AÖF Kamu yönetimi Bürokrasi ve siyaset ders notları
Gönderilme zamanı: 01 Ara 2017 10:39
BÜROKRASİ VE SİYASET DERS NOTLARI
BÜROKRATİKLEŞMEYE NEDEN OLAN FAKTÖRLER
Weber ve onu yorumlayanların görüşlerini dikkate alarak bu faktörleri,
1. Hacim
2. Devletin Gelişmesi
3. Ulus – Devlet
4. Kapitalist Sistem
5. İdeolojik ve Siyasal Nedenler
6. Özel İdari Sorunlar ve İhtiyaçlar
7. Sanayileşme
8. Demokrasi ve Eşitlik Düşüncesi
9. Sosyal Şartlar
Olmak üzere dokuz ana başlık altında toplamak mümkündür.
A. HACİM
Yapılan işlemlerin hacim bakımından büyümesi, bürokratikleşmeyi teşvik etmiştir. Çünkü bürokrasiler, büyük çaptaki idari, siyasi ve iktisadi fonksiyonları yürütmek için oluşturulmuş mekanizmalardır.
Bir kişinin ya da bir ailenin yönetebileceği işler, bürokratik bir nitelik göstermezler. Örneğin bir mahalledeki bakkal dükkanını düşünelim. Söz konusu dükkan, yapısı küçük olduğu için bir kişi tarafından işletilmesinde sorun ortaya çıkmaz. Ancak bakkal, dükkanını genişletip süper markete dönüştürmeye karar verdiği zaman, işletmenin hacmi büyüyecek, çeşitli fonksiyonlar ortaya çıkacak ve bunlar için çeşitli personele ihtiyaç hissedilecektir. Kasaya yeni personel ihtiyacı duyulacak boş alan rafları dolduracak personeller, güvenlik için personeller hasılı süper marketin gerektirdiği şekilde işletilmesi için çeşitli personelin istihdamı zorunlu olacaktır. Böylece, söz konusu görevliler arasında iş bölümüne gidilecek, otorite hiyerarşisi kurulacak, dosyalar hazırlanacak, belirli ilkeler ve kurallar konulacak ve yönetim profesyonelleşecektir. Görüldüğü gibi bu özellikler, bürokratikleşmenin asgari unsurlarını oluşturmaktadır.
Tarihin ilk dönemlerinde, ülkelerin çoğu küçüktü; büyük olanlarda bile merkezi yönetim basit bir görünüm sergilemekteydi. Hükümetin dışında, çok az Formel örgüt bulunmaktaydı. Modern uluslar ise, milyonlarca yurttaş, büyük ordulara, dev şirketlere, her alana yayılmış kamu örgütlerine, büyük sendikalara ve sayısız gönüllü kuruluşlara sahipler Şüphesiz büyüklük, tek başına bürokrasiyi zorunlu hale getirmez, fakat büyük yapılı örgütlerin karşılaştıkları sorunlar, bürokratikleşmeyi ortaya çıkarır.
B. DEVLETİN GELİŞMESİ
Geniş anlamda bürokratik otoritenin ve memur sınıfının ortaya çıkışı, devletin gelişmesiyle paralellik gösterir. İlk topluluklar, klan ve kabile gibi, kan bağına dayalı bir yapıya sahiptirler. Toplumda yöneten ve yönetilenlere göre belirlenmiş idari birimler yoktu.
İlk devletlerin ve bürokrasilerin ortaya çıkışında, sulama sistemi, din, ticaret, nüfusun büyümesi ve savaş gibi faktörlerin önemli rolü olmuştur. Nitekim tarihçiler, Çin bürokrasinin gelişmesinde en önemli etken olarak dış tehlikelere karşı korunma ihtiyacı olduğunu belirtirler. Bürokrasi kavramı ilk olarak 18. yüzyılda devletin ve memurların toplum üzerindeki etkilerini anlatmak için ortaya çıkmıştır.
Modern devlet bürokrasisi, feodalitenin harabeleri üzerine kurulmuştur; bürokratların nüfus ve iktidarı, derebeyleri ve prenslerin hükümranlığının yerini almıştır.
16 – 18. yüzyıllar arası, batıda mutlak monarşiler dönmedir. Mutlak monarşilerin gelişmesinde Roma hukukçularının Roma Hukukunu yeniden yorumlama suretiyle halkın egemenlik hakkını krala verdiler.
Avrupa’da mutlak monarşilerin kademeli olarak ortaya çıkışı ile birlikte devlet tarafında yürütülen hizmetlerde artış gösterdi. Denilebilir ki, modern biçimdeki devlet aygıtının ve bürokratik yapının gelişmesi, mutlak monarşilerin ortaya çıkmasında sonra gerçekleşti. Bu dönem de devlet ekonomik ve sosyal hayat müdahale etmeye başladı Merkantilizm, bir devlet politikası haline geldi. Yerel hizmetler genel ve ulusal bir nitelik kazandı ve devletin ilgi alanlarına girdi. Bu gelişmenin anlamı, yerel hizmetlerin merkezileşmesi ve dolayısıyla merkezi yönetimin yapı ve fonksiyon itibariyle büyümesi demekti.
Avrupa’da güçlü hiyerarşik merkezi yönetim kurumlarının gelişmesi, modern ulus – devlet sisteminin ortaya çıkmasını sağlayan önemli unsurlardan biriydi.
C. ULUS – DEVLET
Batıda modern ulus – devlet sistemi, önce Fransa’da ortaya çıktı. Fransız ihtilali ve Napoleon iktidarı, devlet ve kamu yönetimi sisteminin köklü olarak yeniden biçimlenmesi sonucunu doğurdu.
19. yüzyılın başında, siyasal sistemin egemen bir biçimi olarak ulus – devlet kavramı gelişirken, milletin işlerini görmenin bir aracı olarak da modern kamu bürokrasisi ortaya çıktı. Fransız ihtilali devlet kavramın gayri şahsileştirdi. Önceleri devletler. Başındaki yönetici ile kimlikleniyordu ve “yönetici – devlet” olarak kavramlaştırabileceğimiz, kral ile devlet arasında bir mülkiyet ve egemenlik ilişkisi bulunmaktaydı.
Bu dönemde siyasal gücün krallardan parlamentoya geçmeye başladığını görmekteyiz. Siyasetin ve devlet yapısının niteliğine göre kamuda çalışanların statüsü nitelik kazanmaya başlamıştır. Fransa’da kamu görevlisi kavramı Anglo – Sakson ülkelerinden farklı olarak “kamu hizmetçisi” olarak değil, “kamu yetkilisi” olarak düşünülmüştür. Kamu görevlilerinin sadakati, krala değil, millete ve onun kanunlarına oldu. Weberyen terminolojiye göre, patrimonyalizmden, yasal – rasyonel bürokratik yönetime doğru bir evrim yaşandı.
Bu yeni devlet yapısında, her bir yurttaş, ülkenin egemen otoritesi ile doğrudan ilişkili hale geldi ve vatandaşlık kavramı genelleştirildi.
Öte yandan Merkantalist politika, geniş kapsamlı yasal düzenlemeleri gerektiriyordu. Çünkü bu yasal düzenlemeler, ticari ve toplumsal ilişkilerin istikrarlı ve güvenli bir şekilde işlemesi için zorunluydu.
Teritoryal yönetim hiyerarşisi, İçişleri Bakanının emri altında üç kademeli olarak yeniden örgütlendi.
Avrupa’da ulus – devletin gelişmesinin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunları, ekonomik değişme, Reformasyon, savaş ve savaşın sonuçları ile başka kültürlerle temas sonucu artan toplumsal bilinç olarak özetlemek mümkündür.
Merkantilizm, devletin ekonomik gücünü, rakip devletlerin etkilerinden korumak ve içeride sermaye birikimini artırmak amacıyla ulusal ekonominin hükümet tarafından düzenlemesini hedeflemiştir.
Reform ise, Katolik Kilisesinin parçalanması ve hükümdarların tercihlerin bağlı ulusal kiliselerin doğması sonucunu doğurmuştur. Bu durum, dini ve sivil otoriteyi birleşirmiş ve laikliğin ulusal temelde biçimlenmesine yol açmıştır.
Öte yandan, ulaşım olanaklarının gelişmesi, matbaanın bulunuşu, dı ticaretin artması ve yeni keşifler, değişik kültürler arsındaki farklılıklar konusunda toplumların daha çok bilinçlenmesi sonucunu doğurmuştur.
Askeri etkenleri devletlerin toprak sınırlarını biçimlendirmeye ve korumaya yardımcı olmuş; sık sık çıkan savaşlar da, ulusal bilinci uyandırmıştır.
Siyasal iktidar, feodal düzenden krallıklara, oradan da ulus devlet yapılarına geçişte sürekli güçlenmiş; her yeni devrimle veya her yeni kitlesel hareketle daha yaygınlaşmış ve gelişmiş tir.
Devletin her alana yayılması, ayrıntılı düzenleme ile gelişmiş bir kamu bürokrasisini ortaya çıkarmış, bu da sivil toplumun alanını daraltmış ve ayrıca denetimini kolaylaştırmıştır.
Ekonomik ve siyasal açıdan ulus – devletler, sanayi toplumuna ait bir fenomendir ve günümüzde ise işlevsizleşmiştir. Devletin merkeziliği yerine, güç ve iktidar, yerel ve özerk kurumlarla sivil topluma doğru kaymaktadır. Ayrıca ulus üstü örgütlemeler, devletlerin egemenlik alanlarını daraltmaktadırlar. Böylece ulus – devletlerin merkezi otoriteleri, hem üstten ve hemde alttan çift yönlü olarak daralma sürecine girmiştir.
D. KAPİTALİST SİSTEM
Kapitalizmin bürokratikleşmeye etkisi konusu, iki biçimde ele alınmaktadır. Birinci yaklaşım, rasyonel bir örgüt biçimi olarak bürokrasinin, hem kamunun, hem de özel işletmelerin gerekleriyle uyumlu olduğu yöndedir. İkinci yaklaşım, bürokratikleşmeyi devletin piyasa ekonomisine müdahalesi olarak değerlendirir.
Birinci yaklaşım, kapitalist sistemin, yasal – rasyonel bürokrasinin gelişimini hızlandırdığını savunur. Kapitalizm, genelde rasyonel bürokratik örgüt modeline ihtiyaç gösterir. Weber daha önce de belirtildiği üzere, işin “hesaplanabilir kurallara göre” ve “kişisellikten arınmış” bir biçimde yürütülmesi üzerinde durur ve bürokrasinin bu özelliği ile kapitalizm arasında bir uyum olduğunu vurgular.
İkinci olarak, devletin piyasaya müdahalesinin bürokratikleşmeye neden olduğu konusuna gelince, bu konuda iki farklı görüş bulunmaktadır.
Birinci görüşe göre bürokratikleşme; piyasadaki tekelleşmenin bir sonucudur. Serbest piyasa sisteminde, rekabet ve teknik yenilikler, büyük ölçüde işbölümünü zorunlu hale getirir.
Tekelci bir firma yada her hangi bir özel sektör kuruluşu, kendini yaptırım riskinden ve iş hayatındaki olası değişikliklerden korunmak için hükümetin desteğine ihtiyaç hisseder.
Bu nedenle, özel sanayi kuruluşlarında olduğu gibi devlette de bürokrasi, kapitalizmin ortaya çıkardığı güçlerin bir ürünüdür.
İkinci görüşe göre bürokratikleşme; devletin kapitalist ekonomiye müdahalesinin bir sonucudur. Devlet çeşitli nedenlerle ekonomik hayatı düzenleme görevini üstlenince, bu amaçla birçok iktisadi ve idari birimler meydana getirir. Bu müdahale, piyasa ekonomisinin rekabet mekanizmasını bozar ve tekellerin gelişmesini sağlar.
Her iki görüş, diğerinin ihmal ettiği noktanın önemini vurgulamaktadır. Ekonomik gücün belirli ellerde toplanmasını, bürokratikleşmenin temel nedeni olarak görenler, bürokrasinin bünyesindeki genişleme ve büyüme eğilimini gözden uzak tutmaktadırlar. Piyasada tekeller olsa da olmasa da devlet, piyasaya müdahale etmek eğilimindedir. Öte yandan, bürokratikleşmeyi devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin bir sonucu olarak değerlendirenler, firmaların tekelci eğilim içinde olduklarını kaçırmaktadırlar. Firmaların tekelci eğilimi, devletin ekonomi politikasından bağımsız bir faktördür.
Devletin piyasaya müdahale politikası, 1980’lerin başından itibaren köklü bir değişimi uğramıştır. Özelleştirme, deregülasyon ve devletin küçültülmesi politikalarını uygulamaya koyarak piyasa sisteminin güçlenmesini sağlayacak adımlar atılmıştır. Böylece iktisadi devlet kuruluşları, birer birer özelleştirildi, devlet tekelleri ortadan kaldırıldı ve devletin piyasa üzerindeki kısıtlayıcı denetimine son verildi. “Daha az kamu, daha çok piyasa” olarak ifade edilebilecek bu politikalar devletin ekonomi bürokrasisini büyük ölçüde azalttı.
Küreselleşme ile birlikte uluslar arası mal ve sermaye hareketleri hız kazanmış, geleneksel gümrük politikaları büyük ölçüde terk edilmek zorunda kalmıştır.
Küreselleşmenin ülkelerin kamu ve özel bürokrasileri üzerinde önemli etkiler yapmakta olduğunu belirtmek gerekir. Küreselleşme, her şeyden önce ulus – devlet kurumlarının değişimini ortaya çıkarmıştır. Artık egemenlik, ya hep, ya hiç konusu olmaktan çıkmıştır. Ulusal egemenlik kavramı sınırlandırılmakta ve uluslar üstü kuruluşlar paylaşılmaktadır.
Devletin ekonomi üzerindeki rolünün “müdahalecilik” ten “hakemliğe” doğru bir değişim sürecine girmesiyle, devletin iktisadi işletmeleri özelleştirilmeye başlamış, piyasa ekonomisinin üzerindeki yasal ve kurumsal engeller kaldırılmış ve böylece piyasa aktörleri güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu yapılırken piyasada hakemlik görev yapacak “düzenleyici üst kurullar” oluşturulma yoluna gidilmiştir. Ülkemizde bu amaçla, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu ve Rekabet Kurulu gibi “üst kurulur bürokrasisi” ortaya çıkmıştır.
E. İDEOLOJİK VE SİYASAL NEDENLER
Bürokratikleşme, yalnızca kapitalist sistemin hareketlendirdiği bir olgu değildir. Komünist ülkelerde, devlet ve toplum düzeninin Marksist ideolojiye göre yapılandırılmasında, Weber’in bürokrasi modelinden geniş ölçüde yararlanılmıştır. Güçlü bir ordu, polis örgütü, kamu haberleşme sistemi, parti örgütü ve devlet işletmeleri, bu ülkedeki bürokratikleşmenin somut göstergeleridir.
Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan refah devlet kavramının fikir babası olan John Maynard Keynes, bir sosyalist değildi, fakat kapitalizmin rasyonel olmayan bazı özellikler taşıdığını kabul ediyordu.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı dolayısıyla geliştirdiği, işsizlik ve durgunluk dönemlerinde devletin müdahalesiyle toplam talebin arttırılması gerektiği yönündeki görüşleri uygulama alnı bulmuş ve böylece karma ekonomi düzeni kurulmuştur. Buradan hareket eden Giddens, İngiltere’de karma ekonominin ulusallaşmaya neden olduğunu vurgular.
Kamu iktisadi kuruluşları, devletin toplum üzerindeki siyasal gücünü arttırmanın bir aracıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik araçlar siyasal otoritenin gücünü arttırmak amacıyla kullanılmaktadır. Yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelerde iktisadi devlet kuruluşları, milliyetçiliğin ve egemenliğin bir sembolü olarak görülmüş ve teşvik edilmiştir.
F. ÖZEL İDARİ SORUNLAR VE İHTİYAÇLAR
Zamanla ortaya çıkan bir takı idari sorunlar ve ihtiyaçlar da bürokratikleşmenin sebepleri arasında yer almaktadır. Örneğin eski Mısır’da, ülke genelinde su kanallarının yapılması ve yönetilmesi sorunu, tarihte biline ilk büyük ölçekli bürokrasilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çöllerin çevrelediği Nil Vadisi, sosyal ve ekonomik gelişme için uygun doğal bir ortam meydana getirmekteydi. Nil nehrinin düzenli taşmasıyla vadi verimliydi. Mısırlılar bu doğal ortamı değerlendirmek için kanal, sarnıç yada bent sistemi geliştirdiler. Sulama sistemin korunması, bakımı ve yönetimi için “katipler” adı verilen bir memurlar grubu ortaya çıktı.
Osmanlı Devleti’ de genişleyen topraklarını ve sınırlarını korumak ve fetihleri arttırmak için oluşturduğu Yeniçeri Ocağı bu duruma ilginç bir örnektir.
G. SANAYİLEŞME
Bürokrasinin gelişmesini sağlayan faktörler içinde sanayileşmenin özel bir yeri vardır. Sanayileşme, üretimin rasyonelleşmesi, makineye dayalı hale gelmesi ve artması olduğu kadar, yeni sorunların ve taleplerin de gelişmesi demektir. Fabrika sisteminin gelişmesi; şehirlerin büyümesi, altyapı, işsizlik, konut, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi bir çok sosyo – ekonomik sorunları beraberinde getirmiştir.
Ayrıca, sanayileşmeye bağlı olarak ortaya çıkan teknik bulgular da, bürokratikleşmeyi arttırmıştır. Bunun en tipik örneği, otomobilin ve uçağın icadıdır. Otomobil icat edildikten sonra, her ülkede çok çeşitli kurumlar ve kurullar ortaya çıkmaya başlamıştır. Yoların yapımı ve bakımı ile ilgili merkezi ve yerel düzeyde birimler kurulmuş ve yollardaki trafik düzenini sağlayacak polis teşkilatı kurulmuştur. Uçağın icat edilmesiyle de benzer düzenlemeye ve örgütlenmeye gidilmiştir. Günümüzde internetin ortaya çıkmasıyla yeni yasal düzenlemeler yapma ihtiyacı belirmiştir.
H. DEMOKRASİ VE EŞİTLİK DÜŞÜNCESİ
Modern siyasal sistemlerin gelişiminde, iki ana çizgi dikkati çekmektedir. Bunlardan birincisi, siyasal iktidarın daha yaygın kitle tabanına dayanması; ikincisi ise, bireyle siyasal iktidar arasındaki ilişkilerde herkesin aynı yasa hükümlerine tabi olması ya da yasal eşitliğidir. Toplumdaki eşitlik istekleri ile, bunun beraberinde getirdiği genel kurallar ve genel kuralların güçlendirdiği aşırı merkeziyetçilik, bürokrasinin gelişmesindeki sebeplerden birisi olarak kabul edilmektedir.
Genellikle yönetimler, işlem ve eylemleri yürütürken tek biçimliliğe önem verirler. Tek biçimlilik, yönetimi ayrıntılarla uğraşmaktan kurtarır. Her bireye ayrı ayrı işlem yapmaktansa, bütün bireylere aynı işlemi ve aynı kuralı uygulamak daha sağlıklı ve kolay bir yoldur. İşlemleri standart hale getirmek bürokrasinin önemli özelliklerindendir.
İ. SOSYAL ŞARTLAR
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız bürokratikleşmeye neden olan şartlar, bütün ülkelerdeki örgütleri açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü bazı ülkelerdeki kamu örgütleri yada özel işletmeler daha bürokratik, diğer bazılarında ise, daha az bürokratiktir. Bu farklı yapılanma, sosyo – kültürel yapı ve bürokratikleşme arasında bir ilişki olduğunu hatıra getirmektedir.
Örgütlerin faaliyet gösterdikleri ortamlarını, çevrelerini, ve şartlarını incelemeden onları açıklamak pek kolay olmaz. Çünkü örgütler, boşlukta işleyen mekanizmalar olarak görülemezler. Kamu örgütleri çeşitli çevresel unsurların altındadır. Bu unsurlardan en büyüğü ve en geniş olanı büyük bir toplumdur.
Örgütlerin çevresini oluşturan diğer önemli unsur ise, siyasal sistemdir. Yönetsel sistem ve bürokrasi, siyasal sistemin uygulamaya ilişkin kolunu oluşturur. Her örgüt, sosyal, ekonomik ve siyasal sistemin çevrelediği bir ortam içinde faaliyetini sürdürür. Bürokrasinin en geniş çevresini, genel sosyal sistem yada toplum meydana getirir. Onun altında ekonomik sistem yer alır. Bürokrasinin en yakın çevresini ise, siyasal sistem oluşturur. Siyasal sistemde, yönetsel alt sistemle bürokrasiyi içerir. Bürokrasiyi çevreleyen sistemlerde meydana gelen değişmeler, şüphesiz bürokratik yapı ve işlemlerde de belirli etkiler meydana getirirler.
Belirttiğimiz bu çevresel unsurlar, kamu yönetiminin ekolojisidir. Bürokrasi bu ekolojik ortamda işlemekte ve ondan etkilenmektedir. Kamu yönetiminin ve bürokrasinin çevresini daha iyi değerlendirebilmek için kültürü,”toplumsal”, “siyasal” ve yönetsel olmak üzere üç düzeyde ele alabiliriz.
Genel olarak kültürün bürokrasi üzerindeki etkilerini somut olarak değerlendirebilmek için kurumların personel alma politikalarını ele alalım. Bu konudaki uygulamaları tanımlamak için “başarı” ve “sosyo – kültürel özellikler” olmak üzere iki kriter kullanılır. Başarıyı esas alan bir toplumdaki bireylerin konumunu, onların yaptığı işler ve kabiliyetleri belirler. Doğal olarak kurumlara alma ve yerleştirme politikaları da, büyük ölçüde bireylerin başarısına ve teknik niteliklerine göre yürütülür.
Oysa sosyo – kültürel değerlere yönelmiş bir toplumda ise bireylerin konumları, sınıf, ırk, dil, din, mezhep vb. özelliklerine göre tayin edilir. Kurumların personel politikaları da, teknik niteliğe göre değil, daha çok söz konusu sabit kişisel değerlere bağlı olarak şekillenir. Başarı kriterinin, genel olarak “modern” toplumlarda; sosyo – kültürel özelliklere dayalı kriterin ise “geleneksel” toplumlarla bağlantılı olduğu söylenebilir.
Kültürel farklılıklar, her ülkenin bürokratik yapısında ve personelin davranışlarında kendini göstermektedir. Örneğin, İngiltere’de kamu yönetiminin işleyişi ve kararların alınışı, daha çok kişisel görüşme ve pazarlık yöntemiyle sağlanmaktadır.
BÜROKRASİ VE SİYASET
Genellikle bütün modern örgütler, iki temel unsurdan meydana gelmektedir.
1. Temsili mekanizma
2. Hiyerarşik mekanizma
Temsili mekanizma, üst düzeyde kararlar alan ve hedefler belirleyen organdır. Hiyerarşik mekanizma ( bürokrasi ) ise, alınan kararları yürütmek ve belirlenen amaçları gerçekleştirmek amacıyla çalışır.
Hem sağdaki ve hem soldaki kimi çağdaş düşünürler, bürokratik güçten endişe duymaktadırlar. Soldaki bazı düşünürler, bürokratik kurumları, emperyalist güçlerin zayıf ulusları egemenlikleri altına almaları, fakir halkın baskı altında tutulması gibi durumlara sebebiyet vermesinden dolayı eleştirmişlerdir.
Sağcılar da bürokrasiyi, enflasyon, yüksek vergiler, yoğun düzenlemeler yüzünden bireysel inisiyatiflerin zayıflatılması nedeniyle suçlamışlardır.
Önemli olan demokratik toplumlarda bürokrasinin, bürokratların ya da bazı çıkar gruplarının özel menfaatlerinin değil, toplumun yararına hizmet yapmasını sağlayacak denetimi etkin bir biçimde kurmaktır.
TEORİK ÇERÇEVE
Bürokratlarla siyasetçiler arasındaki ilişkilerin ne olması gerektiği konusundaki akademik tartışmalar, üç farklı yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır;
1. Yaklaşım
Bürokrasi ve bürokratların, temsili demokrasilerde seçimle iş başına gelmiş politikacılar tarafından sıkı kontrol edilmesini öngörür.
Bu yaklaşımı savunanlar, ister otoriter, ister monarşi veya seçimli demokrasi, isterse sosyalist ya da kapitalist sistemlerde bunun geçerli olduğunu, siyasetçilerin mutlaka bürokrasi ve bürokratların üzerinde demetim kurmasının kaçınılmazlığını belirtirler.
Bu yaklaşım, siyaset ile yönetimin bir birinden ayrılması esasına dayanır; siyasetçilerin rolünün siyasa yapımı olduğu, bürokratların rolünün ise alınan siyasa kararlarını uygulamaktan ibaret bulunduğunu savunur.
Weber’in bürokrasi modelinde bürokrat, tarafsızlık, uzmanlık bilgisi ve üstlerin itaat özelliklerine sahiptir. Onun görevi, kuralları ve üstlerinden gelen emirleri uygulamaktır. Düşünceleri, üstlerinden farklı olduğu durumlarda, onları bir kenara bırakıp üstlerinden aldığı emirleri sadakatle yerine getirmeleridir.
2. Yaklaşım
Aykırı bir görüşü savunur ve siyaset – yönetim ayırımını reddeder; bürokrasinin idari rolü olduğu kadar, siyasi rolünün de bulunduğunu; bürokratların genel olarak yönetişim ve siyasi yapım sürecinin dahili bir unsuru olduğunu belirtir.
Bu görüşü savunanlara göre, bürokratlarla siyasetçiler arasındaki ilişki, Hiyerarşik değil, akıcı, interaktif, tamamlayıcı ve iç içe girmiş bir nitelik gösterir.
3. Yaklaşım
Yeni gelişmekte olan ve dikkatlerin üzerinde yoğunlaştığı bir düşüncedir; üst düzey bürokratlara idari sistemde siyasetçiler karşısında bazı özerk yetkilerin verilmesinden yanadır.
Bu yaklaşımı savunanlara göre, üst düzey bürokratların yetkilendirilmesi
,genel kamu yararının geliştirilmesini sağlayabilir; siyasal gücün potansiyel olarak kötüye kullanılmasına ve güçlü çıkar gruplarının imtiyazlarına engel olmasına hizmet edebilir.
Ayrıca girişimci ve verimli idare anlayışının geliştirilmesine ve dolayısıyla kamu hizmetlerinde ekinliğin arttırılmasına yardımcı olabilir. Bu yaklaşım son zamanlarda Dünya Bankası ve IMF gibi uluslar arası kuruluşların, özellikle ekonomi yönetimlerinde önerdikleri modeldir.
Bürokrasinin Güç Kaynakları
Bürokrasinin önemli bir güç merkezi olmasını sağlayan çeşitli kaynaklar, faktörler bulunmaktadır. Bunlar şöyle sıralanmaktadır.
1. Bürokratik kurumların elinde tutuları güç, bilgi ( enformasyon ) ve uzmanlıktır.
Bürokrasi, bilgileri toplayan, arşivleyen işleyen ve yöneten bir kurumdur. Her siyasi ve idari karar, belirli bir bilgi tabanına dayanır. Siyasi yöneticiler yada organlar, her hangi bir konuda karar alabilmek için, her şeyden önce bürokrasinin sahip olduğu enformasyona itibar etmek zorundadır.
Bürokrasi, eksik yada aşırı veya yanlış bilgi vermek suretiyle siyasi kurumları sabote edebilir. Aynı tarza da astların üstlerini sabote etmeleri mümkündür. Buna “bürokratik sabotaj” denilir. Bürokratlar onaylamadıkları işler ya da kararlar konusunda “bekletme” ve “geciktirme” stratejisi takip ederler.
2. Hızlı karar alabilme iktidarıdır.
Bürokrasiler, her ne kadar kırtasiyecilik ve verimsizlik gibi suçlamalara muhatap olsalar da; toplanma, serbest tartışma ve oylama gibi çok az işlemsel kurallara sahip oldukları için, yasama organına göre daha çabuk ve hızlı karar alabilmektedirler.
Yasama organına göre daha hızlı karar alma ve teknik enformasyonu daha iyi kullanma kapasiteleri nedeniyle, bürokratik organizasyonlara giderek artan oranda otorite devredilmektedir. Yasama organının, hızlı hareket edebilme esnekliği sebebiyle yürütme organı ve bürokrasiye bıraktığı düzenleme yapma yetkisi her geçen gün atmaktadır. Kanun hükmünde kararnamelerin ve yönetmeliklerin artan sayısı, bu konuda en önemli örneklerdir.
Her hangi bir politik görüşe dayanmaması, partizan politikalardan uzak oluşu yada siyasal tarafsızlığı ve teknik uzmanlığı gibi nedenlerle,bürokratik kurumların aldığı kararların, siyasal kurumlarınkinden teknik özellikler bakımından daha üstün olduğu görüntüsü ortaya çıkmaktadır.
3. Daimi ve istikrarlı bir statünü avantajıdır.
Siyasi iktidarlar değişir, fakat kamu bürokrasisi her hangi bir aksamaya meydan vermeden hizmetleri yürütmeye devam eder; memurlar görevlerinin başındadır. Onların görev süreleri, hükümetlere bağlı değildir. Daimi ve istikrarlı statüleri nedeniyle bürokratlar; neyin, ne zaman, nasıl yapılacağını, siyasetçilere göre daha iyi bilirler.
4. Kurum ideolojisi
Kurum ideolojisi, bir örgütün kendi faaliyet alnında geliştirdiği yaklaşım, program, siyasa ve anlayışlardan meydana gelir.
Kurum ideolojisinin “yumuşak” ve “sert” olmak üzere iki biçiminden söz edilir. Kurum ideolojisinin yumuşak versiyonu, örgütün onayladığı ve bir düşünce demetinden oluşan mevcut programdır.
Kurum ideolojisinin sert versiyonu ise, bir örgütün mevcut siyasalarını korumakla yetinmeyip, yeni bir siyasa öncelikleri demetini kabul ettirmek için çalışmasıdır.
Bu kısmen, bürokratların uzman oldukları alanlarda, siyasanın daha iyi nasıl olacağı konusunda geliştirmiş oldukları düşüncelerden kaynaklanır.
Avrupa Birliği, Dünya Bankası, Uluslar arası Çalışma Örgütü ve IMF gibi kuruluşların, hükümetlerin ne yapması gerektiği, yada bazı alanlardaki politikaların ne olması gerektiği konusundaki görüşleri bürokratların düşüncelerini etkilemektedirler.
Bakanlar çoğu durumlarda bakanlık bürokrasinin görüşlerini kabul etmek durumunda kalırlar. Çünkü onlarla mücadeleyi göze alamazlar. Bu konuda ilginç bir olay1920’lerde Almanya’da yaşanmıştır. Sosyalist bir iktisatçı olan Rudolf Hilferding, Alman Weimar Cumhuriyetinin 1923 yılında Maliye bakanlığı görevine getirilir. Bakanlık bürokratları, kendisiyle farklı görüşte oldukları için bakana kızarlar ve Bakanlığı onsuz yönetmeye karar verirler. Onun masasına önemli hiç bir şey götürmezler. Bu durum, bakanın sinir sistemini bozar ve hastalanmasına nede olur. Bir süre tedavi gören bakan göreve döndüğünde, bürokratlarıyla iş birliği yapmasının önemini kavrar; onlardan bağımsız önemli siyasi inisiyatifler kullanmayacağını ve bürokratların siyasi güce sahip olduğunu kabul eder.
5. Öncekilerle irtibatlı olarak profesyonelliktir
Eskiden devletler, bu gün olduğu gibi, özel olarak eğitilmiş ve uzmanlaşmış idari personele bağımlı değildiler. Devletlerin oldukça sınırlı bir hizmet alnı vardı. Birinci Dünya savaşından sonra devletlerin görevleri ve hizmet alanları genişledi ve klasik devlet kavramı, “hizmet devlet” ne dönüştü. Böylece devletlerin profesyonel görevlilere gereksinimleri arttı.
Kamu yönetiminde “bürokrat” ve “teknokrat”lardan oluşan yeni bir “yönetici sınıf” ortaya çıkmıştır.
İşletmelerin mülkiyeti ile onların yönetimi birbirinden ayrılmıştır. İşletme sahipleri, işletmelerin yönetimini profesyonellerden oluşan yeni bir yönetici devretmiştir. Bu gelişme “idari devrim” olarak nitelendirilmiştir.
6. Bir kurumun bakanlık modeli dışına çıkarak özerk olarak örgütlenmesidir.
Bilindiği gibi kamu kurumlarının bazıları, bakanlığın hiyerarşik yapısı içinde örgütlenmemekte, özerk statülü birimler olarak yapılanmaktadırlar. Bakanlık esasına göre örgütlenmek, genel müdürlük ve daire başkanlığı biçiminde bir bakanlığın hiyerarşik yapısı içinde yer almak demektir. Özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra gelişme gösteren, ne merkezi yönetim, ne de yerel yönetimler içinde yer almayan çeşitli sosyal ve ekonomik hizmetleri görmek amacıyla oluşturulan ( bizdeki kamu iktisadi teşebbüsleri, TRT, Emekli sandığı ve SSK vb. ) özel amaçla kamu kurumları, özer birimler olarak örgütlenmişlerdir.
7. Planlama ve bütçeleme
Planlama; alan kullanımı, ekonomi, ulaşım, haberleşme, konut, istihdam, eğitim ve sağlık gibi çeşitli konuları kapsamaktadır. Birçok ülkede sosyal ve ekonomik politikalar, merkezi, bölgesel veya yerel düzeydeki bürokratik planlama örgütleri tarafından belirlenmektedir.
Planlama, bürokrasiye, kendi pozisyonunu güçlendirecek ve siyasi iktidarı etkileyecek teknik araçlar sunmakta; birçok önemli ve hassas konuların siyasi karar organlarının yetkisi dışına çıkarılmasına neden olmaktadır.
Planlamacılar, planlama işine daha çok zaman ayırdıkları ve bu konularda uzmanlaştıkları için, politikacıları kolayca etkileyebilirler.
Bütçeleme de, planlama gibi, bürokrasinin siyasi iktidar karşısında gücünü arttıran bir başka araçtır. Bütçeleme, hem bürokratlara, hem de siyasetçilere, biri birini etkileyecek önemli araçlar sunmaktadır. Bütçeleme işlev olarak uzmanlığı gerektiren teknik bir iştir.
Politikacılar, bazı kamu kurumlarının kaynaklarını arttırmak ya da kısmak suretiyle bürokrasi üzerinde önemli bir güç kullanabilirler.
8. Danışma kurulları
Bu danışma kurulları ya da komiteleri, bürokratlardan ve bazı mesleki kamu kurumları gibi baskı gruplarının temsilcilerinden oluşur. Baskı gruplarıyla da bağlantılı oldukları için, bürokratik gücün gelişmesine imkan sağlarlar. Bu kurullara havale edilen konular, genellikle siyasi yöneticiler tarafından kolayca çözülemeyen sorunlardan oluşur.
Bazı alanlarda danışma organlarının kullanılması, kısa vadede belki siyasi aktörlerin yararına hizmet edilebilir, ancak uzun dönemde kamu siyasalarının üzerinde bürokrasinin gücünü artırır.
Siyasi Kurumların Güç Kaynakları
Siyasi liderler ve siyasi kurumlar, bürokrasi ile ilişkilerinde önemli olanaklara, güç kaynaklarına sahiptirler. Bunlar şu konularda yoğunlaşmaktadır. Bu güç kaynakları;
a) Siyasi Kurumların Meşruiyeti
Siyasi kurumlar, formel ve anayasal olarak, kamu politikalarını belirleme ve yapılması gerekenleri yaptırma konusunda meşru otoriteyi temsil ederler. İster yetki devretmek, ister para sağlamak yada olur vermek suretiyle bürokratik kurumların yaptığı işlemler, anayasaca tanımlanan siyasi kurum ya da aktörler tarafından uygun bulunmak; dolayısıyla meşrulaştırılmak mecburiyetindedir.
b) Paranın Bütçe Süreci İçinde Dağıtılmalarıdır.
Bütçe yapma ve vergi koyma yetkisi, siyasi kurumların yetkisindedir. Her bürokratik kurumun, varlığını deva ettirebilmek, gelişebilmek ve büyüyebilmek için paraya ihtiyacı vardır. Bürokratik kurumlar, siyasi organları gerekli olan parayı kendilerine tahsis etmeleri için ikna etmek ya da etkilemek durumundadır. Bütçeleme süreci, bürokratik politikalarda önemli etkileşim noktalarından biridir.
c) Siyasi Kurumların Temsili Niteliği
Bilindiği gibi siyasi kurumlar, genel, bölgesel veya yerel yada kurumsal düzeyde belirli bir seçmen tabanına dayanır. Böylece siyasi kurumlar, seçmenler, siyasi partiler ve baskı grupları ile olan ilişkileri vasıtasıyla siyasi güçlerini harekete geçirebilme ve genişletme imkanına sahiptirler. Siyasi kurumlar soruşturma, denetleme, basın toplantıları, demeçler, seçim kampanyaları, parlamentodaki tartışma ve görüşmeler gibi çeşitli araçlarla kamuoyunda bürokrasiye karşı etkin mücadele yürütebilir.
Siyasi liderler, bürokrasinin gücünü frenlemek istediklerinde, mevcut bürokratik yapının dışında, o konu ile ilgili kendilerine bağlı uzman personel kadrolarını ve bilgi kaynaklarını geliştirebilirler. Bu karşı personel ve alternatif enformasyon kaynağı, o alanda bürokrasinin bilgi ve uzmanlık tekelini kırabilir; onun kontrol edilmesi ve frenlenmesinde önemli bir araç olarak kullanılabilir.
Ülkemizde Başbakanlık bünyesinde maliye, ekonomi güvenlik, savunma ve dış politika gibi çeşitli konularda istihdam edilen uzman ve müşavirler, zaman zaman bu tür karşı personel ve bilgi kaynağı olarak işlev yürütmektedir.
d) Yeni Kamu Yönetiminin Sunduğu Olanaklar
Siyasi aktörlerin, bürokrasiye karşı kendi güçlerini genişletmek amacıyla 1980’den sonra kullandıkları diğer bir araç da, yeni kamu yönetiminin sunmuş olduğu olanaklardır. Önce İngiltere’de ve ABD’de başlayan ve daha sonra yayılan bu yeni kamu yönetimi anlayışı, geleneksel yönetim ve yönetici anlayışını değiştirmiştir, kamu kurumlarının yönetimine işletme kavramını sokmuştur. Dolayısıyla 1980’den sonra bu yönetim anlayışını benimseyen ülkelerde siyasi aktörler, bürokratlarını “işletme yöneticileri” olarak görmeye ve değerlendirmeye başladılar. Kamu yönetiminde işletmecilik anlayışının benimsenmesi, kamu kurumlarında daha etkin ve verimli bir yönetim sağlamak konusunda üst düzey yöneticilere yönelik yoğun bir talep ve baskı oluşturmuştur.
e) Siyasi Partiler
Bu mekanizma, genellikle üçüncü dünya ülkelerinde yaygındır ve hatta gelişmiş bazı ülkelerde de söz konusudur. İktidarda olan parti yada partiler, özellikle mülki yönetim ve üst düzey bürokratlar üzerinde partizanca bir denetim kurarlar ve bir çok göreve yapılan politik atamalarla bürokrasiyi siyasallaştırırlar. Özellikle ülkemizde, resmi olarak liyakat ilkesi benimsenmesine rağmen, uygulamada kayırmaya ve partizanlığa dayalı bir politika izlenmekte; özellikle illerde üst düzey görevlere kimin getirileceğine o partinin il başkanı yada il yönetimi karar vermektedir.
Bürokrasinin Demokrasi Açısından Taşıdığı Olumsuzluklar
Bürokrasinin, yukarda belirtmeye çalıştığımız güç kaynakları sebebiyle, potansiyel ve fiili olarak demokrasiye karşı bazı tehlikelerinden söz edilmektedir. Bu tehlikeler ve dayandığı görüşler şöyle sıralanabilir :
a) Bürokrasi, toplumda çok büyük güç eşitsizlikleri ya da dengesizlikleri meydana getirmektedir. Çünkü bürokrasi, onu elinde tutan ve kontrol eden çok az sayıdaki kişiye, genel olarak topluma ve özel olarak devlete, başkalarına oranla çok fazla etki yapma olanağı sağlamaktadır. Siyasal ve toplumsal hayatta bürokrasi vasıtasıyla oluşan büyük güç dengesizlikleri, egemenliğin toplumun bütününe dayandığı ve herkesin bu egemenlikte eşit hak ya da söz sahibi bulunduğuna dair demokratik ilkeleri ihlal etmektedir.
b) Bürokrasi, siyasi gücü artırmak ya da baskıcı bir devlet yönetimi oluşturmak isteyen siyasi ve bürokratik elitin aleti olabilir.
Ayrıca siyasi ve bürokratik elit, sosyal hareketlilik süreçlerinin çoğunun; ekonomik, mesleki, kültürel ve benzeri faaliyetleri toplumun gelişimin dinamiklerini kontrol altında tutmak eğilimindedir.
Öte yandan bürokrasi, seçimle iş başına gelmiş meşru siyasi iktidarın denetimi dışına da çıkabilir. Bürokrasi bunu, teknik uzmanlığını, gücünü ve bilgi kaynaklarını kullanarak gerçekleştirir. İstihbarat örgütlerini ve askeri bürokrasileri iyi denetleyemeyen hükümetlerin gelişmelerden habersiz olarak zaman zaman askeri darbelere yenik düşmeleri, bunun tipik bir örneğidir.
c) Bürokrasi, siyasi bakımdan tarafsız bir kurum olması gerekirken idari gücü ve yeteneği sebebiyle bundan sapabilmektedir. Bürokraside, zaman içinde grup çıkarı ve kimliği gelişebilmekte ve bu örgütsel bir amaç haline gelebilmektedir. Memurlar kendi siyasi ve sosyal bağlarını geliştirirler. Ve belli bir çıkar grubunun temsilcileri gibi hareket ederler.
d) Bürokrasilerin bir toplumda yaygın bir nitelik göstermesi, bir çok bakımlardan demokrasiyi zayıflatır. Vakıf, dernek ve sendika gibi kuruluşlar demokratik katılım konusunda tecrübe olanağı sağlarlar. Siyasi konulara ilgi uyandırırlar ve toplumsal sorunlara kayıtsızlığı azaltırlar. Ne var ki, demokrasinin “aracı kurumları” olarak nitelendirilen bu örgütler, özellikle gelişmiş ülkelerde, günümüzde çok daha bürokratik hale gelmişlerdir. Bunların yönetimine üyelerin aktif olarak katılmadıklarından yakınılmakta., sadece üyelik aidatlarını ödemekle yetinildiği ve yönetimin uzmanlara bırakıldığı vurgulanmaktadır.
BÜROKRATİKLEŞMEYE NEDEN OLAN FAKTÖRLER
Weber ve onu yorumlayanların görüşlerini dikkate alarak bu faktörleri,
1. Hacim
2. Devletin Gelişmesi
3. Ulus – Devlet
4. Kapitalist Sistem
5. İdeolojik ve Siyasal Nedenler
6. Özel İdari Sorunlar ve İhtiyaçlar
7. Sanayileşme
8. Demokrasi ve Eşitlik Düşüncesi
9. Sosyal Şartlar
Olmak üzere dokuz ana başlık altında toplamak mümkündür.
A. HACİM
Yapılan işlemlerin hacim bakımından büyümesi, bürokratikleşmeyi teşvik etmiştir. Çünkü bürokrasiler, büyük çaptaki idari, siyasi ve iktisadi fonksiyonları yürütmek için oluşturulmuş mekanizmalardır.
Bir kişinin ya da bir ailenin yönetebileceği işler, bürokratik bir nitelik göstermezler. Örneğin bir mahalledeki bakkal dükkanını düşünelim. Söz konusu dükkan, yapısı küçük olduğu için bir kişi tarafından işletilmesinde sorun ortaya çıkmaz. Ancak bakkal, dükkanını genişletip süper markete dönüştürmeye karar verdiği zaman, işletmenin hacmi büyüyecek, çeşitli fonksiyonlar ortaya çıkacak ve bunlar için çeşitli personele ihtiyaç hissedilecektir. Kasaya yeni personel ihtiyacı duyulacak boş alan rafları dolduracak personeller, güvenlik için personeller hasılı süper marketin gerektirdiği şekilde işletilmesi için çeşitli personelin istihdamı zorunlu olacaktır. Böylece, söz konusu görevliler arasında iş bölümüne gidilecek, otorite hiyerarşisi kurulacak, dosyalar hazırlanacak, belirli ilkeler ve kurallar konulacak ve yönetim profesyonelleşecektir. Görüldüğü gibi bu özellikler, bürokratikleşmenin asgari unsurlarını oluşturmaktadır.
Tarihin ilk dönemlerinde, ülkelerin çoğu küçüktü; büyük olanlarda bile merkezi yönetim basit bir görünüm sergilemekteydi. Hükümetin dışında, çok az Formel örgüt bulunmaktaydı. Modern uluslar ise, milyonlarca yurttaş, büyük ordulara, dev şirketlere, her alana yayılmış kamu örgütlerine, büyük sendikalara ve sayısız gönüllü kuruluşlara sahipler Şüphesiz büyüklük, tek başına bürokrasiyi zorunlu hale getirmez, fakat büyük yapılı örgütlerin karşılaştıkları sorunlar, bürokratikleşmeyi ortaya çıkarır.
B. DEVLETİN GELİŞMESİ
Geniş anlamda bürokratik otoritenin ve memur sınıfının ortaya çıkışı, devletin gelişmesiyle paralellik gösterir. İlk topluluklar, klan ve kabile gibi, kan bağına dayalı bir yapıya sahiptirler. Toplumda yöneten ve yönetilenlere göre belirlenmiş idari birimler yoktu.
İlk devletlerin ve bürokrasilerin ortaya çıkışında, sulama sistemi, din, ticaret, nüfusun büyümesi ve savaş gibi faktörlerin önemli rolü olmuştur. Nitekim tarihçiler, Çin bürokrasinin gelişmesinde en önemli etken olarak dış tehlikelere karşı korunma ihtiyacı olduğunu belirtirler. Bürokrasi kavramı ilk olarak 18. yüzyılda devletin ve memurların toplum üzerindeki etkilerini anlatmak için ortaya çıkmıştır.
Modern devlet bürokrasisi, feodalitenin harabeleri üzerine kurulmuştur; bürokratların nüfus ve iktidarı, derebeyleri ve prenslerin hükümranlığının yerini almıştır.
16 – 18. yüzyıllar arası, batıda mutlak monarşiler dönmedir. Mutlak monarşilerin gelişmesinde Roma hukukçularının Roma Hukukunu yeniden yorumlama suretiyle halkın egemenlik hakkını krala verdiler.
Avrupa’da mutlak monarşilerin kademeli olarak ortaya çıkışı ile birlikte devlet tarafında yürütülen hizmetlerde artış gösterdi. Denilebilir ki, modern biçimdeki devlet aygıtının ve bürokratik yapının gelişmesi, mutlak monarşilerin ortaya çıkmasında sonra gerçekleşti. Bu dönem de devlet ekonomik ve sosyal hayat müdahale etmeye başladı Merkantilizm, bir devlet politikası haline geldi. Yerel hizmetler genel ve ulusal bir nitelik kazandı ve devletin ilgi alanlarına girdi. Bu gelişmenin anlamı, yerel hizmetlerin merkezileşmesi ve dolayısıyla merkezi yönetimin yapı ve fonksiyon itibariyle büyümesi demekti.
Avrupa’da güçlü hiyerarşik merkezi yönetim kurumlarının gelişmesi, modern ulus – devlet sisteminin ortaya çıkmasını sağlayan önemli unsurlardan biriydi.
C. ULUS – DEVLET
Batıda modern ulus – devlet sistemi, önce Fransa’da ortaya çıktı. Fransız ihtilali ve Napoleon iktidarı, devlet ve kamu yönetimi sisteminin köklü olarak yeniden biçimlenmesi sonucunu doğurdu.
19. yüzyılın başında, siyasal sistemin egemen bir biçimi olarak ulus – devlet kavramı gelişirken, milletin işlerini görmenin bir aracı olarak da modern kamu bürokrasisi ortaya çıktı. Fransız ihtilali devlet kavramın gayri şahsileştirdi. Önceleri devletler. Başındaki yönetici ile kimlikleniyordu ve “yönetici – devlet” olarak kavramlaştırabileceğimiz, kral ile devlet arasında bir mülkiyet ve egemenlik ilişkisi bulunmaktaydı.
Bu dönemde siyasal gücün krallardan parlamentoya geçmeye başladığını görmekteyiz. Siyasetin ve devlet yapısının niteliğine göre kamuda çalışanların statüsü nitelik kazanmaya başlamıştır. Fransa’da kamu görevlisi kavramı Anglo – Sakson ülkelerinden farklı olarak “kamu hizmetçisi” olarak değil, “kamu yetkilisi” olarak düşünülmüştür. Kamu görevlilerinin sadakati, krala değil, millete ve onun kanunlarına oldu. Weberyen terminolojiye göre, patrimonyalizmden, yasal – rasyonel bürokratik yönetime doğru bir evrim yaşandı.
Bu yeni devlet yapısında, her bir yurttaş, ülkenin egemen otoritesi ile doğrudan ilişkili hale geldi ve vatandaşlık kavramı genelleştirildi.
Öte yandan Merkantalist politika, geniş kapsamlı yasal düzenlemeleri gerektiriyordu. Çünkü bu yasal düzenlemeler, ticari ve toplumsal ilişkilerin istikrarlı ve güvenli bir şekilde işlemesi için zorunluydu.
Teritoryal yönetim hiyerarşisi, İçişleri Bakanının emri altında üç kademeli olarak yeniden örgütlendi.
Avrupa’da ulus – devletin gelişmesinin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunları, ekonomik değişme, Reformasyon, savaş ve savaşın sonuçları ile başka kültürlerle temas sonucu artan toplumsal bilinç olarak özetlemek mümkündür.
Merkantilizm, devletin ekonomik gücünü, rakip devletlerin etkilerinden korumak ve içeride sermaye birikimini artırmak amacıyla ulusal ekonominin hükümet tarafından düzenlemesini hedeflemiştir.
Reform ise, Katolik Kilisesinin parçalanması ve hükümdarların tercihlerin bağlı ulusal kiliselerin doğması sonucunu doğurmuştur. Bu durum, dini ve sivil otoriteyi birleşirmiş ve laikliğin ulusal temelde biçimlenmesine yol açmıştır.
Öte yandan, ulaşım olanaklarının gelişmesi, matbaanın bulunuşu, dı ticaretin artması ve yeni keşifler, değişik kültürler arsındaki farklılıklar konusunda toplumların daha çok bilinçlenmesi sonucunu doğurmuştur.
Askeri etkenleri devletlerin toprak sınırlarını biçimlendirmeye ve korumaya yardımcı olmuş; sık sık çıkan savaşlar da, ulusal bilinci uyandırmıştır.
Siyasal iktidar, feodal düzenden krallıklara, oradan da ulus devlet yapılarına geçişte sürekli güçlenmiş; her yeni devrimle veya her yeni kitlesel hareketle daha yaygınlaşmış ve gelişmiş tir.
Devletin her alana yayılması, ayrıntılı düzenleme ile gelişmiş bir kamu bürokrasisini ortaya çıkarmış, bu da sivil toplumun alanını daraltmış ve ayrıca denetimini kolaylaştırmıştır.
Ekonomik ve siyasal açıdan ulus – devletler, sanayi toplumuna ait bir fenomendir ve günümüzde ise işlevsizleşmiştir. Devletin merkeziliği yerine, güç ve iktidar, yerel ve özerk kurumlarla sivil topluma doğru kaymaktadır. Ayrıca ulus üstü örgütlemeler, devletlerin egemenlik alanlarını daraltmaktadırlar. Böylece ulus – devletlerin merkezi otoriteleri, hem üstten ve hemde alttan çift yönlü olarak daralma sürecine girmiştir.
D. KAPİTALİST SİSTEM
Kapitalizmin bürokratikleşmeye etkisi konusu, iki biçimde ele alınmaktadır. Birinci yaklaşım, rasyonel bir örgüt biçimi olarak bürokrasinin, hem kamunun, hem de özel işletmelerin gerekleriyle uyumlu olduğu yöndedir. İkinci yaklaşım, bürokratikleşmeyi devletin piyasa ekonomisine müdahalesi olarak değerlendirir.
Birinci yaklaşım, kapitalist sistemin, yasal – rasyonel bürokrasinin gelişimini hızlandırdığını savunur. Kapitalizm, genelde rasyonel bürokratik örgüt modeline ihtiyaç gösterir. Weber daha önce de belirtildiği üzere, işin “hesaplanabilir kurallara göre” ve “kişisellikten arınmış” bir biçimde yürütülmesi üzerinde durur ve bürokrasinin bu özelliği ile kapitalizm arasında bir uyum olduğunu vurgular.
İkinci olarak, devletin piyasaya müdahalesinin bürokratikleşmeye neden olduğu konusuna gelince, bu konuda iki farklı görüş bulunmaktadır.
Birinci görüşe göre bürokratikleşme; piyasadaki tekelleşmenin bir sonucudur. Serbest piyasa sisteminde, rekabet ve teknik yenilikler, büyük ölçüde işbölümünü zorunlu hale getirir.
Tekelci bir firma yada her hangi bir özel sektör kuruluşu, kendini yaptırım riskinden ve iş hayatındaki olası değişikliklerden korunmak için hükümetin desteğine ihtiyaç hisseder.
Bu nedenle, özel sanayi kuruluşlarında olduğu gibi devlette de bürokrasi, kapitalizmin ortaya çıkardığı güçlerin bir ürünüdür.
İkinci görüşe göre bürokratikleşme; devletin kapitalist ekonomiye müdahalesinin bir sonucudur. Devlet çeşitli nedenlerle ekonomik hayatı düzenleme görevini üstlenince, bu amaçla birçok iktisadi ve idari birimler meydana getirir. Bu müdahale, piyasa ekonomisinin rekabet mekanizmasını bozar ve tekellerin gelişmesini sağlar.
Her iki görüş, diğerinin ihmal ettiği noktanın önemini vurgulamaktadır. Ekonomik gücün belirli ellerde toplanmasını, bürokratikleşmenin temel nedeni olarak görenler, bürokrasinin bünyesindeki genişleme ve büyüme eğilimini gözden uzak tutmaktadırlar. Piyasada tekeller olsa da olmasa da devlet, piyasaya müdahale etmek eğilimindedir. Öte yandan, bürokratikleşmeyi devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin bir sonucu olarak değerlendirenler, firmaların tekelci eğilim içinde olduklarını kaçırmaktadırlar. Firmaların tekelci eğilimi, devletin ekonomi politikasından bağımsız bir faktördür.
Devletin piyasaya müdahale politikası, 1980’lerin başından itibaren köklü bir değişimi uğramıştır. Özelleştirme, deregülasyon ve devletin küçültülmesi politikalarını uygulamaya koyarak piyasa sisteminin güçlenmesini sağlayacak adımlar atılmıştır. Böylece iktisadi devlet kuruluşları, birer birer özelleştirildi, devlet tekelleri ortadan kaldırıldı ve devletin piyasa üzerindeki kısıtlayıcı denetimine son verildi. “Daha az kamu, daha çok piyasa” olarak ifade edilebilecek bu politikalar devletin ekonomi bürokrasisini büyük ölçüde azalttı.
Küreselleşme ile birlikte uluslar arası mal ve sermaye hareketleri hız kazanmış, geleneksel gümrük politikaları büyük ölçüde terk edilmek zorunda kalmıştır.
Küreselleşmenin ülkelerin kamu ve özel bürokrasileri üzerinde önemli etkiler yapmakta olduğunu belirtmek gerekir. Küreselleşme, her şeyden önce ulus – devlet kurumlarının değişimini ortaya çıkarmıştır. Artık egemenlik, ya hep, ya hiç konusu olmaktan çıkmıştır. Ulusal egemenlik kavramı sınırlandırılmakta ve uluslar üstü kuruluşlar paylaşılmaktadır.
Devletin ekonomi üzerindeki rolünün “müdahalecilik” ten “hakemliğe” doğru bir değişim sürecine girmesiyle, devletin iktisadi işletmeleri özelleştirilmeye başlamış, piyasa ekonomisinin üzerindeki yasal ve kurumsal engeller kaldırılmış ve böylece piyasa aktörleri güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu yapılırken piyasada hakemlik görev yapacak “düzenleyici üst kurullar” oluşturulma yoluna gidilmiştir. Ülkemizde bu amaçla, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu ve Rekabet Kurulu gibi “üst kurulur bürokrasisi” ortaya çıkmıştır.
E. İDEOLOJİK VE SİYASAL NEDENLER
Bürokratikleşme, yalnızca kapitalist sistemin hareketlendirdiği bir olgu değildir. Komünist ülkelerde, devlet ve toplum düzeninin Marksist ideolojiye göre yapılandırılmasında, Weber’in bürokrasi modelinden geniş ölçüde yararlanılmıştır. Güçlü bir ordu, polis örgütü, kamu haberleşme sistemi, parti örgütü ve devlet işletmeleri, bu ülkedeki bürokratikleşmenin somut göstergeleridir.
Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan refah devlet kavramının fikir babası olan John Maynard Keynes, bir sosyalist değildi, fakat kapitalizmin rasyonel olmayan bazı özellikler taşıdığını kabul ediyordu.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı dolayısıyla geliştirdiği, işsizlik ve durgunluk dönemlerinde devletin müdahalesiyle toplam talebin arttırılması gerektiği yönündeki görüşleri uygulama alnı bulmuş ve böylece karma ekonomi düzeni kurulmuştur. Buradan hareket eden Giddens, İngiltere’de karma ekonominin ulusallaşmaya neden olduğunu vurgular.
Kamu iktisadi kuruluşları, devletin toplum üzerindeki siyasal gücünü arttırmanın bir aracıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik araçlar siyasal otoritenin gücünü arttırmak amacıyla kullanılmaktadır. Yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelerde iktisadi devlet kuruluşları, milliyetçiliğin ve egemenliğin bir sembolü olarak görülmüş ve teşvik edilmiştir.
F. ÖZEL İDARİ SORUNLAR VE İHTİYAÇLAR
Zamanla ortaya çıkan bir takı idari sorunlar ve ihtiyaçlar da bürokratikleşmenin sebepleri arasında yer almaktadır. Örneğin eski Mısır’da, ülke genelinde su kanallarının yapılması ve yönetilmesi sorunu, tarihte biline ilk büyük ölçekli bürokrasilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çöllerin çevrelediği Nil Vadisi, sosyal ve ekonomik gelişme için uygun doğal bir ortam meydana getirmekteydi. Nil nehrinin düzenli taşmasıyla vadi verimliydi. Mısırlılar bu doğal ortamı değerlendirmek için kanal, sarnıç yada bent sistemi geliştirdiler. Sulama sistemin korunması, bakımı ve yönetimi için “katipler” adı verilen bir memurlar grubu ortaya çıktı.
Osmanlı Devleti’ de genişleyen topraklarını ve sınırlarını korumak ve fetihleri arttırmak için oluşturduğu Yeniçeri Ocağı bu duruma ilginç bir örnektir.
G. SANAYİLEŞME
Bürokrasinin gelişmesini sağlayan faktörler içinde sanayileşmenin özel bir yeri vardır. Sanayileşme, üretimin rasyonelleşmesi, makineye dayalı hale gelmesi ve artması olduğu kadar, yeni sorunların ve taleplerin de gelişmesi demektir. Fabrika sisteminin gelişmesi; şehirlerin büyümesi, altyapı, işsizlik, konut, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi bir çok sosyo – ekonomik sorunları beraberinde getirmiştir.
Ayrıca, sanayileşmeye bağlı olarak ortaya çıkan teknik bulgular da, bürokratikleşmeyi arttırmıştır. Bunun en tipik örneği, otomobilin ve uçağın icadıdır. Otomobil icat edildikten sonra, her ülkede çok çeşitli kurumlar ve kurullar ortaya çıkmaya başlamıştır. Yoların yapımı ve bakımı ile ilgili merkezi ve yerel düzeyde birimler kurulmuş ve yollardaki trafik düzenini sağlayacak polis teşkilatı kurulmuştur. Uçağın icat edilmesiyle de benzer düzenlemeye ve örgütlenmeye gidilmiştir. Günümüzde internetin ortaya çıkmasıyla yeni yasal düzenlemeler yapma ihtiyacı belirmiştir.
H. DEMOKRASİ VE EŞİTLİK DÜŞÜNCESİ
Modern siyasal sistemlerin gelişiminde, iki ana çizgi dikkati çekmektedir. Bunlardan birincisi, siyasal iktidarın daha yaygın kitle tabanına dayanması; ikincisi ise, bireyle siyasal iktidar arasındaki ilişkilerde herkesin aynı yasa hükümlerine tabi olması ya da yasal eşitliğidir. Toplumdaki eşitlik istekleri ile, bunun beraberinde getirdiği genel kurallar ve genel kuralların güçlendirdiği aşırı merkeziyetçilik, bürokrasinin gelişmesindeki sebeplerden birisi olarak kabul edilmektedir.
Genellikle yönetimler, işlem ve eylemleri yürütürken tek biçimliliğe önem verirler. Tek biçimlilik, yönetimi ayrıntılarla uğraşmaktan kurtarır. Her bireye ayrı ayrı işlem yapmaktansa, bütün bireylere aynı işlemi ve aynı kuralı uygulamak daha sağlıklı ve kolay bir yoldur. İşlemleri standart hale getirmek bürokrasinin önemli özelliklerindendir.
İ. SOSYAL ŞARTLAR
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız bürokratikleşmeye neden olan şartlar, bütün ülkelerdeki örgütleri açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü bazı ülkelerdeki kamu örgütleri yada özel işletmeler daha bürokratik, diğer bazılarında ise, daha az bürokratiktir. Bu farklı yapılanma, sosyo – kültürel yapı ve bürokratikleşme arasında bir ilişki olduğunu hatıra getirmektedir.
Örgütlerin faaliyet gösterdikleri ortamlarını, çevrelerini, ve şartlarını incelemeden onları açıklamak pek kolay olmaz. Çünkü örgütler, boşlukta işleyen mekanizmalar olarak görülemezler. Kamu örgütleri çeşitli çevresel unsurların altındadır. Bu unsurlardan en büyüğü ve en geniş olanı büyük bir toplumdur.
Örgütlerin çevresini oluşturan diğer önemli unsur ise, siyasal sistemdir. Yönetsel sistem ve bürokrasi, siyasal sistemin uygulamaya ilişkin kolunu oluşturur. Her örgüt, sosyal, ekonomik ve siyasal sistemin çevrelediği bir ortam içinde faaliyetini sürdürür. Bürokrasinin en geniş çevresini, genel sosyal sistem yada toplum meydana getirir. Onun altında ekonomik sistem yer alır. Bürokrasinin en yakın çevresini ise, siyasal sistem oluşturur. Siyasal sistemde, yönetsel alt sistemle bürokrasiyi içerir. Bürokrasiyi çevreleyen sistemlerde meydana gelen değişmeler, şüphesiz bürokratik yapı ve işlemlerde de belirli etkiler meydana getirirler.
Belirttiğimiz bu çevresel unsurlar, kamu yönetiminin ekolojisidir. Bürokrasi bu ekolojik ortamda işlemekte ve ondan etkilenmektedir. Kamu yönetiminin ve bürokrasinin çevresini daha iyi değerlendirebilmek için kültürü,”toplumsal”, “siyasal” ve yönetsel olmak üzere üç düzeyde ele alabiliriz.
Genel olarak kültürün bürokrasi üzerindeki etkilerini somut olarak değerlendirebilmek için kurumların personel alma politikalarını ele alalım. Bu konudaki uygulamaları tanımlamak için “başarı” ve “sosyo – kültürel özellikler” olmak üzere iki kriter kullanılır. Başarıyı esas alan bir toplumdaki bireylerin konumunu, onların yaptığı işler ve kabiliyetleri belirler. Doğal olarak kurumlara alma ve yerleştirme politikaları da, büyük ölçüde bireylerin başarısına ve teknik niteliklerine göre yürütülür.
Oysa sosyo – kültürel değerlere yönelmiş bir toplumda ise bireylerin konumları, sınıf, ırk, dil, din, mezhep vb. özelliklerine göre tayin edilir. Kurumların personel politikaları da, teknik niteliğe göre değil, daha çok söz konusu sabit kişisel değerlere bağlı olarak şekillenir. Başarı kriterinin, genel olarak “modern” toplumlarda; sosyo – kültürel özelliklere dayalı kriterin ise “geleneksel” toplumlarla bağlantılı olduğu söylenebilir.
Kültürel farklılıklar, her ülkenin bürokratik yapısında ve personelin davranışlarında kendini göstermektedir. Örneğin, İngiltere’de kamu yönetiminin işleyişi ve kararların alınışı, daha çok kişisel görüşme ve pazarlık yöntemiyle sağlanmaktadır.
BÜROKRASİ VE SİYASET
Genellikle bütün modern örgütler, iki temel unsurdan meydana gelmektedir.
1. Temsili mekanizma
2. Hiyerarşik mekanizma
Temsili mekanizma, üst düzeyde kararlar alan ve hedefler belirleyen organdır. Hiyerarşik mekanizma ( bürokrasi ) ise, alınan kararları yürütmek ve belirlenen amaçları gerçekleştirmek amacıyla çalışır.
Hem sağdaki ve hem soldaki kimi çağdaş düşünürler, bürokratik güçten endişe duymaktadırlar. Soldaki bazı düşünürler, bürokratik kurumları, emperyalist güçlerin zayıf ulusları egemenlikleri altına almaları, fakir halkın baskı altında tutulması gibi durumlara sebebiyet vermesinden dolayı eleştirmişlerdir.
Sağcılar da bürokrasiyi, enflasyon, yüksek vergiler, yoğun düzenlemeler yüzünden bireysel inisiyatiflerin zayıflatılması nedeniyle suçlamışlardır.
Önemli olan demokratik toplumlarda bürokrasinin, bürokratların ya da bazı çıkar gruplarının özel menfaatlerinin değil, toplumun yararına hizmet yapmasını sağlayacak denetimi etkin bir biçimde kurmaktır.
TEORİK ÇERÇEVE
Bürokratlarla siyasetçiler arasındaki ilişkilerin ne olması gerektiği konusundaki akademik tartışmalar, üç farklı yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır;
1. Yaklaşım
Bürokrasi ve bürokratların, temsili demokrasilerde seçimle iş başına gelmiş politikacılar tarafından sıkı kontrol edilmesini öngörür.
Bu yaklaşımı savunanlar, ister otoriter, ister monarşi veya seçimli demokrasi, isterse sosyalist ya da kapitalist sistemlerde bunun geçerli olduğunu, siyasetçilerin mutlaka bürokrasi ve bürokratların üzerinde demetim kurmasının kaçınılmazlığını belirtirler.
Bu yaklaşım, siyaset ile yönetimin bir birinden ayrılması esasına dayanır; siyasetçilerin rolünün siyasa yapımı olduğu, bürokratların rolünün ise alınan siyasa kararlarını uygulamaktan ibaret bulunduğunu savunur.
Weber’in bürokrasi modelinde bürokrat, tarafsızlık, uzmanlık bilgisi ve üstlerin itaat özelliklerine sahiptir. Onun görevi, kuralları ve üstlerinden gelen emirleri uygulamaktır. Düşünceleri, üstlerinden farklı olduğu durumlarda, onları bir kenara bırakıp üstlerinden aldığı emirleri sadakatle yerine getirmeleridir.
2. Yaklaşım
Aykırı bir görüşü savunur ve siyaset – yönetim ayırımını reddeder; bürokrasinin idari rolü olduğu kadar, siyasi rolünün de bulunduğunu; bürokratların genel olarak yönetişim ve siyasi yapım sürecinin dahili bir unsuru olduğunu belirtir.
Bu görüşü savunanlara göre, bürokratlarla siyasetçiler arasındaki ilişki, Hiyerarşik değil, akıcı, interaktif, tamamlayıcı ve iç içe girmiş bir nitelik gösterir.
3. Yaklaşım
Yeni gelişmekte olan ve dikkatlerin üzerinde yoğunlaştığı bir düşüncedir; üst düzey bürokratlara idari sistemde siyasetçiler karşısında bazı özerk yetkilerin verilmesinden yanadır.
Bu yaklaşımı savunanlara göre, üst düzey bürokratların yetkilendirilmesi
,genel kamu yararının geliştirilmesini sağlayabilir; siyasal gücün potansiyel olarak kötüye kullanılmasına ve güçlü çıkar gruplarının imtiyazlarına engel olmasına hizmet edebilir.
Ayrıca girişimci ve verimli idare anlayışının geliştirilmesine ve dolayısıyla kamu hizmetlerinde ekinliğin arttırılmasına yardımcı olabilir. Bu yaklaşım son zamanlarda Dünya Bankası ve IMF gibi uluslar arası kuruluşların, özellikle ekonomi yönetimlerinde önerdikleri modeldir.
Bürokrasinin Güç Kaynakları
Bürokrasinin önemli bir güç merkezi olmasını sağlayan çeşitli kaynaklar, faktörler bulunmaktadır. Bunlar şöyle sıralanmaktadır.
1. Bürokratik kurumların elinde tutuları güç, bilgi ( enformasyon ) ve uzmanlıktır.
Bürokrasi, bilgileri toplayan, arşivleyen işleyen ve yöneten bir kurumdur. Her siyasi ve idari karar, belirli bir bilgi tabanına dayanır. Siyasi yöneticiler yada organlar, her hangi bir konuda karar alabilmek için, her şeyden önce bürokrasinin sahip olduğu enformasyona itibar etmek zorundadır.
Bürokrasi, eksik yada aşırı veya yanlış bilgi vermek suretiyle siyasi kurumları sabote edebilir. Aynı tarza da astların üstlerini sabote etmeleri mümkündür. Buna “bürokratik sabotaj” denilir. Bürokratlar onaylamadıkları işler ya da kararlar konusunda “bekletme” ve “geciktirme” stratejisi takip ederler.
2. Hızlı karar alabilme iktidarıdır.
Bürokrasiler, her ne kadar kırtasiyecilik ve verimsizlik gibi suçlamalara muhatap olsalar da; toplanma, serbest tartışma ve oylama gibi çok az işlemsel kurallara sahip oldukları için, yasama organına göre daha çabuk ve hızlı karar alabilmektedirler.
Yasama organına göre daha hızlı karar alma ve teknik enformasyonu daha iyi kullanma kapasiteleri nedeniyle, bürokratik organizasyonlara giderek artan oranda otorite devredilmektedir. Yasama organının, hızlı hareket edebilme esnekliği sebebiyle yürütme organı ve bürokrasiye bıraktığı düzenleme yapma yetkisi her geçen gün atmaktadır. Kanun hükmünde kararnamelerin ve yönetmeliklerin artan sayısı, bu konuda en önemli örneklerdir.
Her hangi bir politik görüşe dayanmaması, partizan politikalardan uzak oluşu yada siyasal tarafsızlığı ve teknik uzmanlığı gibi nedenlerle,bürokratik kurumların aldığı kararların, siyasal kurumlarınkinden teknik özellikler bakımından daha üstün olduğu görüntüsü ortaya çıkmaktadır.
3. Daimi ve istikrarlı bir statünü avantajıdır.
Siyasi iktidarlar değişir, fakat kamu bürokrasisi her hangi bir aksamaya meydan vermeden hizmetleri yürütmeye devam eder; memurlar görevlerinin başındadır. Onların görev süreleri, hükümetlere bağlı değildir. Daimi ve istikrarlı statüleri nedeniyle bürokratlar; neyin, ne zaman, nasıl yapılacağını, siyasetçilere göre daha iyi bilirler.
4. Kurum ideolojisi
Kurum ideolojisi, bir örgütün kendi faaliyet alnında geliştirdiği yaklaşım, program, siyasa ve anlayışlardan meydana gelir.
Kurum ideolojisinin “yumuşak” ve “sert” olmak üzere iki biçiminden söz edilir. Kurum ideolojisinin yumuşak versiyonu, örgütün onayladığı ve bir düşünce demetinden oluşan mevcut programdır.
Kurum ideolojisinin sert versiyonu ise, bir örgütün mevcut siyasalarını korumakla yetinmeyip, yeni bir siyasa öncelikleri demetini kabul ettirmek için çalışmasıdır.
Bu kısmen, bürokratların uzman oldukları alanlarda, siyasanın daha iyi nasıl olacağı konusunda geliştirmiş oldukları düşüncelerden kaynaklanır.
Avrupa Birliği, Dünya Bankası, Uluslar arası Çalışma Örgütü ve IMF gibi kuruluşların, hükümetlerin ne yapması gerektiği, yada bazı alanlardaki politikaların ne olması gerektiği konusundaki görüşleri bürokratların düşüncelerini etkilemektedirler.
Bakanlar çoğu durumlarda bakanlık bürokrasinin görüşlerini kabul etmek durumunda kalırlar. Çünkü onlarla mücadeleyi göze alamazlar. Bu konuda ilginç bir olay1920’lerde Almanya’da yaşanmıştır. Sosyalist bir iktisatçı olan Rudolf Hilferding, Alman Weimar Cumhuriyetinin 1923 yılında Maliye bakanlığı görevine getirilir. Bakanlık bürokratları, kendisiyle farklı görüşte oldukları için bakana kızarlar ve Bakanlığı onsuz yönetmeye karar verirler. Onun masasına önemli hiç bir şey götürmezler. Bu durum, bakanın sinir sistemini bozar ve hastalanmasına nede olur. Bir süre tedavi gören bakan göreve döndüğünde, bürokratlarıyla iş birliği yapmasının önemini kavrar; onlardan bağımsız önemli siyasi inisiyatifler kullanmayacağını ve bürokratların siyasi güce sahip olduğunu kabul eder.
5. Öncekilerle irtibatlı olarak profesyonelliktir
Eskiden devletler, bu gün olduğu gibi, özel olarak eğitilmiş ve uzmanlaşmış idari personele bağımlı değildiler. Devletlerin oldukça sınırlı bir hizmet alnı vardı. Birinci Dünya savaşından sonra devletlerin görevleri ve hizmet alanları genişledi ve klasik devlet kavramı, “hizmet devlet” ne dönüştü. Böylece devletlerin profesyonel görevlilere gereksinimleri arttı.
Kamu yönetiminde “bürokrat” ve “teknokrat”lardan oluşan yeni bir “yönetici sınıf” ortaya çıkmıştır.
İşletmelerin mülkiyeti ile onların yönetimi birbirinden ayrılmıştır. İşletme sahipleri, işletmelerin yönetimini profesyonellerden oluşan yeni bir yönetici devretmiştir. Bu gelişme “idari devrim” olarak nitelendirilmiştir.
6. Bir kurumun bakanlık modeli dışına çıkarak özerk olarak örgütlenmesidir.
Bilindiği gibi kamu kurumlarının bazıları, bakanlığın hiyerarşik yapısı içinde örgütlenmemekte, özerk statülü birimler olarak yapılanmaktadırlar. Bakanlık esasına göre örgütlenmek, genel müdürlük ve daire başkanlığı biçiminde bir bakanlığın hiyerarşik yapısı içinde yer almak demektir. Özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra gelişme gösteren, ne merkezi yönetim, ne de yerel yönetimler içinde yer almayan çeşitli sosyal ve ekonomik hizmetleri görmek amacıyla oluşturulan ( bizdeki kamu iktisadi teşebbüsleri, TRT, Emekli sandığı ve SSK vb. ) özel amaçla kamu kurumları, özer birimler olarak örgütlenmişlerdir.
7. Planlama ve bütçeleme
Planlama; alan kullanımı, ekonomi, ulaşım, haberleşme, konut, istihdam, eğitim ve sağlık gibi çeşitli konuları kapsamaktadır. Birçok ülkede sosyal ve ekonomik politikalar, merkezi, bölgesel veya yerel düzeydeki bürokratik planlama örgütleri tarafından belirlenmektedir.
Planlama, bürokrasiye, kendi pozisyonunu güçlendirecek ve siyasi iktidarı etkileyecek teknik araçlar sunmakta; birçok önemli ve hassas konuların siyasi karar organlarının yetkisi dışına çıkarılmasına neden olmaktadır.
Planlamacılar, planlama işine daha çok zaman ayırdıkları ve bu konularda uzmanlaştıkları için, politikacıları kolayca etkileyebilirler.
Bütçeleme de, planlama gibi, bürokrasinin siyasi iktidar karşısında gücünü arttıran bir başka araçtır. Bütçeleme, hem bürokratlara, hem de siyasetçilere, biri birini etkileyecek önemli araçlar sunmaktadır. Bütçeleme işlev olarak uzmanlığı gerektiren teknik bir iştir.
Politikacılar, bazı kamu kurumlarının kaynaklarını arttırmak ya da kısmak suretiyle bürokrasi üzerinde önemli bir güç kullanabilirler.
8. Danışma kurulları
Bu danışma kurulları ya da komiteleri, bürokratlardan ve bazı mesleki kamu kurumları gibi baskı gruplarının temsilcilerinden oluşur. Baskı gruplarıyla da bağlantılı oldukları için, bürokratik gücün gelişmesine imkan sağlarlar. Bu kurullara havale edilen konular, genellikle siyasi yöneticiler tarafından kolayca çözülemeyen sorunlardan oluşur.
Bazı alanlarda danışma organlarının kullanılması, kısa vadede belki siyasi aktörlerin yararına hizmet edilebilir, ancak uzun dönemde kamu siyasalarının üzerinde bürokrasinin gücünü artırır.
Siyasi Kurumların Güç Kaynakları
Siyasi liderler ve siyasi kurumlar, bürokrasi ile ilişkilerinde önemli olanaklara, güç kaynaklarına sahiptirler. Bunlar şu konularda yoğunlaşmaktadır. Bu güç kaynakları;
a) Siyasi Kurumların Meşruiyeti
Siyasi kurumlar, formel ve anayasal olarak, kamu politikalarını belirleme ve yapılması gerekenleri yaptırma konusunda meşru otoriteyi temsil ederler. İster yetki devretmek, ister para sağlamak yada olur vermek suretiyle bürokratik kurumların yaptığı işlemler, anayasaca tanımlanan siyasi kurum ya da aktörler tarafından uygun bulunmak; dolayısıyla meşrulaştırılmak mecburiyetindedir.
b) Paranın Bütçe Süreci İçinde Dağıtılmalarıdır.
Bütçe yapma ve vergi koyma yetkisi, siyasi kurumların yetkisindedir. Her bürokratik kurumun, varlığını deva ettirebilmek, gelişebilmek ve büyüyebilmek için paraya ihtiyacı vardır. Bürokratik kurumlar, siyasi organları gerekli olan parayı kendilerine tahsis etmeleri için ikna etmek ya da etkilemek durumundadır. Bütçeleme süreci, bürokratik politikalarda önemli etkileşim noktalarından biridir.
c) Siyasi Kurumların Temsili Niteliği
Bilindiği gibi siyasi kurumlar, genel, bölgesel veya yerel yada kurumsal düzeyde belirli bir seçmen tabanına dayanır. Böylece siyasi kurumlar, seçmenler, siyasi partiler ve baskı grupları ile olan ilişkileri vasıtasıyla siyasi güçlerini harekete geçirebilme ve genişletme imkanına sahiptirler. Siyasi kurumlar soruşturma, denetleme, basın toplantıları, demeçler, seçim kampanyaları, parlamentodaki tartışma ve görüşmeler gibi çeşitli araçlarla kamuoyunda bürokrasiye karşı etkin mücadele yürütebilir.
Siyasi liderler, bürokrasinin gücünü frenlemek istediklerinde, mevcut bürokratik yapının dışında, o konu ile ilgili kendilerine bağlı uzman personel kadrolarını ve bilgi kaynaklarını geliştirebilirler. Bu karşı personel ve alternatif enformasyon kaynağı, o alanda bürokrasinin bilgi ve uzmanlık tekelini kırabilir; onun kontrol edilmesi ve frenlenmesinde önemli bir araç olarak kullanılabilir.
Ülkemizde Başbakanlık bünyesinde maliye, ekonomi güvenlik, savunma ve dış politika gibi çeşitli konularda istihdam edilen uzman ve müşavirler, zaman zaman bu tür karşı personel ve bilgi kaynağı olarak işlev yürütmektedir.
d) Yeni Kamu Yönetiminin Sunduğu Olanaklar
Siyasi aktörlerin, bürokrasiye karşı kendi güçlerini genişletmek amacıyla 1980’den sonra kullandıkları diğer bir araç da, yeni kamu yönetiminin sunmuş olduğu olanaklardır. Önce İngiltere’de ve ABD’de başlayan ve daha sonra yayılan bu yeni kamu yönetimi anlayışı, geleneksel yönetim ve yönetici anlayışını değiştirmiştir, kamu kurumlarının yönetimine işletme kavramını sokmuştur. Dolayısıyla 1980’den sonra bu yönetim anlayışını benimseyen ülkelerde siyasi aktörler, bürokratlarını “işletme yöneticileri” olarak görmeye ve değerlendirmeye başladılar. Kamu yönetiminde işletmecilik anlayışının benimsenmesi, kamu kurumlarında daha etkin ve verimli bir yönetim sağlamak konusunda üst düzey yöneticilere yönelik yoğun bir talep ve baskı oluşturmuştur.
e) Siyasi Partiler
Bu mekanizma, genellikle üçüncü dünya ülkelerinde yaygındır ve hatta gelişmiş bazı ülkelerde de söz konusudur. İktidarda olan parti yada partiler, özellikle mülki yönetim ve üst düzey bürokratlar üzerinde partizanca bir denetim kurarlar ve bir çok göreve yapılan politik atamalarla bürokrasiyi siyasallaştırırlar. Özellikle ülkemizde, resmi olarak liyakat ilkesi benimsenmesine rağmen, uygulamada kayırmaya ve partizanlığa dayalı bir politika izlenmekte; özellikle illerde üst düzey görevlere kimin getirileceğine o partinin il başkanı yada il yönetimi karar vermektedir.
Bürokrasinin Demokrasi Açısından Taşıdığı Olumsuzluklar
Bürokrasinin, yukarda belirtmeye çalıştığımız güç kaynakları sebebiyle, potansiyel ve fiili olarak demokrasiye karşı bazı tehlikelerinden söz edilmektedir. Bu tehlikeler ve dayandığı görüşler şöyle sıralanabilir :
a) Bürokrasi, toplumda çok büyük güç eşitsizlikleri ya da dengesizlikleri meydana getirmektedir. Çünkü bürokrasi, onu elinde tutan ve kontrol eden çok az sayıdaki kişiye, genel olarak topluma ve özel olarak devlete, başkalarına oranla çok fazla etki yapma olanağı sağlamaktadır. Siyasal ve toplumsal hayatta bürokrasi vasıtasıyla oluşan büyük güç dengesizlikleri, egemenliğin toplumun bütününe dayandığı ve herkesin bu egemenlikte eşit hak ya da söz sahibi bulunduğuna dair demokratik ilkeleri ihlal etmektedir.
b) Bürokrasi, siyasi gücü artırmak ya da baskıcı bir devlet yönetimi oluşturmak isteyen siyasi ve bürokratik elitin aleti olabilir.
Ayrıca siyasi ve bürokratik elit, sosyal hareketlilik süreçlerinin çoğunun; ekonomik, mesleki, kültürel ve benzeri faaliyetleri toplumun gelişimin dinamiklerini kontrol altında tutmak eğilimindedir.
Öte yandan bürokrasi, seçimle iş başına gelmiş meşru siyasi iktidarın denetimi dışına da çıkabilir. Bürokrasi bunu, teknik uzmanlığını, gücünü ve bilgi kaynaklarını kullanarak gerçekleştirir. İstihbarat örgütlerini ve askeri bürokrasileri iyi denetleyemeyen hükümetlerin gelişmelerden habersiz olarak zaman zaman askeri darbelere yenik düşmeleri, bunun tipik bir örneğidir.
c) Bürokrasi, siyasi bakımdan tarafsız bir kurum olması gerekirken idari gücü ve yeteneği sebebiyle bundan sapabilmektedir. Bürokraside, zaman içinde grup çıkarı ve kimliği gelişebilmekte ve bu örgütsel bir amaç haline gelebilmektedir. Memurlar kendi siyasi ve sosyal bağlarını geliştirirler. Ve belli bir çıkar grubunun temsilcileri gibi hareket ederler.
d) Bürokrasilerin bir toplumda yaygın bir nitelik göstermesi, bir çok bakımlardan demokrasiyi zayıflatır. Vakıf, dernek ve sendika gibi kuruluşlar demokratik katılım konusunda tecrübe olanağı sağlarlar. Siyasi konulara ilgi uyandırırlar ve toplumsal sorunlara kayıtsızlığı azaltırlar. Ne var ki, demokrasinin “aracı kurumları” olarak nitelendirilen bu örgütler, özellikle gelişmiş ülkelerde, günümüzde çok daha bürokratik hale gelmişlerdir. Bunların yönetimine üyelerin aktif olarak katılmadıklarından yakınılmakta., sadece üyelik aidatlarını ödemekle yetinildiği ve yönetimin uzmanlara bırakıldığı vurgulanmaktadır.