Antik Yunan Tarihi 1.ünite özet

Cevapla
Sevo35
Mesajlar: 1
Kayıt: 20 Mar 2019 19:15
İletişim:

20 Mar 2019 20:35

1.1. Yunanistan’ın Coğrafyası, İklimi ve Doğal Kaynakları
Yunanistan da klasik Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğünü özelikle kuzey kesimde yağışların etkili olduğınu söyleyebiliriz. Yağışlar oldukça düşüktür. Engebeli ve dağlık arazilere sahip olması nedeniyle Yunan şehirleri birbirinden kopuk şehir devletleri halinde yaşamıştır. Ta ki MÖ.300lerde Makedonya ‘nın hegemonyasıyla birlikte bir birlik haline gelebilmiştir.
Yunanistan ın jeolojik yapısı ülke boyunca çeşitlilik gösterir. Toprak tabakasının inceliği insan faaliyetlerini etkilemiştir. Yapılan son araştırmalara göre son 3-4 bin yıl boyunca fazla değişmediğini göstermiştir. Arazinin yapay şekillendirilmesi Tunç çağında beri izlenmektedir.
Yunanistan da kireçtaşı açısından önemlidir. Mermer yatakları bakımından da zengindir. Maki bitki örtüsüne sahiptir.
K.batı kesimleri diğer bölgelere göre daha fazla yağış alıyordu. Dolayısıyla su Yunan şehirleri için çok önemliydi. Hatta Attaleialı Athenaios’un MS 50’de suyun temizliği hakkında bir eser yazmıştır.
Yunan şehirlerinin en önemli avantajı denizle iç içe olmalarıdır .Çok sayıda girintili ve çıkıntılı koylar mevcuttur. Dolayısyla denizcilik oldukça hayatında önemli bir yere sahipti ileride ticaret açısından da önemli olucaktır.
Yunanistan’ın dörtte üçü dağlıktır ve topraklarının sadece %20’si tarıma elverişlidir tarıma uygundur. Nispeten düşük yağış ve uzun kurak yazlar yüzünden ve dağlık bir yapıya sahip olduğundan Yunanistan’da sürekli akan önemli nehir ve ovaların sayısı azdır. Zeytin don olmadığı sürece, asmalar ise kayalık yamaçlarda yetişiyordu. Zeytin; yakacak ve sabun olarak kullanılıyor. Z.yağı yarı lüks bir mal olarak ihraç edilmekteydi. Tahıllar antik Yunanistan’ın en önemli tarımsal ürünüdür. İklim açısından özelikle arpa buğdaya göre daha çok öne çıkmaktadır.
Fakat buğday Yunanlar tarafından daha çok tercih edilmekteydi; Tercih edilme nedeneleri:
1) Fakirler için buğday arpa ya da mısır bulunmadığında veya hasat kötü geçtiğinde alternatif sağlıyorlardı;
2) Fakirler diğer ürünlerden alamadıkları proteini bunlardan tamamlayabiliyordu;
3) baklagiller ekimiyle toprağın nitrojenini telafi etmenin bilinmemesine ve tahıl-baklagil döngüsü yerine tahıl-çıplak nadas döngüsünden daha az kalori vermesine karşın, baklagillerin bir tür “yeşil gübre” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Bunların dışında mercimek, burçak, darı, nohut, bezelye, akdarı da yetiştirilyordu.
Ekilebilir arazinin yaklaşık %5,5’i tahıl için ayrılmıştı ve MÖ 329/328’de 27.bin medimnos (yaklaşık 1000 ton) buğday ve 340 bin medimnos (11.400 ton) arpa üretmişti ve bu da 50-60.000 insanı besleyebilecek bir rakamdı.
Buna ek olarak MÖ 4. yüzyılda her yıl 13.bin kişiyi besleyebilecek 800 bin medimnos (27.000 ton) tahıl -yarısı Karadeniz’den gelmekteydi.Bu yüzden Atina için Boğazlar ile Doğu Akdeniz’in kontrolü hayati önem taşıyordu.
Şarap üzümü; Kafkaslar’da en azından Neolitik dönemden beri mevcuttu ve Yunan dünyasına da Mikenlerle birlikte tam anlamıyla yerleşmiştir. Ünlü Yunan şarapları konusunda ise Athenaios Kos, Khios, Thasos, Ledbos ve Rodos adaları oldukça ünlüdür. Bunlardan bazılarının, özellike Kos şarabının ortak özelliği, şaraba yumuşaklık kazandırmak için deniz suyuyla mayalandırılmalarıdır.
Attika Stelleri sadece badem ve inciri saklanan meyveler olarak kaydetmiştir, fakat elma, armut, nar ve ayva ağaçlarıın yetiştirildiği Theophrastos tarafından nakledilir. Ceviz, fındık, kestane gibi yemişlerin toplanmıştır, ancak bunlar hiçbir zaman geniş tarım alanlarında yetiştirilmemiştir.
Yunanlar zeytin ve incir ağaçlarıyla asmaları aşı dalları, tohum tomurcukları ve çubuk aşısıyla yetiştiriyorlardı.
Yaylacılığın antik Yunan dünyasında çok gelişmiş olmadığı düşünülmektedir. Öte yandan kısa mesafeli yaylacılığın yapıldığına dair ipuçları vardır. Hymettos Dağı balıyla ünlüydü.
Yunanistan’da bazı değerli gümüş madenleri bulunuyordu: Siphnos Adası’nda Arkaik Dönem’de adanın gelişmesini sağlayan zengin gümüş yataklarına sahipti, ama denizin madenleri doldurmasıyla kullanılmaz hâle gelmiştir. Strymon Nehri’nin doğusundaki altın ve gümüş zengini bölge için Yunan şehirleri rekabet etmişlerdir. çok seyrek bakır yatakları mevcuttur. Bunların en önemlileri Makedonya ve Trakya’da bulunuyordu. Bunlardan sonra Euboia ve Lakonia bakır yatakları gelmektedir. büyük ölçüde bakır Kıbrıs’tan ithal ediliyordu. Demir, Kuzeydoğu Anadolu’da modern Ermenistan’a kadar bulunuyordu. Bunun dışında Etruria’dan da demir ithal edilmiştir. Kereste Makedonya, Trakya ya da Troia yakınındaki Ida Dağı’ndan getiriliyordu. Zift ve dayanıklı yelken bezi de Yunanistan’da üretilemiyordu.
1.4. Antik Çağ’da Yunanistan ve Ekoloji
İnsanların doğaya etkisi: sulama kanalları, yol yapımı, yamaçların akaçlanması, madencilik ve ağaç kesimi için topraklarındaki insanları büyük projeleri gerçekleştirmektir. Bütün bunlar ormansızlaşma, vahşi hayatın yok olması, aşırı otlatma, erozyon, su ve ses kirliliğiyle birlikte insan sağlığını etkileyen çeşitli sorunlara yol açmıştır.
Doğanın korunmasını destekleyen dünya görüşleri antik Yunan dünyasında özellikle Pythagoras ve Pythagorasçılardır. Pythagoras’ın hocası Pherekydes dünyanın tek bir yaşayan varlık, Empedokles ise canlı ve zeki olduğunu söylemekteydi. Platon evrenin yaşayan tüm canlıların bir parçası ve doğaya eş bir varlık olduğunu söylemiştir. Gerçek bir yaratılış yerine, sonu ve başı belli olmayan bir döngüden bahsedilebilirdi. Bu fikirler ekolojik düşüncenin felsefi temelini meydana getirmişlerdir.
Aristoteles de canlıların parçası olduğu organik bir bütün hâlindeki evren tasavvurunu ortaya koymuştur.
Pythagorasçılar insanlar da dâhil tüm canlı varlıkların ortak kökleri ve doğal bağları olduğunu savunduklarından hepsine saygı gösterilmesinden yanaydılar.
İnsanlar, toprağın doğal bakıcıları ve bekçileriydiler.
Filozoflar doğal kaynakların yetersizliğinden ziyade sosyal kontrol için şehir nüfusunun sınırlandırılması gerektiğini düşünmüşlerse de Atina çok daha kalabalık bir şehirdi; belki 100.000 sakini vardı.
Filozoflar bir şehrin kendine yeter, yani doğal kaynaklarını kendi egemenlik alanından elde etmesini savunuyorlardı, ancak bu Atina’da hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.
Mesela zeytinlik sahipleri her bir ağaç için belirli miktarda zeytinyağını vergi olarak ödemek zorundaydı ve herhangi bir yılda ikiden fazla ağacı sökmeleri yasaktı. Ksenophon öncelikle insanların bir tanrıça gibi topraktan öğrenmesini ister; bir öğretmen olarak toprak açıktır ve bir şey saklamaz.
Atina yakınlarındaki dağlarda bulunan ormanlar inşaat, madencilik, ısınma, gemicilik gibi amaçlar için kullanılmıştır.
Attika’daki ormansızlaşma ve erozyonun en açık şekilde belirtildiği kaynak Platon’un Kritias diyalogudur. Burada filozof kendi zamanında binalarda yamaçlardaki ormanlardan getirilmiş büyük keresteleri görebildiğini, ama şimdi buralarda kısa bitkilerin yetiştiğini söyler. Aristoteles de ormancılar ve “şehrin koruyucuları” dediği bir heyetin benzer bir görevi yerine getirmesi gerektiğini yazar.
Diplomatlar ormanlık Makedonya gibi ülkelerle kereste ticareti sağlama almaya çalıştılar. Atinalı koloniciler ormanlık Khalkidike ve İtalya’ya gönderildiler.
Antandros gibi kereste üreten şehirler Atina’nın hegemonyasına zorla sokuldu ve kereste ticareti Korinthos gibi şehirlerle bir sorun hâline geldi.
Klasik Dönem’in sonlarında bu ormanlık alanlar tükenmişti. Aristoteles’in öğrencisi Theophrastos Ege çevresindeki bitki türlerini sayarken Atina’nın Makedonia ve Küçük Asya’dan gelen keresteye bağımlı olduğunu söylüyordu.
Ormansızlaşma ekolojik dengenin bir yüzüydü. Şehir yönetimi sınırları içindeki sahipsiz arazileri müstakil sahiplere veriyor ve bunların kullanımını denetliyordu.
Poletai denilen on memur da kamu malı maden arazilerinin üç ya da on yıllığına kiralanma sürecini yönetmekteydi. Öte yandan tanrı ve tanrıçalara ait kutsal alanlar kâğıt üzerinde dokunulması yasak yerlerdi.
Buralarda avcılık, ağaç kesimi yasaktı.
Atinalılar kaynaklara ulaşım için deniz yolu dışında kara yollarını da kullanmışlardır.
Bunlardan biri Pentelikon Dağı’ndaki mermer ocaklarına ulaşıyordu. Strabon Yunan yollarının kötü inşa edilmiş olduğundan, drenajın yetersizliğinden ve genellikle dikliğinden yakınır. Bu kadar büyük bir şehir için çöpler ve atıklar da şüphesiz sorun teşkil etmekteydi.
Lağımlar genellikle kapalıydı ve fazla suyla atılıyorlardı. Atina, lağımı tarlaların gübre ihtiyacı için kullanıyordu, fakat tüm evler buna bağlı değildi ve birçoğunun kendi fosseptik çukuru vardı.
Modern ve Klasik Dönem’de Yunanistan’ın çevresel özelliklerinin biribirinden pek farklı olmadığını göstermiştir, ancak üç büyük çevresel değişimin yaşandığı söylenebilir:
1. Kara ve deniz seviyelerinde görece değişim tektonik ve diğer faaliyetlerden kaynaklanmıştır. Bu durum Girit kıyılarındaki “dalga çentikleri”nde izlenebilir. Thermopylai’da denizin çekilmesi yüzünden buradaki savaşın anlaşılmasını güçleştirmektedir.
2. Antik Yunanistan’da genellikle geniş alanları kaplayan turbalık ve bataklıklar kaybolmuştur. Yunanların görünüşte uygunsuz bir iklimde bu kadar çok sığırı besleyebilmelerinin sebeplerinden biri budur.

3. Yunan yazınında teraslara ait atıflar göründüğü kadarıyla yoktur.
Yine de Yunanlar teraslama olmaksızın tarımın yapılamayacağı yerlerde yaşamışlardır. Eğer bunlar bahsedilmeyecek kadar yaygındılarsa neden savaşlara ya da avlara etki edecekleri durumlarda adlarına tesadüfen olsa da metinlerde rastlanılmadığı meselesi vardır. Birçok savaş kenarlarında teraslı yüseltilerin bulunduğu düzlüklerde yapılmış olmasına rağmen piyadelerin süvariler karşısında bunlardan yararlandıklarına dair bir atıf yoktur.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir