Borçlar hukuku tüm ders notu

Cevapla
Ayşem kaya
Mesajlar: 21
Kayıt: 12 Eki 2016 00:17
İletişim:

12 Eki 2016 22:01

BORÇLAR HUKUKU











BİRİNCİ KISIM


BORÇLAR HUKUKUNA GİRİŞ VE TEMEL KAVRAMLAR

BİRİNCİ BÖLÜM

BORÇLAR HUKUKUNUN UYGULAMA ALANI VE KAYNAKLARI

Borçlar hukuku, sosyal hayatta kişiler arasındaki borç ilişkilerini düzenleyen bir hukuk dalıdır.
Borçlar hukukunun asli kaynağı 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe giren, 11 Ocak 2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunudur. Borçlar Kanunumuz 649 maddeden oluşmaktadır. Kanunun ilk 206 maddesini oluşturan birinci kısmı “Genel Hükümler”, 207-649 maddeler arasında yer alan ikinci kısmı ise “Borç İlişkilerinde Özel Durumlar” başlığını taşımaktadır.
Borçlar hukukumuzun bir diğer kaynağı da Türk Medeni Kanunu’dur. Nitekim Borçlar Kanunu, Medeni Kanun’un beşinci kitabı niteliğindedir.

İKİNCİ BÖLÜM
TEMEL KAVRAMLAR

I – BORÇ VE BORÇ İLİŞKİSİ KAVRAMI
Hukukumuzda “borç” deyimi iki anlam taşır:

A) GENİŞ ANLAMDA BORÇ (BORÇ İLİŞKİSİ)
Borç ilişkisi, iki taraf arasındaki bir hukuki bağdır ki, bu bağ gereğince, taraflardan biri (borçlu), bir şey vermek veya yapmak veya yapmamak, yani bir edimi yerine getirmek borcu altına girer; diğer taraf (alacaklı) ise, borçlunun borcunu ifa etmesini istemek hakkına sahip olur. Görüldüğü gibi bir borç ilişkisinde borçlu, edim, alacaklı olmak üzere 3 temel unsur bulunur.

B) DAR ANLAMDA BORÇ (BORÇ)
Dar anlamda borç, bir borç ilişkisindeki çeşitli borçlardan (alacaklardan) her birini ayrı ayrı ifade eder. Borcun konusu olan edim, bir şey vermeye; bir şey yapmağa; bir şeyden kaçınmaya ilişkin olabilir.

C) “BORÇ” VE “BORÇ İLİŞKİSİ” KAVRAMLARININ ÖZELLİKLERİ VE KARŞILAŞTIRILMASI
1-“Borç ilişkisi”, alacaklı ile borçlu arasındaki bir hukuki bağı ifade eder ki bu bağ bir hukuki işlemden ve genellikle de bir sözleşmeden kaynaklanır. “Borç” sözcüğü ise, bir borç ilişkisi nedeniyle taraflardan birinin diğerine karşı olan yükümlülüklerinden her birini ifade eder. Örneğin, yaptıkları satım sözleşmesi gereğince S ile A, S’ye ait saatin A’ya 100 TL karşılığında satılması konusunda anlaşmışlardır. Bu olayda satım sözleşmesi taraflar arasındaki hukuki bağı (geniş anlamda borcu), satıcının saati teslim etmesi ile alıcının 100 TL’yi ödeme yükümlülüğü ise birbirinden ayrı iki borcu (dar anlamda borcu) ifade eder.
Alacaklı ile borçlu arasındaki borç ilişkisi haksız fiilden de kaynaklanabilir. Örneğin B’nin otomobiliyle alkollü bir şeklide A’nın otomobiline çarpması neticesinde A’nın otomobilinde 3.000 TL hasar meydana gelmiştir. Olayda A ile B arasında haksız fiil nedeniyle borç ilişkisi doğmuştur. B, bu borç ilişkisi nedeniyle A’nın uğradığı zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Görüldüğü gibi burada borç, bir tazminat (zararı giderme) borcudur.
Alacaklı ile borçlu arasındaki borç ilişkisi sebepsiz zenginleşmeden de kaynaklanabilir. Aralarında geçerli bir hukuki ilişki veya sebep bulunmayan iki taraftan birinin malvarlığı diğeri aleyhine arttıysa taraflar arasında sebepsiz zenginleşmeden dolayı borç ilişkisi doğmuştur. Bu durumda haksız olarak zenginleşen taraf, fakirleşen tarafa zenginleştiği şeyi geri vermek zorundadır. Görüldüğü gibi burada borç, bir geri verme (iade) borcudur.
2-Bir borç ilişkisinde tek bir borcun yer alabilmesi de mümkündür. Örneğin A, B’ye bilgisayarını bağışlamayı vaad etmiştir (bağışlama sözü vermiştir). Bu vaad nedeniyle A ile B arasında bir borç ilişkisi kurulmuştur. Dolayısıyla A, bilgisayarın mülkiyetini B’ye geçirme borcu altına girmiştir.
3-Her borç ifa edilmekle sona erer. Ancak bir borcun ifası borç ilişkisini her zaman sona erdirmez. Örneğin kiracının tek bir aya ilişkin kira borcunu vadesinde ödemesi, sadece o aya ilişkin borcunu sona erdirir, yoksa kira sözleşmesinden doğan borç ilişkisini değil.
II – BORÇ İLİŞKİSİNİN TEMEL UNSURLARI

A) ALACAKLI
Bir borç ilişkisi nedeniyle, borçludan kendisine bir edimde bulunmasını istemek yetkisine sahip olan tarafa alacaklı denir. Bu nedenle alacaklı, borç ilişkisinin aktif tarafıdır.
Borç ilişkisi nedeniyle, alacaklının borçluya karşı sahip olduğu hak, “alacak hakkı” dır. Alacaklının, borçludan, hakkının yerine getirilmesini isteme yetkisine de “talep hakkı” denir. Alacaklının bu talebine rağmen borçlu edimini yerine getirmiyorsa, alacaklı, mahkemeye veya icra dairesine başvurarak alacağını devlet aracılığıyla elde edebilme hakkına sahiptir. Alacaklının bu hakkına da “dava hakkı” adı verilir.

B) BORÇLU
Aralarındaki bir borç ilişkisi nedeniyle, alacaklıya karşı bir edimde bulunma yükümlülüğü altına girmiş olan tarafa borçlu denir. Bu nedenle borçlu, borç ilişkisinin pasif tarafıdır.
Borç ilişkisinde taraflardan her birinin hem alacaklı hem de borçlu olabilmesi mümkündür. Tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde durum böyledir. Örneğin satım sözleşmesinde satıcı, malı teslim etme edimi bakımından borçlu, malın bedelini istemek bakımından alacaklıdır. Alıcı da, malın bedelini ödemek bakımından borçlu, malın kendisine teslimini talep etmek bakımından alacaklıdır. Çünkü satım sözleşmesi iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. Tek tarafa borç yükleyen sözleşmelerde ise, taraflardan biri alacaklı diğeri ise borçludur. Örneğin bağışlama taahhüdünde, bağışlanan taraf alacaklı, bağışlayan taraf ise borçludur.

C) EDİM
Aralarındaki borç ilişkisi nedeniyle alacaklının borçludan isteyebileceği, borçlunun da yerine getirmekle yükümlü bulunduğu davranış biçimine edim adı verilir. Dolayısıyla edim, borç ilişkisinin konusunu oluşturur. Edimi değişik açılardan sınıflandırabiliriz. Bunlar:

1- Müsbet (Olumlu) Edim – Menfi (Olumsuz) Edim
Bir şey vermeye, bir şey yapmaya ilişkin edimler olumlu edimlerdir. Örneğin satım sözleşmesinden doğan borç ilişkisinde, malın teslimi ve satış bedelinin ödenmesi; kira sözleşmesinden doğan borç ilişkisinde, şeyin kullandırılması ve kira bedelinin ödenmesi; hizmet sözleşmesinden doğan bir borç ilişkisinde, işin yapılması ve ücretin ödenmesi, vermek ya da yapmak şeklinde ortaya çıkan edimlerdir.
Bir şey yapmamaya, bir şeyden kaçınmaya ya da bir şeye katlanmaya ilişkin edimler ise olumsuz edimlerdir. Örneğin hizmet sözleşmesinden doğan borç ilişkisinde, işçinin rekabet etmeme yükümlülüğü; kira sözleşmesinden doğan borç ilişkisinde, kiralayanın, kira konusu malın kiracı tarafından kullanılmasına katlanması, yapmama ya da katlanma şeklinde ortaya çıkan edimlerdir.

2- Şahsi (Kişisel) Edim – Maddi Edim
Şahsi edim, borçlunun bizzat kendi bedeni ya da fikri kuvvet ve becerisi ile yerine getirebileceği olumlu edimlerdir. Örneğin bir ressamın resim yapmaya, bir romancının roman yazmaya, bir bestecinin beste yapmaya ilişkin edimleri şahsi edimlerdir. Bu edimlerin üçüncü bir kişi tarafından yerine getirilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde alacaklı da üçüncü kişinin ifasını kabul etmek zorunda değildir. Şahsi edimler, borçlunun ölümü halinde mirası reddetmemiş olan mirasçılarından da talep edilemez.
Maddi edim ise, doğrudan doğruya borçlunun malvarlığı ile ifa edilen olumlu edimlerdir. Örneğin satım sözleşmesinden doğan borç ilişkisinde, malın teslimi ve satış bedelinin ödenmesi; kira sözleşmesinden doğan borç ilişkisinde, kira bedelinin ödenmesi; hizmet sözleşmesinden doğan bir borç ilişkisinde, ücretin ödenmesi maddi edimlerdir. Bu tür edimlerde borcun kimin tarafından ifa edileceğinin bir önemi yoktur. Maddi edimler, borçlunun ölümü halinde mirası reddetmemiş mirasçılarından talep edilebilir.

3- Çeşidiyle (Cinsiyle) Belirlenen Edim – Ferdiyle Belirlenen Edim
Bir borç ilişkisinde taraflar edim konusu şeyi sadece genel nitelikleriyle, yani sadece o çeşidin işaret ve özellikleriyle belirlemişlerse çeşidiyle belirlenen edimden (çeşit borcundan) söz edilir. Örneğin 10 ton kömürün, 5 ton Amasya elmasının, herhangi bir bilgisayarın ya da otomobilin satımına ilişkin bir borç ilişkisinde satıcının edimi (borcu) bu türden bir edimdir.
Verme borcunun konusu olan bir edim, sadece o şeye ait ayırt edici tüm özellikleriyle sözleşmede somut olarak belirlenmişse parça borcundan (ferden belirli borçtan) bahsedilir. Örneğin “Turbo” isimli dört yaşlı kır Arap yarış atının ya da 35 KSK 35 plakalı bir otomobilin ya da satıcının evindeki bilgisayarın satımına ilişkin bir borç ilişkisinde satıcının edimi (borcu) bu türden bir edimdir.
Parça borcu – çeşit borcu ayırımının misli eşya – gayrimisli eşya ayırımı ile yakından ilişkisi bulunmaktadır. Sayılabilen, ölçülebilen, tartılabilen, yerine eş nitelikte bir başka şey konulabilen şeylere misli eşya adı verilir. Örneğin para, 10 kilo pirinç, 5 litre süt, 10 paket sigara, herhangi bir masa, 10 adet Van kedisi bu nitelikte eşyalardır. Hâlbuki, sayı, miktar, ölçü veya tartı söz konusu olmadan kendi başına belli bir ekonomik varlığı ve tedavül değeri bulunan, yerine başka bir şey konulamayan menkul şeylere ise gayrimisli eşya denir. Örneğin A’nın evindeki antika masa, Boticelli’nin “İlkbahar” isimli tablosu, “Turbo” isimli yarış atı, 35 KSK 35 plakalı otomobil bu nitelikteki eşyalardır.

4- Ani Edim – Sürekli Edim
Tek bir veya birden çok fillerle bir anda ifa edilen ve borcu sona erdiren edimlere “ani edim” (bir defalık edim) denir. Örneğin satıcının sattığı buzdolabını teslim etmesi, alıcının satın aldığı buzdolabının bedelini satıcıya ödemesi, kiracının kira parasını ödemesi bu türden edimlerdir.
Belli bir süre kesintisiz bir fiille veya davranışla ifa edilen edimlere “sürekli edim” denir. Bu durumda edim, sözleşme ile kararlaştırılan süre sonuna veya sözleşme ortadan kalkıncaya kadar kesintisiz olarak devam eder. Örneğin işçinin hizmet sözleşmesinin devamı süresince yerine getireceği iş görme ve rekabet etmeme edimi; kiralayanın kira sözleşmesinin devamı boyunca kira konusu şeyi kiracının kullanımına hazır halde bulundurması ve buna katlanması sürekli edimlerdir.

5- Bölünebilen Edim – Bölünemeyen Edim
Şeyin niteliğinde veya değerinde esaslı bir değişiklik olmaksızın birden çok parçaya ayrılması mümkün olan edimlere bölünebilen edim adı verilir. Bu tür edimler genellikle sayılabilen, tartılabilen veya miktarı herhangi bir şekilde arttırılıp çoğaltılabilen edimlerdir. Örneğin satım sözleşmesinde alıcının para borcu, satıcının 10 ton pirinci ya da 10 adet buzdolabını teslim etme borcu, hizmet sözleşmesinde işverenin ücret ödeme borcu bölünebilen edimdir.
Şeyin niteliğinde veya değerinde esaslı bir değişiklik olmaksızın birden çok parçaya ayrılması mümkün olmayan edimlere bölünemeyen edim adı verilir. Örneğin satım sözleşmesinde satıcının tek bir otomobili teslim etme borcu, hizmet sözleşmesinde işçinin hizmet görme borcu, eser sözleşmesinde ressamın resim yapma borcu bölünemeyen edimdir.

III – BORÇ İLİŞKİLERİNDE SORUMLULUK

A) GENEL OLARAK SORUMLULUK
Borçlunun borç ilişkisinden doğan edimini yerine getirmemesi halinde alacaklının alacağını Devlet organları zoruyla (cebri icra yoluyla) borçlunun malvarlığından elde etmek hakkına sahip olmasına ve borçlunun da buna katlanması yükümlülüğüne sorumluluk adı verilir. Borçlunun sorumluluğu sözleşmeden doğabileceği gibi, haksız fiilden ve sebepsiz zenginleşmeden de doğabilir.

B) SORUMLULUK TÜRLERİ

1- Şahıs İle Sorumluluk
Borçlunun şahsi sorumluluğu denildiği zaman, onun kural olarak bütün malvarlığı ile; şahıs ile sorumluğu denildiği zaman onun borcundan dolayı bedeni varlığı (vücut bütünlüğü) ile sorumlu olması akla gelir. Modern hukuk sistemlerinde borçlu borcundan malvarlığı ile sorumlu olup, şahsı ile (bedeni varlığı) sorumlu değildir. Yani borcunu ödemeyen borçlunun hapis cezası ile borcunu ödemeye zorlanması söz konusu olamaz. Alacaklı alacağını cebri icra yoluyla borçlunun sadece malvarlığından elde edebilecektir.

2- Malvarlığı İle Sorumluluk

a) Borçlunun malvarlığı ile sınırsız (şahsi) sorumluluğu
Borçlu borcundan, kural olarak, bütün malvarlığı ile sınırsız (şahsen) sorumludur. Borçlunun borcunu ifa etmemesi halinde alacaklı, borçlunun mesleğini ve hayatını devam ettirmesi için zorunlu sayılan mal ve haklarının dışında kalan bütün mal, hak ve alacaklarını icra dairesi vasıtasıyla haczettirip paraya çevirtebilir. Yani borçlu borcundan dolayı haczi mümkün tüm malvarlığı ile sorumludur. Ancak alacaklı bu hakkını, borcun miktarı ile sınırlı olmak üzere kullanabilir.
Sınırsız sorumluluktan kasıt, borcun miktarına bakılmaksızın borçlunun istediğimiz miktarda malvarlığının haczi değil, alacağın miktarı ile sınırlı olmak üzere borçlunun arzu ettiğimiz mal, hak ve alacağına haciz koyabilmemizdir. Kısaca sınırsız sorumluluk, alacağın miktarı ile sınırlı olmak üzere, borçlunun tüm malvarlığının alacağın (borcun) teminatını oluşturmasıdır.
b) Borçlunun sınırlı sorumluluğu

aa) Belli mallarla sınırlı sorumluluk
Borçlunun sorumluluğu malvarlığının tüm unsurları ile değil de, belli malları ile sınırlı ise, yani alacaklı cebri icra yoluyla borçlunun ancak bazı mallarına el atabiliyorsa, borçlunun belli mallarla sınırlı sorumluluğundan bahsedilir.
Bu sorumluluk, kanundan veya tarafların aralarında yapmış oldukları bir anlaşmadan doğmuş olabilir. Belli mallarla sınırlı sorumluluğun söz konusu olduğu haller şunlardır:
• Medeni Kanuna göre, Devlet son yasal mirasçı sıfatıyla kendisine kalan bir terekenin borçlarından, ancak terekede yer alan mallarla sorumludur. Örneğin hiçbir yasal ya da atanmış mirasçısı olmayan A’nın ölümü üzerine malvarlığı (terekesi) Devlete kalmıştır (Tereke sadece 50.000 TL’lik bir otomobil ile ev eşyalarından ibarettir). A’nın tüketici kredisi nedeniyle B bankasına 10.000 TL borcu bulunmaktadır. Devletin A’nın borcundan dolayı B bankasına karşı sorumluluğu kendisine intikal eden otomobil ve ev eşyaları ile sınırlıdır.
• MK.’na göre irad senetlerinde borçlu, irad senedine konu mal ile sınırlı sorumludur.
• MK.’na göre başkasının borcu için malını rehin veren bir kişi, borcun ifa edilmemesi durumunda, sadece rehin konusu malı ile sorumludur. Yani alacaklı sadece rehin konusu malı rehnin paraya çevrilmesi hükümlerine göre paraya çevirtebilir, rehin veren kişinin başka mallarına el atamaz.
• TTK’ya göre donatanın bazı durumlarda sorumluluğu gemi ve navlun ile sınırlıdır.
• Borçlunun hangi malları ile sorumlu olacağını taraflar sözleşme ile önceden kararlaştırabilirler.

bb) Belli miktarla sınırlı sorumluluk
Bu tür sorumlulukta borçlu malvarlığının tüm unsurları ile ancak belli bir miktarla sorumludur. Belli mallarla sınırlı sorumluluğun söz konusu olduğu haller şunlardır:
• BK.’na göre kefilin sorumluluğu, kefalet senedinde belirtilen miktar ile sınırlıdır.
• BK.’na göre, otelcilerin ve hancıların kusuru olmaksızın kaybolan eşyalar nedeniyle sorumlulukları, konaklama ücretinin üç katı ile sınırlıdır.

C) EKSİK BORÇLAR

1- Eksik Borç Kavramı
Her borç alacaklıya alacağını borçlusundan dava ya da icra takibi yoluyla talep etme yetkisi verir. Bu nedenle borcun olduğu yerde sorumluluk ta vardır. Ancak bazı borçlarda alacaklının alacağını devlet organları aracılığıyla borçlusundan isteme yetkisi bulunmamaktadır. Bu gibi durumlarda borç vardır ama sorumluluk yoktur. Bu tip borçlara eksik borçlar adı verilir.

2- Eksik Borcun Özellikleri
a) Alacaklı eksik bir borcun ifasını talep eder ve borçlu bu ifa talebini reddederse, alacaklı dava ve cebri icra yoluyla borcun ifasını sağlayamaz.
b) Eksik borçlarda borç ilişkisinden doğmuş geçerli bir borç vardır. Bu nedenle borçlu tarafından kendi isteğiyle yerine getirildiği takdirde ifa geçerlidir.
c) Borçlu borcunu kendi isteğiyle ifa ettiği takdirde, bunun sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesini isteyemez.

3- Eksik Borç Tipleri

a) Kumar ve bahisten doğan borçlar

b) Evlenme simsarlığından doğan borçlar

c) Zamanaşımına uğramış borçlar

d) Ahlaki görevlerden doğan borçlar

IV – BORÇ İLİŞKİSİNDEN DOĞAN HAKLAR

A) ALACAK HAKKI (ASLÎ HAK)
Borç ilişkisinden doğan asli hak alacak hakkıdır. Alacak hakkı alacaklı tarafından sadece borçluya karşı ileri sürülebildiği, üçüncü kişilere karşı ileri sürülemediği için nisbi bir haktır. Alacaklı borç ilişkisi nedeniyle elde ettiği alacağını borçlusundan talep etme (isteme) yetkisine sahiptir. Alacaklının bu hakkına talep hakkı adı verilir. Alacaklı bu hakkına dayanarak borçlusundan kendisine bir şeyi vermesini, bir miktar paranın ödenmesini, bir işi yapmasını ya da yapmamasını veyahut da bir şeye katlanmasını isteyebilir.
Alacak hakkı ile talep hakkı arasında bir takım farklılıklar bulunmaktadır. Bunlar:
• Alacak hakkı doğmuş olmasına rağmen talep hakkı henüz doğmayabilir. Örneğin; S, bilgisayarını A’ya 1.000 TL’ye satmış, fakat satış bedelinin (1.000 TL) on gün sonra ödeneceği kararlaştırılmıştır. S, alacak hakkını elde etmiş olmasına rağmen, talep hakkını on gün sonra kullanabilecektir.
• Alacak hakkı sona erdiği halde talep hakkı devam edebilir. Örneğin; kira sözleşmesi sona erdiği zaman, kiraya verenin alacak hakkı da sona erer. Ancak, kira sözleşmesinin sona ermesi, kiraya verenin, kira sözleşmesi devam ettiği dönemde muaccel hale gelmiş olan alacaklarını talep edebilme hakkını sona erdirmez.

B) ASIL ALACAĞA BAĞLI HAKLAR (FER’İ HAKLAR)
Doğumu, devamı ve sona ermesi asıl alacağa bağlı bulunan, alacak hakkını genişletmek veya güvence altına almak amacıyla asıl alacağa eklenen haklara fer’i haklar denir. Alacaklının borcun zamanında ve gereği gibi ödenmemesi durumunda borçludan faiz, ceza koşulu ve gecikme tazminatı istemesi veya alacağını kefile ya da rehin verene karşı ileri sürmesi fer’i hakların kullanımına örnek olarak gösterilebilir.
BK. md. 131’e göre, “asıl borç ifa ya da herhangi bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur”. Örneğin asıl borç ödenmişse kefilin sorumluluğu da sona erer. Ancak fer’i borçların ödenmesi asıl alacağı (borcu) sona erdirmez. Örneğin faiz, gecikme tazminatı ya da cezai şartın ödenmesi asıl borcu sona erdirmez.
Alacak hakkını doğuran borç ilişkisi herhangi bir nedenle geçersiz ise, asıl alacağa bağlı borçlarda kendiliğinden geçersiz hale gelir. Örneğin satım sözleşmesi şekle uygun olarak yapılmamışsa kefalet de kendiliğinden hükümsüz olur. Ancak kefalet sözleşmesinin hükümsüzlüğü geçerli olarak kurulmuş olan asıl borç ilişkisini etkilemez.

C) TALÎ HAKLAR
Talî haklar borç ilişkisinden doğan ikinci derecedeki haklardır.

1- Yenilik Doğuran Haklar
Bunlar, hak sahibinin tek taraflı irade açıklamasıyla bir ilişkinin kurulmasını, değiştirilmesini ya da sona erdirilmesini sağlayan, kayıt ve koşula bağlanması mümkün olmayan, kullanıldıktan sonra kendisinden dönülemeyen haklardır.

a) Kurucu yenilik doğuran haklar
Hak sahibinin tek taraflı irade açıklamasıyla bir ilişkinin kurulmasını sağlayan haklardır. Önalım, geri alım, alım hakları bu türden haklardır.

b) Değiştirici yenilik doğuran haklar
Hak sahibinin tek taraflı irade açıklamasıyla mevcut bir ilişkinin içeriğinin değiştirilmesini sağlayan haklardır. Örneğin, satım sözleşmesinde alıcının “malın ayıpsız benzeri ile değiştirilmesini isteme” hakkı.

c) Bozucu yenilik doğuran haklar
Hak sahibinin tek taraflı irade açıklamasıyla mevcut bir ilişkinin sona erdirilmesini sağlayan haklardır. Örneğin, satım sözleşmesinde alıcının “sözleşmeyi fesih” hakkı ile vekâlet sözleşmesinde “istifa” ve “azil” hakları gibi.

2- Def’i Hakları
Def’i hakları, hak sahibine bir borcun yerine getirilmesini geciktirme ya da ortadan kaldırma yetkisini veren tek taraflı irade açıklamasıyla kullanılabilen haklardır. Örneğin, “takas def’i”, “zamanaşımı def’i”, “ödemezlik def’i”, “rehnin paraya çevrilmesi def’i” ve “tartışma def’i” gibi.
V – BORÇLAR HUKUKUNA HÂKİM OLAN İLKELER

A) İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ (SERBESTİSİ) İLKESİ
Borçlar hukukunda kural olarak bir kişi, dilediği bir kişi ile sözleşme yapma ya da istemediği bir kişi ile de sözleşme yapmama özgürlüğüne sahiptir. Yine aynı şekilde, sözleşmenin tarafları hukuk düzeninin koymuş olduğu sınırlar içerisinde sözleşme hükümlerini ve şeklini diledikleri gibi belirleyebilirler.

B) BORÇ İLİŞKİSİNİN NİSBİLİĞİ İLKESİ

1- Kural
Nisbi haklar, mutlak hakların (örneğin mülkiyet hakkı gibi ayni hakların) aksine ancak belli bir kişiye veya belli kişilere ileri sürülebilen haklardır. Bir borç ilişkisinden doğan talep hakkı (alacak hakkı) da “nisbi hak” niteliğindedir. Yani, alacak hakkı ancak o borç ilişkisi uyarınca borçlu durumda bulunan kişi veya kişilere karşı ileri sürülebilir, üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez.
Borç ilişkisinden doğan alacak hakkı, alacaklıya eşya üzerinde doğrudan doğruya bir ayni hak (örneğin mülkiyet hakkı) bahşetmez. Yani mülkiyet ve diğer ayni haklar sözleşme ile kazanılamaz. Mülkiyet taşınırlarda zilyedliğin devriyle, taşınmazlarda tapu siciline tescil ile alıcıya geçer. Örneğin; S ile A arasında S’ye ait bilgisayarın 500 TL’ye satımı konusunda bir sözleşme yapılmıştır. Bu sözleşme dolayısıyla önce satış bedeli ödenecek, iki gün sonra da S, A’ya bilgisayarı teslim edecektir. A, sözleşme ile kararlaştırılan 500 TL’yi vadesinde ödemiştir. Ancak S, aynı bilgisayarı Ü’ye satıp teslim etmiştir. Bu olayda A, satış bedelini ödemesine rağmen bilgisayarın mülkiyetini kazanamamıştır. Çünkü hukukumuzda taşınır malların mülkiyeti sözleşmenin yapılması ile değil, eşyanın zilyedliğinin devriyle alıcıya geçer. Halbuki mal burada A’ya değil Ü’ye teslim edilmiştir. Dolayısıyla malın mülkiyeti Ü’ye geçmiştir. A’nın yapmış oldukları sözleşme gereğince S’ye karşı sahip olduğu alacak hakkı, yani malın kendisine teslimini talep etme hakkı mutlak değil nisbi bir haktır. Bu nedenle sadece S’ye karşı ileri sürebilir, Ü’ye karşı ileri süremez.

2- Nisbilik İlkesinin İstisnaları

a) Borç ilişkisinin tapuya şerh verilerek üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi
Borç ilişkilerinden doğan bir alacak hakkı, tapuya şerh edilmek suretiyle üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir. Örneğin; A konutunu B’ye kiraya vermiş ve sözleşme tapuya şerh edilmiştir. Sözleşmenin yapılmasından sonra kira konusu konut A tarafından Ü’ye satılmıştır. Yeni malik Ü, konut ihtiyacını ileri sürerek kiracı B’ye tahliye davası açamaz. Çünkü kira sözleşmesi tapuya şerh edildiği için B, kira sözleşmesinden doğan alacak hakkını (kullanma hakkını) yeni malik Ü’ye karşı da ileri sürebilecektir.

b) Üçüncü kişi lehine yapılan sözleşmeler
Borçlunun bizzat alacaklıya değil, üçüncü bir kişiye ifada bulunmakla yükümlü tutulduğu, yani sözleşmeye yabancı üçüncü bir kişinin alacak hakkını talep etmeye yetkili kılındığı borç ilişkilerine “üçüncü kişi lehine (yararına) sözleşme” denir. Örneğin, motorlu araç işleten M, S sigorta şirketiyle zorunlu mali sorumluluk sigortası sözleşmesi yapmıştır. M’ye ait aracın yapmış olduğu kazada Y yaralanmıştır. Bu durumda sigorta sözleşmesi bakımından üçüncü kişi durumunda bulunan Y, uğradığı zararının tazminini S sigorta şirketinden talep edebilecektir. Görüldüğü gibi üçüncü kişi lehine sözleşmeler de “borç ilişkisinin nisbiliği ilkesi” nin önemli bir istisnasını oluşturur.

C) DÜRÜSTLÜK İLKESİ (HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMA YASAĞI)
MK. m. 2’ye göre “Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüst davranmakla yükümlüdür”.

D) EŞİTLİK İLKESİ
Borçlar hukukunun uygulama alanına giren sözleşmelerde kural olarak sözleşmenin zayıf tarafı yoktur. Yani alacaklı ile borçlu eşit haklara sahiptir.

E) KUSURLU SORUMLUK İLKESİ

F) İVAZLILIK (KARŞILIKLILIK) İLKESİ

G) ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİN ALEYHİNE BORÇ İLİŞKİSİ KURULAMAMASI İLKESİ

H) BORÇ İLİŞKİLERİ SINIRLI SAYIDA DEĞİLDİR












İKİNCİ KISIM


BORCUN KAYNAKLARI


BİRİNCİ BÖLÜM

HUKUKİ İŞLEMLERDEN DOĞAN BORÇLAR

I – TANIMI
Hukuki işlem, bir veya birden fazla kimsenin hukuki bir sonuç elde etmek ya da bir hukuki sonucu doğurmak amacıyla irade açıklamasında bulunmasıdır. “Hukuki işlem” ile “sözleşme” kavramları aynı anlama gelmezler. Hukuki işlem, sözleşmeyi de kapsayacak şekilde bir üst kavramdır. Nitekim her sözleşme bir hukuki işlemdir, ancak her hukuki işlem bir sözleşme değildir.

II – HUKUKİ İŞLEM TÜRLERİ

A) İRADE AÇIKLAMASINDA BULUNANLARIN SAYISINA GÖRE HUKUKİ İŞLEMLER

1- Tek Taraflı Hukuki İşlemler
Hukuki sonuç bir tek kişinin irade açıklaması ile doğuyorsa tek taraflı hukuki işlem söz konusu olur. Örneğin;
• Vasiyet,
• Vakıf kurma,
• İlan yoluyla ödül verme sözü,
• Temsil yetkisi verme,
• Temsil yetkisini geri alma,
• Evlilik dışı doğan bir çocuğu tanıma,
• Öneri (icap),
• Önerinin kabulü,
• Takas,
• Yenilik doğuran bir hakkın (önalım, geri alım, alım) kullanımı,
• Mirasın reddi,
• Bir malın mülkiyet hakkından vazgeçme gibi işlemler tek taraflı hukuki işlemlerdir.
Tek taraflı bu hukuki işlemlerden bazılarında hukuki sonucun elde edilebilmesi için kişinin irade açıklamasında (beyanında) bulunması yeterli olup, bu beyanın bir muhataba yöneltilmesine yani onun hâkimiyet alanına varmasına gerek yoktur. Örneğin; vasiyet, evlilik dışı bir çocuğu tanıma, bir taşınır malın mülkiyetini terk etmek belli bir muhataba yöneltilmesine gerek olmayan tek taraflı hukuki işlemlerdir.

2- Çok Taraflı Hukuki İşlemler
İki ya da daha çok kişinin irade açıklaması ile hukuki sonucun elde edilebildiği hukuki işlemlere çok taraflı hukuki işlem denir. Bu tip hukuki işlemler de “sözleşmeler” ve “kararlar” olarak iki türlüdür.

a) Sözleşmeler
İki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklaması ile meydana gelen hukuki işlemlere sözleşme adı verilir. Sözleşmeler de kendi aralarında iki gruba ayrılabilir:

aa) Tek tarafa borç yükleyen sözleşmeler
Bazı sözleşmeler, sözleşmenin taraflarından sadece birine borç yükler. Örneğin bağışlama sözleşmesi ya da bağışlama sözü verme, kefalet sözleşmesi gibi.

bb) Karşılıklı (iki tarafa) borç yükleyen sözleşmeler
Sözleşmelerin çoğu, tarafların her ikisine de borç yükler. Örneğin satım, kira, hizmet (iş), eser, mal değişimi (trampa), vekâlet, saklama (vedia), ödünç (ariyet) sözleşmesi gibi.

b) Kararlar
Ortak bir çıkar veya amaç için bir araya gelmiş birden fazla kişinin aynı yönde ve birbirine uygun irade açıklamasında bulunmaları ile meydana gelen hukuki işlemlere karar denir. Kararlarda sözleşmelerden farklı olarak tarafların amaç ve çıkarları ortaktır.

B) KİŞİLERİN MALVARLIĞI ÜZERİNDEKİ ETKİSİNE GÖRE HUKUKİ İŞLEMLER

1- Borç Üstlenme (Taahhüt) İşlemleri
Bir kimsenin malvarlığının sadece pasifini (borcunu) arttıran, aktifini etkilemeyen işlemlerine taahhüt işlemi denir.
Örneğin S evindeki bilgisayarını A’ya 500 TL’ye satmayı teklif etmiş, A’da bu teklifi kabul etmiştir. Böylelikle S ile A arasında bir satım sözleşmesi kurulmuştur. Ancak hukukumuzda taşınır malların mülkiyeti sözleşmenin kurulması ile değil, malın teslimi ile alıcıya geçer. Bu nedenle bilgisayarın mülkiyeti A’ya henüz geçmemiştir. Satım sözleşmesi ile S, bilgisayarın mülkiyetini A’ya devretme borcu altına girmiştir. Görüldüğü gibi bu sözleşme S’nin malvarlığının aktifini hiç etkilememiştir. Çünkü mal A’ya teslim edilinceye kadar mülkiyet hakkı S’dedir.

2- Tasarruf İşlemleri
Bir kimsenin malvarlığının hem pasifini (borcunu) hem de aktifini etkileyen işlemlerine tasarruf işlemi denir. Yukarıdaki örnekte S’nin satmış olduğu bilgisayarı A’ya teslim etmesi bir tasarruf işlemidir. Çünkü bu durumda, artık bilgisayarın mülkiyeti A’ya geçmiştir ve bu durum S’nin aktifini etkilemiştir.

C) ETKİLERİNİ DOĞURDUKLARI AN BAKIMINDAN HUKUKİ İŞLEMLER

1- Sağlararası Hukuki İşlemler
Hüküm ve sonuçlarını, yapanları hayatta iken doğuran hukuki işlemlerdir. Örneğin, satım, kira, bağışlama, ödünç gibi işlemler sağlararasıdır.

2- Ölüme Bağlı Hukuki İşlemler
Hüküm ve sonuçlarını, bunu yapanın ölümü halinde doğuran ve miras hukukuna ilişkin hukuki işlemlerdir. Miras sözleşmesi ve vasiyet bu türden hukuki işlemlerdir.

İKİNCİ BÖLÜM

SÖZLEŞMEDEN DOĞAN BORÇLAR

I – SÖZLEŞMENİN MEYDANA GELMESİ

A) TARAFLARIN UYUŞMASI
Sözleşme iki taraflı bir hukuki işlemdir. BK.m.1’e göre, “sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur”. Bir sözleşmenin meydana gelebilmesi için gerekli olan karşılıklı ve birbirine uygun bu iki irade açıklamalarından, birincisine “öneri (icap)”, ikincisine “kabul” denir.
Bir sözleşmenin kurulabilmesi için, tarafların “sözleşmenin esaslı noktaları” sayılan hususlarda uyuşması gerekir. Sözleşmenin niteliğine, genel iş anlayışına ve koşullara göre tarafların mutlaka uyuşması gereken noktalar “esaslı noktalar”dır. Örneğin, bir alım-satım sözleşmesinde, taraflar satılacak mal ve bedeli konusunda anlaşmalıdırlar.
Taraflar sözleşmenin ikinci derecedeki noktalarını hiç konuşmamışlar (örneğin ifa yeri gibi) veya konuşup anlaşamamışlar, fakat sözleşmenin tamam olduğunu, ikinci derecedeki noktaları saklı tuttuklarını yani ileride tekrar konuşup bir çözüme bağlayacaklarını kabul etmişlerse, sözleşme kurulmuştur.

1- Öneri (İcap)

a) Tanımı ve önerinin içeriği
Öneri, tek taraflı bir hukuki işlemdir ve genel bir ifade ile, sözleşme yapma teklifidir. Bir irade açıklamasının “öneri” olarak nitelendirilebilmesi için şu unsurları kapması gerekir.
• Öneri, tek taraflı ve karşı tarafa yöneltilmiş bir irade açıklamasıdır: Öneri, tek bir kişiye yapılabileceği gibi, herkese (kamuya) yapılmış da olabilir. Nitekim BK.m.8/II’ye göre, fiyatını göstererek mal sergilenmesi, tarife, fiyat listesi ya da benzerlerinin gönderilmesi, aksi açıkça ve kolaylıkla anlaşılmadıkça öneri sayılır. Örneğin, bir mağazanın vitrininde fiyat gösterilerek eşya sergilenmesinde herkese yapılmış bir öneri vardır.
• Öneri sözleşmenin bütün esaslı noktalarını kapsamalıdır: Öneri öyle olmalıdır ki, muhatap sadece “evet” veya “peki” deyince sözleşme doğabilsin.
• Öneriyi yapan, önerisiyle bağlı kalmak niyetinde olmalıdır.
• Ismarlanmamış bir şeyin gönderilmesi öneri sayılmaz. Bu şeyi alan kişi, onu geri göndermek veya saklamakla yükümlü değildir.

b) Öneriye davet
Sözleşme yapma çağrısı, yukarıda değinilen unsurları kapsamıyorsa, yapılan beyan bir öneri değil, öneriye davettir. Öneriye davette, karşı taraf bir öneride bulunmaya veya konuşmaya çağrılmaktadır. Karşı tarafın kabul beyanıyla sözleşmenin kurulması söz konusu değildir. Örneğin, esaslı noktaları kapsamayan bir sözleşme yapma çağrısı öneriye davet niteliğindedir.
İrade açıklamasında bulunan kimsenin beyanıyla bağlı olmama niyeti gerek kendi ifadesinden, gerekse işin niteliğinden ve koşullarından anlaşılıyorsa öneriye davet söz konusu olur. Örneğin, gazeteye ilan veren A, bir antika vazosunu 25.000 TL’ye satacağını, satın almak isteyenlerin 15 gün içinde başvurmasını beyan etmiş, fakat vazosunu satıp satmamakta veya dilediğine satmakta serbest olduğunu belirtmişse öneriye davet söz konusudur.

c) Önerenin önerisiyle bağlı olduğu süre

aa) Süreli öneri
Öneren kabul için belli bir süre belirlemişse, bu sürenin sonuna kadar önerisinden dönemez. Kabul haberi sürenin sona ermesinden önce ulaşmazsa veya karşı taraf öneriyi reddederse, öneri bağlayıcı niteliğini kaybeder.
Süresi içinde gelmeyen kabul haberi yeni bir öneri niteliğindedir. Ayrıca kabul olunabilir.
bb) Süresiz öneri
• Hazır olanlar arasında: Hazır olan bir kişiye kabul için bir süre belirlemeksizin öneri yapılmışsa, hemen kabul edilmediği takdirde, öneren, önerisiyle bağlı kalmaz. Telefon, bilgisayar gibi iletişim sağlayabilen araçlarla doğrudan iletişim sırasında yapılan öneri de hazır olanlar arasında yapılmış sayılır.
• Hazır olmayanlar arasında: Bu durumda yapılan öneride, öneri, zamanında ve usulüne uygun olarak gönderilmiş bir yanıtın ulaşmasının beklenebileceği ana kadar, önereni bağlar. GEÇ GÖNDERİLEN KABUL HABERİ YENİ BİR ÖNERİ NİTELİĞİNDEDİR. Zamanında gönderilen kabul haberi, herhangi bir sebeple geç ulaşmışsa, öneren, önerisiyle bağlı kalmak istemediği takdirde durumu hemen karşı tarafa bildirmelidir. Aksi takdirde sözleşme kurulmuş olur.

d) Ölüm veya ehliyetsizliğin öneriye etkisi
Önerenin, önerisiyle bağlı bulunduğu sırada ölmesi veya medeni hakları kullanma ehliyetini kaybetmesi, önerisini hükümsüz kılmaz. Sözleşme kabul beyanıyla kurulmuş olur.

2- Kabul
Önerinin kabulü ile sözleşme kurulmuş olur. Kabul, tek taraflı, ulaşması gerekli bir irade açıklamasıdır.

a) Bir irade açıklamasının kabul sayılabilmesi, tamamıyla öneriye uygun olmasına bağlıdır
Öneriyi değiştiren veya tamamlayan irade açıklamaları yeni bir öneri sayılır. Örneğin, A cep telefonunu 500 TL’ye B’ye satmayı önermişse, B’de 400 TL’ye almayı kabul ettiğini bildirmişse, B’nin beyanı yeni bir öneri niteliğindedir.

b) Sözleşmenin kurulabilmesi için, kabule ilişkin irade açıklamasının bağlama süresi içinde önerene ulaşması gerekir (Geç gönderilen kabul haberi yeni bir öneri sayılır).

c) Öneri, açık veya örtülü bir irade açıklamasıyla kabul edilmiş olmalıdır
Kendisine öneri yapılan kimsenin susması, kural olarak kabul niteliğinde değildir. Ancak aşağıdaki durumlarda susma kabul sayılabilir.
• Kanun açık bir kabulü gerek görmüyorsa: Örneğin BK. m. 503’e göre, kendisine bir işin görülmesi önerilen kişi, bu işi görme konusunda resmi sıfatı sahipse veya işin yapılması mesleğinin gereği ise ya da bu işleri kabul edeceğini duyurmuşsa, bu öneri onun tarafından hemen reddedilmedikçe, vekâlet sözleşmesi kurulmuş sayılır.
• İşin niteliği açık bir kabulü zorunlu kılmıyorsa: Örneğin, A, bir kitabevinin sahibi olan B’den Borçlar Hukukuna ilişkin bütün yeni yayınların düzenli bir şekilde kendisine yollanmasını (bedellerini bir ay sonunda toptan ödeyeceğini beyan ederek) istemişse (öneriye davet), B, yeni bir kitap yollayarak öneride bulunduğu zaman açık bir kabul haberini beklemek zorunluluğunda değildir. Uygun bir süre içinde A öneriyi reddetmediği takdirde (yani kitabı istemediğini bildirmediği takdirde) sözleşme kurulmuş olur.
• Durumun gereği açık bir kabulü zorunlu kılmıyorsa: Örneğin, önerenin gönderdiği gıda maddelerini tüketme, işçinin yapmaya başladığı hizmetlerden yararlanma hallerinde örtülü kabul söz konusu olur.

3- Önerinin ve Kabulün Geri Alınması
Öneren ya da kabul eden, bu yöndeki iradesini açıkladıktan sonra bunu geri almak isteyebilir.
a) Öneri veya kabul iradesi karşı tarafa varmadan önce, geri alma iradesi varmış¬sa, öneri veya kabul hüküm ifade etmez, geri alma (dönme) iradesine üstünlük tanınır.
b) Öneri veya kabul iradesi ile geri alma iradesi karşı tarafa aynı anda varmışsa, geri alma iradesine üstünlük tanınır. Bu durumda öneri ve kabul hüküm ifade etmez.
c) Öneri veya kabul iradesi karşı tarafa vardığı, fakat kişi bunları henüz öğ¬renmediğinde, geri alma iradesi sonradan varmış ve daha önceden öğrenilmişse, yine geri alma iradesine üstünlük tanınır. Örneğin; S satış konusu mal ve bedel ile ilgili önerisini mektup ya da telefaks mesajıyla A'ya göndermiş, bu öneri A'ya bir gün sonra ulaşmış, A şehir dışında bulunduğundan bundan haberi olmamıştır. Ancak S, bu arada bu önerisini geri almış ve geri aldığına ilişkin haberi A'ya üç gün sonra ulaşmış¬tır. Şehir dışından dönen A, S'nin önerisinden önce geri alma haberini okumuş, sonradan da önerisinden haberdar olmuştur. Bu durumda, S'nin önerisi bağlayıcı değildir.
B) SÖZLEŞMENİN KURULMA ANI

1- Hazır Olanlar Arasında Yapılan Sözleşmelerde
Hazır olanlar arasında yapılan sözleşmeler, kabul beyanıyla kurulur.

2- Hazır Olmayanlar Arasında Yapılan Sözleşmelerde
Hazır olmayanlar arasında yapılan bir sözleşme, kabul haberinin önerene ulaştığı (vardığı) anda kurulur.

II – SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİĞİ

Sözleşmeden dolayı geçerli bir borcun doğabilmesi için, sadece ku¬rucu unsurların bulunması yeterli değildir. Kurucu unsurların bir borç doğurabilmesi için, aşağıdaki geçerlilik koşullarını da taşıması gerekir.
• Sözleşme ehliyeti
• Emredici hukuk kurallarına, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olmama
• İfa imkânsızlığının bulunmaması
• İrade ile irade açıklaması arasında uyum
• Şekle uygunluk
Aşağıda bu koşullar tek tek incelenecektir.

A) EHLİYET
Tam ehliyetliler, hukuki işlem ehliyetine ve dolayısıyla da sözleşme ehliyetine sahiptirler. Ancak sınırlı ehliyetsizler kendilerini borç altına sakan sözleşmeleri yasal temsilcilerinin rızası ile yapabilirler. Diğer yandan sınırlı ehliyetsizlerin, istisnai durumlarda, yasal temsilcilerinin iznine gerek olmaksızın yapabilecekleri hukuki işlemler de bulunmaktadır.
Sözleşme ehliyeti, sözleşmenin her iki tarafı için de aranan bir unsurdur. Ta¬rafların sahip olmaları gereken ehliyet, sözleşmenin kurulduğu andaki ehliyettir. Bu nedenle, bir sözleşmenin kurulduğu sırada taraflar ehliyet unsuruna sahip ol¬dukları halde, sonradan bunun kaybedilmiş olması önem taşımaz.
Tam ehliyetsizlerin yapmış oldukları hukuki işlemler kesin hükümsüzdür (batıldır).
Sınırlı ehliyetsizlerin yasal temsilcilerinin rızasını almadan yaptıkları sözleşmeler ise tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tâbidir.

B) EMREDİCİ HUKUK KURALLARINA, AHLÂKA, KAMU DÜZENİNE VE KİŞİLİK HAKLARINA AYKIRI OLMAMA
Emredici hukuk kurallarına, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı sözleşmeler kesin hükümsüzdür (batıldır).

C) İFA İMKÂNSIZLIĞININ BULUNMAMASI
İfa imkânsızlığı iki aşamada ortaya çıkabilir:
1- Edimin ifasının imkânsızlığı, sözleşmenin kurulduğu sırada ortaya çıkmışsa (başlangıçtaki imkânsızlık), sözleşme kesin olarak hükümsüzdür (batıldır). Örne¬ğin; teslimi taahhüt edilen orijinal tablonun var olmaması; konser vermesi taahhüt edilen sanatçının ölmüş bulunması; üzerinde inşaat yapılacak olan arsanın bağımsız olarak imara elverişli olmaması gibi.
2- Edimin ifasının imkânsızlığı, sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkmışsa (sonraki imkânsızlık), bu durum sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Sonraki imkânsızlıkta, borç sona erer.

D) ŞEKLE UYGUNLUK

1- Genel Olarak Şekil Kavramı
BK. md. 12’ye göre “Sözleşmelerin geçerliliği, kanunda aksi öngörülmedikçe, hiçbir şekle bağlı değildir. Kanunda sözleşmeler için öngörülen şekil, kural olarak geçerlilik şeklidir. Öngörülen şekle uyulmaksızın kurulan sözleşmeler hüküm doğurmaz.” Buna göre, Türk Hukuk sisteminde taraflar sözleşmelerini diledik¬leri şekilde yapabilirler.
2- Geçerlilik Şekli
Bir sözleşmenin geçerli bir şekilde kurulabilmesi için, iradelerin belirli bir şekle uygun olarak açıklanması zorunlu ise, şekle bağlılıktan yani geçerlilik şeklinden söz edilir. Sözleşmenin geçerliliği kanun hükmü uyarınca şekle bağlamış ise, kanuni geçerlilik şekli; kanun öngörmediği halde, taraflar sözleşmenin geçerlilik şekline bağlı olmasında anlaşmışlarsa iradi geçerlilik şeklinden bahsedilir.

a) Kanuni geçerlilik şeklinin türleri

aa) Sözlü şekil
Sözlü vasiyet ve evlenme sözleşmesi sözlü şekle tabi işlemlerdir.

bb) Yazılı şekil

bb1) Adi yazılı şekil
Adî yazılı şekilde sözleşmenin geçerliliği için yazılı şekle resmiyet verecek bir kişiye ya da makama ihtiyaç yoktur. Örneğin; alacağın devri (temliki), yayım sözleşmesi, kefalet sözleşmesi, bağışlama sözü verme, önalım sözleşmesi, taşınmazlar hakkındaki simsarlık sözleşmesi, ömür boyu gelir sözleşmesi, kredi emri, fikir ve sanat eserleri üzerindeki mali hakkın başkasına devri; patent üzerindeki haklarla ilgili sözleşmeler; endüstriyel tasarımlar üzerindeki haklarla ilgili sözleşmeler, taksitle satım, paket tur, kampanyalı satışlar, kapıdan satışlar, tüketici kredisi sözleşmeleri gibi.

bb2) Resmî yazılı şekil
Sözleşmenin geçerliliği sadece yazılı olmasına değil, aynı zamanda buna resmi bir memur ya da makamın resmiyet vermesine bağlı ise, resmî yazılı geçerli¬lik şeklinden söz edilir. Örneğin; taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkının başkasına devrine ilişkin sözleşmeler, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi, finansal kiralama sözleşmesi, ölünceye kadar bakma sözleşmesi, alım ve gerialım sözleşmeleri ile motorlu araç satımına ilişkin sözleşmeler resmi yazılı şekilde yapılması zorunlu sözleşmelerdir.

b) Yazılı şeklin gerçekleşmesi

aa) Taraf iradelerinin yazıya geçirilmesi aşaması (metin aşaması)

aa1) Genel olarak
• Yazıyı kimin kaleme almış olduğu önem taşımaz: Bunu sözleşmenin tarafları birlikte, taraflardan birisi ya da bir üçüncü kişi kaleme almış olabilir.
• Yazı için kullanılan araç önemli değildir: BK. m. 14/II’ye göre, “Kanunda aksi öngörülmedikçe, imzalı bir mektup, asılları borç altına girenlerce imzalanmış telgraf, teyit edilmiş olmaları kaydıyla faks veya buna benzer iletişim araçları ya da güvenli elektronik imza ile gönderilip saklanabilen metinler de yazılı şekil yerine geçer.”
• Yazı için kullanılan dilin bir önemi yoktur, yabancı bir dilde de hazırlanmış olabilir.

aa2) Genel işlem koşulları
• Genel işlem koşulları, sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmelerde kullanılmak amacıyla, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir.
• Türk Borçlar Kanunu’na göre koşulların kapsamı, yazı türü ve şekli de genel işlem koşulu niteliğini taşımaları bakımından önemli değildir.
• Bir koşulun genel işlem koşulu sayılabilmesi için ileride çok sayıdaki benzer sözleşmelerde kullanılmak amacıyla hazırlanmış olması gerekir.
• Bir sözleşme şartının Türk Borçlar Kanunu’na göre genel işlem koşulu sayılabilmesi için bu koşulun asıl sözleşmede veya sözleşme ekinde yer alması önem taşımaz.
• Sözleşmeye, sözleşme koşullarının her birinin tartışılarak kabul edildiği yönünde konulacak hükümler tek başına o sözleşme koşullarını genel işlem koşulu olmaktan çıkarmaz.
• Aynı amaçla düzenlenen sözleşmelerin metinlerinin özdeş olmaması, bu sözleşmelerin içerdiği hükümlerin, genel işlem koşulu sayılmasını engellemez.
• Genel işlem koşullarına dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz.
bb) İmza aşaması
BK. md. 14’e göre, yazılı şekilde yapılması öngörülen sözleşmelerde borç altına girenlerin imzalarının bulunması zorunludur. Bu nedenle, yazılı geçerlilik koşuluna bağlı bir sözleşme, metin aşamasıyla değil, ancak imza aşamasının tamamlanmasıyla borç doğurabilir.
İmza, açıklanan iradenin sahibine ait olduğunu ortaya koyan bir işarettir. Bu işaretin yasalarımızda öngörülmüş belirli bir şekli yoktur. Ancak BK. md. 15’e göre imzanın, ÜZERİNE BORÇ ALAN KİMSENİN EL YAZISI ile olmak zorundadır. Güvenli elektronik imza da, el yazısıyla atılmış imzanın bütün hukuki sonuçlarını doğurur. Ancak EİK. md. 5’e göre, kanunların resmi şekle veya özel bir merasime tabi tuttuğu hukuki işlemler ile teminat sözleşmeleri güvenli elektronik imza ile gerçekleştirilemez. Dolayısıyla güvenli elektronik imza, ancak adi yazı şekle tabi hukuki işlemlerde el yazısıyla atılmış imzanın sonuçlarını doğurabilecektir.
İstisnai hallerde el yerine bir alet vasıtasıyla imza atılabilir. El ile imza atması mümkün bir kişinin bir alet vasıtasıyla imza atabilmesine, örf ve adetin bunu kabul ettiği durumlarda izin verilmektedir. Yasa, bu duruma örnek olarak, “piyasaya çok sayıda kıymetli evrakın çıkarılması"nı ver¬miştir.
İmza atabilen görme engellilerin talepleri halinde imzalarında şahit aranır. Aksi takdirde görme engellilerin imzalarını el yazısı ile atmaları yeterlidir. İmza atamayan görme engelliler ise imza yerine usulüne göre onaylanmış olması koşuluyla, parmak izi, el ile yapılmış bir işaret ya da mühür kullanabilirler.
BK. md. 16’ya göre imza atamayanlar (özürlüler, okuma yazma bilmeyenler), imza yerine usulüne göre onaylanmış olması koşuluyla, parmak izi, el ile yapılmış bir işaret ya da mühür kullanabilirler.

c) Geçerlilik şekline bağlı sözleşmenin değiştirilmesi
BK. md. 13/I’e göre, kanunda yazılı şekilde yapılması öngörülen bir sözleşmenin değiştirilme-sinde de yazılı şekle uyulması zorunludur. Örneğin kefalet sözleşmesi yazılı şekle tabidir. Taraflar kefilin sorumlu olacağı azami miktarı değiştirmek istiyorlarsa, bu değişikliği de yazılı şekilde yapmak zorundadırlar.
BK. md. 13/II’ye göre, yazılı şekil dışındaki geçerlilik şekline tabi sözleşmelerde yapılacak değişikliklerin de o şekle uygun olarak yapılması gerekir. Dolayısıyla resmi şekle tabi sözleşmelerde yapılacak değişikliklerin de resmi şekilde yapılması zorunludur. Örneğin, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi noter tarafından düzenlenir. Taraflar sözleşmede öngörülen süreyi sonradan değiştirmek isterlerse, değişikliğin noter tarafından yapılması şarttır.
Ancak geçerlilik şekli tarafların anlaşmasından kaynaklanıyorsa bu kural uygulanmaz. Örneğin, kira sözleşmesi yazılı geçer¬lilik koşuluna tabi olmadığı halde taraflar bunu yazılı şekilde yapmışlarsa; bu sözleşmede sonradan yapacakları bir değişiklik yazılı şekle tabi değildir.

d) Şekle aykırılık
Borçlar Hukuku alanında geçerlilik şekline bağlı bir hukuki işlemin bu şekle uygun olarak yapılmaması halinde kesin hükümsüzlük (butlan) söz konusu olur.

E) İRADE İLE İRADE AÇIKLAMASI ARASINDA UYUM
Sözleşmeler karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarından meydana gelir. Bazen, tarafların gerçek iradeleri ile irade açıklamaları arasında istenerek ya da istenmeden uygunsuzluklar ortaya çıkabilir. Bu uygunsuzluk halleri, muvazaa (danışıklık) ve irade bozukluğu (fesadı) olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.

1- Muvazaa (Danışıklık)
Muvazaa, tarafların, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uymayan bir işlem yapmaları, fakat görünürdeki bu işlemin geçerli olmayacağı hususunda anlaşmalarıdır. Yani muvazaa, irade ile irade açıklaması arasında her iki tarafın bilerek ve isteyerek meydana getirdiği uygunsuzluk halidir.

a) Muvazaanın türleri

aa) Mutlak (adi = basit) muvazaa
Tarafların gerçekte hiçbir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla bir hukuki işlem yapılmış görünümünü vermek için hukuki işlem yapmalarıdır. Örneğin tacir A, alacaklılarından mal kaçırmak için mallarını yakın arkadaşı B’ye satıp devretmiştir. Aslında A mallarını B’ye devretmek istememektedir.
Mutlak muvazaada görünürdeki işlem tarafların gerçek iradelerini yansıtmağı için bâtıldır (kesin hükümsüzdür).
bb) Nisbi (nitelikli) muvazaa
Tarafların gerçek iradelerine uygun yapmak istedikleri bir hukuki işlemi, aslında yapmak istemedikleri görünürdeki bir işlemin arkasına gizlemeleridir. Örneğin; A, sevdiği çocuğu B’ye evini bağışlamak istemektedir. Ancak bağışlama sözleşmesinin ölümünden sonra diğer mirasçılar tarafından iptal ettirileceğini düşünüp, evini tapuda B’ye satmış gibi gösterir ve evi B adına tescil ettirir.
Nisbi muvazaada üç işlem mevcuttur:
• Gizli işlem: Tarafların gerçek iradelerine uyan ve aslında yapmak istedikleri hukuki işlemdir. Yukarıdaki örnekte gizli işlem, bağışlamadır.
• Görünürdeki işlem: Tarafların gerçek iradelerine uymayan, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla yapılan işlemdir. Örnekte görünürdeki işlem, satımdır.
• Muvazaa anlaşması: Taraflar arasında gizli işlemin geçerli, görünürdeki işlemin aslında geçersiz olduğuna dair bir anlaşmadır. Örnekte A ile B arasında bir muvazaa anlaşması mevcuttur.
Tarafların gerçek iradelerine uymayan görünürdeki işlem kesin hükümsüzdür (batıldır). Bu işlem taraflar arasında hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. Görünürdeki işlemin batıl olduğunu taraflardan her biri ve hukuki yararı olan üçüncü kişiler ileri sürebilir. Hâkim de dava konusu işlemin muvazaa sebebiyle geçersiz olduğunu kendiliğinden dikkate alır.
Görünürdeki işlemin geçersizliği, kural olarak, üçüncü kişilere karşı da (iyiniyetli olsalar dahi) ileri sürülebilir. Ancak, aşağıda belirtilen durumlarda, iyiniyet sahibi üçüncü kişiler muvazaa iddiasına karşı korunmuşlardır:
• BK. md. 19/II’ye göre, yazılı borç tanımasına güvenerek muvazaalı alacağı kazanmış olan iyiniyetli üçüncü kişiye karşı, borçlu muvazaa savunmasında bulunamaz. A, muvazaalı bir senetle B’ye 50.000 liralık borcu olduğunu beyan etmiştir. Senet B tarafından durumu bilmeyen iyiniyetli C’ye devredilmiştir. C, A’dan 50.000 liranın ödenmesini talep ettiğinde, A, muvazaa iddiasında bulunup ödeme yapmaktan kaçınamaz.
• Taşınır bir malın, emin sıfatıyla zilyedinden, mülkiyetini veya sınırlı bir ayni hakkını iyiniyetle kazanan kimse ile, tapu sicilindeki kayda iyiniyetle dayanarak bir taşımaz üzerinde mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak kazanan kimse, devreden tasarrufa yetkili olmasa dahi kazanımında korunur. Örneğin A, kızı K’yi mirasından yoksun bırakmak amacıyla taşınmazını oğlu M’ye bağışladığı halde, bu işlemi tapuda satım sözleşmesi gibi göstermişlerdir. M bir süre sonra bu taşınmazı iyiniyetli C’ye devrederse, C malik olur. K, tapu kaydının lehine düzeltilmesini talep edemez.
Nisbi muvazaada, gizli işlem kanunun aradığı koşullara uygun olarak yapılmışsa geçerlidir. Görünürdeki işlem ise tarafların gerçek iradelerine uymadığı için (muvazaalı olduğu için) kesin hükümsüzdür (bâtıldır). Yukarıdaki örnekte gizli işlem bağış sözleşmesidir. Bu sözleşmenin geçerli olabilmesi için yasanın aradığı koşullara uygun yapılması ge¬rekir. Bilindiği gibi, taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkının devrine ilişkin sözleşmeler tapuda resmi yazılı geçerlilik koşuluna tâbidir. Taraflar bu sözleşmeyi tapuda resmi şekilde yapmadıklarından şekle aykırı¬lık nedeniyle bâtıl sayılacaktır.

b) Muvazaanın ispatı

aa) Muvazaayı taraflardan biri iddia ediyorsa
Muvazaalı olduğu iddia olunan hukuki işlem bir adi senede veya bir resmi senede bağlanmışsa, muvazaa iddiası tanıkla ispat edilemez. Hukuki işlem resmi şekilde yapılmış olsa dahi, taraflar muvazaa iddialarını adi senetle ispat edebilirler.

bb) Muvazaayı üçüncü bir kişi iddia ediyorsa
Hukuki işleme taraf olmayan bir şahıs, işlemin muvazaalı olduğunu iddia ediyorsa, bu iddiasını, hukuki işlem adi veya resmi bir senede bağlanmış olsa dahi, tanıkla ispat edebilir. Mirasçılar da üçüncü kişi sıfatıyla açtıkları davada muvazaa iddialarını tanıkla veya herhangi bir delille ispat edebilirler.

2- İrade İle İrade Açıklaması Arasında İstenmeden Yaratılan Uyumsuzluk (İrade Bozukluğu)

a) Yanılma (Hata)

aa) Kavram
Genel olarak, yanılma bir kimsenin olayları yanlış algılaması, bunları yanlış de¬ğerlendirmesi, beklenti ve tahminlerinin isabetsiz olmasıdır. BK.’na göre sadece esaslı yanılma bir geçersizlik sebebidir.
bb) Esaslı yanılma halleri

bb1) Açıklamada (beyanda) yanılma
• Sözleşmenin NİTELİĞİNDE yanılma
• Sözleşmenin KONUSUNDA yanılma
• KİŞİDE yanılma
• Edimin MİKTARINDA yanılma
Diğer yandan BK. md. 31/II’ye göre, "basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir."

bb2) Saikte yanılma
BK. md. 32’ye göre “Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.” Bu hükme üzere, sözleşmenin saiklerinde, yani, kişiyi o sözleşmeyi yapmaya sevkeden amaç ve nedenlerde yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Saikte yanılmanın esaslı yanılma sayılabilmesi ve dolayısıyla sözleşmenin ge-çersizlik sebebi olabilmesi için, şu koşulların gerçekleşmesi gerekir:
• Yanılmanın, sözleşmenin kurulmasında, kişinin iradesinin oluşması aşamasında gerçekleşmiş olması: Örneğin, kişi inşaat yapmak üzere taşınmaz satın alma iradesine sahiptir. Ancak, taşınmazı satın aldıktan sonra, imar plânı gereğince bu arsada inşaat yasağının bulunduğu ortaya çıkmıştır. Burada, kişinin bu sözleşmeyi yapmasındaki amacı, inşaat yapmaktır. İrade açıklaması da bu iradeye uygundur. Kişi irade açıklamasında değil, iradenin oluşması aşamasında yanılmıştır.
• Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması, yani, yanılmanın "sözleşmenin esaslı unsurlarıyla ilgili" olması: Örneğin taşınma¬zın imar plânında yeşil saha olarak yer alması nedeniyle inşaat yapmak mümkün değilse, iradenin oluşması aşamasındaki bu yanılma sözleşmenin esaslı unsuruyla ilgilidir.
• İş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarının bu yanılmayı esaslı saymaya elverişli olması ve bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir: Örneğin, mesleği inşaat müteahhitliği olan bir kişinin, bir arsa satın alırken iradesinin bu arsada inşaat yapmak olduğu açıktır. Satın alınan arsada inşaat yasağının bulunması halinde müteahhidin bu sözleşmede temelde yanıldığı kabul edilebilir.

cc) Yanılma nedeniyle sözleşmenin iptali
Yanılma, sözleşmede bir geçersizlik sebebidir. Ancak burada iptal yaptırımı şek¬linde bir geçersizlik hali söz konusudur. Yanılma nedeniyle sözleşmenin iptalini isteme hakkı, iradesi sakatlanan, yani yanılan kişiye aittir. Diğer taraf sözleşmeyle bağlıdır.
BK. md. 39 yanılma nedeniyle sözleşmenin iptalinde, 1 yıllık bir süre öngörmüştür. Bu bir hak düşürücü süredir. Bir yıllık sürenin başlangıcı yanılan kişinin yanılmayı öğrenme anıdır.
Yanılma nedeniyle sözleşmenin iptal edilmesinin koşulları bulunduğu takdirde, iptal iddiasında bulunmak bir haktır. Ancak, her hak gibi, bunun da kullanılmasının sınırını MK. md. 2'de yer alan "doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı olmama" ilkesi oluşturur. Bu hükmün bir sonucu olarak, yanılma nedeniyle iptal hakkı doğruluk ve dürüst¬lük kurallarına aykırı kullanılamayacaktır. Nitekim BK. md. 34’e göre, “Yanılan, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. Özellikle diğer tarafın, sözleşmenin yanılanın kasdettiği anlamda kurulmasına razı olduğunu bildirmesi durumunda, sözleşme bu anlamda kurulmuş sayılır.” Örneğin, satın aldığı bilgisayar programının yabancı kaynaklı olduğunu zanneden alıcı A'nın, sözleşmenin iptalini talep etmesi karşısında, satıcı S yabancı yazılım programıyla değiştirmeye hazır olduğunu belirttiğinde iptal iddiası dinlenmeyecektir.

dd) Sözleşmenin iptali halinde yanılan tarafın sorumluluğu
BK. m. 35’e göre “Yanılan, yanılmasında kusurlu ise, sözleşmenin hükümsüzlüğünden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak, diğer taraf yanılmayı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, tazminat istenemez.” Bu hükme göre, sözleşmenin iptali halinde tazminat sorumluluğunun doğabilmesi için:
• Sözleşmenin yanılma nedeniyle iptal edilmiş olması
• Yanılan tarafın kusuru
• Diğer tarafın sözleşmenin iptali nedeniyle bir zarara uğramış olması
• Zarara uğrayanın, diğer tarafın yanıldığını bilmemesi gerekir.
Sözleşmenin iptali halinde, tarafların aldıklarını sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri vermekle yükümlüdürler
b) Aldatma (Hile)
Bir kimseyi sözleşme yapmaya sevketmek için, bile bile yanlış kanaat uyandırılırsa ya da zaten var olan yanlış kanaat devam ettirilirse, aldatma söz konusu olur. BK. md. 36’ya göre, “taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.”

aa) Aldatmanın şartları
• Belli hususlarda aldatma: Örneğin satıcının, aslında öyle olmadığı halde, takım elbisenin “Sarar” marka olduğunu alıcıya söylemesinde aldatma vardır. Ayrıca ticari doğruluk ve dürüstlük kurallarına göre bilgi verilmesi gereken hallerde susma da aldatma sayılır.
• Aldatma kastı (Reklam niteliğinde abartılmış sözler aldatma sayılmaz)
• İlliyet (nedensellik) bağı (Sözleşmenin aldatmanın etkisiyle yapılmış olması)

bb) Zararın ödettirilmesi
Aldatma ile sakatlanmış bir sözleşme yapan kimse, aldatmayı öğreninceye kadar sözleşmenin geçerli olduğu zannıyla bir takım harcamalar yapmış olabilir. Karşı tarafın aldatmasıyla sözleşme yapan kimse, sözleşmeyi iptal etse dahi, sözleşmenin geçerli olmamasından doğan zararını (menfi zararı) karşı tarafa ödettirebilir. Sözleşmenin ifa edilmemesinden doğan zararlar (müsbet zararlar) istenemez.
Aldatma ile sakatlanmış bir sözleşmeye icazet (onama) verilmesi, yani sözleşmeyi iptal etmekten vazgeçilmesi, zararın ödenmesi talebinden de vazgeçme anlamına gelmez.
Sözleşme üçüncü kişinin aldatmasıyla yapılmışsa, aldatma sonucunda sözleşme yapan kimse, uğradığı zararı haksız fiillere veya “culpa in contrahendo = sözleşme öncesi sorumluluk”a ilişkin kurallara göre aldatan üçüncü kişiye ödettirebilir.

c) Korkutma (İkrah)

aa) Kavram
Korkutma, bir kimsenin yapmak istemediği bir hukuki işleme, aksi takdirde malına veya kişiliğine zarar verileceği tehdidi ile razı olmasını sağlamaktır. Örneğin, bir kişiye ölüm tehdidi altında borçlu olarak bono imzalattırılması halinde, kişinin iradesi korkutma ile bozulmuştur.
Tüzel kişiler de gerçek kişiler gibi korkutulabilir. Ancak korkutulan tüzel kişinin kendisi değil organıdır.
BK. md. 37’ye göre, diğer tarafın veya üçüncü bir kişinin korkutmasıyla sözleşme yapan kimse, o sözleşme ile bağlı olmaz, sözleşmeyi korkunun ortadan kalktığı andan itibaren 1 yıl içinde iptal edebilir.

bb) Korkutmanın koşulları
• Sözleşmeyi yapan kimsenin (korkutulanın) veya yakınlarından birinin kişiliğine ya da malına yöneltilmiş tehlike söz konusu olmalıdır
• Tehlike ağır ve hemen meydana gelecek nitelikte olmalıdır
• Tehdit haksız olmalıdır: Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutmasıyla yapılan sözleşme, kural olarak geçerlidir. Ancak, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması hâlinde, korkutmanın varlığı kabul edilir ve korkutulan sözleşmeyi iptal edebilir.
• İlliyet (nedensellik) bağı

cc) Zararın ödettirilmesi
Korkutularak sözleşme yaptırılan kimse, sözleşmeyi iptal etmiş olsa dahi, bu yüzden uğradığı menfi zararı karşı tarafa ödettirebilir.
Korkutulan kişinin sözleşmeye icazet (onama) vermesi, tazminat talebinden de vazgeçtiği anlamına gelmez.
Diğer yandan BK. md. 37/II’ye göre, korkutan bir üçüncü kişi ise, diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, sözleşmeyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür.

d) İrade Bozukluğunun Sonuçları
Yanılma, aldatma veya korkutma etkisiyle yapılan bir sözleşme, yanılan, aldatılan veya korkutulan kişiyi bağlamaz. Karşı taraf ise bu sözleşme ile bağlıdır.
İrade bozukluğu halinde, sözleşme kesin hükümsüz (batıl) değildir, iptal edilebilir (feshedilebilir) bir sözleşmedir. İrade bozukluğu sebebiyle sözleşme ile bağlı olmayan taraf, sözleşme ile bağlı kalmamak istiyorsa, 1 yıl içinde sözleşmeyi iptal etmek zorundadır. Aksi takdirde sözleşmeye onam (icazet) vermiş sayılır. Bu bir yıllık süre yanılma ve aldatmanın anlaşıldığı veya korkunun ortadan kalktığı andan itibaren işlemeye başlar ve hak düşürücü bir süredir.
Sözleşmenin iptal edilmesi halinde, taraflar edimlerini ifa etmeyeceklerdir. Sözleşmenin iptalinden önce edimler ifa edilmişse, taraflar verdiklerini, duruma göre doğrudan doğruya istihkak davası veya sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir dava ile geri isteyebileceklerdir.
Hâkim yanılma, aldatma veya korkutmayı kendiliğinden dikkate almaz. Sözleşmenin değeri ne olursa olsun, yanılma, aldatma ve korkutma iddiaları tanıkla ispat edilebilir.

F) AŞIRI YARARLANMA (GABİN)

1- Tanım
Aşırı yararlanma, bir sözleşmede tarafların karşılıklı edimleri arasında açık bir oransızlık bulunmasıdır. Aşırı yararlanma, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde söz konusu olabilir.

2- Aşırı Yararlanmanın Unsurları

a) Objektif unsur: Tarafların edimleri arasında açık bir oransızlık (değer farkı) bulunmalıdır.

b) Subjektif unsur (taraflardan birinin diğeri tarafından sömürülmesi): Bu açık oransızlık zarara uğrayan tarafın zor durumda kalmasından (örneğin mali sıkıntı içinde bulunmasından) veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle meydana gelmiş olmalıdır.

3- Aşırı Yararlanmanın Sonuçları

a) Zarar görenin sözleşmeyi iptal hakkı
Aşırı yararlanma ile sakatlanmış bir sözleşme kesin hükümsüz (batıl) değildir. Aşırı yararlanma bir iptal edilebilirlik (geçersizlik) sebebidir. Aşırı faydalanma halinde, zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak 1 yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak 5 yıl içinde kullanabilir.
Diğer tarafın iptal hakkı bulunmamaktadır. Bu bir yıllık süre hak düşürücü süre olup, hâkim tarafından kendiliğinden gözetilir. Aşırı yararlanmadan zarar gören taraf sözleşmeyi bir yıllık süre içinde iptal etmezse, sözleşme geçerli olacaktır. Sözleşme iptal edilirse yapıldığı andan itibaren geçersiz hale gelir ve artık her iki tarafı da bağlamaz.
Aşırı yararlanma sebebiyle zarara uğrayan taraf, sözleşmeyi iptal edip edimini ifadan (yerine getirmekten) kaçınabilir. İptalden önce edimini yerine getirmişse, verdiğini istihkak davası ile veya sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir dava ile geri alabilir. Aşırı yararlanma sebebiyle sözleşmenin iptali halinde, karşı taraf da sözleşmeyi ifadan kaçınabilecek ve daha önce ifa etmişse verdiğini geri isteyebilecektir.
Aşırı yararlanma halinde zarara uğrayan taraf, karşı taraftan tazminat da isteyebilir.

b) Zarar görenin oransızlığın giderilmesini isteme hakkı
Zarar gören sözleşmeyle bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini de isteyebilir.

G) SÖZLEŞMENİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ (GEÇERSİZLİĞİ)

1- Sözleşmenin Kesin Hükümsüzlüğü (Butlan)
Hukuki işlem normal sonuçlarını meydana getirmeye kesin olarak elverişsiz ise, kesin hükümsüzdür (batıldır). Kesin hükümsüzlük (butlan) herkes içindir. Her ilgili yani üçüncü kişilerde kesin hükümsüzlüğü ileri sürebilir. Hâkim de kesin hükümsüzlüğü kendiliğinden dikkate alır. Kesin hükümsüz (batıl) hukuki işlemler, yapıldığı andan itibaren kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayan ve tarafların onay vermeleriyle de sonradan geçerli hale getirilemeyen hukuki işlemlerdir. Tarafların hukuki işlemi kanuna uygun olarak tekrar yapmaları gerekir.
Hukuki işlemleri kesin hükümsüz (batıl) kılan durumlar şunlardır:
• Hukuki işlemi yapan kişinin ayırt etme gücünden yoksun olması (tam ehliyetsiz olması),
• Hukuki işlemlerin kanunun aradığı geçerlilik şekline uyulmadan yapılmış olması,
• Hukuki işlemin muvazaalı (danışıklı) olması,
• Hukuki işlemin konusunun hukuka, emredici kurallara, kamu düzenine, kişilik haklarına, ahlaka aykırı olması,
• Hukuki işlemin konusunun baştan itibaren, objektif olarak imkânsız olması.
Kesin hükümsüz bir hukuki işlemde edimler ifa edilmişse, taraflar verdiklerini duruma göre istihkak davası ile veya sebepsiz zenginleşmeye ilişkin bir dava ile geri isteyebilirler. Diğer yandan kusurlu olan taraf kusursuz olan tarafın menfi zararını ödemekle de yükümlüdür.

2- Yokluk
Kurucu unsurları bulunmayan bir işlem yoktur. Örneğin imam nikâhı ile evlilik yok hükmündedir.

3- Askıda Hükümsüzlük Halleri (İptal Edilebilen Hukuki İşlemler)
İptal edilebilen bir işlem kendiliğinden hükümsüz değildir, iptal edilebilme süresi içinde askıdadır. İptal hakkına sahip olan kimse işlemi iptal ederse, işlem baştan itibaren ve kesin olarak geçersiz olur. Hak sahibi işlemi süresi içinde iptal eder veya iptal hakkından vazgeçerse (onarsa), işlem baştan itibaren ve kesin olarak geçerli hale gelir.
Hâkim iptal sebeplerini (yanılma, aldatma, korkutma, aşırı yararlanma) kendiliğinden dikkate almaz. İptal edilebilen işlemler hak düşürücü sürenin dolmasıyla, ifa ile veya onama ile geçerli hale gelebilir.
Diğer yandan ayırt etme gücüne sahip bir küçüğün veya kısıtlının yasal temsilcilerinin iznini almadan yapmış oldukları borç doğurucu işlemler tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tabidirler.

4- Geçersizlik (Hükümsüzlük), Fesih ve Dönme Kavramlarının Karşılaştırılması

a) Geçersizlik ve fesih
Fesih, geçerli olarak kurulmuş olan bir sürekli borç ilişkisi doğuran sözleşmenin sonradan ortaya çıkan bir nedenle ileriye etkili olmak üzere sona erdirilmesidir. Örneğin, 01.05.2012 tarihinde bir yıllığına yapılan kira sözleşmesinde, kiracı Şubat 2013 dönemine ait kira bedelini ödemezse, kiraya veren, kira sözleşmesini feshedebilir. Hâlbuki, kiracının sözleşmeyi yaptığı sırada ayırt etme gücünün olmadığı (ehliyetsizliği) sonradan anlaşılmış olsaydı, sözleşme yapıldığı tarihte (01.05.2012) kesin hükümsüzdür.

b) Geçersizlik ve dönme
Sözleşmeden dönme (sözleşmeden rücû, sözleşmeden cayma), geçerli olarak kurulmuş bulunan bir sözleşmenin sonradan ortaya çıkan bir nedenle geçmişe etkili olarak ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin; M, taşınmazını eşi E’ye bağışlamıştır. Ancak E zina yaparsa, M yaptığı bağışlamadan dönebilir.

c) Fesih ve dönme
Sözleşmeden dönmeyi, fesihten ayırdeden husus etkilerini doğurma anıdır. Fesih kural olarak bu yöndeki iradenin muhataba ulaştığı andan itibaren sözleşmeyi ileriye etkili olarak ortadan kaldırır. Yukarıdaki örnekte, kiraya veren sözleşmeyi feshedince, taraflar sözleşmenin yapıldığı andan itibaren aldıklarını iade etmezler. Sözleşmeden dönmede ise, sözleşme, dönme iradesinin karşı tarafa açıklandığı andan itibaren değil, başından itibaren yani geçmişe dönük olarak hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktadır. Bunun sonucu olarak, dönme halinde, taraflar bu tarihe kadar aldıklarını iade ile yükümlü olacaklardır.

III – HUKUKİ İŞLEMLERDE TEMSİL
Temsil, bir kimsenin temsilci sıfatıyla diğer bir kişi (temsil olunan) adına hukuki işlem yapmasıdır.

A) TEMSİL TÜRLERİ

1- Dolaylı (Vasıtalı) Temsil
Temsilci hukuki işlemi kendi adına, fakat temsil olunan hesabına yaptığı takdirde dolaylı temsil söz konusu olur. Dolaylı temsilde hukuki işlemden doğan alacak ve borçlar önce temsilciye ait olur, sonradan bu hak ve borçlar alacağın devri ve borcun üstlenilmesi kurallarına göre temsil edilene devredilir.
2- Doğrudan Doğruya (Vasıtasız) Temsil
Temsilci hukuki işlemi temsil olunan adına ve hesabına yaptığı takdirde doğrudan doğruya temsil söz konusu olur. Doğrudan doğruya temsilde temsilci, temsil olunanın adını üçüncü kişiye açıklar. Bu nedenle temsilcinin yaptığı hukuki işlemden doğan hak ve borçlar doğrudan doğruya temsil olunana aittir. Temsilci bu işlemden dolayı hak ve borç sahibi değildir.
Bazı durumlarda, temsilci sözleşmeyi yaparken başkası adına hareket ettiğini bildirmese de, sözleşmeden doğan hak ve borçlar doğrudan doğruya temsil olunana aittir. Bu durumlar:
• Bir temsil ilişkisinin bulunduğunun, söylenmemiş olmasına rağmen, durumdan anlaşılıyor olması,
• Veya diğer taraf için, temsilciyle veya temsil olunan ile işlem yapmak farksız, yani, sözleşmenin kiminle yapıldığı önemli değilse (örneğin peşin para ile yapılan alım satımlarda olduğu gibi).
Doğrudan doğruya temsilden söz edebilmek için, temsilcinin, temsil olunan adına ve hesabına işlem yapmaya yetkili olması gerekir. Bu yetki, vekâlet, şirket, hizmet gibi “sözleşmeden” doğuyorsa rızai temsil; veli ve vasilerin temsil yetkisinde olduğu gibi “kanundan” doğuyorsa kanuni (yasal) temsil söz konusu olur.
Temsilcinin başkası adına hukuki işlem yapabilmesi için ayırt etme gücüne sahip olması şarttır, tam ehliyetli olmasına gerek yoktur. Temsilcinin iradesini bozan halleri temsil olunan da ileri sürebilir ve sözleşmeyi iptal edebilir (feshedebilir).

B) TEMSİL YETKİSİ
Temsilcinin, temsil olunan adına ve hesabına hukuki işlem yapabilme yetkisine temsil yetkisi denir. Bu yetki ya kanundan ya da temsil olunanın iradesinden doğar.
Temsil yetkisinin geçerli olarak verilebilmesi için, yetkiyi verenin kural olarak tam ehliyetli olması gerekir. Tam ehliyetli olmayanlar, yalnız başlarına yapabilecekleri işlerin dışında kalan işlemlere ilişkin temsil yetkisini, kanuni temsilcilerinin rızalarıyla verebilirler.
Temsil yetkisinin verilmesi tek taraflı bir hukuki işlemdir. Temsil yetkisi verilmesi hiçbir şekle bağlı değildir.
Temsil yetkisi kanundan doğuyorsa yetkinin kapsamını ilgili kanun tayin eder. Temsil yetkisi bir hukuki işlem ile verilmişse, yetkinin kapsam ve sınırı bu hukuki işlemde gösterilir.

1- Temsil Olunanın Açık ve Özel Yetkisini Gerektiren İşlemler
• Dava açmak,
• Sulh olmak,
• Tahkime gitmek,
• Kambiyo taahhüdünde bulunmak,
• Bağışlama yapmak,
• Taşınmazı devretmek veya bir ayni hak ile sınırlamak.

2- Temsil Yetkisinin Sona Ermesi

a) Temsil yetkisini sona erdiren durumlar
• Sürenin sona ermesi,
• İşlemin yapılması,
• Taraflardan birinin ölümü veya gaipliğine karar verilmesi, fiil ehliyetini kaybetmesi veya iflâsı,
• Temsilcinin tek taraflı olarak temsil ilişkisini sona erdirmesi (istifa),
• Temsil olunanın tek taraflı olarak temsil yetkisini geri alması (azil).

b) Temsil yetkisinin sınırlandırılması ve geri alınması
Temsil yetkisi, süre, kişi ve konu yönünden sınırlandırılabilir. Temsil olunan, hukuki bir işlemden doğan temsil yetkisini her zaman sınırlayabilir veya geri alabilir. Temsil olunan, bu hakkından önceden feragat edemez.
Temsil olunan verdiği yetkiyi üçüncü kişilere açıkça veya dolaylı biçimde bildirmişse, bu yetkiyi tamamen veya kısmen geri aldığını onlara bildirmediği takdirde, yetkinin geri alındığını iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri süremez. Temsilciye yetki belgesi verilmişse, yetkinin sona ermesi durumunda temsilci, bu belgeyi temsil olunana geri vermekle veya hâkimin belirleyeceği yere bırakmakla yükümlüdür.
Temsilci, yetkisinin sona ermiş olduğunu bilmediği sürece, temsil olunan veya halefleri, temsilcinin yapmış olduğu hukuki işlemlerin sonuçlarıyla bağlıdırlar. Ancak, üçüncü kişiler yetkinin sona ermiş olduğunu biliyorlarsa, temsil olunan veya halefleri, temsilcinin yapmış olduğu hukuki işlemlerle bağlı değildir.

C) YETKİSİZ TEMSİL
Bir başkası adına sözleşme yapan kimsenin (temsilcinin) kanundan veya bir hukuki işlemden doğan temsil yetkisi yoksa yetkisiz temsil söz konusu olur. Yetkisiz temsil, ancak doğrudan temsilde söz konusu olabilir. Çünkü burada temsilci, üçüncü kişi ile, temsil olunanın adına ve hesabına işlem yapmakta ancak işlem yapabilme konusunda yetkisi bulunmamaktadır.
Bir kimse, temsil yetkisi olmadığı halde başkası adına bir sözleşme yaparsa, bu sözleşme, temsil olunanı, onamadığı takdirde bağlamaz. Onay verilinceye kadar sözleşme askıdadır. Sözleşmenin askıda bulunduğu süre içinde karşı taraf sözleşme ile bağlıdır. Yetkisiz temsilcinin kendisiyle işlem yaptığı diğer taraf, temsil olunandan, uygun bir süre içinde bu hukuki işlemi onayıp onamayacağını bildirmesini isteyebilir. Temsil olunan, uygun bir süre içinde sözleşmeyi onayıp onamadığını açıklamadığı takdirde karşı taraf da sözleşmeyle bağlı kalmaz. Temsil olunanın sözleşmeyi onaması halinde, sözleşme yapıldığı andan itibaren temsil olunanı bağlar. Onamazsa, yapılan sözleşme geçersizdir. Bu durumda, iyiniyet sahibi karşı taraf sözleşmenin geçerli olmamasından doğan menfi zararının tazminini yetkisiz temsilciden talep edebilir. Ancak, yetkisiz temsilci, işlemin yapıldığı sırada karşı tarafın, kendisinin yetkisiz olduğunu bildiğini veya bilmesi gerektiğini ispat ederse, kendisinden zararın giderilmesi istenemez.
Temsil yetkisinin bulunmaması sebebiyle sözleşme geçersiz olursa, karşı taraf, daha önce yerine getirmiş bulunduğu edimi geri isteyebilir (İstihkak davası veya sebepsiz zenginleşme davası ile).


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HAKSIZ FİİLDEN DOĞAN BORÇLAR

I – GENEL OLARAK

Borcun bir diğer kaynağı da “haksız fiil”dir. Nitekim Borçlar Kanunumuz 49. maddesinde, “kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille ya da ahlaka aykırı bir fiille kasıtlı olarak başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür” diyerek, haksız fiili borcun kaynağı olarak kabul etmiştir.
O halde haksız fiilin mevcut olabilmesi için dört unsurun bir arada meydana gelmesi gerekmektedir. Bunlar; fiilin hukuka ya da ahlaka aykırı olması, bu fiili işleyenin kusurlu olması (ahlaka aykırı fiillerde ise failin kasıtlı olması), bir zarar meydana gelmesi ve zarar ile fiil arasında neden sonuç ilişkisi, yani illiyet bağının bulunmasıdır.

II – HAKSIZ FİİL SORUMLULUĞUNUN ŞARTLARI

A) FİİLİN HUKUKA VEYA AHLAKA AYKIRI OLMASI

1- Kural Olarak
BK. md. 49’a göre, “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

2- Fiilin Hukuka Aykırılığını Ortadan Kaldıran Hâller
Eski BK’da bulunmayan, ancak doktrinde “fiilin hukuka aykırılığını kaldıran hâller” olarak bilinen durumlar, yeni BK’nın 63 vd. maddeleri ile yasalaşmıştır.

a) Haklı savunma (meşru müdafaa)
Bir kimsenin, kendisinin veya üçüncü bir kişinin mallarına veya kişiliğine yöneltilmiş ve devam etmekte bulunan haksız bir saldırıyı defetmek için yapmış olduğu uygun ve ölçülü bir savunmadır.

b) Zorunluluk hâli (ıztırar hali, zorda kalma)
Kendisini veya başkasını açık ya da yakın bir zarar tehlikesinden korumak için başkasının mallarına zarar verilmesidir. Böyle bir durumda kişi haksız fiil işlemiş olmaz. Ancak zorunluluk halinde kalan kişinin ödemesi gereken tazminat miktarını hakim hakkaniyete göre belirler. Tazminatı ödeyen bu kişi de lehine hareket ettiği kişiye vekâletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre rücu edebilir.

c) Kendi hakkını bizzat korumak
BK. md. 64/III hükmü, kendi hakkını bizzat koruyan kişinin kuvvet kullanması nedeniyle verdiği zarardan ne zaman sorumlu tutulmayacağını, yani bu eyleminin hukuka uygun sayılacağını sıkı koşullara bağlamıştır:
• Failin bir hakkının bulunması: Bir kimsenin kendi hakkını koruma amacıyla başkasına verdiği zarardan so¬rumlu tutulmaması için öncelikle zarar verdiği kişide bir hakkının bulunması zo¬runludur. Böyle bir hak mevcut değilse, verilen zarardan sorumluluğun söz konusu olacağı açıktır. Örneğin B, kalabalık içinde Ü isimli bir kişinin çantasını kapıp kaçtığını görmüş, onu kovalarken Ü'ye çok benzeyen A isimli kişinin elindeki aynı renk çantayı almak için A'nın kolunu bükmüş, yaralanmasına ve çantasının parçalanmasına sebebiyet vermiştir. Burada B'nin, A'dan talep edebileceği bir hakkı mevcut olmadığından verdiği zarardan sorumlu olacağı açıktır.
• Failin, hakkını elde etmek için kolluk gücünün yetişmesi ve müdahalesi mümkün olmamalıdır: Örneğin, çantasını kapıp kaçan kişiyi kovalayıp yakalamadığı takdirde kalabalık içinde kaybolacağı ve izini kaybettireceği açıktır.
• Failin, hakkının kaybolmasını ya da hakkını kullanmasının önemli ölçüde zorlaşmasını önlemek için kuvvet kullanmaktan başka bir yolun bulunmaması gerekir.
• Kuvvet kullanma hakkın korunması amacına yönelik olmalı ve bunun sınırları içinde kalmalıdır.
d) Saldırıya uğrayanın rızası

• Rıza, hukuka ve ahlaka uygun olmalıdır
• Rıza, bunu açıklamaya ehliyetli kişi tarafından verilmiş olmalıdır

e) Kanunun verdiği yetkinin, sınırları içinde kullanılması

f) Üstün nitelikteki özel ya da kamusal yarar

B) ZARAR
Hukuka aykırı bir fiil sonucu zarar ortaya çıkmalıdır. Zarar yoksa, fiil hukuka aykırı bile olsa tazminat sorumluluğu ortaya çıkmaz.
Zarar, maddi ve manevi olmak üzere iki türlüdür. Maddi zarar, malvarlığının bugünkü durumuyla, haksız fiil işlenmeden önceki durumu arasındaki farktır. Haksız fiil nedeniyle malvarlığındaki azalma bilfiil uğranılan zarar ile yoksun kalınan kârı kapsar. Kişilik haklarına yapılan tecavüzler nedeniyle manevi zararlar da ortaya çıkabilir.

C) KUSUR
Kusur, hukuka aykırı bir fiil işleyen kimsenin hukuk düzenince hoş görülmeyen bir zihin, ruh ve irade içinde bulunmasıdır. Yani bir kimse hukuka aykırı sonucun gerçekleşmesini istemişse veya hukuka aykırı sonucu önlemek için gerekli iradeyi göstermemişse kusurludur. Kusurun ispatı tazminat talebinde bulunan davacıya aittir. Kusurun iki türü vardır:

1- Kast
Fail, hukuka aykırı sonucu önceden öngörmüş ve bu sonucun gerçekleşmesini istemişse kast söz konusu olur.

2- İhmal
Fail hukuka aykırı sonucun gerçekleşmesini istememişse, ancak gerekli dikkat ve özeni göstermemişse ihmal söz konusu olur.
Haksız fiili işleyen kişinin doğan zararlardan sorumlu tutulabilmesi için ayırt etme gücüne sahip olması yeterlidir. Ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlılar da ayırt etme gücüne sahip olduklarından tam ehliyetliler gibi işlemiş oldukları haksız fiillerinden sorumludurlar.
Ayırt etme gücünden yoksun olan tam ehliyetsizlerin ise işlemiş oldukları haksız fiillerinden sorumlulukları bulunmamaktadır. Çünkü bunların kusurlu sayılmaları mümkün değildir. Ancak hakkaniyet gerektiriyorsa, hâkim ayırt etme gücünden yoksun kimseyi verdiği zararın tamamen veya kısmen tazminine mahkûm edebilir.
Ayırt etme gücünü geçici olarak kaybeden kimse, bu durumda iken vermiş olduğu zararı tazmin etmek zorundadır. Ancak, kendi kusuru olmaksızın bu duruma düştüğünü ispat ederse sorumlu olmaz.

D) İLLİYET BAĞI (NEDENSELLİK BAĞI = SEBEP – SONUÇ İLİŞKİSİ)

1- Kavram
İlliyet bağı, sebep-sonuç bağı demektir. Yani zarar dediğimiz sonuç, buna sebep olan fiilden kaynaklanmalıdır. Fail ancak kendi fiilinin so¬nucu olan zararlardan sorumlu tutulabilir. Zarar, bu fiilden değil, başka sebeplerden kaynaklanıyorsa sorumluluk söz konusu olmayacaktır.

2- İlliyet Bağının Kesilmesi
Failin fiiliyle, doğan zarar arasında illiyet bağını kesen sebepler ortaya çıkabilir. Bu durumda doğan zarardan failin sorumlu tutulması mümkün değildir. İlliyet bağını kesen üç genel sebep vardır.

a) Mücbir sebep
Mücbir sebep, kişinin kendisi ve işletmesi dışında gelişen, öngörmesi, önlem alması mümkün bulunmayan olaylardır. Bu olaylar, haksız fiil sorumluluklarında genellikle doğa olayları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, karayolunda seyreden otobüsün deprem ya da çığ düşmesi sonucu kayarak devrilmesi ve orada bulunan insanlara ya da eşyaya zarar vermesinde bir mücbir sebep vardır.
b) Zarar görenin ağır kusuru
Zararın ortaya çıkmasında zarar görenin kast ya da ağır ihmal dere¬cesindeki bir ağır kusuru söz konusu ise, failin fiiliyle zarar arasında illiyet bağı kesilmiş olur. Örneğin, A'nın evine hırsızlığa giren B, A'nın kendisini farkedip kovalamaya başlaması üzerine, pencereden atlayıp kaçmak isterken zarar görmüşse, illiyet bağı zarar görenin ağır kusuru ile kesilmiş olur.

c) Üçüncü kişinin ağır kusuru
Zararın doğumuna üçüncü kişinin ağır kusurlu davranışları sebebiyet vermişse, failin fiili ile zarar arasında illiyet bağı kesilir. Örneğin, B'nin aracını durdu¬rup binen C, B'yi etkisiz hale getirmek isterken, B direksiyon hâkimiyetini kaybe¬dip yoldan geçen A'ya çarpmışsa, A'nın uğradığı zararla B'nin fiili arasındaki illiyet bağı üçüncü kişi olan C'nin ağır kusuru nedeniyle kesilmiştir.

II – HAKSIZ FİİL SONUCU DOĞAN BORÇ (TAZMİNAT = ZARARIN TAZMİNİ)

Haksız fiil sorumluluğunun dört şartı bir arada ise tazminat borcu ortaya çıkar. Fail tarafından zarar gören tarafın uğramış olduğu zararlarının tazmin edilmesi gerekmektedir.
Tazminat iki türlüdür: Maddi tazminat ve manevi tazminat.

A) MADDİ TAZMİNAT

Haksız fiil sebebiyle maddi tazminat talebinde bulunan kişi, uğradığı maddi zararlarını ve zararının miktarını ispat etmekle yükümlüdür. Zarara uğrayan kişi bunu her türlü delille ispat edebilir. Zararın hesaplanmasında, haksız fiilin işlendiği an esas alınacaktır.
Maddi zarar kavramı içine bilfiil uğranılan zarar ile yoksun kalınan kârlar girer.
Maddi zararlar aynen tazmin ya da nakit (para) ile tazmin yoluyla giderilebilir.
Hâkim durumun özelliğine ve kusurun ağırlığına göre tazminatın şeklini ve miktarını tespit eder.
Hâkimin maddi tazminatın miktarını tespit ederken dikkat edeceği belirleyici unsurlar şunlardır:
• Haksız fiil sonucu uğranılan zararın miktarı,
• Kusurun ağırlık derecesi,
• Zarara uğrayanın rızası,
• Zarara uğrayanın (mağdurun) ortak kusuru,
• Tazminat yükümlüsünün (failin) ekonomik durumu,
• Durum ve koşullar.

B) MANEVİ TAZMİNAT

Kişilik hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık, manevi tazminat şeklinde bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Haksız fiil nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesine ilişkin dava hakkı, haksız fiilden zarar gören tarafın, zararı ve zarar vereni öğrenmesinden itibaren 2 yıl ve herhalde zarara sebep olan fiilin meydana gelmesinden itibaren 10 yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Zarara sebep olan fiil, aynı zamanda Ceza Kanununa göre suç niteliğinde ise ve Ceza Kanununda söz konusu fiil için daha uzun bir dava zamanaşımı süresi kabul edilmişse, tazminat davasında da daha uzun olan Ceza Kanunundaki süre uygulanır.

III – KUSURSUZ SORUMLULUK (OBJEKTİF SORUMLULUK)

Türk hukukunda kural olarak subjektif sorumluluk (kusur sorumluluğu) ilkesi kabul edilmiştir. Yani haksız fiili işleyen kimse kusurlu değilse zarar doğmuş olsa bile, bu zararlardan sorumlu değildir.
Ancak Hukukumuzda bazı durumlarda kusurlu olmasa da bir kimsenin zararı tazmin sorumluluğu doğmaktadır. Buna kusursuz sorumluluk ya da objektif sorumluluk denmektedir.

A) KUSURSUZ SORUMLULUĞUN KABUL EDİLMESİNDE İLKELER
Kusursuz sorumluluğun kabul edilmesinde değişik ilkelerden yararlanılmıştır:

1- Dikkat ve Özen İlkesi
Burada, kusursuz sorumluluğun kabul edilme sebebi, sorumlu tutulan kişinin kendisine düşen dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmemesidir. Bu nedenle kişi, gere¬ken dikkat ve özeni göstermediği için, eylemlerinden sorumlu olduğu kişinin fiillerinden doğan zarardan, kusuru bulunmasa da sorumludur. Çünkü kanun koyucu, kişinin gereken dikkat ve özeni göstermesi hâlinde zararın doğmayacağını varsaymıştır.
Dikkat ve özen ilkesine dayanan kusursuz sorumluluk hallerinde, diğer ku¬sursuz sorumluluk hallerinden farklı olarak, sorumlu kişinin "KURTULUŞ KANITI” getir¬me olanağı vardır. Buna göre, bu tür sorumluluklarda kusursuz kişi "gerekli dik¬kat ve özeni gösterdiğini veya bu dikkat ve özeni gösterseydi bile zararın kaçınıl¬maz olduğunu" kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilir.
Dikkat ve özen ilkesine dayanan kusursuz sorumluluk (OLAĞAN SEBEP SORUMLULUĞU) hâlleri, adam çalıştıranın (BK. md. 66); hayvan bulunduranın (BK. md. 67); yapı malikinin (BK. md. 69); ev başkanının (MK. md. 369) kusursuz sorumluluklarıdır.

2- Hakkaniyet İlkesi
Yasa koyucu, doğan zarardan kusuru bulunmadığı halde bazı kişilerin hak¬kaniyet düşünceleriyle sorumlu tutulmaları gerektiğini kabul edebilir. Buna BK. md. 65'de düzenlenmiş olan, ayırt etme gücüne sahip olmayanların kusursuz sorumluluğu örnek verilebilir.

3- Tehlike İlkesi
Bazı faaliyet ve nesneler nitelikleri gereği başkalarının mal ve can güvenliği için her an tehlike taşımaktadırlar. Nitelikleri itibari ile tehlike yaratan faaliyetlerde bulunan kimseler kusurları olmasa da bu faaliyetleri sonucu ortaya çıkan zarardan sorumlu olurlar.
Tehlike ilkesine dayanan kusursuz sorumluluk hâllerinde, dikkat ve özen ilkesine dayanan kusursuz sorumluluk hallerinden farklı olarak, "kurtuluş kanıtı" getirme olanağı tanınmamıştır.
Türk Hukukunda tehlike ilkesine dayanan kusursuz sorumluluğun örnekleri şunlardır:
• BK. m. 71’ de düzenlenen “genel tehlike sorumluluğu (tehlike arzeden işletme faaliyetinden sorumluluk)”
• 2918 sayılı Karayolları Trafik Kan.m.85 ile getirilen “motorlu araç işletenin” sorumluluğu
• 2872 sayılı Çevre Kanunu m. 28 ile getirilen "çevreyi kirletenlerin" sorumluluğu
• 2929 sayılı Türk Sivil Hav. Kan. m. 134 ile getirilen “sivil hava aracı işletenin” sorumluluğu

B) KUSURSUZ SORUMLULUKTA KUSURUN ETKİSİ
Kusursuz sorumlu kişinin aynı zamanda kusurunun bulunmasına munzam kusur (ek kusur) adı verilir. Bu durumda, kusursuz sorumlu kişi, dikkat ve özen ilkesine dayanan ku¬sursuz sorumluluk hallerinde kurtuluş kanıtı getirerek; tehlike esasına dayanan kusursuz sorumluluk hallerinde ise, "zarar görenin ya da üçüncü kişinin ağır kusu¬runa dayanan" illiyet bağını kesen sebeplere başvurarak sorumluluktan kurtulama¬z.

C) KUSURSUZ SORUMLULUK HÂLLERİ

1- Hakkaniyet Sorumluluğu
a) BK. m. 65’e göre, ayırt etme gücünden yoksun olan bir kimsenin (akıl hastasının) işlemiş olduğu haksız fiilden dolayı sorumlu tutulması hakkaniyet gereğidir.
b) Üçüncü kişinin korkutmasıyla sözleşme yapan kimse sözleşmeyle bağlı olmadığını karşı tarafa bildirirse, ona hakkaniyet gereği tazminat ödemek zorunda kalabilir.
c) Zorunluluk (zaruret = ıztırar) hâlinde bulunan kimse, zarar verici fiilinden dolayı hakkaniyet gereği tazminat ödemek zorunda kalabilir.

2- Adam Çalıştıranın (İstihdam Edenin) Sorumluluğu (BK. md. 66)

a) Sorumluluğun şartları
• Adam çalıştıranla çalışan arasında bir hizmet (istihdam = çalıştırma) ilişkisi bulunmalıdır: Adam çalıştıranla çalışan arasındaki çalıştırma ilişkisi, hizmet sözleşmesinden kaynaklanabileceği gibi fiili bir bağdan da kaynaklanabilir. Önemli olan çalışanın, çalıştıranın emir ve talimatına uygun olarak çalışıyor olmasıdır. Çalıştıran gerçek kişi olabileceği gibi tüzel kişi de olabilir.
• Çalışan bir haksız fiil işlemiş olmalıdır
• Haksız fiil, işin veya hizmetin görülmesi sırasında ve hizmet dolayısıyla işlenmelidir: Zarar ile hizmet arasında sıkı bir ilişki yoksa, zarar, hizmet esnasında meydana gelmiş olsa dahi adam çalıştıran sorumlu değildir. Örneğin, bir kamyon şoförünün çalıştıranın eşyasını taşırken karşısına çıkan başka bir aracın şoförüyle kavga ederek onu yaralaması durumunda, çalıştıran sorumlu tutulamaz. İki işçinin kavga ederek birbirine zarar vermeleri durumunda da aynı şey söz konusudur.
• Çalışanın fiili bir zarara sebebiyet vermiş olmalıdır
• Zarar, çalıştıran ile sözleşme ilişkisi içinde bulunmayan bir üçüncü kişiye verilmelidir: Örneğin; (A) firmasında teknisyen olarak çalışan (B), bir klimanın montajı için müşteri (alıcı) (C)’nin evine gitmiş, ancak balkonda dış ünitenin montajını yaparken elindeki tornavidayı düşürerek o sırada yoldan geçmekte olan (Ü)’nün yaralanmasına neden olmuştur. Bu durumda (A) firması (Ü)’ye karşı BK. md. 66’ya göre sorumlu olacaktır.
Eğer zarar, çalıştıran ile sözleşme ilişkisi içinde bulunan bir kişiye verilirse, BK. md. 66’ya göre değil, BK. md. 116’ya göre sorumluluk söz konusu olur. Yukarıda verdiğimiz örnekte, (A) firması adına çalışan teknisyen (B), klimayı takarken hatalı montaj sebebiyle klimanın zarar görmesine neden olursa, bu durumda (A) firması müşteri (C)‘ye karşı BK. md. 66’ya göre değil md. 116’ya göre sorumlu olacaktır.
• Çalışanın fiili ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir

b) Çalıştıranın kurtuluş delili (kanıtı) getirme imkânı
Yukarıda bahsedilen şartlar gerçekleşse de, çalıştıran aşağıda belirtilen durumları kanıtlarsa sorumluluktan kurtulabilir.
Çalıştıran, böyle bir zararın meydana gelmemesi için şartların gerektirdiği bütün dikkat ve özeni gösterdiğini kanıtlarsa zarardan sorumlu tutulamaz. Çalıştıran, bu yoldaki savunmasını ispat için özellikle, çalışanı seçmede, ona talimat vermede ve nezaret etmede durumun gerektirdiği bütün dikkat ve özeni gösterdiğine ait deliller göstermek zorundadır.
Çalıştıran, şartların gerektirdiği bütün dikkat ve özeni göstermiş olsaydı dahi zararın meydana gelmesini önleyemeyeceğini ispat edebilirse sorumluluktan kurtulur (özellikle mücbir sebep, zarar gören kişinin veya üçüncü bir kişinin fiiliyle illiyet bağının kesilmesinde). Örneğin şoförün kalp krizi geçirmesi, zarar gören kişinin intihar etmek amacıyla kendisini arabanın önüne atması durumunda çalıştıranın sorumluluğu söz konusu olmaz.

c) Çalışanın sorumluluğu
Çalışanın sorumluluğu kusur esasına dayanır. Davacı, çalışandan, kusurunu ispat etmek şartıyla tazminat isteyebilir. Çalışanın sorumluluğu BK. md. 49’a, çalıştıranın sorumluluğu BK. md. 66’ya dayanır.

d) Çalıştıranın çalışana rücu (başvurma) hakkı
Çalıştıran, üçüncü kişinin zararını tazmin edince, çalışana kusurunun ağırlığıyla orantılı olarak rücu etmek hakkına sahiptir. Çalışan fiili işlerken kusursuzsa, çalıştıran tarafından kendisine rücu edilemez. Çalıştıran, çalışana yanlış talimat veya bozuk araç ve gereç vermek suretiyle kusurlu davranmışsa rücu hakkını kısmen veya tamamen kaybedebilir.

e) BK. md. 66 ile BK. md. 116’nın karşılaştırılması
BK. md. 66’da kendisine sözleşme bağı bulunmayan bir kişiye, işçinin, hizmetin ifası sırasında haksız fiiliyle verdiği zarardan, iş sahibinin sorumlu tutulması hâli öngörülmüştür. BK. md. 116’da ise, borçlunun, borcu ifa etmek üzere görevlendirdiği yardımcı kişilerin fiillerinden sorumluluğunu düzenlemektedir.
BK. md. 116’da, çalıştıran ile zarar gören kişi arasında bir borç ilişkisi (sözleşme) mevcuttur. Burada çalıştıran kurtuluş kanıtı getirip sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü BK. md. 116’nın söz konusu olduğu hallerde sözleşmeye aykırı bir davranış vardır.
Eğer fiil hem sözleşmeye aykırı bir davranış hem de haksız fiil niteliği taşıyorsa, zarar gören ister BK. md. 66, isterse BK. md. 116’ya dayanarak çalıştırana dava açabilir. Yukarıda verdiğimiz örnekte, teknisyen (B), klimanın montajını yaparken yanlış elektrik bağlantısı yaptığı için evde yangın çıkmasına sebebiyet verirse, bu durumda müşteri (C), (A) firmasına ister BK. md. 66, isterse BK. md. 116’ya dayanarak dava açabilecektir.

3- Hayvan Bulunduranların (İdare Edenlerin) Sorumluluğu (BK. md. 67-68)
Dikkat ve özen ilkesine dayanan bir kusursuz sorumluluk hâlidir.

a) Sorumluluğun şartları

• Zarar bir hayvan tarafından ve hayvanın serbest hareketi neticesinde doğmalıdır
• Hayvanın fiili ile zarar arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
• Hayvan belli bir kimsenin elinde veya yönetiminde bulunmalıdır

b) Kurtuluş delili getirme imkânı
Hayvanı elinde bulunduran kişi, böyle bir zararın meydana gelmemesi için hal ve şartların gerektirdiği bütün dikkat ve özeni göstermiş olduğunu ya da bütün dikkat ve özeni göstermiş olsaydı bile zararın oluşmasına engel olamayacağını ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir.
Hayvan sahibinin, hayvanın bakımı ve gözetimini yardımcı kişilerine bırak¬mış olması kendisini sorumluluktan kurtaramaz. Hayvan sahibi hayvanın bakımı ve güdülmesini başkalarına (seyis, çoban gi¬bi) bırakmış olabilir. Bu durumda yine hayvan sahibi BK. md. 67 gereğince sorum¬ludur. Ancak hayvanın zarara yol açması, bakıcının kusurundan kaynaklanmakta ise, hayvan sahibi yanında bakıcı da BK. md. 49 gereğince kusuru nedeniyle müteselsilen sorumlu tutulabilir.

c) Rücu hakkı
Elinde hayvan bulunduran kişi, tazminat ödemek zorunda kalınca hayvanı ürküterek bu zarara yol açan kimselere rücu edebilir. Ürküten kişi kusurlu değilse, bu kişiye rücu edilemez.

d) Hapis hakkı ve hayvanın öldürülebilmesi imkânı
Bir TAŞINMAZIN ZİLYEDİ, taşınmaza zarar veren hayvanı, tazminat alacağının teminatı olmak üzere yakalayıp elinde tutabilir.
Taşınmazın zilyedi durum ve koşullar gerektirdiği takdirde taşınmaza giren hayvanı öldürmek hakkına da sahiptir.

4- Bina ve Yapı Malikinin Sorumluluğu (BK. md. 69-70)
BK. md. 69’a göre, bir bina veya yapı eserinin MALİKİ, o şeyin yapımındaki bozukluklardan; MALİKle beraber İNTİFA ya da OTURMA HAKKI SAHİPLERİ bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle sorumludur. Bu sorumluluk dikkat ve özen ilkesine dayanır.

a) Sorumluluğun şartları
• Bir binanın veya diğer bir yapı eserinin (kanal, köprü, tünel, yüzme havuzu, elektrik direği, doğalgaz boruları, inşaat iskelesi, teleferik, bahçe duvarı, kuyu, asansör vb. gibi eserler) bulunması.
• Binanın veya yapı eserinin yapılışında veya bakımında bir eksiklik (bozukluk) bulunması.
• Zararın bu eksiklikten doğması (illiyet bağı)
• İlliyet bağını kesen sebepler bulunmamalıdır
• Sorumlu tutulacak kişinin malik, intifa hakkı sahibi ya da oturma hakkı sahibi olması: Burada sorumlu tutulacak kişi, zarar yapım bozukluğundan kaynaklanıyor ise sadece malik; zarar bakım eksikliğinden kaynaklanıyor ise malikle birlikte varsa intifa ya da oturma hakkı sahibidir.
Kiracıların veya zilyetlerin sorumlulukları BK. md. 49’a göredir. Yani kusur esasına dayanır.
Sorumlu olacak kişi sayısı birden fazla ise bu kimseler zarardan müteselsilen sorumludurlar (örneğin kat malikleri).

b) Bina ve yapı malikinin kurtuluş kanıtı getirememesi
Malik sorumluluktan kurtulabilmek için kurtuluş kanıtı getiremez. Fakat, illiyet bağının kesen sebeplerin varlığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir.

c) Rücu hakkı
Üçüncü kişinin zararını tazmin eden malik, intifa ya da oturma hakkı sahibi, kendisine karşı sorumlu olan kişilere haksız fiil ya da sözleşmenin ihlali hükümlerine göre rücu edebilir. Bu kişiler mimar, müteahhit, mühendis, inşaat tamircisi, asansör bakımcısı ve binanın satın alındığı kişilerdir.
5- Motorlu Araç İşletenin Sorumluluğu (2918 sayılı KTK. md. 85 vd.)
Motorlu araç işletenin sorumluluğu tehlike sorumluluğu esasına dayanır. Aracın maliki dışında, uzun süreli kiracısı, ödünç alanı, mülkiyeti muhafaza kaydıyla satın alan kişi, aracı çalan ya da gasbeden kişi de motorlu araç işleteni gibi kusursuz sorumludur.
Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, üçüncü kişilerin uğradığı zararlardan dolayı, birden fazla kimse sorumlu bulunuyorsa, bunlar müteselsilen sorumludurlar.

a) Sorumluluğun şartları

aa) Motorlu taşıt bir zarara sebebiyet vermelidir
Bu özel düzenlemenin kapsamına sadece maddi zararların tazmini girer, manevi zararların tazminine BK. md. 49 hükümleri uygulanır.

bb) Bir motorlu aracın işletilmesi (kullanılması) zarara sebebiyet vermelidir
İşletilme halinde olmayan bir motorlu aracın sebep olduğu trafik kazasından dolayı işleten ancak kazanın oluşumunda kusuru var ise, örneğin araçta bulunan ve tamirini yaptırmadığı bir bozukluğun kazaya sebep olması durumunda BK. md. 49’a göre sorumlu olacaktır. Bu durumda işletenin sorumluluğu alelade kusur sorumluluğudur. İşletilme halinde olmayan bir motorlu araçtan amaç motoru çalıştırılmamış, trafiğe çıkarılmamış araçtır. Örneğin, park halindeki aracın el freni bozuk olduğu için kayarak bir başka araca çarparak zarara sebep olması.
Hâkim takdir yetkisine dayanarak işletenin, kendi aracının katıldığı bir kazadan sonra yapılan yardım çalışmalarından dolayı yardım edenin uğradığı zararlardan da sorumlu tutulmasına karar verebilir. Ancak, bu durumda işletenin sorumlu kılınabilmesi için, ya kazadan onun sorumlu olması ya da yardımın doğrudan doğruya kendisine veya araçta bulunanlara yapılması gerekir.

cc) Aracın işletilmesi ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir

dd) İlliyet bağını kesen sebepler bulunmamalıdır
KTK işletene, herhangi bir kurtuluş kanıtı getirebilme olanağı ta¬nınmamıştır. Ancak işleten, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur. Şimdi bu sebepleri inceleyelim:
• Mücbir sebep: Yıldırım düşmesi, deprem, dağdan kaya yuvarlanması gibi doğal olaylar mücbir sebep sayılırlar. Buna karşılık yolun karlı veya buzlu olması, yoğun sis, yoğun yağmur, aracın önüne ansızın çıkan bir hayvan, tali yoldan ana yola aniden çıkan traktör vb. sebepler mücbir sebep sayılamaz.
• Zarar görenin ağır kusuru: Yayaların, bisiklet ya da motosiklet sürücülerinin illiyet bağını kesen ağır derecedeki kusurları yüzünden kaza meydana gelmişse, doğan zararlardan araç işleteni sorumlu değildir. Örneğin, gece karanlığında bir yayanın, trafiğin yoğun olduğu bir otoyolda karşıdan karşıya geçmek istemesinde olduğu gibi. Zarar görenin kusuru illiyet bağını kesecek derecede ağır değilse, işleten sorumluluktan kurtulamaz. Ancak bu durumda hâkim, tazminatta indirim yapma yetkisine sahiptir.
• Üçüncü kişinin ağır kusuru: Kazaya karışan başka bir aracın işleteni, özellikle kazaya uğrayan küçük çocuk üzerinde gözetim görevini yerine getirmeyen ana baba, bu anlamda üçüncü kişidirler. Bu durumda yalnızca üçüncü kişi zararı tazminle yükümlüdür.
• Araçtaki bir bozukluğun kazayı etkilememiş olması: Örneğin fren patlaması, rot çıkması, lastiklerin patlaması gibi umulmayan hallerden dolayı araç işleteni mutlak olarak sorumludur.
• İşletenin veya eylemlerinden sorumlu bulunduğu kişilerin kusursuz olması

b) Hırsız ve gasbedenlerin sorumluluğu
Bir motorlu aracı çalan veya gasbeden kimse işleten gibi sorumlu tutulur. Hırsız veya gasıp da işleten gibi illiyet bağını kesen sebeplerden dolayı sorumluluktan kurtulabilir. İşleten, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerden birinin, aracın çalınmasında veya gasbedilmesinde kusurlu olmadığını ispat ederse, sorumlu tutulamaz. Görüldüğü gibi burada işletenin sorumluluğu tehlike değil, kusura dayanan bir sorumluluktur. Ancak burada işletenin kusurlu olduğuna dair bir karine mevcuttur. Hırsızın veya gasıbın sorumluluğu ise kusursuz sorumluluktur.

c) Zamanaşımı
Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren başlayarak 2 yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEDEN DOĞAN BORÇLAR

I – GENEL OLARAK
BK. md. 61’e göre, haklı bir sebep olmaksızın başkasının zararına zenginleşen kimse onu geri vermek zorundadır. Özellikle, geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş veya sonradan ortadan kalkmış bulunan bir sebebe dayanılarak elde edilmiş bir şeyin geri verilmesi gerekir.
Sebepsiz zenginleşmeden doğan hak ikinci derecede bir haktır. Kişinin malvarlığındaki azalmanın kayıp doğmadan diğer davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası açılamaz. Örneğin, A’nın taşınmazı yolsuz bir tescil işlemi sonucu B’nin üzerine kaydedilmiştir. B bu taşınmazı iyiniyetli C’ye satmıştır. C taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkını iyiniyetle MK. md.1023 gereğince kazandığında A artık ayni hakkını kaybetmiştir. Bu nedenle A, B veya C’den malvarlığından çıkan taşınmazını geri alamayacaktır. Bu durumda A, B aleyhine sebepsiz zenginleşme davası açabilir. Buna karşılık, C iyiniyetli değilse, taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkını hiç kazanamaz. Bu durumda A, C aleyhine tapu iptali ve tescil davası açarak taşınmazını geri alabileceğinden, bunu yapacak yerde B veya C aleyhine sebepsiz zenginleşme davası açamaz.
Aynı ilkenin bir sonucu olarak sözleşmeden doğan bir hukuksal ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması mümkün değildir.
Sebepsiz zenginleşmeden doğan talep hakkı kişisel bir hak sağlar. Bu nedenle zenginleşen kişi eşyayı bir başkasına devretmişse, devir alan üçüncü kişiye sebepsiz zenginleşme davası açılamaz.

II – SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMENİN ŞARTLARI

A) ZENGİNLEŞME
B) FAKİRLEŞME
C) İLLİYET BAĞI

D) HAKLI BİR SEBEBİN BULUNMAMASI

1- Hukuki Sebebin Geçerli Olmaması ve Borç Olmayan Şeyin Ödenmesi
Malvarlığında meydana gelen zenginleşmenin geçerli bir sebebe dayanmaması çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir:
• Tarafların işlemin sebebi üzerinde birleşememesi: Örneğin, parayı veren ödünç vermek istediği halde, parayı alan kendisine bağışlamada bulunduğunu sanmışsa.
• Malvarlığında meydana gelen çoğalmanın hiçbir hukuki sebebinin olmaması: Örneğin A, B’ye göndermek istediği parayı, yanlışlıkla C’ye göndermişse.
• Dış görünüşü ile mevcut olan hukuki sebebin, ehliyetsizlik, şekil noksanlığı gibi bir nedenle kesin hükümsüz (batıl) olması. Örneğin, tapuda resmi şekilde yapılması gereken taşınmaz satımı sözleşmesi adi yazılı şekilde yapılırsa batıldır. Alıcı batıl sözleşmeye rağmen satış bedelini ödemişse, ödediği bu bedelin iadesini sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre sağlayacaktır.

2- Hukuki Sebebin Gerçekleşmemiş Bulunması
Örneğin, evlenecekleri düşüncesiyle karşı tarafa hediye verilmiş, fakat evlenmeden vazgeçilmiş ise veya belli bir süre devam edecek bir borcun faizleri önceden verilmiş, fakat ana para zamanından önce ödenmişse veya ileriki aylara ait kiralar ödenmiş, fakat kira sözleşmesi kararlaştırılan tarihten önce sona erdirilmişse sebepsiz zenginleşme gerçekleşmiştir.
Geçerli olarak meydana gelmiş bir sözleşmede taraflardan biri edimini ifa etmiş, fakat diğer taraf edimini yerine getirmemişse, sebepsiz bir zenginleşmeden söz edilemez. Bu durumda yapılan ödemenin geri verilmesini talep hakkı, ancak sözleşmenin feshinden sonra söz konusu olur.

3- Hukuki Sebebin Ortadan Kalkması
Geçerli olarak meydana gelmiş bir sözleşmenin feshedilmesi veya karşılıklı olarak borç yükleyen sözleşmelerde, taraflardan birinin ediminin, kusuru olmaksızın imkânsız hale gelmesi hallerinde daha önce yerine getirilmiş olan edimin sebepsiz zenginleşme nedeniyle iadesi istenebilir.
III – SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMENİN HÜKÜM VE SONUÇLARI

A) GERİ VERME BORCU VE KAPSAMI
Sebepsiz zenginleşen kişi, mal varlığında sebepsiz yere meydana gelen artışı geri vermekle yükümlüdür. Geri verme yükümlülüğünün konusu ve kapsamı BK. md. 63’de, zenginleşen kişinin iyi veya kötü niyetli olmasına göre farklı şekilde ele alınmıştır.

1- Sebepsiz Zenginleşen İyi Niyetli İse
Sebepsiz zenginleşen başkasına ait bir malın mülkiyetine sebepsiz olarak sahip olduğunun bilincinde değilse veya bilmesi de beklenemiyorsa; geri verme anında elinde kalmış olan miktarı vererek borcundan kurtulur, elinden çıkmış olan kısmı vermekle yükümlü değildir. Dolayısıyla iyi niyetli zenginleşenin elinde, geri verme anına kadar hiçbir şey kalmamış, yok olmuş, çalınmış, iyi niyetle tüketilmiş, yani karşılık alınmadan elden çıkmışsa sebepsiz zenginleşmeye rağmen geri verme borcu söz konusu olmayacaktır. Sebepsiz zenginleşen bu malı bedel karşılığı elden çıkarmışsa, yani elden çıkan mal için bir takım ikame değerler söz konusu ise bunları da geri vermekle yükümlüdür.

2- Sebepsiz Zenginleşen Kötü Niyetli İse
Sebepsiz zenginleşen, sebepsiz olarak zenginleştiğinin bilincinde ise veya bunu anlaması bekleniyorsa, mal varlığında gerçekleşen çoğalmayı tamamen geri vermekle yükümlüdür. Zenginleşme konusu halen mevcutsa aynen geri verilmesi gerekir. Aynen geri vermenin mümkün olmadığı durumlarda, zenginleşilen şeyin zenginleşme anındaki ekonomik değerinin etkisi de hesaplanarak para olarak ödenmesi gerekmektedir.

B) MASRAFLARIN ÖDENMESİ
Zenginleşen kişi zenginleştiği şey için bazı masraflar yapmış olabilir. Geri verme yükümlülüğünün söz konusu olduğu hallerde yapılan bu masrafların tazmin edilmesi gerekecektir. Masraflar çeşitlidir.
Zorunlu (zaruri) masraflar, zenginleşilen şeyin varlığını devam ettirmesi ve korunması için yapılması zorunlu olan masraflardır. Örneğin, hayvanın beslenmesi ve tedavisi için; gıda maddesinin bozulmaması için yapılan giderler; bir motorlu aracın ya da bir taşınmazın ödenmesi gerekli vergileri vb.
Faydalı masraflar, şeyin varlığını devam ettirmesi ve korunması için zorunlu olmamakla birlikte, onun üretkenliğini, verimliliğini ve ekonomik değerini arttıran masraflardır. Örneğin; bir motorlu aracın eskiyen parçalarının değiştirilmesi, tarlanın sürülmesi, gübrelenmesi, meyve bahçesinin ilaçlanması vb.
Lüks masraflar, zenginleşen kişinin kendi kişisel zevki nedeniyle yapmış olduğu masraflardır. Örneğin; otomobilin değişik renkte boyanması, bahçeye yüzme havuzu kurulması için yapılan masraflar vb.
Masrafların tazmini konusunda da BK zenginleşenin iyi niyetli olup olmasına göre ayrım yapmıştır.

1- Sebepsiz Zenginleşen İyi Niyetli İse
İyi niyetli zenginleşen şey için yaptığı zorunlu ve faydalı masrafların tamamını talep edebilir. İyi niyetli zenginleşen lüks masraflarının tazminini talep edemez. Ancak, BK bunların eşyaya zarar verilmeden sökülüp alınması hakkını tanımıştır. Buna karşılık fakirleşen kişi sökülmek istenen ilavelerin bedelini ödeyeceğini bildirirse, zenginleşen kişinin sökme hakkı olmayacaktır.

2- Sebepsiz Zenginleşen Kötü Niyetli İse
Kötü niyetli sebepsiz zenginleşen sadece zorunlu masrafları talep edebilir. Faydalı masrafları ise, şeyde geri verme anında meydana gelen fazlalık oranında talep edebilir. Yani yapılan faydalı masraflar, geri verme anında bir fazlalık olmaktan çıkmış ise, artık bunların tazmini söz konusu olamaz.

IV – SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME DAVASININ AÇILAMAYACAĞI HALLER
A) Zamanaşımına Uğramış Olan Bir Borcun Ödenmesi
B) Ahlaki Bir Görevin Yerine Getirilmesi
C) Haksız veya Ahlaka Aykırı Bir Amaç İçin Ödemede Bulunulması

V – ZAMANAŞIMI
Sebepsiz zenginleşmeden dolayı açılacak dava, zarar görenin, verdiğini geri istemeye haklı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde bu hakkın doğduğu tarihten başlayarak 10 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.





ÜÇÜNCÜ KISIM


BORÇLARIN HÜKÜM
VE
SONUÇLARI

BİRİNCİ BÖLÜM

BORÇLARIN İFASI

I – GENEL OLARAK İFA

İfa, borçlanılmış olan edimin yerine getirilmesidir. İfa ile dar anlamda borç sona erer. Bir borç ilişkisinden doğan borçların tümünün ifası halinde, kural olarak borç ilişkisi de (geniş anlamda borç) son bulur.

II – İFANIN KONUSU

İfanın konusu, kural olarak, borçlanılmış olan edimdir. Borçlu borcunu edime uygun olarak ifa etmek zorundadır. Edimden başka bir şeyin ifası borçludan istenemez, alacaklı da edimden başka bir şeyi kabule zorlanamaz. Ancak, borçlu edimden başka bir şeyi önerir ve alacaklı da bunu kabul ederse, ifa gerçekleşmiş olur ve borç sona erer (ifa yerini tutan edim).

A) KISMEN İFA
Borcun miktarı belirli ve tamamı muaccel olduğu takdirde, alacaklı kısmen yapılan ödemeyi reddedebilir. Alacaklı kısmen ödemeyi kabul ederse, borçlu, borçtan kabul ettiği kısmı ödemeden kaçınamaz.
Borcun tamamı belirli değilse, bir kısmının varlığı üzerinde anlaşmazlık varsa, alacaklı belirli kısma ilişkin ödemeyi kabul etmek zorundadır. Borçlu da borçtan anlaşmazlığa konu olmayan kısmı ifa ile yükümlüdür.
Borcun miktarı belirli ve tamamı muaccel olsa dahi aşağıdaki hallerde istisnai olarak borcun kısmen ifası mümkündür, alacaklı kısmen ifayı kabul etmek zorundadır:
• Sözleşme uyarınca borçlu kısmen ifaya yetkili ise,
• Edimin miktar veya niteliği bir defada ifaya olanak vermiyorsa,
• Alacaklının kısmen ifayı reddetmesi hakkın açıkça kötüye kullanılması niteliğinde ise,
• Yasaların özel kuralları alacaklıyı kısmen ödemeyi kabule mecbur ediyorsa (Örneğin poliçelerde kısmi kabul ve kısmi ödeme).

B) PARÇA BORÇLARINDA İFA
Borcun konusu ayırdedici nitelikleriyle belirlenmiş bir edim ise “parça borcu”, yani “ferdiyle belirli borç” söz konusudur. Parça borçlarında borcun ifası borçlunun kusuru olmaksızın imkânsız hale gelirse borç sona erer. Örneğin 5555 motor numaralı BMW marka 2011 model siyah renkli otomobilin satımında, başka bir BMW marka otomobilin teslimiyle ifa gerçekleşmiş olmaz.

C) ÇEŞİT (CİNS) BORÇLARINDA İFA
Borcun konusu cins ve miktar olarak belirlenmiş bir edim ise, bir “çeşit borcu” ya da “cinsiyle belirli borç” söz konusu olur. Örneğin 100 kg elma, 1 ton pirinç gibi. Cins borçlarında, işin niteliğinden veya sözleşmeden aksi anlaşılmadıkça, verilecek şeyin seçimi borçluya aittir. Ancak borçlu ortadan aşağı nitelikte bir şey veremez.

D) SEÇİMLİK BORÇLARDA İFA
Borç birden çok edimi kapsıyorsa, fakat bu edimlerden sadece seçilecek biri ifa edilecekse, seçimlik borç söz konusudur. İşin niteliğinden veya seçimlik borcu doğuran hukuki ilişkiden aksi anlaşılmadıkça, seçimlik borçlarda seçim hakkı borçluya aittir.
Seçim hakkının kullanılmasıyla, seçilen edim borcun tek konusu olur. Diğer edimler artık borcun konusu değildir.
Borcun konusu olan edimlerden biri baştan itibaren imkânsızsa veya sonradan tarafların kusuru olmaksızın imkânsız hale gelmişse, borcun konusu geri kalan edimdir. Geriye birden çok edim kalmışsa seçim hakkı bunlardan biri için kullanılır.
E) PARA BORÇLARINDA İFA

1- Memleket Parasıyla Ödeme
BK. md. 99’a göre, borcun konusu para ise, ödeme memleket parasıyla yani Türk parasıyla yapılır.

2- Yabancı Memleket Parasıyla Borçlanma

a) “Aynen ödemek” şartı yoksa
BK. md. 99/II’ye göre, yabancı memleket parası üzerinden yapılmış bir sözleşmede, para borcunun mutlaka “yabancı memleket parasıyla” ifa edilmesi şart edilmemişse (yalın bir para borcu söz konusu ise), borcun ödeme zamanı geldiğinde, borçlunun seçim hakkı vardır. Borçlu borcunu, isterse, yabancı memleket parasının ödeme günündeki rayici üzerinden Türk parasıyla ödeyebilir. İsterse de doğrudan doğruya, yabancı memleket parasıyla ödeyebilir.
Borç zamanında ödenmemişse, yani borçlu temerrüde düşmüşse, borçlunun seçim olanağı ortadan kalkar. Seçim olanağı alacaklıya geçer.

b) “Aynen ödemek” şartı varsa
Sözleşmede, para borcunun mutlaka “yabancı memleket parasıyla” ifa edilmesi şart edilmişse, alacaklı, borcun sözleşmede öngörülen yabancı memleket parasıyla ifa edilmesini isteyebilir. Bu durumda borçlu borcunu yabancı memleket parasıyla ifa etmek zorundadır.
Borçlu borcunu ifada gecikmişse (temerrüde düşmüşse), alacaklının seçimlik hakkı vardır.

III – İFA YERİ
Borcun nerede ifa edebileceğini taraflar açık veya örtülü iradeleriyle serbestçe belirleyebilirler. Taraflar ifa yerini belirlememişlerse ve ifa yeri işin niteliğinden de anlaşılmıyorsa ifa yeri BK. md. 89’a göre belirlenir. Buna göre:

A) PARA BORÇLARINDA İFA YERİ
Borcun konusu para ise, ödeme, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde yapılır. Para borçları götürülecek borçlardır.

B) PARÇA BORÇLARINDA İFA YERİ
Borcun konusu ferdiyle belli bir şey ise, ifa yeri, sözleşme yapıldığı zaman o şeyin bulunduğu yerdir.
C) DİĞER BORÇLARDA İFA YERİ
Para ve parça borçlarının dışında kalan diğer bütün borçlarda (örneğin çeşit borçlarında) ifa yeri, borcun doğumu zamanında borçlunun yerleşim yeridir.
Yasa ve sözleşme uyarınca alacaklının yerleşim yerinde yerine getirilmesi gereken bir borcun ifası, alacaklının yerleşim yerinin değiştirilmesi nedeniyle önemli ölçüde güçleşmiş ise, alacaklının önceki yerleşim yerinde ifa edilebilir.

IV – İFA ZAMANI

A) İFA ZAMANININ BELİRLENMESİ
BK. md. 90’a göre, borcun yerine getirilmesi taraflarca bir süreye (vadeye) bağlanmamışsa veya işin niteliği bir süreyi gerektirmiyorsa, borcun ifası derhal istenebilir ve borç hemen ifa edilebilir. Yani bu durumda borç doğduğu anda muacceldir ve alacaklı borcun ifasını hemen isteyebilir.
Borcun ifası, bir süreye bağlanmışsa müeccel borç söz konusudur. Müeccel borçlar vadenin gelmesiyle muaccel olur ve alacaklı borcun ifasını ancak o zaman isteyebilir.
Borcun ifası bir vadeye bağlanmışsa borçlu vadenin gelmesinden önce borcunu ifaya zorlanamaz. Buna karşılık, borçlu, kural olarak, isterse vadesinden önce borcunu ifa edebilir ve ifayı reddeden alacaklı temerrüde düşmüş sayılır.
Zamanından önce ifada bulunan borçlu, sözleşme hükümleri veya gelenek aksini öngörmüş olmadıkça, borcundan bir indirim yapamaz.
B) KARŞILIKLI BORÇ YÜKLEYEN SÖZLEŞMELERDE İFA
Taraflardan biri, sözleşme veya yasa uyarınca borcunu daha önce ifa etmek zorunda değilse, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, taraflar kural olarak borçlarını aynı zamanda ifa etmekle yükümlüdürler. Örneğin, taşınır mal satımında satılan alıcıya verilince, satıcı bedele hak kazanır (BK.md.234). Kira sözleşmesinde, önce kiralanan şey teslim edilir, kira bedeli belli bir kullanma süresinin sonunda ödenir (BK.md.314).
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, kendi borcunu ifa etmemiş veya ifasını önermemiş olduğu halde, borcun ifasını isteyen kimseye karşı, diğer taraf “ödemezlik def’i”nde bulunarak ifadan kaçınabilir.

V – ALACAKLININ TEMERRÜDÜ

Alacaklının temerrüdü, alacaklının kendisine sunulan edimi haklı bir neden olmaksızın reddetmesidir.

A) ALACAKLININ TEMERRÜDÜNÜN ŞARTLARI

1- Borcun muaccel olması

2- Borcun İfasının Mümkün Olması

3- İfa Usulüne Göre Önerilmiş Olmalıdır
Yapılacak veya verilecek şeyin miktar, yer ve zaman yönünden borca uygun bir şekilde alacaklıya sunulmuş olması gerekmektedir.
İfanın alacaklıya önerildiğinin kabul edilebilmesi için, borçlunun sadece sözle ifayı önermesi yeterli değildir. Kural olarak, ifa fiilen ve gerçekten önerilmelidir. Örneğin, alacaklının işyerine bir onarım yapılacaksa, borçlu, borcunu ifaya imkân verecek araç ve gereçler ve gerekiyorsa yardımcı kişiler ile alacaklının işyerine gelmiş olmalıdır.

4- Alacaklı, Borçlunun İfa Önerisini Haklı Bir Neden Olmaksızın Reddetmiş Olmalıdır
İfa önerisini reddeden alacaklının temerrüde düşmüş sayılması, alacaklının ifa önerisini reddetmede kusurlu olmasına bağlı değildir. İfa önerisini reddeden alacaklı “objektif olarak” haklı nedenlere dayanmıyorsa red haksızdır.

B) ALACAKLININ TEMERRÜDÜNÜN SONUÇLARI
Alacaklının temerrüdü, kural olarak borcu sona erdirmez. Alacaklı ifayı kabul edeceğini borçluya bildirirse, temerrüt durumu sona erer. Borçlunun borcunu ifa etmesi gerekir.
Alacaklının temerrüdü halinde, borcun konusu bir şeyin teslimi ise, borçlu, hasar ve giderleri alacaklıya ait olmak üzere, vereceği şeyi tevdi ederek borcundan kurtulabilir.
Tevdi ifa yerinde olmalıdır. Şeyin nereye tevdi edileceğini ifa yerindeki hâkim belirler.
Uygulamada, para borçları için genellikle tevdi yeri olarak bir banka gösterilmektedir. Tevdi edilecek şey ticari eşya niteliğinde ise, borçlu, hakime başvurmaksızın, ticari malı ifa yerindeki resmi veya özel bir ardiyeye verebilir.
Borçlu ile mal kendisine tevdi edilen kişi arasındaki hukuki ilişki bir saklama (vedia) sözleşmesidir. Borçlu, dürüstlük kuralları uyarınca malı tevdi ettiğini alacaklıya bildirmelidir. Tevdi ile borçlu borcundan kurtulur.
Borcun konusu olan şeyin niteliği veya işin türü tevdie olanak vermiyorsa veya verilecek şey bozulabilecek veya bakım veya saklanması büyük giderleri gerektirecek nitelikteyse, borçlu, alacaklıya ihtarda bulunduktan sonra, hakim izniyle, malı açık arttırmayla sattırarak bedelini hakimin göstereceği yere tevdi edebilir.
Borcun konusu bir şeyin teslimi değilse, bir yapma borcu, özellikle bir eser sözleşmesi söz konusuysa, borçlunun tevdi veya satarak bedelini yatırma yoluyla borçtan kurtulması olanağı yoktur. Bu durumda BK. md. 110’a göre borçlu sözleşmeyi feshetme imkanına sahiptir. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmüş alacaklıya ifanın kabulü için uygun bir süre tanır veya uygun bir süre tanınmasını hâkimden ister. Bu süre içinde alacaklı ifayı kabul etmezse borçlu sözleşmeyi feshedebilir.

İKİNCİ BÖLÜM

BORÇLARIN İFA EDİLMEMESİ VE SONUÇLARI

I – KUSURLU İMKÂNSIZLIK

A) SÖZLEŞMENİN YAPILMASINDAN ÖNCE VAR OLAN İMKÂNSIZLIK
Sözleşmenin yapılmasından önce edimin ifası OBJEKTİF OLARAK İMKÂNSIZSA, sözleşme KESİN HÜKÜMSÜZDÜR (BATILDIR). Örneğin ölmüş belli bir yarış atının satılmasında, özel mülkiyete konu olmayan bir taşınmazın satımında objektif imkânsızlık söz konusu olur ve bu durumda BORÇ DOĞMAZ.
Borçlu, sözleşmenin yapıldığı sırada edimin imkânsız olduğunu biliyorsa, durumu bilmeyerek sözleşme yapan karşı tarafın MENFİ ZARARını ödemekle yükümlüdür.
Sözleşmenin yapılmasından önce edimin ifası sadece borçlu için imkânsızsa, yani bir başkası borcu ifa edebilecek durumdaysa, sübjektif imkânsızlık söz konusudur. Bu durumda sözleşme geçerli olarak kurulmuştur. Ancak borçlu edimini ifa edemediği için BK. md. 112 uyarınca tazminat ödemek zorunda kalır. Örneğin satıcı başkasına ait bir şeyi satmışsa ve bu şeyi elde edemediğinden dolayı alıcıya teslim edemezse, satıcı BK. md. 112 gereği tazminat öder.

B) SÖZLEŞMENİN YAPILMASINDAN SONRA MEYDANA GELEN İMKÂNSIZLIK
İfa imkânsızlığı borçluya yüklenemeyecek hâller nedeniyle meydana gelmişse, yani BORÇLU KUSURSUZSA, BORÇ SONA ERER (BK. md.136). Örneğin, antika bir vazonun satımına ilişkin bir satım sözleşmesinde, ifa gününden önce vazonun şiddetli bir deprem neticesinde kırılması.
İfa imkânsızlığı borçluya yüklenebilecek hâller nedeniyle meydana gelmişse, yani BORÇLU KUSURLUYSA, BORÇ SONA ERMEZ. Ancak bu durumda edimin niteliği değişir, aynen ifanın yerini “TAZMİNAT BORCU” alır. Örneğin, antika bir vazonun satımına ilişkin bir satım sözleşmesinde, ifa gününden önce vazonun satıcının kusuru ile kırılması gibi.
Borçlu, edimin imkânsız hale gelmesinde kusuru bulunmadığını ispat etmek zorundadır.

II – BORÇLUNUN TEMERRÜDÜ

A) BORÇLUNUN TEMERRÜDÜNÜN ŞARTLARI (BK. md. 117)

1- Borcun Muaccel Olması

2- Alacaklının İhtarı
Muaccel bir borcun borçlusu ancak alacaklının ihtarı ile ve ihtar beyanının kendisine ulaştığı tarihten itibaren temerrüde düşer. Ancak şu durumlarda ihtara gerek olmaksızın da borçlu temerrüde düşürülebilir:
• Sözleşmede ihtar koşulundan vazgeçilmiş olması
• Tarafların anlaşmasıyla borcun ifa edileceği gün açık bir şekilde belirlenmişse (27 Aralık 2011 gibi) o günün ifa yapılmaksızın sona ermesiyle borçlu ihtara gerek kalmaksızın temerrüde düşer.
• Sözleşmede taraflardan birine ifa gününü (vadeyi) belirleme hakkı tanınmışsa, bildirilen ifa tarihinde edimi yerine getirmeyen borçlu ihtara gerek kalmaksızın temerrüde düşmüş sayılır.
• İhtarın gereksiz ya da yararsız olması: Örneğin, yüklenici üstlendiği inşaatı öngörülen tarihte tamamlamamış ve inşaatı terk ederek, adresinden ayrılmışsa; borçlu iflâs etmişse; borçlu alacaklıya önceden ihtar çekerek borcu vadesinde ifa edemeyeceğini bildirmişse ihtara gerek yoktur.

3- İfanın Mümkün Olması
Edimin ifası imkânsızsa, temerrütten değil, imkânsızlıktan bahsedilir (bkz. imkânsızlık).

4- Kusur Şartının Aranmaması
Borçlunun temerrüde düşmüş sayılabilmesi için, borcun ifasında gecikmede borçlunun KUSURLU OLMASI GEREKMEZ. Borcun ifasında meydana gelen gecikmede borçlunun kusurlu olup olmaması, borçlunun temerrüdüne bağlanan bir kısım sonuçlar yönünden önem taşır.
B) BORÇLUNUN TEMERRÜDÜNÜN SONA ERMESİ

Temerrüde düşmüş borçlu, borcunu ifa eder veya borcun ifasını (gecikmeden doğan faiz vs. zararları da kapsayan bir şekilde) usulüne uygun olarak alacaklıya önerirse, temerrüt hali son bulur.

C) BORÇLUNUN TEMERRÜDÜNÜN HUKUKİ SONUÇLARI

1- Temerrüdün Genel Sonuçları

a) Gecikme tazminatı
Borçlu temerrüde düşerse, alacaklı, borcun aynen ifasıyla birlikte gecikmeden doğan zararının ödenmesini de isteyebilir (BK. md. 118).
Gecikme tazminatı, borcun ifasında gecikmeden doğan fiili zararla, gecikme nedeniyle yoksun kalınan kârı kapsar. Örneğin zamanında teslim edilmeyen mal yerine, kiralanan şey için ödenen kira parası; borcun zamanında ifa edileceği inancıyla yapılan giderler; mal zamanında teslim edilseydi başkasına yapılacak satıştan elde edilecek kâr gibi.
Borçlu, temerrüde düşmede kusurlu olmadığını ispat edebilirse gecikme tazminatı ödemez.

b) Beklenmedik halden sorumluluk
Temerrüde düşmüş borçlu, temerrüdün devamı sırasında beklenmedik bir hâlden doğan zararlardan da sorumludur. Olağanüstü haller ve mücbir sebepler de “beklenmedik hâl” kavramına girer. Yani mal su baskını sonucu yok olmuşsa satıcı yine de sorumludur.

2-Temerrüdün Para Borçlarına İlişkin Sonuçları

a) Temerrüt (geçmiş günler) faizi
Temerrüt faizi için alacaklının zarara uğramasına ve borçlunun kusurlu olmasına gerek yoktur. Bu nedenle borçlu, alacaklının temerrüde düşmede kusuru olmadığını ya da onun bir zarara uğramadığını ispat ederek temerrüt faizi ödemekten kurtulamaz.

b) Aşkın (munzam = ek) zararın tazmini
Para borcunun ödenmesinde borçlunun temerrüdü nedeniyle alacaklının uğradığı müsbet zarar geçmiş günler faizinden fazla ise, borçlu, bu aşkın zararı tazminle de yükümlüdür. Örneğin, ödemede gecikme dolayısıyla temerrüt faizinden daha yüksek bir faizle ödünç para aldığını veya para değerindeki düşmenin temerrüt faizini aştığını ispat eden alacaklı ek zararının tazminini isteyebilir.
Borçlu kusuru olmaksızın temerrüde düştüğünü kanıtlayabilirse aşkın zarardan sorumlu değildir. Ancak, aksi kanıtlanıncaya kadar borçlu kusurlu sayılır.

3-Temerrüdün Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde Doğurduğu Sonuçlar (BK. md. 123 vd.)
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde (satım, kira, eser sözleşmesi gibi), iki taraftan biri temerrüde düşerse, diğer taraf borcun ifa edilmesi için temerrüde düşen tarafa uygun bir süre verebilir veya uygun bir sürenin verilmesini hâkimden isteyebilir. İhtarla beraber ya da ihtardan sonra verilen bu son süre içinde, borç, temerrüde düşmüş borçlu tarafından ifa edilmezse alacaklı aşağıdaki olanaklardan birini seçebilir:

a) Borcun aynen ifasını ve gecikmeden doğan zararının ödenmesini isteyebilir
Örneğin, S, A’ya 10 ton pirinç satmış, ancak pirinçleri vadesinde teslim etmemiştir. A, söz konusu pirinçleri pirinç unu üreten fabrikalara satmış, ancak pirinçlerin kendisine geç teslim edilmesinden dolayı fabrika sahiplerine karşı taahhütlerini yerine getiremediği için onlara tazminat ödemek zorunda kalmışsa, pirinçlerin teslimi ile birlikte bu zararlarının tazminini de S’den talep edebilir.
Alacaklının gecikme tazminatı talep edebilmesi için, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması gerekir.
Temerrüt nedeniyle zarara uğradığını alacaklı kanıtlamak zorundadır.

b) Aynen ifadan vazgeçerek, borcun ifa edilmemesinden doğan müsbet zararının ödenmesini isteyebilir
Müsbet zarar, alacaklının malvarlığının mevcut durumuyla, borç ifa edilseydi alacağı durum arasındaki farkı ifade eder. Örneğin, bir malın teslim edilmemesi halinde, müsbet zararın kapsamına, malın değeriyle birlikte, mal teslim edilseydi alacaklının bunu başkasına satarak elde edeceği kâr da girer. Aynı şekilde, borç ifa edilmediği için, malı bir başkasından daha yüksek fiyata satın almak ya da kiralamak zorunda kalan alacaklı aradaki farkı borçludan isteyebilir.
Borçlu kusursuz olduğunu ispatlayabilirse alacaklının uğradığı müsbet zararları ödemekten kurtulur.

c) Aynen ifadan vazgeçerek sözleşmeden dönebilir ve menfi zararının tazminini isteyebilir
Menfi zarar, geçerliliğine inanılan bir sözleşmenin geçersizliğinden doğan zararlardır. Diğer bir deyişle menfi zarar, sözleşme yapma söz konusu olmasaydı uğranılmayacak olan zarardır. Menfi zararın kapsamına sözleşme nedeniyle yapılan giderler; harçlar, posta giderleri, noter masrafı vs.; sözleşmenin yerine getirilmesi dolayısıyla uğranılan zararlar (gönderilen eşyanın yolda kaybolması gibi zararlar); başka bir sözleşmenin yerine getirilmemesi dolayısıyla uğranılan zararlar ile dava masrafları girer.
Borçlu kusursuz olduğunu ispatlayarak alacaklının uğradığı menfi zararları ödemekten kurtulur.
Alacaklının (b) ve (c) deki son iki olanaktan yararlanabilmesi, ifa için borçluya uygun bir EK SÜRE VERMİŞ OLMASINA ve sürenin sonunda da aynen ifadan vazgeçtiğini ve yaptığı seçimi borçluya derhal bildirmiş bulunmasına bağlıdır. Alacaklı bu hususta susarsa, (a) şıkkındaki olanağı yani, aynen ifa ve gecikmeden doğan zararın tazminini istediği farzedilir.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BORÇLARIN ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE ETKİSİ

I – ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN FİİLİNİ ÜSTLENME (BORÇLUNUN BAŞKASININ EDİMİNİ ÜSTLENMESİ)

BK. md. 128’e göre, üçüncü bir kişinin fiilini (edimini) başkasına karşı üstlenen, bu fiilin gerçekleşmemesinden (edimin yerine getirilmemesinden) doğan zararı ödemekle yükümlüdür.
Üçüncü kişinin fiilini üstlenmeden bahsedebilmek için aşağıdaki koşulların varlığı gerekir:
• Alacaklı ile borçlu arasında bir borç ilişkisinin kurulmuş olması
• Borçlunun alacaklıya kendi edimini değil, başkasının edimini üstlenmiş olması: Örneğin; B, A isimli yağ üreticisi şirkete, C isimli kooperatifin her gün 100 ton süt teslim edeceğini taahhüt etmişse; B isimli seyahat şirketi, A isimli şirkete, C isimli otelin bayram tatilinde 3 gün 10 kişilik yer ayırdığını taahhüt etmişse, başkasının fiilini taahhüt söz konusu olur.
• Üçüncü kişinin edimi ifa etmemesinden doğacak zararların tazmin edileceğinin üstlenilmesi
Üçüncü kişinin edimini borçlanmada, borçlu, başka bir kişinin edimini onun temsilcisi sıfatıyla hareket etmeksizin, kendi adına ve hesabına yaptığı bir sözleşme ile üstlenmektedir. Edim yerine getirilmezse, bundan doğacak zarardan, edimi üstlenilen üçüncü kişi değil, fakat onun edimini üstlenen kimse sorumlu olacaktır.
Başkasının edimini borçlanma bir tür garanti sözleşmesidir. Bu sözleşmenin geçerliliği bir şekle tabi değildir.
Başkasının edimini borçlanmada, kefalet sözleşmesinden farklı olarak, başkasının edimini üstlenen kimsenin borcu bağımsız bir borçtur. Bu nedenle başkasının edimini borçlanmadan söz edebilmek için, edimi üstlenilen üçüncü kişinin, edimi ifa borcu altında bulunması gerekmez. Örneğin bir kimsenin, annesinin daireyi belli bir tarihte boşaltacağını aksi takdirde maktu bir tazminat ödeyeceğini kiralayana taahhüt etmesinde, üçüncü kişinin fiilini üstlenme söz konusu olacaktır.
Başkasının edimini borçlanmada, üçüncü kişinin edimi kararlaştırılan zamanda yerine getirmemesi halinde, borçlu, diğer tarafın müsbet (olumlu) zararını ödemekle yükümlüdür.

II – ÜÇÜNCÜ KİŞİ YARARINA SÖZLEŞME

Bir sözleşmede, borçlu, kural olarak, edimini alacaklıya ifa eder. Ancak BK. md. 129’a göre, kendi adına sözleşme yapan kişi, sözleşmeye üçüncü kişi yararına bir edim yükümlülüğü koydurmuşsa, edimin üçüncü kişiye ifa edilmesini isteyebilir. Bu durumda üçüncü kişi yararına sözleşme söz konusu olur. Örneğin A otomobilini B’ye satmıştır. A ile B arasındaki sözleşme uyarınca, B, otomobilin bedelini A’ya değil C’ye ödeyecektir. Başkası yararına yapılan hayat ve kaza sigortaları da bu niteliktedir.
Başkası yararına sözleşmelerde, yararına sözleşme yapılan üçüncü kişinin medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olması gerekmez.
Başkası yararına yapılan sözleşmelerde, üçüncü kişinin hakkı taraflar arasındaki sözleşmeden doğduğu için, borçlu, alacaklıya karşı ileri sürebileceği bütün def’i ve itirazları üçüncü kişiye karşı da ileri sürebilir.

A) EKSİK ÜÇÜNCÜ KİŞİ LEHİNE SÖZLEŞME
Bu sözleşmede üçüncü kişi borcun ifasını talep edemez, yalnızca kendisine yapılacak ifayı kabule yetkili olur. Başkası yararına sözleşmeler aksi kararlaştırılmamışsa eksik üçüncü kişi lehine sözleşmedir. İfa, asıl alacaklı tarafından talep ve dava edilebilir. Örneğin, A ile B arasında yapılan bir kira sözleşmesi ile, kiralanan evde C’nin oturacağının kararlaştırılmasında olduğu gibi.

B) TAM ÜÇÜNCÜ KİŞİ LEHİNE SÖZLEŞME
Bu tür sözleşmelerde borcun ifasını üçüncü kişi de isteyebilir. Tam üçüncü kişi lehine sözleşmelerde, üçüncü kişi borcun ifasını talep hakkını kullanmak istediğini borçluya bildirmişse, alacaklı, artık borçluyu ibra edemez. Örneğin, motorlu araç işleten M, S sigorta şirketiyle zorunlu mali mesuliyet sigortası sözleşmesi yapmıştır. M’ye ait aracın yapmış olduğu kazada Y yaralanmıştır. Bu durumda Y’nin uğradığı zarar sigorta kapsamında kalmak kaydıyla S tarafından tazmin edilecektir.




















DÖRDÜNCÜ KISIM


BORÇLARIN
SONA ERMESİ


BİRİNCİ BÖLÜM

GENEL OLARAK

Borcun normal sona erme sebebi “ifa”dır. Bunun dışında borcu sona erdiren sebepler BK. md.131 vd. düzenlenmiştir. Bunlar; yenileme, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi, ifa imkansızlığı, takas, zamanaşımı ve ibradır.
Borcun ifa veya diğer herhangi bir nedenle sona ermesiyle borçlu borcundan kurtulur, borçlunun ifa yükümlülüğü ve sonuç olarak alacaklının talep hakkı ortadan kalkar.
Asıl borç sona erince, kefalet, rehin ve diğer fer’i haklarda sona erer.


İKİNCİ BÖLÜM

BORCUN SONA ERME SEBEPLERİ

I - İFA (ifayı 3. kısımda anlatmıştık)

II – İBRA
İbra, alacaklı ile borçlu arasında yapılan bir SÖZLEŞME İLE, alacaklının hakkından vazgeçmesi, borçluyu edimi yerine getirmeden borcundan kurtarmasıdır.
İbra, alacaklının alacak hakkını ortadan kaldıran bir işlem olduğu için, borç doğuran bir sözleşme değil, tasarrufî bir işlemdir. Bu nedenle ibranın geçerli olabilmesi için, alacaklının fiil ehliyetine sahip olması ve alacağı üzerinde tasarruf yetkisinin bulunması gerekir. Örneğin, alacaklı iflâs etmişse, borçluyu ibra edemez.
İbra, alacaklının tek taraflı bir hukuki işlemi değil, sözleşmedir. Bu nedenle borçlunun katılmadığı bir ibra işlemi borcu sona erdirmez. Bu yönüyle ibra, tek taraflı bir hukuki işlem olan vazgeçmeden farklıdır. İbra sözleşmesi şekle bağlı değildir.
Alacaklı borçluyu aslı ve fer’ileriyle borçtan kurtarma iradesine sahip olmalıdır. Alacaklı borçluyu borçtan kurtarmayıp, borcun koşullarını değiştirme iradesine sahip ise, ibradan söz edilemez. Örneğin, yüklenici B, inşaatı zamanında teslim etmediği için, iş sahibi ona ek süre vermiş ya da bundan böyle gecikilen her gün için cezai koşul konusunda bir anlaşma yapmış ise, ibra değil, sözleşmenin değiştirilmesi ya da borcun yenilenmesi söz konusu olur.
Alacaklının, borçluyu, borcun tamamından kurtarması zorunlu değildir. Borçlu, borcun bir kısmı için de ibra edilebilir.
İbra, ile birlikte asıl borç tamamen veya kısmen fer’ileriyle son bulur. İbra sözleşmesi borcun sadece fer’ileri için yapılmışsa, asıl borç bundan etkilenmez, yani son bulmaz.

III – YENİLEME

Yenileme, mevcut bir borcun, yeni bir borç meydana getirilerek sona erdirilmesidir. Yenilemeden bahsedebilmek için:

A) GEÇİRLİ BİR BORÇ MEVCUT OLMALIDIR

B) YENİ, GEÇERLİ BİR BORÇ MEYDANA GELMELİDİR

C) TARAFLARIN YENİLEME NİYETİ OLMALIDIR
BK. md. 133/II’de, sözleşmeyle aksi kararlaştırılmadıkça, kendiliğinden yenileme sayılmayacak bir kısım işlemler belirtilmiştir. Buna göre, mevcut bir borç için kambiyo taahhüdünde bulunmak veya yeni bir alacak senedi vermek veya yeni bir kefaletname imza etmek yenileme niteliğinde değildir.
Bir borç ilişkisinde taraf değişimi de yenileme olarak nitelendirilemez. Bu nedenle, alacağın devri, borcun üstlenilmesi, yenileme değildir.
BK. md.134’e göre bir alacağın cari hesaba kaydedilmesiyle borç yenilenmiş sayılmaz. Borç, ancak, hesap kesilip, çıkan bakiye karşı tarafça kabul olununca yenilenmiş olur.
Yenileme ile eski borç ve buna bağlı yan borçlar da sona erer. Yenileme ile yeni bir borç doğar. Bu yeni borç sona eren eski borçtan bağımsızdır. Eski borca ilişkin def’iler, yeni borç için geçerli değildir, ileri sürülemez.
Yeni borç için teminat verilmek isteniyorsa, alacağı güvence altına alan yan hakların yeniden kurulması gerekir.
Yeni alacak (borç) için, yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlar.

IV – ALACAKLI VE BORÇLU SIFATLARININ BİRLEŞMESİ

Alacaklılık ve borçluluk sıfatlarının bir kişide birleşmesiyle borç sona erer. Alacak ve borcun aynı kişide birleşmesi, ölüm (mirasçılık) veya sağlararası bir hukuki işlemin sonucu olabilir. Örneğin alacaklının, borçlunun ölümüyle onun mirasçısı olması veya bir işletmenin bütün aktif ve pasif ile devralınması ve devralanın, devraldığı işletmeye bir borcunun bulunması veya alacaklının alacağını borçluya devretmesi hallerinde alacaklılık ve borçluluk sıfatları aynı kişide birleşmiş olur. Birleşmenin ortadan kalkmasıyla borç yeniden doğar. Örneğin, mirasçının mirası reddetmesiyle birleşme ortadan kalkar.

V – KUSURSUZ İMKÂNSIZLIK

Borçluya yüklenemeyen haller nedeniyle borcun ifası mümkün olmazsa borç sona erer. Borcun ifasında imkânsızlık iki ayrı zamanda söz konusu olabilir. Sözleşmenin yapılmasından önce edimin ifası objektif olarak (yani herkes için) imkânsızsa, sözleşme geçersizdir.
Buna karşılık, geçerli olarak meydana gelmiş bir sözleşmeden doğan borcun ifası, sözleşmenin yapılmasından sonra imkânsız hale gelmişse, hukuki durum ifa imkânsızlığında borçlunun kusurlu olup olmamasına göre değişir:
İfa imkânsızlığı borçlunun kusuru ile meydana gelmişse, edimin yerini tazminat borcu alır ve borçlu, alacaklının hakkını elde edememesinden doğan zararını ödemekle yükümlü olur.
İfa imkânsızlığı borçluya yüklenemeyen haller nedeniyle, diğer bir deyişle, borçlunun kusuru olmaksızın meydana gelmişse, borç sona erer. Borçlu borcundan kurtulur ve kural olarak alacaklıya bir tazminat ödemez. Ancak borçlu ifanın imkânsızlığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almaz ise bundan doğan zararları gidermek zorunda kalır. Yine, kusursuz imkânsızlık halinde dahi borçlunun tazminat ödemekle yükümlü olacağını öngören sözleşmeler geçerlidir.
Borcun sona ermesine neden olan kusursuz imkânsızlık (malın yanmasında olduğu gibi) maddi bir olaydan veya (ithal yasağında, kamulaştırmada olduğu gibi) hukuki bir nedenden doğabilir.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, kusursuz imkânsızlık nedeniyle borcundan kurtulan borçlu diğer taraftan karşı edimin ifasını isteyemez. Diğer taraf borcunu daha önce ifa etmişse, borçlu almış olduğu şeyleri sebepsiz zenginleşme kuralları uyarınca geri vermekle yükümlüdür.

VI – TAKAS

Takas, iki kişi arasındaki aynı cinsten karşılıklı borçların, bunlardan birinin tek taraflı beyanıyla sona erdirilmesidir. Takas beyanının kendisine bağlanan sonuçları doğurabilmesi için kural olarak diğer tarafın onayına ve bir ön takas anlaşmasına ihtiyaç yoktur.
Takas, ulaşması gerekli tek taraflı bir hukuki işlem ve aynı zamanda yenilik doğuran bir haktır. Takas mahkeme dışında yapılacak bir beyan ile olabileceği gibi, yargılama sırasında def’i veya karşılık dava şeklinde de ileri sürülebilir. Takas bildiriminin geçerliliği bir şekle bağlı değildir. Takas hakkından önceden feragat edilebilir.

A) TAKASIN ŞARTLARI


1- Karşılıklı Alacaklılık ve Borçluluk
2- Karşılıklı Borçların Özdeş Olması
3- Karşılıklı Borçların Her İkisinin de Muaccel Olması
4- Takas Hakkından Önceden Feragat Edilmemiş Olması
5- Takasın İleri Sürülmesi
B) TEK TARAFLI BEYANLA TAKAS EDİLEMEYEN ALACAKLAR

BK. md.144’e göre aşağıdaki borçlar, alacaklının rızası olmaksızın takas yoluyla sona erdirilemez:
1- Tevdi edilmiş eşyanın geri verilmesine veya bedeline ilişkin alacaklar.
2- Haksız olarak alınmış veya aldatma sonucunda alıkonulmuş eşyanın geri verilmesine veya bedeline ilişkin alacaklar.
3- Nafaka ve işçi ücreti gibi, borçlunun ve ailesinin bakımı için zorunlu olup, özel niteliği gereği, doğrudan alacaklıya verilmesi gereken alacaklar.

C) TAKASIN SONUÇLARI
Takas beyanının karşı tarafa ulaşmasıyla karşılıklı borçlar, takas edilebilecekleri andan itibaren, daha az olan borcun tutarı oranında sona ermiş sayılır. Böylece, takas beyanı, borçları geriye yürüyen bir şekilde sona erdirir.

VII – ZAMANAŞIMI

A) KAVRAM, HUKUKİ NİTELİĞİ, KÖTÜYE KULLANILMASI

Zamanaşımı, belli bir süre içinde hakkını talep etmemiş bulunan alacaklının, alacağını dava yoluyla elde etme olanağını kaybetmesidir.
Borcun zamanaşımına uğramasıyla, borç (alacak) sona ermez. Ancak zamanaşımı, alacaklının, alacağını dava yoluyla elde etme olanağı ortadan kaldırır. Yani zamanaşımına uğramış bir borç, ifa edilebilen, fakat dava edilemeyen bir eksik borçtur. Zamanaşımına uğramış bir borç ifa edilirse, ifa geçerlidir, bir bağışlama veya alacaklı yönünden bir sebepsiz zenginleşme söz konusu değildir. Borçlu, borcun zamanaşımına uğradığını bilmediğini, bu nedenle yanılarak ödemede bulunduğunu ileri sürerek verdiğini geri isteyemez.
Zamanaşımı hukuki açıdan def’i niteliğindedir. Borçlunun zamanaşımı def’inde bulunması, kural olarak hakkın kötüye kullanılması niteliğinde değildir.

B) ZAMANAŞIMININ UYGULAMA ALANI

Bütün alacak hakları, kural olarak zamanaşımına uğrarlar. Ancak, ayni haklara dayanan davalar zamanaşımına tabi değildir. Örneğin mülkiyet hakkına dayanan tapu sicilindeki kaydın düzeltilmesi davası mülkiyet hakkı devam ettiği sürece açılabilir.
Alacağın bir taşınır rehni ile garanti edilmiş olması, alacağın zamanaşımına uğramasını engellemez. Fakat alacaklı rehinden hakkını elde etme yetkisini korur. Yani, alacak zamanaşımına uğrasa bile, alacaklı rehni paraya çevirtme yoluyla alacağını elde edebilir. Ancak taşınmaz rehniyle temin edilmiş alacaklar zamanaşımına uğramazlar.
Diğer yandan, aciz vesikasına bağlanmış alacaklar 20 yıl boyunca zamanaşımına uğramazlar.

C) BİR ALACAĞIN (BORCUN) ZAMANAŞIMINA UĞRAMASININ ŞARTLARI

1- Muaccel Bir Alacağın (Borcun) İfa Edilmemiş Olması

2-Kanunda Belirtilen Zamanaşımı Sürelerinin Geçmiş (Dolmuş) Olması
• Kanunda başka bir zamanaşımı süresi öngörülmüş olmadıkça her alacak 10 yıllık zamanaşımına tabidir.
• BK. md.147’de belirtilen alacak ve haklar için zamanaşımı 5 yıldır.
• Haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmeden doğan davalarda 2 yıllık zamanaşımı süreleri vardır.
BK’ya göre, sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu zamandan itibaren işlemeye başlar.
Zamanaşımı süresinin hesabında, zamanaşımının başladığı gün dikkate alınmaz ve zamanaşımı ancak alacağı talep hakkı sürenin son günü kullanılmaksızın geçerse, gerçekleşmiş olur.
3-Zamanaşımının Durmamış Olması
Zamanaşımının durması (tatili) alacağın istenmesini güçleştiren veya imkânsız kılan bazı sebepler nedeniyle zamanaşımının işlememesidir. Zamanaşımını durduran sebeplerden birinin varlığı halinde, zamanaşımı işlemeye başlamaz, daha önce işlemeye başlamışsa, işlemesi durur. Zamanaşımını durduran sebepler ortadan kalkınca, sebebin ortadan kalktığı günün bitiminde zamanaşımı süresi kaldığı yerden işlemeye başlar.
BK. md. 153’e göre, aşağıdaki hallerde zamanaşımı işlemez ve işlemeye başlamışsa işlemesi durur:
• Velayet devam ettiği sürece çocukların ana veya babalarına karşı olan alacakları için;
• Vesayet devam ettiği sürece, vesayet altında bulunanların, vesayet makamının zimmetinde olan alacakları için;
• Evlilik süresince eşlerden birinin ötekinden olan alacakları için;
• İş sözleşmesi süresince ev işlerinde çalışan hizmetçilerin kendilerini çalıştıranlardan alacakları için;
• Borçlunun alacak üzerinde bir intifa hakkı bulunduğu sürece;
• Alacağı Türk mahkemelerinde ileri sürme olanağının bulunmadığı sürece;
• Alacaklı ve borçlu sıfatı birleşmiş ise birleşmenin ortadan kalkacağı tarihe kadar geçecek süre boyunca.

4-Zamanaşımının Kesilmemiş Olması
Zamanaşımının kesilmesi, borçlunun veya alacaklının veya hâkimin belli fiillerinin sonucunda, işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin yanması ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır. Zamanaşımını kesen sebepler şunlardır:

a) Zamanaşımının Borçlunun Bir Fiili İle Kesilmesi
Borçlu borcu ikrar ederse (tanırsa), özellikle faiz veya borcuna sayılmak üzere bir miktar para veya rehin veya kefil verirse zamanaşımı kesilir.

b) Zamanaşımının Alacaklının Bir Fiili İle Kesilmesi
Alacaklı, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurarak veya icra takibinde bulunarak veya iflas masasına müdahale ederek hakkını isterse zamanaşımı kesilir.

c) Zamanaşımının Yargılama veya Takibe İlişkin Bir İşlem veya Yargıcın Kararı İle Kesilmesi
Bir dava veya def’i ile kesilmiş bulunan zamanaşımı, dava süresince iki tarafın yargılama ile ilgili her işleminden veya yargıcın her emir ve kararından sonra kesilir ve yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımı, icra takibi ile kesilmişse, bu takip ile ilgili her işlemden sonra yeniden işlemeye başlar.
Zamanaşımı kesilince, kesilmeden itibaren yeni bir süre işlemeye başlar. Bu süre, kesilen eski zamanaşımı süresinin aynıdır. Borç bir senetle ikrar edilmiş (tanınmış) veya kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit olmuşsa, kesilen süre daha kısa olsa bile, yeni zamanaşımı süresi daima 10 yıldır.
• Zamanaşımı müteselsil borçlulardan birine karşı kesilince, ötekine karşı da kesilmiş olur.
• Zamanaşımı bölünemeyen bir borcun borçlularından birine karşı kesilince diğerlerine karşı da kesilmiş olur.
• Zamanaşımı asıl borçluya karşı kesilince, kefile karşı da kesilmiş olur. Fakat, zamanaşımı kefile karşı kesilince, asıl borçluya karşı kesilmiş olmaz.

D) ZAMANAŞIMI SÜRELERİ KESİNDİR
BK’nun “Borçların Sona Ermesi” bölümünde öngörülen zamanaşımı sürelerinde sözleşme ile değişiklik yapılamaz. Yani, zamanaşımı sürelerini kısaltan veya uzatan sözleşmeler geçersizdir.

E) ZAMANAŞIMINDAN VAZGEÇME
Zamanaşımından önceden feragat (vazgeçme) geçersizdir. Fakat borçlu, zamanaşımı süresinin dolmasından sonra, tek taraflı bir irade beyanıyla zamanaşımından vazgeçebilir.



















BEŞİNCİ KISIM


BORÇ İLİŞKİSİNDE
ÖZEL DURUMLAR

BİRİNCİ BÖLÜM

MÜTESELSİL BORÇLAR

I – BORÇLULAR ARASINDA TESELSÜL

A) KAVRAM VE ŞARTLARI
Borçlular arasında teselsül, borçlulardan her birinin, sözleşme veya kanun uyarınca alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olduğu, fakat borçlulardan birinin borcu ifa etmesi ile diğerlerinin de borçtan kurtulduğu bir birlikte sorumluluk durumudur. Borçlular arasındaki teselsüle öğretide “pasif teselsül” denir.
Borçlular arasında teselsülde, alacaklı, borçlulardan her birine karşı birbirinden bağımsız alacak haklarına sahiptir. Ancak borç bir defa ifa edileceğinden, borcun bir defa ifasıyla bütün alacaklar (borçlar) sona ereceğinden, bu alacak hakları, alacaklının mal varlığında tek alacak olarak yer alır.

B) MÜTESELSİL BORCUN KAYNAKLARI
Borçlular asasında teselsül, bir hukuki işlemden (genellikle sözleşmeden) veya yasadan kaynaklanır. Ticari işlerin dışında, müteselsil borçluluk karinesi yoktur. Alacaklı, borçlular arasında teselsülün varlığını ispat ile yükümlüdür.

1- Sözleşmeden Doğan Müteselsil Borçluluk
Sözleşmeden doğan müteselsil borçlarda, teselsül, tarafların iradesine dayan¬dığından buna "rızai teselsül" adı da verilmektedir.
Borçlular ile alacaklı arasında müteselsil borcun varlığına ilişkin iradenin sözleşmeden açık bir şekilde anlaşılması gerekir. Zira, müteselsil borç istisna olup, bu iradenin açıkça anlaşılmadığı hallerde, birden fazla borçlu arasında asıl olan kısmî borçluluktur. Bu nedenle, şüphe halinde müteselsil borcun değil, kısmî bor¬cun varlığı kabul edilmelidir.
Borçtan dolayı müteselsilen sorumlu olma iradesi, bu yönde beyanda bulu¬nan borçlular için geçerlidir. Bu nedenle, bir borç ilişkisinde birden fazla borçlu olup, bunlardan bir kısmı müteselsilen sorumlu olmayı kabul etmişlerse, teselsül bunlar için söz konusu olacaktır.
Müteselsilen borçlu olma iradesi, geçerlilik şekline bağlı olan sözleşmelerde bu şekle uygun olarak açıklanmış olmalıdır. Örneğin, taşınmaz satış vaadi resmi yazılı geçerlilik koşuluna bağlı bir sözleşmedir. Bu tür bir sözleşmede üç satıcı mevcut ise, bunların sözleşmeye aykırı davranışlarından doğan zararlardan müteselsilen sorumlu tutulabilmeleri için, resmi senette satıcıların müteselsilen sorumlu olmayı kabul etmiş olmaları gerekir. Sözleşme geçerlilik şekline bağlı değilse, borçluların müteselsilen sorumlu olduklarına ilişkin iddianın ispatı genel hükümlere tâbidir.

2- Kanundan Doğan Müteselsil Borçluluk
Müteselsil borcun ikinci kaynağını kanun oluşturur. Tarafların sözleşme ile müteselsil borçluluğu öngörmedikleri hallerde, kanun koyucu istisnaî durumlarda borçluların borçtan dolayı müteselsilen sorumlu olacaklarını kabul edebilir. Bu durumda, kanundan doğan teselsülden, yani "kanunî teselsül"den söz edilir.
Kanundan doğan müteselsil borçluluk hali de istisnaî bir borçluluk türüdür. Taraflar arasında sözleşme ile kararlaştırılmış bir müteselsil borçluluk hali mevcut değil ve yasada da istisnaî olarak böyle bir sorumluluğa yer verilmemiş ise, yine asıl kural olan borçluların borçtan dolayı payları oranında kısmen sorumlu olma¬larıdır. Kanundan doğan müteselsil borçluluğun örnek¬leri şunlardır:

a) Haksız fiillerden sorumlulukta müteselsil borçluluk
BK. md. 61’e göre, aynı zarara birden fazla kişi ortak kusurlarıyla sebebiyet vermişlerse (örneğin, iki otomobilin çarpışması sonucu bir yayanın zarar görmesi), kazaya sebebiyet veren otomobillerin sürücüleri zarardan müteselsilen sorumludurlar.

b) Ticarî borçlarda teselsül karinesi
TTK'ya göre birden fazla borçlu bir ticarî borç altına girmişlerse, aksi kararlaştırılmadığı sürece, borçlular müteselsilen sorumludurlar.
c) Mirasçılar, miras bırakanın borçlarından dolayı MK. m. 641’e göre müteselsil sorumludur.

d) 4077 sayılı TKHK. md. 4’e göre, satılan bir malın ayıplı çıkmasından dolayı doğan zarardan tüketiciler, satıcı, bayi, acente, imâlatçı- üretici ve ithalatçıyı birlikte müteselsilen sorumlu tutabilecektir.

e) BK. md. 202’ye göre, bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile üstlenen kimse ile borçlu 2 yıl süre ile işletmenin borçlarından dolayı müteselsilen sorumlu olurlar.

f) BK. md. 382’ye göre bir şeyi birlikte kullanmak için ödünç alanlar müteselsil sorumludurlar.

g) BK. md.511’e göre, birlikte vekâlet verenlerle, vekâleti kabul edenler müteselsil sorumludur.

h) BK. md. 567 uyarınca, saklanacak eşyayı birlikte teslim alanlar müteselsil sorumludur.

C) ALACAKLI İLE MÜTESELSİL BORÇLULAR ARASINDAKİ İLİŞKİLER

1- Müteselsil Borçluların Sorumluluğu
BK. md. 163’e göre, alacaklı, borcun tümünün veya bir bölümünün ödenmesini, dilerse müteselsil borçluların hepsinden birden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borcun tümü ödeninceye kadar bütün borçluların sorumluluğu devam eder.
BK. m. 168/II’ye göre; alacaklı diğerlerinin zararına olarak borçlulardan birinin durumunu iyileştirirse, bunun sonuçlarına katlanır. Dolayısıyla, alacaklı müteselsil borçlulardan biri ve bir kısmı ile anlaşmak suretiyle, bunların durumunu, diğer borçluların zararına olarak iyileştiremez.
Alacaklının müteselsil borçlulardan birine dava açması veya icra takibi yapması diğerlerine başvurma hakkını ortadan kaldırmaz.
Müteselsil borçlulardan birine yapılan temerrüt ihtarı, borçları muaccel olan diğer müteselsil borçluların da temerrüde düşmesine yol açmaz.

2- Borçlulardan Birinin Bireysel Davranışlarıyla Diğerlerinin Durumunu Ağırlaştıramaması
Aksine sözleşme yapılmadıkça, müteselsil borçlulardan biri kendi kişisel eylemiyle diğer borçluların durumunu ağırlaştıramaz. Örneğin;
• Müteselsil borçlulardan birinin alacaklı ile yapılan sözleşmeyi sonradan değiştirerek faiz ödemeyi kabul etmesi veya cezai koşul öngörmesi diğer müteselsil borçluları bağlamaz.
• Müteselsil borçlulardan birinin zamanaşımından feragat etmesi diğer müteselsil borçlulara karşı ileri sürülemez
• Borçlulardan biri kusuruyla edimin ifasını imkânsız hâle getirirse BK. m. 112 gereğince sorumludur. Bu durumda diğer borçlular için edimin ifası kusursuz olarak imkânsız hâle geldiğinden, borçları sona erecektir.

3- Müteselsil Borçlulara İlişkin İtiraz ve Def’iler
Müteselsil borçlulardan her biri borcun ifasını isteyen alacaklıya karşı, gerek müteselsil borcun nedeni veya konusundan doğan ortak def’i ve itirazları, gerekse alacaklı ile kendi arasındaki kişisel ilişkilerden doğan def’i ve itirazları ileri sürebilir. Örneğin, müteselsil borçlu, alacaklıya karşı, müteselsil borçluluğu doğuran sözleşmenin şekil noksanı veya alacaklının ehliyetsizliği nedeniyle geçerli olmadığını veya sözleşmenin konusunun ahlaka aykırı bulunduğunu ileri sürerek veya şartları varsa ödemezlik def’ine dayanarak ifadan kaçınabilir.
Buna karşılık, müteselsil borçlu, alacaklıya karşı diğer müteselsil borçlulara ilişkin kişisel itiraz ve def’ileri ileri süremez. Örneğin, bir müteselsil borçlu, alacaklıya karşı, diğer müteselsil borçlunun sözleşmenin yapıldığı sırada ehliyetsiz olduğunu ileri süremez.
Müteselsil borçlu, alacaklıya karşı, bütün müteselsil borçlulara ilişkin ortak def’i ve itirazları ileri sürmekle yükümlüdür. Aksi takdirde onlara karşı sorumlu olur, yani ortak itiraz ve def’ilere dayanarak borçtan kurtulabileceği oranda onlara rücu hakkını kaybeder.
Diğer yandan müteselsil borçlunun, alacaklıya karşı sahip olduğu kişisel def’ileri ileri sürmeyerek borcu ödemek zorunda kalması, diğer müteselsil borçlulara karşı rücû hakkının kaybolmasına yol açmaz. Örneğin, müteselsil borçlulardan biri hataya düştüğünü ileri sürüp iptal edebileceği borç ilişkisine icazet verip alacaklıya ifada bulunmuş olsa da, diğer borçlulara rücu hakkını kaybetmez.
D) MÜTESELSİL BORÇLULAR ARASINDAKİ İLİŞKİLER
• Müteselsil borçlulardan her biri, alacaklıya yapılan ödemeden eşit bir payı üzerine almak zorundadır. Yani, alacaklıya payından fazla ödemede bulunan müteselsil borçlu, payını aşan kısım için diğer borçlulara başvurabilir. Diğer müteselsil borçlulardan her biri, ödemede bulunan borçluya karşı ancak kendi payı ile sorumludur.
• Müteselsil borçlulardan biri, ödeme veya takas ile borcun tümünü veya bir bölümünü sona erdirmişse, sona eren borç oranında öteki müteselsil borçlularda kendiliğinden borçtan kurtulur. Bu durumda alacaklı tatmin edilerek borç sona erdirildiğinden, alacaklıyı tatmin eden müteselsil borçlu iç ilişkide diğer müteselsil borçlulara rücû edebilecektir.
• Müteselsil borçlulardan birinden alınamayan miktarı, diğer borçlular eşit olarak üstlenmekle yükümlüdürler.
• Alacaklının, borçlulardan biriyle yaptığı ibra sözleşmesi, diğer borçluları da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payı oranında borçtan kurtarır. İbra edilen müteselsil borçlu, diğer müteselsil borçlulara başvuramaz. Çünkü alacaklıya herhangi bir ödeme yapmamıştır.
• Borcun bir kısım borçlular için zamanaşımına uğraması sadece bu borçluyu borçtan kurtarır; diğer borçluları etkilemez.
• Zamanaşımı müteselsil borçlulardan birine karşı kesilince, ötekine karşı da kesilmiş olur.
• Rücu hakkından yararlanan müteselsil borçlulardan her biri, ödemiş olduğu miktar oranında alacaklının haklarına halef olur.

II – ALACAKLILAR ARASINDA TESELSÜL

Alacaklılar arasında teselsül, birden çok alacaklının varlığı hâlinde, alacaklılardan her birinin borcun tümünün ifasını isteyebilmesini, ancak alacaklılardan birine ifada bulunan borçlunun bütün alacaklılara karşı borçtan kurtulmasını ifade eder.
Alacaklılar arasındaki teselsüle öğretide “aktif teselsül” denir. Alacaklılar arası teselsül bir hukuki işlemden veya yasadan kaynaklanır. Örneğin, bankalarda açılan ve hesap sahiplerinden her birine paranın tamamını çekme olanağı veren müşterek hesaptır.
Müteselsil alacaklılardan birine ödemede bulunan borçlu bütün alacaklılara karşı borcundan kurtulur. Alacaklılardan birinin icraya veya mahkemeye başvurduğu kendisine bildirilmedikçe, borçlu alacaklılardan dilediğine ödemede bulunabilir.


İKİNCİ BÖLÜM

ALACAĞIN DEVRİ (TEMLİKİ)

I – GENEL OLARAK
Alacaklı borçlunun rızasını aramaksızın, alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir. Alacağın devri ile birlikte, alacaklı değişir, alacak devralana geçer. Alacağı devreden borcun ifasını isteyemez, bu hak yeni alacaklınındır. Alacağın devrinin de bir sebebi vardır. Bu sebep borcun ifası, bağışlama veya bir alacak hakkı kazanmak olabilir. Alacak tahsil edilmesi için veya teminat amacıyla da devredilebilir. Bu takdirde inançlı devir söz konusudur.
Alacak, kural olarak, alacaklının isteği ile ve yazılı bir sözleşmeyle başkasına devredilir.

II – ALACAĞIN DEVRİNİN ŞARTLARI

A) YAZILI SÖZLEŞME
Alacak, devredenle devralan arasında yapılan bir sözleşme ile devredilir. Devrin geçerli olabilmesi için borçlunun onayı gerekmez.
Alacağın devrini gösteren sözleşmenin geçerliliği yazılı şekilde yapılmış olmasına bağlıdır. Alacağın devri halinde, devreden, alacak senedini alacağı devralana vermekle yükümlüdür.
Alacaklı, aynı alacağı, iki ayrı kişiye devretmişse, ikinci devir geçersizdir. Alacağı daha sonra devralan önceki devri bilmese, iyiniyetli olsa dahi hukuki durum değişmez.

B) DEVRİN YASAKLANMAMIŞ OLMASI
Alacağın devri, kanun veya sözleşme hükümleri ya da işin niteliğine göre, devrin yasaklanmamış olması durumunda mümkündür.
Bazı alacakların, borçlunun onayı olmaksızın devrini kanun yasaklamıştır. Örneğin, BK. md. 380 uyarınca, ödünç alan, ödünç konusunu başkasına kullandıramaz (devredemez).
Alacaklı ve borçlu arasında yapılacak bir sözleşme ile alacağın devredilemeyeceği kararlaştırılabilir. Buna rağmen alacak devredilirse, devralan iyiniyetli olsa bile devir geçersizdir.
Borcun niteliğinin, ifanın bizzat alacaklıya yapılmasını gerektirdiği hallerde de alacak başkasına devredilemez. Örneğin, nafaka alacakları başkasına devredilemez.

III – ALACAĞIN DEVRİNİN HUKUKİ SONUÇLARI
Alacak, borçlu haberdar edilmeksizin devredilmişse, iyiniyetle eksi alacaklıya ödemede bulunan borçlunun borcu sona erer.
Devrin geçerli olup olmadığı, diğer bir deyişle, kimin alacaklı olduğu konusunda, eski alacaklı ile alacağın kendisine devredildiğini iddia eden kişi arasında anlaşmazlık varsa, borçlu, taraflardan birine ödemede bulunmaktan kaçınabilir ve alacağı mahkemeye veya mahkemenin göstereceği yere yatırmak suretiyle borcundan kurtulabilir. Borçlu, alacağın çekişmeli olduğunu bildiği halde taraflardan birine ödemede bulunursa, bunun tehlike ve zararına katlanır.
Borçlu, alacağın devredildiğini öğrendiği zaman, devredene karşı sahip olduğu def’i ve itirazları, alacağı devralana karşı da ileri sürebilir.
Alacak bir edim (bedel) karşılığında devredilmişse, alacağı devreden kimse, alacağın devir zamanında varlığını ve borçlunun ödeme güçsüzlüğünü, aksi kararlaştırılmadıkça, devralana garanti etmiş sayılır. Yani alacak bir edim karşılığında devredilmişse, alacağını devreden kişi devralana karşı, ayrıca bir taahhütte bulunmasına gerek olmaksızın borçlunun ödeme gücünden de sorumludur.
Alacağın devri bedelsiz yapılmışsa, devir, bağışlama niteliğindedir; aksi kararlaştırılmadıkça, devreden, alacağın devir zamanında mevcut olmayışından sorumlu değildir.
Bir alacak ifa yerine veya ifa amacıyla devredilebilir. Tarafların iradesinin kesinlikle tespit edilemediği hallerde, alacağın ifa amacıyla devredildiği kabul edilmelidir. Alacak ifa yerine devredilmişse, bu normal ifanın sonuçlarını doğurur. İfa edilmesi istenen borç sona erer. İfa yerine devredilen alacağın mevcut olmadığı anlaşılırsa, devreden, bedel karşılığı devre ilişkin hükümlere göre bundan sorumlu olur.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BORCUN ÜSTLENİLMESİ (NAKLİ)

I – GENEL OLARAK
Bir borç ilişkisi kurulduktan sonra borçlunun yerine yeni bir borçlunun geç¬mesi gereksinimi ortaya çıkabilir. Borç ilişkisi kurulduktan sonra borçlunun, eko¬nomik, mali, kişisel veya ailesel durumlarında meydana gelen değişiklikler, borca uygun hareket etmesini ve borcu ifa etmesini engelleyebilir. Bu durumda, alacaklı¬nın borçludan buna rağmen, borcu borç ilişkisine uygun olarak ifa etmesinde ısrar etmesi anlamsız olacağı gibi, borca aykırılıkla ilgili hükümlerden yararlanması kendisi için yarar temin etmeyebilir. Örneğin, Yüklenici B, inşaata başlamış, geçir¬diği trafik kazası sonucu uzun süre çalışamamış, başka işlerini kaybetmesi nedeniy¬le mali sıkıntıya girmiştir; iş sahibi A'nın yükleniciyle olan sözleşmeyi feshetmesi, onu işyerinden uzaklaştırması, işin kalan kısmı için yeniden bir ihaleye ya da B'nin nam ve hesabına yeni bir ihaleye çıkması, gereksiz yere işlerin uzamasına ve zarar¬lara yol açacak ise, yüklenici B'nin yerine bu borcu üstlenecek olan yeni yüklenici C ile aynı sözleşme koşullarında inşaatın devamı konusunda anlaşma yapması daha yararlı olabilir. İşte, bu gibi örnek olaylarda, borcun nakli önemli bir gereksinim olarak karşımıza çıkmaktadır.

II – BORCUN ÜSTLENİLMESİNİN TARAFLARI VE TARAFLAR ARASINDAKİ ANLAŞMALAR

A) BORCUN İÇ ÜSTLENİLMESİ
Borcun üstlenilmesi, öncelikle borçlunun istek ve iradesini gerektirir. Borçlunun iradesi ve isteği dışında borç ilişkisinden uzaklaştırılıp, onun yerine bir başkasının geçmesi mümkün değildir. Alacaklı, borçlunun iradesi olmadan, onun yerine borç ilişkisini bir başkasıyla devam ettirirse, borca aykırı davranmış olur. Örneğin, inşa¬at yapımını üstlenmiş yüklenici B yerine, iş sahibi A, C isimli kişiyi işe devam ettiremez. Aksi halde borca aykırı davranmış olur.
Borcun üstlenilmesinde borçlu, kendisinin yerine aynı koşullarla borç ilişkisine ta¬raf olacak, yani kendisinin yerine borcu üstlenecek yeni bir borçlunun bulunmasına gerek duyar. Borcu üstlenecek kişiyi, ister borçlu isterse alacaklı bulsun, daima borçlu ile borcu üstlenecek kişi arasında bir irade uyuşmasına, yani bir anlaşmaya gereksinim vardır. Bu anlaşma borcun iç üstle¬nilmesi adını alır ve teknik anlamda bir sözleşmedir.
Borcun iç üstlenilmesi anlaşmasının koşullarını taraflar serbestçe kararlaştırabilirler. Borçlunun borcunu üçüncü kişinin niçin üstlendiğini taraflar arasındaki bu anlaşma belirler. Üçüncü kişi, borçlunun borcunu bir bedel (edim) karşılığında üst¬lenmiş olabilir. Örneğin, yüklenici B'nin yarıda bıraktığı inşaatı, iş sahibi A ile anlaşarak, bundan elde edilecek kazancın dörtte birini B’ye vermek üzere, C isimli kişi üstlenmişse.
Borcun iç üstlenilmesine ilişkin anlaşma, yasada herhangi bir geçerlilik şek¬line bağlanmamıştır. Borcun iç üstlenilmesine ilişkin anlaşmanın, karşılık gözetilmeden borçluya bir bağış olarak yapıldığı hallerde, üçüncü kişi, borçluyu, alacaklı ile ya¬pacağı anlaşma ile borçtan kurtarma sözü vermiş sayılır. Bu nedenle, bura¬da bir bağışlama sözü verme olduğu ve bu işlemin de geçerliliği yazılı şekle tabi olduğundan, borcun bu türden iç üstlenilmesinin yazılı şekilde yapılması gerekir.
Borcun iç üstlenilmesinin, borçlunun üçüncü kişiye sağladığı bir bedel kar¬şılığında yapıldığı hallerde, tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme söz konu¬sudur.

B) BORCUN DIŞ ÜSTLENİLMESİ
Borcun iç üstlenilmesi kendi başına borcun üstlenilmesini sağlayamaz. Zira, borcun iç üstlenilmesi, sadece borçlu ile borcu üstlenen arasında hüküm ve sonuç doğuran bir iç ilişkidir. Borcun iç üstlenilmesine ilişkin anlaşmanın alacaklı tarafından ka¬bul ve tasvip edilmesi zorunludur. Alacaklının bu yönde bir irade açıklaması bu¬lunmadığı sürece borcun iç üstlenilmesi borçlu tarafta değişime yol açamaz.
Borcun dış üstlenilmesi, alacaklının, borcu üst¬lenen kişinin borcun iç üstlenilmesi anlaşmasındaki iradesini kabul etmesiyle ger¬çekleşir. Borcun üstlenilmesini sağlayan aşama bu ikinci aşamadır.
Borcun dış üstlenilmesi, borcu üstlenen kişi ile alacaklı arasında yapılan bir sözleşmedir. Burada, borcun iç üstlenilmesi sözleşmesinin borcu üstlenen kişi tarafından ifası söz konusudur. Borcu üstlenen kişi, alacaklı ile borcun dış üstlenilmesi anlaşmasını yaptığı anda, artık borçlu borçtan kurtulur, onun yerini borcu üstlenen kişi alır. Buna göre, borcu üstlenen kişi borçluya karşı borcun iç üstlenilmesi anlaşmasından doğan edimini, alacaklı ile borcun dış üstle¬nilmesi anlaşmasını yaptığı anda ifa etmiş olur.
III – BORCUN ÜSTLENİLMESİNİN HÜKÜM VE SONUÇLARI

A) ALACAKLI BAKIMINDAN
Borcun üstlenilmesi, sadece borçlu tarafta değişime yol açan bir hukuksal işlemdir. Buna göre, borcun üstlenilmesi, borçlu dışında borç ilişkisinin konusunda ve koşullarında bir değişikliğe yol açmaz. Borç¬lunun şahsına bağlı olanlar dışında kalan tüm haklar aynen varlığını devam ettirir¬ler. Alacaklı, borçluya karşı kullanabileceği tüm asli ve fer'i hakları, aynen bor¬cu üstlenen kişiye karşı da ileri sürebilecektir.

B) BORÇLU BAKIMINDAN
Borcun üstlenilmesi sözleşmesinin kurulduğu andan itibaren borçlu sorumluluktan kurtulur. Borçlunun sorumluluğu kural olarak bu andan itibaren ortadan kalkar. Bunun sonucu olarak, borcun üstlenilmesi sözleşmesinin kurulma anına kadarki borçlar¬dan borçlu sorumlu olur. Ancak, alacaklı ile borcu üstlenen kişi arasındaki anlaş¬mayla, borçlunun daha önce muaccel hale gelmiş borçlarından da kurtulacağı, bun¬ların borcu üstlenen kişiye geçeceği kararlaştırılabilir.

C) BORCU ÜSTLENEN (YENİ BORÇLU) BAKIMINDAN
Borç ilişkisinden doğan sorumluluk, borcun üstlenilmesi anlaşmasıyla birlikte, bor¬cu üstlenen kişiye geçer. Borcu üstlenen kişi, sadece sorumluluk değil, borç ilişkisinden doğan sa¬vunma araçlarını da kazanır. Bu savunma araçlarının başında, alacaklıya karşı kullanılabilecek olan def'iler gelir. Borçlunun alacaklıya karşı ileri sürebileceği def iler, borç ilişkisine ilişkin olabileceği gibi, kendi şahsına ilişkin de olabilir. Örneğin; borcun muaccel olmadığı, ödemezlik defi, âdi kefalet sözleşme¬sinde tartışma veya rehnin paraya çevrilmesi defi gibi savunma araçları borcu üstlenen kişiye geçer.
Borçlunun şahsına ilişkin def'iler borcu üstlenen kişiye geçmez.
Borcu üstlenen kişinin alacaklıya karşı ileri süremeyeceği defiler arasında, borçlu ile yaptığı borcun iç üstlenilmesi anlaşmasından kaynaklanan defiler yer alır. Borcun üstlenilmesi anlaşmasının sebebini oluşturan borcun iç üstlenilmesi anlaşma¬sının tarafları, borcu üstlenen ve borçludur. Borç ilişkilerinin nisbîliği ilkesi gere¬ğince, bu ilişkiden doğan haklar ve borçlar üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez. Örneğin; yeni borçlu borcu bir bedel karşılığında üstlenmişse, alacaklıyla borcun üstlenilmesi anlaşmasını yap¬tıktan sonra borçlu bu bedeli ifa etmediği halde, alacaklıya olan borcu ifa etmek zorundadır. Yeni borçlu, alacaklıya "borçlunun borcun üstlenilmesi bedelini ödemediği"ni, yani "ödemezlik defini" ileri süremez.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir