Doğa düşünürleri

Cevapla
Sadiyee
Mesajlar: 1
Kayıt: 05 Oca 2019 20:40
İletişim:

05 Oca 2019 21:01

Doğa Düşünürleri

Hobbes-Locke-Montesquieu-Rousseau

Hobbes
Doğa durumu Hobbes’un insan insanın kurdudur şeklinde formüle ettiği bir savaş durumudur, hep şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi vardır. Savaş durumunu yarata nedenler : 1. Doğal Eşitlik 2. Eşitlik Güvensizliğe Neden Olur 3. Güvensizliğin Sonucu Savaştır
Hobbes, doğa durumunda, insan doğasına ait ve çatışmaya yol açan üç temel özelliğin bulunduğunu söyler: Rekabet, güvensizlik ve şeref.
Doğa durumu uygarlığı ve tolumu içermez, ahlaki ölçütler ve yasalar bulunmaz. Egemenin olmadığı yerde mülkiyet de yoktur. Doğa durumundaki insan, ahlak, yasa, toplum gibi bütün dışsal sınırlamalardan azadedir, yani kendi doğası ile baş başadır. İnsanın var olabilmesinin tek koşulu kudret sahibi olmasıdır. Herkesin güç isteği, var olan savaş durumunu sürekli kılacaktır.
İnsanları barışa yönelten temel şey, kendilerini koruma istekleridir. Duygular ve istekler insanı harekete geçirir, akıl ise isteklerin doyurulmasının en iyi yollarını gösterir.
Hak bir özgürlüktür yani dış engeller olmadan insanın istediği şeyleri yapma durumudur. Doğal yasa ise akılla bulunan ve insanın kendi hayatı için zararlı veya hayatını koruma yollarını azaltıcı olan şeyleri yapmasını yasaklayan veya insan hayatını en iyi şekilde koruyabileceğini düşündüğü bir ilke ya da genel kuraldır. Hak ve yasayı birbirinden ayırır.
Doğal hak, her bir kişinin yapma ve yapmama özgürlüğü iken, doğal yasa herkes için geçerli olan bir ilke ve aklın genel kuralıdır.
Ölüm korkusu insanları barışa yönelten temel bir duygudur. İki tür doğal yasadan bahseder. Birinci doğal yasa, insanlara barışa ulaşmak için çalışmalarını emreder. İkinci doğal yasa doğal hakkından vazgeçmesini buyurur.(En temel haklarından yani özgürlüklerinden vazgeçmelerini gerektirir.) Ancak bunun bir koşulu vardır; herkes için söz konusu olacak.
İnsanlar doğaları gereği sürekli rekabet içinde olduklarından, yapay bir sözleşme ile toplumsallaşırlar; devleti kendi özgür seçimleri sonucu kurarlar. Uzlaşmayı sürekli kılabilmek için başka bir şey daha gereklidir: (önceki herkes için geçerli olması şartıydı) ortak faydaya yöneltecek bir güç. Böylesi bir genel gücün kurulmasının tek yolu insanların bütün güçlerini tek bir kurula devretmeleridir. Özellikle vurguladığı, sözleşmeyle herkesin onay verdiği, egemene kendi iradelerini kattıklarıdır.
Doğal yasalar ve toplumsal yasaları Hobbes’a göre, aynı bütünün parçalarıdır; yazı olmayanlara doğal yasalar, yazılı olanlara ise toplum yasaları denir.
Hobbes, klasik yönetimler sınıflandırmasına sadık kalır ve üç yönetim biçiminden söz eder: Monarşi, demokrasi ve aristokrasi. Klasik sınıflandırmadan ayrıldığı nokta, saydığı yönetim biçimlerinin bozulmuş şekilleri olduğunu kabul etmemesidir.
Demokrasinin, egemenliğin sürekliliği açısından uygun bir rejim olmadığı sonucuna varır. Monarşi diğer rejimlere göre üstündür.
Devletin en temel görevi güvenliktir, diğer bir görevi adalet bir diğeri ise kamu esenliğinin sağlanmasıdır, halkı eğitmektir. Egemen her şeyden önce, mutlak egemenliği sürdürmekle yükümlüdür. Sözleşme sorgusuz sualsiz bir itaati doğurur, çünkü insanlar korunmak için haklarından ve özgürlüklerinden vazgeçmiştir. Savaş durumuna dönülmemesi için, Hobbes, uyrukların yeni bir egemene bağlılık göstermekte özgür oldukları savını öne sürer.
Jhon Locke
1688 Şanlı Devrim’i İngiltere’de uzun bir zamandır süren ve farklı biçimler alan kral ve parlamento arasındai iktidar çatışmasının en önemli olaylarından biridir. Locke, 1688 Devrimi’ni hazırlayan koşullar içinde biçimlenmiştir.
En temel önermesi, insan zihninin doğuştan bilgiler taşımadığı, üzerine deneyimlerin yazılacağı boş bir beyaz kâğıt ya da tabula rasa olduğudur. Locke, düşünmeyi sağlayan temel hammaddenin bir dizi ide olduğunu öne sürer. Locke ide terimini Descartes’ten ödünç almıştır, Platon’dan farklıdır.
Locke, üç tür yasadan söz eder: 1. Tanrısal Yasa (Günah-Sevap), 2. Yurttaşlık Yasası (Suç), 3. Düşünce Yasası(Erdem-Kötülük)
Doğal yasa, doğa durumundaki barış, özgürlük ve eşitliğin güvencesidir. Aslında akıldan başka bir şey olmayan doğal yasa bütün insanlığa, eşit ve özgür olduklarından kimsenin başkasının yaşamına, sağlığına, özgürlüğüne ve mallarına zarar vermemesi gerektiğini öğretir.
Doğal yasa, pozitif hukuktan bağımsızdır.
Locke’a göre, doğal yasayı çiğnemiş olan birisi, insanların barış ve güven içinde yaşamalarının yegâne koşulunu ortadan kaldırmaya yeltenmiş olur ve bu kişi tüm insanlık için bir tehlike oluşturur. BU nedenle, herkesin saldırganı cezalandırmaya ve doğal yasanın uygulayıcısı olmaya hakkı vardır. Ancak, insanların kendi davlarının yargıcı olmaları akla aykırı bir durumdur; birincisi, insanlar tarafgirdirler yani yakınlarını kayırırlar. İkincisi, cezalandırma hakkaniyetli olmayan bir duruma yol açabilir. İşte bu yüzden yönetim insanlar için gereklidir.
Savaş durumunu ortaya çıkaran neden, yargı ve cezalandırma erkini elinde tutan üst bir irade olmadığından, birinin güç kullanarak bir başkasını mutlak iktidarı altına almaya yönelik bir irade sergileyebilmesidir.
Locke mülkiyeti iki şekilde kullanır: Birincisinde, sahip olunan mallar, ikincisinde ise, yaşam ve özgürlükler. Özel mülkiyet Tanrı’nın istenci ile ve elbette aynı zamanda doğal yasa (aklın yasası) ile uyumludur. Bir şeye benimdir demenin koşulu ona emek katmaktır
Doğal yasa, insanın hem mülk edinmesini gerekli kılmakta hem de mül edineceği miktara belli sınırlar koymaktadır: 1. Yeterlilik Sınır, 2. Bozulma Sınır, 3. Emek Sınırı
Locke’a göre mutlak olmaması koşuluyla siyasal iktidar gereklidir, çünkü otoriteye sahip bir ortak yargıcın yokuluğu bütün insanları bir savaş durumuna sokar.
Sözleşmenin temel nedeni, mülkiyetin doğa durumunda olduğundan daha iyi bir biçimde korunacağı düşüncesiydi. Doğa durumunda ise bundan pek çok şey eksiktir: 1. Ortak rıza ile oluşturulmuş bir yasanın bulunmayışı. 2. Tarafsız bir yargıcın bulunmayışı. 3. Yargılama gücünün ‘’iktidarın’’ bulunmayışı.
İnsanın iki iktidardan vazgeçtiğini söyler: İlk iktidar, her şeyi yapma iktidarıdır. İkinci iktidar, cezalandırma iktidarıdır.
Locke’un sözleşme dışında bıraktığı kesimler, çocuklar, akıl sağlığı yerinde olmayanlar ve kölelerdir.
Siyasal meşruluk konusunda Locke’un vurguladığı rızadır. Yasamanın çıkardığı yasalara uymalarını sağlayan şey rızadır. Locke iki tür rızadan bahseder. Birinci rıza, insanlar doğa durumundaki iktidarlarına son vermişlerdir. İkincisi ise, çoğunluğun kendileri hakkında karar vermeye yetkili kılmışlardır.)
Yasalarca bağlı olamayan keyfi ve mutlak bir iktidarın bulunduğu yerde hala doğa durumundayız demektir.
Uygar toplumun ya da yönetimin oluşması için neden rızanın gerekli olduğu sorusunun yanıtı, doğa durumundaki insanın özgür ve bağımsız varlığında yatar.
Bir topluluk oluşturmak için yapılan sözleşme, her bir bireyin razısını gerektirir. Bu nedenle, sözleşme oy birliği ile yapılır.(Yukarda saydıklarımız birey olarak ele alınmıyor.) İnsanlar hangi yönetim biçiminin onlara uygun olduğunu da kararlaştırabilirler.
Ona göre, mutlak monarşi, uygar toplumla hiçbir şekilde uyuşmaz.
Çoğunluk yasa yapma gücünü seçilmiş birkaç kişinin eline verdiğinde, yönetim biçimi oligarşi olur. Yasama gücü eğer tek bir kişiye bırakılırsa monarşidir. Eğer, yasama gücünün verildiği kişi, bu gücünü mirasçılarına aktarabilirse kalıtçı monarşi, çoğunluğun bir kişinin halefini ataması söz konusu ise seçimli monarşi olur. Locke anayasal bir monarşiden yanadır.
Devletin uyguladığı pozitif yasalar doğal yasalara uygun olmalıdır. Bir devlette egemen iktidar konumunda olan yasama organı için belli sınırlar söz konusudur: 1. Keyfi bir iktidar kullanamazlar. 2. Yasalar kamu yararı gözetmek zorunda. 3. Rıza olmaksızın mülkiyet alınamaz. 4. Yasama başka bir organa devredilemez.
Güçler ayrılığına değinmiştir.(Yasama-Yürütme-Federatif Güç)
Despotik iktidar, bir insanın başkaları üzerinde, istediği zaman onların yaşamlarını ellerinden alacak şekilde uyguladığı, mutlak keyfi bir iktidardır. Despotik iktidar, doğa durumunda bulunmaz.
Locke’ta Direnme Hakkı
Adalate aykırı davranan görevlilere karşı direnme hakkı vardır.
Haksız bir eylemden zarar gören kişinin, hakkını aramasının yasal yolları mevcutsa, bu durumda direnme hakkı doğmaz. Yoksa direnme hakkı söz konusu olur.
Yasalara aykırı bir biçimde hareket edilerek, haksızlık edilen kişiler eğer birkaç kişiyi geçmiyorsa ve geniş kitleler kendilerini bu sorunla ilgili görmüyorsa bu durumda az sayıdaki insanın yönetimi devirme durumu olmaz ancak, zarar ve baskı sadece birkaç kişi üzerinden geneli tehdit ediyor ise direnme hakkı söz konusu olur.
Kral tebaası ile karşı karşıya gelir ise tebaasını karşısına alır ise (savaş durumu) direnme hakkı vardır.
Montesquieu
Aristotales’ten etkilenerek yönetim biçimlerini hukuksal-siyasal yapısına göre sınıflandırır. Bu yönetimlerin doğasını ifade eder. Ona göre, her yönetimin kendine has bir doğası ve ilkesi bulunur.
Montesquieu bir önetim biçimleri sınıflandırması yapmaktadır. Cumhuriyet, monarşi ve despotizm şeklinde sıraladığı yönetim biçimlerini doğasına göre ayırt ederken hukuksal-siyasal yapıyı göz önünde bulundurur.
Monarşi yasalara uygun olan tek kişnin yönetimi, despotizm ise sınırsız ve keyfi olan bir yönetimdir. Cumhuriyet ise halkın kendi yaptığı yasalarla kendini yönettiği bir yönetim biçimidir. Cumhuriyetin ilkesi erdem, monarşininki onur (şeref), despotizminki ise korkudur.
Yasa yapıcının dikkat etmesi gereken şey, yasaların genel ruha ve yönetimin ilkesine uygun olmasıdır.
Ona göre doğaya en uygun yönetim şekli, hangi ulus söz konusu ise o ulusun özel yapısı bakımından çıkarına en uygun olan yönetim şeklidir.
Demokrasi ve aristokrasiyi cumhuriyetin iki alt biçimi olarak gösterir. Aristokratik yönetimin ilkesi ise ılımlılıktır. Halk yönetimde olmalıdır ama yönetim büsbütün aşağı tabakadan olan kişilerin eline geçmemelidir. Bunun için iki mekanizma önerir: temsil ilkesi ve alt sınıfların seçilerek önemli görevlere gelmesini engelleyecek yasa. Düşünüre göre, demokraside temel uygulama, seçilme özgürlüğünün sınırlandırılmasıdır.
Modern toplumlar için uygulanabilir ve ideale en yakın gördüğü yönetim biçimi ise monarşidir.
Montesquieu monarşiyi ılımlı bir yönetim biçimi olarak görür, kralın iktidarı aracı kurumlar ile sınırlandırılır.(Aristokrasi ve ruhban sınıfı) Ara sınıfların olmadığı monarşiler ise despotluğa(korku-din) dönüşür. Despotlukta insanlar köle olduğu için eşittirler.
Erkler ayrımı yapar.(Yasama-Yürütme-Yargı)
J. J. Rousseau
İnsanın özünü oluşturan iki ilke vardır: Birincisi kendini sevme tutkusu. İkincisi ise merhamet duygusu.
Hobbes’un kuramından farklı olarak, insanın bu bencil (kendini sevme tutkusu) yapısı, insanların birbirleriyle savaştığı bir durumun doğmasına neden olmaz. Bunun nedeni, doğal insanın özünde ikincil ilkenin merhamet (acıma) duygusu olmasıdır. Merhamet duygusu dışında doğal insanların barış içinde yaşamalarını sağlayan bir diğer neden, arzularının maddi gereksinimlerini aşmamasıdır. Bu gereksinimler ise, yiyecek, bir dişi ve dinlemedir. Barış ve tembellik hüküm sürer doğa durumunda.(Eşittir insanlar, eşitliğin sürmesi de doğal insanın özgür olmasına yol açar.)
Rousseau, doğal insanı hayvandan ayıran iki önemli özelliğin bulunduğunu belirtir: Birincisi, karar alma erkine sahip olması, ikincisi ise gelişme yetisidir.
Rousseau’ya göre doğa durumu, insanların siyasal toplumu oluşturmalarıyla son bulur. İnsan, bu noktaya ulaşıncaya kadar Rousseau’nun deyişiyle ikinci doğa durumu içinde yaşar.
Uygar toplumu kuran zenginlerdir. Mülksüzleri kandırıp sözleşmeyle devleti kurarlar. Bu sözleşme yalancı bir sözleşmedir. Çünkü eşitsizlikler içinde gerçekleşmiştir amacı da zenginlerin konumunu sağlamlaştırıp eşitsizlikler üzerine oturtulmuş ilişkileri kurumsallaştırmaktır.
İnsanı hemcinsleriyle ilişkilerinde hem bir tiran hem bir köle konumu içine sokan burjuva toplumundan kurtulmanın yolu, Rousseau’ya göre tarihi gerisinin geriye işletip insanlığı masum doğa durumuna geri götürmek değildir. Çünkü doğa geriye doğru gitmez. Çözüm, toplumun içinde aranmalıdır; ama insanı kul-köle eden burjuva toplumunda değil de ona, yitirmiş olduğu özgürlük ile eşitliği yeniden kazandıracak olan bir toplumda. Böyle bir toplumu kurmak ise, ancak yalancı olmayan gerçek bir toplum sözleşmesinin yapılmasıyla mümkündür.
Devletin var olabilmesi egemenlikle bezenmiş olmasına bağlıdır. Egemenliğin çeşitli özellikleri bulunmaktadır: 1. Egemenlik Devredilemez. 2.Egemenlik Bölünemez 3. Egemenlik Mutlaktır ve Doğrudur.
Hobbes ya da Locke gibi doğal hukuk kuramcılarından ayrılır: Doğal hukukun pozitif yasaların oluşumuna öncülük ettiğini ya da bir başka deyişle, pozitif yasaların doğal yasalardan türediğini kabul etmez.
İnsan özgür doğar oysa her yerde zincire vurulmuştur.(Özgürlüğün toplumsal ilişkilerin oluşmasıyla birlikte kendi kendini yok ettiğini ileri sürer.)
Özel iradeyi insan ile genel iradeyi de yurttaş ile özdeşleştirir. Genel irade hiçbir zaman değişmez, bozulmaz ve saflığını yitirmez. Her zaman doğrudur ve kamusal yarara yöneliktir, yok edilemez genel irade aklın sonucudur.
Hükümet biçimi anlamındaki demokrasiye iyi gözle bakmaz. Monarşi yönetimi en etkin hükümet biçimidir. Halkın karşısındaki en büyük tehlikenin yöneticileri olduğunu vurgulayan Rousseau, hükümetin halk egemenliği yok etme eğilimini frenleyip engelleyecek olanın yine halk olduğunu belirtir. Tek bir kişi bile devlet işleri için bana ne derse devletin yıkılması kaçınılmaz olur.
Cevapla
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 8 misafir