Hadikatü’l-Vüzera; Sakıp Mustafa Dede’nin mevlevi büyüklerini anlattığı Sefine-i Nefise fi Menakibi’l-Mevleviyye; Şeyhülislam Esad Efendi’nin 100 bestecinin hayatını anlattığı Atrabü’l-Asar ve Müstakimzade Süleyman Saadeddin’in 88 şeyhülislamın hayatını anlattığı Devhat’ü-l-Meşayih isimli eserleri önde gelir
• Tezkire alanında Safayi Tezkiresi 470 civarında şair hakkında bilgi verir. Bu alanda ayrıca Salim Tezkiresi, Azizzade Hüseyin Ramiz’in Adab-ı Zurefa’sı ve Esrar Dede’nin Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye’si önde gelen çalışmalardan olmuştur. Dönemin mensur tarihçiliğinde Naima Tarihi, Raşid Tarihi, Asım Tarihi, Silahtar Tarihi ve Vasıf Tarihi döneme ve dönem tarihçiliğine ışık tutacak tarih eserleridir. Sefaretname türünde ise Dürr-i Yekçeşm’in İran Sefaretnamesi, 28 Mehmed Çelebi’nin Sefaretname-i Fransa, Ahmet Resmi Efendi’nin Berlin Sefaretnamesi ve Vasıf Ahmet Efendi’nin İspanya Sefaretnamesi öne çıkan eserlerdi
• Giritli Aziz Efendi’nin yazdığı Muhayyelat dönemin halk hikâyeleri tarzında yazılmış üç ayrı hayali hikâyeden oluşmuştur. Binbir Gece Masallarıyla benzerlik gösteren bu eserin en önemli özelliği eserde kullanılan dil ve üslubun sadeliğidir. Dil ve üslup yönüyle daha sonraki Türk hikâyeciliğini etkilemiş olan Muhayellat Türk hikâye yazıcılığının ilk özgün eserlerindendir.
XVIII. Yüzyıl Halk Edebiyatı
• Halk ve Divan şairlerinin anlayış olarak birbirlerinden etkilenerek yer yer iki gelenekten de beslenen daha karma anlayışla eserler yazmaları az da olsa devam etmiştir.
• divan şiirinin bu dönemdeki güçlü temsilcilerinden Nedim ve Şeyh Galip de hece vezniyle koşmalar yazmıştır
• Mahallîleşme anlayışının sonucu olarak görülen bu durum şehirli popüler şiirin temellerinin zenginliğini ve konularının genişliğini göstermesi bakımından önemlidir.
• Âşık Ravzi ve Âşık Mustafa’nın Ruslar karşısında kazanılan Prut Zaferine dair destanları, Âşık Kamil’in Bender şehrinin kaybedilmesi üzerine söylediği Bender Destanı sayılabilir
Tekke Şairleri
• İlahi türünde şiirler söyleyen bu dönem tekke şeyhleri ve şairleri üzerinde Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Hacı Bayram Veli gibi büyük tekke şairlerinin etkisi çok barizdir.
• Bu dönemin önde gelen tekke şairleri Diyarbakırlı Ahmed Mürşidi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’dır. Özellikle İbrahim Hakkı’nın sade ve lirik bir üslupla kaleme aldığı ve Allah ve insan sevgisini işlediği “Neylerse güzel eyler” redifli ilahisi halk arasında çok sevilmiştir.
• Türkçenin sadeliğini ve içtenliğini bu halk şiiri tarzı içinde ilahi sevgiyle harmanlayan şair, Yunus Emre ile başlayan Anadolu ilahi geleneğini çok başarılı bir biçimde devam ettirmiştir

XIX. YÜZYIL TÜRK DİLİ VE EDEBİYATININ GENEL GÖRÜNÜŞÜ
• Bu dönem ordu, siyaset ve devletin genel felsefesi alanlarında yenileşme, modernleşme ve Avrupalılaşma dönemidir
• Çeşitli siyasi problemlerin sebebi olarak görülen yeniçerilik kaldırılmış (1826), yerine yeni ordu oluşturulmuştur
• 1839 tarihinde de Tanzimat Fermanı ilan edilerek yapılacak yeniliklerin genel hatları ortaya konmuştur
• 1856 Islahat Fermanı ve 1876 Birinci Meşrutiyetin ilanıyla bilim, eğitim, hukuk, siyaset ve uluslararası ilişkiler konusunda yer yer kesintiler ve karşı hareketler görülse de modern devlet kurumlarının oluşturulması bakımından önemli gelişmeler elde edilmiştir
• Yenileşme hareketi III. Selim, II. Mahmut ve I. Abdülmecit gibi padişahların yönetiminde Rıfat Paşa, Reşit Paşa, Ali Paşa ve Keçecizade Fuat Paşa gibi üst düzey devlet bürokratlarının gayret ve çalışmalarıyla yürütülmüştür
• Ayrıca, başta Fransızca olmak üzere Avrupa dillerini bilen bürokratlar yetiştirmek amacıyla Tercüme Odası kurulmuş, ülke içinde Batı kültürünün çeşitli unsurlarının yaygınlaştırılmasına gayret edilmiştir
• Encümen-i Daniş kurulmuş, kaynak yazma faaliyetlerine başlanmıştır
• Modern eğitim kurumları olarak daha önceden faaliyetlerine başlayan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun ile Mühendishane-i Berri Hümayun okullarına ek olarak Kız Rüşdiyesi (kız ortaokulu), Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Sultani gibi okullar açılmıştır
• Ahmet Cevdet Paşa’nın 1851 yılında yazdıkları Kavaid-i Osmaniye Türkçenin ilk okul grameridir
• Şinasi’nin Türk atasözleri derlemesi olan “Durub-ı Emsal-i Osmaniye” ve Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani ile Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türki isimli sözlükleri bu yönde öncü çalışmalar olmuşlardı
• XIX. yüzyılda divan şiiri geçmiş yüzyıllarda ortaya koyduğu yüksek seviyeli eserler çapında eserler üretememiştir. 1860’lı yıllarda Hersekli Arif Hikmet, Leskofçalı Galip, Osman Şems, Kazım Paşa, Yenişehirli Avni gibi şairler “Encümen-i Şuara” ismi verilen bir şiir hareketi başlatarak divan şiirinin yeniden güç kazanması için çalışmışlarsa da bu istenen başarıyı sağlayamamıştır.
• Dönemin önemli divan şairleri arasında bulunan Keçecizade İzzet Molla (1785-1829) şiirlerinde Fuzuli, Baki, Nef ’i, Nedim ve Şeyh Galib’in etkisinde yazmıştır. Leskofçalı Galip (1827-1867) şiirlerinde Sebk-i Hindi üslubunu devam ettirmiş bir şairdir.
• Osman Nevres daha çok şarkı ve mersiye türünde şöhret kazanmıştır. Dönemin eski şiir anlayışını devam ettiren diğer önemli şairleri arasında Yenişehirli Avni, Hersekli Arif Hikmet, Fehim ve Agah Paşa sayılabilir
• Tanzimat döneminin yenilikçi anlayışta yazan şairleri arasında Namık Kemal ve Ziya Paşa eski şiir anlayışını kıyasıya eleştirerek gazel ve kaside gibi divan edebiyatı türlerinde modern fikir ve konuları yeni üslupla yazmışlardır
• Muallim Naci eski şiiri eleştirmeden, onu yeni fikir, anlayış ve üslupla zenginleştirerek özgün şiirler yazmıştır.
• Abdülhak Hamit dil yönünden eskiyi devam ettirse de konu, teknik ve üslup bakımından yenilikçi bir şairdir. Servet-i Fünun akımının şairlerinden Recaizade Mahmut Ekrem şiirin kafiye ve şekil özellikleri bakımından da değişmesi konusunda tartışmalara katılmış, o yönde değişikliklere gittiği şiirler yazmıştır.
• Gazeteler, sadece haber ve sosyal konularda yazılmış makalelerin değil yeni yazılmış roman ve hikâyelerin de tefrikalar şeklinde yayımlandığı kültür vasıtaları olarak Türk dili, edebiyatı ve kültürü alanında kamuoyu yaratan bir güç olmuştur.
• Bu bağlamda 1831’de Türkçe yayımlanan ilk gazete olan Takvimi Vekayi’den sonra 1840 yılında Ceride-i Havadis ve 1860’ta Tercüman-ı Ahval gazeteleri çıkmış, bunları diğerleri takip etmiştir.
Tanzimat Döneminin Önde Gelen Yazar ve Şairleri
Şinasi
Türk aydınları tarafından çıkarılan ilk gazete olan Tercüman-ı Ahval’in Agah Efendiyle birlikte ilk sahiplerinden ve yazarlarındandır. Fransa’da tahsil görürken Durub-ı Emsal-i Osmaniye isimli atasözleri derlemesini yapmıştır. Memlekete dönünce 1860’ta Şair Evlenmesi isimli ilk Türk tiyatro eserini yayımlamıştır. Fransız şiirinden yaptığı tercümeleri Tercüme-i Manzume isimli kitapta, kendisinin yeni tarz şiirlerini ise Müntehabat-ı Eş’ar isimli kitaplarında toplamıştır
Ziya Paşa
Önce Fransız edebiyatından yaptığı tercümelerle kendisinden bahsettiren Ziya Paşa, Encümen-i Şuara üyeliği de yapmıştır. Namık Kemal ile birlikte Avrupa’da sürgündeyken Muhbir ve Hürriyet gazetelerini çıkardı. Avrupai düşünce tarzını anlattığı Terci’-i Bend, eleştirel yönleri olan Terkib-i Bend, Doğu şiiri antolojisi olan 3 ciltlik Harabat ile dil ve edebiyat üzerine görüşlerini açıkladığı Şiir ve İnşa makalesi yazarın en önemli eserleridir
Namık Kemal
Türk edebiyatının yenileşmesi için hem fikrî alanda hem de uygulama alanında çok çalışmış bir edebiyatçı ve devlet adamıdır. Bir taraftan Hürriyet Kasidesi ve Vatan Mersiyesi gibi modern kavramları eski şiir kalıpları içinde dile getirirken bir taraftan da Vatan Yahut Silistre gibi tiyatro eserleri ve İntibah gibi romanlar yazarak yeni edebiyat türlerinde eserler vermiştir. Birinci Meşrutiyet idaresinin Ruslara karşı yapılan savaşta başarısızlığı üzerine hükümet lağvedilmiş ve bu arada yazar, II. Abdülhamit tarafından Magosa’ya sürgüne gönderilmiştir. Avrupa’da da gazete çıkararak siyasi faaliyetlerini yürütmüş olan yazarın önemli eserleri, yukarıdakilerden başka, tiyatro alanında Gülnihal, Akif Bey, Zavallı Çocuk, Kara Bela, Celaleddin Harzemşah ve roman alanında Cezmi’dir
Ahmet Mithat Efendi
İlk dönem Türk romancılığının en verimli ve etkili yazarıdır. Önceleri Namık Kemal’in yayınladığı İbret gazetesinde yazan Ahmet Mithat bir süre Rodos’ta sürgün hayatı yaşamıştır. 1878 yılında çok uzun ömürlü bir gazete olan Tercüman-ı Hakikat gazetesini çıkarmaya başlamış, yazılarını da genel olarak burada yayımlamıştır. Türk romancılığında çok farklı konularda eser yazan bir edebiyatçı olarak bilinir. Onlarca romanı arasında Felatun Bey ile Rakım Efendi, Henüz On Yedi Yaşında ve Jön Türkler çok popüler olmuş eserlerdir
Şemsettin Sami
Osmanlı devlet adamı ve edebiyatçısıdır. Türkçede ilk roman olan Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ın yazarıdır. Türk dili, tarihi ve kültürü konusunda bilinçli çalışmalar yapmıştır. Bu alanda en önemli eserleri 6 ciltlik ansiklopedik bir çalışma olan Kamusü’l-Alam, Fransızcadan Türkçeye sözlük olan Kamus-ı Fransevi, Türkçeden Türkçeye sözlük olan Kamus-ı Türki ve okullar için hazırladığı çeşitli isimlerde Türkçe dilbilgisi kitaplarıdır.
Dönemin Diğer Şair ve Yazarları
Abdülhak Hamit şiir ve tiyatro oyunu alanlarındaki eserleriyle, Ahmet Vefik Paşa özellikle Moliere’den yaptığı adaptasyon oyunlarıyla, Nabizade Nazım gerçekçi romanlarıyla dönemin önde gelen yenilikçi edebiyatçılarıdır.

XIX. Yüzyıl Halk Edebiyatı
Halk edebiyatı bu yüzyılda halk âşıklarının usta-çırak ilişkisi geleneği içinde büyük sanatçılarını ve eserlerini yetiştirmeye devam etmiştir. Bu halk âşıkları arasında Anadolu’da öne çıkan isimler arasında Bayburtlu Zihni, Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli ve Dadaloğlu vardır. Azerbaycan sahasında ise Âşık Elesker döneme damgasını vuran âşıktır. Bu yüzyılda büyük sosyal ve tarihi olayları uzun manzumeler şeklinde terennüm eden destanlar da yazılmıştır. Bunlar arasında çeşitli âşıklar tarafından Türk-Rus ve Türk-Yunan savaşlarının anlatıldığı destanlar, Türk askerini ve komutanlarını övücü ve yüceltici cesurane ifadelerle doludur. Bunlardan başka Ispartalı Âşık Seyrani’nin Vak’a-yı Hayriye Destanı, Âşık Ali’nin Nizip Destanı, Süruri’nin Silistre Savaşını anlattığı “yürüdü” redifli destanı bu türün diğer önemli örnekleridir

XVI-XIX. YÜZYILLARDA TÜRK DİLİ ÜNİTE 3
İMLA
• Turkceyi yazıya gecirmede en uzun sure kullanılan alfabe, Arap kokenli Turk alfabesidir
• Yaklaşık olarak bin yıl boyunca Turkceyi kaydetmede bu alfabe, Turkcenin asli seslerini gostermekte oldukca yetersiz kalmıştır
• Turkcenin morfonolojisinde onemli olan unlululerin “onluk/artlık, genişlik/darlık” gibi ozellikleri Arap kokenli Turk alfabesinde acıkca görülmez
• Arap alfabesinde unsuzlerde, konuşma cihazındaki birbirine yakın cıkış noktalarına gore ceşitlenen bir bolluk vardır; /h/, /k/, /s/, /z/ fonemleri birden fazla işaret ile karşılanmaktadır.
• Turkce ise, ses yapısı bakımından Arapcanın aksine unluler uzerine kurulmuştur.
• Turkcenin sekiz unlusune karşılık Arapcanın bazen kısa bazen de uzun soylenen uc unlusu vardır. Arap imlasında kısa unluler gosterilmez, sadece uzun unluler gosterilir. Bu durum Turkcenin de imlasını etkilemiştir
• Unlulerin coğu kez yazılmaması veya yazılışlarında genellikle birliğin bulunmaması Turkce kelimelerin okunuşlarını gucleştirmiştir.
• Arap harfli metinlerde hareke kullanımı, belki yazım hızını yavaşlattığı icin, belki de imlanın kalıplaşmaya başlaması sebebiyle XV-XVI. yuzyıllardan sonra yok denecek kadar azalmıştır
• Arap harfli alfabe değişmeye başlayan telaffuzları tam olarak yansıtmaz. Ancak, halka bilgi vermek icin yazılan veya yazı diline vakıf olmayan mustensihler tarafından coğaltılan eserlerde belli bir oranda, telaffuz ozelliklerini gormek mumkundur; fakat bu telaffuz ve uyumlu yazılışlar bile standart imlanın baskısıyla değişmektedir. Bilhassa /ı/, /i/ sesleri ile biten ve “ye” harfi ile yazılan eserlerde durum boyledir. Bunların dudak uyumuna bağlı olarak “vav” ile yazıldığı ornekler oldukca seyrektir. Bazı eserlerde “gelip” kelimesi nin Arap harfli imlada “gelub” şeklinde yazıldığı, fakat “gelip” şeklinde okunduğuna dairbilgiler vardır.
• Telaffuzdaki kararsızlık ve farklılıklar, aynı metindeki değişik yazılışların asıl sebebidir. Bu durumun en cok Turkce kelimeve ekler icin gecerli olduğu da unutulmamalıdır. Cunku, Arapca ve Farscadan alınan kelimeleriimlası genelde,bu dillerdeki şekilleriyle yerleşmiştir.

Arap Harfli ve Çeviriyazılı Eserler

• Değişmeyebaşlayan şekiller ve telaffuz ozellikleri ya Seyahatname gibi konuşmayı yansıtan eserlerde ya da yabancılar tarafından Latin, Grek ve Ermeni alfabeleri ile yazılan ceviriyazılı eserler denilen gramer ve sozluklerde gorulebilir. Bu eserlerin en onemlileri -yazarlarınınadlarıyla- şunlardır:
Molino: Latin harfleri ile 1641 yılında basılan eser İtalyanca-Turkce sozluktur.
Hem Turkce kelimeler hem de Arapca ve Farsca kelimelerin konuşma dilindeki şekillerini
gosteren onemli bir eserdir.
Parigi : Harekeli Arap harfleri ile 1665 yılında yayımlanan eser İtalyanca-Turkce
bir sozluktur.
Meninski: Hem Latin hem de Arap harfleri ile 1680 yılında yayımlanmış bir
sozluktur. Madde başları Arap alfabesi ile verilmiş, sonra yanlarında Latin harfleri ile telaffuzu
gosterilmiştir. Kelimelerin konuşmadaki şekilleri acıkca kaydedilmiştir.
Viguier Latin harfleri ile 1790 yılında Fransızca yazılmış ayrıntılı bir gramer
kitabıdır.
Carbognano (Car.): Hem Latin hem de Arap harfleri ile 1794 yılında yazılmış bir gramer
kitabıdır. Telaffuzda meydana gelen değişmeler Latin harfleri ile gosterilmiştir.
Binachi: Hem Latin hem de Arap harfleri ile 1843 yılında yazılmış Fransızca-
Turkce sozluktur. Latin harfleri ile Turkce ve alınma kelimelerin telaffuzları gösterilmiştir

Ünlü Uyumları
Osmanlı Turkcesinde dil uyumu buyuk oranda vardır. Dudak uyumu ise XVII. yuzyıla kadar Eski Anadolu Turkcesindeki gibi yoktur

Kelime Tabanlarında Dil Uyumu
Türkçenin bütün ünlülerini göstermeyen Arap harfli imlada dil uyumunu tespit edebilmek çok güçtür. Dil uyumu ancak artlık ve önlük özelliği taşıyan bazı harfler sayesinde tespit edilebilmektedir. Kaf ( ق), tı ( ط), sad ( ص), elif ( ا), medli elif ( آ), ha ( ح), hı ( خ) ve zı ظ) ) harfleri kelimenin art ünlülü; te ( ت) sin ( س), kef ( ك), he ( ه) ve ze ( ز) ise kelimelerin ön ünlülü okunması konusunda yol gösterici olabilir.

Türkçe Kelimelerde Dil Uyumu
Klasik Osmanlı Turkcesi doneminde bu uyum esas olarak vardır, fakat tıpkı Turkiye Turkcesinde
olduğu gibi uyuma aykırı ornekler de bu donem metinlerinde gorulmektedir: inanmak, şişman. Turkiye Turkcesinde dil uyumuna bağlı olmayan elma, kardeş, hani, hangi, dahi gibi kelimelerin alma, kardaş, karındaş, kangı, kankı, dahı gibi dil uyumuna bağlı şekilleri Seyahatname ve Risale-i Garibe gibi konuşmayı yansıtan Arap harfli metinlerde ve Molino, Meninski ve Viguier gibi Latin harfli metinlerde gorulur.

Alınma Kelimelerde Dil Uyumu
Alınma kelimeler ozellikle ses yapısı bakımından dil uyumuna uygun hale gelirler. Fakat, alınma kelimelerin imlada alındıkları dildeki şekli ile yazılmasının bir gelenek haline gelmesi, ozellikle Arap harfli metinlerde bu kelimelerdeki dil uyumunun tespitini gucleştirmektedir. Arap harfleri ile yazılan bir kelime tabanındaki dil uyumu kelimeden sonra getirilen ve artlık-onluk ozelliği taşıyan {+cıgaz}, {+cigez}; {+cık}, {+cik}; {+lık}, {+lik}, {+luk}, {+luk} gibi ekler sayesinde bir nebze de olsa tespit edilebilir. Ceviriyazılı metinler ise alınma kelimelerin dil uyumuna bağlanıp bağlanmadıklarını acıkca ortaya koyarlar. Şimdi aşağıdaki alınma kelimeleri hem Arap harfli hem de ceviriyazılı metinlerde dil uyumu bakımından inceleyelim:

avret: Arapcadan alınan avret kelimesinin, {+cık} ekini alıp avratcık ( عورتجق ) şeklinde
yazılması, kelimenin o donemde toplumun bir kesimi tarafından dil uyumuna bağlı
olarak soylendiğini gosterir. Kelimenin aslına uygun olarak avret şeklinde de telaffuz edildiğini
ceviriyazılı metin yazarları kaydetmişlerdir. Avret kelimesi Molino’da avrat/avret;
Meninski’de ise avret şeklindedir.
haste: Farscadan alınan hasta kelimesi, Arap harfli metinlerde asli imlası ile ( (خستهyazılmıştır. Fakat kelimenin metinlerde {+cıġaz} ( خسته جغز ) ve {+lık} ( خسته لق ) gibi art unlulu ekleri alması dil uyumuna bağlandığını gosterir. Kelime Molino’da hasta; Meninski’de ise haste/hasta gibi farklı şekillerde kaydedilmiştir

Molino, Parigi, Meninski, Viguier, Carbognano ve Bianchi gibi metinlerin verileri pek cok alınma kelimenin dil uyumuna bağlı olduğunu gostermektedir. Bu uyumlu kelimelerin bir kısmı Evliya Celebi’nin Seyhatnamesi’nde de dil uyumuna bağlı olarak karşımıza cıkar:






