ATA AÖF Türk Dili 1 Dersi Tüm Ünite Özetleri

Cevapla
ATAAÖF
Mesajlar: 173
Kayıt: 03 Eki 2018 13:45
İletişim:

05 Kas 2018 14:23

TÜRK DİLİ I.docx
Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
ATAAÖF
Mesajlar: 173
Kayıt: 03 Eki 2018 13:45
İletişim:

05 Kas 2018 14:23

TÜRK DİLİ I
1. ÜNİTE
GİRİŞ
Hiç şüphe yok ki, dilin işleyişi ve ortaya çıkışı çağlar boyunca üzerinde en çok düşünülen hususlardan biri olmuştur. Yüzyıllar boyunca bilim adamları ve felsefeciler dillerin nasıl meydana geldiği, insanoğlunun kullandığı ilk dilin hangisi olduğu, dillerin sonradan nasıl çeşitlendiği konusunda fikirler ileri sürmüşlerdir. Bu konuyla eski çağlarda genellikle filozoflar ilgilenirken ilerleyen dönemlerde dil bilimin bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasıyla dilin inceleme alanı genişlemiş ve zamanla dil, kendi içinde bir bilim alanı olarak ilim adamlarınca incelenmiştir. Ülkemizde de dilin kökeni ve doğuşuyla ilgili teorileri Ragıp Hulusi Özdem, Dil Türeyişi Teorilerine Toplu Bir Bakış adlı makalesinde ele almıştır.
DİLİN TANIMI VE ÖNEMİ
İnsan, çevresinde var olan diğer varlıkların aksine, düşünen, öğrenebilen ve davranışlarını değiştirebilen bir niteliğe sahiptir. Eşref-i mahlûkat olarak tanımlanan insan, yaratıldığı andan itibaren çevresiyle iletişim kurma ve bu iletişimi geliştirme mecburiyetinde olmuştur. Bu da insanı, duygu ve ihtiyaçlarını diğer bireylere aktarmak ve paylaşmak için vasıtalar aramaya itmiştir. Böylelikle önceleri ilkel olmakla birlikte sonraları gittikçe gelişen çeşitli iletişim yolları ortaya çıkmıştır. İnsanların, önceleri çeşitli işaretlerle gerçekleştirdikleri anlaşmaların yerini, daha sonra ilkel seslenmeler almıştır. Bu ünlemler zamanla duygu, düşünce ve dileklerimizi ifade etmemize olanak verecek olan konuşmaya ulaşmıştır.
NOT:“Dil, (aynı dili konuşan ve yazan) insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, kendine özgü kanunları olan ve bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir yapıdır.”
Dil, anlaşmayı sağlayan sistemli işaretler birliğidir. İnsandan insana mesajlar iletebilen semboller bütünüdür. Dilin, insanlık tarihiyle birlikte var olduğu kabul edilmektedir. Alman dil bilimci Humbolt “Dille hayat, dille tarih ayrılmaz kavramlardır.” der. Alman düşünür Hegel’e göre “Dil, tarihten de öncedir.” Martin Heidegger ise “Dil, varlığın evidir.” diyerek dilin, varlığın bütün evrenini kuşattığını ifade etmiştir. Gerçekten de dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır.
Dil, bir milletin oluşmasındaki en önemli etkendir. Milletler tarih sahnesinde dilleriyle var olurlar. Dillerini kaybeden milletler kimliklerini de kaybederler. Ziya Gökalp “Lisan” isimli şiirinde bunu şöyle dile getirir:
Türklüğün vicdanı bir, Dini bir, vatanı bir; Fakat hepsi ayrılır Olmazsa lisanı bir.
DİLİN NİTELİKLERİ
Dil; uzun zaman boyunca tarih, coğrafya, kültür, medeniyet ve toplumsal etkiler ile bütün toplumun kolektif şuurundan, heyecanından ve zekâsından doğmuştur. Fertten doğmuş olmakla birlikte zamanla ferdin malı olmaktan çıkmış, genelleşmiş ve belli biçimler kazanmıştır. Dolayısıyla fert, topluma ait olan bu müessese üzerinde istediği gibi tasarruf etme hakkını kaybetmiştir. Ona yalnızca bu dili konuşma hakkı verilmiştir. Sadece konuşma değil, kurallarına uygun olarak konuşma… Bir millete mensup olan hiç kimse ana dilini bozma, yanlış ve kötü kullanma hakkına sahip değildir. Dilin bu nitelikleri şu iki özellikle ilgilidir:
• Bireysel şuur alanının dışında kalışı
• Kendini bize doğuştan kabul ettirmesi
Çeşitli hareketler, mimikler, renkli bayraklar, fenerler, göğse takılan çiçekler, ceketin cebine konulan mendiller ve vücuda sürünen kokularla da meram anlatmak mümkündür. Çok geniş çerçevede bunlar da birer dil sayılırlar. Çünkü bir anlaşmayı, bir iletişimi sağlarlar. Ama bunların ifade alanları, kabiliyetleri sese göre daha sınırlıdır. Bu yüzden toplum, ses dilini tercih etmiştir.
Ses dilinin çeşitli anlamları vardır:
• Eski bir tarihi ve geçmişi olan insan topluluğunun anlaşma vasıtası (Türk dili gibi).
• Belli bir çağın kelime dağarcığı ve söz dizimi: Tanzimat dili, divan dili gibi.
• Meslek gruplarının anlaşma sistemi: Gemici dili, tıp dili, argo gibi.
• Bir yazarın, şairin söyleyiş tarzı: Nedim’in dili, Yahya Kemal’in dili, Yaşar Kemal’in dili gibi.
• Bir sanat alanının kendine özgü anlatım biçimi: Şiir dili, nesir dili, tiyatro dili gibi.
Dil; yapısı, oluşumu, tarihî gelişimi, kullanıldığı coğrafi alan, kullanılış yeri, zamanı ve çağı, onu kullanan zümreler, dilin geçerliliği ve işlekliği gibi yönlerden de ayrıca adlandırılır: Ana dil, arkaik dil, avam(halk) dili, çocuk dili, devlet dili, din dili, diplomatik dil, doğal dil, edebiyat dili, duygu dili, gazete dili, hayvan dili, ibadet dili, bilim dili, konuşma dili, konferans ya da hitabet dili, millî dil, meslek dili, sahne dili, resmî dil, tiyatro dili, uluslararası dil, yabancı dil, yazı dili, zengin dil gibi…
NOT:•Dil, mevcut olan olmayan, yaratıcı ve yaratılan, hayal edilen ve bilinen, zannedilen ve vehmedilen her şey hakkında konuşur; onları kabul veya inkâr eder. İlmin ulaştığı her ne varsa, hak ya da batıl, dil onu anlatır. İlmin de alanı çok geniştir; hemen her tarafa uzanır. Dildeki bu özellik, başka hiçbir uzuvda yoktur. Göz, ancak renkleri ve şekilleri görebilir. Kulak, yalnız sesleri işitebilir. El, cisimlere dokunabilir. Bütün uzuvların işleri sınırlı olup her şeye ulaşamazlar. Dilin ise sahası geniştir, sınırı yoktur. Engel olacak bir şey de mevcut değildir. GAZALİ
DİLLERİN TÜREYİŞİ İLE İLGİLİ TEORİLER
İnsanın ilk olarak nasıl, ne zaman ve hangi dili konuştuğu yüzyıllardır merak edilen bir konudur. Bu sorulara cevap vermek oldukça zordur. Bunun nedeni, yazılı metinlerin yakın bir geçmişi aydınlatmaya imkân tanımasıdır. En eski belgeler sayılan Sümerce metinler bile ancak 5500 yıl öncesine ışık tutabilmektedir. Oysa insanoğlunun çok daha önceleri var olduğu, dilin birinci kolu sayılan konuşmanın çok daha evvel ortaya çıktığı ve yazının daha sonraları kullanıldığı bilinmektedir. Dillerin doğuşu insan bilim, ruh bilim ve günümüzde genetik biliminin ortak merak konusudur. Ayrıca çocuk dili üzerinde yapılacak araştırmaların, dillerin doğuşu hakkında bizlere bazı ipuçları verebileceğine inanan bilim adamları da bulunmaktadır.
Dillerin Doğuşu ile İlgili Babil Kulesi Efsanesi
Pek çok efsanede zikredilen ve kutsal kitaplarda da adı geçen Babil Kulesi, yeryüzündeki ulusların ve onların konuşmakta olduğu binlerce dilin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili bir inanışı ihtiva etmektedir. Efsaneye göre insanlar, Tanrıya ulaşmak ve ona daha yakın olabilmek için, uyum içerisinde ve büyük bir istekle göğe yükselen bir kule yapmaya koyulurlar. Kule, çok geçmeden yükselmeye başlar. Bunu gören Tanrı, kuleyi inşa eden her insana ayrı bir dil verir. Böylece birbirleriyle anlaşamayan insanlar yüzünden kulenin yapımı durur. Yeryüzüne dağılan insanlar vasıtasıyla çok sayıda ulus ve bu uluslara ait binlerce dil türer.
NOT:Dille ilgili ilk sistematik düşüncelere Herakleitos (MÖ V. yy.)’da rastlanır.
İlahiyatçı/Teolojik Görüş
Tevrat’ta “Ve Rab Allah, her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu topraktan yaptı ve onlara ne ad koyacağını görmek için Adam’a getirdi ve Adam her birinin adını ne koydu ise canlı yaratıkların adı o oldu.” (Ahd-i Atik, Bab 2/19-20) “Ve Adam, eşine Havva adını verdi.” (Tekvin, Bab 3/20) cümleleri geçmektedir. İncil de “Söz/kelam başlangıçta var idi ve kelam/söz Allah nezdinde idi.” (İncil Yuhanna’ya göre Bab 1/1) der. Kur’an-ı Kerim’de de konuyla ilgili şu ayetler mevcuttur: “Ona beyanı (iç duyguların ifadesini) ilham etti.” (Rahman/4), “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara/31), “Allah, Âdem’e , Ey Âdem, eşyanın isimlerini meleklere haber ver, buyurdu.” (Bakara 33).
Doğuştancı Görüş
İlahiyatçı Görüşe yaklaşmakla birlikte, hareket noktası dinî değil, biyolojiktir. Bu görüşe göre, insanda doğuştan var olan dil yeteneği zamanla taklit, jest ve mimiklerle ortaya çıkmış; doğuştan bireyin sahip olduğu bu mekanizma, çocuğun çevresinde konuşulan dili anlamlandırmasını, kurallarını anlayarak öğrenmesini ve nihayet konuşmasını sağlamıştır.
Deneyimci Görüş
Bu görüşü göre insan, çevresindeki ses ve hareketlerin etkisinde kalarak onlara benzer ses ve hareketler çıkarmayı denemiş ve dil (konuşma) yeteneğini böylece kazanmıştır. İlk insanlar, çevrelerindeki sesleri taklit etme yoluyla ilk ve ilkel dilleri ortaya çıkarmışlardır. Yansıma Teorisi olarak da isimlendirilen bu kuramı destekleyen en önemli husus, bütün modern dillerde ses yansımalarına karşılık gelen kelimelerin bulunmasıdır. Türkçemizdeki mırıltı, fısıltı, gürültü, çatırtı, patırtı, havlama, horlama... gibi kelimeler bu görüşe örnek verilebilecek türdendir. Condillac, Hobbes, Darvin gibi düşünürler bu görüşü ileri süren başlıca isimlerdir.
Antropolojik Görüş
25 milyon yıl önce Doğu Afrika’da yaşadığı var sayılan ve maymınsan denilen yaratıklar üzerine kurulan bu teori, pek çok kimse tarafından bir filozof fantezisi olarak değerlendirilmiştir. Maymun ve insan özellikleri taşıyan maymınsanlar, ormandan kovulduktan sonra çıplak arazide yaşamak zorunda kalmışlar. Böylece ön ayaklarını az kullanmaya, arka ayakları üzerinde durmaya başlamışlar. Milyonlarca yıl devam eden süreç sonunda insan türü meydana gelmiş. Şiddetli rüzgârların ağaç dallarını birbirlerine sürterek meydana getirdiği yangın, insan türü tarafından görülmüş ve duman, bir anlaşma vasıtası olarak kullanılmaya başlamış, dil de buradan doğmuştur.
KONUŞMA DİLİ VE YAZI DİLİ
Bir dilin konuşma ve yazı olmak üzere iki yönü vardır. İnsanların karşılıklı ve sesli olarak görüşürken konuştukları dil “konuşma dili”dir. Yazıda kullanılan dil ise “yazı dili”dir. Yazı dili aynı zamanda bir milletin “kültür dili”dir. Kültür dili, milletlerin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim diline verilen addır. Konuşma dili, sosyal hayatımızda çevremizdeki insanlarla iletişim kurmak için konuşurken kullandığımız dile verilen addır.
Yazı dili, lehçelerden veya ağızlardan birine göre şekillenir. Yazı dili, bir milletin millet olma sürecine önemli katkılar sağlar. Bir milletin din, edebiyat ve bilim adamları yazı dilini zenginleştirir ve yazı dili belli ölçülerde konuşma dilinden farklılaşır. Türkiye Türklerinin yazı dili, Batı Türk dilinin Anadolu lehçesidir. Yeni Türkçede ses özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas alınmaktadır.
Konuşma Dili ve Yazı Dili Arasındaki Farklar :
- Bir ülkede bir yazı dili varken aynı ülkede birden fazla konuşma dili olabilir.
- Konuşma dili doğaldır, yazı dili ise yapay bir dildir.
- Yazı dilinde kurallara sıkı sıkıya uyulması gerekirken, konuşma dilinde kurallara çok fazla riayet edilmeyebilir. Zira konuşma dilinde önemli olan anlaşmaktır.
- Yazı dilinin kullanım alanı ve etkisi konuşma diline göre daha geniştir.
- Konuşma dili günlük hayatta farklılıklar arz ederken yazı dili değişmezdir.
•Yazı dilinde “gideceğiz” kelimesini konuşma dilinde “gidi:cez” şeklinde söyleriz. Konuşma dilinde genellikle “Bir” kelimesindeki “r” sesi düşer. Örneğin: “Bir su verir misin?”diye yazılırken konuşma dilinde “Bi su verir misin?” şeklinde söylenir.
•Yazı Dili Konuşma
Dili Mustafa Efendi Musta:fendi
Nasıl ya Nası: ya
Gazete Gaste

KONU SONU ÖZETİ
DİL NEDİR?
Dil, somut ve soyut olarak insanın etrafında var olan her şeyin sese bürünmüş şeklidir.
DİLİN TANIMI VE ÖNEMİ Dil, anlaşmayı sağlayan sistemli işaretler birliğidir. İnsandan insana mesajlar iletebilen semboller bütünüdür. Dilin insanlık tarihiyle birlikte var olduğu kabul edilmektedir. “Dil, (aynı dili konuşan ve yazan) insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, kendine özgü kanunları olan ve bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir yapıdır.” (Muharrem Ergin). [3] Alman dilci Humbolt “Dille hayat, dille tarih ayrılmaz kavramlardır.” der.
DİLİN NİTELİKLERİ
Dil, uzun zaman içinde tarih, coğrafya, kültür, medeniyet ve toplumsal etkiler ile bütün toplumun kolektif şuurundan, heyecanından ve zekâsından doğmuştur. Fertten doğmuş olmakla birlikte zamanla ferdin malı olmaktan çıkmış, genelleşmiş ve belli biçimler kazanmıştır. Dolayısıyla fert, topluma ait olan bu müessese üzerinde istediği gibi tasarruf etme hakkını kaybetmiştir. Yalnız, ona bu dili konuşma hakkı verilmiştir. Sadece konuşma değil, kurallarına uygun olarak konuşma… Bir millete mensup olan hiç kimse, ana dilini bozma, yanlış ve kötü kullanma hakkına sahip değildir. Dil; yapısı, oluşumu, tarihî gelişimi, kullanıldığı coğrafi alan, kullanılış yeri, zamanı ve çağı, onu kullanan zümreler, dilin geçerliliği ve işlekliği gibi yönlerden de ayrıca adlandırılır: Ana dil, arkaik dil, avam(halk) dili, çocuk dili, devlet dili, din dili, diplomatik dil, doğal dil, edebiyat dili, duygu dili, gazete dili, hayvan dili, ibadet dili, bilim dili, konuşma dili vs…
DİLLERİN TÜREYİŞİ İLE İLGİLİ TEORİLER
İnsanın ilk olarak nasıl, ne zaman ve hangi dili konuştuğu yüzyıllardır merak edilen bir konudur. Bu sorulara cevap vermek oldukça zordur. Bunun nedeni yazılı metinlerin ancak yakın bir geçmişi aydınlatmaya imkân vermesidir. En eski belgeler sayılan Sümerce metinler bile ancak 5500 yıl öncesine ışık tutmaktadır. Oysa insanoğlunun çok daha önceleri var olduğu ve dilin birinci kolu sayılan konuşmanın çok daha evvel ortaya çıktığı ve yazının daha sonraları kullanıldığı kuvvetle muhtemeldir.
Dilin nasıl türediği konusunda pek çok görüş ortaya atılmıştır. Bunları dört ana bölümde değerlendirmek mümkündür:
•İlahiyatçı/Teolojik Görüş
•Üç mukaddes kitabın verdiği bilgilere göre dil, Hz. Âdem’e ve onun şahsında insanlara doğuştan verilmiş ilahî bir yetenektir.
•Doğuştancı Görüş
•İlahiyatçı Görüş'e yaklaşmakla birlikte, hareket noktası dinî değil, biyolojiktir. İnsanda doğuştan var olan dil yeteneği, zamanla taklit, jest ve mimiklerle ortaya çıkmıştır. Deneyimci Görüş 'e göre insan, çevresindeki ses ve hareketlerin etkisinde kalarak onlara benzer ses ve hareketler çıkarmayı deneyerek dil (konuşma) yeteneği kazanmıştır.
•Antropolojik görüş
•Bir filozof fantezisi olarak değerlendirilebilir. 25 milyon yıl önce Doğu Afrika’da yaşadığı var sayılan ve maymınsan denilen yaratıklar üzerine kurulmuş bir teoridir. •Görüldüğü gibi son üç görüş, insanın dili sonradan öğrendiği ve geliştirdiği fikrinden hareket eder. Bunun nasıl başladığı konusunda başta Adam Smith, Heinrich von Pudor olmak üzere bazı düşünürler birtakım görüşler ileri sürmüşler; bazı bilgilerden, benzerliklerden hareketle, dillerin önce el ve gövde hareketleriyle başladığı (el dili), sonra yüz ve jest hareketlerinin buna eklendiği (jest ve mimik dili) daha sonra da bunların yetersizliği karşısında sesin doğduğu ve bunlara ilave edildiğini iddia etmişlerdir.
•KONUŞMA DİLİ VE YAZI DİLİ
•Bir dilin konuşma ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. İnsanların karşılıklı ve sesli olarak görüşürken konuştukları dil, konuşma dilidir. Yazıda kullanılan dil ise yazı dilidir. Yazı dili aynı zamanda bir milletin kültür dilidir. Kültür dili, milletlerin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim diline verilen addır. Konuşma dilinde, yanlış söylenen bir sözden ya da bir kelimenin yerli yerince kullanılmamasından doğan aksaklık anında geriye dönülerek düzeltilebilirken, yazı dilinde bu mümkün olmaz. Bu bakımdan yazı dili, içerisinde yanlışlıkların ve eksikliklerin bulunmasına müsaade etmeyecek ölçüde dikkatli ve titiz bir şekilde kullanılması gereken bir dildir.

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi yazı dilinin özelliklerinden biri değildir?
a) Bir ülkede bir yazı dili vardır.
b) Konuşma diline göre yapay bir özelliği vardır.
c) Kuralları konuşma diline göre daha sıkıdır.
d) Etki alanı konuşmaya göre daha geniştir.
e) Bir yöreye, bölgeye has özellikler barındırabilir.

2. Aşağıdakilerden hangisi konuşma dilinin özelliklerinden biri değildir?
a) Bir ülkede birden çok konuşma dili olabilir.
b) Kuralları yazı diline göre daha esnektir.
c) Etki alanı yazı diline göre daha geniştir.
d) Bir toplumun dil özelliklerinin genel kurallarını içerir.
e) Yazı diline göre daha doğal bir özelliği vardır.

3. Deneyimci Görüş Teorisi aşağıdakilerden hangisini savunmaktadır?
a) İnsan, çevresinin etkisiyle konuşma yetisini kazanır.
b) İnsan, ırkının etkisiyle konuşma ve dil yetisini kazanır.
c) Birey, doğuştan dil yetisine sahiptir.
d) Kişinin dil yetisi, yaşı büyüdükçe gelişir.
e) Kişi, yaşadığı çağa göre dil özellikleri edinir.

4. Aşağıdakilerden hangisi dilin özelliklerinden biri değildir?
a) Uzunca bir zamanda oluşmuştur.
b) Dil canlı bir organizma gibi doğar, yaşar ve özen gösterilmezse ölür.
c) Her dilin üretim yeteneği sınırlıdır.
d) Anlaşmayı sağlar.
e) Dil bir gizli antlaşmalar sistemidir.

5. Babil Kulesi Efsanesi aşağıdakilerden hangisinde doğru ifade edilmiştir?
a) Dillerin çeşitliliği kulenin yapımı esnasında Tanrı tarafından insanlara verilmiş ve insanlar dünyaya dağılmış, böylece diller oluşmuştur.
b) Dillerin sosyolojik olarak ortaya çıktığı savunulan ilim merkezidir.
c) Antropolojik araştırmaların yapıldığı ilk yerdir.
d) Kutsal kitapların bulunduklarına inanılan hayali bir yapıdır.
e) Eski inançlarda kişilerin mezarlarının olduğu anıttır.

6. Aşağıdakilerden hangisi dilin özelliklerinden biri değildir?
a) Bilişsel yetenektir.
b) Karmaşık bir yapıya sahiptir.
c) İletişim ön plandadır.
d) Yapay diller doğal dillere göre iletişim bakımından avantajlıdır.
e) Kendine has kuralları olan bir sistemdir.

7. Aşağıdakilerden hangisinde Dil Türeyiş Teorisi ile ilgili verilen bilgi doğrudur?
a) İnsanın nasıl ve ne zaman konuştuğu tam olarak belli değildir.
b) Dil kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
c) Yazıdan sonra ortaya çıkmıştır.
d) Dilin türeyişi 5 ana başlıkta ele alınmıştır.
e) Kutsal kitaplara göre dil, bireysel bir yetenektir.

8. İlahiyatçı ve Doğuştancı Görüş ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi doğrudur?
a) İlahiyatçı görüş dinîdir, doğuştancı görüş biyolojiktir.
b) İlahiyatçı görüşte çevre etkilidir.
c) Doğuştancı görüş, dile dinsel bir bakışla yanaşır.
d) İlahiyatçı görüş, dil yeteneğinin sonradan kazanıldığını savunur.
e) İlahiyatçı görüşte fizyoloji önem arz eder.

9. Dilin doğuşu teorilerinin amacı aşağıdakilerden hangisinde doğru verilmiştir?
a) Dilin nasıl ne zaman oluştuğu hakkında genellemelerde bulunmak
b) Dilin işleyişini araştırmak
c) Dilin yapısını betimlemek
d) Yazılı dilin oluşum zamanının bulunmasına yardımcı olmak
e) Yazı dili ve konuşma dili ayrımını yapabilmek

10. Aşağıdakilerden hangisi konuşma ve yazı dili arasındaki farklardan biri değildir?
a) Konuşma dili doğal, yazı dili yapma bir dildir.
b) Yazı dili konuşma diline göre daha yaygın ve geniş bir kullanım alanına sahiptir.
c) Bir ülkede birden fazla yazı, tek konuşma dili vardır.
d) Konuşma dili daha doğaldır.
e) Yazı dili konuşma diline göre daha kuralcı bir yapıdadır.

Cevap Anahtarı1.e,2.d,3.e,4.c,5.a,6.e,7.e,8.a,9.a,10.c


2.ÜNİTE
GİRİŞ
Kültür, dile kavramlar kazandırırken dil de kültürün taşınması ve gelecek nesillere aktarılması işlevini görmektedir. Dil ve kültür ilişkisini tren ve ray metaforuyla anlatmak mümkündür. Kültürün nesilden nesile aktarılması ancak dille mümkün olduğuna göre dili raylara, kültürü trene benzetebiliriz. Dil ve kültür ilişkisi bu ünitede örneklerle açıklanmıştır.
NOT:Metafor, bir şeyi başka bir şeye benzetmeye, anlatmaya yarayan mecazlara denir.
DİL NEDİR
Daha önceki bölümde de anlatıldığı üzere dil, bireyin toplum içerisindeki iletişimin en önemli ögesi olmakla birlikte kültürün de aktarılması ve yaşatılması noktasında en önemli vasıtadır. Dilin başlıca özellikleri şunlardır:
• Dil, seslerden oluşmuştur.
• Dil, bilişsel bir yapıdır ve düşünceyle iç içedir.
• Dil, bir milleti oluşturan maddi ve manevi değerlerle sıkı bir bağ içerisindedir.
• Dil, bir toplumun ortak duygu ve düşünceleri yansıtır.

DİLİN İŞLEVLERİ
Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan en önemli unsurların başında gelmektedir. Bu özelliğinin tam olarak kavranabilmesi için, iletişimin ögelerinin açıklanması gerekmektedir. Dilin iletişimde yer alan ögeleri şunlardır:
• Kaynak:İletişimde düşünce ve hislerin aktarılmasında sözü söyleyen birey ya da topluluk.
• Alıcı:Verilmek istenen mesajın muhatabı olan kişi ya da topluluk.
• İleti (mesaj):Kaynakla alıcı arasındaki iletilmek istenen düşünce, duyguların tümü.
• Kanal:Kaynakla alıcı arasındaki iletişimin yapılma şekli (sözlü veya yazılı).
• Dönüt: Alıcı tarafından kaynağa verilen her türlü geribildirim.
• Bağlam:İletişimin gerçekleştiği ortam.
Dilin Göndergesel İşlevi: En kısa tabiriyle dilin bilgi verme işlevine göndergesel işlev denir. Burada hedeflenen amaç, nesnel bilgileri objektif bir şekilde en doğru hâliyle aktarabilmektir. Duyguların katılmadığı göndergesel işlev,en çok bilimsel bildirilerde, kullanma kılavuzlarında karşımıza çıkar. Göndergesel işleve bazı örnekler şunlardır:
• Anadolu'da tarih boyunca birçok uygarlık, devlet kurmuştur.
• Öykü ve roman, olay örgüsüne dayalı türlerdir.
• Türkçe, Ural-Altay dil ailesindendir.
Dilin Heyecana Bağlı İşlevi: Bir ileti, kaynağın alıcının duygularını harekete geçirmesi üzerine kurulmuşsa bu, onun heyecana bağlı işlevinin var olduğunu göstermektedir. Dilin bu işlevinde; duygular, heyecanlar, korkular, sevinç ve üzüntülerin dile getirilmesi amaçlanır. Dilin göndergesel işlevinde nesnellik, heyecana bağlı işlevinde öznellik ön plana çıkmaktadır. Öznel anlatımın ön planda olduğu bu işlev daha çok mektuplarda, lirik şiirlerde kullanılır. Ünlem cümlelerinin tamamında dilin bu işlevi kullanılır. Heyecana bağlı işleve dair bazı örnekler şunlardır:
• Evet, arkadaşlar; hemen sağa dönüyoruz.
• Sevgili öğrenciler, sınav süreniz olan 40 dakikayı verimli kullanınız. Kanalı Kontrol İşlevi: İletişimin devam ettirilmesinin amaçlandığı bu işlevde, daha çok kanalın iletiyi iletip iletmemesi durumu kontrol edilir. Bu işlev daha çok soru cümlelerinin kalıbıyla kullanılmaktadır. Buna bazı örnekler şunlardır:
• Sesimi duyabiliyor musunuz?
• Beni anladınız mı?
• Size verilen mesajları aldınız mı?
Dil Ötesi İşlev(Üst İşlev): Bir mesajda dil ile ilgili bilgi verilmek istenmişse dilin bu işlevi, dil ötesi işlev olur. Bu işlevde dil başka durumlarda başka işlevlerdeyken burada kendiyle alakalı verdiği bilgiler dil ötesi bir özellik kazanarak üst işlevde kullanılır. Bu işleve şu örnekler verilebilir:
• Türkçede ekler, yapım ve çekim ekleri olmak üzere ikiye ayrılır.
• İsmin yerini tutan kelimelere Türkçede zamir denir.
Dilin Sanatsal İşlevi: Verilmek istenen mesajın aslında mesajın kendisi olduğu durumlarda dilin sanatsal işlevi kullanılır. Bu durumda mesaj, kendindenbaşka bir şey ifade etmez. İleti, mesajın bizatihi kendisidir. Bu işlev daha çok edebî metinlerde kullanılır. Sanatsal işleve örnek olarak gösterilebilecek metinler en fazla şiirlerdir.
ÖRNEK
•Sepet Bir vakitler niçin Böyle büyük tutulmuş ölçüleri Çocuklar bile biliyor Filistin’in ekmek sepetleri
NOT:Sezai Karakoç (1933,-) Türk şair, yazar ve mütefekkir.
DİL-KÜLTÜR İLİŞKİSİ
Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi dil kalıbına dökülür; dil aracılığıyla yerden yere, kuşaktan kuşağa aktarılır. Milletin dili ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür kavramının içine girer. Sabahtan akşama kadar evde, sokakta, iş yerinde konuşan halk, farkında olmadan dil tarlasını eker, biçer.
Dil bilginleri (filologlar), yazılı ve sözlü kültür eserlerini incelerken bir arkeolog gibi hareket ederler. Bir tür “dil arkeolojisi” yaparlar. Önce inceledikleri metnin tarihini tahmin etmeye çalışırlar. Kelimelerin kökenleri, onları dil ve kültür bakımından ilgilendirir. Göktürk harfleriyle yazılmış bir mezar taşında görülen Çince, Hintçe bir kelime dil ve kültür tarihi bakımından önemlidir. İncelenen döneme kadar dile girmiş her kelimenin yerli yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, anlamı dikkate alınarak tarihi tespit edilir.
Sümerce bir metinde “Tanrı” ve “at” kelimeleri Türkçe “Tanrı” ve “at” anlamlarına geliyorsa, bu bütün insanlık tarihine yeni bir gözle bakmayı gerektirir. Bu kelimeler toplumun yaşama tarzıyla ilgili önemli ipuçları da verir. Yunus Emre’nin şiirlerinin dili, yazıldıkları dönem ve çevreden ayrı olarak ele alınamaz. Zira o ağacın kökleri gelenekle birlikte, yetiştiği topraklara sımsıkı bağlıdır. Kültür eserleri, dilin belli dönemlerde donmuş şekilleridir. Bu bakımdan onların anıtlardan farkı yoktur. Kütüphaneler dil anıtlarını toplayan müzelerdir. Bu yönüyle, kütüphanelere “dil, düşünce ve hayal müzeleri” denilebilir.
KÜLTÜR NEDİR?
Türk Dil Kurumuna ait Türkçe Sözlük’te kültür şu şekilde tanımlanmaktadır :
• Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çerçevesine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü; hars, ekin.
• Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.
• Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi.
• Bireyin kazandığı bilgi (Türk kültürü kuvvetli bir kişi).
• Biy. Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme.
• Tarım. Bir toplumun bazı ögelerinin başka bir topluma geçişi: “Yeryüzünde gelişmiş ve az gelişmiş toplumlar bulundukça, ister istemez gelişmişten az gelişmişe doğru bir mal ve kültür akımı olacaktır.” (O. Rıfat) … bitkileri. İnsanlarca yetiştirilen bitkilerin bütünü.
Kültürü Oluşturan Ögeler ve Özellikleri
Kültürü oluşturan ögeler şu şekilde sıralanabilir.
• Din:Bir yaşama biçimi olması bakımından din, kültürü oluşturan ögelerden biridir. Eliot, “Avrupa kültürünün, Hrıstiyanlık ortadan kalktıktan sonra yaşayacağına inanmıyorum.” der.
• Dil:Toplumların kendi kültürlerini yaşattıkları ve onu kuşaktan kuşağa aktardıkları bir dil vardır. Bu bakımdan dil, bireysel iletişimi sağlamanın yanı sıra kültür taşıyıcısı olması nedeniyle önemli bir kültür ögesidir.
• Tarihî Miras:Kültürün önemli iki özelliği vardır: Biri onun kadimliği (eskiliği), diğeri devamlılığıdır. İçinde yaşadığımız kültürün büyük bir bölümü, ataların mirasıdır ki, bu kültürün kadimliği anlamına gelir. Devamlılığı ise, geçmişten gelen bazı kültürel değerlerin ihtiyaçlara cevap vermemesi nedeniyle bu değerlerin şekil değiştirmesi ve onlara yeni anlamlar yüklenmesidir. Bu kavramı ateş metaforuyla anlatmak mümkündür.
• Savaşlar:Kültürlerin yenilenmesinde, gelişmesinde, zenginleşmesinde ve kimi zaman da yok olmasında savaşların büyük bir rolü vardır. Batının Rönesans’ı yaşamasında İslam medeniyetiyle tanışmasının büyük bir katkısı olmuştur.
• Göçler:Hz. Musa’nın Mısır’dan Filistin’e; Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti, Türklerin Anadolu’ya, İngiltere’de yaşayan kimi İngilizlerin ve Avrupalı Yahudilerin Amerika’ya göç etmeleri yeni bir kültürün ve medeniyetin doğmasını sağlamıştır.
• Ziraat:Kültürün ilk anlamı ekin, hars olduğuna göre, milletlerin ziraatle uğraşırken kendi birikimlerini kullanmaları, toprağı kendi yaşam tarzlarına ve ihtiyaçlarına göre işlemeleri farklı bir kültürel unsuru ortaya çıkarmıştır. Her milletin farklılığı bu kültürel birikimi farklı araçlarla ortaya koymasında gizlidir.
Bütün sanat dalları ve edebiyat, kültüre kaynaklık eden unsurlardır. Resim, tiyatro, mimari, musiki; hikâye, roman, şiir gibi sanatın görsel, işitsel ve duyuşsal şubeleri kültürü besleyen ve milletlerin kültürlerini oluşturan önemli kaynaklardır.
DİLİN KÜLTÜR VE MİLLET VARLIĞI İÇİNDEKİ YERİ
Dil, canlı bir varlıktır. Sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, korkularımızı, tepkilerimizi hep konuştuğumuz dil çerçevesinde ifade ederiz. Bize verilen adın ilk önce kim tarafından, ne zaman ve nerede kullanıldığını bilmeyiz. Bu adın verilmesinde hangi kültürel değerlerin ve endişelerin hâkim olduğu ise belirgindir. Çünkü adımız, kültürü oluşturan temel unsurlardan şu ya da bu şekilde bir iz taşır (milliyet, din, ailenin din konusundaki tavrı, siyaset tercihleri, sanat, spor; beklentiler, korkular vs.). Birey olarak nasıl kendimizi dilsiz düşünemezsek ve dil hayatımızın her anına hâkim bir unsursa, aynı şekilde toplumun hiçbir alanı dilden bağımsız değildir.
Dil, bir milletin kültür kimliğidir.

KONU SONU ÖZETİ
•DİL-KÜLTÜR
•İnsan hayatının doğal bir parçası olan dil, toplum yaşamının da en önemli yansımasıdır. Toplumun meydana getirdiği kültür ürünleri dildeki karşılığını kısa bir süre içerisinde bulmakta, dil ve kültür özdeş bir konuma gelmektedir.
•DİL-KÜLTÜR İLİŞKİSİ
•Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar.
•Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi dil kalıbına dökülür; dil aracılığıyla yerden yere, kuşaktan kuşağa aktarılır.
•Milletin dili ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür kavramının içine girer. Sabahtan akşama kadar evde, sokakta, iş yerinde konuşan halk, farkında olmadan dil tarlasını eker, biçer.
•Aslında dili oluşturan, toplumsal hayattır.
•Her millet, dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu sırada akan bir nehir gibi içinden geçtiği her topraktan bazı unsurlar alır.
•Her milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve deyimlerle doludur. •Dil bilginleri (filologlar), yazılı ve sözlü kültür eserlerini incelerken bir arkeolog gibi hareket ederler. Bir tür “dil arkeolojisi” yaparlar.
•Önce inceledikleri metnin tarihini tahmin etmeye çalışırlar. Kelimelerin kökenleri, onları dil ve kültür bakımından ilgilendirir. Göktürk harfleriyle yazılmış bir mezar taşında görülen Çince, Hintçe bir kelime dil ve kültür tarihi bakımından önemlidir.
•İncelenen döneme kadar dile girmiş her kelimenin yerli yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, anlamı dikkate alınarak tarihi tespit edilir.
•En küçük bir işaret, bir ses değişmesi kelimenin hatta bütün metnin anlamını değiştirebilir.
•DİLİN İŞLEVLERİ
•Kaynak: İletişimde düşünce ve hislerin aktarılmasında sözü söyleyen birey ya da topluluk. •Alıcı: Verilmek istenen mesajın muhatabı olan kişi ya da topluluk.
•İleti( mesaj): Kaynakla alıcı arasındaki iletilmek istenen düşünce, duyguların tümü.
•Kanal: Kaynakla alıcı arasındaki iletişimin yapılma şekli (sözlü-yazılı).
•Dönüt: Alıcı tarafından kaynağa verilen her türlü geribildirim.
•Bağlam: İletişimin gerçekleştiği ortam.
•Dilin Göndergesel İşlevi:En kısa tabiriyle dilin bilgi verme işlevine göndergesel işlev denir.
•Dilin Heyecana Bağlı İşlevi: Bir ileti, kaynağın alıcının duygularını harekete geçirmesi üzerine kurulmuşsa bu, onun heyecana bağlı işlevinin var olduğunu göstermektedir.
•Alıcıyı Harekete geçirme işlevi: Çağrı amaçlı dilin bu işlevinde amaç, gönderenin alıcıyı harekete geçirme isteğidir.
•Kanalı Kontrol İşlevi: İletişimin devam ettirilmesinin amaçlandığı bu işlevde, daha çok kanalın iletiyi iletip iletmemesi durumu kontrol edilir.
•Dil Ötesi İşlev (Üst İşlev): Bir mesajda dil ile ilgili bilgi verilmek istenmişse dilin bu işlevi, dil ötesi işlev olur.
•Dilin Sanatsal İşlevi: Verilmek istenen mesajın aslında mesajın kendisi olduğu durumlarda dilin sanatsal işlevi kullanılır. Bu durumda mesaj, kendinden başka bir şey ifade etmez. İleti, mesajın bizatihi kendisidir.
•KÜLTÜR NEDİR?
•Türk Dil Kurumuna ait Türkçe Sözlükte kültür şu şekilde tanımlanmaktadır: Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çerçevesine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.
•Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.
•Bireyin kazandığı bilgi (Türk kültürü kuvvetli bir kişi).
•Biy. Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme.
•Kültürü Oluşturan Ögeler ve Özellikleri
•Kültürü oluşturan ögeler şu şekilde sıralanabilir;
•Din: Bir yaşama biçimi olması bakımından din, kültürü oluşturan ögelerden biridir.
•Dil:Toplumların kendi kültürlerini yaşattıkları ve onu kuşaktan kuşağa aktardıkları bir dil vardır. Bu bakımdan dil, bireysel iletişimi sağlamanın yanı sıra kültür taşıyıcısı olması nedeniyle önemli bir kültür ögesidir.
•Tarihî Miras:Kültürün önemli iki özelliği vardır; Biri onun kadimliği (eskiliği), diğeri devamlılığıdır. İçinde yaşadığımız kültürün büyük bir bölümü, ataların mirasıdır ki bu, kültürün kadimliği anlamına gelir. Devamlılığı ise, geçmişten gelen bazı kültürel değerlerin ihtiyaçlara cevap vermemesi nedeniyle bu değerlerin şekil değiştirmesi ve onlara yeni anlamlar yüklenmesidir.
•Savaşlar:Kültürlerin yenilenmesinde, gelişmesinde, zenginleşmesinde ve kimi zaman da yok olmasında savaşların büyük bir rolü vardır. Göçler:Hz. Musa’nın Mısır’dan Filistin’e; Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti, Türklerin Anadolu’ya, İngiltere’de yaşayan kimi İngilizlerin ve Avrupalı Yahudilerin Amerika’ya göç etmeleri yeni bir kültürün ve medeniyetin doğmasını sağlamıştır.
•Ziraat:Kültürün ilk anlamı ekin, hars olduğuna göre, milletlerin ziraat ile uğraşırken kendi birikimlerini kullanmaları, toprağı kendi yaşam tarzlarına ve ihtiyaçlarına göre işlemeleri farklı bir kültürel unsuru ortaya çıkarmıştır.
•DİLİN KÜLTÜR VE MİLLET VARLIĞI İÇİNDEKİ YERİ
•Dil, canlı bir varlıktır. Sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, korkularımızı, tepkilerimizi hep konuştuğumuz dil çerçevesinde ifade ederiz. Bize verilen adın ilk önce kim tarafından, ne zaman ve nerede kullanıldığını bilmeyiz. Bu adın verilmesinde hangi kültürel değerlerin ve endişelerin hâkim olduğu ise belirgindir.
•Birey olarak nasıl kendimizi dilsiz düşünemezsek ve dil hayatımızın her anına hâkim bir unsursa, aynı şekilde toplumun hiçbir alanı dilden bağımsız değildir. Kendimizi içinde bulduğumuz hayat felsefesi, edebiyatımız, musikimiz, mimarimiz vs.dille ilişki içindedir ve dilden ayrı düşünülemez. Aynı şekilde gelenek ve göreneklerimiz dil olmadan kuşaktan kuşağa aktarılamaz.
•Dil, bir milletin kültür kimliğidir.

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. “Dil, düşünce ve hayal müzeleri” ifadesiyle aşağıdakilerden hangisi anlatılmak istenmiştir?
a) Kütüphaneler b) Vakıflar c) Okullar d) Doğal güzellikler e) Mimari eserler

2. Aşağıdakilerden hangisi kültür tanımları arasında yer almaz?
a) Bir topluluğa özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünüdür.
b) Bir millete şahsiyetini veren, diğer milletlerle arasındaki farkı tespite yarayan, tarih içerisinde teşekkül etmiş maddi ve manevi değerlerin bütünüdür.
c) Bir toplumun bütün hayat biçimleridir.
d) Kâinatın kalbimize nakşettiği plandır.
e) Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çerçevesine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü; hars, ekin.

3. Aşağıdakilerden hangisi kültürü oluşturan ögeler arasında sayılamaz?
a) Din b) Dil c) Savaşlar d) Göçler e) Tabii güzellikler

4. “Dil arkeolojisi” ifadesiyle anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
a) Her milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve deyimlerle doludur. Önce inceledikleri metnin tarihini tahmin etmeye çalışırlar. O döneme kadar dile girmiş her kelimenin yerli yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, anlamı dikkate alınarak tespit edilir.
b) Dil arkeolojisi yapabilmek için arkeoloji bilim dalının imkânları kullanılır. Bunun için özellikle eski metinlerin yer aldığı toprak ve çanakların incelenmesi gerekir.
c) Dil arkeolojisi, daha çok maddi unsurlar çerçevesinde şekillendirilir.
d) Dilin arkeolojisi, sadece geçmişte yaşamış milletlere ait ölü diller hakkında araştırmalar yapmak demektir.
e) Dil arkeolojisi sadece bir dile girmiş yabancı kelimelerin etimolojisiyle ilgilenir.

5. “İnsanların içinde bulundukları hayat şartlarına uyumlarının toplamı onların kültürüdür.” şeklinde ifade edilen görüş aşağıdakilerden hangisine aittir?
a) Sapir b) Linton c) Maquet d) Summer ve Keller e) Winston

6. Aşağıdakilerden hangisi kültür kavramına uygun bir tanım değildir?
a) Kültür, varlığımızın yapısını belirleyen, sosyal bir süreçte öğrendiğimiz uygulama ve inançların, maddi ve manevi ögelerin birliğidir.
b) Kültür, bir toplunun tüm hayat biçimidir.
c) Kültür, bir grubun yaşama biçimidir.
d) Kültür, toplumsal olarak öğrenilen ve aynı yoldan yeni kuşaklara iletilen davranış kalıplarıdır.
e) Kültür, bireyin kendi öznel yaşantısını başkalarıyla paylaşmasıdır.

7. Dil- kültür ilişkisinde dilin sahip olduğu önem aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kültürün nesiller boyunca aktarılmasını sağlar.
b) Kültürü durağan bir yapıya zorlar.
c) Kültürün etkisinde kalarak kendi gelişimini durdurur.
d) Sadece bulunulan dönemi içine alır.
e) Bireyin bağımsız düşünmesine yardımcı olur.

8. Dil ve kültürün bir araya gelmesi aşağıdakilerden hangisini meydana getirir?
a) Bireyi b) Milleti c) Sanatı d) Tarihi e) Dini

9. Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı, Bal ile yağ ede bir söz.
Yunus EMRE Verilen dörtlükte dilin aşağıdaki özelliklerinden hangisi üzerinde durulmuştur?
a) İletişimdeki rolüne
b) Canlı bir varlık oluşuna
c) Sosyal oluşuna
d) Belirsizliğine
e) Kültürün aynası olmasına

10. Aşağıdakilerden hangisi manevi kültür ögelerinden biridir?
a) Tarih b) Millet c) Ahlaki kültür d) Ekonomi e) Birey


Cevap Anahtarı1.a,2.d,3.e,4.a,5.d,6.e,7.a,8.b,9.a,10.c

3.ÜNİTE
GİRİŞ
Asya’nın ortalarından Avrupa’ya kadar yayılan bir dilin tarihî hüviyetini tespit ve tayin etmek kuşkusuz kolay bir iş değildir. Bir dilin esas varlığı ortaya konulan eserlerle anlaşılır. Şüphesiz bu eserlerin ortaya çıktığı ve etkileşimde bulunduğu dillere göre ses ve şekil bakımından farklı hususiyetler arz etmesi söz konusudur. Ayrıca ister akraba diller olsun ister olmasın varlığını farklı suretlerde gösteren diller hem gelişmiş hem de değişerek bugünlere kadar gelmiştir. Şüphesiz bu değişim ve gelişim sürecini tamamlayamayan diller kaybolmuşlardır. Bir dilin başka bir dile çok fazla kelime vermesi veya bir dilden çok fazla kelime alması akrabalık karinesi olarak değerlendirilemez. Genel olarak en temel ihtiyaçları ifade eden kelimeler dillerde ortak ise bu takdirde bu dillerin birbirleriyle akrabalık ilişkileri değerlendirmeye tabi tutulur.
DİL AİLELERİ - DİL GRUPLARI
Yapı Bakımından Diller
Dünya dilleri, dili oluşturan kelimelerin, eklerin, bu eklerin kuruluş ve işleyişleri gibi yapı bakımından gösterdikleri benzerliklerine göre üç gruba ayrılır. Bunlar; tek heceli diller, eklemeli diller ve çekimli dillerdir.
• Tek heceli diller
Bu gruptaki dillerde kelimeler bir heceden oluşmaktadır. Cümleyi meydana getiren kelimeler ek almazlar ve şekil değişikliğine uğramazlar.
• Eklemeli diller
Bu gruptaki dillerde tek veya çok heceli kelime kökleriyle ekler vardır. Kelime köklerinden yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilir. Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme olmaz. Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir.
• Çekimli diller
Çekimli dillerde de kelime kökleriyle ekler vardır. Fakat yeni kelimeler türetilirken veya çekim yapılırken kelime kökünde değişiklikler olur.
Kaynak Bakımından Diller
Kaynak bakımından birbirine yakın olan diller bir aile oluşturur. Aynı kaynaktan beslenen diller bu şekilde farklı dil ailelerine ayrılır. Bir dil ailesi, tarihin bilinmeyen dönemlerinde bir ana dilden türeyen dillerin oluşturduğu topluluktur.
Dünyadaki başlıca dil aileleri şunlardır:
• Hint-Avrupa dilleri ailesi
Hint-Avrupa dil ailesi, dünyanın en büyük dil ailesidir. Yüzlerce dil ve lehçe içerir. Dünyada 2,5 milyardan fazla insanın ana dili, Hint-Avrupa dil ailesine aittir. Günümüzde dünyada en çok konuşulan yirmi dilden on ikisi Hint-Avrupa dil grubuna aittir. Bunlar İngilizce, İspanyolca, Hintçe, Portekizce, Bengalce, Rusça, Almanca, Fransızca, Marati, İtalyanca, Puncapca ve Urducadır.
• Hami-Sami dilleri
Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yayılmış çeşitli topluluklarca konuşulan yaklaşık 250 dilden oluşur. Hami ve Sami alt grupları olmak üzere ikiye ayrılır: Hami dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili Sami dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranicedir.
• Bantu dilleri
Bantu dilleri Orta ve Güney Afrika'da yaşayan kabilelerin konuştukları 400'den fazla dile verilen addır. Lingalaca, Lubaca, Kongoca, Swahili (Svahili), Pölce, Susuca, Gurca, Akanca Bantu dilleri grubundandır.
• Çin-Tibet dilleri
Çin (Sin) ve Tibet-Burma dilleri gruplarında yer alan 300 Doğu Asya dilinden oluşur. Çince, Tibetçe, Dzongka, Birmanca, Vietnamca ve Kmerce bu gruba girer.
• Ural-Altay dilleri
Ural ve Altay dilleri akrabalığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Genel görüşe göre bu iki kol tek kaynaktan çıkmış, ancak bu kolların zamanla akrabalık bağları çok zayıflamıştır.
Ural kolu: Fince, Macarca, EstoncaAltay kolu: Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Japonca ve Korece

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
Türkçe yukarıda belirtilen dil ailelerinden Ural-Altay dilleri grubuna girer. Ural-Altay dilleri bahsi geçen dil aileleri gibi sağlam bir dil ailesi yapısı göstermez. Örneğin, Hint-Avrupa dilleri arasındaki yakın benzerlikler Ural-Altay dilleri arasında görülmez. Bu nedenle Ural- Altay dillerini bir dil ailesi olarak değil, bir dil grubu olarak görmek daha yerinde olur.
• Üç Altay dilinde (Türk, Moğol, Mançu-Tunguz) de ortak olan hiçbir ek yoktur.
• Sayılar arasında başka dil ailelerinde bulunan benzerlik Altay dillerinde yoktur.
• Yine başka dillerin aile sayılma ölçüsü olan ortak adlandırmalar bu dillerde yoktur
Dil bilginlerinin yapmış oldukları çalışmalar neticesinde Ural-Altay dilleri, Ural ve Altay dilleri olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bu ayrımı yapan ilk kişi ise Wilhelm Schoot (1802-1889)’tur.
Türkçe, Ural-Altay dilleri grubunun Altay dilleri kolunda yer alır. Dış yapıya (ses kuruluşu, bitişkenlik, son ek düzeni, söz dizimi sırası vb.) dayanılarak genişletilmek istenen Altay dil birliğinden, ikinci, üçüncü derecedeki katmanlar çıkarılır; Kore dili bir tarafa bırakılırsa Altay dilinin Türkçe-Moğolca-Tunguzcadan oluştuğu varsayımı kabul edilir [3]. Başlangıçta sadece Türk, Moğol, Tunguz dillerinin akrabalığı üzerinde durulurken XX. yüzyılın ortalarından itibaren Korece ve Japonca da Altay dilleri grubuna katılmıştır
Altay dilleri üzerine çalışma yapan en önemli isimler, Fin bilgini Gustaf John Ramstedt (1873-1950), Alman asıllı Nicholas Poppe (1897-1991) ve yine Finlandiyalı Pentti Aalto (1917-?)'dur. Ural ve Altay dillerinin akrabalığı bugün için aşağıdaki benzerliklere dayanmaktadır:
• Ses uyumu, bütün Ural-Altay dillerinde müşterek bir esastır.
• Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur.
• Artikeller bulunmaz.
• Tasrif, eklerle yapılır.
• İsimlerin çekiminde mülkiyet eki kullanılır.
• Fiil şekilleri zengindir.
• Hint-Avrupa dillerindeki prepozisyon yerine postpozisyon kullanılır.
• Sıfatlar isimlerden önce gelir.
• Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz.
• Mukayese, ablativ (-den hâli) ile yapılır.
• Yardımcı fiil olarak "habere" (malik olmak) yerine "esse" (olmak, imek) kullanılır.
• Ural-Altay dillerinin birçoğunda menfi hareket için hususi fiil vardır.
• Soru eki mevcuttur.
• Bağlar yerine fiil şekilleri kullanılır
NOT:Altay dilleri üzerine çalışma yapan en önemli isimler, Fin bilgini Gustaf John Ramsted, Alman asıllı Nicholas Poppe ve yine Finlandiyalı Pentti Aalto’dur.
Wiedeman 1938 yılında çalışmalar yapmış ve o da Temir [5] gibi bu dil grubunun Hint-Avrupa dillerinden farklı özelliklerini on dört madde altında toplamıştır. Altay dillerinin ortak özellikleri ise şu şekilde sıralanabilir:
• Ünlü uyumları vardır.
• Ünsüzlere göre ünlüler bakımından daha zengindir.
• Kelimeler çift ünsüzle başlamaz.
• Cinsiyet ayrımı gösteren ek bulunmaz.
• Sayı sıfatlarından birinin bulunduğu sıfat tamlamalarında isim unsuru çoğul ek almaz.
• Anlatım dolayısıyla çekim, son eklerle sağlanır.
• Eylem tabanları emir, isim tabanları tekildir.
• Genel olarak özne-tümleç-nesne-yüklem sırası vardır.
• Tamlamalarda belirtilen unsur önde, belirtilen unsur ise sonda gelir.
Ural-Altay dillerinin Altay dillerini oluşturan Türk, Moğol, Tunguz-Mançu dillerinin akrabalığını savunan, bu dillerin ortak bir kaynaktan geldiğine inanan ve bunu ortaya çıkarmaya çalışan teoriye Altay Dilleri Teorisi denir. Bu dillerin kültürel unsurlarını araştıran, inceleyen bilim koluna Altayistik, bununla uğraşan bilim adamına ise Altayist denir. Türkiye’de Altayistik bilim kolunda çalışma yapan bilim adamları şunlardır: Ahmet Temir, Osman Nedim Tuna ve Talat Tekin. Bu araştırmacılar içerisinde en fazla Altayistik çalışma yapan bilim adamı ise Talat Tekin’dir.
Altay dillerinin özellikleri verildikten sonra Türkçenin genel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
• Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzcadır. Günümüzde Korece ve Japoncanın da Altay dil grubunun üyeleri oldukları varsayılmaktadır.Türkçe, diğer Altay dilleri gibi eklemeli, yani sözcüklerin eklerle yapıldığı ve çekildiği, sondan eklemeli bir dildir.
• Türkçe sözcüklerde, Arapça, Almanca vb. dillerde görülen erillik, dişillik (yani cinsiyet ayrımı) özelliği yoktur.
• Türkçede sayı sıfatlarından sonra gelen adlar çoğul eki almazlar. Örneğin, üç ağaçlar değil, üç ağaç.
• Önlük-artlık (kalınlık-incelik) ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. İlk uyuma göre bir sözcükteki ünlüler ya hep art ya da ön, ikinci uyuma göre de ya hep düz ya da yuvarlak olurlar.
• f, j ve h ünsüzleri Türkçe kökenli sözcüklerde bulunmazlar. (Bir kaç Türkçe sözcükte başka seslerden değişmiş olarak f görülebilir: öfke <öpke, ufak <ubak vb.)
• Türkçe sözcüklerde söz başında bulunabilen ünsüz sayısı sınırlıdır: b, ç, d, g, k, s, t, v, y, c ünsüzü, söz başında başka ünsüzlerden değişmiş olarak birkaç sözcükte bulunur: cibinlik <çıpın vb.
• n ünsüzü Türkçe kökenli sözcükler içinde yalnız ne ve türevlerinde bulunur: ne, neden, niçin, nasıl vb.
• p ünsüzü de söz başında, birkaç Türkçe sözcükte b'den değişmiş olarak bulunur: piş- <biş-, parmak <barmak vb.
Altay dilleri ile Türkiye Türkçesinin ortak özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
• Ünlü uyumları vardır.
• Dokuz ünlü, yirmi dört ünsüz ile ünlü-ünsüz zenginliği göstermektedir.
• Çift ünsüzle başlayan kelime yoktur.
• Cinsiyet ayrımı gösteren ek yoktur.
• Sayı sıfatı alan sıfat tamlamalarında isim unsuru çoğul ek almaz.
• Anlatım ve çekim son eklerle yapılır.
• Eylem tabanları emir, isim tabanları tekildir.
• Genel olarak özne-tümleç-nesne-yüklem sırası vardır.
• Tamlamalarda tamlayan önde, tamlanan sonda gelir.
NOT:Ural-Altay dillerinin Altay dilerini oluşturan Türk, Moğol, TunguzMançu dillerinin akrabalığını savunan, bu dillerin ortak bir kaynaktan geldiğine inanan ve bunu ortaya çıkarmaya çalışan teoriye Altay Dilleri Teorisi denir.
TÜRKÇENİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Dillerin tarihsel gelişim dönemlerini birbirinden ayıran kesin çizgiler yoktur. Dillerin gelişim dönemleri belirlenirken dil bilimsel ölçütler dikkate alınmalıdır. Fakat yazı dili olmayan tarihî dillerle, lehçe ve ağızlarla ilgili yeterli filolojik malzeme bulunamadığında, dilsel süreçlerin tarihsel, siyasî, sosyal ve politik olgular aracılığıyla belirlenmesi zorunlu hâle gelmektedir. Türk dili tarihinin temel çizgilerini oluşturan Türk yazı dilleri, lehçeleri ve ağızlarındaki sayısız çeşitlenmelerine karşılık sınırlıdır. Türk yazı dilinin alanıyla ilgili elimizde sınırlı dil malzemesi bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkçenin tarihsel dönemlerinin tespit edilmesinde, tarihî dönemler arasındaki geçiş ve dallanma proseslerinin, ilişkilerinin belirlenmesinde bu sınırlı dil malzemesi çoğu zaman yetersiz kalmış, bunun yanında başka tarihsel, siyasî ve sosyal olgular, tarihsel dil süreçlerinin belirlenmesinde ölçüt olarak kullanılmıştır
Orhun Yazıtları, Türk yazı dili tarihini VII. ve VIII. yüzyıllara kadar götüren önemli dil yadigârlarıdır. Orhun Yazıtları’nda kullanılmış olan gelişmiş, işlek ve sanatlı dil, ayrıca komşu ülke kaynaklarında yer alan bilgiler, Türk yazı dilinin başlangıcının çok daha eskiye gittiğini gösterir. Yakın dönemde bulunan yeni yazıtların okunması Türk yazı dilinin tarihini daha da gerilere götürmemize imkân tanımaktadır. Ayrıca karşılaştırmalı ses bilim ve biçim bilim çalışmaları ve diğer dillerdeki alıntı sözlerden Türkçenin yaşının ortaya konulması yolunda önemli veriler elde edilmiştir.
Türk Dilinin Tarihsel Dönemleri
• Altay Dil Birliği Dönemi
• İlk Türkçe Dönemi
• Çuvaş-Türk Dil Birliği Dönemi (Pre-Turkic)
• Ana Türkçe Dönemi (Proto-Türkçe)
• Eski Türkçe Dönemi (VI-X. yüzyıl)
• Orta Türkçe Dönemi (XI-XVI. yüzyıl)
• Yeni Türkçe (Yeni Yazı Dilleri) Dönemi (XVI. yüzyıl ve sonrası)
• Modern Türkçe Dönemi (XX. yüzyıl ve sonrası)
Türk dili tarihinde en erken dönem Altay Dil Birliği Dönemi’dir. Bu dönem, Türk, Moğol, Tunguz ve Kore ile Japon dillerinin ortak olduğu zamandır. Bu dönemde Türklerin, Moğolların, Tunguzların, Korelilerin atalarının bu ortak dil döneminde birbirlerinden farklı, fakat Ana Altayca varyantlarına sahip bir dil kullandıkları düşünülmektedir.
Türkçe (Pre-Turkic) döneminin başlangıcı kesin olarak bilinmemekle birlikte; MÖ birkaç bin yıllık dönemi kapsadığı tahmin edilmekte ve Milat sıralarında sona erdiği düşünülmektedir. İlk Türkçe dönemi Türkçenin Ana Altaycadan ayrıldıktan sonraki ilk dönemi kabul edilebilir. Bu döneme Çuvaş-Türk Dil Birliği Dönemi adı da verilmektedir.
Milat sıralarında başladığı kabul edilen Ana Türkçe (Proto-Türkçe) Dönemi ise Hun çağı ile ilişkilendirilmektedir. Proto-Türkçe veya diğer bir deyişle Ana Türkçe, bugün için kesin olarak bilinmeyen, ancak muhtemel tarihlendirmesi Hun çağı olarak yapılan bir devrede iki ana kola ayrılmıştır.
Eski Türkçe Dönemi
Proto Türkçe diğer bir deyişle Ana Türkçe Dönemi’nden sonra gelen ve Türkçenin yazılı metinlerle bilinen en eski devresi Eski Türkçe Dönemi’dir. Bu dönem Türk dilinin bilinen en eski yazılı belgelerinin bulunduğu devreyi oluşturmaktadır.
Eski Türkçe Dönemi’nde yaşanan önemli olaylardan biri Türk yazı dilinin başlangıcı olarak sayılabilecek metinlerin bulunmasıdır. Eski Türk çağlarından bugüne kalan metinler, Türklerin kendi dillerinin yazımında birden çok alfabeyi kullandıklarını göstermektedir. Göktürk Dönemi’ne ait metinlerin hemen hemen hepsi Türk Runik yazısıyla yazılmıştır. Bir anlamda Eski Türk çağında Runik yazısı Türklerin asıl kullandığı alfabe değerinde olmuştur.
Eski Türkçe Dönemi’nin dil, kültür ve edebiyat özelliklerini başarılı bir şekilde yansıtan ve Türk yazı dilinin başlangıcı olarak kabul edilen eser Orhun Yazıtları’dır. Bu yazıtlar, başta Türk dilinin tarihî gelişimi, Türk tarihi, kültürü ve edebiyatı olmak üzere birçok hususta aydınlatıcı bilgiler vermektedir ve bilimsel çalışmalarda çok önemli bir değere sahiptir.
Ergin [2], Orhun Yazıtları’nın Türk dili ve tarihi açısından önemini şu şekilde belirtmiştir:
Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk metin… İlk Türk tarihi… Taşlar üzerine yazılmış tarih… Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması… Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri… Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası… Türk askerî dehasının, Türk askerlik sanatının esasları… Türk gururunun ilahî yüksekliği… Türk feragat ve faziletinin büyük örneği… Türk içtimaî hayatının ulvi tablosu… Türk edebiyatının ilk şaheseri… Hükümdarane eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslubun şaşırtıcı numunesi… Türk milletçiliğinin temel kitabı… Bir kavmi bir millet yapabilecek eser… Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık… Türk dilinin mübarek kaynağı… Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği… Türk yazı dilinin başlangıcını miladın ilk asırlarına çıkartan delil… Türk ordusununkuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika… Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en mânâlı mezar taşları… Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…
Eski Türkçe Dönemi’nin ikinci önemli kolu ise Uygur Türkçesi Dönemi’dir. Uygurlar birçok milletle ticari, kültürel ve siyasi münasebetler kurmuş; kendi Gök Tanrı dini dışında Budizm’e, Maniheizm’e ve Hristiyanlığa inanmışlardır. Uygurların kendilerine has Uygur alfabeleri vardır. Bu alfabe ile eser verdikleri gibi Sogd, Süryani, Nesturi alfabelerini kullanarak da eserler yazmışlardır.
Uygurlardan kalma üç büyük kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeler şunlardır:
• Suci: Kuzey Moğolistan’da Ar-Aşatu dağı, Dolon-Huduk civarında bulunmuştur.
• Şine-Usu:1909’da Arhangay ile Bulgan aymagları sınırında, Mogoyn ŞineUsu bölgesinde bulunmuştur.
• Karabalgasun:Uygurların başkenti Karabalgasun civarında bulunmuş üç ayrı anıta verilen isimdir. Uygurlardan kalan metin ve kitapların büyük bir bölümü dinî mahiyettedir.
Bunun dışında matematiğe, astronomiye ait birçok eser yazmışlardır. Önemlileri şunlardır:
• Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın):Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlakî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.
• Altun Yaruk (Altın Işık):Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur. Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. En meşhur hikâyeleri Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi, Dantipali Bey Hikâyesi ve Çaştani Bey Hikâyesi’dir. Aşağıda Şinasi Tekin tarafından hazırlanmış “Uygurca Metin” adlı kitaptan örnek aktarılmıştır.
• Irk Bitig (Fal Kitabı):Göktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan altmış beş paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.
• Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi(İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır. Uygurlar, yazılarında Uygur alfabesini kullanmışlardır.

Orta Türkçe Dönemi
Eski Türkçe Dönemi’nden itibaren süregelen yazı dili geleneği Türklerin X. yüzyılda İslamiyet’i kabul ederek girmiş olduğu çevrede de devam etmiştir. Fakat Eski Türkçe Dönemi İslamiyet’in kabulüyle kapanmış, Orta Türkçe Dönemi (XI-XVI. yüzyıl) başlamıştır. Bu dönemde Türk toplulukları Ön Afrika ve Avrasya coğrafyasına yayılmaya başlamışlardır. Ogurlar ve Kıpçaklar, Kıpçak bozkırlarına (Deşt-i Kıpçak) ve Mısır- Suriye bölgesine; diğer eski Türk toplulukları batıya, Avrasya derinliklerine; Uygurlar güneye, Şincan’a; Oğuzlar ise güneybatıya, İran, Anadolu ve Balkanlar’a yönelmişlerdir. Bu dönem çeşitli Türk yazı dillerinin oluşma dönemidir. Bu dönemdeki yazı dillerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
• Karahanlı Türkçesi (XI-XIII. yüzyıl)
• Harezm Türkçesi (XIV. yüzyıl)
• Kıpçak Türkçesi (Altın Orda Kıpçak Türkçesi) (XIII-XVI. yüzyıl),
• Memlûk Kıpçak Türkçesi (XIV-XVI. yüzyıl), Ermeni Kıpçakçası (XVI-XVII. yüzyıl)
• Eski Anadolu Türkçesi (XIII-XV. yüzyıl)
• Çağatay Türkçesi (XV-XIX. yüzyıl)

Karahanlı Türkçesi
Karahanlı Türkçesi, Hakaniye Türkçesi veya Karluk-Uygur Türkçesi diye anılan dil, Karahanlı Devleti’nin diliydi. Bu alanda çalışan araştırmacıların bir kısmı Karahanlı Türkçesini Eski Uygur Türkçesinin İslami şekil altındaki devamı olarak saymışlardır. Ancak bu görüşün bazı yönlerden düzeltilmesi gerekmektedir.
Karahanlı Türkçesi temelde Uygurcaya dayanır. Gramer özellikleri bakımından Uygurcanın devamıdır. Karahanlı yazı dili X. asırdan XIII. asra kadar devam etmiştir. Dönemin önemli eserleri ise şunlardır:
• Kaşgarlı Mahmud – Dîvânü Lûgati’t-Türk
• Yusuf Has Hacib – Kutadgu Bilig
• Edip Ahmed Yüknekî – Atebetü’l-Hakayık
• Ahmed Yesevi – Dîvân-ı Hikmet
Dîvânü Lûgati’t-Türk:Kaşgarlı Mahmud’u dilcilik alanına ve bilim dünyasına tanıtan bu eser, Türk dilinin ansiklopedik bir sözlüğüdür. Kaşgarlı bu eserini 1072 yılında yazmaya başlamış ve 1074 yılında tamamlayabilmiştir. Kaşgarlı’nın eserini Bağdat’ta mı, yoksa Kaşgar’da mı yazdığı belli değildir. Kaşgarlı, bu eserini yazabilmek için o dönem Türk dünyasını adım adım dolaşarak pek çok notlar almış, dil malzemeleri toplamış, sonra bu malzemeyi işleyerek ve çok iyi bildiği Arap dilinin kurallarına göre düzenleyerek bir sözlük hâline getirmiştir.
Atebetü’l-Hakayık (Gerçeklerin Eşiği): Edip Ahmed Yüknekî'nin, Karahanlı beylerinden Muhammed Dâd Sipehsalar'a sunduğu, hadislere dayanarak yazdığı şiirlerle, insan olmanın yollarını, ahlak kurallarını açıklamış, çeşitli ahlaki nasihatler vermiş ve bu yönüyle insanlara yol gösterici olmuştur. Eser önceleri "Hibetü'l- Hakayık" veya "Aybetü'l-Akayık" şeklinde isimlendirmiştir. Eserde dünya ve ahireti bilmenin sadece ilim yoluyla mümkün olacağı, bilginin faydaları, bilgisizliğin ise zararları ele alınmıştır.
Dîvân-ı Hikmet:Yesevilik tarikatının kurucusu Ahmet Yesevi tarafından yazılmıştır. Genel olarak dervişlik hakkında övgülerden, bu dünyadan şikâyetten cennet ve cehennem tasvirlerinden, Peygamber’in hayatından ve mucizelerinden bahsedilir. Dinî ve ahlaki öğütler veren şiirlere de yer vermiştir.
Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı KutadguBilig adlı eserdeki toplam kelime sayısı 2961’dir [13]. Atebetü’l-Hakayık, Kur’an Tercümeleri ve Dîvânü Lûgati’tTürk’teki kelimelerin büyük kısmı birbiri ile aynı olan sözlerden ibarettir. Zaten Dîvânü Lûgati’t-Türk bir sözlük çalışması olduğu için bu eserde geçen kelimelerin pek çoğu dönemin diğer dört çalışmasında da kısmen mevcuttur.
Karahanlı Türkçesinin genel özellikleri şu şekilde başlıklandırılabilir
• Karahanlı Türkçesi, Türk dilinin en önemli safhalarından birini oluşturmaktadır. Döneme ait eserler, sayı bakımından fazla bir yekûn tutmaz. Fakat Türk dilinin söz varlığını anlatmaya yetecek nitelikte olduğu söylenebilir.
• Dönem eserleri içerisinde kelime hazinesi bakımından en büyük eser kuşkusuz Dîvânü Lûgati’t-Türk’tür. Toplam 8624 kelime yer almaktadır.
• Karahanlı Türkçesiyle yazılmış eserlerden dil bakımından en sağlam eser Kutadgu Bilig’dir. Bu eserin toplam kelime sayısı 2961 olarak tespit edilmiştir.
• Atebetü’l-Hakayık gerek dil gerek imla açısından dönemin diğer eserlerine göre daha zayıftır. Toplam 1306 kelime yer almaktadır.
• Dîvân-ı Hikmet, Karahanlılardan kalma bir eserdir. Fakat eserin yazıldığı döneme ait bir nüshası henüz elimize geçmemiştir. Bu yönüyle eserin söz varlığı çok tutarlı sayılamaz.
• Kur’an tercümesinin söz varlığı, yabancı kelimelere doğrudan karşılık verilerek oluşturulduğu için önemlidir.
• Kaşgarlı Mahmud, meşhur eserine halk arasında fazla kullanılmayan kelimeleri almadığını belirtmiştir. Ayrıca Müslüman olmayan Türk boylarından da kelimeler almamıştır [15]. Bu durum göz önüne alındığında Türk dilinin o devirdeki kelime sayısının, söz varlığının daha fazla olduğu söylenebilir.
• Karahanlı Türkçesinin söz varlığının büyük bir kısmı bugünkü Türk lehçelerinde yaşamaya devam etmektedir

Harezm Türkçesi
Harezm Türkçesi, Türk dilinin Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine bir geçiş dönemi olması açısından önem taşır. Bu dönem, üzerinde az çalışılmış sahalardan biridir. Harezm Türkçesiyle yazılmış olan Kısasü'l-Enbiya, Nehcü‘l- Feradis, Muînü‘l-Mürîd ve Mukaddimetü'l-Edeb dönem açısından çok önemlidir [16]. Türk yazı dili geleneği XI. yüzyılda, Orta Asya’da, yazı dili-edebî dil seviyesinde iki ayrı sahada kendine gelişme yolu çizmiştir. Bunlardan doğuda olanının merkezi Kaşgar’ken, batıda yer alan sahanın merkezleri Harezm ve Sirderya Irmağı’nın güneyindeki Yedisu, Merv ve Buhara gibi şehirler olmuştur. Kaşgar bölgesinde gelişen Karahanlı Türk edebî dili, temelde eski Uygur Türkçesine bağlı idi ve Türklerin İslamiyet’e girmesiyle birlikte İslami bir özellik de kazanmıştı. XII. yüzyıldan sonra Orta Asya’daki Türk edebî dilinin gelişme sahası Harezm bölgesi olmuş ve bu sahada gelenek olarak Karahanlı Türkçesine bağlı, bunun yanında Kıpçak-Oğuz unsurları yanında kendine has dil özellikleri olan ve geçiş Türkçesi özelliği taşıyan Harezm Türkçesi şekillenmiştir
Harezm Türkçesi, XIII. yüzyılda Harezm ile ona bağlı Aşağı Sirderya (Seyhun) Irmağı bölgesinde, Karahanlı yazı dili geleneğine bağlı olmakla birlikte Oğuz-Kıpçak lehçelerinin de etkilerini içine alarak kurulup gelişen yazı dilidir

Kıpçak Türkçesi
Türk dilinin yayılma alanlarına bakıldığında Kıpçak Türkçesinin hem geçmişte hem de günümüzde oldukça geniş bir alanı kapsadığı anlaşılmaktadır. Orta Asya’nın batısından başlayıp Tuna kıyılarına, kuzeyde Orta İdil bölgesine, güneyde Kırım’a kadar uzanan Deşt-i Kıpçak bölgesi ile yakın doğuda özellikle Mısır ve Suriye’de varlıklarını yüzyıllarca sürdürmüş olan Kıpçak Türklerinden günümüze kalmış eser sayısı oldukça sınırlıdır. Elde olan eserlere bakıldığında bunlarla ilgili yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunun yurt dışında yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun sebebi günümüze kalan eserlerin nüshalarının bir kısmının yurt dışında bulunması ve özellikle Türkoloji çalışmalarının yurt dışında Türkiye’den daha önce başlamış olmasıdır. Batılı ülkelerin dil ve din tarihlerini ilgilendiren bilgileri içerdiği için Codex Comanicus gibi bazı eserler ise batılı araştırmacıların ilgi odağı olmuştur [6]. Konuları açısından Kıpçak sahası eserlerini şu şekilde ifade edebiliriz:
Sözlük ve Gramerler
• Kitâbü'l-İdrâk Li-Lisâni'l-Etrâk
• Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî Et-Tuhfeti'z-Zekiyye fi'l-Lûgati't-Türkiyye
• El-Kavânînü'l-Külliyye Li-Zabti'l-Lûgati't-Türkiyye
• Ed-Dürretü'l-Mudiyye fi'l-Lûgati't-Türkiyye
Fıkıh Eserleri
• İrşâdü'l-Mülûk ve's-Selâtin
• Kitâb-ı Mukaddime-i Ebû 'l-Leysi's-Semerkandî Kitâb fi'l-fıkh
• Kitâb fi'l-Fıkh bi-Lisâni't-Türkî
• Mukaddemetü'l-Gaznevi fi'l-İbâdât (Ziyâ'u'l-Ma'nevî) Tercümesi Şerhü'lMenâr
Okçuluk ve Atla İlgili Eserler
• Baytaratü'l-Vâzıh Münyetü'l-Guzât Kitâbü'l-Hayl
• Kitâb fi-ilmi'n-Nüşşâb (Hulâsa)
Edebî Eserler
• Gülistan Tercümesi
Eski Anadolu Türkçesi
Anadolu, Oğuz Türkçesinin XI-XIII. yüzyıllardaki yoğun göçlerle başlı başına bağımsız bir yazı dili durumuna geldiği bir bölgedir. XIII. yüzyıldan XV. yüzyıl ortalarına kadar süren bu dönem Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye Türkçesi diye adlandırılır. Eski Anadolu Türkçesi, Oğuz Türkçesinin tarihî gelişim süreci içerisinde niteliği bakımından bir dönüm noktasıdır. Çünkü Eski Anadolu Türkçesi, Oğuz yazı dilinin bu zamandan sonraki dallanmalarında temel yapı olma rolünü üstlenmiştir
Eski Anadolu Türkçesi kendi içerisinde üç alt başlığa ayrılmaktadır:
• Selçuklu Dönemi Türkçesi • Beylikler Dönemi Türkçesi • Osmanlı Dönemi Türkçesi
Selçuklu Dönemi
Türkçesi Bu dönem XII-XIII. yüzyılları içine alır. Bu döneme Selçuklu Dönemi Türkçesi denir. Temsilcileri Mevlana, Sultan Veled, Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza ve Hoca Dehhanî’dir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin resmî dili Farsçaydı. Dış yazışmalarda, dinî ve ilmî konularda ise Arapçanın önemli bir yeri vardı. Fakat her ne kadar resmî, dinî ve ilmî alanlarda Türkçe kullanılmasa da Selçuklu halkı Türkçe konuştuğu için devlet, halkla olan ilişkilerinde Türkçeyi kullanmaktaydı. Aynı zamanda halkın, dinî ve tasavvufî eğitiminin sağlanmasında kullanılan eserlerin dili de Türkçe idi. Destanî nitelikteki eserler ile bazı halk edebiyatı ürünleri de bu eserler içerisinde sayılabilir.
Selçuklu Dönemi’nden günümüze kadar gelebilmiş eserleri şu şekilde başlıklandırabiliriz:
• Ahmed Fakih’in Çarhnâme’si ile Kitâbu Evsaf-ı Mesacidi‘ş-Şerife’si
• Hoca Dehhanî’nin manzumeleri
• Şeyyat Hamza’nın Yusuf ve Zeliha’sı ile Dâstân-ı Sultan Mahmud Mesnevisi
• Mevlana ve Sultan Veled’in Türkçe beyit ve manzumeleri
• Yunus Emre’nin Dîvân’ı ve Risaletü‘n-Nushiyye adlı ahlakî nitelikteki mesnevisi
Beylikler Dönemi Türkçesi
Beylikler Dönemi Türkçe, eski Doğu Türkçesinin kalıntılarından ayıklanarak Oğuzcaya dayalı yepyeni yazı dilinin kurulduğu dönemdir. Bu dönemde Türkçe, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılıp parçalanmasıyla (MS. 1307) ortaya çıkan Anadolu Beylikleri Dönemi’ni temsil eder. Beylikler Dönemi Türkçesi XIII. yüzyıl sonlarından XV. yüzyıl başlarına, yani Osmanlı Beyliği’nin öteki beyliklerin varlığına son vererek güçlü bir devlet durumuna geldiği zamana kadar uzanır. Her ne kadar Beylikler Dönemi Türkçesinin başlangıç ve bitiş noktasıyla ilgili tarihler verilse de Selçuklu Türkçesinin bitişi ile Beylikler Dönemi Türkçesinin başlangıcını birbirinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. XIII. yüzyıl sonu, bu iki dönemi birbirine kaynaştıran bir halka durumundadır.
Osmanlı Dönemi Türkçesi
Bu dönem Osmanlıların Anadolu Beylikleri’nin siyasî varlıklarına son verip kendi idareleri altına almalarıyla başlamaktadır. XV. yüzyılın ikinci yarısını kaplayan bu dönemde, dil yapısı bakımından Eski Anadolu Türkçesini Osmanlı Türkçesine bağlayan bir geçiş evresi yaşanmıştır. Bu geçiş evresine Osmanlı Türkçesine geçiş evresi denilebilir.
Çağatay Türkçesi
Orta Türkçenin son dönemini temsil eden Çağatay Türkçesi, XIII. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar devam eden yazı dili dönemidir. Çağatay edebî dili, bir yandan Hakaniye (Karahanlı), diğer yandan da Harezm Türkçesi tesiri altında Çağatay ulusunun meydana getirdiği yazı dilidir. Bu terim geniş mânâsıyla Moğol istilasından sonra Orta Asya’da meydana gelmiş Türk edebiyatı, dar anlamıyla Timurlular (1405-1502) devrinde meydana getirilen dil ve edebiyatı karşılamıştır. Köprülü
Çağatay sözcüğünün anlamını genişleterek bu dönemi beş devreye ayırır:
• İlk Çağatay devri (XIII-XIV. yüzyıllar)
• Klasik Çağatay devrinin başlangıcı (XV. yüzyılın ilk yarısı- Nevaî’ye kadar)
• Klasik Çağatay devri (XV. yüzyılın son yarısı-Nevaî devri)
• Klasik devrin devamı (XVI. yüzyıl Babur ve Şeybanlılar devri)
• Gerileme ve Çökme devri (XVII-XIX. yüzyıllar)
Yeni Türkçe Dönemi
Orta Türkçe Dönemi’ndeki Türk lehçelerinin, edebiyatlarının gelişerek devam ettiği dönemdir. Bu dönemi, dil bilgisi yapısı bakımından belli farklılıklar olmakla birlikte Orta Türkçe Dönemi’nden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değildir. Ancak Türkçenin dış etkiler sebebiyle bazı değişikliklere uğradığı zamanlar bu dönem içinde değerlendirilebilir.
Modern Türkçe Dönemi
Modern Türk dili Balkanlar’dan Büyük Okyanus’a; Kuzey Buz Denizi’nden Tibet'e kadar uzanan geniş bir coğrafyada etkisini göstermektedir. Türk dili tarihsel gelişimi içerisinde içeriden ve dışarıdan gerçekleşen etkileşimlerle farklı kollara ayrılmıştır. Türkçenin bu farklı kolları bugün pek çok devletin millî, edebiyat ve resmî dili olarak kullanılmaktadır. Modern Türk dili alanı dil bilim temelinde incelendiğinde altı gruba ayrılmaktadır:
• Güneybatı Türk - Oğuz Türk Lehçeleri
• Güneydoğu - Uygur - Karluk Lehçeleri
• Kuzeybatı - Kıpçak Türk Lehçeleri
• Kuzeydoğu - Sibirya Türk Lehçeleri
• Çuvaşça
• Halaçça
Güneybatı Türk Lehçeleri (Oğuz)
• Türkiye Türkçesi
• Azerice
• Türkmence
• Horasanca
• Gagauzca
Türkiye Türkçesi; Türkiye Bulgaristan Kıbrıs Avusturalya Makedonya Romanya Yugoslavya Yunanistan Batı Avrupa ülkeleri
Azerice; Azerbaycan Ermenistan Gürcistan İran Irak
Gagauzca; Moldova Bulgaristan Kazakistan Romanya Rusya Federasyonu (Kafkaslar) Ukrayna
Türkmence; Türkmenistan Afganistan İran Irak
Horosanca ;İran

Kuzeybatı - Kıpçak Türk Lehçeleri
• Başkurtça
• Karaçay-Balkarca
• Kırgızca
• Kumukça
• Kazakça
• Karayimce
• Karakalpakça
• Kırım Tatarcası
o Tatarca ; Rusya Fed. Tataristan Bulgaristan Kazakistan Romanya Rusya Fed. Başkurdistan Çin Türkiye Finlandiya ABD Avrupa ülkeleri Ukrayna Tacikistan Kırgızistan Azerbaycan
o Başkurtça ; Rusya Fed. Başkurdistan
o Kırgızca ; Kırgızistan Afganistan Çin
o Kazakça ; Kazakistan Afganistan Çin Moğolistan Türkmenistan Özbekistan
o Karakalpakça ; Özbekistan Afganistan
o Nogayca ; Rusya Fed. Kafkaslar
o Karaçay- Balkarca ; Rusya Fed. Kafkaslar
o Kumukça ;Rusya Fed. Kafkaslar
o Karayimce; Litvanya Polonya Ukrayna
o Kırım Tatarcası ; Kırım Özbekistan
o Güneydoğu - Uygur - Karluk Lehçeleri • Özbekçe • Uygurca • Sarı Uygurca • Salarca
o Özbekçe ; Özbekistan Afganistan Çin Kazakistan Kırgızistan Tacikistan Türkmenistan
o Yeni Uygurca; Çin Kazakistan Moğolistan
o Sarı Uygurca ; Çin
o Salarca ; Çin

Kuzeydoğu - Sibirya Türk Lehçeleri ; • Yakutça (Sahaca) • Tuvaca • Hakasça • Altayca
• Yakutça ; Rusya Fed. Yakutistan
• Tuvaca ; Rusya Fed. (Altay bölgesi ve Güney Sibirya) Moğolistan Çin
• Hakasça ; Rusya Fed. Hakas Otonom Cumhuriyeti
• Altayca ; Rusya Fed. (Oyrotça, Teleütçe)

KONU SONU ÖZETİ
•Dillerin birbirleriyle akrabalıklarını tespit ve tayin etmek için belli kriterler dikkate alınır. Bir dilin başka bir dile çok fazla kelime vermiş olması bu dillerin akraba olduklarını göstermez.
•Yapılan tespitlerde başka birtakım ölçütler dikkate alınmakla birlikte en temel ihtiyaçları gösteren kelimeleri ortak olan diller akraba diller sınıfında kabul edilirler. Örneğin Türkçe, Sırpça ve Boşnakçaya çok fazla kelime vermesine rağmen bu dillerle akraba değildir. Bununla birlikte Türkçe birtakım ses farklılıkları olmasına rağmen temel ihtiyaçları gösteren kelimeleri ortak olan diller ile akrabadır. Örneğin Macarca gibi.
•Dillerin tarihsel gelişim dönemlerini birbirinden ayıran kesin çizgiler yoktur. Dillerin gelişim dönemleri belirlenirken dil bilimsel ölçütler dikkate alınmalıdır. Fakat yazı dili olmayan tarihî dillerle, lehçe ve ağızlarla ilgili yeterli filolojik malzeme bulunamadığında, dilsel süreçlerin tarihsel, siyasi, sosyal ve politik olgular aracılığıyla belirlenmesi zorunlu hâle gelmektedir.
•Dünya dilleri, dili oluşturan kelimelerin, eklerin, bu eklerin kuruluş ve işleyişleri gibi yapı bakımından gösterdikleri benzerliklerine göre üçe ayrılır. Bunlar; tek heceli, eklemeli ve çekimli dillerdir. Türkçe, eklemeli dil grubuna dâhildir.
•Kaynak bakımından birbirine yakın olan diller bir aile oluşturur. Aynı kaynaktan beslenen diller bu şekilde farklı dil ailelerine ayrılır. Bir dil ailesi, tarihin bilinmeyen dönemlerinde bir ana dilden türeyen dillerin oluşturduğu topluluktur.
•Kaynak bakımından ise diller beşe ayrılır. Bunlar: Hint-Avrupa dilleri, HamiSami dilleri, Bantu dilleri, Çin-Tibet dilleri, Ural-Altay dilleridir. Türkçe, bu dil gruplarından Ural-Altay dillerine dâhildir.
•Dil bilginlerinin yapmış oldukları çalışmalar neticesinde Ural-Altay dilleri, Ural ve Altay dilleri olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bu ayrımı yapan ilk kişi Wilhelm Schoot (1802-1889)’tur.
•Türkçe yukarıda belirtilen dil ailelerinden Ural-Altay dilleri grubuna girer. Ural-Altay dilleri bahsi geçen dil aileleri gibi sağlam bir dil ailesi yapısı göstermez. Örneğin, Hint-Avrupa dilleri arasındaki yakın benzerlikler UralAltay dilleri arasında görülmez. Bu nedenle Ural-Altay dillerini bir dil ailesi olarak değil, bir dil grubu olarak görmek daha yerinde olur.
•Türk yazı dilinin tarihi VII. ve VIII. yüzyıllarda Orhon vadisinde dikilmiş olan yazıtlarla başlar.
•Türkçenin tarihsel gelişim dönemleri yedi başlık altında değerlendirilmiştir: Bunlar; Altay Dil Birliği Dönemi, İlk Türkçe Dönemi-Çuvaş-Türk Dil Birliği Dönemi (Pre-Turkic), Ana Türkçe Dönemi (Proto-Türkçe), Eski Türkçe Dönemi (VI-X.yüzyıl), Orta Türkçe Dönemi (XI-XVI. yüzyıl), Yeni Türkçe (Yeni Yazı dilleri) Dönemi (XVI. yüzyıl ve sonrası), Modern Türkçe Dönemi (XX. yüzyıl ve sonrası) dönemleridir.
•Türk dili, tarihsel gelişimi içerisinde içeriden ve dışarıdan gerçekleşen etkileşimlerle farklı kollara ayrılmıştır. Türkçenin bu farklı kolları bugün pek çok devletin millî, edebiyat ve resmî dili olarak kullanılmaktadır. Modern Türk dili alanı dil bilim temelinde incelendiğinde altı gruba ayrılmaktadır. Bunlar; Güneybatı Türk -Oğuz Türk Lehçeleri, Güneydoğu -Uygur -Karluk Lehçeleri,
•Kuzeybatı -Kıpçak Türk Lehçeleri, Kuzeydoğu -Sibirya Türk Lehçeleri, Çuvaşça, Halaççadır.

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Türkçe aşağıdaki dil gruplarından hangisine dâhil edilmektedir?
a) Hint-Avrupa Dilleri
b) Hami-Sami Dilleri
c) Bantu Dilleri
d) Çin-Tibet Dilleri
e) Ural-Altay Dilleri

2. Aşağıdaki dillerden hangisi Ural-Altay dillerinden biri değildir?
a) Fince b) Moğolca c) Mançuca d) Arapça e) Tunguzca

3. Aşağıdaki dil özelliklerinden hangisi Ural-Altay dillerinin benzerliklerinden biri değildir?
a) İsimlerin çekiminde mülkiyet eki kullanılır.
b) Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılır.
c) Soru eki mevcuttur.
d) Bağlar yerine fiil şekilleri kullanılır.
e) Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur.


I. Türkçede sayı sıfatlarından sonra gelen adlar çoğul eki almazlar.
II. Türkçede önlük-artlık (kalınlık-incelik) ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır.
III. Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur.
4. Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri Türkçenin genel özellikleri arasında yer alır?
a) Yalnız I b) I ve II c) I ve III d) II ve III e) I, II ve III

5. Aşağıdakilerden hangisi Altay dilleri ile Türkiye Türkçesinin ortak özelliklerinden biri değildir?
a) Çift ünsüzle başlayan kelime sayısı çoktur.
b) Cinsiyet ayrımı gösteren ek yoktur.
c) Anlatım ve çekim son eklerle yapılır.
d) Genel olarak özne-tümleç-nesne-yüklem sırası vardır.
e) Tamlamalarda tamlayan önde, tamlanan ise sonda gelir.

6. Aşağıdakilerden hangisi Türkçenin tarihsel gelişim dönemlerinden biri değildir?
a) Altay Dil Birliği Dönemi
b) Çin-Moğol Dil Birliği Dönemi
c) Eski Türkçe Dönemi
d) İlk Türkçe Dönemi
e) Yeni Türkçe Dönemi

7. Aşağıdakilerden hangisi Ortak Türkçe Dönemi’nde oluşan yazı dillerinden biri değildir?
a) Karahanlı Türkçesi
b) Harezm Türkçesi
c) Kıpçak Türkçesi
d) Eski Anadolu Türkçesi
e) Göktürk Türkçesi

8. Aşağıdakilerden hangisi Karahanlı Türkçesi Dönemi’ne ait eserlerden biri değildir?
a) Dîvânü Lûgati’t-Türk
b) Kutadgu Bilig
c) Kısasü‘l-Enbiya
d) Atebetü’l-Hakayık
e) Dîvân-ı Hikmet

9. Türk dili tarihinde en erken dönemdir. Dönem; Türk, Moğol, Tunguz ve Kore ile Japon dillerinin ortak olduğu zamandır. Bu dönemde Türklerin, Moğolların, Tunguzların, Korelilerin atalarının bu ortak dil döneminde birbirlerinden farklı bir dil kullandıkları düşünülmektedir. Paragrafta hakkında bilgi verilen Türk dili dönemi aşağıdakilerden hangisidir?
a) İlk Türkçe Dönemi
b) Altay Dil Birliği Dönemi
c) Eski Türkçe Dönemi (VI-X.yüzyıl)
d) Ana Türkçe Dönemi (Proto-Türkçe)
e) Orta Türkçe Dönemi (XI-XVI. yüzyıl)

10. Eski Türkçe Dönemi ile ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Ana Türkçe Dönemi’nden sonra gelen ve Türkçenin yazılı metinlerle bilinen en eski devresidir.
b) Türk dilinin bilinen en eski yazılı belgelerinin bulunduğu devreyi oluşturmaktadır.
c) Bu dönem Türkçenin işlek bir yazı dili olarak kullanıldığının ispatı olabilecek en eski dönemidir.
d) Bu döneme ait yazılı belgeler incelendiğinde, yazı dili tarihinin, edebî dil olarak çok eskilere kadar gittiği açıkça görülmektedir.
e) Bu dönemde Türk toplulukları Ön Afrika ve Avrasya coğrafyasına yayılmaya başlamışlardır.

Cevap Anahtarı1.e, 2.d, 3.b, 4.e, 5.a, 6.b, 7.e, 8.c, 9.b, 10.e

4.ÜNİTE
GİRİŞ
Dillerin tarihi, kökeni ve şu anki durumu itibariıyla Türkçe ise tarihi 4500 yıl öncesine kadar uzanan, dünyanın en eski ve en çok konuşulan dillerinden biridir. Türkçenin tarihî gelişim süreci içinde çeşitli lehçelere ayrıldığı tespit edilmektedir. Şüphesiz bu, bir dilin yeni bir dil olma eğilimi gösterdiği karanlık dönemlerde gerçekleşir. Ayrıca dilin birbiriyle anlaşabilen, çok eski zamanlara dayanmayan kolları vardır ki, bunlara da şive denir. Aynı şekilde yeni zamanda birbirinden ses bakımından farklılık gösteren aynı dil içinde, çeşitli bölgelere göre değişen ağızlar vardır.
Türkçe; Türkiye, Irak, İran, Suriye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bulgaristan, Arnavutluk, Ukrayna, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Hakas Cumhuriyeti, Tuva Cumhuriyeti, Tataristan, Afganistan ve adını sayamadığımız birçok Orta Asya, Avrupa ve Amerika’da konuşulmaktadır.

DİL TÜRLERİ (LEHÇE, ŞİVE, AĞIZ)
Demir’e göre [1] “dil, lehçe ve şive tartışmalarının temelinde Sovyet Devrimi sonrası Türkçe kaynaklı yazı dillerinin ortaya çıkış biçimi ve adlandırılmaları, yeni adların Türkiye dışındaki Türkologlar tarafından benimsenmesi” yatar. Bu kavramların tanımlanması problemi öteden beri önemini yitirmemiş bir konudur. Konunun İstanbul ve Ankara gibi önemli Türkoloji merkezlerinde yetkin bilim adamları tarafından farklı şekillerde ele alındığına işaret eden Demir
İstanbul’da Muharrem Ergin tarafından aşağıda bizim de benimsediğimiz tanımı yaygın bir görüşü temsil eder.
Lehçe
Bir dilin bilinmeyen bir zamanda kendisinden ayrılan ve yeni bir dil olma yolu tutan koludur. Çuvaşça ve Yakutça, Türkçenin iki farklı lehçesidir. Bu lehçelerle Türkiye Türkçesi arasındaki benzerlikler Tablo 4.1’de kimi atasözlerinden hareketle gösterilmeye çalışılmıştır.
Yakut Lehçesi Türkiye Türkçesi
Bil balık bahıttan sıyıtar. Balık baştan kokar.
Kırcağastan ıyıtıma, sıkıbıttan ıyıt. Yaşlıdan değil, gezenden sor.
Taptaltan kihi haralğan. Aşk insanı kör eder.
Ölbüt ölbütünen, ölbütü kıtta ölör suoh.  Ölen ölmüştür, ölen ile ölünmez.
Tıl unuoğa suoh. Dilin kemiği yoktur.

Şive
Bir dilin tarihi çok eski zamanlara dayanmayan, yeni ayrılan ve birbirleri ile anlaşabilen kollarıdır. Şivede şekil ve ses bakımından bazı farklılıklar görülebilir. Şiveden geriye doğru gidildikçe bütün şivelerin aynı dilde ağız durumunda oldukları görülür. Türkiye Türkçesi ile Azerî Türkçesinin teşkil ettiği Oğuzca, Kırgızca, Kazakça ve Türkmence Türkçenin şivelerini oluştururlar.
Ağız
Bir dilin şivesi içinde kalan, en yeni zamanda ayrılmış kollarıdır. Ağızlardaki farklılık yalnızca seste görülür.
• Koyun-goyun, alıram-alırım, bakıyom-bakıyorumbahiram
Ağızlardaki farklılıklar konuşma dilinde görülür ve bunlar ortak bir yazı dilinde birleşirler. Türkiye Türkçesinin yazı dili İstanbul ağzıdır.
TÜRK DİLİNİN LEHÇE VE ŞİVELERİ
Türk dilinin lehçe ve şiveleri şu şekilde tasnif edilmiştir:
Batı Grubu /Oğuz Grubu
• Türkiye Türkçesi
• Azerbaycan Türkçesi
• Türkmen Türkçesi
• Gagavuz Türkçesi
• Güney Kırım Türkçesi
• Kaşgay Türkçesi
• Halaç Türkçesi
• Solar Türkçesi
• Horasan Türkçesi
• Irak Türkmen Türkçesi
Doğu Grubu /Çağatay Grubu
• Özbek Türkçesi
• Uygur Türkçesi
Kuzey Grubu / Kıpçak Grubu
• Kırgız Türkçesi • Kazak Türkçesi
• Tatar Türkçesi
• Karakalpak Türkçesi
• Nogay Türkçesi
• Başkurt Türkçesi
• Kumuk Türkçesi
• Karay Türkçesi
• Karaçay-Balkar Türkçesi
Sibirya Grubu
• Yakut Türkçesi
• Çuvaş Türkçesi
• Tuva Türkçesi
• Altay Türkçesi
• Hakas Türkçesi
• Şor Türkçesi
Türkçe, yapısal özellikleri açısından sağlam kuralları olan dünya üzerindeki en eski dillerden biridir. Birçok dil araştırmacısı Türkçenin bu özelliklerini tespit etmiştir.

TÜRKLERİN KULLANDIKLARI ALFABELER
Milletlerin veya medeniyetlerin tarih sahasına geçmeleri ancak yazıyla mümkün olmuştur. Yazılı sistemlerin ortaya çıkışı figüratif desenlerin, hiyerogliflerin veya Çincede olduğu gibi çivi yazısının biçemlenmesiyle gerçekleşmiştir. Sonraki aşamada simgeler kavramları temsil etmelerinden dolayı ideogramlara geçilmiş, en sonunda ise simgelerden bazıları, öncelikle ünsüzler sonra da ünlüler dilin belli bir sesini betimlediklerinde fonograflara ulaşılmıştır. Bugün bir tarafta Japon ve Koreli ses sistemleriyle yerel anlamda tamamlanan veya artık kullanılmayan Çin’deki sinogramlar, öte yandan Fenikelilerinkinden türitilmiş alfabeler –İbrani, Yunan, Hint, Latin, Ermeni, Gürcü, Habeş, Kiril, Moğol, Arap- arasında bülüşülmüştür. Bunlardan biri ve belki de dünyada en yaygın olanı Latin alfabesidir. Bunun en önemli sebebi olarak sömürge emperyalizmleri döneminden beri dünyanın görünümünde gitgide daha da belirginleşmiş ve günümüzde ekonomik, kültürel ve turistik küreselleşmeyle birlikte etkisini artırmıştır.
NOT:Türklerin kullandığı ilk alfabe Göktürk (Köktürk) alfabesidir.
Türkçenin binlerce yıllık geçmişi birçok dil ve alfabe ile etkileşimini de beraberinde getirmiştir. Türkler, tarih boyunca birçok alfabe kullanmışlardır. Bunun temelinde Türklerin farklı coğrafyalarda yaşamış; savaşlar ve göçler nedeniyle çok geniş bir coğrafi alana yayılmış olmaları yatmaktadır.
Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler şunlardır:
• İbrani Alfabesi
• Çin Alfabesi
• Manihey Alfabesi
• Göktürk Alfabesi
• Soğd Alfabesi • Uygur Alfabesi
• Brahmi Alfabesi
• Tibet Alfabesi
• Süryani Alfabesi
• Ermeni Alfabesi • Grek Alfabesi
• Arap Alfabesi
• Kiril Alfabesi
• Latin Alfabesi


Göktürk (Köktürk) Alfabesi
Türklerin kullandığı ilk alfabedir. Türkler tarafından tesis edildiği kabul edilmektedir. Türkler arasında VII-IX. yüzyıllar arasında yaygın olarak kullanılan bu yazıya Batı'da “Runik” denilmesinin sebebi, harflerinin eski İskandinav yazıtlarında kullanılmış harflere benzemesidir. Bu alfabe ilk olarak Danimarkalı Wilhelm Thomsen tarafından çözülmüştür. Göktürk alfabesiyle 732 yılında yazılan Köktürk (Orhun) Yazıtları, Türk edebiyatının yazılı ilk eserleri olarak bilinir. Göktürk alfabesi 4’ü sesli, 26’sı sessiz, 8’i bitişken olmak üzere 38 harften oluşur. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitişmez; çivi yazısına benzerliğinden dolayı taş ve eşya üzerine kazınmaya elverişlidir.
NOT:Göktürk (Köktürk) alfabesini ilk olarak Danimarkalı Wilhelm Thomsen tarafından çözülmüş ve Köktürk Yazıtları okunmuştur.
Uygur Alfabesi
Türklerin Göktürk alfabesinden sonra kullanmış oldukları en önemli alfabedir. VIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkistan'dan İstanbul'a kadar geniş bir alanda kullanılmıştır. Bu alfabe Ârâmî kökenli Soğd alfabesinden çıkmıştır. Uygur alfabesiyle yazılmış eserlerin çoğunu Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık'a ait metinler oluşturur. Bu alfabe Türklerin İslamiyet'i kabulünden sonra da kullanılmıştır. Kutadgu Bilig’in tespit edilen üç nüshasından biri Uygur harfleriyle yazılmıştır.
18 harften oluşan alfabenin 4’ü sesli 14’ü sessiz harftir. Arap alfabesinde olduğu gibi harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimlerde yazılır.

Arap Alfabesi
Türklerin İslam'a girmeye başladıkları IX. yüzyıldan itibaren kullandıkları alfabedir. Türkçeyi Arap harfleriyle ilk defa yazanlar Karahanlılar olmuştur. Türklerin İslam medeniyeti dairesine girdikten sonra kullandıkları alfabe, Arap Alfabesi’dir. Mevcut bilgilere göre bu alfabeyle yazılan ilk metin Araplara Türkçe öğretmek için kaleme alınan Dîvânü Lûgati't-Türk’tür.
Kiril (Slav) Alfabesi
Osmanlı Türkçesi ve Türkiye dışındaki Türk dil ve lehçelerinin yazımında Arap alfabesinden sonra yaygın olarak kullanılan alfabedir. XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Çuvaşlar, Ruslar’ın etkisiyle Kiril alfabesini kullandılar. Eski Sovyetler Birliği idaresindeki Türklere 1937-1940 yılları arasında Stalin yönetimi tarafından bu alfabe zorla kabul ettirilmiş ve her Türk boyu için bu alfabenin farklı biçimleri hazırlanmıştır. Bunun sonucunda Türkler arasında 20 ayrı Kiril alfabesi kullanılmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde alfabe değiştirme eğilimleri artmıştır. İlk olarak Azerbaycan Latin alfabesine geçmiş, Türk Cumhuriyetleri arasında kültür alışverişinin daha sağlıklı yapılması için ortak alfabe çalışmaları da başlatılmıştır.
Latin Alfabesi
1 Kasım 1928'de gerçekleştirilen Harf İnkılâbı’ndan itibaren Türkiye Türkçesinin yazımında kullanılan en son alfabedir. Bu alfabe bugün Türkiye'den başka Kıbrıs ve Yugoslavya'daki Türkler tarafından da kullanılmaktadır. 29 harften oluşan Latin alfabesinin 21'i sessiz, 8'i sesli harftir. Soldan sağa doğru yazılır. Türkçede asıl Latin alfabesinden farklı olarak q/Q, x/X ve w/W harfleri kullanılmazken, , ı, ö, ü, ğ, ç ve ş harfleri Türkçeye özgü harfler olarak alfabede yer alır.
KONU SONU ÖZETİ
•DİL TÜRLERİ (LEHÇE, ŞİVE, AĞIZ)
•Dillerin tarihi, kökeni ve şu anki durumu itibariıyla Türkçe ise tarihi 4500 yıl öncesine kadar uzanan, dünyanın en eski ve en çok konuşulan dillerinden biridir. Türkçenin tarihî gelişim süreci içinde çeşitli lehçelere ayrıldığı tespit edilmektedir. Şüphesiz bu, bir dilin yeni bir dil olma eğilimi gösterdiği karanlık dönemlerde gerçekleşir. Ayrıca dilin birbiriyle anlaşabilen, çok eski zamanlara dayanmayan kolları vardır ki, bunlara da şive denir. Aynı şekilde yeni zamanda birbirinden ses bakımından farklılık gösteren aynı dil içinde, çeşitli bölgelere göre değişen ağızlar vardır.
•Dil konusunda çalışan uzmanların dil, lehçe ve şive kavramlarının tanımlarında çeşitli münakaşalar yaptıklarını, bu konuda ikiye bölündüklerini belirtelim. Kimileri dil velehçeyi kimileri lehçe ve şiveyi birbirleriyle eş anlamlı olarak kullanırlar.
•Türkçe; Türkiye, Irak, İran, Suriye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bulgaristan, Arnavutluk, Ukrayna, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Hakas Cumhuriyeti, Tuva Cumhuriyeti, Tataristan, Afganistan ve adını sayamadığımız birçok Orta Asya, Avrupa ve Amerika’da konuşulmaktadır.
•Lehçe
•Bir dilin bilinmeyen bir zamanda kendisinden ayrılan ve yeni bir dil olma yolu tutan koludur. Çuvaşça ve Yakutça Türkçenin iki farklı lehçesidir.
•Yakut Lehçesi: Bil balık bahıttan sıyıtar.
•Türkiye Türkçesi: Balık baştan kokar.
•Şive
•Bir dilin tarihi çok eski zamanlara dayanmayan, yeni ayrılan ve birbirleri ile anlaşabilen kollarıdır. Şivede şekil ve ses bakımından bazı farklılıklar görülebilir. Şiveden geriye doğru gidildikçe bütün şivelerin aynı dilde ağız durumunda oldukları görülür. Türkiye Türkçesi ile Azerî Türkçesinin teşkil ettiği Oğuzca, Kırgızca, Kazakça ve Türkmence Türkçenin şivelerini oluştururlar.
•Ağız
•Bir dilin şivesi içinde kalan, en yeni zamanda ayrılmış kollarıdır. Ağızlardaki farklılık yalnızca seste görülür.
•ÖRNEK:Koyun-goyun, alıram-alırım, bakıyom-bakıyorum-bahiram gibi.
•Ağızlardaki farklılıklar konuşma dilinde görülür ve bunlar ortak bir yazı dilinde birleşirler.
•TÜRK DİLİNİN LEHÇE VE ŞİVELERİ
•Türk dilinin lehçe ve şiveleri şu şekilde tasnif edilmiştir:
•Batı Grubu /Oğuz Grubu
•Türkiye Türkçesi/ Azerbaycan Türkçesi/Türkmen Türkçesi/Gagavuz Türkçesi
•Güney Kırım Türkçesi/ Kaşgay Türkçesi/Halaç Türkçesi/ Solar Türkçesi
•Horasan Türkçesi/ Irak Türkmen Türkçesi
•Doğu Grubu /Çağatay Grubu
•Özbek Türkçesi/ Uygur Türkçesi
•Kuzey Grubu / Kıpçak Grubu
•Kırgız Türkçesi/ Kazak Türkçesi/ Tatar Türkçesi/Karakalpak Türkçesi/Nogay Türkçesi/ Başkurt Türkçesi/Kumuk Türkçesi/Karay Türkçesi/ Karaçay-Balkar Türkçesi
•Sibirya Grubu
•Yakut Türkçesi/ Çuvaş Türkçesi/ Tuva Türkçesi/ Altay Türkçesi/ Hakas Türkçesi/ Şor Türkçesi
•Türkçe, yapısal özellikleri açısından sağlam kuralları olan dünya üzerindeki en eski dillerden biridir.
•TÜRKLERİN KULLANDIKLARI ALFABELER
•Türkçenin binlerce yıllık geçmişi birçok dil ve alfabe ile etkileşimini de beraberinde getirmiştir. Türkler, tarih boyunca birçok alfabe kullanmışlardır. Bunun temelinde Türklerin farklı coğrafyalarda yaşamış; savaşlar ve göçler nedeniyle çok geniş bir coğrafi alana yayılmış olmaları yatmaktadır. Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler şunlardır: İbrani alfabesi, Çin alfabesi, Manihey alfabesi,Göktürk alfabesi, Soğd alfabesi, Uygur alfabesi,Brahmi alfabesi, Tibet alfabesi, Süryani alfabesi,Ermeni alfabesi, Grek alfabesi, Arap alfabesi, Kiril alfabesi, Latin alfabesi
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bir dilin bilinmeyen bir zamanda kendisinden ayrılan ve yeni bir dil olma yolu tutan kolu aşağıdakilerden hangisidir?
a) Şive b) Lehçe c) Ağız d) Fonem e) Dizim

2. Aşağıdakilerden hangisi Türkçenin bilinmeyen bir zamanda ayrılan ve yeni bir dil olma yolu tutan lehçelerinden biridir?
a) Azerbaycan Türkçesi b) Gagavuz Türkçesi c) Yakutça d) Kırım Türkçesi
e) Irak Türkmen Türkçesi

3. ……………… bir dilin şivesi içinde kalan, en yeni zamanda ayrılmış ve farklılıkların sadece seste görüldüğü koludur. Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) Ağız b) Argo c) Terim d) Lehçe e) Şive

4. I. Farklı coğrafyalarda yaşamış olmaları II. Savaşlar III. Göçler Yukarıdakilerden hangisi ya da hangileri Türklerin tarih boyunca birçok alfabe kullanmalarının temel nedenlerinden biri değildir?
a) Yalnız I b) Yalnız II c) I ve II d) I, ve III e) I, II ve III
5. Aşağıdakilerden hangisi Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabelerden biri değildir?
a) İbrani Alfabesi b) Çin Alfabesi c) Soğd Alfabesi d) Japon Alfabesi e) Uygur Alfabesi

6. Dil bilimcilere göre dünya üzerinde günümüzde yaklaşık olarak …………’den fazla dil konuşulmaktadır?
Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
a) 1000 b) 2000 c) 3000 d) 4000 e) 5000

7. Türkiye Türkçesi ve Azeri Türkçesi aşağıdakilerden hangisine dâhildir?
a) Oğuz Türkçesine
b) Çağatay Türkçesine
c) Karahanlı Türkçesine
d) Doğu Türkçesine
e) Uygur Türkçesine

8. Türkiye Türkçesinin yazı dili aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ankara ağzı b) Konya ağzı c) İstanbul ağzı d) Erzurum ağzı e) Gaziantep ağzı

9. Aşağıdakilerden hangisi Göktürk alfabesinin özelliklerinden biri değildir?
a) Sağdan sola veya yukarıdan aşağıya doğru yazılır.
b) Soldan sağa veya aşağıdan yukarıya doğru yazılır.
c) Harfler birbirinden ayrı yazılır.
d) Kelimeler arasına “:” konur.
e) Toplamda 38 harf bulunmaktadır.

10. Göktürk alfabesini ilk olarak çözen bilim insanı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kâzım Mirşan
b) Jean Paul Roux
c) Josef von Hammer
d) Wilhelm Thomsen
e) Andreas Tietze

Cevap Anahtarı1.b,2.c,3.a,4.e,5.d,6.c,7.a,8.c,9.b,10.d

5.ÜNİTE
GİRİŞ
Türkçe, dil bilgisi (gramer) özellikleri ve bunun yanında yapısı dolayısıyla farklı ifadelerin anlatımına, yeni ve yabancı kavramların karşılanmasına çok uygun bir dil olarak karşımıza çıkmaktadır. Eklemeli dillerin tipik bir örneği olan Türkçede, çekim ve yapımı gerçekleştiren çok sayıdaki ekler aynı zamanda değişik görevler de yüklenebildikleri için dile, esnek, işlevsel ve çok güçlü bir nitelik kazandırır.

TÜRKÇENİN SÖZ
VARLIĞI Kelime hazinesi, sözcük dağarcığı, sözcük dağarı, sözcük gömüsü, vokabüler ifadeleri yerine “söz varlığı” ifadesi de kullanılır. Bir dilin söz varlığı sadece kelime hazinesiyle ilgili değil, deyimlerin, atasözlerinin, kalıp sözlerin, çeviri sözlerin, terimlerin bu dilde meydana getirdikleri anlam dünyasıyla ilişkilidir. Bir milletin kültürel yapısında öne çıkan unsurlar neyse onunla ilgili söz varlığı da ona göre değişkenlik gösterebilir. Örneğin Türk kültüründe aile ilişkileri önemli olduğu için bu ilişkiler kavramlaştırılmış “yenge, baldız, görümce vb. “ ifadeler buna göre çeşitlilik göstermeye başlamıştır. Bazı dillerde bu tür ifadeler tek bir kelime veya kavramla ifade olunurken bizde farklı farklı şekillerde varlık gösterirler. ( Örn. Amca, dayı, teyze ve hala akrabalık ifadelerine İngilizcede tek bir sözcükle karşılık verilir.)
Yeryüzünde saf, arınmış bir dil yoktur. Milletler, tarihî zaman içinde coğrafya ve buna bağlı olarak kültür ve medeniyet dairesi değiştirirler. Geldikleri bu yeni coğrafyanın kültür kalıntıları üzerine kendi kültürlerini kurarlar. Coğrafyada, daha önce yaşamış olanların dilinden sözler kalır. Mesela, yer adları birdenbire yenilenmez. Hele o yeri dil yoluyla sahiplenme konusunda ağır davranan kavimlerin yer adları hep önceki uygarlık ve kavimlerin dilinden miras kalır.
Türkçenin Söz Varlığının Temel Özellikleri
Yüzyıllardır farklı coğrafyalarda farklı toplumlarla etkileşim hâlinde olan Türkçe, yaşadığı değişim ve dönüşümlerle kendi özelliklerini kazanmış ve köklü bir dil olarak günümüzde milyonlarca insanın konuşup yazdığı, farklı kıtalarda çeşitli lehçeleriyle temsil edilen bir dil durumuna gelmiştir. Bu başlıkta Türkçenin sahip olduğu söz varlığının temel özelliklerini maddeler hâlinde açıklayacağız.
Türkçenin sahip olduğu temel dil özellikleri başlıca şunlardır:
• Türkçe, matematiksel bir üretim ve birleştirme gücüne sahip bir dildir. Bu özelliği Türkçeye somut ve soyut kavramların ifadesi için söz varlığında birçok sözcük bulundurmasına olanak sağlamaktadır. Türkçenin en eski dönemlerinden beri kavramlaştırma, Türkçenin düzenli yapısı sayesinde devam etmiştir.
• Türklerin çok geniş bir coğrafyada, birçok milletle etkileşim hâlinde olması, Türkçenin de yabancı dillerle etkileşime geçmesine sebep olmuştur. Türk dili, bazı zamanlarda yabancı etkiler karşısında kendini koruyamamış ve böylece yerli sözcüklerin yerine yabancı sözcükler kullanılır hâle gelmiştir. Bu duruma divan edebiyatı, Tanzimat edebiyatı dönemleri örnek gösterilebilir.
• Türk dilinde var olan temel kelimeler, tarihî dönemlerin etkisiyle değişimler yaşanmasına rağmen büyük oranda korunmuş ve bugüne kadar süregelmiştir. Ayrıca bahsedilen temel söz varlığı, ses değişikliklerine uğramış hâlleriyle de olsa neredeyse tüm Türk lehçelerinde ortaklık göstermektedir.
• Türkçe, daha çok tabiatta var olan somut varlıklardan hareketle elde edilen canlı bir söz varlığına sahiptir. Türklerin doğal çevreye vermis oldukları önem, dış dünyadaki somut nesneleri ve soyut kavramları daha iyi anlamalarını sağlamıştır. Bu nedenledir ki, Türkçede soyut kavramların zihinde canlandırılması daha kolay bir hâl almıştır.
• Dünya üzerinde var olan birçok dilde bulunmayan ikilemeler, Türkçede anlatımı güçlü kılmak için sıkça başvurulan kalıplaşmış söz varlığı ögeleridir. Bu da Türkçeye anlatımda güç ve canlılık katar.
• Türkçede eski dönemlerden beri bir sözcüğün birden fazla anlamı karşıladığı görülmektedir. Bu durum, Türkçenin anlatım ve ifade yeteneğine çok büyük katkı sağlamaktadır. Bu duruma örnek olarak “saz” kelimesi verilebilir. Saz kelimesi hem “çalgı aleti” hem de “sulak ve otlak alan” anlamlarını içinde barındırabilir.
• Türkçede birden çok sözcüğün aynı anlamı ifade etmek için kullanıldığı da görülmektedir. Bu da yukarıda anlatıldığı gibi anlatıma kuvvet ve ifade zenginliği katar. Mesela, kırmızı rengi hem ismiyle hem de al kelimesi ile ifade edilebilir.
• Türklerin dünya üzerinde geniş bir coğrafyaya dağılmasından dolayı, Türkçe de birçok lehçeye ve bu lehçelere bağlı olarak birçok ağıza sahip olmuştur.
Aksan’a göre [2] bir dilin söz varlığı şunlardan oluşur:
Temel Söz Varlığı
En temel ihtiyaçları karşılayan kelimeler, başta organ isimleri olmak üzere yemek, içmek, uyumak, gitmek, gelmek, almak, vermek gibi kavramlar; akrabalık adları, sayılar ve maddi ve manevi kültür içine giren çeşitli kavramlar bu başlık altında incelenir. Temel söz varlığı bireyin sosyal hayatında en sık kullandığı ifadelerden oluşmaktadır. Bu kelimelere örnek olarak aşağıdaki cümlelerde var olan sözcükler gösterilebilir. Yaman’a göre [3] söz varlığının ölçütleri şunlardır:
• Kelime sayısı: Bir dilin söz varlığı denildiğinde ilk akla gelen hususlardan biridir. TDK’ya göre bugün için 120.000’den fazla madde başı kelimenin var olduğu görülmüştür.
• Söz varlığının önemli ölçütlerinden biri de bir dildeki soyut kavramlardır. Örneğin Göktürk Yazıtları (8. yy), % 33 oranında soyut kelimenin varlığı son derece önemlidir.
• Temel kavramların bir dilin kendi ürettiği öz malı olması da söz varlığının önemli ölçütlerinden biridir. (Örn, el, kol, baş, göz, kulak vb.)
• Dilin konuşan insanların hayat tarzlarını yansıtması. Buna göre Türkçenin çok sayıda fiil kökenli kelimeye sahip olması önemlidir: gel-, git-, koş-, gül-, vb.
• Bir dilin en önemli söz varlığı zenginliklerinden biri de yeni kelime kazandırma imkânıdır. Sondan eklemeli bir dil olan Türkçede sabit köklere çok sayıda ekler getirilerek yeni kelimeler türetilebilir.
• Bir dilin en önemli zenginliklerinden biri de anlatım yollarının kolayve kıvrak olmasıdır ki deyimler, atasözleri, ikilemeler ve kalıp ifadeler bu altıncı maddede ayrıntılandıracağımız konulardır.
ÖRNEK
•“Dili mi paslı, boğazı mı kuru ne, sesi çıkmıyor bir türlü.”
•“Yaşadığımız toprakların bu kanımızı uyuşturan büyüsünü tanımak için geçmişe gitmek gerekir.”
•“Dayandığı kapı büyük bir takırtıyla açılırken, bir kâbustan uyanıyormuş gibi silkindi.”
Yabancı Kelimeler
Her millet, ilişkide bulunduğu bir başka milletin dilinden etkilenir. Ticaret, siyaset, savaşlar, göçler, din, kültür ve sanat ilişkileri, etkileşim dolayısıyla hemen dile yansır. Bu bakımdan dünyadaki her dil başka bir dilden kelimeler ihtiva eder ki, bu kaçınılmaz bir alışveriştir. Bir yabancı dilden alınan ögeleri iki başlıkta inceleyebiliriz: Türkçenin ses kurallarına göre şekillenmiş olan yabancı kelimeler Suat Yakup Baydur [4] “Dil ve Kültür” adlı eserinde şu cümleden hareketle Türkçeye giren kimi kelimelerin nasıl Türkçeleştiği konusunu vurgular:
•Anadolu’nun limanları, körfezleri, sınırları, iklimi, ayazmaları, kiliseleri, panayırları, mandıraları, fındıkları, fesleğenleri, lahanaları ünlüdür.
Baydur, kendi kurduğu bu on üç kelimeden oluşan cümlede “ünlüdür” dışındaki bütün kelimelerin Yunanca olduğunu söyler.
Anatoli Anadolu olmuş; limen, liman hâlini almış, korphos körfeze dönüşmüş, sünoros yerini sınıra bırakmıştır.
•Klima, iklimle yer değiştirmiş,agiazma ayazmayı ve ek-klesia
Bu gruba giren kelimeler ise Türkçenin ses kurallarına göre şekillenmeyen, yabancılığı hemen belli olanlardır. Oksijen, lokomotif, kondüktör, enflasyon kelimeleri bunlardandır.
NOT:Eski dönemlerde “Sav, darbımesel, tâbir, mesel” olarak adlandırılan deyimler, Batı dillerinden İngilizcede “locution, idiom, expression”; Almancada “ausdruch, redensart”; Fransızcada “locution” gibi kelimelerle karşılanır.
DEYİMLER
Deyim, Türkçe Sözlük’te: “Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği” [4] olarak tarif edilir. Az sözle çok şey ifade etmek maksadıyla kullanılan deyimler, Türkçenin ilk yazılı metinlerinden beri sıklıkla kullanılagelmiş ve Türkçenin söz varlığı içinde önemli bir yere sahip olmuştur. Eski dönemlerde “Sav, darbımesel, tâbir, mesel” olarak adlandırılan deyimler, Batı dillerinden İngilizcede “locution, idiom, expression”; Almancada “ausdruch, redensart”; Fransızcada “locution” gibi kelimelerle karşılanır.
Genellikle atasözleriyle karıştırılan deyimler, oluşturulan kelime grupları içindeki en az bir kelimenin gerçek anlamı dışında kullanılmasıyla yeni bir anlamı karşılar. Anlatımı canlı ve etkili kılan, dildeki anlam inceliklerini ifade etmek amacıyla kullanılan deyimler, yapı olarak, tek tek anlamları olan sözlerden oluşmalarına rağmen, anlamlı parçalara ayrılamazlar.
Türk Dili, deyimler açısından son derece zengin bir dildir. Yaklaşık 1300 yıl önce Köktürk Yazıtları’nda “birinin sözünü kırmamak” anlamına gelen “Menin sabımın sımadı” (Benim sözümü kırmadı) gibi bugün bile varlığını devam ettiren pek çok deyim kullanılmıştır. Bir kısmı bugünlere kadar değişmeden gelen deyimler bulunduğu gibi, hayat şartlarından doğan çeşitli deyimler Türk dilinin söz varlığını zenginleştirmiştir. Yazılı dilde kullanılan ve sayısı altı bine ulaşan deyimlerin yanı sıra, Türkiye Türkçesi ağızlarında kullanılan beş bin beş yüz civarındaki deyimler de dikkate alındığında deyimlerin söz varlığımız açısından ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır.
Her dilde çeşitli anlam olaylarına, anlatım biçimine uyan deyimler kullanılır. Türkçenin bu yoldan yararlanarak anlatımı zor, ayrıntı sayılabilecek durum ve olayları çok ince benzetmelere yer vererek âdeta sahneye koyarak dile getiren bir dil olduğunu görüyoruz. “Bir pire için yorgan yakmak”, “Öküz altında buzağı aramak” deyimleri uzun uzadıya anlatılabilecek olan durumları öz ve somut bir şekilde göz önüne koyan deyimlerimizdendir.
ATASÖZLERİ
Bir toplumun bilgeliğini, tecrübelerini, dünya görüşünü ve anlatım gücünü yansıtan atasözleri, yüzyıllar boyunca yaşayan sözlerdir. Atasözleri de tıpkı deyimler gibi aynı dilin değişik lehçelerinde varlığını sürdürmekte, böylece bir dilin değişik lehçeleriyle aynı dilin öz malı olduğunu göstermektedir. Örneğin “Gülme komşuna gelir başına” atasözümüzü bugün Kazak lehçesinde hemen hiç değişmeden kalmış biçimiyle görülmektedir.
•“Gün doğmadan neler doğar, dedikten sonra gülümseyerek yaklaştı.”
•“Bunlar böyle işte! Ömür törpüleri! diyordu Müjgan. Ne olacak işte, armut uzağa düşmez, armut dibine düşer!”
Atasözleri sahip oldukları anlam özellikleri bakımından 3 grupta incelenirler:
Gerçek Anlamlı Atasözleri
Kullanılan atasözünün mecazi bir anlam ifade etmediği, sadece gerçek anlamıyla kullanıldığı durumlardır.
• İnsanın canı, acıyan yerindedir.
• Kişi, arkadaşından bellidir.
• Ölüm hak, miras helal.
• Sebepsiz ölüm olmaz.
• Ucuz alan pahalı alır.
• Damlaya damlaya göl olur.
• Ağaç yaşken eğilir.
• Ak akçe kara gün içindir.
• İş insanın aynasıdır.
Yarı Mecaz Anlamlı Atasözleri
Bu anlamı ihtiva eden atasözlerinde hem gerçek hem de mecaz anlam beraber kullanılmıştır. Bu da dilin anlam ve ifade gücünün ne kadar zengin ve kuvvetli olduğunun göstergesidir.
• Ağacı kurt, insanı dert yer.
• Bin dost az, bir düşman çoktur.
• Lafla peynir gemisi yürümez.
• Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.
• Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış.
Mecaz Anlamlı Atasözleri
Mecazi bir ifadeye sahip atasözleridir.
• Acı patlıcanı kırağı çalmaz.
• Altın eşik, gümüş eşiğe muhtaç olur.
• Çivi çiviyi söker.
• Minareyi çalan kılıfını hazırlar.
• Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.
• Mum dibine ışık vermez.
• Ayağını yorganına göre uzat.
• Araba devrilince yol gösteren çok olur.
KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
Kalıplaşmış sözler, deyimler, atasözleri ve ikilemeler gibi “kalıplaşmış” dil birimleridir. Bunlardan bir kısmı tıpkı atasözleri gibi ekleme ve çıkarma yapılamayacak türden değiştirilemeyen kalıplardır. Buna göre kalıplaşmış sözlerin bazı yapısal özellikleri vardır.
a) Kalıplaşmış olma: Bu sözler ekleme ve çıkarma yapılamayan, değiştirilemeyen türden dil birimleridir. Örneğin “Allah rahmet eylesin” yerine “Rahmet Allah kılsın” diyemeyiz.
b) Genellikle cümle veya kelime öbeği dizilişiyle var olma: Diziliş biçimleri itibarıyla kimi zaman tam bir cümle özelliğinde kimi zaman da sözcük öbeği şeklinde var olan dil birimleridir. (Örn. Allah aşkına, iyi akşamlar, tövbe tövbe vb.)
c) Kimi cümle ve kelime öbeği türlerinde yer alma: Bu yapılar tıpkı atasözleri, deyimler gibi basit (Yerinde su mu çıktı?), bileşik (Giden ağam, gelen paşam), sıralı (Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine) ve eksiltili (Hem nalına hem mıhına [vuruyor]) olabilirler. Ayrıca zaman kipi olarak büyük bir oranda geniş zamanda çekimlenmiş yüklemli bir bildirme cümlesi (Halep oradaysa arşın burada) ve emir kipinde (Ayıkla pirincin taşını) kullanılırlar.
d) Az sayıda kelimeden oluşma: Bu birimlerin genel karakteristiklerinden biri de az sayıda kelime ile kurulmalarıdır. Bu onların kolayca akılda kalmalarını sağlar. Bazı kalıp sözleri diğerlerinden (atasözleri, deyimler ve ikilemeler) ayıran en önemli hususlardan biri bunların (kalıp sözlerin) kimi zaman tek kelimeden oluşmalarıdır. (Örn. Merhaba! )Bununla birlikte bu sözleri diğer yapılardanayırabilmek için tek ölçüt elbette bu değildir.
Ünlü kişilerin, hükümdarların, düşünürlerin, sanatçıların belli bir durumda, belli bir olay dolayısıyla söyledikleri, evrenselleşmiş sözlerdir. Bunlar, bir dilin söz varlığında ya özgün biçimiyle ya da olduğu gibi çevirilerek yerleşmişlerdir. Sezar’ın “Sen de mi Brütüs!”, Diyojen’in “Gölge etme başka ihsan istemem!” biçiminde Türkçede de kullanılan kalıplaşmış sözleri çeviri yoluyla aktarılmıştır
TERİMLER
Bilim, sanat, meslek ve bir spor dalıyla ilgili kesin anlamı olan özel bir kavramı gösteren gerçek anlamlı sözcüklere terim denir. Bilim dallarından sahne sanatlarına, mimariden kuyumculuğa kadar uzanan bir terim söz varlığından söz etmek mümkündür. Bir dilin terim dağarcığının gelişmesi, o ülkenin bilim, teknik, sanat ve zanaat dallarının gelişmesine ve genişlemesine bağlıdır.
Örnek
•“İnsan bedeninde trilyonlarca hücre, insan hücresinde on binlerce molekül var.”
•“Ama dünya metaıdır. Helalinden olsun, temiz olsun, sünnete uygun olsun.”

ÇEVİRİ KELİMELER
Farklı dillerin kelime ve kavram alışverişiyle ortaya çıkan bir söz varlığıdır. Bir dilden farklı bir dile çevrilen kelimeler kimi zaman sadece anlamı, kimi zaman da o dilin kurallarıyla birlikte geçer. Bu tarz kelime ve ifadeler bazı başlıklar altında tasnif edilebilirler: Tam çeviri (Yüz suyu dökmek deyimi Farsça: âb-ı rûy-ı rihten ve âb-ı rûy’dan çeviridir.) Yarı çeviri (Gam yemek deyimi yine Farsçadaki gam horden’den çeviridir.) Bağımsız çeviri (Başyapıt kelimesi Fransızca chef d’oeuvre’den gelir.) Anlamı etkilenenler (Banka kelimesinin para dışında bir anlamda kullanıldığı, göz bankası, organ bankası gibi kullanımlar bu gruba girer.)
•“Evet o kesif dehasıyla doğmuş adamdı ve ben de onun kıyafetine büründüğüm için bunu keşfetmiştim.”
•“Sağduyusu kendine mübarek olsun!” (Tanpınar
DOLDURMA SÖZLER
Genellikle konuşma dilinde bir şeyi hatırlamak üzere zaman kazanma, söyleneni pekiştirip kesinleştirme gibi amaçlarla, konuşan kimsenin kullandığı, çoğu kez gereksiz olan kelimelere ve anlatım kalıplarına doldurma sözler denir. Kelime hazinesi dar olan, genellikle konuşma esnasında düşünüp zaman kazanmaya çalışanların “doldurma sözler”e çokça başvurdukları görülür. “Şey, tamam mı, sonracığıma, anladın mı, efendime söyleyeyim, var ya” gibi sözler bu başlık için örneklerden sadece bazılarıdır. Bugün özellikle gençlerin dilinde “var ya!, yok mu?
Not:Şey, tamam mı, sonracığıma, anladın mı, efendime söyleyeyim, var ya gibi sözler, doldurma sözlerden bazılarıdır.
•“Neyse…Suyu indirdik.” •“Var ya…Su azaldı.”
•“Neyse…Suyu indirdik.” •“Var ya…Su azaldı.”
KONU SONU ÖZETİ
•TÜRKÇENİN KİMLİK BİLGİLERİ II
•Çok kısa bir zaman zarfında farklı milletler ve topluluklarla etkileşime giren Türk kültüründe önemli bir zenginlik ve çeşitlilik meydana gelmiş, bu da doğal olarak dile yansımıştır. Türkçe farklı milletlerden aldığı çeşitli unsurları bünyesinde eritmiş ve kendisine mal etmiştir. Özellikle farklı dillerden kelimelerin Türkçeye geçmesi bu yolla olmuştur.
•TÜRKÇENİN SÖZ VARLIĞI
•Kelime hazinesi, sözcük dağarcığı, sözcük dağarı, sözcük gömüsü, vokabüler ifadeleri yerine “söz varlığı” ifadesi de kullanılır.
•Yeryüzünde saf, arınmış bir dil yoktur. Milletler, tarihî zaman içinde coğrafya ve buna bağlı olarak kültür ve medeniyet dairesi değiştirirler. Geldikleri bu yeni coğrafyanın kültür kalıntıları üzerine kendi kültürlerini kurarlar. Coğrafyada, daha önce yaşamış olanların dilinden sözler kalır.
•Türkçenin Söz Varlığının Temel Özellikleri
•Aksan’a göre bir dilin söz varlığı şunlardan oluşur:
•Temel Söz Varlığı
•En temel ihtiyaçları karşılayan kelimeler, başta organları olmak üzere yemek, içmek, uyumak, gitmek, gelmek, almak, vermek gibi kavramlar; akrabalık adları, sayılar ve maddi ve manevi kültür içine giren çeşitli kavramlar bu başlık altında incelenir.
•Yabancı Kelimeler
•Her millet, ilişkide bulunduğu bir başka milletin dilinden etkilenir. Ticaret, siyaset, kültür ve sanat ilişkileri hemen dile yansır. Bu bakımdan dünyadaki her dil başka bir dilden kelimeler ihtiva eder.
•DEYİMLER
•Deyim, Türkçe sözlükte: “Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, TDK. Yay. Ankara, 2005, s. 517) olarak tarif edilir. Az sözle çok şey ifade etmek maksadıyla kullanılan deyimler, Türkçenin ilk yazılı metinlerinden beri sıklıkla kullanılagelmiş ve Türkçenin söz varlığı içinde önemli bir yere sahip olmuştur.
•Genellikle atasözleriyle karıştırılan deyimler, oluşturulan kelime grupları içindeki en az bir kelimenin gerçek anlamı dışında kullanılmasıyla yeni bir anlamı karşılar. Anlatımı canlı ve etkili kılan, dildeki anlam inceliklerini ifade etmek amacıyla kullanılan deyimler, yapı olarak, tek tek anlamları olan sözlerden oluşmalarına rağmen, anlamlı parçalara ayrılamazlar.
•Deyimler, bir milletin gelenek ve göreneklerini, inançlarını ve hayat felsefesini yansıtır. Örneğin “ortadan kaybolmak” anlamında kullanılan “kırklara karışmak” deyiminde inançlarımızın, tuz ekmek hakkı, sofrası açık; yüz görümlüğü deyimlerinde ise gelenek ve göreneklerimizin, hayat felsefemizin izleri vardır.
•ATASÖZLERİ
•Bir toplumun bilgeliğini, tecrübelerini, dünya görüşünü ve anlatım gücünü yansıtan atasözleri, yüzyıllar boyunca yaşayan sözlerdir. Atasözleri de tıpkı deyimler gibi aynı dilin değişik lehçelerinde varlığını sürdürmekte, böylece bir dilin değişik lehçeleriyle aynı dilin öz malı olduğunu göstermektedir.
•Deyimler kelime ve kelime gruplarıyla ifade edilirken, atasözleri tam bir yargı bildirmek durumundadır. Bu sebeple atasözlerinin deyimlerden farklı olarak bir hüküm bildirmesi zorunluluğu vardır. ”Kır atın yanında duran ya huyundan, ya suyundan” atasözü eksiltili bir cümle olmasına rağmen, bir yargı bildirmektedir. Burada, uzun süre aynı ortamı paylaşan insanların birbirlerinden etkileneceği şeklinde bir mana ifade edilmektedir.
•KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
•Ünlü kişilerin, hükümdarların, düşünürlerin, sanatçıların belli bir durumda, belli bir olay dolayısıyla söyledikleri, evrenselleşmiş sözlerdir. Bunlar, bir dilin söz varlığında ya özgün biçimiyle ya da olduğu gibi çevrilerek yerleşmişlerdir. Sezar’ın “Sen de mi Brütüs!”, Diyojen’in “Gölge etme başka ihsan istemem.” biçiminde Türkçede de kullanılan kalıplaşmış sözleri çeviri yoluyla aktarılmıştır.
•TERİMLER
•Bilim, sanat, meslek ve bir spor dalıyla ilgili kesin anlamı olan, özel bir kavramı gösteren, gerçek anlamlı sözcüklere terim denir. Bilim dallarından sahne sanatlarına, mimariden kuyumculuğa kadar uzanan bir terim söz varlığından söz etmek mümkündür. Bir dilin terim dağarcığının gelişmesi, o ülkenin bilim, teknik, sanat ve zanaat dallarının gelişmesine ve genişlemesine bağlıdır.
•ÇEVİRİ KELİMELER
•Farklı dillerin kelime ve kavram alışverişiyle ortaya çıkan bir söz varlığıdır. Bir dilden farklı bir dile çevrilen kelimeler kimi zaman sadece anlamı, kimi zaman da o dilin kurallarıyla birlikte geçer.
•DOLDURMA SÖZLER
•Genellikle konuşma dilinde bir şeyi hatırlamak üzere zaman kazanma, söyleneni pekiştirip kesinleştirme gibi amaçlarla, konuşan kimsenin kullandığı, çoğu kez gereksiz olan kelimelere ve anlatım kalıplarına doldurma sözler denir. Şey, tamam mı, anladın mı, efendime söyleyeyim, var ya gibi sözler bu başlık için örneklerden sadece bazılarıdır.

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Türkçenin köklü bir dil olmasındaki temel etken aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tarihî geçmişi ve farklı coğrafyalarda olan hâkimiyeti
b) Sahip olduğu kelime sayısı
c) Çok fazla değişmeyen yapısı
d) Sondan eklemeli bir dil olması
e) Çok fazla tamlama ve kelime grubuna sahip olması

2. Türkçede renk ve akrabalık kavramlarının geniş bir yelpazede olması aşağıdakilerden hangisini ifade eder?
a) Birçok lehçe ve ağıza sahip olmasını
b) Sahip olduğu kelime sayısının fazlalığını
c) Türkçenin köklü bir geçmişe ve deneyimlere sahip olması
d) Ses kuralları ve ses diziminin matematiksel olduğunu
e) Kalıplaşmış sözlerin çok olduğunu

3. Bir dilde yabancı kelimelerin bulunması aşağıdakilerden hangisinin göstergesidir?
a) Dil ailesinin geniş olduğunun
b) Başka diller ve toplumlarla olan etkileşiminin
c) Kelime sayısının fazla olmasının
d) Zamanla yapısının değiştiğinin
e) Dil bilgisi kurallarının esnek olduğunun

4. Türkçenin sondan eklemeli bir dil olması ona aşağıdakilerden hangisini kazandırmıştır?
a) Kolay kelime ve kavram türetmeye yarar.
b) Fiillerin cümlenin sonunda olmasını sağlar.
c) Düzenli bir cümle dizilişine yarar.
d) İki ünlünün kelime ortasında bulunmamasını sağlar.
e) Kelime başında iki ünsüzün olmasını engeller.

5. “Saz” kelimesinin hem “çalgı aleti” hem de “sulak alan” anlamında kullanılması aşağıdakilerden hangisini ifade eder?
a) Terim ifadelerin varlığını
b) Ses kurallarının esnek olduğunu
c) Bir sözcüğün hem gerçek hem mecaz anlamda kullanılabileceğini
d) Türkçenin yapısının esnek olduğunu
e) Bir sözcüğün birden fazla anlamı karşıladığını

6. “Kırmızı” ve “al” kelimelerinin aynı rengi karşılaması aşağıdakilerden hangisiyle açıklanır?
a) Bir sözcüğün birden fazla anlamı karşılamasıyla
b) Dilin yapısının esnek olmasıyla
c) Birden çok sözcüğün aynı anlamı ifade etmesiyle
d) Doldurma sözcüklerle
e) Aynı dil ailelerinin yapıya olan etkisiyle

7. Türklerin birden çok lehçeye sahip olması aşağıdakilerden hangisinin sonucudur?
a) Farklı coğrafyalara yayılmasının
b) Dil ailesinden gelen esnek yapısının
c) Temel söz varlığının geniş olmasının
d) Kalıplaşmış ifadelerin çok olduğunun
e) Yabancı kelimelere açık bir yapıda olduğununun

8. Temel söz varlığının anlamı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Dilin temel yapısında bulunan kelimeler
b) Kalıplaşmış sözler
c) Atasözleri ve deyimler
d) Bireyin en temel ihtiyaçlarını karşılayan kelimeler
e) Dilin sahip olduğu bütün kelime haznesi

9. Aşağıdakilerden hangisi gerçek anlamlı atasözüne bir örnektir?
a) Acı patlıcanı kırağı çalmaz.
b) Altın eşik, gümüş eşiğe muhtaç olur.
c) Çivi çiviyi söker.
d) Minareyi çalan kılıfını hazırlar.
e) Sebepsiz ölüm olmaz.

10. Aşağıdaki atasözlerinin hangisinde mecazlı bir söyleyiş yoktur?
a. Açık yaraya tuz ekilmez.
b. Ay var yılı besler, yıl var ayı beslemez.
c. Ak gün ağartır, kara gün karartır.
d. Âlim unutmuş, kalem unutmamış.
e. Dost ile ye iç; alışveriş etme.

Cevap Anahtarı1.a,2.c,3.b,4.a,5.e,6.c,7.a,8.d,9.e,10.e


6.ÜNİTE
GİRİŞ
Türkçenin zenginliği, kendine has ses uyumları ve özelliklerini de içinde barındırmaktadır. Türkçenin köklü bir geçmişe sahip olması ve diller arası etkileşim, dilde ses değişimlerini de beraberinde getirmiştir. Bir dili öğrenmenin ilk şartı, o dilin ses yapısını ve özelliklerini öğrenmekten geçer. Çünkü insanın dil ile karşılaştığı ilk uyaran, sestir. Birey duyduğu sesle kendini tanır, dünyayı anlar ve anlamlandırır. Sesleri birleştirerek kendini ifade eder, ihtiyaçlarını dile getirir. Bunları bilinç seviyesinde dil bilgisel bilgisi olmadan yapar. Doğuştan edindiği dil edinimine kendi yetisini de katarak dil edincinin farkındalığına varır.
Bir dilin ses bilgisine bakarak o dilin kimliği hakkında gerekli bilgilere sahip oluruz. Nitekim o dilin ses bilgisi bizlere dilin dil bilgisel ve dilbilimsel geçmişi hakkında bilgi verir. Dildeki seslerin eş ve art zamanlı olarak incelenmesi o dilin ses özellikleri ve dil bilimsel bağıntılarının sosyolojik ve kültürel anlam katmanlarını betimler. Böylece dildeki sesler düşüncelerimizin meşaleleri olarak söze dökülür.
SES NEDİR?
Ses; fizikte, müzikte ve dil biliminde çok kullanılan bir kelimedir. Bütün gramer şekillerinin bünyesinde “ses” adı verilen küçük ve basit dil unsurları bulunur. Dil birlikleri parçalandığında en küçük parça olarak karşımıza ses çıkar.
Dil bilgisine göre ses, ciğerlerden gelen havanın etkisiyle ses organlarında oluşan ve yayılarak kulakla duyulabilen titreşimdir. Ağız ve burun yoluyla çıkan ses, ham sestir. Buna “seda” denir. “Seda” dil bilgisine göre hiçbir şey ifade etmez. Yeni doğan çocuğun sesi böyledir. Seda, ağızda özel bir amaç ve gayretle istenen kalıba dökülür ve istenirse ses hâline gelir. Yani ses, sedanın bir amaca göre yontulmuş şeklidir. Seslerin tek başına anlamları yoktur.
•“e”, “v” sesleri tek tek bizde hiçbir nesneyi, hareketi ya da kavramı uyandırmaz/çağrıştırmaz. Ancak kelime oluşturacak şekilde yan yana gelerek bir anlam ifede ederler.
HARF
Ses, havada yayılır ve kaybolur. Sesin kalıcı olması/kaydedilmesi, her ses için kabul edilen bir sembolle/şekille mümkün olur. Harfler, yazıda her ses için kabul edilen sembollerdir. Harf, sesin resmidir. Bir dildeki seslerden söz ederken ” a, b, c, ç, d” harfleri demek yanlıştır.
TÜRKÇENİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Sözcüklerde
• Ünlü uyumu vardır.
• Sözcük başında birden çok ünlü bulunmaz.
• Sözcüklerde birden çok ünlü yan yana gelmez.
• Sözcük başında c, ğ, l, m, n, r, z ünsüzleri bulunmaz.
• Çekim, eklerle yapılır.
• Ön ek değil, son ek kullanılır.
• Soru ekle yapılır.
• Bitişkendir.

Adlarda
• Belirlilik takısı yoktur.(Arapçadaki “el”, İngilizcedeki “the”, Almancadaki “der/die/das”, Fransızcadaki “le/la” takıları gibi)
• Cinslik (erillik/dişilik) yoktur. (Arapçadaki “Latif/Latife” gibi)
• Çekim, iyelik ekleriyle yapılır.
• Sıfatlar adlardan önce gelir.
• Sıfatlardan sonra çokluk eki gelmez.
Söz diziminde
Belirtenler belirtilenlerden, nesneler eylemlerden, tamlayanlar tamlananlardan önce gelir.
ÜNLÜLER
Ses yolundan serbest olarak çıkan seslerdir. Türkçede 8 ünlü vardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü Bu 8 ünlünün dördü kalın, dördü incedir. Ünlüyü çıkarırken ağzın aldığıbiçime göre adlandırma yapılır.
•Kalın ünlüler: a, ı, o, u İnce ünlüler: e, i, ö, ü
•Düz ünlüler: a, e, ı, i Yuvarlak ünlüler: o, ö, u, ü
•Geniş ünlüler: a, e, o, ö Dar ünlüler: ı, i, u, ü

DÜZ YUVARLAK
Geniş Dar Geniş Dar
KALIN a ı o u
İNCE e i ö ü

Bu ünlülerden hiçbiri uzun değildir. Türkçede uzun ünlü yoktur.
•“Kara”, “okumak”, “sevgi”, “gönül”, “yazıt” kelimelerinde uzun ünlü yoktur.
Uzun ünlü bulunan kelimeler yabancı kökenlidir.
•“Adâlet, câhil, tarihî, îmâ, minâre, umûmi, şâir, kâtip, hikâye, şehrâyîn, asûman, dilârâ, pâdişâh, mâ, âb, âbırevân...” gibi.
Türkçede ünlüler belli kurallar içinde birbirlerine uyum gösterirler. Buna ünlü uyumu denir.
SES UYUMLARI
Türkçe kelimeleri yabancı kelimelerden ayıran başlıca özelliklerden biri ses uyumlarıdır. Ünlü Uyumları Türkçede ünlüler:
• Kalınlık-incelik
• Düzlük-yuvarlaklık bakımından uyum
Büyük Ünlü Uyumu (Kalınlık-İncelik Uyumu)
Türkçe bir kelimenin ilk ünlüsü kalın ise öteki ünlüler de kalındır. İlk ünlü ince ise diğer ünlüler de ince olur. Ancak “-yor”, “-ken”, “-leyin”, “-ki”, “-(m)trak”, “daş”, “-taş” ekleri bu uyumun dışında kalır.
•Kalın: altı-ncı, sıra-sı-n-dan, yaşa-ma-dığ-ı-nız
•İnce: yedi-nci, bir-i-si-n-den, emek-li-lik
•Uyum dışı ekler: -yor (gel-i-yor), -ken (al-ır-ken), +leyin (sabah+leyin), +ki (onun+ki), +(i)mtrak (yeşil+(i)mtrak, +daş (gönül+daş), +taş (meslek+taş)
Küçük Ünlü Uyumu
Türkçe bir kelimede düz ünlülerden (a, e, ı, i) sonra düz ünlüler (a, e, ı, i) gelir. Yuvarlak ünlüler (o, ö, u, ü) gelmez.
•A’dan sonra a, ı gelir: arsa-ya, arsa-yı..
•E’den sonra e, i gelir: ece-ye, ece-yi...
•I’dan sonra ı, a gelir: yazı-yı, yazı-ya...
•İ’den sonra i, e gelir: iş-i, iş-e...
Türkçe bir kelimede yuvarlak ünlülerden (o, ö, u, ü) sonra ya dar yuvarlak ünlüler (u, ü), ya da düz geniş ünlüler (a, e) gelir.
•O’dan sonra u, a gelir: Omuz, orta...
•Ö’den sonra ü, e gelir: Örtü, öte...
•U’dan sonra u, a gelir: uzun, uzak...
•Ü’den sonra ü, e gelir: üstün, ürkek...
Türkçe birleşik kelimelerde ünlü uyumu aranmaz.
•İncesu, Ulupınar, Karaboran, Keçikıran, vişneçürüğü, denizaltı... gibi
ÜNSÜZLER
Ses yolunun daralması, kapanıp açılması ve ses organlarının birbirine yaklaşıp uzaklaşması durumlarında çıkan seslerdir.
Türkçede 21 ünsüz vardır: b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z
Bu ünsüzler dışında Anadolu ağızlarında harfle temsil edilmeyen bazı ünsüzler de mevcuttur: ġ (gaye), ḥ ḫ (hırlama), ḳ (katil), ñ (deniz/beniz) gibi Ünsüzler çıkış noktaları bakımından gruplara ayrılırlar. Ünsüzlerin oluşum yerleri dudaktan gırtlağa, ağız ve boğaz yolunun çeşitli noktalarında bulunur. Başta dil olmak üzere hareket edebilen organlar, birbirlerine yaklaşır ya da temas ederler.

ÜNSÜZ UYUMLARI
Ünlü-ünsüz uyumu:
Türkçe sözcüklerde ince ve kalın şekilleri bulunan k, g, l ünsüzleri ince ünlülerin yanında ince, kalın ünlülerin yanında kalın okunur.
ke, ki, kö, kü ka, kı, ko, ku
ge, gi, gö, gü ga, gı, go, gu
le, li, lö, lü la, lı, lo, lu
Ses olayları/Türkçenin Ses özellikleri
Türkçe sözcüklerin sonunda b, c, d ve g ünsüzleri bulunmaz.
•ab, ilac, ad
Arapça ve Farsçadan Türkçeye girmiş son sesi “b” olan sözcükler Türkçede “p” ile yazılır.
•kitab>kitap, harab>harap, sevab>sevap gibi.
Ünsüz değişmesi
Türkçede p, ç, t, k ünsüzleri, iki ünlü arasında b, c, d, ğ ünsüzlerine dönüşür.
•dip>dibe,ağaç>ağacı, yurt>yurdumuz, sokak>sokağa...
Bazı tek heceli sözcükler bu kuralın istisnası durumundadır.
•sap>sapı, saç>saça, at>atı, ak>akı...
Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren bazı sözcüklerde de bu kuraldışılık vardır:
•millet>milleti, hukuk>hukuka, inşaat>inşaatı...
Ek-kök uyumu
Türkçede ekler, büyük ünlü uyumu, küçük ünlü uyumu, ünsüzlerin uyumu bakımından köklere uyar:
•çocuk>çocuğa, çocuğu, çocukluk
•göz>gözlük, gözlükçü, gözlükçülük
•süt>sütçü, sütçülük, sütçülüğe
•dur->durum, durgun, durgunluk
•sor->soru, sorun...
Ünlü farklılaşması
Fiil kök ve gövdeleri ünsüzle bitiyorsa, -(i)yor ekindeki “i” ünlüsü ünlü uyumuna uyar.
•gel-i-yor, al-ı-yor, sor-u-yor, gül-ü-yor... gibi.
Türkçede c, ğ, l, m, n, r, z ünsüzleriyle sözcük başlamaz.
•cesaret, lamba, mektup, nefret, rakip, zafer...
Arapça ve Farsçadan Türkçeye geçmiş bazı sözcüklerin sonundaki d ünsüzü, Türkiye Türkçesinde t’ye dönüşür.
•derd>dert, merd>mert, ferd>fert... gibi.
Türkçede konuşurken az çaba gösterme eğilimi vardır. Ağız ve şivelerde pek çok sözcük kısaltılarak, hece sayısı azaltılarak veya genişlikler daraltılarak söylenir.
•ufacık> ufak+cık’tan (k düşmüş)
•küçücük>küçük+cük (k düşmüş)
•sütlaç>süt+lü aş’tan (ü düşmüş; ç, ş olmuş.)
Türkçede konuşma sırasında vurgu nedeniyle ünlü düşmesi görülür. Türkçede orta hece vurgusuzdur. Vurgusuz orta hecenin ünlüsü düşer.
•orada>orda, burada>burda, şurada>şurda, nerede>nerde...
En eski örneklerinden biri: yalınguz>yalıngız>yalınız>yalnız biçiminde görülür.
Ünlü Türemesi
Türkçeye Arapçadan ya da Batı dillerinden girmiş bazı sözcüklerin ön ve iç seslerinde ses türemeleri görülür.
• Ön seste ünlü türemesi: limon>ilimon, stop>istop, stepne>istepne...
• İç seste ünlü türemesi: akl>akıl, asl>asıl, asr>asır, devr>devir...
• İç seste ünsüz türemesi: fiat>fiyat, zaif>zayıf...
Türkçede sözcük başında iki ünsüz yan yana gelmez. Batı dillerinden Türkçeye girmiş bu tür bazı sözcüklerin başında “i” ünlüsü
türer:
Türkçe sözcüklerde iki ünlü yan yana gelmez.
slav>İslav, skele>iskele...
Yabancı dillerden Türkçeye girmiş bazı sözcüklerde iki ünlü arasına bir yardımcı ünsüz girer. (saat, caiz, nail, fail istisna)
•mai> mavi (v ünsüzü türemiş) •faide> fayda (y ünsüzü türemiş)
•gaib> kayıp (y ünsüzü türemiş) •fiat> fiyat (y ünsüzü türemiş)....
Ses düşmesi
Türkçede iç seste bulunan bir ya da birkaç sesin düşmesine denir.
Ünlü Düşmesi
Türkçe ya da Türkçeye ödünç girmiş sözcüklerin vurgusuz orta hecelerindeki dar ünlülerin (ı, i, u, ü) düştüğü görülür:
•gönül+ü> gönlü, oğul+u> oğlu, beniz+i benzi, göğüs+ü>göğsü, kavuş-ak> kavşak, çevir-ilmek> çevrilmek...
Biri ünlü ile biten, diğeri ünlü ile başlayan iki sözcük birleşik sözcük oluştururken ilk sözcüğün sonundaki ünlü ile ikinci sözcüğün başındaki ünlü birleşerek tek ünlü hâline gelir.
Bu fonetik olay, ünlü düşmesi olduğu gibi ünlü birleşmesi olarak da adlandırılır.
•ne+için> niçin, kahve+altı> kahvaltı, pazar+ertesi>pazartesi, cuma+ertesi> cumartesi, sütlü+aş> sütlaç, bulama+aş> bulamaç
Türkiye Türkçesine Arapçadan girmiş bazı ödünç sözcükler, ünlü ile başlayan ek fiille birleştiklerinde, ikinci hecedeki ünlüleri düşer ve Arapçadaki asıl şekillerine dönerler.
•bahs > bahis > bahsetmek, keşf > keşif > keşfetmek, devr > devir > devretmek, neşr > neşir > neşretmek, sabr > sabır > sabretmek, küfr > küfür > küfretmek...
(Birleşme sırasında bu şekilde ünlü düşmesi varsa sözcük bitişik yazılır.)
Ses Benzeşmesi
Türkçeye ödünç olarak girmiş sözcüklerdeki seslerin birbirine benzetilmesi olayıdır.
Ünlü Benzeşmesi
Türkçe ya da Türkçeye girmiş bazı sözcüklerdeki birinci ünlü, daha sonra gelen ikinci ve üçüncü ünlüyü kalınlık-incelik, düzlük-yuvarlaklık, darlık-genişlik bakımından kendine benzetir.
A-E’nin A-A olması: haste > hasta
•İ-Ü’nün Ü-Ü olması: içün > için
•Ü-İ’nin Ü-Ü olması: müdir > müdür
•A-A-İ’nin A-A-I olması: kadaif > kadayıf
•E-U’nun E-İ olması: zeytun > zeytin
DİKKAT!
NOT:ses benzeşmesinin püf noktası FSTKÇŞHP harflerinin yanyana gelmesidir.
Bu harfleri kolay ezberleyebilmeniz için biz bu harflere Fıstıkçışahap diyoruz ünlü harflerini çıkartınca FSTKÇŞHP oluyo ve size aşagıdakilerden hangisinde ünsüz sertleşmesi vardır diye sorulursa FSTKÇŞHP harfleri yanyana grlmişmi diye bakacaksınız.
Örnek:
onunla çok özleştik
beni bugün çok ağlattı
seni çok sevmiştim
bugün çok çalıştık
işten yeni geldim
Ton bakımından benzeşme:
•sabah+dan > sabah+tan, saat+cı > saat+çi, beş+de > beş+te, yüzgeç + den > yüzgeç+ten
Boğumlanma bakımından benzeşme
•anbar > ambar , sünbül > sümbül, çenber > çember, saklanbaç > saklambaç, pençşenbe > perşenbe > Perşembe
Türkçede ünlü ile biten fiil kök ve gövdelerine şimdiki zaman eki getirildiğinde fiil kök ve gövdesindeki “a” ve “e” ünlüleri “-yor” ekinden sonra darlaşır ve ünlü uyumlarına göre ı, i, u, ü’ye dönüşür.
•yaşa- > yaşıyor (yaşa-yor değil)
•ye- > yi-yor (ye-yor değil)
•bekle- > bekliyor (bekle-yor değil)
•oyna- > oynuyor (oyna-yor değil)
•öde- > ödüyor (öde-yor değil)

FISTIKÇI ŞAHAPGİL
Gaziantep’te “Fıstıkçı Şahapgiller” diye tanınan bir aile vardı. Geçimini fıstıktan sağlayan bir aileydi. Geçmişten bugüne hep fıstık yetiştirerek hayatlarını sürdürmüşlerdi. Ailenin büyüğü Şahap Bey, fıstık bahçesine girdi mi, sabahtan akşama kadar çıkmazdı. Bir uçtan bir uca kocaman bahçede türkü söyleyerek gezinirdi. Her ağaçta gençlik hatıraları saklıydı. Babasıyla birlikte dikmişti bu ağaçları. Gençti o zamanlar, dinçti, delikanlıydı. Bir fıstık âşığıydı sanki. Öyle ki herkes “Fıstığı Şahap’tan sor!” derdi. Bir gün büyük oğlu Mesut çocukça bir soru sordu: Baba,” dedi, “insan üç yıl üst üste patates yetiştirse, patatesten bıkar. Sen bıkmadın mı bunca yıl fıstık yetiştirmekten? Şahap Bey, Mesut’tan yana sevgiyle baktı. “Sorunun cevabı şu raftaki kitapta yazılı.” dedi. “Çok faydalı bir kitaptır o. Birlikte okuyalım mı?” “Elbette” dedi Mesut. Şahap Bey, önceden işaret koyduğu bir sayfayı açtı ve birkaç cümle okudu: “İnsan, en iyi bildiği ve en çok sevdiği işte gerçekten başarılı olur. Hedefte bildiğin ve sevdiğin bir meslek olmalı. O meslekte en iyi olmaya çalışmalısın. Yoksa işin sonu başarısızlıktır. Ahtan, vahtan, eyvahtan kurtulamazsın. Yaşayacağın pişmanlıktan dolayı hayattan zevk alamazsın. Peki pişmanlık nedir? Yakıcı ve yıkıcı bir histir.” Kitabı kapattıktan sonra ekledi Şahap Bey: “En iyi bildiğim ve çok sevdiğim işten niye vazgeçeyim? Sen de vazgeçme! Fıstıkçı geldik, fıstıkçı gidelim. Meslektaş olduk, meslektaş kalalım. Anlaştık mı?” Mesut, Şahap Bey’in elini saygıyla öptü. “Anlaştık baba” dedi. “Fıstıkçıyız, meslektaşız. Merak etme!”
Not:bu metnin içindeki ünsüz benzeşmeleri kendiniz bulunuz.

KONU SONU ÖZETİ
•TÜRKÇENİN SES ÖZELLİKLERİ
•SES NEDİR?
•Dil bilgisine göre ses, ciğerlerden gelen havanın etkisiyle ses organlarında oluşan ve yayılarak kulakla duyulabilen titreşimdir.
•Seslerin tek başına anlamları yoktur.
•Sesler sadece kelime kurmada görev alırlar. Öyleyse ses, tek başına anlamı olmayan, ancak anlamlı ve görevli dil birlikleri yapmaya yarayan dil malzemesidir.
•HARF
•Ses, havada yayılır ve kaybolur.
•Sesin kalıcı olması/kaydedilmesi, her ses için kabul edilen bir sembolle/şekille mümkün olur. •Harfler, yazıda her ses için kabul edilen sembollerdir.
•Harf, sesin resmidir. Bir dildeki seslerden söz ederken ” a, b, c, ç, d” harfleri demek yanlıştır.
•TÜRKÇENİN GENEL ÖZELLİKLERİ
•Sözcüklerde
•Ünlü uyumu vardır.
•Sözcük başında birden çok ünlü bulunmaz.
•Sözcüklerde birden çok ünlü yan yana gelmez.
•Sözcük başında c, ğ, l, m, n, r, z ünsüzleri bulunmaz.
•Çekim, eklerle yapılır.
•Ön ek değil, son ek kullanılır.
•Soru, ekle yapılır.
•Bitişkendir.
•Adlarda
•Belirlilik takısı yoktur. (Arapçadaki “el”, İngilizcedeki “the”, Almancadaki “der/die/das”, Fransızcadaki “le/la” takıları gibi)
•Cinslik (erillik/dişilik) yoktur. (Arapçadaki “Latif/Latife” gibi)
•Çekim, iyelik ekleriyle yapılır.
•Sıfatlar adlardan önce gelir.
•Sıfatlardan sonra çokluk eki gelmez.
•Eylemlerde
•Çeşitleri boldur.
•Ekleri boldur.
•Yardımcı eylemler “i-”, “tur-”, “ol-” biçimindedir.
•“Malik olmak/sahip olmak” anlamında bir eylem yoktur.
•Olumsuz hareket için “değil, yok” gibi özel eylemler vardır.
•Söz diziminde
•Belirtenler belirtilenlerden, nesneler eylemlerden, tamlayanlar tamlananlardan önce gelir.
•ÜNLÜLER
•Ses yolundan serbest olarak çıkan seslerdir. Türkçede 8 ünlü vardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü
•Bu 8 ünlünün dördü kalın, dördü incedir. Ünlüyü çıkarırken ağzın aldığı biçime göre adlandırma yapılır. •Türkçede uzun ünlü yoktur. Uzun ünlü bulunan kelimeler yabancı kökenlidir.
•Türkçede ünlüler belli kurallar içinde birbirlerine uyum gösterirler. Buna ünlü uyumu denir.
•SES UYUMLARI
•Türkçe kelimeleri yabancı kelimelerden ayıran başlıca özelliklerden bir ses uyumlarıdır.
•Ünlü Uyumları
•Türkçede ünlüler:
•Kalınlık-incelik
•Düzlük-yuvarlaklık bakımından uyum gösterirler.
•Türkçe kelimelerde iki türlü ünlü uyumu görülür.
•Büyük Ünlü Uyumu (Kalınlık incelik uyumu)
•Türkçe bir kelimenin ilk ünlüsü kalın ise öteki ünlüler de kalındır. İlk ünlü ince ise diğer ünlüler de ince olur. Ancak “yor”, “ken”, “leyin”, “ki”, “(m)trak”, “daş”, “taş” ekleri bu uyumun dışında kalır.
•Küçük Ünlü Uyumu
•Türkçe bir kelimede düz ünlülerden (a, e, ı, i) sonra düz ünlüler (a, e, ı, i) gelir. Yuvarlak ünlüler (o, ö, u, ü) gelmez.
•Türkçe bir kelimede yuvarlak ünlülerden (o, ö, u, ü) sonra ya dar yuvarlak ünlüler (u, ü), ya da düz geniş ünlüler (a, e) gelir.
•Türkçe birleşik kelimelerde ünlü uyumu aranmaz.
•ÜNSÜZLER
•Ses yolunun daralması, kapanıp açılması ve ses organlarının birbirine yaklaşıp uzaklaşması durumlarında çıkan seslerdir.
•Türkçede 21 ünsüz vardır: b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z
•Bu ünsüzler dışında Anadolu ağızlarında harfle temsil edilmeyen bazı ünsüzler de vardır:
•ġ (gaye), ḥ ḫ (hırlama), ḳ (katil), ñ (deniz/beniz) gibi
•ÜNSÜZ UYUMLARI
•Ünlü-ünsüz uyumu:
•Türkçe sözcüklerde ince ve kalın şekilleri bulunan k, g, l ünsüzleri ince ünlülerin yanında ince, kalın ünlülerin yanında kalın okunur.
•Ses olayları/Türkçenin Ses özellikleri
•Türkçe sözcüklerin sonunda b, c, d ve g ünsüzleri bulunmaz.
•Türkçe sözcükler bu ünsüzlerin patlamalı biçimleri olan p, ç, t, k ünsüzleriyle biter.
•Arapça ve Farsçadan Türkçeye girmiş son sesi “b” olan sözcükler Türkçede “p” ile yazılır.
•Ünsüz değişmesi •Türkçede p, ç, t, k ünsüzleri, iki ünlü arasında b, c, d, ğ ünsüzlerine dönüşür.
•Bazı tek heceli sözcükler bu kuralın istisnası durumundadır.
•Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren bazı sözcüklerde de bu kuraldışılık vardır.
•Türkçede patlamalı ünsüzle biten sözcüğe getirilen eklerin ilk sesi de patlamalı ünsüz olur.
•Ek-kök uyumu
•Türkçede ekler, büyük ünlü uyumu, küçük ünlü uyumu, ünsüzlerin uyumu bakımından köklere uyar.
•Ünlü farklılaşması
•Fiil kök ve gövdeleri ünsüzle bitiyorsa, -(i)yor ekindeki “i” ünlüsü ünlü uyumuna uyar. •Türkçede c, ğ, l, m, n, r, z ünsüzleriyle sözcük başlamaz.
•Arapça ve Farsçadan Türkçeye geçmiş bazı sözcüklerin sonundaki d ünsüzü, Türkiye Türkçesinde t’ye dönüşür.
•Ağız ve şivelerde pek çok sözcük kısaltılarak, hece sayısı azaltılarak veya genişlikler daraltılarak söylenir.
•Türkçede konuşma sırasında vurgu nedeniyle ünlü düşmesi görülür. •Türkçede orta hece vurgusuzdur.
•Vurgusuz orta hecenin ünlüsü düşer.
•Ünlü Türemesi
•Türkçeye Arapçadan ya da Batı dillerinden girmiş bazı sözcüklerin ön ve iç seslerinde ses türemeleri görülür.
•Türkçeye Arapçadan ya da Batı dillerinden girmiş bazı sözcüklerin ön ve iç seslerinde ses türemeleri görülür.
•a) Ön seste ünlü türemesi: limon>ilimon, stop>istop, stepne>istepne...
•b) İç seste ünlü türemesi: akl>akıl, asl>asıl, asr>asır, devr>devir...
•c) İç seste ünsüz türemesi: fiat>fiyat, zaif>zayıf...
•Türkçede sözcük başında iki ünsüz yan yana gelmez. Batı dillerinden Türkçeye girmiş bu tür bazı sözcüklerin başında “i” ünlüsü türer.
•Türkçe sözcüklerde iki ünlü yan yana gelmez.
•Yabancı dillerden Türkçeye girmiş bazı sözcüklerde iki ünlü arasına bir yardımcı ünsüz girer. (saat, caiz, nail, fail istisna)
•Ses düşmesi
•Türkçede iç seste bulunan bir ya da birkaç sesin düşmesine denir.
•Ünlü düşmesi
•Türkçe ya da Türkçeye ödünç girmiş sözcüklerin vurgusuz orta hecelerindeki dar ünlülerin (ı, i, u, ü) düştüğü görülür. Biri ünlü ile biten, diğeri ünlü ile başlayan iki sözcük birleşik sözcük oluştururken ilk sözcüğün sonundaki ünlü ile ikinci sözcüğün başındaki ünlü birleşerek tek ünlü hâline gelir. •Ses Benzeşmesi
•Türkçeye ödünç olarak girmiş sözcüklerdeki seslerin birbirine benzetilmesi olayıdır. •Ünlü benzeşmesi
•Türkçe ya da Türkçeye girmiş bazı sözcüklerdeki birinci ünlü, daha sonra gelen ikinci ve üçüncü ünlüyü kalınlık-incelik, düzlük-yuvarlaklık, darlıkgenişlik bakımından kendine benzetir. •Ünsüz benzeşmesi
•Bir sözcük içinde bulunan ünsüzlerden birinin komşu ya da uzak öteki ünsüze ton ve boğumlanma bakımından benzemesi olayıdır.
•Türkçede ünlü ile biten fiil kök ve gövdelerine şimdiki zaman eki getirildiğinde fiil kök ve gövdesindeki “a” ve “e” ünlüleri “yor” ekinden sonra darlaşır ve ünlü uyumlarına göre ı, i, u, ü’ye dönüşür.

DEĞERLENDİRME SORULARI
1.Aşağıdaki cümlelerin hangisinde ünlü düşmesiyle ilgili bir yazım yanlışı yapılmıştır?
a) Çocuğun ağızı yara içinde kalmış.
b) Adamın burnu çok kanamış.
c) Çocuğun boynu tutulmuştu.
d) Çocuk boyalarla alnını boyamıştı.
e) Göğsündeki sızı günden güne artıyordu.

2.Aşağıdaki sözcüklerin hangisine ünlü ile başlayan bir ek getirildiğinde “ünsüz değişmesi” olmaz?
a) Uçak b) Ağaç c) Renk d) Tut e) Bıçak

3. Aşağıdaki altı çizili sözcüklerden hangisi yalın durumdadır?
a) Çocuk neşeyle top oynuyordu.
b) Annesi dün okula gelmişti.
c) Bu köyde sıkıntı içinde yaşamış.
d) Kırmızı ona çok yakışmış.
e) Çevreye karşı duyarlı bir insandır.

4. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde ünlü daralmasına örnek vardır?
a) Dağlardan serin bir rüzgâr geliyordu.
b) Sen gelmedin diye sabaha kadar uyumadı.
c) Gözlerim her yerde seni arıyor.
d) Senin okulunun önünde durmuşlar.
e) Aklımdaki soruları sen cevapladın.

Sonu sert ünsüzle biten tek heceli sözcüklerde genellikle ünsüz değişimi olmaz. 5. Aşağıdaki sözcüklerin hangisi bu kurala aykırı bir örnektir?
a) Kat b) Çat c) Yurt d) Top e) Et

6. Aşağıdaki atasözlerinin hangisinde yardımcı ses yoktur?
a) Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
b) İyi dost kara günde belli olur.
c) Adamın iyisi iş başında belli olur.
d) Akılsız başın cezasını ayaklar çeker.
e) Elini ayağını bağlamıştı.

7. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde sert ünsüz yumuşamasına uğrayan bir kelime yoktur?
a) Yaz tatilinde oldukça dinlendik.
b) Soğuğa karşı tedbirli olmalıyız.
c) Bu işten umudum kesildi.
d) Kitabımı çantama yerleştirdim.
e) Ayağını masanın köşesine vurdu.

8. Aşağıdakilerin hangisinde büyük sesli uyumu kuralına uymayan bir kelime vardır?
a) Sabahtan beridir ince bir yağmur.
b) Kapılar kapanmış, sokaklar çamur.
c) Yağıyor soğuk bir sesle karışık.
d) Dışarıdan ne bir ses, ne de bir ışık geliyor.
e) Evler sıra sıra ardışık bir halde.

9. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde ünsüz yumuşamasının örneği yoktur?
a) Dil, her şeyden önce bir iletişim aracıdır.
b) Son yıllarda okuyucu sayısı iyice azaldı.
c) O, hayatın tadını çıkarmanın peşindeydi.
d) Ben de onun ardı sıra evden çıktım.
e) Kalbimin ta en derin yerindeydi.

10. Aşağıdakilerin dizelerin hangisinde “ünsüz yumuşaması”na örnek olabilecek bir sözcük yoktur?
a) Bakakalırım giden geminin ardından
b) Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini
c) Gökyüzünün başka rengi de varmış
d) Şu dağın başında kar ben olaydım
e) Yüreğinin sesi duyuluyor ötelerden

Cevap Anahtarı1.a,2.d,3.a,4.c,5.c,6.b,7.a,8.d,9.b,10.d


7.ÜNİTE
GİRİŞ
Sondan eklemeli bir dil olarak Türkçe açısından eklerin en az kelimeler kadar önemli olduğu bir gerçektir. Çünkü kullanılan ekler vasıtasıyla hem yeni kelimeler türetilmekte hem de kelimeler istenilen şekilde çekimlenebilmektedir. Bu özelliği Türkçeye hem daha esnek hem de daha kullanışlı bir dil olmasında önemli bir işlevsellik kazandırmaktadır. Bu da anlatımın daha belirgin olmasında ve ifadelerin daha kuvvetli aktarılmasında Türkçeye bir kolaylık ve artı bir değer katmaktadır. Kavram oluşturma, var olan kavramı yeniden inşaa etme gibi durumlar, Türkçenin bu özelliğiyle sıkı sıkıya örtüşmekte ve uyuşmaktadır. Böylece Türkçe yarattığı esneklik ve çeşitlilik ile zengin bir dil olduğunu göstermektedir.
Türkçenin eklerini, bu eklerin şekillerini ve kullanım çeşitlerini bilmek dilin daha etkin bir şekilde kullanılması açısından son derece önemlidir. Çünkü dilbilgisi bir dilin dil kurallarını betimleyerek ele alınan dilin daha düzgün kullanılmasını ve ifadelerin daha anlaşılır ve güzel aktarılmasını sağlar. Bu ünitede Türkçede kullanılan eklerin çeşitleri ve kullanım özellikleri hakkında bilgi verilecek ve bu konu üzerinde durulacaktır.

HECE BİLGİSİ, TÜRKÇENİN YAPIM EKLERİ ve ÇEKİM EKLERİ
Yapı Bilgisi: Kelimelerin yapısını, türeme yollarını ve çekim biçimlerini içeren bilgi. Şekil Bilgisi (morfoloji): Kelime ve kelime çeşitlerinin köklerini, eklerini, bunların yapısını ve görevini inceler. Biçim Birimi (morfem): Kelimelere dil bilgisi bakımından biçim veren çoğu ek hâlinde olan kelime parçalarını inceler. Ek: Kelimelerle cümleler kurmak, onlara cümle içinde görev yüklemek ve kelimelerden yeni kelimeler türetmek amacıyla onlara eklenen seslere/hecelere ek denir.

Kök
Bir kelimenin, daha küçük parçalara ayrılmayan, anlamlı en küçük parçasına kök denir. Kelime kökü, kelimenin tamamı ile ilgili olmalıdır. “Okul” kelimesinin kökü, “oku-” fiilidir. Bu kelimede “ok” kısmı da bir anlam taşır. Ancak “okul” ile “ok” arasında bir ilgi yoktur. Kökler dilin ana malzemesi olup bilemediğimiz zamanlardan beri vardır. Sonradan yapılmazlar. İhtiyaç duyduğumuz kelimeler bu köklerden faydalanılarak yapılır. Kökler iki çeşittir:
İsim Kökleri
Bir varlığı, niteliği, ilgiyi veya duyguyu en kısa biçimde tanıtan köklere denir. Dört çeşittir: • Varlık kökleri: Çöl, yol, sıra, ev...
• Nitelik kökleri: İyi, güzel, kötü...
• Duygu kökleri: Ah, vah, tüh, ey...
• İlgi kökleri : Ben, sen, o, ile, için...
İsim kökleri cümle içinde “isim, zamir, zarf, sıfat, edat, bağlaç ve ünlem” göreviyle kullanılabilir. Dilimizde isim kökleri en fazla üç heceden oluşur. Karınca, kelebek, araba...
gibi İsim kökü içine “yansıma kök”dediğimiz doğa ses ve görüntülerinden esinlenerek yapılmış kökler de girer
•fış – kır- •miyav-la- •çıt-ırtı •fıs- ılda
Fiil Kökleri
İş, oluş, hareket ve durum bildiren köklere fiil kökleri denir. gel-, otur-, ver-... gibi. Dilimizde hem fiil hem isim kökü olarak kullandığımız kelimeler de vardır. Bunlara “ortak kök” denir. Bu kelimeler tek anlam taşımalarına rağmen diğer köklerin tersine hem isim hem fiil eklerini alabilirler. Bu kökleri sesteş (eş sesli) kelimelerle karıştırmamak gerekir. Sesteş kelimeler, iki ayrı kelimedir, ortak kök ise tek bir anlamı olan, kullanıldığı yere göre fiil ya da isim olan kelimedir.
Fiil Kökü İsim Kökü
eski - y – en giysi eski-ci
ağrı - yor ağrı - lar
taş – kın su taş
DİKKAT!
NOT:Fiil kökü ve isim kökü ayırt edebilmek için kelimenin sonuna mak eki getirin eğer kelime anlamlı olursa fiil köktür anlamsız olursa isim köktür
ÖRNEK
Eskimek fiil kök sonuna mak oldu
Ağlamak fiil kök mak geldi ve anlamlı oldu
Taşkın suyu taşmak tan fiil kök
Eskicimek mak/mek eki olmadı isim kök
Ağrılarmak mak olmadı isim kök
Taş burdaki taş yerde olan taş oldugu için isim kök sözcükteki anlamına dikkat edin.
Yerden taşı aldım dersem taş isim kök.
Bu su çok taştı dersem taştı fiil kök olur
“eski/eski-, ağrı/ağrı-, taş/taş-” ortak köklerdir.

Sesteş Kelimeler
yüz (sima/çehre)(isim kökü) yüz (100) (isim kökü)
Gövde Bir dilde bulunan isim ve fiil kökleri varlıkların, kavramların, hareketlerin teker teker karşılığını verecek kadar çok değildir. Gerekli olan kelimeler bu köklere yapım ekleri getirilerek sağlanır. Bu yolla yapılmış kelimelere gövde denir.
Fiil Gövdesi İsim Gövdesi
Fiil Kökü + Yapım Eki İsim Kökü + Yapım Eki
Göz - le Uç – ak
Uç – ur Göz - cü
Not:bunuda aynı şekilde mak/mek eki getirin kelime sonuna olursa fiil olmazsa isimdir.
Gözlemek- fiil
Uçurmak-fiil
Uçakmak-isim
Gözcümek-isim

SÖZCÜK BİLGİSİ
Kelime (Sözcük) Cümlenin anlamlı en küçük birimine ya da bazen tek başına anlamı olmadığı hâlde (edat) cümle içinde anlam kazanan anlatım birimlerine kelime (sözcük) denir. Kelimelerin belirli bir düzen içerisinde bir araya getirilmesi sonucu insanlar arasında anlaşma sağlanır.
Bunu, dağınık hâldeki kelimelerle bir cümle kurarak görelim: "anlaşma, ara, belirli, bir, düzen, getiril(mek), içeri, insanlar, kelimeler, sağlan(mak), sonuç" "İnsanlar arasında anlaşma kelimelerin belirli bir düzene getirilmesiyle sağlanır. “
Kelime Çeşitleri
Kelimelerin anlam ilgilerine, aldıkları çekim eklerine ve cümledeki görevlerine göre ayrıldıkları sınıflara kelime türleri (çeşitleri) denir. Kök bakımından Türkçede iki çeşit kelime vardır: İsim ve fiil. İsimler, cümlede üstlendikleri göreve göre alt başlıklara (türlere) ayrılırlar: "isim, sıfat, zamir, zarf, edat, bağlaç, ünlem" gibi. İsim kökleri, varlık ve kavramları karşılarken, fiil kökleri, kılışları, durumları ve oluşları karşılar.
Tür ve Görev Bakımından Kelimeler
İsim Soylu Kelimeler: İsim türünden kelimelerle anlam, görev ve yapıca ilişkili olan kelimelerdir.
Fiil Soylu Kelimeler:
Fiil türünden kelimelerle anlam, görev ve yapıca ilişkili olan kelimelerdir.
a) isim- fiiller:Fiil köklerine –ma/-me; -mak/-mek; -ış/iş (-uş,-üş) ekleri getirilerek isim görevinde kullanılan kelimelerdir.
b) sıfat- fiiller:Fiil köklerine –an/-en; -ası/-esi; -maz/-mez; -ar/-er (-r); -dık/-dik (tık/-tik); -acak/-ecek; -mış, -miş (-muş, -müş) ekleri getirilerek sıfat görevinde kullanılan kelimelerdir.
c) zarf- fiiller:Fiillerden, ... -r ... -maz ( ... -r ... -mez); -arak (-erek); -dıkça (-dikçe, tıkça, -tikçe); -madan (-meden), -ınca (-ince); -alı (-eli); -a ( ... -a ... -a); -asıya (esiye); -ip, (-ıp, -up, -üp); -ken; -maksızın (-meksizin) ekleriyle türetilen ve zarf görevinde kullanılan kelimelerdir.
İsimler (Adlar)
Canlı cansız bütün varlıkları, kavramları, hatta fiilleri de karşılayan, onları anmaya, tanımaya, birbirinden ayırmaya yarayan kelimelere isim (ad) denir:
•ağaç, su, deniz, Hasan, Anadolu, gidiş, dönüş vb.
Varlıklara Verilişlerine Göre
İsimler ait oldukları varlığın veya kavramın eşi benzeri olup olmamasına göre ikiye ayrılır: Varlık veya kavram eşsiz ve benzersizse özel isim; aynısından birden fazla bulunuyorsa cins isim denir. O hâlde
• Özel İsim: Kâinatta tek olan, tam bir benzeri bulunmayan varlıkları karşılayan kelimelere denir. Bütün özel isimler (özel ismi oluşturan her kelime ve onları niteleyen, tanıtan unvanlar) büyük harfle başlar. Büyük harfle başlamazsa cins ismi zannedilebilirler.
•Yavuz, Kayseri, Ulu Cami, Hatice, Türkçe, Türk Dil Kurumu, İslamiyet, Türkiye, Asya, Uludağ, Venüs, Yaprak Dökümü, Karabaş..
• Cins İsmi:Aynı cinsten olan varlıkların ortak isimleridir. Dilin temel kavramları cins (tür) isimleridir.
•taş, yol, ağaç, ırmak, kitap, dergi, yaprak, ev, çocuk, su, sıra, hayal, düşünce, sıla, özlem, taraf, ceza...
•el, anne, kaşık, kedi, fındık, öğretmenlik, ceket, ekmek, su, beş yüz, kırmızı, büyük, saat, kim...
Bazı cins isimlerin özel isim olarak kullanıldığı görülür:
•tırmık: Bir ziraat aleti •Tırmık: Bir kedinin özel adı •ozan: Şair •Ozan: Erkek ismi
Maddelerine Göre İsimler
İsimler, karşıladıkları varlıkların beş duyu organından herhangi biriyle algılanıp algılanamamasına göre ikiye ayrılırlar.
• Somut İsim: Beş duyudan herhangi biriyle algılayabildiğimiz, kavrayabildiğimiz varlık ve kavramların isimleridir. Somut varlıkları karşılayan isimlerdir. Bu isimler, herkes tarafından görülen, bilinen, hissedilen, cismi olan, varlığı kişiden kişiye değişmeyen varlıkları karşılarlar.
•su, toprak, ağaç, ses, televizyon, rüzgâr, sarı, mavi, duman, koku...
• Soyut İsim:Beş duyudan herhangi biriyle algılanamayan, madde hâlinde bulunmayan ve zihnimizle kavradığımız veya var olduğuna (akla, ruha, sezgiye, inanca bağlı olarak) inandığımız varlıkların isimleridir.
• sevinç, şüphe, tezat, Allah, cesaret, keder, korku, aşk, melek, ruh, şeytan..
Varlıkların Sayılarına Göre İsimler
• Tekil isim:Tek varlığı belirten ve karşılayan, yapıca tekil olan (topluluk isimleri hariç) kelimelerdir. Kendi, ben, çocuk, kalem, defter...
Tür adı olan her kelime, o türden tek varlığı anlattığı gibi, biçimce çoğullanmadığı hâlde o türün tümünü ya da bir bölümünü de anlatabilir.
•İnsan, düşünen, konuşan bir varlıktır. (bütün insanlar)
•Çiçek, susuzluktan kurumuş. (herhangi bir çiçek)
Bu durumda da tekil sayılır.
• Çoğul isim: Yapısında, anlamında birden çok varlığı barındıran, çokluk eki almış isimlerdir. Cins isimlerinin çoğulu yapılır.
•onlar, evler, fikirler, merkezler, dünyalar, kuşlar, böcekler, kelebekler, arılar...
Şekil yönüyle çoğul olmadığı, çokluk eki almadığı hâlde anlamca çoğul olan kelimeler vardır. Aşağıdaki cümlelerde seçmen, asker ve saç kelimeleri tekil oldukları hâlde anlamca çokluk bildirmektedirler. Bunlar, topluluk isimleri değildir
•Seçmen, tercihini yarın ortaya koyacak. •Asker, sınırları bekliyor. •Genç yaşta saçı dökülmüş.
Yapılarına Göre İsimler
İsimler kaç kelimeden oluştuklarına ve yapım eki alıp almadıklarına göre de sınıflandırılırlar.
• Basit İsim:Herhangi bir yapım eki almamış, kök hâlindeki isimlere denir. Çekim eki almış hâlde kullanılabilirler. Türemiş ve birleşik kelimeler yaparken bunlara yapım ekleri getirilir.
•İnsan, kelebek, gölge, yaprak(lar), kağıt(ta), kuş(u), çiçek(ler), dağ(dan)...
• Türemiş isim:İsim veya fiil kök ve gövdeleriyle yansıma kelimelere bir yapım ekinin getirilmesiyle oluşturulmuş, şekil ve anlam olarak yeni isimlere denir.
• İsimden türeyenler:Kitapçı, tuzluk, insanlık, Türklük, çocukluk, Müslümanlık, kulluk, bilgelik, bayramlık, kışlık, iyilik, öğretmenlik, demircilik, rehberlik...
• Yansımalardan türeyenler: Çıtır-tı, cızır-tı, şakır-tı, şıkır-tı, homur-tu, gıcır-tı, patır-tı
• Fiilden türeyenler:gel-mek, oku-mak, ye-mek, iç-mek, çalış- mak...
başlama, okuma, nakletme, danışma, sevme, inanma...
• Birleşik İsim:Birleşik isimler, birden fazla kelimenin bir araya gelip yeni bir varlığı veya kavramı karşılayacak şekilde kalıplaşarak oluşturdukları, anlam ve şekil bakımından yeni isimlerdir.
Birleşik ismi oluşturan kelimeler arasına herhangi bir ek veya kelime giremez; girerse bu kelime grubu birleşik isim olmaktan çıkar, belirtili isim tamlaması veya başka bir kelime grubu olur.
Türkçede üç yolla birleşik isim yapılır:
• Anlam kayması yoluyla • Ses kaynaşması yoluyla • Kelime sınıfı kayması yoluyla
Anlam kayması yoluyla:
• Birincisi: Birleşik ismi oluşturan kelimelerin tamamı (genellikle iki kelimeden oluşurlar) anlam kaybına uğrar:
Hanımeli, aslanağzı, suçiçeği, demirbaş, denizaltı, kuşpalazı...
• İkincisi:Kelimelerden sadece birincisi anlam kaybına uğrar: Adamotu, yayın balığı, ince hastalık...
• Üçüncüsü:İkinci kelime anlamını kaybeder: Karatavuk, yer elması, karafatma...
• Ses kaynaşması yoluyla:Cumartesi, pazartesi, kahvaltı, çörotu, peki...
• Kelime sınıfı kayması yoluyla:Kaptıkaçtı, külbastı, mirasyedi, dedikodu, hünkârbeğendi, albastı, gecekondu... örtbas, sıkboğaz, alaşağı, ateşkes, kapkaççı... giderayak, bilirkişi, vatansever, hacıyatmaz, cankurtaran... elverişli, rasgele, albeni, çalçene...
EKLER
Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Türkçede değişmez kökler, onlardan türetilen gövdeler ile kök ve gövdelere eklenen yapım ve çekim ekleri vardır. Dilimizi kullanışlı hâle getiren; aynı kelimelerle farklı anlamlar ifade edilmesini, kelime hazinesinin genişlemesini sağlayan eklerdir.
Kelimelere cümlede görev yüklenirken ve onlardan yeni kelimeler türetilirken öncelik yapım eklerinindir. Yapım eklerinin üzerine çekim ekleri gelir. Ekler kendilerinden önceki kelimelere bitişik yazılır. Yalnız, “mi” soru eki her zaman ayrı yazılır; “ek-fiil”in kendisi, yani “i-(mek)” de ayrı ya da bitişik yazılabilir. Zaten ek-fiil bitişik yazıldığında düşer, sadece zaman eki kalır:
mi: Gelmedi mi?
i-(mek): Gelecek idi, gelecekti
EKLER
ÇEKİM EKLERİ
İSİM ÇEKİM FİİL ÇEKİM
1. ÇOĞUL EKLERİ 1. ZAMAN EKLERİ
2. HÂL EKLERİ 2. DİLEK EKLERİ
3. İYELİK EKLERİ 3. ŞAHIS EKLERİ
4. İLGİ EKLERİ 5. EK EYLEM EKLERİ
YAPIM EKLERİ
1. İSİMDEN İSİM YAPIM EKLERİ
2. İSİMDEN FİİL YAPIM EKLERİ
3. FİİLDEN İSİM YAPIM
4. FİİLDEN FİİL YAPIM EKLERİ
İsim Çekim Ekleri
• Çokluk Ekleri: İsmin teklik şekline çokluk eki (-lar/-ler) getirilmek suretiyle bir şeyin birden fazla olduğunu gösteren eklerdir. Ağaçlar, kitaplar, bulutlar gibi.
• İyelik Ekleri: Aitlik bildiren eklerdir. Türkçedeki iyelik ekleri şunlardır:
Teklik
1. şahıs ekleri: m (evim, arabam, arkadaşım)
2. şahıs ekleri: n (evin, araban, arkadaşın)
3. şahıs ekleri: -ı, -i, -u, -ü (evi, arabası, arkadaşı, topu)
Çokluk
1. şahıs : +mız, +miz, +muz, +müz (evimiz, arabamız, arkadaşımız)
2. şahıs: +nız, + niz, +nuz, +nüz (eviniz, arabanız, arkadaşınız)
3. şahıs: +ları, +leri (evleri, arabaları, arkadaşları)
•3. Teklik şahıs eki ünsüzle biten isimlerde +ı, +i, +u, +ü; ünlüyle bitenlerde +sı, +si, +su, +sü’dür.
•Su ve ne kelimelerinde olduğu gibi iki ünlü bir arada bulunamayacağı için araya +y ünsüzü girer.
•İyelik ekleri isimleri isimlere bağlar.
•Ünlüyle biten 3. şahıs ekinden sonra (n) ünsüzü araya girer. Evine: Ev (isim kökü) +i (3. Teklik şahıs eki) +n (ünsüz) +e (hâl eki)
• Hâl Ekleri: Sözcüğün görevini belirleyen eklerdir. Özellikle “cümlenin ögelerini” belirlemede etkili olmaktadırlar. İsim beş hâlde bulunabilir. Bu hâllerden “yalın hâl”in eki yoktur. Sözcük hâl eki almamışsa yalın hâlde bulunur. İyelik veya çoğul eki alması yalınlığı etkilemez. İsmin hâlleri şunlardır:
• Yalın hâl: İsimlerin teklik, çokluk ve iyelik şekillerine denir: kitap, kalem, defter (teklik yalın hâl); kitaplar, kalemler, defterler (çokluk yalın hâl); kitaplarım, kalemlerim, defterlerim (iyelik yalın hâldir).
• Yönelme hâli (-e/-a): ev-e, ayağ-ı, el-i
• Bulunma hâli (-de/-da): ev-de, ayak-ta, el-de
• Ayrılma hâli (-den/-dan): ev-den, ayak-tan, el-den
• Vasıta hâli (-ın/-in): yazın, kışın, güzün
• Eşitlik hâli (-ce/-ca, çe/-ça); bence, insanca, kadınca.
• Yön gösterme hâli (-r, ra/-re, -arı/-eri): taşra, üzre, il-eri, dış-arı.
• Soru Eki (mı/mi; -mu/-mü): İsimlere getirilen bir çekim ekidir. İyi mi, hoş mu, dolu mu, boş mu, küçük mü, büyük mü gibi.
Yapım Ekleri
Sözcüklere gelerek onlardan yeni sözcükler türetirler. Bu ekler, sözcüklerin anlamını ve türünü değiştirir.
İsimden İsim Yapan Ekler İsim köklerine getirilen eklerle yeni isimler yaparlar.
• –ca/-ce, -ça/-çe
• Gibilik, kadarlık, görelik bildiren bir ektir. (bence, insanca, onca, yiğitçe, irice, hunharca, bunca, doğruca)
• Bu ekin sonuna –ne eki getirildiğinde kuvvetlendirme bildirir. (iyicene, bolcana, usulcana, güzelcene)
• Yer adları yapar. (Yenice, Kalınca, Çamlıca, Derince, Kumluca)
• Birleşik isimlerden sıfat yapar. Bunlar genellikle yer ve şahıs adlarıdır. (Akça ağaç, kızılca böcek, alacahöyük, Akçakoca, Akçadağ, Sarıca Halil, Karaca su, Karaca hisar, Kızılca hamam)
• İsim yapar. (akça, alaca, karaca, delice, ılıca, kaplıca, kokarca)
• Dil isimleri yapar. (Türkçe, İngilizce, İspanyolca…)
• –cak/-cek, -çak/-çek:Küçültme, sevgi ve acıma bildiren bir ektir. Yavrucak, büyücek, çabucak, evcek, yumurcak (yumru+cak)
• –cı/-ci, -cu/-cü:Türkçede çok kullanılan eklerden biridir.
• Meslek isimleri yapar. (sütçü, doğramacı, denizci, iktisatçı…)
• İlgi isimleri yapar. (yolcu, biracı, davacı, yaylacı)
• Alışkanlık ve davranış ile taraftar bildiren isimler yapar. (Yalancı, şakacı, nişancı, tatlıcı, hürriyetçi, milliyetçi, ayrılıkçı, kaderci…)
• Yer isimleri yapar. (Cebeci, Ayrancı, Bostancı…)
• –cık/-cik, -cuk/-cük:Küçültme, sevgi ve acıma bildirir: yer, şahıs ve hastalık isimleri yapar. (Evcik, kısacık, zavallıcık, kuzucuk, küçücük)
• Çeşitli bitki, hayvan, organ, alet isimleri yapar. (Gelincik, tomurcuk, elmacık, bademcik, kulakçık, maymuncuk, dağarcık, dipçik)
• Hastalık isimleri yapar. (Yılancık, kızamıkçık, arpacık)
• Şahıs ve lakap isimleri yapar. (Ayşecik, Osmancık, Kuzguncuk, Ovacık)
• Yer isimleri yapar. (Çınarcık, Kuzguncuk, Ovacık)
• –cıl/-cil, -cul/-cül: Sonuna geldiği ismin ifade ettiği şeyi seven anlamını veren bir ektir. Bencil, evcil, insancıl
• –daş/-taş: Beraberlik ve ortaklık bildiren bir ektir. Yandaş, yoldaş, arkadaş, dindaş, vatandaş, sırdaş, yurttaş
• –de: Bulunma hâlinin kalıplaşmasıyla meydana gelen bir ektir. Gözde, gün-de-lik
Türkçede isimlere gelerek, içinlik ve aitlik bildiren sıfatlar yapan –lık/-lik, luk/lük ekleri en yaygın kullanılan eklerden biridir.
• –lak/-lek: Yer isimleri ve aşağılayıcı manada insan tiplerini belirten isimler yapar. Kışlak, otlak, yaylak, ötlek, dişlek, dazlak, hortlak
• –lı/-li, -lu/-lü
• İsimlere ve sıfatlara gelerek “sahip olma” manasını veren sıfatlar yapar. Güçlü, tatlı, yaşlı, kıllı, bilgili,
• Yer ve şahıs bildiren isimlere gelerek mensubiyet bildirir. Erzurumlu, Ispartalı, Karslı
• Mensubiyet bildiren yer isimleri yapar. Dudullu, Salihli, Erdemli
• Ve, birlikte manasına gelen ikilemeler yapar. İrili ufaklı, geceli gündüzlü, oğullu kızlı, analı babalı
• –lık/-lik, -luk/-lük: Türkçede en yaygın kullanılan eklerden biridir. İsimlere gelerek, içinlik ve aitlik bildiren sıfatlar yapar: Bulgurluk buğday, çiğ köftelik et, yazlık ev, kışlık çorap
• İçin manasına gelen alet isimleri yapar. Ağızlık, başlık, gecelik, gözlük vs
• İçin anlamına gelen tekil isimler yapar: Hediyelik, arpalık, harçlık, yıllık.
• İçin anlamına gelen mekân isimleri yapar: Odunluk, kömürlük, yemlik, samanlık
• Önüne geldiği isme, çokluk manası veren bir ektir: Ağaçlık, kavaklık, çamlık, ormanlık
• Sıfatlara gelerek, soyut isimler yapar: Güzellik, çirkinlik, yaşlılık, cimrilik
• Hâl isimleri yapar: Arkadaşlık, yiğitlik, gençlik
• Meslek isimleri yapar: Öğretmenlik, hemşirelik, işçilik, halkçılık
• Rütbe ve makam isimleri yapar: Kaymakamlık, valilik, paşalık
• –msar/-mser: Türkçede sıfat yapan bir ektir: İyimser, kötümser, karamsar
• –msı/-msi: Sıfatlara gelir ve benzerlik bildirir. Acımsı, delimsi, kırmızımsı, kubbemsi
• –sız/-siz, -suz/-süz: -lı/-li ekinin zıddı anlam veren, zarf, sıfat, isim yapan bir ektir. Ölçüsüz, çocuksuz, cansız, soysuz, dinsiz
İsimden Fiil Yapan Ekler:
İsimlerin üzerine gelerek fiil görevinde kullanılmalarını sağlayan eklerdir. Bu eklerden bazıları:
• –kır-/-kir-: Tabiat taklidi (yansıma) seslerden fiil yapan bir ektir. Haykır-, fışkır-, püskür, hıçkır-
• –l-: Sıfatlara gelen bir ektir. –al/-el ekiyle aynı fonksiyona sahiptir. Eğril-,-doğrul, sivril-, kısal-, küçül-, alçal-, ufal- vb.
• –la-/-le-: İsimlerin sonuna gelerek geçişli ve geçişsiz fiiller yapan bir ektir: başla-, taşla, kışla-, fırınla-, horla-, gözle-, avla-, serinle-, gizle-
• –msa-/-mse-: Öyle kabul etmek anlamına gelen fiiller üreten bir ektir: azımsa-, küçümse-,gülümse- vb.
• –sa-/-se-: Türkçede isteme, arzulama, kabul etme anlamlarına gelen fiiller yapar: kutsa-, susa-, mühimse-, garipse-, umursa- vb.
Fiilden İsim Yapan Ekler
Fiil kök veya gövdelerine gelir ve isim, sıfat gibi isim soylu sözcükler veya fiilimsiler oluşturan eklerdir:
• a/-e: Türkçede kimi kelimelere gelerek yapım eki olan bu ek, zarf fiiller yapar. Yara, öte, erte, sapa vb.
• –acak/-ecek:Türkçede zarf fiiller yapan bu ek isimler yapar. Yiyecek, içecek, alacak,verecek vb.
• –ağan/-eğen: Bir işi çok yapma ve bunu alışkanlık hâline getirmeyi bildiren bir ektir:yatağan, keseğen, küseğen vb.
• –ak/-ek:Karakter, yer, alet ve organ isimleri yapan oldukça işlek bir ektir: atak,barınak, kesek, ürkek, kavşak
• –alak/-elek: asalak, çökelek, yatalak
• –anak/-enek:gelenek, görenek, sağanak, yığınak vb. 7- – arı/-eri: uçarı, göçeri
• 8- –ası/-esi: geberesi, giyesi, kör olası. Göresi(m geldi) 9- – baç/-beç: saklambaç, dolambaç
• –ce: dinlence, eğlence, düşünce
• –dık/-dik, -duk/-dük, -tık/-tik, -tuk/-tük: bildik, tanıdık 12- – ga/-ge: bilge, dalga, kavurga, süpürge
• –gaç/-geç: süzgeç, yüzgeç, kıskaç
• –gan/-gen, -kan/-ken: çalışkan, alıngan, ısırgan, çekingen,kaygan
• –gı/-gi, -gu/-gü, -kı/-ki, -ku/-kü: burgu, baskı, sargı, vergi, sevgi, bilgi, görgü, kaygı
• –gıç/-giç, -guç/-güç: başlangıç, bilgiç, örgüç, sorguç
• –gın/-gin, -gun/-gün, -kın/-kin, -kun/-kün: gergin, yetişkin, kırgın, coşkun, üzgün
• –ıcı/-ici: dilenci, dikici, okuyucu, aldatıcı, bölücü 19- –k: açık, alık, delik, kapak, ıslak, tarak, karışık
• –m: doğum, ölüm, yudum, kurum, dönüm, yapım, salkım, sunum, giyim (bir kerelik, bir ölçülük anlamları verir.)
• –ma/-me: basma, çelme, dolma, sürme, inme, okuma, kavurma 22- –maca/-mece: bilmece, bulmaca, aldatmaca, atmaca
• –maç/-meç:yırtmaç, bulamaç
• –mak/-mek: çakmak, ekmek, tokmak, yemek
• –maz/-mez: görünmez, düşmez, kalkmaz, tükenmez
• mış/-miş: dolmuş, durmuş, görmüş, geçirmiş 27- –n: ekin, düğün, dolun, bütün
• –r/-ar/-er: keser, döner, benzer, yatır, yanar, yazar 29- –ş, -ış/-iş, uş/-üş: duruş, kalkış, bakış, gidiş, vuruş 30- –t: geçit, umut, öğüt, yoğurt, tirit
• –tı/-ti, -tu/-tü: karartı, ürperti
Fiilden Fiil Yapan Ekler
Fiil kök ya da gövdelerine gelerek onlardan yeni fiiller türeten eklerdir.
• –der/-dar-, -ter/-tar-: aktar-, gönder-, kaytar-
• –dır-/-dir-, -tır/-tir-, -dur/-dür-, -tur-/-tür-: aldır-, ezdir-, söndür-, uydur-, yüzdür-, bastır-
• –ele-/-ala: eşele, silkele
• –k-: kanık-, burk-, kalk-, silk-
• –l-: kırıl-, çakıl-, örül-, vurul-, çakıl-, deşil-
• –n-: bakın-, boşan-, bulun-, övün-, paslan-, savur-
• –r-, -er-/-ar-: aşır-, gider-, kaçır-, savur-
• –ş-: bakış-, çalış-, öpüş-, sürtüş-, tartış-
• –t-: parlat-, ürküt-, inlet-, fırlat-, başlat-

KONU SONU ÖZETİ
•HECE BİLGİSİ, TÜRKÇENİN YAPIM EKLERİ ve ÇEKİM EKLERİ
•Yapı Bilgisi:Kelimelerin yapısını, türeme yollarını ve çekim biçimlerini içeren bilgi.
•Şekil Bilgisi (morfoloji):Kelime ve kelime çeşitlerinin köklerini, eklerini, bunların yapısını ve görevini inceler.
•Biçim Birimi (morfem):Kelimelere dil bilgisi bakımından biçim veren çoğu ek hâlinde olan kelime parçalarını inceler.
•Ek:Kelimelerle cümleler kurmak, onlara cümle içinde görev yüklemek ve kelimelerden yeni kelimeler türetmek amacıyla onlara eklenen seslere/hecelere ek denir.
•Kök
•Bir kelimenin, daha küçük parçalara ayrılmayan, anlamlı en küçük parçasına kök denir.
•Kelime kökü, kelimenin tamamı ile ilgili olmalıdır.
•Kökler dilin ana malzemesi olup bilemediğimiz zamanlardan beri vardır. Sonradan yapılmazlar. İhtiyaç duyduğumuz kelimeler bu köklerden faydalanılarak yapılır.
•Kökler iki çeşittir:
•İsim Kökleri
•Bir varlığı, niteliği, ilgiyi veya duyguyu en kısa biçimde tanıtan köklere denir. Dört çeşittir: •Varlık kökleri:Çöl, yol, sıra, ev...
•Nitelik kökleri:İyi, güzel, kötü...
•Duygu kökleri:Ah, vah, tüh, ey...
•İlgi kökleri:Ben, sen, o, ile, için...
•İsim kökleri cümle içinde “isim, zamir, zarf, sıfat, edat, bağlaç ve ünlem” göreviyle kullanılabilir. •Dilimizde isim kökleri en fazla üç heceden oluşur. Karınca, kelebek, araba... gibi
•Fiil Kökleri
•İş, oluş, hareket ve durum bildiren köklere fiil kökleri denir.
•gel-, otur-, ver-vb.
•Dilimizde hem fiil hem isim kökü olarak kullandığımız kelimeler de vardır. Bunlara “ortak kök” denir.
•Sesteş kelimeler
•yüz (sima/çehre)(isim kökü) yüz (100) (isim kökü)
•Gövde
•Bir dilde bulunan isim ve fiil kökleri; varlıkların, kavramların, hareketlerin teker teker karşılığını verecek kadar çok değildir. Gerekli olan kelimeler bu köklere yapım ekleri getirilerek sağlanır. Bu yolla yapılmış kelimelere gövde denir.
•Bir kelimenin gövde olabilmesi için en az bir yapım eki alması gerekir.
•Kelime (Sözcük)
•Cümlenin anlamlı en küçük birimine ya da bazen tek başına anlamı olmadığı hâlde (edat) cümle içinde anlam kazanan anlatım birimlerine kelime (sözcük) denir.
•Kelimelerin belirli bir düzen içerisinde bir araya getirilmesi sonucu insanlar arasında anlaşma sağlanır.
•Kelime Çeşitleri
•Kelimelerin anlam ilgilerine, aldıkları çekim eklerine ve cümledeki görevlerine göre ayrıldıkları sınıflara kelime türleri (çeşitleri) denir.
•Kök bakımından Türkçede iki çeşit kelime vardır: İsim ve fiil.
•İsimler, cümlede üstlendikleri göreve göre alt başlıklara (türlere) ayrılırlar: "isim, sıfat, zamir, zarf, edat, bağlaç, ünlem" gibi.
•Tür ve Görev Bakımından Kelimeler
•1.İsim Soylu Kelimeler
•Tam anlamı olanlar
•Tek başına görev üstlenenler: İsim, Zamir
•Başka kelimelerle birlikte görev üstlenenler: Sıfatlar, Zarflar
•Tam anlamı olmayanlar: Edatlar, bağlaçlar, ünlem.
•2. Fiil Soylu Kelimeler
•A)Fiil
•B) Fiilimsi
•a)isim-fiiller
•b) sıfat-fiiller
•c) zarf-fiiller
•İsimler (Adlar)
•Canlı cansız bütün varlıkları, kavramları, hatta fiilleri de karşılayan, onları anmaya, tanımaya, birbirinden ayırmaya yarayan kelimelere isim (ad) denir: ağaç, su, deniz, Hasan, Anadolu, gidiş, dönüş vb.
•İsimler çeşitli yönlerden sınıflara ayrılır
•Varlıklara Verilişlerine Göre
•İsimler ait oldukları varlığın veya kavramın eşi benzeri olup olmamasına göre ikiye ayrılır: Varlık veya kavram eşsiz ve benzersizse özel isim; aynısından birden fazla bulunuyorsa cins isim denir. O hâlde:
•İsimler ait oldukları varlığın veya kavramın eşi benzeri olup olmamasına göre ikiye ayrılır: Varlık veya kavram eşsiz ve benzersizse özel isim; aynısından birden fazla bulunuyorsa cins isim denir.
•Özel İsim:Kâinatta tek olan, tam bir benzeri bulunmayan varlıkları karşılayan kelimelere denir.
•Cins İsmi:Aynı cinsten olan varlıkların ortak isimleridir. Dilin temel kavramları cins (tür) isimleridir.
•Maddelerine Göre İsimler
•İsimler, karşıladıkları varlıkların beş duyu organından herhangi biriyle algılanıp algılanamamasına göre ikiye ayrılırlar;
•Somut İsim:Beş duyudan herhangi biriyle algılayabildiğimiz, kavrayabildiğimiz varlık ve kavramların isimleridir. Somut varlıkları karşılayan isimlerdir.
•Soyut İsim:Beş duyudan herhangi biriyle algılanamayan, madde hâlinde bulunmayan ve zihnimizle kavradığımız veya var olduğuna (akla, ruha, sezgiye, inanca bağlı olarak) inandığımız varlıkların isimleridir.
•Varlıkların Sayılarına Göre İsimler
•Tekil isim:Tek varlığı belirten ve karşılayan, yapıca tekil olan (topluluk isimleri hariç) kelimelerdir. Kendi, ben, çocuk, kalem, defter...
•Çoğul isim:Yapısında, anlamında birden çok varlığı barındıran, çokluk eki almış isimlerdir. Cins isimlerinin çoğulu yapılır.
•Yapılarına Göre İsimler
•İsimler kaç kelimeden oluştuklarına ve yapım eki alıp almadıklarına göre de sınıflandırılırlar. •Basit İsim:Herhangi bir yapım eki almamış, kök hâlindeki isimlere denir. Çekim eki almış hâlde kullanılabilirler.
•Basit isimlerimizin çoğu tek hecelidir, ama bütün basit isimler tek heceli zannedilmemeli. •Türemiş isim:İsim veya fiil kök ve gövdeleriyle yansıma kelimelere bir yapım ekinin getirilmesiyle oluşturulmuş, şekil ve anlam olarak yeni isimlere denir. Bunlar, isimden türeyenler, yansımalardan türeyenler, fiilden türeyenlerdir.
•Birleşik İsim:Birleşik isimler, birden fazla kelimenin bir araya gelip yeni bir varlığı veya kavramı karşılayacak şekilde kalıplaşarak oluşturdukları, anlam ve şekil bakımından yeni isimlerdir.
•Birleşik ismi oluşturan kelimeler arasına herhangi bir ek veya kelime giremez; girerse bu kelime grubu birleşik isim olmaktan çıkar, belirtili isim tamlaması veya başka bir kelime grubu olur.
•Ekler
•Türkçe, sondan eklemeli bir dildir. Türkçede değişmez kökler, onlardan türetilen gövdeler ile kök ve gövdelere eklenen yapım ve çekim ekleri vardır.
•Dilimizi kullanışlı hâle getiren; aynı kelimelerle farklı anlamlar ifade edilmesini, kelime hazinesinin genişlemesini sağlayan eklerdir.
•Kelimelere cümlede görev yüklenirken ve onlardan yeni kelimeler türetilirken öncelik yapım eklerinindir. Yapım eklerinin üzerine çekim ekleri gelir.
•İsim Çekim Ekleri
•Çokluk Ekleri: İsmin teklik şekline çokluk eki (-lar/-ler) getirilmek suretiyle bir şeyin birden fazla olduğunu gösteren eklerdir. Ağaçlar, kitaplar, bulutlar gibi.
•İyelik Ekleri:Aitlik bildiren eklerdir.
•Hâl Ekleri:Sözcüğün görevini belirleyen eklerdir. Özellikle “cümlenin ögelerini” belirlemede etkili olmaktadırlar. İsim beş hâlde bulunabilir. Bu hâllerden “yalın hâl”in eki yoktur. Sözcük hâl eki almamışsa yalın hâlde bulunur. İyelik veya çoğul eki alması yalınlığı etkilemez
•İsmin hâlleri şunlardır:
•Yalın hâl: İsimlerin teklik, çokluk ve iyelik şekillerine denir: kitap, kalem, defter (teklik yalın hâl); kitaplar, kalemler, defterler (çokluk yalın hâl); kitaplarım, kalemlerim, defterlerim (iyelik yalın hâldir).
•Yönelme hâli (-e/-a): ev-e, ayağ-ı, el-i
•Bulunma hâli (-de/-da): ev-de, ayak-ta, el-de
•Ayrılma hâli (-den/-dan): ev-den, ayak-tan, el-den
•Vasıta hâli (-ın/-in): yazın, kışın, güzün
•Eşitlik hâli (-ce/-ca, çe/-ça); bence, insanca, kadınca.
•Yön gösterme hâli (-r, ra/-re, -arı/-eri): taşra, üzre, il-eri, dış-arı
•Soru Eki (mı/mi; -mu/-mü): İsimlere getirilen bir çekim ekidir. İyi mi, hoş mu, dolu mu, boş mu, küçük mü, büyük mü gibi.
•Yapım Ekleri
•İsimden İsim Yapan Ekler
•İsimden Fiil Yapan Ekler
•Fiilden İsim Yapan Ekler
•Fiilden Fiil Yapan Ekler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdaki dizelerin hangisinde altı çizili sözcüğün kökü, sözcük türü bakımından diğerlerinden farklıdır?
a) Ancak bu kadar olur bu sonsuz uyum.
b) Anladım ki aşka yücelmek buydu.
c) Sen görmedin bendeki bu sevgiyi.
d) Dükkân sabahtan beri açık.
e) Yüzünde güzelliği solmayan bir güzel vardı.

2. Yoksa iki (I)ayrı nehirde yüzmemiz, karşılaşabileceğimiz binlerce
(II)tehlikeden, şelâlelerden, anaforlardan,
(III)kayalardan, canavarlardan,
(IV)bedenimizden hiç olmazsa (V)birini kurtarma isteği mi?
Yukarıdaki cümlede numaralanmış sözcüklerden hangisi yapı bakımından diğerlerinden farklıdır?
a) I. b) II. c) III. d) IV. e) V.

3.“-de” eki aşağıdakilerin hangisinde isim hâl eki olarak kullanılmamıştır?
a) Onu kapıda karşılamışlar.
b) Bursa’da daha önce de bulunmuş.
c) Okulda çok arkadaşı varmış.
d) Odanın duvarında bir tablo vardı.
e) Annesinin gözde çocuğuydu.

4. Aşağıdakilerden hangisinde topluluk ismi vardır?
a) Adamı hasta yatağında çok üzdük.
b) Askerlikte nöbetsiz günüm geçmedi.
c) Deprem birçok insanı yalnız bıraktı.
d) Kavimlerin göçünün sebeplerini iyi bilmeliyiz.
e) Her gece kâbus görmekten bıkmış.

5. Aşağıdaki cümlelerde altı çizili kelimelerin hangisinde belirtme hâli eki kullanılmıştır?
a) Ablası yarın okula uğrayacak.
b) Romanı, çok beğenildi.
c) Cep telefonunu koyduğu yerde bulamıyordu.
d) Kırmızı, en sevdiği renktir.
e) Eserleri gelecek kuşaklara yol gösterecektir.

6. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde “ağır” sözcüğü ad görevinde kullanılmıştır?
a) Ağır bir hastalık geçirdiğini bilmiyordum.
b) Bu ağır yükün altından nasıl kalkacağını bilmiyordu.
c) Ağır sanayide bayağı yol katetmiştik.
d) Ayşegül’e ağır bir mektup yazdı.
e) Sözleri çok ağır, kimse kolay kolay kaldıramaz.

7. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde altı çizili sözcük ötekilerden farklı türdedir?
a) Güzün hiç yağmuru yaşamadık.
b) Bu adamın başına da talih kuşu kondu sonunda.
c) Sabah, günün en güzel saatidir.
d) Odanın içine gün doğmuş sanki her yer aydınlık.
e) Bugün mutlaka bize zaman ayırmaya çalışan önemli konular var konuşulacak.

8. Akşam vakti ekmek almak üzere evden çıktık. Yukarıdaki altı çizili adlar, oluşlarına göre aşağıdakilerin hangisinde doğru verilmiştir?
a) soyut ad – eylem adı – eylem adı
b) somut ad – somut ad – eylem adı
c) soyut ad – somut ad – somut ad
d) soyut ad – somut ad – eylem adı
e) soyut ad – somut ad – soyut ad

9. Aşağıdakilerin hangisinde altı çizili sözcük addır?
a) Sıcacık bir kahve içtik.
b) Yarın akşam yeni evimize taşınacağız.
c) Bu şiirler ünlü bir şaire aittir.
d) Başarı biraz da özverili bir bakış açısını gerektirir.
e) Bu sesler çocukları rahatsız ediyor.

10. Aşağıdakilerin hangisinde isimde küçültme vardır?
a) Mavimsi bir elbise giymişti.
b) Ağlanacak halleri vardı her birinin.
c) Köyümüz şu tepeciğin ardındadır.
d) Masanın üzerindeki irice elmayı aldı.
e) Çocuğun yanında şişmanca bir kadın oturuyor.

Cevap Anahtarı1.b, 2.a , 3.e, 4.d , 5.c, 6.e, 7.e, 8.d, 9.e, 10.c


SON
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir