AÖF İnkilap tarihi 2 ders özeti 1.4.üniteler

Cevapla
ahmet gnc
Mesajlar: 457
Kayıt: 01 Ara 2017 13:30
İletişim:

01 Ara 2017 21:04

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ-IIÜNİTE-1YENİDEN YAPILANMA DÖNEMİCUMHURİYET’İN İLK YILLARINDA TÜRKİYE’NİN GENEL GÖRÜNÜMÜ

Nüfus: Türkiye’nin nüfusu 1927 yılı verilerine göre 13.648.270 kişiydi. 1927 yılı nüfus verilerine göre; nüfusun 6.563.879’u erkek, 7.084.391’i kadındır. Son dönemdeki savaşların etkisiyle erkek nüfusun azaldığı dikkat çekmektedir. Bu nüfusun %24.2’si şehirlerde, %75.8’i köylerde oturmaktaydı. Ülke genelinde 63 il, 328 ilçe, 699 bucak, 39.901 köy vardır. Şehir nüfusunun köylerde yaşayan nüfusu geçmesi için 1985 yılını beklemek gerekmiştir.

Sağlık: Ülke genelinde sağlık hizmetleri son derece yetersizdi. Çoğunluğu büyük yerleşim merkezlerinde toplanmış, devlet hesabına ve serbest çalışan tüm sağlık personelini kapsayacak şekilde 1928 yılı itibarıyla 1.078 doktor, 130 hemşire, 1.059 sağlık memuru ve 377 ebe mevcut idi. Kabaca bir hesapla 12.661 kişiye bir doktor düşmektedir.

Eğitim: Cumhuriyet idaresinin üzerinde en çok duracağı saha eğitim olacaktır. Millî mücadele devam ederken Ankara’da toplanan Maarif Kongresi ile eğitim alanında yapılması gereken atılımlar değerlendirmeye alınmıştır. Maarif Kongresi: Kütahya-Altıntaş Savaşları sırasında 15-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın açılışını yaptığı kongrede ülke eğitimcileri görüş ve önerilerini devlet yöneticileri ile paylaşmışlardır.

ilköğretim:1923-1924 yılı verilerine göre Türkiye’de mevcut ilkokul sayısı 4.894’tü. Bu okullarda eğitim alan öğrenci sayısı 341.941 iken bu müesseselerde görev yapan öğretmen sayısı ise 10.238’dir. 1926 yılı itibarıyla da eğitimin her kademesi parasız hâle getirilmiştir.

Ortaöğretim: tablosu da iç açıcı olmaktan uzaktır. 1923-1924 senesinde ülke genelinde 72 ortaokul, 796 öğretmen ve 5.905 öğrenci ile faaliyet göstermektedir. Liselerde ise 23 okul, 513 öğretmen ve 1.241 öğrenci mevcuttur. Yüksek öğretim devresi de öncekilerden farklı değildir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışında mevcut fakülte ve yüksek okul sayısı 9, öğretim elemanı 307, öğrenci sayısı 2.914’tür. 1938-1939 öğretim yılında orta okullarda 228 okul, 3.402 öğretmen ve 83.642 öğrenci sayısına ulaşılmıştır. Aynı öğretim Yılında liselerde ise 75 okul, 1.329 öğretmen ve 24.363 öğrenci sayısı gerçekleştirilmiştir.

Mesleki ve Teknik Eğitim sahasında ise 1923-1924 eğitim-öğretim yılında 64 okul, 583 öğretmen ve 6.547 öğrenci sayısıyla faaliyet gösterilmekteydi. 1938-1939 öğretim yılına gelindiğinde 81 okul, 982 öğretmen ve 12.352 öğrenci sayısına ulaşılmıştır. Yüksek öğretimde 1938-1939 döneminde okul sayısı 19’a çıkarılabilmiştir. Cinsiyetler arasındaki denge bakımından ise ciddi bir artışın sağlanmış olduğunun altı çizilmelidir. 1940-1941 yılı verilerine göre erkek öğrenci sayısı 661.279, kız öğrenci sayısı 294.468 olmuştur.

Tarım: Osmanlı toplumu büyük oranda bir tarım toplumu idi. 1927 tarihli tarım sayımına göre ülkede mevcut nüfusun % 67.7’si çiftçilik yapmaktaydı. Ekilen toprakların %89.5’inde tahıl, %3.9’unda baklagil, %6.6’sında sınaî bitkiler yetiştirilmektedir. Söz konusu tarımsal yapının verimi ise on dönümde 614 kilo civarındadır. 1927 yılı verilerine göre ülkenin tarımsal faaliyetinin mali tutarı 337 milyon liradır.

Ulaşım; Osmanlı Devleti’nden devralınan demiryolu ulaşımında 1923 yılı itibarıyla hat uzunluğu 3.756 km, tren kilometresi 1.427.000 km idi. 1938 yılına gelindiğinde ise 7.148 km hat uzunluğuna karşın tren kilometresi 15.598.000 km olmuştur. On iki yıllık savaş döneminin yıkımlarına karşın on beş yılda ortaya konulan %100’lük artış dikkate değer bir gelişmeyi işaret etmektedir. 1923’te 2.500 km olan karayolları, 1938 itibarıyla 21.575 km uzunluğa erişmiştir.

İdari Düzenlemeler Savaştan sonra ilk adımlardan biri Mondros Mütarekesi günlerinde itilaf Devletlerinin baskıları sonucu idam edilen “şehid-i millî” Boğazlıyan eski kaymakamı Kemal Bey’in eşi ve çocuklarına vatana hizmet tertibinden yeter miktar maaş bağlanması olmuştu. Hükûmet daha Mayıs 1922’de yurt dışına gidecek vatandaşlara verilen pasaportlardaki iznin padişah adına olan şeklini Türkiye Büyük Millet Meclisi namına çevirerek ülke ve millet adına söz söyleme yetkisini fiilen kullandığını ortaya koymuştu. Bunu tapu senetlerinin üzerindeki padişah tuğrasının yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi adının konması ve senetteki “sened-i hakanî” ibaresinin yerine “millî” sıfatının eklenmesi takip edecektir. 6 Ekim 1923 tarihinde çıkarılan bir kanunla Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Savaşı’ndan önce millî orduya katılarak istiklal Mücadelesi’ne dahil olan her dereceden askeriye mensubunun ordunun barış durumuna geçişinde maddi ve manevi mağdur edilmemesine yönelik tedbirler alınmıştır. Diğer taraftan Mondros Mütarekesi’nden 23 Ağustos 1923’e kadar geçen süre zarfında ülke savunmasına katk›da bulunmak için yapılan işlerin suç sayılmayacağı karara bağlanmıştır.
Askeri Düzenlemeler Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1923 tarihinde seferberliği kaldırmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Meclis ikinci dönem çalışmalarına başlarken Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı Mareşal Fevzi Paşa’yı görevleri üzerinde kalmak kaydı ile karargâhıyla 27 Temmuz 1923’te Ankara’ya getirtmişti. Batı Cephesi 1 Eylül 1923 tarihinden itibaren lağvedilmiştir. Ordunun savaş durumundan barış hâline geçirilmesi sürecinde 5 Ağustos 1923 tarihli Hazar Kuruluş ve Konuş Projesi uygulanmıştır. Türk Kara Kuvvetleri, üç ordu müfettişliği, dokuz kolordu, on sekiz piyade tümeni, üç süvari tümeniyle İzmir, Çatalca, Erzurum ve Kars Müstahkem Mevkilerinden oluşturulmuştur. Birinci Ordu Karargâhı Ankara, ikinci Ordu Karargâh› Konya, Üçüncü Ordu Karargâhı Diyarbakır olarak belirlenmiştir.

SİYASİ DÜZENLEMELERSALTANATIN KALDIRILMASI Saltanatın kaldırılması teklifini yapan Sinop mebusu Rıza Nur Bey, Lozan delegasyonunda ikinci murahhas olarak görev yapmıştır. Kazım Karabekir’ de istiklal Harbi’nde düşmanın işini kolaylaştıranların bu gün de barış işini karıştırmak istediklerini ifade etmiştir. Mersin milletvekili Selahaddin Bey, Meclisin milletin temsilcisi olarak 18 Temmuz 1920’de ettiği yeminle Misak-ı Millî dâhilindeki milleti ve vatan› kurtarmayı ve saltanat denilen makama lazım gelen hukuku zamanı geldiğinde kendisinin belirleyeceği esaslar dairesinde ve kendisinin vereceğini dolayısıyla günü geldiğinde bu konuyu Meclisin halledeceğini hatırlatmıştır. Rauf Bey, Ali Fuad Paşa, Ali Fethi Bey gibi şahsiyetlerin söz almasından sonra ismet Paşa’nın gerek İslam alemi gerekse ülke genelinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türk milletinin gerçek temsilcisi olduğu kanaatinin umumi olduğunu belirtmesinden sonra Rıza Nur ve 80 arkadaşının verdiği önerge okunmuştur. Türkiye halkı millî iradeye dayanmayan hiçbir kuvvet ve heyeti tanımadığı gibi, İstanbul’daki şahsî hâkimiyete dayalı hükûmet şeklini 16 Mart 1920’den itibaren ve ebediyen kaldırmıştır. Burdur Milletvekili İsmail Suphi (Soysallıoğlu) ve icra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey karar gününün bayram olmasını teklif etmişlerdi. 4 Kasım 1920 tarihi ile hükûmetin toptan istifa etmesinden sonra Vahdettin’in yurt dışına kaçacağı söylentileri çıkmıştır. İçişleri eski Bakanı Ali Kemal Bey’in kaçırıldıktan sonra linç edildiğinin duyulması, İstanbul’da saltanat karşıtı birtakım gösterilerin yapılması ve Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini muhatap almaması üzerine paniğe kapıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim 16 Kasım 1922 tarihinde İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığına yaptığı yazılı başvuru ile İngiltere’ye sığınmıştır. 18 Kasım 1922 tarihli toplantının beşinci celsesinde hükûmet halife Vahdeddin Efendi’nin İngilizlere sığınarak İstanbul’dan ayrıldığını bildirmiştir. Yeni halife için yapılan seçimde 163 milletvekili oy kullanmış, Abdülmecid Efendi 148 oyla halife seçilmiştir. Meclis’te mevcut anlayışların dikkat çekici bir göstergesi olmak üzere Meclisin Halife’ye bağlılık arz etmesi hususunda hararetli tartışmalar yapılmış ve 15 kişilik bir TBMM heyeti 24 Kasım 1922’de yeni halife tarafından kabul edilmiştir.

Adım Adım Yeni Sisteme Geçiş Saltanatın kaldırılması ile gelinen aşamadan bir şekilde geri dönüş olmamasını temin için 15 Nisan 1923’te 334 numaralı ek kanunla, saltanatın ilgası, egemenliğin vazgeçilemez, bölüştürülemez ve devredilemez şekilde Büyük Millet Meclisince temsil edildiği esasına karşı söz, yazı ya da fiillerle direnen, kargaşalık çıkaranların vatan haini olacakları kabul edilmiştir. 3 Mayıs 1923 tarihinde 320 sayılı Kanun ile Geçici Seçim Kanunu’nda seçmen yaşı ve milletvekili sayısı 50.000 yerine 20.000 erkek nüfus için bir kişi olmak üzere artırılmıştır. Bu hamlelerin ardından Mustafa Kemal Paşa, Mecliste birlikte çalıştığı Müdafaa-i Hukuk grubunun Halk Fırkasına dönüşeceğini de bildiren 9 Umde’yi yayımlamıştır. İkinci dönem Meclisin en önemli icraatlarının başında 29 Ekim 1923 tarihinde idare şeklinin cumhuriyet olduğunu ilan eden kararı gelmektedir.

HALİFELİĞİN KALDIRILMASI 13 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent olarak kabulü ve 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesi Türkiye’de eski devletten her şeyiyle ayrı yeni bir devletin resmen hayata geçtiğini simgeleriydi. 24 Kasım 1923 tarihinde Londra’dan Emir Ali ve Ağa Han’ın imzalarıyla Başbakan İnönü’ye gönderilen ancak ona ulaşmadan 5-6 Aralık 1923’te İstanbul basınında yer alan bir mektup, halifeliğin kaldırılması sürecini hızlandırmıştır. Meclis İstanbul basınında hilafet taraftarı ve cumhuriyeti tenkit edici yayınlarına karşı bir ihtar vermek üzere bir İstiklal Mahkemesinin İstanbul’a gönderilmesini 9 Aralık 1923 tarihli oturumunda kabul etti. Mustafa Kemal Paşa, yeni dönemde halledilmesi mecburiyet hâlini alan hilafet meselesi yanında eğitim yönetiminin birleştirilmesi ile şer’iye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılmasının da gerekli olduğuna karar vermişti. İstanbul’a gönderilen İstiklal Mahkemesinde hepsi beraat eden gazeteciler 4-5 şubat 1924 tarihlerinde İzmir’de Cumhurbaşkanı ile görüştüler. Bu bir nevi muhalif basın ile “barış” niteliğindeydi. Yargılanan gazetecilerden sadece Tevhid-i Efkar gazetesinin sahip ve başyazarı Velid (Ebuzziya) Bey’in alınmadığı toplantı da belli ölçüde bir fikir birliği oluştuğu anlaşılmaktadır. 1 Mart 1924 tarihli Meclisi açış konuşmasında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, üç hususun özellikle altını çizme ihtiyacı hissetmiştir: 1- Millet cumhuriyetin her türlü taarruzdan korunarak olumlu bir esasa tamamen bağlanmasını istemektedir. 2- Terbiye ve tedrisatın birleştirilmesi hususunda millet hemfikirdir. 3- İslamiyet’i asırlardan beri yapıldığı gibi siyaset vasıtası olmaktan çıkarmak ve yüceltmek çok lüzumludur. 3 Mart 1924 tarihli Meclis oturumunda Hükûmetin teklifi üzerine önce Siirt mebusu Halil Hulki ile elli bir arkadaşının “şeriye ve Evkaf ve ile Erkan-› Harbiye Vekâletlerinin ilgasına dair kanun teklifi tartışıldı. Kanun gerekçesinde “din ve ordunun siyaset cereyanlar› ile alakadar olmasının birçok mahzurlar› olduğu ve bu anlayışın medeni devletler tarafından da kabul gördüğü” belirtilmekteydi. Bu esas için Teşkilat-ı Esasiye vardı. Bu durumda sonradan eklenen şer’iye ve Evkaf ile Erkan-› Harbiye-i Umumiye vekaletlerinin mevcudiyetinin uygun olmayacağı üzerinde durulmuştur. şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması ve bütün vakıfların gelirlerinin millete aktarılıp öyle yönetilmesi istenmiştir. İslam dininin inanç ve ibadete dair bütün hükümlerinin ve meselelerinin halledilmesiyle dinî müesseselerin idaresi için Diyanet işleri Başkanlığı kurulması önerilmekteydi. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması, vakıfların ise milletin menfaatine uygun şekilde halledilmek üzere şimdilik genel müdürlük yapılarak başbakanlığa bağlanması öngörülmekteydi. Tartışmalar sadece din işleri kurulunun ismi üzerinde yapılmış, vekiller Arapça kelimeler yerine öz Türkçe olanlarının kullanılmasında hassasiyet göstermişlerdir. Bundan sonra Saruhan Mebusu Vasıf Bey ve 57 arkadaşının sunduğu Tevhid-i Tedrisat Kanunu tartışmalarına geçildi. Kanunun gerekçesi milletin fikrî ve hissi birliğini temin etmektir. 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile şeriye ve Evkaf Vekaletine veya özel vakıflara bağlı bütün eğitim kurumları da bütçeleriyle beraber Maarif Vekâletine bağlanmıştır. Ancak askerî okullar 1925’te Millî Savunma Bakanlığına devredilecektir. Sıra hilafetin ilgasına gelmiştir. Urfa Mebusu şeyh Saffet Efendi ve 53 arkadaşının hazırladığı kanun teklifinin gerekçesi “hilafetin mevcudiyetinin iç ve dış siyasette iki başlılık yarattığı, İstiklal ve millî hayatta ortak kabul etmeyen Türkiye’nin şeklen veya dolaylı yoldan bile olsa ikiliğe tahammülünün olmaması” idi. Hanedanın hilafet örtüsü altında Türkiye için daha tehlikeli olacağı dile getirilmekteydi. Kendisini ılımlı liberal ve bununla beraber ebedi müthiş bir İslam birliği taraftarı olarak niteleyen ve tarihin bu azametini milletinde görmek istediğini belirten bağımsız milletvekili Zeki Bey, bu kanunla” millî geleneklerin ani surette sarsılmak ve yıkılmak” istendiğini iddia etmiştir. Meclisteki tek bağımsız milletvekili olan Gümüşhane mebusu kendisinin saltanata değil şahıslara düşman olduğunu, bugün de Cumhuriyet devam ettiği hâlde saltanata doğru gidildiğini ifade ederek Mustafa Kemal Paşa’nın uygulamalarından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Afyon Milletvekili İzzet Ulvi Bey, hilafetin imaretten hükûmetten ayrı bir şey olmadığını, eğer bu makam kalırsa bir gün mutlaka saltanata gideceğini, zira tarihte hükûmetsiz halife olmadığının altını çizmiştir. Tunalı Hilmi Bey de hilafetin ilga edilmediğini, makamının kaldırıldığını çünkü hilafetin mevcut olduğunu, imametin de hilafetin de Mecliste olduğunu ifade etmiştir. Saffet Efendi, hilafetin dürüstlük ve adaletle ayakta duran hükûmet demek olduğunun altını çizerek, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmetinin bu kavramın aslını temsil ettiğini belirtmiştir. İlk sözü alan Kastamonu milletvekili Halid Bey, hilafet makamının elinde herhangi bir kuvvet olmadığı için meseleyi siyasi açıdan değerlendirdiğini, Kurtuluş Savaşı’nda halka vatanla birlikte halifenin de kurtarılacağı telkininin yapıldığını belirtmiştir. Bu kanunla hilafet olmazsa cuma namaz› kılmayacak vatandaşların tepkisinin çekileceğine dikkat çekmiştir. Halid Bey de 1 Kasım 1922 kararına atışa “madem makam-ı mualla dedik, mülgadır demeyi doğru bulmuyorum” sözleri ile muhalefetini ortaya koymuştur. Bu kanunun lehinde söz söyleyen milletvekillerinden Vasıf Bey, Cumhuriyet idaresinde samimi olduklarını göstermek için hilafetin ilgasının gerekli olduğunu ifade etmiştir. Tartışmalar sürecinin en açıklayıcı ve ikna edici konuşması Adliye Vekili Seyyid Bey’den gelmiştir. Halifeliğin kaldırılmasını İslam tarihinde hatta sosyal olaylar arasında büyük bir inkılap olarak tanımlayan Seyyid Bey, yapılan işin bilerek gerçekleştirilmesinin, kalplerde şüphe kalmamasının esas olduğunun altını çizmiştir. Seyyid Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmeti ile meşveretin, hilafetin asli manasında gerçekleştirildiğini, ayrıca bir halifeye şer’i bakımdan gerek olmadığına dikkat çekmiştir. Adliye Vekili Mehmed Seyyid Bey, İzmir milletvekilidir. Kanun gereğince Abdülmecid Efendi ailesiyle birlikte 4 Mart 1924’te trenle İsviçre’ye gönderildi. Hanedana mensup 33 erkek 36 kadın birkaç gün içinde yurtdışına çıkarıldılar. Yeni halife adaylar› da görülmüş, 5 Mart’ta Hicaz Kralı Hüseyin halifeliğini ilan etmişsede Hindistan Müslümanları dahil kimseden destek bulamamıştır. Mısır Kralı Fuat ve Afgan Kral’ının, Fas Sultanı’nın adaylıkları söz konusu olmuş ancak hiçbirisi genel kabul görmemiştir. Abdülmecid Efendi de 23 Ağustos 1944’te Paris’te vefat etmiştir. Ailesi
vasiyeti dolayısıyla İstanbul’a defnedilmesini istemişse de sonuç alamamış, 1954 yılında Medine’ye gömülmüştür.

ÜNİTE-2
Türkiye Cumhuriyeti’nde Temel Politikaların Ortaya Çıkışı (1923-1938 Dönemi)TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ŞEKİLLENMESİ (1923-1938 DÖNEMİ) Türkiye Cumhuriyeti’nin 23 Nisan 1920’de TBMM ile başladığı ifade olunmakla beraber devletin ilk yarım asrına şekil veren düzenlemelerin cumhuriyetin ilanını takiben yapıldığı açıktır.Yeni Anayasa Rejimi: 1924 Anayasası 20 Nisan 1924 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa zaman içinde geçireceği düzenlemelerle birlikte 1960’a kadar yürürlükte kalacaktır. Devletin cumhuriyet vasfının değiştirilemeyeceğini, bunun teklif dahi edilemeyeceğini ilk madde olarak alan yeni Anayasa, millî egemenliği devletin ve sistemin temeli olarak kabul etmiştir. Yargı millet adına bağımsız mahkemelere verilmiştir. Anayasa, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk denir” ibaresiyle Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tarifiyle uyum içinde bir kimlik oluşturmuştur. Türk inkılabının gelişme seyrine paralel olarak devletin dinî hususu 1928’de, temel özellikleri ise 1937’de Anayasa’daki yerini alacaktır.

1923-1938 DÖNEMİNİ ŞEKİLLENDİREN SOSYAL VE EKONOMİK YAKLAŞIMLAR Eğitim anlayışı: Hükûmetin en mühim vazifesi olarak eğitimi gösteren Gazi Mustafa Kemal, milletin hâline, ihtiyacına, asrın gereklerine uygun bir eğitimin lüzumunu belirtmiştir. İlköğretimin devlet okullarında parasız ve mecburi oluşu 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda da yerini almış, 1924-1925 öğretim Yılında 5 yıla indirilen ilköğretim aynı yıl karma hâle getirilmiştir. İlköğretim 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu ile 8 yıla çıkarılmış ancak uygulama 1997-98 döneminde zorunlu hâle getirilmiştir. 2000’li yıllarda zorunlu ilköğretim süresi 12 yıla çıkacaktır. %90 oranında okul ve öğretmensiz olan köylerdeki ilkokullar ancak 1939 Yalında 5 yıla çıkarılabilmişse de genellikle okul ve öğretmen sıkıntısı devam etmiştir. Öğretmen eksikliğini gidermek için Mustafa Necati Bey’in bakanlığı sırasında girişilen faaliyetler onun ölümü ve 1929 dünya iktisadi buhran› ile kesintiye uğramıştır. Saffet Arıkan’ın bakanlığı sırasındaki tespit ve önerileriyle Atatürk’ün direktifleriyle 1936’da başlatılan eğitmen kursları vasıtasıyla on yılda 8543 öğretmen yetiştirilerek 6598 okul açılmıştır. 1936 Yılında Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla açılan kurslardır. Askerliğini erbaş olarak yapan ve okuma yazma öğrenen köy çocukları sekiz aylık bir eğitimden sonra az nüfuslu köylere öğretmen olarak atanıyorlardı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’te Vatandaş için Medeni Bilgiler gibi ders kitaplarının hazırlanmasında doğrudan hizmet etmişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı Afet inan ve Cumhurbaşkanlığı umumi kâtibi Tevfik Bıyıklıoğlu’nun yardımlarıyla hazırlattığı, devlet, demokrasi ve vatandaşlık gibi temel hususlardaki görüşlerini yansıttığı, okullarda gençlere vatandaşlık bilgisi vermek üzere hazırlanan ders kitabı. Orta öğretimde 1955’ten itibaren yabancı dil ağırlıklı kolejler ve 1975 Yılından itibaren Anadolu liseleri uygulamaları başlamıştır. Fen liseleri ve 2000’li yıllarda sayıları artmaya başlayan sosyal bilimler liseleri ise bu aşamada da öğrenci ilgisi ve yeteneğine göre bir ayrımın ortaya çıktığını göstermektedir. Meslek liseleri olarak açılan imam-Hatip okullarının yüksek öğretime geçişleri 1970’li yıllardan itibaren ülke gündemini sıklıkla işgal eden bir konu oldu. Darülfünun içinde bir ilahiyat Fakültesi ile ülke genelinde 29 imam ve Hatip okulu açılmıştır. Fakat devlet benimsediği laiklik anlayışı gereği bu okullara yaptığı maddi desteği 1928’de çekti. Okulların ihtiyacını karşılayacak maddi destek toplumsal olarak da sağlanamadığı için büyük sıkıntı yaşayan okullar 1931-32 döneminde öğrenci yokluğundan kapandı. Din dersi de aynı anlayışla 1927’de ortaokul, 1930’da ilkokulların programlarından çıkarılmıştır. Sadece beşinci sınıf öğrencilerinin velilerinin istemesi hâlinde haftada bir ders verilmesi söz konusu olmuştur. Osmanlı Devleti’nden devralınan en yüksek eğitim kurumu Darülfünundur. Millî Mücadele sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine destek veren, Mustafa Kemal Paşa’ya ve İsmet Paşa’ya fahri doktora veren Darülfünun’un ülkede gerçekleştirilen siyasi ve sosyal düzenlemelerde destek vermemesi, adeta tarafsız kalması kurumu idari ve ilmî manada yetersizlikle eleştirenlerin yanına siyasileri de katmıştır. 1932’de getirilen Prof. Albert Malche’in hazırladığı rapor doğrultusunda köklü reforma ihtiyaç duyularak 1933 yılında 2252 sayılı kanunla Darülfünun kapatıldı ve İstanbul Üniversitesi kuruldu. Bu düzenleme ile mevcut öğretim kadrosundan 71’i profesör olmak üzere 157 akademisyen çıkarılmıştır. Üniversitenin 180 kişilik kadrosunda 42 de yabancı bilim adamına görev verilmişti. Ankara’da 1936’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuştur. Bu fakülte 1930’lu yıllarda yine Ankara’da kurulan Ziraat, Tabii ilimler fakülteleriyle Ankara Üniversitesinin temelini oluşturacaktır.

Din anlayışı: Milletin bilgilendirilmesinin yanı sıra gelişmelerin de kontrolden çıkmaması için gözetilen unsurlardan birisi de dindir. İdari, siyasi ve kültürel anlamda Türk tarihinde son derece önemli bir değişim ve dönüşüme işaret eden bu esasları dört madde hâlinde sıralayabiliriz.1. Mensubu olmakla mutluluk duyduğumuz islam dinini siyaseti hayatın bir parçası olmaktan kurtarmak gelmekteydi. Kutsal inanç ve vicdani duyguların her zaman farklı şekillerde ortaya çıkan kişisel ve siyasal çıkarlara alet edilmesinin önüne geçilmeliydi. Milletin saadeti buna bağlıydı. 2. Ülke hayatında orduyu siyasetten ayırmak ilkesi cumhuriyetin daima dikkate aldığı ve alacağı bir esastır. Ordular vatanın güvenilir bekçisi olarak milletin saygı duyduğu gerçek işinde kuvvetli olacaktır. 3. Dünya görüşünde değişim zorunludur. Yaşanan bütün bu değişimin tabii ve zorunlu neticesi olarak toplum hayatını düzenleyecek bütün kanunların ilhamını hayatta alacaktır. Toplumun ihtiyaçlarının değişmesi ve gelişmesiyle paralel olarak kanunlar da değişecek ve gelişecektir. 4. Toplumun sosyal yapı çimentosu olarak milletin fertlerini birbirine bağlayan ortak değer olan dinî ve mezhebî ilişki yerine Türk milliyeti bağı esas alınmıştır. Saltanatın kaldırılmasından sonra cumhuriyetin ilanı ve hilafetin de kaldırılmasıyla büyük değişimin ilk adımı atılmıştı. Bundan sonra aynı istikamette eski ile ilgisi olmayan bir anlayış ve toplum yaratma mücadelesine girişilmiştir. Bu yeni dönemde; 1. Atılan adımların muhafazası için belli bir süre ancak kontrollü muhalefete izin verilebileceğini göstermiş, 2. Askerî zaferden sonra mutlaka eğitim, iktisat ve kültür alanında yeniliklerle kazanımların takviyesini hedeflemiştir. 3. Bu önemli hedefe mümkün olan en kısa sürede ulaşmak için, değişimin motor gücü olan Meclisin kontrol edilip yönlendirilmesi ve halkın en önemli dinamiklerinden dinin kontrolünden vazgeçilmemesi lüzumlu görülmüştür. 4. Muhaliflerin dini suiistimaline karşı dinî metinlerin ve ibadetin Türkçeleştirilerek insanların dinlerini anlamasının gerekliliğine işaret edilmiştir. 5. İnkılabın temellerinden en önemlisini oluşturan hukuk anlayışında da değişim gerçekleştirilmiştir. Bu değişim yalnızca yeni bir kanun ithal etmekten çok daha fazla ve şümullü bir tarzda planlanmıştır.

İktisadi hayat anlayışı: Ekonomik bağımsızlık olmadan savaş meydanlarında kazanılan zaferlerin eksik kalacağının bilinci ile bu sahada da bir Millî Mücadele başlatılmıştır. Bu mücadele de bir misak (yemin) çerçevesinde örgütlenmek istenmiştir: Misak-ı iktisadi.

17 şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de gerçekleştirilen Türkiye iktisat Kongresi’nde Türkiye devletinin uygulayacağı ekonomik model tespit edilmeye çalışılmıştır. Buna göre: 1. Türkiye halkı tahribat yapmaz imar eder. 2. Türkiye halkı vakit, servet ve ithalatta israf yapmaz, kullandığını kendi üretir. 3. Türkiye halkı hırsızlık, yalancılık ve tembelliğe düşmandır, faydalı yenilikleri severek kabul eder, mukaddesatına, vatanına karşı olanlardan nefret eder. 4. Türkler her yerde hayatını kazanacak şekilde yetişir, irfan ve marifet aşığıdır. 5. Taassuptan uzak dindarâne bir sağlamlık esastır. Kandili aynı zamanda kitap bayramı olarak bilir ve değerlendirir. 6. Türk serbest çalışmayı tercih eder, tekelciliğe karşıdır. 7. Türkiye halkı ormanlarını evladı gibi sever, orman yetiştirip madenlerini kendi işletir. 8. Sağlıklı bir çoğalma ilk tercih olmalıdır. Sağlığı korumak, spor yapmak, hayvanlar sevmek, cinslerini geliştirmek ve çoğaltmak için çalışır. 9. Türk halkı yabancı sermaye düşmanı değildir. Kendi dili ve kanununu kullanmayan müesseselerle çalışmaz. 10. ilim ve sanat hayatını yenilik esası üzerine tesis eder. 11. Meslek ve sanat erbabı birlikler oluşturarak dayanışma yapar. 12. Türk aileleri çocuklarını misak- iktisada göre yetiştirir. 13. Türkiye halkı, millî hâkimiyet esasından vazgeçmez. 14. Türkiye dünyanın, barış, gelişmesi için temel bir unsurdur.

HALKA GİDİŞ VEYA ATATÜRK’ÜN YURT GEZİLERI 1925 şapka Kanunu öncesi yapılan Kastamonu gezisi; yeni Türk alfabesini halka tanıtmak ve benimsetmek için 23 Ağustos 1928’de Tekirdağ’a akabinde Mudanya’dan başlayarak Bursa, Çanakkale, Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, şarkışla, Kayseri ve nihayet Ankara’ya kadar uzanan geziler bu kabildendir. Bu gezilerin 1923 yılı başından 17 Mayıs 1938’e kadar pek çok ile defalarca olmak üzere gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Gezilerin bazı illere birçok defalar olmak kaydıyla toplamda 170 civarında olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Bu gezilerin çok yönlü işlevlerini: • Devlet yöneticileri ile halkı kaynaştırarak devlet halk bütünleşmesini sağlamak, • Halkın sıkıntılarını ve beklentilerini yerinde görmek, ilk ağızdan dinlemek, • Halka, yöneticilerinin onunla bir ve beraber olduğunu göstermek. Tespit edilecek meseleleri yürütme makamının dikkatine sunarak devletin sorun çözmesine katkı vermek. • Geziler esnasında basın-yayın organlarına verilen demeçler vasıtasıyla hem iç hem dış kamuoyunu bilgilendirmek, • Yapılmakta olan ve yapılacak işlerde asıl muhatabın halk olduğunu herkese göstermek şeklinde sıralayabiliriz. ,Cumhuriyet döneminin ikinci muhalefet partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası’ nın kurulmasında 1930 İlkbahar’ında yaptığı Akdeniz gezisi sırasındaki tespitleri önemli rol oynamıştır. 3 Mart 1924 kararlarından sonra 25 Kasım 1925şapka giyilmesine, 30 Kasım 1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılması, türbedarlıklar ve bir takım unvanların yasaklanması, 17 şubat 1926’da Medeni Kanun’un kabulü, 20 Mayıs 1928 uluslararası rakamların kabulü, 1 Kasım 1928 tarihli Türk Harflerinin kabulü, 30 Nisan 1930 kadınların oy kullanmaları 5 Aralık 1934 kadınlara milletvekili seçilme hakkının verilmesi, 21 Haziran 1934 Soyadı Kanunu gibi toplumun sosyal, kültürel ve günlük hayatını düzenlemeye yönelik kanunlar bu anlayışla gerçekleştirilmiştir.

SİYASİ İNKILAPLARA KARŞI İLK TEPKİLER Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Kuruluşu Meclis’te Mustafa Kemal Paşa’nın hazırladığı Müdafaa-i Hukuk listesinden seçilmekle birlikte gerek saltanatın gerekse hilafetin kaldırılması sürecinde rahatsızlıklarını dile getiren belli bir kesim vardı. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi hem ordu müfettişi hem de milletvekili olan şahsiyetler ordu müfettişliğinden istifa ederek meclis çalışmalarına katılmak istediler. Mustafa Kemal Paşa bunu kendisine karşı bir seneden beri ordular arasında çalışarak hazırlanan komplonun son adımı olarak değerlendirip aynı konumda bulunan ordu üst düzey yöneticilerinin milletvekilliğinden ayrılmalarını istedi. Böylece ordu ile siyaseti birbirinden ayırma işi de tamamlanmış olacaktı. 1 Kasım 1924 tarihi itibarıyla Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa ile birlikte 1. 2. 3. 5. kolordu kumandanları milletvekilliğinden istifa ettiler. Ancak III. Ordu müfettişi Cevat Çobanlı ile 7. Kolordu kumandanı Cafer Tayyar Paşa milletvekilliğinden istifa etmeyi kabul etmediler. Yeni dönemde bakanlığında eleştirilere uğrayan Mübadele ve imar ve iskan Bakan Refet bey Meclis başkan vekilliklerinden birine kaydırıldığı için bakanlık görevinden istifa etti. Dahiliye vekili Recep Peker’in bu bakanlığa vekalet etmesi kararlaştırıldı. Muhalefet 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası olarak resmîleşti. Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşalar, Rauf (Orbay), Dr. Adnan Adıvar, Feridun Fikri (Düşünsel), Halis Turgut (Tarıkahya) Bey gibi tanınmış kişiler de kurucu olarak partide yer alıyorlardı. CHF’den ayrılan 32 milletvekilinden 28’i yeni partiye dahil olmuştur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, yerinden yönetim ilkesini destekleyen, liberal, demokratik ilkeleri öne çıkaran programıyla dikkat çekmiştir. Diğer yandan tek dereceli seçim, anayasa değişiklikleri için kamuoyu yoklaması, Cumhurbaşkanının tarafsızlığı gibi hususlarda beklentilerini ve mevcut uygulamaya eleştirilerini ortaya koymuşlardı. Bu esnada Doğu Anadolu’da ortaya çıkan ve hilafet ve saltanat› geri getireceği iddiasıyla taraftar toplayan şeyh Sait isyanın patlak vermesi hükûmetin caydırıcı tedbirler almasını gerektirmiştir. Fethi Bey Hükûmeti 23 Şubat’ta Diyarbakır, Elazığ, Genç, Muş, Ergani, Dersim, Mardin, Urfa, Siverek, Bitlis, Siirt, Van ve Hakkâri’de bir aylık sıkıyönetim kararı almıştı. Aynı gün Hıyanet-i Vataniye kanunun 1. maddesini değiştiren kanuna bir ek yapılarak “dinî siyasi amaçlar doğrultusunda kullanmak suretiyle cemiyetler kurmak yasaklanmış, bu gibi cemiyetleri kuranlar veya bu cemiyetlere girenler, dinî veya dince kutsal sayılan şeyleri kullanmak suretiyle hükûmet şeklini değiştirmek, bozmak ve devletin iç güvenliğini sarsarak halk arasında bozgunculuk çıkarmak isteyenler vatan haini sayılmışlardır.”Fethi Bey Hükûmeti’nin isyanın önlenmesi için aldığı idari ve askeri tedbirleri yeterli görmeyince 2 Mart 1925’te Fethi Bey istifa etmiş, 3 Martta İsmet Pafla hükûmeti kurularak güvenoyu almıştır. Yeni hükûmetin isteğiyle 4 Mart 1925 tarihinde kabul edilen Takrir-i Sükûn (asayişi temin etme) Kanunu ile hükûmete ülkenin iç huzurunu sağlamak için tehdit edici her türlü yayın, eylem ve kuruluşu yasaklama yetkisi verilmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının Diyarbakır temsilcisinin isyanla ilişkisi gerekçesiyle bölgedeki bütün şubeleri kapatılmıştır. Ankara istiklal Mahkemesinin ‘düşünce ve inançlara saygılı olmak prensibi kullanılarak dinin siyasete alet edildiği uyarısı üzerine hükûmet de 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapatmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının üst düzey yöneticileri 1926’da ortaya çıkan İzmir Suikastı ile ilişkili görülerek İstiklal Mahkemesinde yargılanacaklardır.

Şeyh Sait İsyanı Birinci Dünya Savaşı yıllarında Rusya’nın kışkırtmasıyla Doğu Anadolu’da devlet otoritesine isyan ederek bölge halkını kışkırtan ve devlet kuvvetlerine karşı Rusya’nın konsoloshanesine sığınmış olan şeyh Sait’in bölge halkının hem dinî hem de etnik hassasiyetini istismar ederek 13 Şubat 1925’te başlattığı isyan yeni Türk Devleti’nin karşılaştığı ilk ciddi tehlike mahiyetindedir. İsyancıların 7 Mart 1925’te Diyarbakır’a yaptıkları saldırının ordu birlikleri tarafından püskürtülmesi isyanın boyutunu ortaya çıkarmıştır. 26 Mart’ta karşı harekete geçen 3.Ordu birlikleri Hani, Lice, Silvan ve Genç bölgelerini isyancılardan temizlemişti. İsyanın elebaşı Şeyh Sait ve yanındakilerin 15 Nisan’da ele geçirilmeleriyle isyan tamamen bastırılmıştır. İsyancıların yargılanmasını Doğu İstiklal Mahkemesi yapmış, 21 Mayıs-28 Haziran tarihleri arasındaki yargılamalardan sonra elebaşları da dahil olmak üzere 49 kişinin, dinî etnik kökenli bir devlet kurmak için kullanarak pek çok suçsuz vatandaşın ölümüne sebep oldukları yağma ve hırsızlık yaptıkları gerekçesiyle idamına karar verilmiştir.
İzmir Suikastı Şeyh Sait isyanından sonra yeni devleti uğraştıran diğer bir önemli olay Atatürk’e suikast girişimi olmuştur. Birinci TBMM’de Rize Milletvekili Ziya Hurşit’in cumhuriyetin ilanından sonraki gelişmeler karşısında Meclis’teki muhalefeti yetersiz ve pasif bularak Atatürk’ü ortadan kaldırmaya kalkışması olayına ittihatçı kökenli eski milletvekillerinin de bir ölçüde karışması bunun uzun süreli bir hesaplaşma teşebbüsü olduğunu düşündürtmektedir. Nihayet suikastçılar 14 Haziran 1926’da Atatürk’ün İzmir’i ziyareti sırasında saldırmaya karar vermişler, yer olarak Atatürk’ün arabasının yavaşlayacağı Kemeraltı’nı seçmişlerdi. Saldırıyı gerçekleştirdikten sonra limanda hazır tutulan bir motorla Sakız Adası’na geçmeyi planladıkları anlaşılmıştır. Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi adında üç tetikçiyi ayarladıktan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın gelişini beklemeye başlamışlardı. Ancak O’nun gelişini bir gün ertelemesi üzerine teşebbüsün haber alındığından endişe ederek hiç olmazsa kendini kurtarmak isteyen motorcu Giritli şevki durumu İzmir Valiliğine haber vermiştir. Mahkeme, ittihatçı ileri gelenlerden Cavit, Dr. Nazım Kara Kemal, Nail ve Hilmi Beylerin yan› sıra eski milletvekillerinden şükrü, Halis Turgut, İsmail Canbolat, Rüştü, Ziya Hurşit, Hafız Mehmet, Sar› Efe Edip, Albay Arif’in yan› sıra askerlikten emekli Çopur Hilmi, Rasim, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, eski Ankara valisi Abdulkadir Beyleri ölüm cezasına çarptırmıştır.

Takrir-i Sükûn Kanunu ve Rejimi Şeyh Sait isyanının bastırılması sırasında 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu 1929 yılına kadar yürürlükte tutulmuştur.

Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı Atatürk, yeni partiyi yakın arkadaşı, Cumhuriyetin ilk başbakanlarından Ali Fethi (Okyar) Bey’in kurmasını sağladı. Cumhuriyet hükûmetlerinin hızla kalkınmak amacıyla başlattıkları yatırım ve millîleştirme faaliyetlerinin maddi yükünün tek bir nesle taşıttırılmasının yanlış olduğu düşüncesiyle hükûmetin ekonomik politikalarını eleştiren Fethi Okyar, Ahmet Ağaoğlu gibi liberal anlayışlı siyasilerin yer alacağı bir parti hem hükûmetin kendine çeki düzen vermesini sağlar hem de demokrasi kültürünün yerleşmesine katkıda bulunabilirdi. Partinin finansman› ve Meclis içinden desteğini de sağlayan Atatürk bu projeye desteğini göstermek için kız kardeşi Makbule Hanım’ı ve yakın arkadaşı Nuri Conker’i de kurucular arasında görevlendirdi. Yeni partinin kurucularıyla laiklik ve cumhuriyetin devamlılığı konusunda hemfikir olduklarını vurgulayan mektuplaşmadan sonra 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, Türk siyasi hayatına canlılık katmasına karşın çok uzun ömürlü olamamıştır. Yeni partinin hızla gelişmesine karşın Atatürk’ün tarafsızlığını koruması Cumhuriyet Halk Partisi ileri gelenlerini iktidarın ellerinden gitmekte olduğu konusunda endişelendirdi. Serbest Cumhuriyet Fırkası’ nın bir büyükşehir, otuzdan fazla ilçe belediyesinde seçim kazanması Halk Fırkasını endişeye sevk etti. Ara seçimlerde Gümüşhane milletvekili olarak
parlamentoya giren Fethi Bey’in seçimlerdeki uygulamaları dolaysıyla içişleri bakanı hakkında verdiği gensoru önergesi sert tartışmalara yol açmıştır. Atatürk’ün Halk Fırkasına yardım etmek ihtiyacı hissettiğini gören Serbest Fırka yöneticileri 17 Kasım 1930’da partinin feshi kararını aldılar.

Menemen - Kubilay Olayı Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapanmasının üzerinden bir aydan fazla bir zaman geçtikten sonra Menemen ilçesinde çıkan bir olay dikkatleri yeniden toplumdaki din anlayışının istismara açık durumuna çevirmiştir. Manisa’da bir müddet faaliyet gösterdikten sonra 23 Aralık sabah› erkenden Menemen Çarşı Camiine gelerek mehdi olduğu iddiasıyla cami cemaatine propaganda yapan Derviş Mehmet ve adamları şeriat ilan edeceklerini belirterek halk› kendilerine katılma ya zorlamışlardır. Gelişmelerin duyulması üzerine ilk olarak Menemen’deki 43. Piyade Alayı kumandanlığında görevli öğretmen yedek subay Mustafa Fehmi (Kubilay) isyancılara engel olmaya çalışmıştır. İçtikleri esrarın tesiriyle kendilerine kurşun işlemeyeceğini iddia eden asilerin açtığı ateşle yaralanan ve yanındaki iki mahalle bekçisi ile birlikte öldürülen Kubilay, Cumhuriyet inkılabının ilk şehidi olmuştur. 31 Aralık 1930 tarihli hükûmet kararıyla Menemen ile Aydın ve Balıkesir’in merkez kazalarında sıkıyönetim ilan edilmiştir. II. Ordu kumandan› Fahrettin Altay’ın sıkıyönetim komutanlığına getirilmesinin ardından I. Kolordu kumandan vekili Mustafa Muğlalı’ da Divan-ı Harp reisliğine atanmıştır. Menemen olayının neticesinde 27 sanık beraat etmiş, 41 suçluya çeşitli sürelerde hapis ve 36 suçluya idam cezası verilmiş, bunların da 34’ü Meclisçe onanarak infaz edilmiştir.

CUMHURİYETİN HALKA GİDİŞ MÜESSESELERİ: HALKEVLERİ Halkın eğitim seviyesini yükseltmeyi esas amaç edinen hükûmetin 11 Kasım 1928 tarihli kararı ile başlatılarak “Türk halkını okuyup yazmağa muktedir bir hâle getirmek, ana bilgiler kazandırmak” temel hedefi ile çalışmalar yapan Millet Mekteplerinden sonra ikinci büyük hamle olan halkevlerinin 1932 yılında başlayan müesseseleşmesi halkın siyasi, idari ve genel kültürüne önemli katkılarda bulunarak gelişmesine devam etmiştir. Mali ihtiyaçları Cumhuriyet Halk Partisi Genel sekreterliğince sağlanan halkevleri dokuz şube hâlinde teşkilatlanmıştı.

Dil, Edebiyat, Tarih Şubesi Muhitin genel bilgisini yükseltmeye yarayacak konularda sohbetler ve konferanslar düzenlemek, Türk dilinin bugünkü yaz› ve edebiyatta kullanılmayan fakat halk arasında yaşayan kelimeleri, terimleri ile eski millî masallar›, atasözlerini, araştırıp toplamak, anane ve âdetleri incelemek, dergi çıkararak veya çıkarılmakta olan dergiler aracılığıyla yukarıda belirtilen çalışmaları yayımlamak, yeni yetişen gençler arasında yetenekli olanları desteklemek ve onların ilerlemeleri için gerekli çareleri aramak bu şubenin görevleri arasındadır.

Güzel Sanatlar Şubesi Musiki, resim heykeltıraşlık, mimarlık, ve süsleme sanatlar› gibi alanlarda sanatçı ve amatörleri bir arada toplamak, genç yetenekleri korumak, halk için genel müzik akşamları düzenlemek, halkın musiki zevkini arttırmak ve yükseltmek, mümkün olan yerlerde güzel sanatlar kursu açmak, halkın millî marşları ve şarkıları öğrenmesine yardım etmek, millî bayramlarda bu marş ve türkülerin milletçe bir ağızdan söylenmesini temin etmek, köylerde ve aşiretlerde söylenen millî türkülerin nota ve sözleriyle millî oyunların ahenk ve tarzını tespit etmek Halkevi Güzel Sanatlar şubesinin görevleri arasındadır.
Temsil Şubesi Tiyatro sanatına heves ve yeteneği olan kadın ve erkek üyelerden bir temsil grubu oluşturmak, umumi idare heyetince tercih edilecek veya yeniden teklif ettirilecek piyesler temsil ettirmek Temsil şubesinin görevleri arasında yer almaktadır.

Spor şubesi Bu şube Türk halkında spor ve beden hareketlerine sevgi ve ilgi uyandırıp bunları bir kütle hareketi, millî bir faaliyet hâline getirmeye katkı sağlamayı amaç edinmiştir. Türkiye idman Cemiyetleri Birliğine dahil olan veya olmayan spor kuruluşlarının gelişme ve ilerlemesine yardım eder. Hiç kulüp bulunmayan yerlerde kulüp kurulmasını, gençlerin spor kulüplerine girmesini ve gerçek birer sporcu olarak yetişmesini teşvik eder. Vatandaşlara modern sağlık bilincinin esas› olan ev ve oda jimnastikleri öğretir. Yer ve imkânına göre bir veya iki yılda bir yerel jimnastik günleri düzenler. Üç dört yılda bir büyük jimnastik bayramları yapar. Yaya veya vasıtalı geziler düzenler.

Sosyal Yardım Şubesi Çevrede yardıma muhtaç kimsesiz kadınlar, çocuklar, sakatlar, düşkün ihtiyar ve hastalarla ilgilenmek; mevcut hayır cemiyetlerinin faaliyetlerinde çalışmak; kreş, öğrenci yurtları, isçi tedavi yurtlar› gibi sosyal yardım kurumlarının çalışmalarını hızlandırmak; hapishanelerde bulunan muhtaçlar› gözetmek; fakir öğrencilerin elbise, yemek ve barınmalarıyla ilgilenmek; tedaviye muhtaç hastaların tedavilerini sağlamak; köylerden gelen fakirleri şehir ve kasabalarda barındırmak; hasta olanların tedavilerini sağlamak ve işsizlerin iş bulmalarına aracılık etmek bu şubenin görevleri arasındadır.

Halk Dershaneleri ve Kurslar Şubesi Bu şube her türlü okuma-yazma ve yetiştirme hareketlerinin ilerlemesini temin ve himaye eder; okuma yazma öğretmek, yabancı dil ve fen dersleri vermek, sanat öğretmek ve günlük hayat bilgilerini geliştirmek için kurslar açar; özel kurumların açtığı kurslara yardım eder.
Kütüphane ve Neşriyat Şubesi Her halkevinin bulunduğu yerde bir kütüphane ve bir okuma odası açmak zorunluydu. Bu kütüphaneler CHP yayınlarıyla, bağışlarla, doğrudan satın alma suretiyle zenginleştirilecektir.
Müze ve Sergi Şubesi Halkevi müzesi ve sergiler grubu olmak üzere ikiye aylan bu kubbenin müze grubunun faaliyet sahası şunlardır: Çevredeki tarihî eser ve abidelerin iyi korunması hususunda resmî makamları aydınlatır.

Köycülük Şubesi Halka doğru gidiş politikalarının en önemli aracı olan halkevlerinin en etkin olması beklenen şubesidir. Köylülerin sıhhî, medenî, kültürel gelişme ve ilerlemesine, köylü ile şehirli arasında karşılıklı sevgi ve bağıllık duygularının kuvvetlenmesine çalışmak, çevre köylere geziler düzenlemek, köylüyü okutmaya çalışmak, hasta köylülerin şehir sağlık merkezlerinde muayene ve tedavilerini sağlamak, harp malulü köylülerle şehit köylülerin aile ve yetimlerini koruma ve bunların kasabadaki resmî işlerini kolaylaştırmak bu şubelerin aslî görevleri arasındadır. Yurt dışındaki ilk ve tek halkevi 19 şubat 1942’de İngiltere’nin başkenti Londra’da açılmıştır. Böylece 1950 yılına gelene kadar halkevlerinin sayısı biri yurt dışında olmak üzere toplam 478’e halk odalarının sayısı ise 4322’ye yükselmiştir. 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra hükûmetin değişmesi halkevlerinin durumu tamamen sarsılmıştır. Bu tarihten sonra kamuoyunda halkevleriyle ilgili tartışmalar daha da artmıştır. Nitekim iktidar partisinin milletvekilleri tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan “Halkevlerinin ve Bazı Halk Partisi Gayri Menkullerinin Hazineye iadesi Hakkındaki Kanun Lâyihası” 9 Ağustos 1951 tarihinde açık oylamaya sunulmuş ve lâyiha, oylamaya katılan 365 milletvekilinden 362’sinin olumlu oyuyla geçmiştir. Yasa 11 Ağustos 1951 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasa sonucunda halkevleri binalarına ve binalardaki mallara resmen el konulduğu ve bunlar hazineye iade edildiği için halkevleri de fiilen çalışamaz hâle gelmiş, başka deyişle kapanmıştır.

Türk inkılabına ideoloji Gömleği Giydirme Çabası: Kadro Hareketi Kadro Dergisi, 1932 yılının Ocak ayında yayın hayatına atılan ve üç yıl boyunca, 36 say› Türk Devriminin ideolojisini sistemleştirme işini üstlenen bir yayın organıdır. şevket Süreyya (Aydemir), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Vedat Nedim (Tor), İsmail Hüsrev (Tökin), Burhan Asaf (Belge) tarafından çıkarılan bu dergi, ortaya koyduğu ekonomik, politik ve toplumsal görüşlerle ve sunduğu özgün çözümlerle, bir basın-yayın faaliyeti olmaktan öteye geçerek, bir entelektüel hareketin ve fikrin sözcüsü olmuştur. Kadrocuların “inkılabın idare ve menfaati, inkılabı› duyan ve yürüten azınlık, fakat şuurlu bir Avangardın, azınlık fakat ileri ve disiplinli bir öncü “Kadro”nun iradesinde temsil olunur” yaklaşımı ile halk için halka rağmen düşüncesini seslendirmeleri baskıcı bir zihniyetin temsilcileri olarak görülmelerine yol açmıştır. Kadrocular, kapitalizmi ve sosyalizmi reddederken, üçüncü ve özgün bir yol olarak devletçi anlayışı öne sürüyorlardı. Ancak devletçiliğe biçtikleri rol Atatürk’ün ve CHF’nin takip ettiği devletçilik ilkesinden oldukça farklıydı. Türkiye’nin 1930’larda uyguladığı devletçilik, devlet eliyle millî sanayinin ve sermayedarların oluşumunu teşvik etmeyi hedefliyordu. Hedefe varıldığında Devlet, ekonomiye müdahaleyi bırakabilir veya gevşetebilirdi. Kadroculara göre devletçilik, başlı başına bir ideoloji hâlinde yürürlüğe konmalıydı. Kadro, 1930’lardaki geçiş dönemi sıkıntılarından doğan ve Türk inkılabını evrensel temellere oturtmaya çalışan bir grup aydının özgün bir yapı oluşturma çabaları şeklinde özetlenebilir. Kadro hareketi, hükûmetin uygulamalarına dönük eleştirilerin yoğunlaştığı bir sırada 1934 yılında Yakup Kadri’nin Tiran Büyükelçiliğine gönderilmesi ve derginin kapanmasıyla sonuçlanacaktır.

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA EKONOMİ POLİTİKALARIAnadolu halk› ardı ardına gelen Balkan Savaşı, I. Dünya Savafl› ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle insanını, hayvanını ve malını kaybetmiş, yoksul ve çaresizdi.
Ulusal Ekonomiye Geçiş Dönemi (1923-1929) 17 şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanan Türkiye iktisat Kongresi’nde alınan kararlara uygun olarak, hükûmet ilk ulusal ticaret bankamız olan Türkiye iş Bankası’nın 1924’te faaliyete geçmesini sağlamıştır. Ardından sanayi alanında kredi vermek üzere 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. Çiftçi kesiminin isteğine uyularak, yaklaşık devlet gelirlerinin %30’unu sağlayan Aşar Vergisi yürürlükten kaldırılmıştır. 1927 yılında “Teşvik-i Sanayi Kanunu” ile sınai yatırımlar özendirilmeye çalışılmıştır. Ülkenin bir ‘merkez bankası’ yoktu. işleri yabancı bir banka olan Osmanlı Bankası yürütüyordu. Ayrıca Lozan Antlaşması’na bağlı “Ticaret Sözleşmesi’ne göre 1929 yılına dek Türkiye gümrük tarifelerini değiştirme hakkından yoksundu. Ana hatlarıyla belirlemeye çalıştığımız bu olumsuz koşullar, ‘ulusal ekonomiye geçiş dönemi’ diye nitelediğimiz (1923-1930) dönemde atılım yapmayı engellemişti. Ülke içinde siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlar aşılmaya çalışılırken “1929 Büyük Buhranı” patlak verdi. Dünyayı sarsan bu ekonomik kriz özellikle tarım ürünleri piyasalarında fiyatların hızla düşmesine neden oldu. Geleneksel tarım ürünleri ihracatçısı olan Türkiye’nin döviz gelirleri hızla düştü. Türkiye Cumhuriyeti ‘ekonomik seferberlik’ ilan etmek zorunda kaldı.

Devletçilik Dönemi (1930-1938) T.C. Merkez Bankası’nın 1931 yılından itibaren faaliyete geçmesiyle ülkede kurulmakta olan “Yeni Ekonomik Düzen ”in kendisini koruması kolaylaşmıştı. Böylece Osmanlı Bankası ve azınlıkların, ulusal ekonomik çıkarlara ters düşen karar ve uygulamaları son bulmuştu. 1933’te kurulan Sümerbank, Atatürk’ün köşe taşlarını koyduğu “Devletçilik” in temel ögesi ve sürükleyici kurumu olmuştur. Bugünkü anlamda bir ‘kalkınma bankası’ gibi kurulan ve çalışan Sümerbank, çağını aşan Türkiye’ye özgü bir banka modeliydi. Tamam› kamuya ait 20 milyon sermayeyle faaliyete geçen banka, 4 sınai işletme, bir satış mağazası ve iki banka şubesi devralmıştı. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1934-1938) uygulamaya konulduktan sonra “Devletçiliğin temel kurum ve kuruluşlarının tamamlanmasına devam edilmişti. Özellikle enerji ve madencilik konusundaki araştırmaları ve işletmeleri denetim altına almak ve bir merkezden yönetmek için 1935 yılında 20 milyon sermayeyle Etibank kuruldu. Yabancı sermayenin elinde bulunan Ergani- Murgul bakır ve Divriği demir işletmeleri Etibank tarafından satın alındı. Ardından Ereğli Kömür işletmeleri de bankaya devredildi. Aynı yıl yer altı zenginliklerinin araştırılması ve belirlenmesi görevi için Maden Tektik ve Arama Enstitüsü kuruldu. Esnaf ve sanatkârın kredi ihtiyacını karşılamak üzere, 1933’te kurulan, kaynak yetersizliği nedeniyle ancak 1938’de faaliyete başlayan Halk Bankası bir kamu bankası olarak örgütlendi. Devletçilik uygulamalarının bazı çevrelerde tereddütler uyandırdığını gören Atatürk, bunların yakından tanıdığı iş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’ı iktisat Vekilliği’ne getirdi. Devletçilik” ile ilgili uygulamaların ana ilkeleri 1935’te ülkede tek siyasal parti olan CHP’nin Programı’na konmuştur.

Planlı Sanayileşme: Devletçilik modelinin ana öğesi ve hedefi ‘Devlet öncülüğünde planlı sanayileşme’ idi. 17 Nisan 1934’te yürürlüğe giren “Birinci Sanayi Planı” 1934-1938 yıllarını kapsayacak biçimde hazırlanmış bir sektör Planı’ydı. Plan üç temel ilkeye dayandırılmıştı: 1) Temel ham maddeleri yurt içinde üretilen veya üretilecek olan sınai tesislere, 2) Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerek- tiren projelere, 3) Kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi karşılayacak düzeyde tutulmasına öncelik verilmişti. Bu ilkelere uygun olarak alt› temel faaliyet alanında 20 fabrika kurulmuştuk. Atatürk’ün, döneminin öncüsü olarak geliştirdiği ve başarıyla uyguladığı planlı sanayileşme politikalarının olumlu sonuçları şöyle özetlenebilir: 10 milyondan 16 milyona çıkan nüfusun tamam› açlıktan Kurtulmuş, yoksulluk göreceli olarak azalmıştır. Ununu, şekerini ve basmasını ithal eden ülke, dönem sonunda bu alanlarda kendi kendine yeterli hâle gelmiştir. GSMH 15 yıllık dönemde ortalama olarak %8 oranında büyümüştür. Dönemin ikinci yarsından itibaren dış ticaret sürekli fazla vererek, Türk Lirası’nın ABD dolar› karşısında değer kazanmasına ve kurun beş yıl boyunca (1934-1938) 1 $= 1,26 düzeyinde kalmasını sağlamıştır. Merkez Bankası’nda 36 milyon liralık döviz ve 26 ton altın birikmiştir. Ülkede mevcut Demiryolları’nın satın alınarak millîleştirilmesi, yenilerinin yapılması, ziraat (Bursa, Ankara, Giresun), şeker (Alpullu, Uşak, Turhal, Eskişehir) ve maden (Ergani, Karabük, Murgul, Divriği, Elazığ, Zonguldak, Keçiborlu) sanayisindeki gelişmelere paralel olarak dokuma sektöründe (Adana, Gaziantep, Kayseri, İstanbul, Bursa, Nazilli, Malatya, Konya Ereğlisi) açılan fabrikalar ile ülke ihtiyacının yerli üretimden karşılanmasında önemli mesafeler alınmıştır. Kayseri’de açılan uçak ve motor fabrikasında yabancı lisans ile başlayan çalışmalar havacılık sektöründeki ilk adımlar olarak değer kazanmıştır. Devletin öncülüğünde başlatılan sanayi yatırımları başarıya ulaşmış ve dönem sonunda ülke 17 sınai işletmeye kavuşmuştur.

ÜNİTE 3 : ATATÜRK İLKELERİ VE ATATÜRK DÖNEMİNDE DİL-TARİH VE KÜLTÜR ALANINDAKİ ÇALIŞMALAR
Atatürk İlkeleri : Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılıktır. Bu ilkeler 1931'de Cumhuriyet Halk Fırkasının parti tüzüğüne, 1937'de de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na girmiştir.Cumhuriyetçilik : Cumhuriyet, devlet şekli olarak egemenliğin millete ait olmasını, hükumet şekli olarak seçim ilkesini esas almıştır. Diğer bir ifadeyle cumhuriyet yönetenlerin, yönetme yetkilerini yönetilenlerden belli süreler için aldığı bir rejimdir.Halkçılık : Halkçılık, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda halka dayanmak anlamına gelir. Halkçılık anlayışında halk ayrı ayrı sınıflardan oluşmaz. Halk bir bütündür. Halk arasında yalnızca mesleklere dayanan iş bölümü vardır. Halk arasında sınıf çatışması ve ayrışma söz konusu değildir. Halkın yönetimi eşitliğe ve hukuka dayanır. Bireylerin veya zümrelerin ayrıcalıkları yoktur.Milliyetçilik : Millet aynı tarihe sahip olan ve beraber yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur. Milliyet, kısaca bir millete mensup olmak veya bir millete bağlık olmak demektir. Milliyetten doğma milliyetçilik ise bir sosyal politika prensibi veya fikir akımı olarak millet gerçeğinden hareket eder ve milli amacı temin gayesi ile bir ülkü etrafında toplanmayı ifade eder.Devletçilik : Devletçilik ilkesi esas itibarıyla ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda devletin üstlendiği görevleri ifade etmektedir. Atatürk ilkelerinden devletçilik; güçlü ve çağdaş bir devlet kurmayı hedefler. Askeri zaferlerin ekonomik zaferlerle taçlanmasını amaçlar.Laikçilik : Laiklik akli düşüncenin, dini düşünceden ayrılmasıdır. Siyasi anlamda ise din ile devlet işlerinin birbirine karıştırılmamasıdır. Laiklik vatandaş için din ve vicdan hürriyetinin sağlanmasıdır. Laik olmayan devletlerde din politik bir araç olarak kullanılabilir. Laik düzende hukuk ve eğitim akıl ve bilimi esas alır. Atatürk'ün Türkiye'ye kazandırdığı laiklik ilkesi toplumun serbest düşünmesini sağlamış, toplumsal gelişmeyi hızlandırmıştır.1921 tarihli Anayasa'ya bir madde eklenerek Saltanatın kaldırılması konusunda önemli bir adım atılmıştır. Eklenen madde ile dine ve saltanata dayalı bir rejimin temel dayanakları ortadan kaldırılmış oluyordu. Nitekim 1 Kasım 1922 tarihinde TBMM'nin kabul ettiği 308 sayılı kararla saltanat kaldırılmıştır. 3 Mart 1924 'te tarihinde hilafet makamı kaldırılmış ve böylece laik devletin kurulması yolunda en önemli adımı atılmıştır. 1924 Anayasası'nın 1 maddesine "Türk Devletinin laik olduğu" yolunda bir cümle eklenmiştir.İnkılapçılık : Bir toplumda siyasal, ekonomik ve sosyal değişiklikler meydana getirilmesi İnkılap olarak kabul edilmektedir. İnkılap gelişmek, ilerlemek ve değişmek anlamını ifade eder. İnkılapçılık, sosyal ve ekonomik hayatta, bilim ve fen alanında başarılı olmak için gelişme yoludur.Latin harflerinin kabul edileceği Erzurum Kongresinde Atatürk tarafından gündeme getirildi. 1928 yılı başında Mahmut Esat Bey'in Türk Ocağında verdiği bir konferansla bu konuda ilk adım atılmıştır. Atatürk 9/10 Ağustos gecesi Sarayburnu'nda yaptığı konuşmasında Yeni Türk Harflerinin öğrenilmesinin ve öğretilmesinin yurtseverlik, ulusseverlik görevi olacağını söylemiştir.1928'de Mecliste Yeni Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun kabul edilerek yeni alfabe hayata geçirildi. Türkçe ilk defa 1876 Anayasasında devletin resmi dili olduğu vurgulanmıştır. Türkçe‘ de bulunan Arapça ve Farsça kelimelerin dilden temizlenmesi için 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti adı altında bir kurum oluşturulmuştur.

Tarih Çalışmaları : Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti 15 Nisan 1931'de devletten bağımsız tarih araştırmaları yapmak üzere Atatürk'ün başkanlığında kurulmuştur.

ÜNİTE : 4 ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE UYGULAMA ESASLARI
Yeni Türk Devletinin Dış İlişkileri : Türk dış politikasının temel amaçları; milli bir devlet kurmak, tam bağımsızlık, taklitçi olmayan bir demokratlaşma ve modernleşme, daha adil bir devletlerarası düzendir.Atatürk'ün Dış Politikadaki Uygulama Esasları : Gerçekçilik, Tam Bağımsızlık, Barışçılık, Akılcılık, Uluslararası adil bir düzen kurma, Sömürgeciliğe karşı oluş ve hukuka bağlılık.Güvenlik Politikası ve İttifaklar Sistemi : Atatürk, cumhuriyetin kendini koruyabilmesi için ulusal ve uluslararası güvenlik önlemlerini almanın gerekliliğini görmüştü.Barışın korunması için başka devletlerle ittifaklar yaparak ülkenin güvenliğini sağlamak.Ek olarak Türk dış politikasına yön veren etkenlerden biri de Türkiye'nin coğrafi konumuna bağlı olarak yani Türkiye'nin Sovyetlerle komşu oluşu, Boğazların Türkiye'nin kontrolünde oluşu ve Türkiye'nin ekonomik ve stratejik açıdan önemli bir Orta Doğu ülkesi oluşu gibi nedenlerle dış politika belirlenmesinde bu konuma bağlı politikalar üretilmiştir.Türk Dış politikasını etkileyen bir diğer unsur ise ekonomik zorluklardır.
Lozan'dan Kalan Meseleler ve Batılı Devletlerle İlişkilerTürk-İngiliz İlişkileri ve Musul Meselesi : Lozan Antlaşmasında iki ülke arasında uzlaşılamayan en önemli sorun Musul meselesi idi. Musul, sahip olduğu zengin petrol kaynakları nedeniyle 19.yy sonlarından itibaren Batılı devletlerin ilgisini çekmeye başlamıştır.Hükümet, Türk toprağı olan ve kontrol altından olan Musul’u, Türkiye'den koparan şartları içeren Sevr Antlaşmasını tanımadığını açıklamıştır.Musul meselesi ile ilgili olarak Lozan Barış Konferansı'nda yapılan tartışmalarda, Musul Türkiye için asgari vatan sınırlarını ifade eden, Misak-ı Milli'nin vazgeçilmez bir parçası olarak görülmüştür. Buna mukabil İngiltere için zengin petrol yatakları, İngiliz sömürgesi olan Hindistan'a giden yolun güvenliği ve Orta Doğudaki çıkarları açısından stratejik ve ekonomik bir bölge idi.İsmet İnönü önderliğinde, Lozan'da yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmaması, Atatürk ve Türk hükümetinin, o günkü şartlarda Musul sorununu daha sonraya bırakmayı uygun görmektedirler.Lozan Antlaşmasının 3. Maddesindeki: Türkiye ile Irak arasındaki sınır sorununun barışçı yollardan çözüleceği hükmü gereği, Türk-İngiliz görüşmeleri 1924 yılı Mayıs ayında başlamıştır. Görüşme sonrasında bir anlaşmaya varılamadığı için 5 Haziran 1924 tarihinde konferans dağılmıştır.Musul sorunu, Milletler Cemiyeti konseyi tarafından 30 Eylül 1924'te görüşülmeye başlandı. Görüşmeler sırasında iyice gerginleşen Türk-İngiliz ilişkileri, Cemiyetin 29 Ekim 1924 Türkiye-Irak geçici sınırını tespit ederek çözüm buldu. Türkiye, Konseyin almış olduğu kararları tanımadığını bildirdi. Ancak Konsey, 16 Aralık 1925 tarihinde üçlü komisyonun raporunu benimsedi.Türkiye'nin dış politikada benimsediği "barışçı yoldan çözüm" prensibinin de etkisiyle, Türkiye'nin savaşı kanun dışı ilan eden Briand-Kellog Paktı'na katılması (1929 Ocak), yine bu tarihte bir İngiliz filosunun İstanbul'u resmi olarak ziyareti ve 1932'de Milletler Cemiyeti'ne üye olması Türk-İngiliz ilişkilerinin önemli gelişmelerindendir.1936'da İtalya'nın Balkanlar ve Orta Doğu'da tehditlerini artırması üzerine, önce Fransa'yla anlaşan İngiltere, bir İtalyan saldırısı karşısında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye'ye garanti vermiştir. İspanya'nın bu garantiyi reddetmesine karşılık, diğer devletlerle birlikte Türkiye bu garantiyi kabul etmiştir. Ayrıca bu üç devlet de (Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye) İngiltere'ye garanti vermiştir. Bu karşılıklı garantiler sistemine Akdeniz Paktı adı verilmiştir.Türk-Fransız İlişkileri ve Hatay'ın Anavatana Katılması : 20 Ekim 1921'de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı çizilmekle kalmamış, aynı zamanda Türk-Fransız ilişkilerini de düzenlemiştir. İkili ilişkiler ancak Mayıs 1926'da imzalanabilen Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi ile rayına oturtulabilmişti.Türkiye ile Fransa arasındaki sorun olan diğer bir konu ise Türkiye'deki Fransız misyoner okulları konusudur. Yabancı okullarda okutulan Tarih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak, Türk öğretmenler tarafından okutulması, Fransa ile sorun olmuştu.Türkiye ile Fransa arasındaki sorun olan başka bir konu ise Osmanlı borçları konusudur. Osmanlı Devletinin en fazla borçlandığı ülke olan Fransa idi ve borçların geri ödenmesi için geri ödeme takvimi oluşturulmuştu. 1929 yılında dünya ekonomik buhranına bağlı olarak Türkiye borç ödemesini ertelemek istemiş, yapılan itirazla sonucu Nisan 1933'de yeni bir borç sözleşmesi imzalanmıştır. Türkiye ile Fransa arasındaki diğer bir sorun ise, Adana-Mersin demiryolunun satın alınmasıyla ilgilidirSuriye sınırları içine bulunan, İskenderun Sancağı isimli bölgenin paylaşımı konusunda sıkıntılar olmuştur. Bu bölgede yaşayan halkın çoğunluğu Türk'tür. Suriye hükümeti, Sancak ile ilgili tüm sorumlulukları Fransa'dan devralmıştı. Şüphesiz bu durum hem Sancak'taki Türkleri, hem TC'yi rahatsız etmiştir. Bu sebeple 9 Ekim 1936'da Mustafa Kemal, Sancağı, Suriye'ye bırakmama hususundaki rahatsızlığını ve bölge için bağımsızlık verilmesi talebini dile getiren bir notayı Fransa'ya vermiştir. Fransa'nın 10 Kasım'da verdiği cevabi notada, Türk görüşünün kabul edilmeyeceği bildiriliyordu. Bunun üzerine Sancak meselesi Milletler Cemiyeti'ne götürüldü ve yapılan görüşmeler sonrası Sandler Raporu ile Sancak ayrı bir varlık olarak Konseyde oy birliği ile kabul edildi. Eylül 1938'de kurulan Hatay Devleti bir yıl bağımsız kaldıktan sonra, 29 Haziran 1939'da Hatay Meclisi son toplantısını yaparak, oy birliğiyle Anavatan'a katılma kararı alacaktır.Türk-Yunan İlişkileri : Türk-Yunan ilişkilerinde Yunanistan'ın 20.yy başlarındaki dış politikasının amacı, Anadolu'da Rum nüfusun yaşadığı bölgelerin Yunanistan'a ilhakı, diğer bir deyişle Megali İdea kapsamında Yunanlıların kaybettikleri toprakların elde edilmesi teşkil etmiştir. Bu politikanın, yani anavatan dışında yaşayan soydaşların bulundukları toprakları devlet sınırlarına dahil etme politikasının irredantizm/kurtarımcılık savunusu uzun yıllar yapıldı.Nüfus Mübadelesi : Lozan Barış Antlaşmasından önce 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine” dair bir sözleşme ve protokol imzalanmıştır.Etabli Meselesi :İki ülke arasında İstanbul'da bulunan Rumlarla ilgili anlaşmazlık oluştu. Bu anlaşmazlık, iki ülke arasında 10 Haziran 1930 yılında Ankara'da bir antlaşma imzalanarak çözümlenmiştir. Antlaşmaya göre doğum yerleri ve geliş tarihleri ne olursa olsun İstanbul'da bulunan Rumlar mübadeleden muaf tutulmuşlardır. Mübadillerin ayrıldıkları ülkelerde bıraktıkları malların mülkiyet hakkı bırakılan ülkeye ait olacaktır.Türk-İtalyan İlişkileri :İtalya ve Türkiye arasında 4 Ocak 1932 tarihinde Anadolu sahillerine yakın ada ve adacıkların durumunu açıklığa kavuşturan bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmaya göre, Bodrum körfezindeki Kara adanın Türkiye'ye ait olduğu kabul edilmiş ve Meis ile kıyı arasında ve bu bölgede bulunan adacıkların adları tek tek telaffuz edilerek hangi ülkeye ait olduğu belirtilmiştir.Türk-Sovyet İlişkileri : Türk hükümetini ilk tanıyan devlet Sovyetler Birliği'dir.Balkan Devletleriyle İlişkiler ve Balkan Antantı : Balkanlar, Pan-Slavizm ve Pan Germenizm akımlarının kendilerine nüfuz sahası yaratma çabaları verdikleri tam bir çatışma alanı idi. Özellikle, Rusya'nın tarihi emeli olan Akdeniz'e inme planı, bölgede Romenlerin, Bulgarların, Sırpların ve Rumların kendi devletlerini kurma ve Osmanlı Devleti'nin Balkanlarla bağını kesme isteklerini gerçekleştirmelerine katkı sağlamıştır.9 Şubat 1934'de Balkanlarda Türkiye'nin önderliğini yaptığı statükocu devletler olarak Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya aralarında yaptıkları ikili anlaşmaları birleştirerek dört devletin katılımıyla Balkan Paktı'nı imzaladılar.Balkan Paktı’nın en dikkat çekici özelliği, Türkiye'nin dış politikasında bölgede barış ve güvenliğe ne kadar önem verdiğini göstermesi olmuştur.Doğulu Devletlerle İlişkiler ve Sadabat Paktı : 8 Temmuz 1937'de Tahran'da Sadabad Sarayı'nda Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabad Paktı imzalandı. 5 yıl süreyle imzalanan bu anlaşmayla taraflar; Milletler Cemiyeti ve Birand-Kellog Paktına bağlı kalmayı, birbirlerinin içişlerine karışmamayı, ortak sınırlara saygı göstermeyi, birbirlerine karşı herhangi bir saldırıya girişmemeyi taahhüt ediyorlardı. Böylece Türkiye, batıda ve doğuda bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için önemli olan bu iki bölgede barış politikasını kuvvetlendirmiştirTürkiye'nin Milletler Cemiyetine Girişi : Türkiye'nin cemiyete girişi, İspanya temsilcisinin girişimi ve Yunan temsilcisinin desteği üzerine, üyelerinin çoğunluğunun 6 Temmuz 1932'de Genel Kurula sunduğu önergenin oy birliğiyle kabulüyle gerçekleşmiştir. Süreç, 18 Temmuz 1932 yılında Genel Kurulun oy birliğiyle aldığı kararla tamamlamıştır.Montrö Boğazlar Sözleşmesi : Türk hükümeti, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Bulgar, Japon, Romen, Sovyet ve Yugoslav hükümetlerini Montrö'de görüşmek için davet etmiştir. 20 Temmuz 1936'da düzenlenen törenle Montrö Boğazlar Sözleşmesi törenle imzalanmıştır.
ahmet gnc
Mesajlar: 457
Kayıt: 01 Ara 2017 13:30
İletişim:

01 Ara 2017 21:08

ÜNİTE - 1
• Türk İstiklal Harbini gerçekleştiren kişi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

• Yeniden yapılanma dönemini anlatan eserleri Yakup Kadri Osmanoğlunun YABAN (1932 )ve Kemal Tahir’in YORGUN SAVAŞÇI (1965) dir.

• Cumhuriyet idaresinin en çok üzerinde duracağı saha EĞİTİM dir.

• Eğitim alanında yapılan atılımlar (15-21 Temmuz 1921)MAARİF KONGRESİ ‘n de değerlendirmeye alınmıştır.

• Harf İnkılab’ı 1928 de olmuştur.

• Osmanlı toplumu büyük oranda bir TARIM toplumu idi.

• Cumhuriyet idaresinin memleketin kan damarları olarak nitelediği ulaşım ağını millileştirmesi ve geliştirmesi bir mecburiyetti.

• ATATÜRK önderliğinde gerçekleştirilen MİLLİ MÜCADELE nin il aşaması askeri alanda elde edilen başarılar dır.

• Atatürk İzmir valiliği için Konya Valisi ABDULHALİK BEY’ i görevledirmelerini hükümete önerdi.

• Ekonomik düzenlemelerdeki çözüm yolları Adliye , Dahiliye ve Sıhhıye bakanlarından oluşan kurul ‘dur.

• Askei birliğin olduğu yerde zirai müessese yoksa Milli Savunma Bakanlığı nın talebi üzerine İKTİSAT BAKANLIĞI geçici olarak fen memurları ve ziraat aletlerini temin etmekle görevlendirilmiştir.

• 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Mütarekesi nin imzalanmasının hemen ardından orduda en yaşlı askerden başlayarak 17 dönem askerin terhisi söz konusu olmuştur.

• T.B.M.M 1 Kasım 1923 yılında seferberliği kaldırmıştır.

• Ordunun savaş durumundan barış haline geçirilmesi çalışması süresinsürecinde 5 AĞUSTOS 1923 tarihli “Hazar Kuruluş ve Konuş Projesi” uygulanmıştır.

• Saltanatın kaldırıldığı yıllarda Erzurum millet vekili Hüseyin Avni ULAŞ tır.

• Saltanatın kaldırıldığı yıllarda Sinop millet vekili DR. Rıza Nur bey dir.

• Saltanatın kaldırıldığı yıllarda Mersin millet vekili Selahaddin Bey dir.

• Saltanatın kaldırılmasını teklif eden Rıza Nur bey dir.

• Saltanat 1 KASIM 1922 de kaldırıldı.

• Geçici seçim kanunu 3 Mayıs 1923 te çıkarılmıştır.

• Müdafa-i Hukuk grubunun Halk Fırkasına dönüşeceği 9 UMDE de bildirilmiştir.

• Ankara 13 Ekim 1923 te başkent oldu.

• Halifelik 3 Mart 1924 yılında kaldırılmıştır.

• Abdulmecit Efendi 23 Ağustos 1944 te Pariste vefat etti.1954 yılında medineye gömüldü

• Cumhuriyetin eğitim hamlesindeki hedeflerin başında eğitimleri ihmal edilen kız çocuklarının okutulması geliyordu.

• Tapu senetlerinin üzerindeki padişah tuğrasının yerine T.B.M.M adının konması ve senetteki “ senedi hakani” ibaresinin yerine “ milli “ sıfatının eklenmesi yapılmıştır.

• Saltanatın hilafetten ayrılarak kaldırılmasında halkın tereddüte düştüğü Hilafeti İslamiye ve Büyük Millet Meclisi başlıklı kitapçıkta belirtilmiştir.

• Saltanatın kaldırılması teklifini meclise sunan millet vekili Rıza NUR beydir. ( 23 Nisan 1920 )

• Türkiyede hilafetin lağv edildiği tarih 3 mart 1924 tür.

• T.B.M.M. 23 Nisan 1920 de ANKARA da açıldı.












ÜNİTE - 2

• Türkiye Cumhuriyetinin şekillenmesi 1923 – 1938 yılları arasında olmuştur.

• Yeni anayasa rejimi 1924 anayasası dır.

• 23 Nisan 1920 de fiilen kurulan Yeni Türk Devleti’nin milli mücadeleyi yürüttüğü sırada kabul ettiği kanun Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’dur.

• Yeni Anayasa 1960 ’a kadar yürürlükte kalacaktır.

• Yeni Anayasa kanun karşısında eşitlik ilkesini öne çıkararak din, vicdan, söz, yayın , seyahat, çalışma ve mülk edinme hürriyeti gibi klasik insan hukuku esaslarını garanti altına almaktadır.

• Devletin dini hususu 1928 de , temel özellikleri ise 1937 de Yeni Anayasada ki yerini alacaktır.

• Hükümetin en mühim vazifesi olarak eğitimi gösteren Atatürk tür.

• İlköğretimin devlet okullarında parasız ve mecburi oluşu 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunun da yerini almıştır.

• 1924-1925 öğretim yılında ilköğretim 5 yıla indirilmiş, aynı yıl karma hale getirilmiştir.

• İlköğretim 1973 tarihli Milli Eğitim Temel Kanunu ile 8 yıla çıkarılmıştır. Ancak uygulama 1997-1998 döneminde zorunlu hale getirilmiştir.

• 2000 li yıllarda zorunlu ilk öğrtim süresi 12 yıla çıkarılmıştır.

• Eğitmen kursları Saffet Arıkan ın bakanlığı sırasındaki tespit ve önerileriyle Atatürk’ün talimatıyla 1936 yılında başlatılmıştır. Bu kurslar , köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla açılmıştır.

• Köy Enstitüleri 1940 ta açılmıştır.

• Vatandaşlık bilgisi vermek için hazırlanan kitap Vatandaş İçin Medeni Bilgiler isimli kitaptır. Bu kitap Atatürkün manevi kızı Afet İnan ve Cumhur başkanlığı katibi Tevfik bıyıklıoğlunun yardımlarıyla Atatürk tarafından hazırlatılmıştır.

• Osmanlı devletinden devralınan en yüksek eğitim kurumu Darülfunun dur.

• 1936 yılında Milli Eğitim Bakanı Saffet ARIKAN dır.

• Darülfünun 1933 yılında 2252 sayılı kanunla Prof. Albert Malchen ‘in hazırladığı raporla kapatıldı ve İstanbul Ünivesitesi kuruldu.

• 25 Kasım 1925 te şapka giyilmesi

• 30 Kasım 1925 te Tekke ve zaviyeler ile türbeler kapatıldı.Türbedarlıklar ve bir takım unvan lar yasaklandı.

• 17 Şubat 1926 da Medeni Kanun kabul edildi

• 20 Mayıs 1928 de uluslararası rakamlar kabul edildi.

• 30 Nisan 1930 da kadınlara oy kullanma hakkı tanındı.

• 1 Kasım 1928 de Türk harfleri kabul edildi.

• 5 Aralık 1934 kadınlara millet vekili seçilme hakkı verildi.

• 21 Haziran 1934 te Soyadı Kanunu kabul edildi.

• Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi 1936 yılında Ankara’ da kuruldu.

• 17 Şubat – 4 Mart tarihleri arasında Türkiye devletinin uygulayacağı ekonomik model İzmirde gerçekleştirilen Türkiye İktisadi Kongresi nde tespit edilmeye çalışılmıştır.

• Atatürk 16 Mart 1923 te Adana Türk Ocağında çiftçilere hitap etmiştir.

• 17 Kasım 1924 te Kazım Karabekir Paşa başkanlığında Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 3 Haziran 1925 te kapatıldı. Bu fırkada kurucu olarak Ali Fuat – Refet – Cafer Tayyar – Rauf Orbay– Dr. Adnan Adıvar – Ferudun Fikri – Halis Turgut Bey bulunuyordu.

• Şeyh Sait İsyanı 13 Şubat 1925 te başladı – 15 Nisan 1925 te bitmiştir.

• Takriri Sükün 4 Mart 1925 tarihinde kabul edildi. 1929 yılına kadar yürürlükte kaldı.

• İzmir suikasti 14 Haziran 1926 da Atatürk’e karşı gerçekleşmiştir.

• Sultan Abdülhamid’in oğlu Selim Efendidir.

• Takriri Sükun Kanununda:

Tekke ve Zaviyelerin kapatılması
Şapka İnkılabı
Medeni kanun başta olmak üzere Hukuk alanındaki yenilikler
Harf Inkılabı yer almaktadır.

• Serbest Cumhuriyet Fırkası 12 Ağustos 1930 da kuruldu.

• Serbest Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1930 da fesh edilmiştir. 3 ay sürmüştür.

• Cumhuriyet İnkılabının ilk şehidi KUBİLAY ( Mustafa Fehmi ) olmuştur. ( Menemen olayı )

• 31 Aralık 1930 tarihinde Menemen , Aydın ve Balıkesir merkez kazalarında sıkı yönetim ilan edilmiştir. 2. Ordu komutanı Fahrettin ALTAY sıkı yönetim komutanlığına getirilmiştir.

• 1. Ordu komutan vekili Mustafa Muğlalı da Divanı Harp reisliğine atanmıştır.

• Yurt dışındaki ilk ve tek halk evi 19 şubat 1942 de İngilterenin başkenti Londrada açılmıştır.

• Halkevleri 10 Mayıs 1949 ta açılan Türk ocakları binalarında faaliyete geçmiştir.

• İnkılabın ideolojisi Konferansı Ocak 1931 yılında Şevket Süreyya AYDEMİR tarafından Türk Ocağında yapıldı.

• Kadro dergisi Yakup Kadrinin desteği ile çıkarılmıştır. Tiran Büyük elçiliği ne gönderilmesiyle kapanmıştır.

• CHP Genel sekreterliğince sağlanan halk evleri 9 şube halinde teşkilatlandı. Dil Edebiyat Tarih Şubesi - Güzel Sanatlar Şubesi - Temsil Şubesi - Spor Şubesi - Sosyal Yardım Şubesi - Halk Dershaneleri ve Kurslar Şubesi Kütüphane ve Neşriyat Şubesi - Müze ve Sergi Şubesi - Köycülük Şubesi dir.




• Türkiye İş Bankası 1924 te faaliyete geçmiştir.

• Sanayi alanında kredi vermek için 1925 yılında “ Sanayi ve Maadin Bankası “ kurulmuştur.

• Teşviki Sanayi Kanunu 1927 de çıkarıldı.

• Ulusal Ekonomiye Geçiş dönemi 1923 – 1929 yılları arasındadır.

• Türkiye Lozan Antlaşmasına bağlı “ Ticaret Sözleşmesi “ ne göre 1929 yılına kadar gümrük tarifelerini değiştirme hakkından yoksundu.

• Büyük Buhran 1929 yılında olmuştur.

• Devletçilik dönemi 1930 – 1938 yılları arasında olmuştur.

• Sümerbank 1933 te kuruldu.

• Etibank 1935 ‘ te kuruldu.

• Halkbankası 1938 de faaliyete geçmiştir.

• İş bankası Genel Müdürü Celal Bayar İktisat vekilliğine getirildi.

• Devlet modelinin ana öğesi ve hedefi “ Devlet Öncülüğünde Planlı Sanayileşme “ dir.

• Birinci Sanayi Planı 17 Nisan 1934 yılında yürürlüğe girdi. 1934-1938 yıllarını kapsayacak biçimde hazırlanmıştır.

• Devlet dış ekonomik ilişkileri denetim altına almaktan uzaktı. Bunun nedeni ülkenin bir merkez bankası yoktu. İşleri Osmanlı Bankası yürütüyordu.. Ayrıca Lozan Antlaşmasına bağlı “ Ticaret Sözleşmesi “ ne göre 1929 yılına kadar gümrük tarifelerini değiştirme hakkından yoksundu.







ÜNİTE – 3
• Atatürk ilkeleri 1931 de Cumhuriyet Halk Fırkasının Parti tüzüğüne , 1937de T.C. Anayasasına girmiştir.

• Batı dillerinde cumhuriyet “ republic” şeklinde yazılarak “ kamuya ait olan “ manasında kullanılmaktadır.

• Cumhuriyet Arapçada ahali, halk, büyük kalabalık demektir.

• Senedi İttifak - 1808
Tanzimat Fermanı - 1839
Islahat Fermanı - 1856
Kanuni Esasi - 1876

• Milletin istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesi Amasya Tamimi’n de ifade edilmiştir.
• Milli İradeyi hakim kılmak esastır “ ifadesi Erzurum Kongresinde ifade edilmiştir.

• Sivas Kongresinin çıkardığı gazetenin adı “İrade-i Milliye “ , daha sonra “Hakimiyeti Miliye” olmuştur.

• Cumhuriyet devlet şekli olarak egemenliğin millete ait olmasını , hükümet şekli olarak seçim ilkesini esas almıştır.

• 29 Ekim 1923 te Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir ” ifadesi anayasada yerini almıştır.

• Bağımsız tarih araştırmaları yapmak amacıyla 15 Nisan 1931 yılında “ Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti “ kurulmuştur. Bu cemiyet 1935 te “ Türk Tarih Kurumu “ adını almıştır.

• Çok partili sisteme geçiş 2. Dünya savaşından sonra olmuştur.

• Laiklik , batıda Katolik Kilisesi nin merkezi ve baskıcı yapısına karşı ortaya çıkmıştır. Fransız ihtilali ile Avrupaya yayılmıştır.

• Devlet ile din arasındaki ilişkiler 3 şekilde görülür.

a- Dine bağlı devlet sistemi
b- Devlete bağlı din sistemi
c- Laik sistem
• Türk Medeni Kanun 1926 da kabul edildi.
• Türk Devletinin Dini İslamdır. Cümlesi 1924 anayasasından 10 Nisan 1928 de kaldırılmıştır.
• Atatürk İlklerini uygulama esasları
a- Tam Bağımsızlık
b- Çağdaşlık
c- Müspet ilme ve akla sahip olmak

• Millet mektepleri Teşkilatı talimatnamesi 24 Kasım 1928 de Resmi Gazetede yayınlandı.
• 1 Ocak 1929 da Millet Mektepleri açılmaya başlandı.
• Türkiye Cumhuriyeti milliyetçilik halkçılık temeli üzerine inşa edilmiştir.
• Türk Dili Tekik Cemiyeti 12 Temmuz 1932 de kuruldu.

• Güzel sanatlar şunlardır: Resim - Heykel - Müzecilik – Müzik – Opera – Bale Tiyatro ve Sinema dır.

• Atatürke göre sanat güzelliğin ifadesidir.

• Laiklik terimi Yunanca da “ Laikos “ ve Latince de “ Laicus “ söcğünden gelmektedir.

• Küçük Kaynarca Antlaşması yılında imzalandı.

• İnkılap kelimesi Türkçe de ,Fransızcada “revolution” kelimesinin eş anlamlısıdır.


















ÜNİTE – 4

• Türkiyenin modern anlamda bir milli devlet olarak uluslar arası alanda meşruiyet kazanması Lozan Konferansı ile gerçekleşmiştir.

• İngiltere ile Musul sorunu - Fransa ile Kapitülasyonlar – Hatay ve diğer sorunlar – Yunanistan ile Ahali mübadelesi Lozan Konferansında sonuçlandırılamamış konulardır.

• 1. Dünya savaşı sonrasında mağlup devletler savaş sonrası anlaşmalar çerçevesinde oluşan statükoyu değiştirmek üzere “ REVİZYONİST “ olarak adlandırılan bir tutum benimsemişlerdir. Galip gelenler ise NTİ-REVİZYONİST bir tutum benimsemişlerdir.

• Atatürkün dış politikadaki uygulama esasları : Gerçekçilik – Tam bağımsızlık – Barışçılık – Akılcılık

• Musul sorunu Milletler cemiyeti konseyi tarafından 30 Eylül 1924 te görüşülmeye başlandı.

• Türkiye 5 Haziran 1926 da yaptığı anlaşma ile (Türkiye – Irak ve İngiltere) Musul’ u İngiltere’nin mandasındaki Irak’ a bıraktı.

• Türkiye Biriand Kellog Paktı’ na Ocak 1929 da katıldı.

• Karşılıklı garanti sistemine Akdeniz Paktı adı verilir.

• Ankara antlaşması 1921 de imzalandı.

• Türkiye – Suriye sınırı Ankara Antlaşması ile çizildi.

• Türkiye – Fransa ilişkilerini düzenleyen antlaşma Ankara Antlaşması’ dır.

• Türkiye ile Fransa arasındaki imzalanan antlaşma ikili ilişkiler antlaşmasıdır. Bu antlaşma aynı zamanda 1926 da imzalanan Dostluk ve İyi komşuluk sözleşmesidir.

• Akdeniz paktı ülkeleri : İspanya – Yugoslavya – Yunanistan ve Türkiye ‘ dir.

• Fransa ve Suriye arasında 9 Eylül 1936 da Dostluk ve İttifak Antlaşması yapıldı. 25 yıllık yapılan bu antlaşmaya göre Suriye 3 yıl sonra bağımsızlığına kavuşacak ve milletler cemiyeti üyeliğine aday olacaktı.

• Sandler raporu (sancak meselesi) 27 ocakta kabul edildi.

• Hatay devleti Eylül 1938 de kuruldu. 29 Haziran 1939 da ana vatana katıldı.

• Locarna Antlaşması 1 Aralık 1925’te İngiltere – Fransa – İtalya – Polonya – Belçika – Çekoslovakya arasında imzalandı.

• Dostluk ve Saldırmazlık antlaşması 17 Aralık 1925’te Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzalandı.

• Türkiye LİTVİNOV protokolüne Nisan 1929 da katıldı.

• Balkanlardaki akımlar : Pan-Slavizim ve Pan-Germenizim dir.

• Dostluk antlaşmaları; Türkiye – Arnavutluk ile 19 Aralık 1923 , Bulgaristan ile 18 Ekim 1925 , Yugoslavya ile 28 Ekim 1925’te imzalandı.

• Balkanlar “ Balkan halkına aittir” sözü Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a aittir.

• 1.Dünya Savaşından sonra en zararlı çıkan balkan ülkesi Bulgaristan’dır.

• Sadabad antlaşması 8 Temmuz 1937 de Türkiye – İran – Irak ve Afganistan arasında imzalandı. 5 yıl süreyle imzalana bu antlaşma ile taraflar ; milletler cemiyeti ve Briand kellog paktına bağlı kalmayı , birbirlerinin iç işlerine karışmamayı , ortak sınırlara saygı göstermeyi ve birbirlerine karşı herhangi bir saldırıya girişmemeyi taahhüt ediyorlardı.

• Sadabat paktı 1955 yılında Bağdat Paktı’nın kurulmasıyla önemini yitirecektir.
ahmet gnc
Mesajlar: 457
Kayıt: 01 Ara 2017 13:30
İletişim:

01 Ara 2017 21:09

inkılap-tarihi-2.-ünite.pdf
inkılap-tarihi-3.-ünite.pdf
Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 28 misafir