Eklerde Dil Uyumu
Klasik Osmanlı Türkçesi döneminde eklerin büyük bir kısmı dil uyumuna bağlı iken bazı ekler uyumsuzdur. Bazı eklerin kelimelere dil uyumuna aykırı olarak gelmesi Türkiye Türkçesi ağızlarında da karşılaşılan bir durumdur. Şu ekler Klasik Osmanlı Türkçesin- de dil uyumuna aykırı olarak da kelimelere eklenebilmektedir: {-AcAK}, {-AK}, {-ArAK}, {+CAgAz}, {+CAK}, {+CIK}, {+CUGAz}, {-DUK}, {-gIl}, {-(X)K}, {+lXK}, {-mAK}. Alınma kelimelerdeki dil uyumuna aykırı telâffuz kararsızlıkları, /c/ foneminin ön damaksıllaştırıcı etkisi ve ağız özellikleri sebebiyle ortaya çıkmaktadır: dutacek, olacek; boğçacigez, çaycigez, çöpcigez; akcığaz, kapucığaz; bayırcik, kocacik; depecık, derecik, semizcik; uyu- gen; sürğu; bekçilik, acılik, yavuzligile; tizlik; özlemak, itmak; toğdügi; gelduğı, isteduğı, olıgelduğı.
Kelime Tabanlarında Dudak Uyumu
Arap harfleri ile yazılmış metinlerde “otre ـُ, “esre” ـِ, “ustun” ـَ gibi harekeler yardımı ile dudak uyumunu tespit etmek, dil uyumuna gore daha kolaydır. Harekenin bulunmadığı metinlerde ise dudak uyumu ancak “vav " و", “ye " ى" gibi harfler sayesinde tespit edilebilir. Klasik Osmanlı Turkcesinde onceleri kelime tabanlarında dudak uyumu yoktu: altun, bıldurcın, calu, delu, eyu, gumiş, incu, kendu, ordı, obir, pusı, suri, uyuķı, yavru. XVII. yuzyıldan itibaren ise bazı kelimeler uyumlu ve uyumsuz olarak metinlerde yer alır: arkırı / arkurı, bitun / butun, demur / demir, eruk / erik, kıraġı / kıraġu, koŋşı / koŋşu,kurı / kuru, ortu / orti, pusu / pusı, saru / sarı, toġru / toġrı, tutı / tutu. XVII. yuzyılda yazılmış bir ceviriyazılı metin olan Meninski, son seste ى ile yazılan وba غz اı ز kبelimeleri و ile kaydetmiştir: arkuru ارقورو / arkırı ارقيرى , buzaġı بوزاغى / buzaġu . Bu da konuşma dilinde bazı kelimelerde dudak uyumunun bulunduğunu gosterir. Viguier ve Bianchi’de ikili şekiller gorulur: aşurı-aşırı, icun-icin, kapu-kapı; bınarbunar-
punar, borı-boru, delu-deli, utu-uti.
Eklerde Dudak Uyumu
ETT’de dudak uyumu yoktu. Bu uyum, Osmanlı Türkçesi döneminde bazı eklerde XVI., bazılarında XVII. yüzyılda tekrar gelişmeye başlamış ve XVIII. yüzyılda büyük oranda tamamlanmıştır. XVII. yüzyıl, eklerin büyük bir kısmının hem düz hem de yuvarlak ünlü- lü tabanlardan sonra uyumlu şekillerinin görülmeye başladığı dönemdir. Eklerde dudak uyumu eklerin düz ve yuvarlak ünlülü olmalarına göre iki ana başlıkta incelenebilir
Düz Ünlülü Ekler
Bu sınıftaki eklerden {+CI} isimden isim yapma eki ( جى +), {-DI} gorulen gecmiş zaman eki ( دى -), {+(s)I} teklik 3. şahıs iyelik eki ( سى +), {+I} yukleme hali eki ( ى+), {-IcI} fiilden isim yapma eki ( يجى -( ve {+IncI} ) نجى +( isimden isim yapma eki gibi ekler Arap harfli imlada hep “ye ( ى)” harfi ile yazılmıştır. Bu sebeple Arap harfli imla bu eklerdeki dudak uyumunu gizlemiştir. Bazı harekeli Arap harfli metinlerde bu eklerin dudak uyumuna bağlı şekilleri imlaya yansımıştır: كوُزْجوُسىِ gozcusi, كوُرْدُلَرْ gorduler, كوُكْلُنىِ gonluni, قوُقوُسُنْدَنْ kokusundan, صوُروُجُسُنْ sorucusun. Orneklerde dudak uyumuna bağlı olan ekler ic seste kalan eklerdir Duz unlulu ekler dudak uyumuna en son bağlanan ekler olarak kabul edilir. Bunun sebebi de eklerin “ye ى)” harfi ile yazılmalarıdır. Mesela, yukleme hali eki Arap harfli metinlerin tamamında duz unluludur, Arap harfli imlada hep “ye ( ى)” harfi ile yazılmıştır. Bu duz unlulu yazım, yukleme hali ekinin Arap alfabesinin bırakılmasından sonra dudak uyumuna bağlandığı anlamına gelmez. Ceviriyazılı metinler, yukleme hali ekini Arap harfleri ile “ye ( ى)” şeklinde gosterirler ama Latin harfli kısımda eki dudak uyumuna bağlı olarak verirler: Viguier: sozunu; Carbognano: بلبلى bulbulu, قاپويى kapuyu; Mirza Kazım
Bek: بونى bunu, اوغلمزى oğlumuzu. Ceviriyazılı metinlerde duz unlulu ekler dudak uyumuna buyuk oranda bağlıdır: Molino’da duz unlulu ekler bir iki ek haric dudak uyumuna bağlı değildir: odunci, gordi, uci - ustune, suyı, curudici - donuci, dordinci. Carbognano’da dudak uyumuna bağlıdır: yolcu, yurudu, kuyusu, okuyucu, otuzuncu. Viguier’de dudak uyumuna bağlıdır: oduncu, duşdu, otuzunu, gorucu, dokuzuncu. Duz unlulu ekler, XVII. yuzyılda dudak uyumuna bağlanmaya başlamış, uyum XVIII. yuzyılda tamamlanmıştır. Duz unlulu eklerdeki dudak uyumu Arap harfli imlaya nadiren yansımıştır. Ceviriyazılı metinlerde duz unlulu eklerin dudak uyumuna bağlı şekilleri kaydedilmiştir. XVIII. yuzyıldan itibaren butun duz unlulu ekler Arap harfli imlaya yansımasa da dudak uyumuna bağlanmıştır

Yuvarlak Ünlülü Ekler
Yuvarlak unlulu ekler Osmanlı Turkcesinde genellikle “ و” ile, bazı harekeli metinlerde ise “ وُ” veya “ ـُ” ile yazılan eklerdir. Bu eklerin bir kısmı Arap harfli imlada “ و” harfi ile yazılan {+ArU} yon eki ( ارو +), {-GU} fiilden isim yapma eki ( غو +), {+lU} isimden isim yapma eki ( لو +), {-U} fiilden isim yapma eki ( و+), {-DUK} sıfat-fiil eki ( )+ ,دوق+ دوك {-DUr-} fiilden fiil yapma eki ( دور +), {-sUn} teklik 3. şahıs emir eki ( سون +( , {-Up} zarffiil eki ( وب -), {-(U)r} geniş zaman eki ( ور -) ve {-(U)r-} fiilden fiil yapma eki ( ور -( gibi eklerdir.Bir kısım yuvarlak unlulu ekler ise “ و” harfi ile yazılmasalar da ETT’de ve bazı harekeli Osmanlı Turkcesi metinlerinde “ ـُ” ile gosterilen {-AlUm} emir kipi teklik 1. Şahıs eki( الم +( , {+CUK} isimden isim yapma eki ( جوق+ جوك +( , {+CUGAz} isimden isim yapma eki ( جغز+ جكز +( , {+nUŋ} ilgi hali eki ( نك +( ve {+sUz} isimden isim yapma eki سز( +)gibi eklerdir. Duz unlulu eklerde olduğu gibi yuvarlak unlulu eklerde de eklerin dudak uyumuna bağlı şekilleri bazen Arap harfli imlaya yansımıştır: يوقارى yukarı, سوكيلى sevgili, باليقلى balıklı, يازى yazı, ويرديكى virdigi, بيلديردى bildirdi, اليب alıp, كيِدهَ gidelim, اوُغْلاَ قْجنِْ oğlancık, ب يِريِنِكْ birinin. Ceviriyazılı metinlerde yuvarlak unlulu eklerin dudak uyumuna bağlı şekilleri Arap harfli metinlere gore daha acık ve daha cok kaydedilmiştir: Molino’da yuvarlak unlulu eklerin hem dudak uyumuna bağlı hem de ikili şekilleri gorulur: iceri, kavuşdiği, sevgi / sevgu, datlı / datlu, bildirmek / bildurmek, elcigez, kuşcugaz, dutalım. Carbognano’da dudak uyumuna bağlıdır: ileri, sevdiğim, eritdir-, sevsin, atlı, oglanıŋ, eriyip. Viguier’de yuvarlak unlu ekler dudak uyumuna bağlıdır: dışarı, bildiyim (bildiğim), kazdıkları, usandır-, atsın, adalı, cakşırlı, adanın, edip

Ünsüz Benzeşmeleri
Arap harfli imla belirli kurallara dayanır ve bu imla konuşmadaki butun sesleri gostermez. Bu sebeple hem kelime kokleri hem de eklerde unsuz uyumunu tespit etmek zordur. Metinlerde kelime ici ve eklenmede genellikle tonlu unsuzler yazılır. Coğu zaman tonsuz unsuzler yazılmaz. Bu da unsuz uyumunu gizleyen bir yazım ozelliğidir. Tonsuz unsuzler kelime tabanlarında son ses konumunda gorulurken ekleşmede ilk unsuzler cok buyuk oranda tonludur. Arap harfli imlada د, ج, ك gibi harfler, tonsuz unsuzlerden sonraki unsuz uyumunu gizlemektedir. İmlanın el verdiği olcude Arap harfli metinlerde kelime tabanlarında ve eklerde unsuz benzeşmeleri şoyle incelenebilir:

Kelime Tabanlarında
a. Tonlu unsuzlerden sonra: -lc- : kolcak قولجق , -lc- : alcak آلچق , -lg- : golge , كولكه -lk- : dilki دلكى , -nc- : incu اينجو , -nc- : sancmak صنچمق , -ng- : uzengi اوزنكى , -nk- :tufenk توفنك , -rc- : bıldurcın بلدرجن , -rc- : burcak بورچق , -rg- : gurgen گورگن , -rk- : arka ارقه , -rd- : bogurdlen بوكوردلن , -rt- : bogurtlen بوكورتلن , -yk- : toykar . تويقار b. Tonsuz unsuzlerden sonra: -kc- : okce اوكچه , -pc- : kopca , -st- : istemek استمك -şk- : başka . باشقه Alınma kelimeler Osmanlı Turkcesinde orijinal imlaları ile yazıldığı icin unsuz uyumuna bağlı değildirler. Az sayıda alınma kelimenin unsuz uyumuna girdiği ceviriyazılı metinlerde gorulmektedir: Molino: espab, iptida, ispat. Parigi: renc-per پَرْ رَنج , makbere مَقْپَرهَ , nispet نِسْپَتْ , meskur مَسْكوُرْ . Carbognano: iptida, işkuzar. Viguier: esbab / espap, ibdida / iptida

Eklerde
Arap harfli metinlerde unsuz uyumuna konu olan ekler ilk unsuzlerine gore C, D ve G sınıfıolmak uzere uc başlıkta incelenebilir. Bunlardan C ve D sınıfı ekler Arap harfli metinlerde ج ve د ile yazılmıştır. Bu imla tarzı da tonsuz tabanlardan sonra unsuz uyumu hakkında kesin hukumler vermeyi engellemektedir. G sınıfı ekler ise on unlulu tabanlardan sonra ك, art unlulu tabanlardan sonra ise ق ve غ ile yazılır. Bu sebeple on unlulu tabanlardan sonra ك harfinin /k/ veya /g/ unsuzlerinden hangisini karşıladığı acıkca tespit edilemez. Arap harfli metinlerde C, D ve G sınıfı eklerin tonsuz tabanlardan sonra az sayıda ت چ ,ك , ile yazılan şekli gorulmektedir. Ceviriyazılı metinlerde unsuz uyumuna bağlı daha fazla ornek vardır

C Sınıfı Ekler
Molino: rakamci, elci, gozcugez, fidancik. Parigi: bekcilik بَكْچيِلِكْ , cenkci ,جَنكْچىِ nadascı نَداَسْچى ; gokcek كوُكْچَكْ ; Rodoscık روُدوُسْچِقْ . Meninski: ağaccık. Viguier: ahcı, koccuk. Carbognano: ekmekci, koyuncugaz, koyuncuk

D Sınıfı Ekler
Parigi: cektirir gemi چَكْتِرِرْ گَمىِ , degişturmek دَكِشْتوُرْمَكْ ; mezadda / mezadta satmak مَزاَدْتهَ / مَزاَدْدهَ صَتْمَقْ , saatte ساَعَتّهَ ; nispetden نِسْپَتْدَّنْ . Meninski: elifte, gelişte, kopekten, actur, gectı / gecdı. Viguier: ordekde, ordekden, ayakdaş. Carbognano: etden, vilayetdir

G Sınıfı Ekler
Parigi duşkun دوُشْكوُنْ ; yapışkan ياَپِشْقَنْ ; bıckı بِچْقىِ , başka بَشْقهَ . Meninski: keskin, duşkun. Viguier: şaşkın.

SES OLAYLARI

Ünlü Düşmesi
Osmanlı Turkcesinde unlu duşmesi hem Turkce hem de alınma kelimelerde gorulur. Bu olay esasen oncelikle konuşma dilinde başlar. Sonra bu duşmelerin bir kısmı yazıya yansır. Unlu duşmesinin en buyuk sebebi unlunun vurgusuz olmasıdır

Ön Seste Ünlü Düşmesi



Orta Hecede (İç Seste) Ünlü Düşmesi


Ünsüz Düşmesi



Tekleşme


Ses Türemesi

Ön Seste



İç Seste



Ünsüz Türemesi

Ön Türeme



İç Türeme

Ünlü Değişmesi

Daralma Turkcede /g/, /ğ/, /y/ unsuzlerinin etkisi ile bazı kelimelerin ilk hecesindeki geniş yuvarlak unlulerde daralma meydana gelir



Düzleşme Diş-dudak sesi olan /f/ on seste ve art unlulu kelimelerde duzleşmelere sebep olur. /f/ sesinin dışında da duzleşmeler gorulur


Genişleme


Yuvarlaklaşma


İncelme


Kalınlaşma


Kısalma


Ünsüz Değişmesi
Tonlulaşma


Tonsuzlaşma

MORFONOLOJİ
Morfonoloji (ek seslilenlemesi) veya bicimbilimsel sesbilim, ekleri oluşturan unlu ve unsuzlerin kelime tabanına gore değişmesini ele alır. Turkcenin Arap harfleri ile yazıldığı donemlerde morfonolojik calışmalar yapmak zordur. Osmanlı imlası da XVI. Yüzyıldan itibaren kalıplaşmaya başladığı icin bazı unsuzleri ve ozellikle unlulerin onluk-artlık ve duzluk-yuvarlaklık gibi niteliklerini tam olarak gostermez. Ceviriyazılı metinler o donemin dilini Latin, Kiril, Grek ve Ermeni gibi alfabelerle gosterdikleri icin bu metinlerde Turkcenin unlu ve unsuzleri acık olarak gorulur

Yapım Ekleri
{+cı, +ci, +cu, +cu, +cı, +ci, +cu, +cu} isimden isim yapma eki
Ekin imlası genellikle جى + şeklindedir: bekci, yalancı, zağarcı; gozci, demurci, yolcı. Bazı metinlerde az olarak da جو +چو , +چى + , gibi şekiller gorulur: gumişci, korcıbaşı, kurekci, topcılar; ilcu; gozcu. Arap harfli metinlerde birkac ornek haricinde duz unlulu olan ek XVIII. yuzyılda yazılan Viguier ve Carbognano’da dudak uyumuna bağlıdır

{-dır-, -dir-, -dur-, -dur-; -tır-, -tir-, -tur-, -tur-} fiilden fiil yapma eki
Ekin imlası , در -دور - şeklindedir: induren, yazdurdı, yidurdi; soyundure, yagdurup. Bazı ceviriyazılı metinlerde tonsuz tabanlardan sonra unsuz uyumuna bağlıdır: dolaşturmak, itturmek, yetişturmek. XVIII. yuzyıldaki Arap harfli metinlerde duz unlulu tabanlardan sonra buyuk oranda dudak uyumuna bağlı olan ek Viguier ve Carbognano’da tamamen dudak uyumuna bağlıdır: bakdırmak, şaşdırmak, yakdırmış

{+(ı)ncı, +(i)nci, +(u)ncu, +(u)ncu} isimden isim yapma eki
Ekin imlası genellikle نجى + şeklindedir: ikinci, yedinci, altıncı; ucinci, onıncı. Ekin yardımcı unlusunun bazı orneklerde dudak uyumuna bağlanabildiği otre ( ـُ) veya vav ( (و harfi ile yazılmasından bellidir: onuncı, yuzunci, ucunci. Ek unlusu hep ye ( ى) ile yazılmıştır fakat bazı harekeli eserlerde birkac yuvarlak unlulu tabandan sonra otre ( ـُ) ile yazılarak dudak uyumuna bağlı olduğu gosterilmiştir: dorduncusine, ucuncusine. Arap harflimetinlerde birkac yuvarlak unlulu kelimeden sonra dudak uyumuna bağlı olan ek XVIII. yuzyılda yazılan Viguier ve Carbognano’da dudak uyumuna bağlıdır

{-ıcı, -ici, -ucu, -ucu} fiilden isim yapma eki
Ekin imlası genellikle يجى + şeklindedir: işidici, kesici, yırtıcı; dokici, gulici, opici. Arap harfli bazı eserlerde birkac ornekte ekin ilk unlusu yuvarlak unlulu tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlıdır: kovucı, olduruci, ucucı. Yuvarlak tabanlardan sonra ekin ikinci unlusu sadece Viguier ve Carbognano’da dudak uyumuna bağlıdır: gorucu, supurucu, vurucu.
{-(ı)k, -(i)k, -(u)k, -(u)k} fiilden isim yapma eki
Ekin imlası ك ,-ق ,-وك ,-وق -, şeklindedir: acuk, kesuk, kırkuk; boluk, tukruk. XVII. yuzyıldaki Arap harfli metinler ve ceviriyazılı metinlerde ek yarı yarıya dudak uyumuna bağlıdır: acık, barışık, delik; artuk, deluk. XVIII. yuzyıldaki Arap harfli metinler ve ceviriyazılı metinlerde dudak uyumuna bağlanmıştır: ilik, silik, yırtık.

{-ır, -ir, -ur, -ur} fiilden fiil yapma eki
Ekin imlası ور - şeklindedir: biturmez, gecurup, icurdi; aşurur, duşurup, ucurdılar. XVIII. yuzyıldaki Arap harfli metinlerde yarı yarıya dudak uyumuna bağlanan ek, Viguier ve Carbognano’da dudak uyumuna bağlıdır: bitirmek, icirmek, pişirmek, yatırmak

{+lı, +li, +lu, +lu} isimden isim yapma eki
Ekin imlası لو + şeklindedir: datlu, eyerlu, yirlu; boynuzlu, deluklu, otlu. Arap harfli metinlerde dortte bir oranında ekin لى+ şekli kullanılmıştır: birli, gizli, sevgili. Viguier ve Carbognano’da dudak uyumuna bağlanmıştır.

{+lık, +lik, +luk, +luk} isimden isim yapma eki
Ekin imlası لك ,+لق + şeklindedir. Ayrıca ekin ليق +لوق ,+لوك ,+ليك + şekillerinde de yazıldığı gorulur: eksukluk, eyuluk, kandaluk; birluk, gunluk, kuşluk. Turkce kelimelerde genellikle dil uyumuna bağlı olan ek ozellikle alınma kelimelere uyumsuz eklenebilmektedir: beraberlık, kalemlık, lalelık; aydınluk. Ek, XVII. yuzyıldaki Arap harfli metinlerde ve ceviriyazılı metinlerde dudak uyumuna bağlanmaya başlamıştır. XVIII. yuzyılda ise hem Arap harfli metinler hem de ceviri yazılı metinlerde dudak uyumuna bağlıdır: mezarlık, saglık, selvilik; bolluk, dostluk, kulluk.

Çekim Ekleri
{+ı, +i, +u, +u; +sı, +si, +su, +su} teklik 3. şahıs iyelik eki
İyelik eki unsuzle biten kelimelerden sonra ى+; unlu biten kelimelerden sonra +سى
şeklindedir: emri, resmi; demuri, yuzi; nicesi, ortası; bazusı, koprusi. Bu ek, bazı eserlerde ozellikle ic ses konumunda bulunduğu zaman yuvarlak tabanlardan sonra otre ( ـُ) veya vav ( و) ile yazılır ve dudak uyumuna bağlıdır: suyuna, ustune; kokusundan. Bu birkac örneğin dışında ek hep duz unluludur. Viguier ve Carbognano’da yuvarlak unlulu tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlanmıştır

{+(ı)m, +(i)m, +(u)m, +(u)m} teklik 1. şahıs iyelik eki
Ekin imlası م+ şeklindedir, harekeli metinlerde otre ( ـُ) ile gosterilmesi duz unlulu
tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlı olmadığını gosterir: emrum, ozum, yanum; dostum,
ozum, yuzum. Duz unlulu tabanlardan sonra XVII. yuzyıldaki Arap harfli metinlerde yarı yarıya, XVIII. yuzyıldaki Arap harfli metinlerde ise buyuk oranda dudak uyumuna bağlıdır. Viguier ve Carbognano’da ise dudak uyumuna bağlıdır: pederim, sultanım, yanım; ayağım, etim, kopegim.

{+ı, +i, +u, +u} yukleme hali eki
Yukleme hali ekinin imlası ى+ şeklindedir: elmayı, erkegi, inekleri; altunı, uzumi, ununı.
Arap harfli metinlerde yuvarlak unlulu kelimelerden sonra dudak uyumuna bağlı orneği
yoktur. Ekin yuvarlak unlulu tabanlardan sonraki uyumlu ornekleri sadece Viguier
ve Carbognano’da vardır.

{+(n)ıŋ, +(n)iŋ, +(n)uŋ, +(n)uŋ} ilgi hali eki
Ekin imlası نك ,+ك + şeklindedir, harekeli metinlerde otre ( ـُ) ile gosterilmesi duz unlulu tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlı olmadığını gosterir: cayuŋ, meclisuŋ, vahdetuŋ; bunuŋ, dokundunuŋ, kapunuŋ. XVI. ve XVII. yuzyıldaki Arap harfli metinlerde az sayıda kelimede duz unlulu tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlanan ek, XVIII. yuzyıldaki metinlerde ucte bir oranında dudak uyumuna bağlıdır. Viguier ve Carbognano’da ise dudakuyumuna bağlıdır: adanıŋ, eliŋ, kimiŋ, nefsiŋ; bunuŋ, buyunuŋ, koyunuŋ.

{+arı, +eri, +aru, +eru} yon eki
Ekin imlası ەرو ,+ارو + şeklindedir: iceru, ileru; yukaru. Arap harfli metinlerde az sayıda uyumlu ornekleri gorulen ek Viguier ve Carbognano’da duz unlulu tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlıdır: dışarı, ileri, yokarı.

{-dı, -di, -du, -du; -tı, -ti, tu, -tu} gorulen gecmiş zaman eki
Ekin imlası دى - şeklindedir: acdı, gitdi, yazdı; buldı, gordi, turdı. Arap harfli metinlerdeki birkac ornekte دو - şeklinde yazılmıştır: kaldurdular, gorduler. Bazı ceviriyazılı metinlerde birkac ornekte tonsuz tabanlardan sonra unsuz uyumuna bağlıdır: ayarttı,
bıraktılar, cıktı, optum. Arap harfli metinlerde genellikle duz unlulu olan ek Viguier ve Carbognano’da yuvarlak unlulu tabanlardan sonra da dudak uyumuna bağlıdır: duşdu, oldu, vurdu, yurudu.

{-mış, -miş, -muş, -muş} oğrenilen gecmiş zaman eki
Ekin imlası مش - şeklindedir. Ek unlusu ancak harekeli Arap harfli metinlerde otreـُ) ) veya esre ( ـِ) sayesinde belli olmaktadır ve bu metinlerin genelinde ek duz unluludur: donmiş, gocmiş, olmiş. Bu ek Viguier ve Carbognano’da yuvarlak unlulu tabanlardan sonra da dudak uyumuna bağlıdır: okumuş, vurmuş, yurumuş.

{-sın, -sin, -sun, -sun} teklik 3. şahıs emir eki
Ekin imlası سون - şeklindedir: girsun, kılsun, sevsun; gorsun, dolsun, tursun. Arap harfli metinlerde birkac ornekte duz unlulu tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlıdır: gelsin, sevsin. Viguier ve Carbognano’da dudak uyumuna bağlıdır: dillesin, erisin, sevsin;
yurusun.

{-dık, -dik, -duk, -duk; -tık, -tik, -tuk, -tuk} sıfat-fiil eki
Ekin imlası دوق ,-دوك - şeklindedir: didukleri, sıdugı, virdugi. Az sayıdaki ornekte ise
ديق ,-ديك - olarak yazılır: akdıgı, gecdigi, kazdığım. Birkac ornek dışında dil yumuna bağlıdır. Dudak uyumu bakımından XVIII. yuzyıldaki Arap harfli metinlerde yarı yarıya duz unlulu tabanlardan sonra uyumludur. Viguier ve Carbognano’da ise dudak uyumuna bağlıdır: bakdığım, etdiyim, kazıdıgımız, sevdigim. Meninski’de birkac ornekte tonsuz tabanlardan sonra unsuz uyumuna bağlıdır: gectuği, ittukten.

{-ınca, -ince, -unca, -unce} zarf-fiil eki
Ekin imlası نجه ,-ينجه - şeklindedir: gelince, varınca; gorince, olince. Arap harfli metinlerde
yuvarlak tabanlardan sonra ekin ilk unlusu otre ( ـُ) veya vav ( و) ile gösterilerek dudak uyumuna bağlı olduğu belirtilir: olunca, toyunca, ucunca. Bu ek, Arap harfli metinlerde XVII. yuzyıldan itibaren dudak uyumuna bağlanmıştır.

{-ıp, -ip, -up, -up} zarf-fiil eki
Ekin imlası وب - şeklindedir: alup, bilup, gidup; durup, sorup, okuyup. Arap harfli metinlerde ancak birkac ornekte يب - şeklinde yazılan ek Viguier ve Carbognano’da duz unlulu tabanlardan sonra dudak uyumuna bağlıdır: atıp, sevip, verip


16-19.yy Türk dili.docx
Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj

“Türk Dili ve Edebiyatı” sayfasına dön

  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir