AÖF Türk Siyasal Hayatı 5.8. Üniteler ders özeti

Cevapla
nihat
Mesajlar: 26
Kayıt: 23 Mar 2017 10:37
İletişim:

23 Mar 2017 13:51

TÜRK SİYASAL HAYATI
5.ÜNİTE ÖZET
OSMANLI MİRASI: 19. YÜZYIL İDEOLOJİLERİNİNORTAYA ÇIKIŞI
Bu dönemdeTürkiye Cumhuriyetindeki ideolojilere yön veren birçok akımın ve ideolojinintohumları atılmıştır, bu fikir akımlarıMilliyetçilik, Osmanlıcılık, Panislamizm,Turancılık, Türkçülük, başlıkları altında toplanabilir. Bu başlıkları inceleyecekolursak ortak noktalarının imparatorluğu içinde bulunduğu durumdankurtarmak ve eski görkemli günlerdeki durumuna getirmek için “bir reçete sunmak”olduğunu görürüz. Ortak ideal, Osmanlı birliğini korumaktır. Bu ideale farklıyollardan varmaya çalışan ideolojilerin yönetim vizyonu farklılaştıkça birbirlerindenuzaklaşmış ve çatışma içine girmişlerdir.

Milliyetçilik
Milliyetçilik, 19. yüzyıldan itibaren dünyada dalgalar hâlinde yayılan bir ideolojiolarak Osmanlı Devleti’nin siyasetini etkilemiştir. Dünyada “her milletin bir devleti olması” fikrini temsil eden Milliyetçilik akımı, Osmanlı aydınlarının söylemini de dönüştürmüştür. 19. yüzyıl Milliyetçilik ideolojisi halkların yaşadıkları toprak üzerinde egemenlik kurması, vatandaşlık hakları ve ulusal kimlik, “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı” gibi kavramlarla dünyayı etkilemiştir. Dolayısıyla milliyetçilik ideolojisi Emperyal gelenekteki Teba/Hükümdar ikiliğini sarsmıştır. Yeni milliyetçilikdalgalarıyla başa çıkmak için ortaya “imparatorluk vatanseverliği” kavramı ortaya çıkmıştır. Özetle “imparatorluk vatanseverliği” dağılma döneminde azınlıkları n bağımsızlık faaliyetlerine tepki olarak gelişmiştir. Bu tepki çeşitli ideolojilerde kendini açıkça göstermektedir.

Osmanlıcılık
Osmanlıcılık ideolojisi milliyetçilik ideolojisiyle baş etmek ve “imparatorluk vatanseverliği”nin sonucu olarak elde kalan toprakların bütünlüğünü korumak ve dağılmasını önlemek için doğmuştur. Bu ideolojinin amacı Osmanlı sınırları içinde yaşayan bütün milletleri dil, din, ırk farkı gözetmeksizin aynı hak ve yetkilere sahipkılarak birlik ve bütünlüğü sağlamaktır. I. Meşrutiyet döneminde etkili olmuştur. Meşrutiyetin ilanıyla dernekleşmenin, partileşmenin ve toplumsal hayatta çok seslilik dönemi açılmıştır. Özellikle ittihat ve Terakki’nin tek parti yönetimini kurduğu 1914 yılına değin Osmanlı Devleti’nde birçok düşünce yan yana durabilmiştir.

Panislamizm
Panislamist düşünce Osmanlı birliğini korumak için “din”i merkeze koyan bir ideoloji üretmiş, Panislamizm, Müslüman liderlerinin en çok tuttukları görüş olmuştur. II. Abdülhamit (1876-1909) Müslüman dünyasında birliği bütün Müslümanlara yaymak için girişimlerde bulunmuştur. Fakat II. Abdülhamid’in projesinin aşarısız olması, bu hareketin içinde bulunanları yeni bir arayışa sevk etmiştir. “Irk ve dil”i temel alan başka bir ideolojik akım Türkçülükyaklaşımını üretmiştir. Ayrıca bu dönemde millet kavramının eski anlamından (Osmanlı millet sisteminden gelen dinî aidiyet anlamından) çıktığını, millet kavramının kültür ve dil fikri ile birlikte tanımlandığını söyleyebiliriz. Örneğin Genç Osmanlılar “Türk” kelimesini, Millet-i Osmaniye,Millet-i islamiye ile birlikte kullanmaktaydılar.

Türkçülük
Türkçülük akımı millî birlik düşüncesini dil ve kültür bağlamında ele almıştır. 1904’te Osmanlıcılık ve islamcılıkakımlarına karşı Türkçülüğü savunan Yusuf Akçura’nı n, Üç Tarz-ı Siyaset adlı kitapçığı yayımlanmış, bu kitapta “Türklük” merkezli somut bir siyasi bütünlük projesi çizmiştir. 1908’de “Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla istanbul’da Türk Derneği kurulmuştur. Ziya Gökalp, Akçura’dan farklı olarak Turan fikrini -ideal veya ülkü anlamında- kültürel ve siyasi bir ifade olarak kullanır.

Turancılık
Turancılık ideolojisi imparatorluğun parçalanmasına karşı gelişen bir refleks, Türklükbilincini açan bir anahtar olmuştur. 15 Mart 1912’de kurulan Türk Ocağı, Türkçüve Turancı hareketin ağırlık noktasıdır. 1912 ile 1930 yılları arasında bu örgüt, ve Terakki hareketinin ideoloğu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin sözcüsü olmuş, Gökalp’in yanı sıra, hikâyeci Ömer Seyfettin de Turan fikrinin popüler söylemde yer etmesine destek olmuştur. Millî Mücadele döneminde ise Turan ideolojisi geriye çekilmeye başlamış, daralan imparatorluk topraklarında adım adım Anadolu merkezli bir Türk kimliğiifade bulmuştur. Türkçü ve Turancı kadrolar ittihat ve Terakki’nin siyasi gelişiminde önemli bir rol oynadığı hâlde, TBMM hükûmeti 1920’den itibaren Turancı akıma karşı tavır almıştır. Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923’te Türkçülüğün Esaslarıadlı eserinde Turancılığı “uzak ideal/mefkûre” ilan ederek,Türkiye devletinin kuruluşunu esas alan yeni bir milliyetçilik tanımı getirmiştir. Hatta Mehmet Emin Yurdakul Turana Doğru adlışiir kitabının yeni baskısında bazışiirlerini değiştirerek Turan sözcüğünün yerine vatan sözcüğünü getirmiştir. Dönemin ünlü fikir insanları Ahmet Ağaoğlu, Halide Edip ve Yusuf Akçura, 1922ve 1923’te çeşitli şekillerde Turancılık ideolojisini terk ettiklerini beyan etmişlerdir. Türkçü-Turancı ideoloji Cumhuriyet ile son bulmamıştır. 1930’larda yeniden canlanmıştır. 1930’larda yeniden güçlenen Türkçü-Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi




CUMHURiYET DÖNEMi: RESMÎ iDEOLOJiNiN iNşASI
Osmanlı Türkçülüğünden cumhuriyete giden süreç Millî Mücadele, Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin ilanı aşamalarından geçerken “ulusal sınır” kavramının ortaya çıkışıyla, “ulusal egemenliğe” doğru ilerlemiştir. Coğrafi sınırlar askerî başarılarla güvenceye alınmış, “devletin ve vatanın kurtarılması” yeni kurulacak yapının en temel ideolojik dayanağı olmuştur. Özellikle Yunanlılara ve ingilizlere karşı kazanılan zafer sonucunda Mustafa Kemal liderliğini kabul ettirmiş, bu önderlik Osmanlı mirasından kalan Türkçülüğü ideolojik anlamda dönüştürmüştür

Kemalizm
Kemalizm, Mustafa Kemal’in temelini attığı bir ideolojik yaklaşımdır, amacı bağımsı z bir ulusal devlet ve yeni bir siyasi rejim kurmaktır. Yeni rejim, Türklerin laik cumhuriyetidir. Cumhuriyet rejimine geçiş, saltanatın kaldırılması ve ulusal egemenliğe dayalı halk hükûmetinin kurulması sürecini başlatmıştır. Mustafa Kemalbunun nasıl bir cumhuriyet olduğuna dair Nutuk adlı eserde tanımlamalar getirmiştir. Nutuk’taki Milliyetçilik (CHP’nin 2. Oku) kültürel ve mekânsal milliyetçiliktir, yani mevcut sınırlar içinde millî aidiyeti tanımlar; fetihçi ve yayılmacı değildir. Kemalizm, bu yönü ile toplumun büyük bölümü tarafından paylaşılan, “ulusal modernleşme ve ulus devlet”i idealize eden bir ideolojidir. Nutuk’ta Laiklik (CHP’nin 5. Oku), ve hilafetin kaldırılması sürecinin sonuçları siyasal anlamda (din-devlet işlerinin ayrılması), toplumsal anlamda (dinsel kurumların toplumsal yaşama karışmaması) ve kültürel anlamda(dinî düşüncenin yerini bilimin alması) olmak üzere üç seviyede tanımlamıştır; bu seviyeler zihniyet olarak rasyonelleşme sürecinin de ifadesidir.

Kemalist ideoloji Cumhuriyet Halk Partisi ile özdeşleşen Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Milliyetçilik, inkılapçılık/Devrimcilik ve Laiklik ilkeleriyle kendini tanımlamıştır. Bunların en çarpıcı sonucu saltanat ve hilafetin kaldırılması olmuştur. Kemalizmde iktidar meşruiyetini dinî bir kutsallıktan değil “millî egemenlik”ten alacak şekilde tasarlanmış, vatandaş ile devlet “millî egemenlik” çerçevesinde bir araya getirilmiştir. Cumhuriyet ile birlikte Osmanlı Devleti’nin dinsel meşruiyetinin yerini “laik”lik almıştır. milliyetçilik halkın genelini bir ‘ulusal mit’ etrafında birleştirir; bireyi değil, grup değerlerini yüceltir, böylelikle de kitlelerin devlete bağlılığını ve sadakat hissini arttırır. Bu ideolojinin ürettiği homojen kimlik kalıbı sayesinde kitleleri tek vücut halinde, “tek bayrak, tek millet, tek dil” olarak ele alıp, kitlelere yön veren tek parti sistemine ya da hâkim parti sistemine de elverişlidir. Özetle Kemalizm sosyal ve siyasi alanda bir reform hareketine yol açmıştır.

Kemalizm dört teorik varsayım üzerinde durmuştur:

1. Hükümdar otoritesi üzerine kurulu meşruiyet anlayışı yerine, kanun ve yasalara
bağlı meşruiyet anlayışı,
2. Ümmet toplumundan bir ulus devletine geçiş,
3. Teba/Halk-Kral/Sultan ikiliğinden oluşan siyaset yerine ulusun egemenlik
kurduğu bir siyasal alan inşa etmek,
4. Dünyayı analiz ederken dinî yaklaşımdan, pozitif (olgusal) anlayışa geçmek

ANADOLUCULUK
Anadoluculuk, hem bir ilimcilik hem kalkınmacılık hem ahlakçılık ve maneviyatçılık hem de felsefi anlamda Türk hümanizmasını gerçekleştirecek bir ideoloji ve toplumsal harekettir. Burada yeni bir tarz milliyetçilik savunulmaktadır. ilk Anadoluculuk hareketi 1923-1925 arasında Mükrimin Halil Yinanç ve onun çıkardığıAnadoludergisi etrafında oluşmuştur. Anadoluculuk akımının üç çeşidi vardır


Mavi Anadoluculuk
1940’lar ve 1950’lerde ortaya çıkan Mavi Anadoluculuk akımına göre “Batılılaşma aslında öze dönmek demektir çünkü Batı medeniyetinin kaynağı da Batı Anadolu’daki ve Orta Asya’daki kültürdür”. Özellikle Sabahattin Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Melih Cevdet Anday, Azra Erhat gibi isimlerden oluşan Mavi Anadolucular için başta Antik Felsefe’nin doğduğu iyonya olmak üzere Anadolu tüm medeniyetlerinbeşiğidir ve tüm medeniyetler buradan doğmuş ve yükselmiştir. Mavi Anadolucular kimlik inşasında islami ögelere değil, Anadolu sembollerine ağırlık vermişlerdir.

islamcı Anadoluculuk
islamcı Anadoluculuk, 1939 sonrası dönemde ortaya çıkan bir harekettir. Özellikle Hareket dergisi (1939-49) etrafında gelişen fikirlere Hüseyin Avni Ulaş, Nurettin Topçu öncülük etmiştir. Mekânın manevi gücüne vurgu yaparak mekânın ırkı millete dönüştürmesinden söz etmişlerdir. islamcı Anadoluculukta “vatan” fiziksel olduğu kadar ahlaki değerler sisteminin sınırlarını çizmektedir. Bu değerler, dinî ve kutsal bir mekânı vatanlaştırmıştır.

Türkçü Anadoluculuk
Türkçü Anadoluculuk, Etnik Anadoluculuk olarak da adlandırılan bu akım, Anadolu’yu dünyaya değil “öze” ve “yerel olana” açılan bir kapı olarak görür. Türkçü Anadoluculuğun fikir önderlerinden Remzi Oğuz Arık’a göre milliyetçilik idealinin ağırlık merkezi olarak vatan kavramının kabul edilmesi bir “realite”dir. Bu realiteyioluşturanlar Türk kütlesi ve Türkmen kütlesidir. Bu “esas kütle” memleketin dil, nüfus, toprak, sınır, siyaset, eğitim, ekonomi, sağlık gibi bütün devlet çalışmalarının belkemiğini meydana getirir. Türkiye’de 2000’li yıllarda sol ideolojiye daha yakın tanımlanan, kendini sağ milliyetçilikten ayırt eden Ulusalcılıkakımı ortaya çıkmıştır. Ulusalcılık akımına göre, Atatürk’ün öngördüğü tam bağımsızlık, millî sanayinin gelişmesi, dışa bağımlılıktan kurtulma gibi hedefler terk edilmiş, devletin temel kuruluş ilkelerinden sapılmıştır ve millî çıkarlar korunmamaktadır. Ulusalcılar, “ulus devletin üniter yapısının korunması gerektiğini, ülkeyi etnik unsurlara ayrıştırmanın, ülkenin “mozaik” olduğunu söylemenin, Atatürk’ün ilkelerine ters düştüğünü, bunun emperyalizmin ülkeyi bölmek için uyguladığı bir oyun olduğunu” savunurlar. Ulusalcılık çeşitli etnik toplumsal kimliklerin birlikteliğini simgeleyen “mozaik”e karşı çıkması ile Milliyetçi Hareket Partisi söylemine yaklaşır, “tek devlet, tek bayrak ve tek dil” fikrini desteklemesiyle Kemalist ideoloji ile örtüşür. Bunun yanında laik, sosyal, hukuk devletini savunması ve tam bağımsızlı katan yana olmasıyla sol söylemle de yakınlaşmaktadır.

BATICILIK, CA⁄DAşLAşMA VE MODERNiZM
“Batılılaşmak/Modernleşmek/Çağdaşlaşmak” kavramları değişik açılardan Türkiye’nin düşünsel/ideolojik haritasında nazik bir yer tutar. “Batı” hem model alınan hem de tehdit olarak görülen bir ideolojik imgedir. Batı, kimi ideolojik söylemlerde Avrupa-Avrupalılaşma-Avrupalılaştırma bazı söylemlerde ise çağdaşlaşma, modernleşme vs. gibi terimlerle karşımıza çıkar. Batı, Osmanlılar tarafından ileri olarak kabul edilmekle birlikte Batı’nın ahlakı, tehlikeli sınıf çatışmaları ve emperyalist eğilimlerin ortaya çıkışı gibi pek çok nedenden dolayı eleştirilmiştir. Bu nedenle Batı, hem gelişme aracı hem de bir tehdit kaynağı olarak görülmüştür. Dolayısıyla Osmanlıimparatorluğu’nun son dönemleri ile Türkiye’nin ulus-devlet kurma
aşamasında kendi modernleşmelerini kendilerinin yaratması gündeme gelmiştir. Çağdaşlaşma kavramı bu bakımdan modern olmayı “çağın gelişmelerine açık olmak ve uyum sağlamak” anlamıyla Batıcılıktan farklı bir akım şeklinde gündeme getirilmiş; modernleşmeyi sadece Batı’ya endekslememek için teknik bir çerçeve
sunmayı amaçlamıştır.

Türkiye’deki düşünce dünyasında Batı ile nasıl bir ilişki kurulacağı “Kültür veMedeniyet” tartışmasında gizlidir. Bu tartışma Ziya Gökalp’in modernleşme ideolojisinde önemli yer tutar. Gökalp’in kültür/hars ve medeniyet ayırımına göre hars, ulusal kültürdür. Medeniyet ise farklı toplumların bir arada geliştirdikleri bir bütündür. Batı uygarlığının kültürü alınamaz çünkü her ulusun kültürü kendine özgüdür.

Sonuç olarak Gökalp’in fikriyatı durumu bir ikilik olarak görür. Kemalizm diğer reform algılarından farklı olarak salt bir modernleşmeden ziyade, toplumun ve devletin yapısında temelden değişikliklerin zorunlu
olduğuna inanmış, “kültür/hars” ve “medeniyet” tartışmalarını bir yana bırakarak Batı medeniyetinin bir bütün olarak alınmasından yana olmuştur. Modernizmin temelde dayandığı iki anahtar kavram, yenilik ve değişimdir. Modernizm ticaretten felsefeye bütün eski yöntemleri sorgular. Böylelikle geleneksel kültürün ögelerinin yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir olduğunu savunur. Modernizme göre 20. yüzyılın ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıdır, aynı zamanda “yeni” oldukları için “iyi” ve “güzeldir”.



MUHAFAZAKÂRLIK
Muhafazakârlık, kelime olarak “düzeni korumak”, “var olanı muhafaza etmek” fikri üzerine oturur. Değişime kuşku ile bakar. Muhafazakâr ideolojiye göre değişim tercih edilir bir durum değildir ama eğer değişim kaçınılmaz ise toplumda geçmişten gelen geleneksel kurumlar (aile, eğitim ve kültür) muhafaza edilerek değişmelidir. Değişim sürecinde lider (otorite, baba figürü/temsili) süreci yönetir, “değişerek aynı kalma” ilkesine sahip çıkar. “Değişerek aynı kalma” düşüncesi ideolojik olarak muhafazakârlığın ilk savunucusu ingiliz düşünürü Edmund Burke’a aittir. (1729-1797).

Muhafazakârlık en kısa anlamı ile “mevcut hukuki durumu (statüko) muhafaza etmek, toplumdaki radikal değişimlere “kuşkulu yaklaşma” şeklinde tanımlanır. Muhafazakâr ideoloji için gelenek en önemli yapıtaşıdır. Gelenekler zamanının sınavını geçerek günümüze kadar gelmiştir ve kök salmıştır dolayısıyla biranda değişemezler. Muhafazakâr düşüncede modernleşmek, Batı’nın teknolojisinden faydalanmaktır. Türk muhafazakârlığının teknolojiyle problemi yoktur. Modernleşmeye çalışırken korunmak istenen ögeler “din ve kültür” olmuştur. Muhafazakârlara göre modernleşmenin tek bir yolu yoktur; her ülke kendi kültürüne, tarihine, toplumsal yapısına bağlı olarak değişebilir. Fakat dinî duygulardan yoksun bir toplumda muhafazakâr düşünce barınamaz.

Kültürel Muhafazakârlık
Kültürel muhafazakârları diğer muhafazakârlık türlerinden ayıran en büyük özellik,düşüncelerini siyasal değil kültürel düzlemde ifade etmeleridir. Kültürel muhafazakârlar olarak Mustafa Şekip Tunç, ismail Hakkı Baltacıoğlu, Peyami Safa, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar önemli kişilerdir.Bu düşünürler “geçmiş kültürlerin yok oluşa terk edilmemesi, dinin ve kültürel kurumların toplumsal yaşam için işlevsel olduğunu” vurgular.

islamcı Muhafazakârlık
islamcı Muhafazakârlığı diğer muhafazakârlık türlerinden ayıran en büyük özellik, düşüncelerinde dinî duygu ve anlayışa daha çok yer vermeleridir. Sait Halim Paşa, Ahmet Cevdet Paşa gibi isimler islamcı muhafazakâr olarak nitelenebilir. Cevdet Paşa gibi birçok islamcı muhafazakâr olmakla birlikte, Mehmet ÂkifErsoy ve Necip Fazıl Kısakürek gibi isimler günümüze etki etmiştir. Özellikle M.Akif Ersoy’un temsil ettiği çizgi, ümmet kavramını kavim kavramının önüne almaktan yanadır; yani Müslümanlığı üst kimlik olarak tanımlama yoluyla, ulusal düzeyde ümmetçi, evrensel boyutta ise islam olan milletlerin dayanışmasını savunur.

1960’ların sonunda daha çok Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983), O. Yüksel Serdengeçtive M. şevket Eygi örneklerinde gördüğümüz popüler muhafazakâr söylemin şekillendiğini görüyoruz. şüphesiz bu dili en iyi şekilde kullanabilen ve Türkiye’deki antikomünist propagandanın entelektüel figürlerinden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir. Kısakürek, 2000’li yıllarda siyasi ağırlık kazanan “Muhafazakâr Demokrat” kesimi derinden etkilemiştir.

Milliyetçi Muhafazakârlık
Milliyetçi muhafazakârları diğer muhafazakârlık türlerinden ayıran en büyük özellik,düşüncelerini siyasal ve kültürel düzlemde ifade etme yolunu tercih ederek,millî duyguları daha çok önemsemeleridir. “Millî bünye”, “millî hissiyat” ve “millî öz” ve kavim anlamında Türklük bu akımın başlıca temelidir. Milliyetçi muhafazakârlar olarak, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Sâmiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi’yi örnek gösterebiliriz. Türkiye’de 1970’lerdeki milliyetçi siyasete 1969’da kurulan Milliyetçi Hareket Partisinin ideolojisi damgasını vurmuştur. MHP çizgisinin esasınıislam dininin şekillendirdiği Türk milliyetçiliğini temel alan gelenekçi-muhafazakârlığı simgeleyen Dokuz Işık temsil etmektedir. Dokuz Işık arasında milliyetçilik en önemli yere sahiptir. Milliyetçi Muhafazakârlık söyleminde kendini “ideolojiler-üstü” tanımlama gibi bir tavır da karşımıza çıkar.

SiYASAL iSLAM
Türkiye’de Siyasal islam modern siyasal alanın kuruluşu ile ortaya çıkan ve söylemini konjonktüre göre güncelleyen, iktidarı toplumsal destek yoluyla sağlamaya çalışan modern bir ideolojidir. Siyasal islamcı akımın birinci nesli, bağımsız seçimler yoluyla siyasal iktidarın meşruiyetini sağlayan ve genel çerçevesiyle modern siyasal alanı kuran 1908 devrimi/ II. Meşrutiyet ile başlamakta ve Cumhuriyet döneminde çok partili hayata geçiş ile sonlanmaktadır. Türkiye’nin çok partili hayata geçişinden itibaren siyasal yelpazede merkez sağıtemsil eden DP’den sonra gelen Adalet Partisi’nde yaşanan bölünmeler sonucu Türkiye’de sağ akımda, sosyoekonomik sınışar kendi içinde islamcı ve milliyetçi gruplara ayrışmıştır.

Türkiye’de siyasal islamcılığın ikinci nesli, Millî Nizam Partisinin faaliyete geçmesi ile başlamaktadır. Millî Nizam Partisi, Demokrat Parti dönemi ve sonraki on yıl içerisinde Türkiye’nin toplum yapısındaki dönüşümün ürünüdür. Millî Nizam Partisi, Türkiye’de siyasal islamcı söylemi parti programı olarak benimseyenve belirli bir sosyopolitik, ekonomik ve kültürel taban etrafında seçmen kitlesini örgütleyebilen ilk parti olma özelliği taşımaktadır. 12 Eylül 1980 askerî darbesi sonrasında siyasal ve toplumsal alanda belirli bir güç kazanan bir ideoloji vardır: Türk-islam Sentezi. Bu sentezin başlı ca amacı, Müslümanlığı üst kimlik olarak tanımlama yoluyla, ulusal düzeyde ümmetçi, evrensel boyutta ise islam olan milletlerin dayanışmasını savunmaktır. Türk-islam sentezi, 1970 yılında kurulan Aydınlar Ocağı tarafından kavramsallaştı rılmış ve programlaştırılmış bir hâlde Türkiye’nin siyasal gündemine girmiştir.islam üst kimliğinin millî bir boyutta ortaya atılmasının başlıca iki sebebi olabilir.Bunlardan birisi, Cumhuriyet döneminden itibaren başlayan ve 1960 sonrası dönemde kurumsallaşan “modern vatandaşlık” kavramına alternatif bir seçenek yaratmak; ikincisi ise aynı dönemde ağırlık kazanan radikal sol akımlara alternatif olmak.

Türk-islam Sentezi, Turgut Özal iktidarı döneminde de gündemde kalmayı sürdürmüştür.Bu husustaki en önemli dönüm noktası, 12 Eylül yönetiminin kurduğu Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu’nun 1986 yılının Haziran ayında toplanarak bir rapor benimsemesidir. Toplantıya Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan Turgut Özal, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, YÖK Başkanıihsan Doğramacı ve Yüksel Kurul üyeleri katılmış ve burada “kültür unsurlarının ve kültür politikasının tespitinde uygulanacak yöntem ve sorumluluklar” başlıklı rapor görüşülmüştür. Bu rapora göre Türklük ve islam öğelerinin milli kültürün iki ana dayanağı olduğu milli kültür politikası belirlenmiştir. Bu çerçeve Kemalizm ile uyumlu hale getirilmeye çalışılmış ve “Atatürkçülük” yeniden tanımlanmıştır.

SOL VE SOSYALiZM
Sosyalizm, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanır. “Sol siyaset” kavramının kökeni Fransız ihtilali dönemine dek geri gider. ihtilal sonrası kurulan parlamentoda özgürlüklerin destekçisi olan halkçılar genellikle başkan koltuğunun solunda oturmaktaydılar. Değişimlere karşı çıkmakta
olan zenginler, burjuva kişiler ise sağda otururlardı. Bugün Fransız parlamentosunda bu gelenek hâlâ devam etmektedir.

Solculuk, mevcut sosyal hiyerarşiyi, eşitsizliği kaldırmak isteyen ve zenginliğin ve imtiyazların adaletli dağılımını destekleyen bir politik harekettir. Osmanlıimparatorluğu döneminde sosyalist gruplar olmasına rağmen bunlar geniş kitle örgütlerine dönüşememişlerdi. Bu gruplar genelde küçük ve sosyalist düşüncenin taşıyıcıları oldular. Özellikle Selanik ve istanbul merkezli idiler. Bir kısmı Türkiye Komünist Partisine (TKP) katılmıştır. Özellikle de Şefik Hüsnü’nün liderlik ettiği Türkiye işçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TiÇSF) bunlardan biridir. Türkiye’de sol ideoloji milliyetçi ve muhafazakâr ideolojiyle şu bakımlardan ters düşer: Evrenselcidir ve seküler bir toplumsal yapıyı savunur. Dolayısıyla sol yaklaşımın odağında din, ırk, milliyet, cinsiyet vb. kavramlar yerine insan, eşitlik ve emek kavramları vardır. şunu da unutmamak gerekir ki sol ideoloji kendiiçinde çok fazla çeşit barındırır. Dolayısıyla sol görüşün milliyetçiliğe karşı olmayan çeşitleri de vardır. Ulusalcı-milliyetçi fikirlerin benimsendiği ve temelinde “millet” kavramının bulunduğu sol görüşler tarih boyunca görülmüştür ve günümüzde de bulunmaktadır. Milliyetçi-sol bir oluşum olarak Türk Solu ve Ulusal Parti örnek verilebilir.
1950’de kurulan tek yasal sosyalist parti Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi’dir; bu parti adli kovuşturmaya uğratılarak kapatılmıştır.

1960’ların en önemli olaylarından biri bir sosyalist partinin, Türkiye işçi Partisi’nin (TiP), kuruluşu ve ülke genelinde yarattığı etkidir. 1960 ile 1970 arası, TKP’nin ülke içindeki kadroları TiP’i desteklemişlerdir. TiP, 13 sendikacı tarafından 14 şubat 1961’de yapılan bir basın açıklamasıyla kurulmuştur. Aynı dönemdekendi başına bir sosyalist parti kurma girişimleri bulunan Mehmet Ali Aybar ve arkadaşları, partiye katılmışlardır. Türkiye işçi Partisi (TiP) 1965 seçimlerinde TBMM’ye 15 milletvekili sokabilmiştir. TiP’in bir diğer vurgu yaptığı konu da antiemperyalizmdir. TiP liderleri daha barışçıl ve bağımsız bir dış politika anlayışını benimsemiş ve Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” anlayışı doğrultusunda Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Türkiye’de soğuk savaş yılları, sol aydınların dikkatlerini dış politikaya yöneltmeleri açısından önemlidir. Sol ideoloji Türkiye’nin izlediği ekonomi-politikayı eleştirmiş, izlenen çizgiyi Batılı güçlü devletlerin çıkarlarına hizmet etmek olarak görmüştür. Bu dönemde ortaya çıkan örgütlerden biri, 1950’de istanbul’da kurulan“Türk Barışseverler Cemiyeti”dir. BaşkanlığınıBehice Boran’ın yaptığı bu dernek, Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesini ve NATO’ya girmek istemesini kınamasıyla dikkat çekmiştir

1960-80 arası dönemde Türkiye’de sosyalist ideolojinin yaygınlaşmasında en etkili olmuş bir diğer grup Yön Hareketi’dir. Yön Hareketi ismini ilk olarak 20 Aralık 1961’de yayınlanmış Yön Dergisi’nden alır. Yön Dergisi kurulurken 27 Mayıs’ın da coşkusuyla dönemin bütün entelektüellerinden destek görmüştür. Derginin yayın hayatı Haziran 1967’ye kadar sürmüş ve derginin yayınları özellikle askerî-bürokratik elit ve üniversite gençliği-entelektüel gruplar üzerinde etkili olmuştur. Derginin imtiyaz sahibi ve başyazarı daha çok “Türkiye’nin Düzeni” adlı eseriyle bilinen Doğan Avcıoğlu’dur..

LiBERALiZM
Tarihsel olarak dünyada 17. yüzyılda ortaya çıkan liberalizm, bireyciliği, bireysel hak ve özgürlükleri, özel mülkiyeti ve devlet müdahaleciliğinden uzak serbest piyasa sistemini temel alır. Ancak liberalizm, sadece entelektüel bir pozisyon değil, aynı zamanda siyasal ve sosyal eylemlere ve devlet politikalarına yön vererek, birdoktrin ve ideoloji hâline dönüşmüştür. Liberal düşüncenin odağında “özerk birey” yer alır. Özgür düşünen ve özgürce eylemde bulanan birey; hiçbir amacın aracı olarak kullanılmaz; o, kendi başına bir amaçtır. Liberalizmin bu derece önem atfettiği “özerk birey”, Türk siyasal düşüncesinde genellikle olumsuz bir kategoriolarak algılanır. Birey; cemaati, toplumu ya da partiyi “bozan”, “bölen” veya en azından “çözen” bir öge olarak görülür. Bu nedenle liberalizmin parolası olarak kullanılan “bırakınız yapsınlar” çağrısı, Türkiye’nin hem solcularını hem de sağcılarını rahatsız eden bir çağrıdır. Cumhuriyet Türkiye’sinde 1994 yılına kadar kendisini doğrudan doğruya “liberal” olarak tanımlayan bir parti kurulmamıştır.

“Liberal” sıfatını ilk (ve halen tek) kullanan parti 1994 yılında kurulan Liberal Partidir; parti daha sonra adını Liberal Demokrat Parti (LDP) olarak değiştirmiştir. Bununla beraber, liberalizmin bir entelektüel grubun genel siyasi doktrinini oluşturduğu ilk örnek Liberal Düşünce Topluluğu (LDT) bir grup akademisyen ve hukukçutarafından 1992 yılında kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. Avukat Kazım Berzeg ile akademisyenler Mustafa Erdoğan ve Atilla Yayla’nın öncülüğünde kurulan topluluk Türkiye’de liberalizmi kapsayıcı bir fikir sistemi olarak benimseyen ve faaliyetlerini entelektüel alana taşıyan bir kuruluş olmuştur.

TOPLUMSAL CiNSiYET VE FEMiNiZM
Toplumsal cinsiyet ve feminizm endüstriyel kapitalist toplumlarda mevcut erkek egemen yapıları sorgulayan bir yaklaşımdır; erkek egemenliğini sürekli kılan toplumsal ve siyasal yapıları çözümlemeyi amaçlar. Ataerkillik yani erkek egemen toplumu eleştiren feminizm, kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesini ve toplumdagerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasını hedeflemiştir. “Feminizm” eşitsizliğin yeniden üretildiği toplumsal yapıları sorgular. Bu sorgulama kadının karşılıksız ev-içi emeğine dayalı heteroseksüel tek eşli evlilik, erkek emeğini merkeze alan iş gücü piyasası, askerlik ve vergi vermeye dayalı vatandaşlık temelli ulusdevletyapılarına ilişkin analizler yapmayı mümkün kılar.

Ataerkil toplumsal yapıları sorgulayan Feminist ideoloji Türkiye’de 1981 ile 1984 arasında, istanbul Cağaloğlu’nda Yazko dergisi bünyesinde küçük bir grup kadının tartıştığı, öğrendiği, o zamanlar yayınlanan Somut gazetesinin bir sayfasında dile getirdiği bir kavram olarak popüler söyleme girmiştir. Birkaç yıl sonra(1983) o kadınların kurduğu Kadın Çevresi, dünyadan feminist yazarların kitaplarını Türkçe’ye kazandırmıştır .1986’da BM’nin “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından imzalanması için kampanya başlatılmıştır. Türkiye’de Anayasa’nın eşitlikten ne anladığını tanımlayan 10.maddesi, 2004 yılında değiştirilmiş ve ‘devlet kadın erkek eşitliğini sağlamakla yükümlüdür’ifadesi eklenmiştir. Türkiye, eğitimde toplumsal cinsiyet duyarlılığının sağlanmasını öngören ikiuluslararası belgeye imza atmış bulunmaktadır: Bunlardan biri Pekin Eylem Planıdır,




6.ÜNİTE ÖZET
Temel Kavramlar
Sekülerleşme, toplumsal ve kültürel alanların, dinsel kurum ve sembollerin hâkimiyetinden uzaklaşması anlamına gelmektedir. Sekülerleşme, dinîn etkisinin azaldığı bir değişimi işaret eder. Sekülarizm ise eğitim ve devlet alanlarının dinî ilkelere dayandırılmamasını savunan siyasal doktrin olarak da tanımlanabilir.
Seküler kavramı, kişilerin sekülarizm yanlısı olduklarını vurgulamak için kullanılabildiği gibi asıl olarak, sekülerleşmenin getirdiği süreç ve kurumları tanımlamak için kullanılır: “seküler eğitim” veya “seküler devlet” gibi

OSMANLIDAN DEVREDEN MiRAS
Osmanlı Devleti’nde din devlet ilişkilerinde iki temel unsur öne çıkıyordu: Ulema (Din adamları tabakası) ve dinî hiyerarşinin başı olan şeyhülislam. Bu unsurlar devlet bürokrasisi içerisinde konumlanmışlardı. Padişahlar, halife ünvanına sahip olmak gibi kimi özelliklerini de kullanarak, kendi yönetimleri için doğrudan dinsel meşruiyet üretebiliyorlardı. Yine bir takım uygulamalarına özellikle şeyhülislam makamından destek alarak dinî bir meşruiyet sağlayabiliyorlardı. Fakat padişahların gerek ulema gerekse şeyhülislama göre çok daha güçlü bir konumda olduklarını unutmamak gerek. şeyhülislamların padişahların taleplerini kabul etmedikleri durumlar çok sınırlıydı.

Yine Osmanlı gelenekleri içerisinde, şeriat hukukunun dışında örş hukuk veyakanunnameler adı verilen devlete ait bir hukuk alanı da mevcuttu. Padişahın kanunnameleriningerekçesi, din-u-devlet denilen ve Fransız kökenli devlet aklı (reason ’etat) kavramına benzeyen, devlet yönetiminin kendine özgü zorunlulukları olduğu inancıydı. Bazı gözlemciler, Osmanlıdaki bu özelliklerin, Türkiye’deki laik devlet uygulamalarına zemin hazırladığını savunurlar. Buna göre, ulemanın Osmanlıdevlet bürokrasisi içerisinde konumlanması, daha sonra Cumhuriyet devrindeki Diyanet işleri Başkanlığıyla devamlılık göstermiştir. Yine Osmanlı, kanunname geleneğiyle oluşan laik hukuk anlayışı, Cumhuriyet dönemindeki laiklik uygulamalarını da kolaylaştırmıştır.Osmanlıimparatorluğu’nun yöneticileri, özellikle 19. yüzyılda, belli alanlarda modernleşmenin zorunlu olduğunu kabullenmişlerdi. Özellikle hukuk ve eğitimalanındaki modernleşme hamleleri, bir sekülerleşme boyutu da içeriyordu. 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı Tebası’na yaşam, onur ve mülkiyet garantisi vermişti. Ferman, daha önce Millet Sistemi içerisinde kendi dinsel hukuklarına bağlı kesimlere, daha evrensel haklar tanınması bakımından bir ilkti. Hukuk alanı-nın dinsellikten uzaklaşması veya sekülerleşmesi anlamında da son derece önemli bir dönüm noktasıydı.

Modernleşmeye karşı çıkmamakla beraber, onu yerlileştirmeyi hedefleyen “İSLAMCILIK” akımının, günümüze kadar etkin olmaya devam ettiğini söylemek mümkündür. Batıcıların özellikle bilimsel yöntemlerin sosyal bilimlere ve toplumsal alanlara da uygulanabileceği ve kesin sonuçlar üretebileceğine dair pozitivist bir anlayışa yatkın oldukları görülüyor. Bu nedenle, dinîn alanının giderek gerilemesi ve bunun yerini modern bilim ve önerilerinin alması gerektiği yönündeki inançlarıyla sekülarizme yakın durmaktaydılar. Bu bakış açısı, Jön Türkler olarak bilinen ve ittihat ve Terakki Cemiyetinin kuruluşunda önemli roller üstlenen isimlerde de yaygındı. Bu isimler, “gerçek, saf, akla uygun, millî islam” gibi vurgularla, dinîn bireysel alana çekilmesini ve ilerlemeye ve toplumsal istikrara destek sağlamasını savunuyorlardı.

TEK PARTi DÖNEMiNDEN DEMOKRAT PARTiYE DiN DEVLET iLiŞKiLERi (1923-1950
Mecliste (1920-23) Mustafa Kemal etrafında toplananlar için Birinci Grup, onlara muhalif olan isimlere ise ikinci Grup deniliyordu. ikinci Grup üyeleri, Hilafetin kaldırılmayacağıyla ilgili güvence istediler ve bu güvence kendilerine bir yasa maddesiyle verildiğinde saltanatın kaldırılmasına destek sundular. Böylece saltanat,1 Kasım 1922’de kaldırıldı.Saltanat kaldırıldığında mevcut padişah Vahdettin, sultanlık unvanını kaybetmekle beraber hâlen halife olarak resmî bir konuma sahipti.Bu düzenlemeyle getirilen bir başka yenilik, halifenin Meclis tarafından seçileceğiydi. Padişah Vahdettin yurt dışına kaçınca TBMM toplanarak Abdülmecid Efendi’yi halife seçti. Bu seçim, TBMM’nin halifeyi bile seçecek yetkiye sahip kılındığının bir göstergesiydi

1921 Anayasası, halk egemenliğine vurgu yapan, cumhuriyet rejimine geçişi kolaylaştırıcı maddelere sahipti. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildiğinde, hilafet makamının korunuyor olması, yeni rejime muhalefet edebilecek kesimleri zayıf durumda bıraktı.

3 Mart 1924’de kabul edilen 431 sayılı Yasa’yla sadece hilafet kaldırılmıyor, Osmanlı Hanedanı da ülke dışına çıkarılıyordu. Bu Yasa, Türkiye’de din-devlet ilişkilerinin yeni dönemde alacağışekil bakımından son derece belirleyiciydi. Hilafet makamı,dinî mahiyeti olan bir kurumdu ve kaldırılması Cumhuriyet yönetiminin laiklik yönündeki adımlarının en önemlilerindendi.

Hilafetin kaldırıldığı gün Meclis iki önemli yasa daha kabul etti. Bunlardan birincisi ile şeriye ve Evkaf Vekâleti (Din ve Vakıf işleri Bakanlığı) kaldırılıp yerine Başbakanlığa bağlı Diyanet işleri Reisliği (Başkanlığı, DiB) ile Vakışar Umum Müdürlüğü kuruldu. şeriye ve Efkaf Vekaletinin kaldırılması, din işleriyle ilgilenen ayrıbir bakanlığın olmaması anlamına da geliyordu. Bu gelişmelere paralel olarakşeyhülislamlık makamı da kaldırıldı. Kabul edilen ikinci yasa ise “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” idi. Ülkede eğitim ve öğretim birliğini sağlamak amacıyla çıkartılan bu yasayla bütün okullar Maarif Vekâletine (Eğitim Bakanlığına) bağlandı. Maarif Vekâletide kısa bir süre sonra bütün medreseleri kapattı.Önceleri şeriye ve EvkafVekâletine bağlı olarak şer’i işlere bakan mahkemeler de 8 Nisan’da kaldırıldı ve bu tür davaları görme yetkisi Adalet Bakanlığının nizami mahkemelerine devredildi. Tüm bu düzenlemeler, 1924’te kabul edilen yeni Anayasa’da da karşılık bulmuş,böylece yeni cumhuriyet rejiminin anayasası da hayata geçmişti. DiB’in kurulması,din ve devlet işlerinin ayrılmasından ziyade, dinîn devlet tarafından denetiminin amaçlandığını gösteriyordu.

ismet inönü, tarihimizde 31 Mart Vakası (1909) olarak bilinen ayaklanmaya şahit olmuş, onu bastıran askerler arasında yer almıştı. Hem inönü’de hemde diğer Kemalist kadrolarda köklü bir irtica korkusunun oluşmasında ve daha sonraki yıllarda bu endişelerinden kaynaklanan kimi sertlik politikaları izlemelerinde, Osmanlının çözülme sürecindeki tecrübelerinin rolü azımsanamaz.

“Türkiye Devletinin dinî, dinî islamdır” ifadesi 1928’de Anayasa’dan kaldırıldı ama yerine laiklik ilkesinin konulması için 1937 yılını beklemek gerekecekti. Buraya kadar aktarılan değişiklikleri devlet yapısının laikleştirilmesi olarak tanımlayabiliriz. islam dinînin, toplumun semboller dünyasındaki ve özellikle gündelik yaşamındaki ağırlığı anımsandığında, bu alanda yapılan değişiklikler de toplumsal yapının laikleştirilmesi olarak tanımlanabilirler.

ilk önemli adım, başta fes olmak üzere her türlü başlığın yasaklanması ve memurların şapka giymelerinin zorunlu hâle getirilmesidir. 25 Kasım 1925’te çıkan bir yasayla memurlara şapka giyme zorunluluğu getirildi ve diğer bütün başlıklar yasaklandı.30 Kasım 1925’te bir başka yasayla tarikatların dinsel tören, toplantı veeğitim yerleri olan tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, müritlik, dervişlik gibi unvanlar yasaklandı.Bu değişikliklere ülkenin çeşitli yörelerinde bazı tepkiler olduysa da bu tepkiler Gezici istiklal Mahkemesinin aldığı sert tedbirler sonucunda kısa sürede bastırıldı.

Hukuk alanında yapılan en önemli düzenlemelerden birisi de 17 şubat 1926 tarihinde Medeni Kanun’un kabulüdür. isviçre’den alınan Medeni Kanun’la kişiler, aile, miras ve eşya hukuku alanlarında geçerli olan dine dayalı hukuk kuralları, yerini laik ve çağdaş hukuk kurallarına terk etti. Lozan Antlaşması (1923) sonucundaTürkiye’de yaşayan gayrımüslim azınlıklara kimi haklar tanındı: “Türk hükûmeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir” denilmiş, ayrıca azınlık okullarına da bazı güvenceler verilmişti.

3 Aralık 1934’te de bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanunla dinî giysilerin toplum içinde kullanımı yasaklandı ve din adamlarının dinî giysilerini sadece görevleri sırasında ve ibadet yerlerinde giyebilecekleri hükme bağlandı. 27 Mayıs 1935’te Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’la hafta sonu tatili cuma gününden,cumartesi günü öğleden sonra başlamak üzere pazar gününe alındı. 26 Aralık 1925’te saat ve takvim, 20 Mayıs 1928’de rakamlar değiştirildi. Bunları1 Kasım 1928’de Arap harflerinin yerine Latin harflerine dayalı yeni alfabenin kabul edilmesi izledi. Buna göre 1 Aralık 1928’den başlayarak gazete, dergi ve kitap dışındaki bütün yayınlar Latin harfleriyle yayımlandı

1924 yılında sadece istanbul Üniversitesine bağlı bir ilahiyat Fakültesi açılmıştı ve bu kurum eğitimli din adamlarına duyulan ihtiyacı karşılamaktan uzaktı. Bu fakülte 1933 yılında Edebiyat Fakültesi içerisine alınarak, islami Tetkikleri Enstitüsüne çevrildi ve 1941’de de tamamen kapatıldı. Bu arada 1932’den itibaren camilerde ezan ve Kuran, Türkçe okundu. Türkçe Kuran ilk olarak 23 Ocak 1932’de istanbul’da YerebatanCamii’nde okundu ve kısa sürede istanbul’un başka camilerine de yayıldı.“Tanrı uludur” şeklinde başlayan Türkçe ezanı ilk kez 30 Ocak günü Fatih Camii’nde Hafız Rıfat Bey okudu. 3 şubat 1932’deki Kadir Gecesi’nde Ayasofya Camii’nde Türkçe ezan ve Kuran okundu. Ceza Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle
Arapça ezan ve kamet okumak yasaklandı.

Köklü değişimlerin kimi toplumsal tepkiler yaratmaları kaçınılmazdı. Bu tepkiler patlak verdikçe, Kemalist yönetici kadro, irtica endişesiyle çok sıkı tedbirler aldı ve hızla istiklal Mahkemelerini devreye sokarak, muhalefeti etkisizleştirmeyi başardı. 13 şubat 1925’te Bingöl’de patlak veren ve dinî gerekçeleri de olan şeyh Sait isyanını bastırmak için, 4 Mart 1925’de Hükûmete geniş yetkiler tanıyan Takrir-i Sükûn Kanunu uygulamaya sokuldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) da ayaklanmayla ilişkisi oldu-ğu ve “din ve mukaddesat-ı dinîyeyi” kullandığı gerekçeleriyle 3 Haziran 1925’te kapatıldı.Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) da benzer suçlamalara maruz kalacaktı. SCF dindar kesimlerde heyecan yaratınca, “rejim düşmanları ve mürtecilerin toplanma yeri” olduğu gerekçesiyle hedef hâline geldi ve 16 Kasım 1930’da kapatıldı. Yine 1930 tarihli Menemen Olayı, Türkçe ezan uygulamasına tepki olarak patlak veren Bursa Ulucami (1933) ve iskilip Olayı (1935) da bu dönemdeki tepkilere örnek olarak gösterilebilir.

1947 CHP Kurultayında “laikliğin liberalleştirilmesi” kararı alındı.Yine aynı yıl hacca gideceklere döviz tahsis edildi. 1949’da ilkokul 4. ve 5. sınıflara isteğe bağlı din dersleri konuldu. Din adamı ihtiyacının karşılanması için Ankara Üniversitesine bağlı bir ilahiyat Fakültesi kurulmasına karar verildi. Milli Eğitim Bakanlığı da hızlandırılmış imam hatip kursları açmaya başladı. DP iktidarından kısa süre önce, 1 Mart 1950 tarihinde, “Türk büyüklerine ait olan” veya “sanat değeri olan türbelerin” yeniden açılmalarına karar verildi.

DP DÖNEMi VE 27 MAYIS SÜRECiNDE DiN DEVLET iLiŞKiLERi (1950-1965)
1946’da kurulan DP’nin islam dinîne yaklaşımı, CHP’ye göre daha ılımlı ve hoşgörülüydü.Partinin “dine hürmetkâr” duruşu, 1950-60 arası yapılan seçimlerde aldığı yüksek oyların en önemli nedenlerinden birisiydi. DP liderleri, sıklıkla kendilerininde Atatürkçü ve laik olduklarını vurgulamışlar, CHP’den farklarını da “milletemal olmuş ve olmamış devrimler” ayrımı üzerinden ortaya koymuşlardı. Buna göre, söz gelimi, Türkçe ezan uygulaması milletin kabul etmediği bir uygulamaydı.DP, bu uygulamayı 16 Haziran 1950’de ortadan kaldırdı. Meclis, Türkçe ezan uygulamasını kaldırırken CHP grubu da muhalefet göstermemiş, bu karara sessizcedestek vermişti.

DP, modernleşmeye karşı bir parti değildi. Başbakan Menderes ve arkadaşları, dindar kesimlerin, gelişmeye, kalkınmaya karşı olmadıklarını; tam tersi bu süreçlere aktif destek verebileceklerini savunuyorlardı. CHP seçkinlerinin dindar kitleleri gericilik kaynağı olarak görme tavırlarını paylaşmıyorlardı.

DP yeni bir kural ekledi. Buna göre çocuklarının din dersi almasını istemeyen aileler, bunun için okul idaresine dilekçe vermek zorunda olacaklardı. 1956 yılında seçmeli din dersi uygulaması, ortaokullara da taşındı. DP, din adamı ihtiyacının devam ettiğinden hareketle 1951 yılında, Ankara, istanbul, Adana, Isparta, Maraş, Konya ve Kayseri’de birer imam hatip okulu açılmasına karar verdi. 1959’da da ilahiyatçı yetiştirmek amacıyla Yüksek islam Enstitüleri kurulması kararlaştırıldı. DP, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, 1953 yılında, radyoda dinî konuların ele alındığı bir Ahlak Saati programı başlattı ve programa DiB’ten isimler davet edildi.

DP’nin kuruluş sürecinde partinin dindar kesimleri temsil etmediğini düşünen bir gurubun 1948’de Millet Partisini (MP) kurulmuştur. MP daha dindar kadrolardan oluşuyordu ve CHP’ye karşı daha sert muhalefeti
savunuyordu. Buna rağmen “milletin” DP’ye destek verdiğini de unutmamalıyız.MP 1954’te, yani DP iktidarı döneminde, laiklik karşıtı politika izlediği gerekçesiyle,yargı kararıyla kapatılacaktı.Cevat Rıfat Atilhan liderliğindeki islam Demokrat Partisi de laiklik karşıtı faaliyetleri gerekçesiyle 3 Mart 1952’de kapatıldı. Ayrıca 23 Ocak 1953’te Milliyetçiler Derneği kapatıldı. Ticaniler adıyla bilinen bir gurubun Atatürk heykellerine yönelik saldırılar gerçekleştirmeleri nedeniyle DP, 1951 yılında “Atatürk Aleyhine işlenen Suçlar Hakkında Kanun” çıkararak Atatürk’e yönelik suçlara karşı ağır yaptırımlar tespit etti.

27 Mayıs 1960’da bir askerî darbe yoluyla DP’nin devrilmesinde “irtica tehdidi” algısının büyük payı vardı. Darbenin, ordu ve yargı bürokrasisi dışında, özellikle üniversiteler ve eğitimli çevrelerde de ciddi desteği vardı. Yeni anayasa tartışmalarında din ve laiklik önemli gündem maddeleri olmayı sürdürdü. Sonuçtatek parti döneminde ortaya çıkan laiklik anlayışının yeni anayasaya da aynen geçirilmesini talep edenlerin istediği oldu.

Bu dönemde muhafazakâr kesimlerin laiklik karşıtlığından ziyade, “doğru laiklik” vurgusuyla kendi alternatişerini ortaya koydukları gözlendi.Bu dönemde bahsedilen laiklik anlayışının en öne çıkan savunucusu, hukuk profesörü Ali Fuat Başgil olacaktı. Darbeden hemen sonra MBK, dine karşı olmadığını vurgulamaihtiyacı hissetti. Darbeden sonra kurulan merkez sağ Adalet Partisinin (AP) ilk genel başkanı General Ragıp Gümüşpala olacaktı.Yine dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, AP’nin 1964 Kongresi’nde Süleyman Demirel’in parti genel başkanlığına seçilmesi için ağırlığını koymuştu.

iSLAMi OLUşUMLARLA iLGiLi BiR SINIŞANDIRMA DENEMESi
Aleviler, Dördüncü Halife Ali’ye büyük bir bağlılık gösterirler. Orta Asya kaynaklı din yorumları, Anadolu’da mevcut dinler ve On iki imam şiiliğinden etkilenerek zaman içinde şekillenen Alevilik, Orta Doğu’daki Nusayri Aleviliği veya şiilik kollarından ciddi farklılıklar göstermekteydi. Kadın ve erkeklerin beraber ibadet ettikleri Alevilik, Orta Asya’dan gelen göçmenler arasında yaygın olan cinsiyet eşitliğinden de etkilenmişti. Orta Doğu’da şiilik, kendi yazılı kaynakları ve bunları yorumlayan ulemasını oluştururken Alevilik sözlü kültür üzerinden gelişti. Aleviliğin, zaman zaman devlet iktidarına karşı meydan okumayı getiren itirazcı bir kültürüde oluşacaktı.Alevilerin büyük çoğunluğu Türk kökenli olmakla beraber yaklaşık % 20’sinin Kürtlerden oluştuğu düşünülmektedir. Alevilerin Türkiye nüfusunun % 15-20 arası bir bölümünü oluşturduğu yönünde tahminler vardır.

Bektaşilik, Alevilikle ortak yönler barındırmasına rağmen, şeyh ve mürit ilişkilerine dayalı silsilesi bakımından klasik tarikat yapılarına daha fazla benzeyen ve oldukça kentli unsurlar taşıyan bir islam anlayışı geliştirdi. Alevilerin geleneksel liderlerine dede denilirken Bektaşilere Çelebi veya Baba deniliyordu. Osmanlı döneminde etkinliği olan Kadirilik, Rifailik, Cerrahilik, Halvetilik, Mevlevilik gibi tarikatlardır.

Mehmet Akif gibi aydınların temsil ettiği islamcılık anlayışı, Cumhuriyet devrinde ciddi biçimdedışlandı.

Nakşibendilik, Kadirilik, Süleymancılık, Nurculuk ve Kolları
Nakşibendi tarikatı ve onun farklı kolları, Osmanlı döneminde de hem siyaset hem de gündelik hayatta ğırlığını hissettirmekteydi. Nakşibendiliğin, pasif bir dindarlıktan ziyade, aktif ve mücadeleci bir Müslümanlığı savunması ve modernleşme süreçlerinde de varlığını sürdürebilmesi,devlet seçkinleri ve aydınlar arasında olduğu kadar, toplumun geleneksel kesimleri arasında da etkinlik kurabilmesini sağlıyordu. Nakşilik, 14. yüzyılın ortalarında Buharalı Mehmed Bahaüddin Nakşibend tarafından kurulmasından bu yana,sadece farklı tabaka ve sınıflardan değil, çok farklı coğrafyalardan insanları da ortaklaştırabilen bir tarihsel birikim oluşturdu. Bugün Türkiye’de Nakşibendi tarikatışemsiyesi altında toplanabilecek irili ufaklı çok sayıda cemaat vardır.

Bunlardan günümüz Türkiye’sinde en etkili olanının iskender Paşa Cemaati olduğunu söyleyebiliriz. Cemaat, Mehmet Zahit Kotku etrafında gelişti. Kotku’nun en önemli önceliği islam’ın temel bilgilerini yeni kuşaklara aktarmaktı. Müritleri arasında daha sonra Türkiye siyasetinde etkili olacak, Necmeddin Erbakan ve Turgut Özal gibi isimler dikkati çekiyordu. Erbakan liderliğinde siyasal hayata katılan Milli Nizam Partisinin (1970) de Kotku’nun tavsiyesiyle kurulduğu bilinmektedir.

Kotku 1980 yılında vefat ettiği zaman yerine ilahiyatçı damadı Prof. Dr. Esad Coşan geçti. Bu süreç Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi (ANAP) iktidarına denk gelir. Avustralya’dan ABD’ye farklı coğrafyalarda etkili olmaya çalışan cemaatinlideri Coşan, geçirdiği bir trafik kazası nedeniyle 2001 yılında Avustralya’da vefat etti. Ardından oğlu Nureddin Coşan şeyhlik görevini üstlendi.

Nakşibendilikten ilham alan ve farklı kesimlere hitap eden başka cemaatler de söz konusu. Bunlardan en etkilileri, Erenköy Cemaati, Menzil Dergahı, ismail Ağa Cemaati,Hazneviler dir.

Kadirilik ; 12. yüzyılda şeyh Abdülkadir Geylani tarafından kurulan ve islam dünyasındaki en köklü tarikatlardandır. Kadirilik etkisinde oldukları bilinen belli başlı gruplar, Dr.Haydar Baş liderliğindeki icmalciler, Kadiri Muhammediye, Galibiler ve Tillocular olarak bilinen cemaatlerdir.

Süleymancılık, çok fazla yazılı kaynağı olmayan ve gücünü Kuran öğretme misyonundan alan bir islami oluşumdur. Faaliyetlerini “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri” adı altında yürütmeye çalışan Süleymancılar, daha çok Ege ve Akdeniz bölgelerinde taban buldu.

Nurculuk; altında irili ufaklı çok sayıda islami oluşum bulunmaktadır. Tüm bu grupları ortaklaştıran yön, Said Nursi’nin düşünsel mirasından ve hayat tecrübesinden ilham almalarıdır. Osmanlı dönemindeki siyasal mücadelelerde aktif olarak yer alan Said Nursi,bir dönem ittihat ve Terakki Cemiyeti ile de yakın ilişkiler kurmuştu. Nursi, hem 31 Mart (1909) Ayaklanması’na hem de 1925’deki şeyh Sait isyanına karışmaklasuçlandı. Bu nedenlerle Kemalist seçkinlerce “irticanın yaşayan simgesi olarak algılandı” ve yaşadığı sürece takip edilerek baskı altında tutuldu. Kurtuluş Savaşı’na destek veren ve Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya davet edilen Said Nursi’nin burada umduğu ortamı bulamadığı ve siyaset yoluyla islam’a hizmet edilemeyeceği kanaatine vardığı söylenir. Artık Yeni Said devrine hazırlanmaktadır. Nursi, 1926 öncesi dönemini “Eski Said,” sonrakini “Yeni Said” diye ikiye ayırır. Yeni Said’in önceliği, islam’ı günün koşullarında var edebilmekti.

Nursi, devrinin tarikat devri olmadığını vurguladığı gibi kendisini de şeyh olarak görmeyi reddetmişti. Asıl mesajının Nur Risaleleri olduğunu ve otoritesinin oradan kaynaklandığınıısrarla vurgulayarak, metin merkezli bir dinî yorum ortaya koydu. Nursi’ye göre bağ (rabıta) kurulması gereken kaynak onun risaleleriydi. Nurcular, dersane adını verdikleri evlerde bir araya geliyor, burada Nur Risalelerini tartışıyorlardı. Nurculuğun gelişmesinde sayıları binlerle ifade edilen dersanelerin önemi azımsanamaz. Said’in yazdığı risaleler, bir grup izleyeni tarafından el yazısıyla çoğaltılarak ülkenin farklı bölgelerine ulaştırılıyordu. Said, bu izleyenlerine Nur Talebeleri adını vermişti. DP iktidarında artık Nur Risalelerini bitirmiş, siyasal yaşamla yeniden ilgilenmeyebaşlamıştı. DP döneminde nispeten daha rahat hareket eden Nursi, yine de kovuşturmayauğramaktan kurtulamaz. 1960’da Urfa’da vefat eder.

Nurculuğun Kolları
Özellikle 1970 yılından itibaren yayımlanmaya başlayan Yeni Asya gazetesi, AP yanlısı ve komünizm karşıtı çizgisiyle dikkat çekecekti. Genel olarak Nurculuğun MNP-MSP-RP çizgisinde temsil edilen islamcı partilere mesafeli durduğu ve DPAP-DYP-ANAP çizgisindeki merkez sağ geleneğe destek vermeyi tercih ettiklerisöylenebilir. Zamanla “Yeni Asyacılar” ismi, Nurculuğun ana gövdesi için kullanılır oldu. MSP kurulduğunda ciddi sayıda Nurcu bu partiyi desteklemişti. Parti, 1973 seçimlerinden sonra CHP’yle koalisyona gidince özelikle Yeni Asyacıların başlattı-ğı bir karşı kampanya sonucunda Nurcuların büyük bölümü MSP’den koptular.

Gülen Cemaati, 1970’lerin başında, Nur Dersaneleri yerine Işık Evleri adıyla yeni bir yapılanmaya gitmiş, 1978 yılındaysa Sızıntı isimli bir dergi çıkarmaya başlamıştı. Cemaat, Gülen’in Sahabe’nin hayatını anlattığı, güncel siyasetten uzak vaazlarını kaset hâline getirerek takipçilerinin sayısını artırdı. Gülen cemaati, en başından itibaren başarılı öğrencilere yatırım yapmayı seçmiş, böylece “Bir elinde Kuran, bir elinde bilgisayar” olan bir altın nesil yetiştirme amacını izlemişti. 1980 sonrasında ANAP’ı destekleyen ve Turgut Özal’ın teşvik ettiği Gülen Cemaati, Refah Partisinin (RP) etkisini artırdığı 1990’ların başında daha da görünürhâle geldi. 1980’lerde Nurcuların bir bölümü ANAP iktidarıyla yakınlaşırken Yeni Asya çizgisi DYP’yi desteklemeyi tercih etti. RP’ye mesafeli duran Nurcu çevrelerin büyük bölümü AKP’ye açık destek verdiler.

1965-1980 ARASI DÖNEMDE DiN DEVLET iLişKiLERi

islami talepleri olan çevreler 1960-65 arası dönemde savunmaya çekilmişlerdi. Bir an önce çok partili yaşama geçilmesini istedikleri için orduyu kızdırmak istemiyorlardı. Adalet Partisi, 1965 seçimlerinden %52,9 oy alarak büyük bir zaferle çıktı. islami çevreler yeni bir dinamizm kazanmışlardı. AP lideri Demirel, tam bir denge siyasetçisiydi.

1967 yılında liselere de seçmeli din dersinin konuldu. Bu adım, laik çevrelerin tepkisini çekti. Bazı basın organları, Demirel’in Hacıbayram Camiine Cuma namazına gitmesini gericilik olarak eleştirmekteydi. Yargıtay Başkanıimren Öktem, gericiliği sert bir dille eleştirmiş, islamcı basın tarafından da din karşıtlığıyla suçlanmıştı. Öktem’in 3 Mayıs 1969’daki cenaze töreninde,imamın cenaze namazını kıldırmayı reddetmesi üzerine olaylar çıktı.

1970 yılında Milli Görüş çizgisindeki ilk siyasal islamcı parti olan Milli Nizam Partisi (MNP) kuruldu ve kısa sürede önemli bir oy desteği elde etti. Erbakan, Anadolu’da yerleşik iş çevrelerini örgütlemeyi başararak, 1968 yılında Türkiye Odalar Birliğinin başkanlığına seçilmiş, bu gelişmeden ürken Demirel, Erbakan’ı bu görevden uzaklaştırmıştı. Bu mağduriyet, Erbakan’ın dindar çevrelerde popülerleşmesine vesile olmuştu. Aslında Erbakan, milletvekili olmak için önce AP’ye müracaat etmiş ama Demirel’den veto yemişti. Bunun üzerine
Konya’dan bağımsız aday olarak 1969 seçimlerine katılmış ve yüksek bir oy oranıyla seçilmeyi başarmıştı.

MNP, 12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından kapatıldı. isviçre’ye giden Erbakan,bir görüşe göre, askerlerin davetiyle yeniden ülkeye döndü ve 11 Ekim 1972’de kurulan Milli Selamet Partisinin (MSP) başına geçti. MSP, 1973 seçimlerinde % 11,8 oy alarak 48 sandalye kazanmayı başardı. Seçimlerden birinci çıkan CHP ve MSP’nin Ocak 1974’de bir koalisyon hükümeti kurmaları, bazı muhafazakar ve milliyetçi çevrelerin sert tepkilerine neden oldu. Adalet, içişleri, Ticaret ve Sanayi bakanlıklarının yanında, Diyanet işleri de MSP’nin yönetimine bırakılmıştı. Bu zor koalisyon Eylül 1974’te son bulduğunda MSP ve Erbakan, artık tüm Türkiye’nin tanıdığı siyasi aktörler hâline gelmişlerdi.

CHP-MSP koalisyonundan sonra “Birinci Milliyetçi Cephe” olarak bilinen ve AP, MSP, MHP ve Cumhuriyetçi Güven Partisinden (CGP) oluşan yeni koalisyon hükûmeti, Mart 1975’te kuruldu ve 1977 genel seçimlerine kadar sürdü. Seçimlerden sonra AP, MHP ve MSP, ikinci Milliyetçi Cephe koalisyon hükûmetini kurdular

Alevilerle ilgili Tartışmalar.
Alevilerin büyük çoğunluğu Kurtuluş Savaşı’na destek verdiler. Daha sonra kurulan laik cumhuriyet rejimini de benimsediler. Mustafa Kemal, 1919’da Hacıbektaş postnişini Cemaleddin Çelebi’yi ziyaret ederek desteğini alacaktı. Cemaleddin Çelebi, yeni TBMM’de Kırşehir milletvekili oldu. Alevilerle ilgili bir başka sorun, DiB tarafından tanınmamaları ve bu kurumda temsil edilmemeleriydi. DiB, aslında laiklik ilkesiyle çelişir biçimde,islam’ın Sünni-Hanefi yorumunu temsil ediyordu.

Alevilerin önemli bir kısmı, 1950 seçimlerinde DP’ye destek verdiler. Yine Alevilerle ilgili tartışmaların başlaması da aynı döneme rastlıyordu. Bu dönemde Alevileri tanıtan kitaplar yayımlanmaya da başlandı. Bu kitaplar arasında en tartışma yaratanlardan birisi, Halil Öztoprak’ın 1951’de yazdığı, “Kuranda Hikmet, TarihteHakikat: Alevilerde Namaz” kitabıydı. Kitabın tezleri DiB yöneticilerini kızdırdı.1957’de 67 il Müftüsü kitaba karşı bir bildiri yayımlayarak yakılmasını, yazarın da idamla yargılanmasını istediler. Yazar, yapılan yargılama sonucunda beraat etti.

27 Mayıs Darbesi’nden sonra MBK’nin lideri ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Alevilerin DiB’te temsiline sıcak baktığını ifade etmişti. Gürsel’in bu yönde girişimlerde bulunulması talimatları bir sonuç getirmedi. Bu dönemde DiB yöneticileri, “Aleviliğin bir inanç olmaktan ziyade siyasi bir yorum olduğunu ve artık Alevi-Sünnimeselesinin kalmadığı tezini işliyorlardı.” DiB Başkanıibrahim Elmalı, 1966’da gösterir. Elmalı, “Alevi-Sünni meselesi kalmadı.Alevilik, dinî değil siyasidir,” diyerek Aleviliğin DiB Teşkilatı’nda temsiline niyekarşı olduğunu ortaya koyuyordu. Bu yaklaşım, basında ciddi tartışmalar yaratı yordu. Aynı yıl yüzlerce Alevi, hükûmete bir dilekçe vererek, Alevilerin DiB’de temsilini talep ettiler ve kendilerine karşı ayrımcılık yapıldığını savundular. Aleviler, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu türden bir girişimde bulunmuşlardı.

1960’ların ikinci yarısından itibaren Aleviler ve Sosyalist hareket arasında sıcak bağlar gelişti. Alevi tarihi, Pir Sultan Abdal gibi önemli şahsiyetler, sosyalist tezler ışığında yeniden yorumlanıyordu. Türkiye işçi Partisi de (TiP) Alevilerden destek görmüştü. 1966’da Aleviler Cem Dergisi adıyla bir süreli yayın çıkararak, günümüzekadar varlığını sürdürecek önemli bir yayın girişiminde bulundular. Aynı yıl, Alevilere hitap eden Birlik Partisi kuruldu. Alevilerin, DiB ve Yüksek Din şurası’nda temsil edilmelerini savunan parti, mezhepçilik yaptığı suçlamalarına maruz kaldı.Seçimlerde %1,6 sınırını aşamayan parti kısa süre sonra tarih oldu. Alevilerin büyükçoğunluğu Ecevit liderliğindeki CHP’ye ve değişik sosyalist gruplara destek vermeyi tercih ettiler.

1970’lerden itibaren Sünni ve Alevi grupların beraber yaşadığı Orta ve Doğu Anadolu illerinde siyasal kavgalarla mezhep çatışmaları iç içe girecekti. Çorum ve Kahramanmaraş’ta Alevilere yönelik katliamlar yaşandı. 1980 Askerî Darbesi’ni yapanlar, Alevi Bektaşilerin bir inanç gurubu olarak sorunlarını görmezden geldiler.

1980-1997 ARASI DÖNEMDE DiN DEVLET iLişKiLERi
12 Eylül 1980 Darbesi’ni gerçekleştirenlerin en önemli gerekçelerinden birisi de daha önceleri olduğu gibi irtica tehdidiydi. Darbecilerin “sabırlarını en fazla taşıran girişim” olarak gösterdikleri olay, 6 Eylül 1980’de MSP’nin düzenlediği Konya Mitingi’ydi. Erbakan, 1987 yılında, 1983 yılında kurulanRefah Partisinin (RP) liderliğini üstlendi. Türk islam Sentezi, islam’ı Türk milliyetçiliğiyle sentezleyen ona antikomünist ve devletçi bir içerik kazandıran bir yorumdu. Darbeciler, özellikle eğitim ve kültür kurumlarında bu sentezden yararlanma yoluna giderek, rejime itaat eden ve siyasete uzak bir gençlik yetiştirilebileceğine inandılar. Bu yönde atılan en önemli adım, din derslerinin seçmeli olmaktan çıkarılması ve zorunlu hâle getirilmesiydi.

Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi (ANAP), 1983 seçimlerinde iktidara geldi. Özal’ın, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı yaptığı dönemde teşkilata dindar kimlikleriyle bilinen isimleri alarak kadrolaşmaya gittiği, o dönemin laik çevrelerince sıklıkla dile getirilen bir eleştiriydi. Bu isimler, laik basın tarafından “Takunyalılar” olarak adlandırılıyorlardı. Özal, MSP’nin genç ve yetenekli kadrolarından bazı isimleri de ANAP’a transfer etmiş, böylece partisinde “Mukaddesatçılar” olarak bilinen dindar bir grubun oluşmasına vesile olmuştu. 1990’ların ortasında RP, daha sonra da Adalet ve Kalkınma Partisinin(AKP) yelkenlerini şişiren bu gücün oluşmasında Özal’ın dolaylı ve dolaysız etkileri olmuştur.

Refah Partisinin Yükselişi
1983’de kurulan RP’nin, 11 yıl sonra istanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanacağı nı, bundan bir yıl sonra da Erbakan’ın “Cumhuriyet tarihinin ilk islamcı Başbakanı” olacağını hayal etmek zordu. RP, girdiği her seçimde istikrarlı biçimde oyunu artırmayı bildi. ilk sandık heyecanı, RP’nin %4,4 oy aldığı 1984 Yerel Seçimlerinde yaşandı. RP, 1991 seçimlerinden önce yürüttüğü kampanya ile sosyal meseleleri gündemegetirerek kent yoksullarına yönelmişti. Bu strateji özellikle istanbul’da başarılı sonuçlar verdi. En çarpıcı başarı 1994 Yerel Seçimlerinde geldi: Türkiye genelinde %19,09 oy alan RP, istanbul, Ankara, Konya, Kayseri, Diyarbakır ve Erzurum büyükşehir belediyelerini kazandı

Bu dönemde istanbul’un RP’li yeni başkanı RecepTayip Erdoğan da kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim hâline geldi. Erdoğan’ın anketlerde önde görünmesiyle beraber irtica tartışmaları yeniden gündeme oturdu.
Erdoğan başkan seçildikten sonraki ilk Belediye Meclisi toplantısında açılışı Fatiha ile yapmak istedi. Erdoğan’ın uzun zamandır savunduğu Taksim’e cami projesi, isteyen kız öğrencilere özel otobüs tahsis edebilecekleri, evlilik çağındaki gençlere maddi yardımda bulunacakları, belediye kokteyllerinde alkole izin vermeyecekleri ama belediye çalışanlarının kıyafetlerine karışmayacakları türünden mesajları, laik çevrelerde tedirginlikle karşılandı. Erdoğan, zamanla yerel yönetimlerin somut meseleleriyle daha fazla ilgilendi.

RP’nin yükselişinin 1980’lerin ikinci yarısından itibaren görünürlükleri giderek artan radikal islamcılıkla ilişkisi de önemlidir

Başörtüsü Meselesi
Başörtüsü meselesinin gündeme geldiği ilk olay, 1968 yılındaki Hatice Babacan’ın ilahiyat Fakültesine başörtüsüyle gelme girişimiydi. Başörtüsü veya “türban” meselesi, 1980’lerin ikinci yarısına damgasını vuracaktı. 26 Temmuz 1984’te Ege Üniversitesinden Doç. Dr. Nebahat Koru’nun derse başörtüsüyle girmesi olay yarattı. Koru Üniversiteden atılırken aynı yıl Uludağ Üniversitesinden bir başka öğrenci daha başörtüsü taktığı için üniversiteden uzaklaştırıldı. ANAP’ın sorunu çözme yönündeki çabaları ve YÖK’ün başlangıçta bu konuda net bir tavır üretemeyip çelişkili uygulamalarda bulunması, 1987 Ocak’ında Kenan Evren’in “Kızların başörtüsüyle okula gidemeyeceklerini” açıklamasına kadar devam etti. Bu açıklamadan hemen sonra YÖK, türban yasağının devam etmesi kararını aldı. Mayıs ayında Ankara 3.Bölge idare Mahkemesi türban yasağını durdurdu. 1989 başında Anayasa Mahkemesinin üniversitelerde türbanı Anayasa’ya aykırı bulmasıyla sorun daha da karmaşık hâle geldi.

Başörtüsü konusunda en son girişim MHP ve AKP’nin şubat 2008 yılında birlikte hazırladıkları, üniversitelerde türbanı serbest bırakan anayasa değişiklik teklifiydi. Öneri, 411 milletvekilinin onayıyla Meclisten geçmesine rağmen, Anayasa Mahkemesi tarafından 5 Haziran 2008 tarihinde iptal edildi. Özellikle 2008 yılından sonra, başörtüsü sorunu üniversitelerde şilen ortadan kalktı.Necmettin Erbakan, “73 yıllık Cumhuriyet’in ilk islamcı Başbakanı” olarak tarihteki yerini aldı.

1997 SONRASI DÖNEMDE DiN DEVLET iLişKiLERi
28 şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında, Erbakan Hükûmeti’nden bir dizi kararı uygulaması istendi. 28 şubat Kararları olarak bilinen kararların çıkış noktası, 1. maddede özetlenmişti: “Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan rejim aleyhtarı faaliyetler karşısında ödün verilmemelidir. Anayasa’nın 174. maddesinde koruma altına alınan Devrim Kanunlarının ödün verilmeden uygulanması esastır. Hükûmet, icraatında Devrim Yasaları’na uygunluğu sağlamakla görevlidir.” 2. maddede, “Yasaları ihlal eden dergahlar kapatılmalıdır” deniliyor, 4. maddede ise, “Anayasa’nın 163. Maddesininkaldırılmasının yarattığı hukuki boşluklar, irticai akımların ve laikliğe aykırı tutumların güçlenmesine yol açmıştır. Bu boşlukları telaş edecek yasal düzenlemeler getirilmelidir” deniliyordu.

izleyen maddelerin çoğu, eğitimle ilgiliydi; “Eğitim politikalarında yeniden Tevhidi Tedrisat Kanunu ruhuna uygun bir çizgiye gelinmesi” Temel eğitim 8 yıla çıkarılmalıdır”“imam-hatip okulları toplumdaki bir ihtiyacı karşılamak üzere kurulmuşlardır. Bu ihtiyacın fazlası olan imam hatip okulları, meslek okullarına dönüştürülmelidir.Ayrıca kökten dinci grupların kontrolünde olan Kuran kursları kapatılarak,Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda düzenlenmelidir,” “irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’deki görevlerine son verilen subay ve astsubayların belediyelerde istihdam edilmelerinin önüne geçilmesi” “Tarikatların denetimindeki şnans kuruluşları ve vakışar aracılı-ğıyla ekonomik güç haline gelmeleri dikkatle izlenmelidir,” “ Laiklik aleyhtarı yayın çizgisi olan TV kanalları ve özellikle radyo kanallarının verdikleri
mesajlar dikkatle izlenmeli ve bu yayınların Anayasa’ya uygunluğu sağlanmalıdır” deniliyordu.

28 şubat müdahalesinden sonra Refahyol Hükûmeti devrildi. Türkiye 2002’ye kadar koalisyon hükûmetleriyle yönetildi. Bu koalisyonlar, 28 şubat’ı gerçekleştirenlerin taleplerini büyük ölçüde yerine getirdiler. Kuran kurslarına 12 yaş sınırıgetirildi ve bu kursların açılmaları zorlaştırıldı. Sekiz yıllık zorunlu eğitim kapsamında imam hatip ortaokulları kapatıldı. Ayrıca imam hatip mezunlarının kendi alanları dışındaki bölümlere girmeleri zorlaştırıldı.

28 şubat müdahalesi, siyasal islam’ın yükselişini durdurmak için yapılmış, “irticayla savaşın gerekirse binyıl süreceği” vurgulanmıştı. Milli Görüş’ün üçüncü partisi olan RP de “laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri nedeniyle” 16 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı ve Erbakan dahil bazı üyelerine
beş yıl siyaset yasağı konuldu. FP de yine “laikliğe karşı eylemlerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle 22 Haziran 2001’de kapatıldı. FP’nin kapatılmasıyla bu hareket içerisinde “Yenilikçiler” ve “Aksaçlılar” diyebilinen iki grup arasındaki rekabet, ayrışmayla sonuçlandı. Erbakan liderliğindeki kanat, Recai Kutan’ın genel başkanı olduğu Saadet Partisini (SP) kurarken Yenilikçiler, 14 Ağustos 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP) kurdular.

2002 Genel Seçimlerinde oyların %34’ünü alan AKP, TBMM’de 363 sandalyelik bir temsil oranına erişti. Bu sırada Tayyip Erdoğan siyasi yasaklıydı ve 58. Hükûmet, Abdullah Gül tarafından kurulacaktı. Kısa süre sonra TBMM, Erdoğan’ın siyasi yasa-ğını kaldırdı. Böylece Erdoğan 59. Hükûmetin Başbakanı oldu.“Milli Görüş gömleğini çıkardık” diyen Erdoğan liderliğindeki AKP, kendisini Muhafazakâr Demokrat olarak tanımladı.

AKP, laiklik tartışmalarında daha çok Anglo-Sakson modeli olarak bilinen, devletin dinî alana müdahale etmediği ılımlı bir laiklik anlayışı savunuyordu. 28 Ağustos 2007’de Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanıseçildi.

ÜNİTE 7
* 1960 ve 1980 de demokrasinin çöküşünü hazırlayan temel etkenler arasında rakip elit
gruplar arasında görüşmeler ve uzlaşmalar olmamasıdır. 1980' lerden başlayarak Türk
demokrasisinin istikrarını tehdit eden iki önemli olgu ise, Siyasal İslamın ve Kürt
Milliyetçiliğinin yükselişidir.
* Heper’e göre Türkiye’de devlet olma vasfının derecesi ile menfaat grupları siyaseti arasında
hemen hemen bire bir ilişki vardır.
Osmanlı Türk Devletinin Nitelikleri:
*Güçlü bir devlet geleneği olmasıdır.
*Belirli ölçüde etkin olmasıdır.
5
*Siyasal Kültürde merkezi olması,
*Güçlü ve merkezileşmiş olmasıdır.
Ayan: Osmanlı Devletinde taşrada, merkezi hükümete karşı halkın, halka karşı merkezi
hükümetin temsilcisi durumunda bulunan ve seçkinler arasından hükümetçe seçilen
kimselerdir.
İltizam: Osmanlı Devletinde kamu gelirlerini kiralamaya dayanan vergi toplama sistemidir.
Tımarlı Sıpahiler: maaşları köylülerden toplanan vergilerin bir bölümüyle ödenen bir nevi
askeri hizmet sınıfıdır.statüleri fiili(de facto) nitelikteydi.
* Din adamları sınıfı devletten özerk bir kimliğe sahip olamamış, aksine, tayinleri, terfileri ve
maaşları bakımından devlete (yani dünyevi otoriteye) bağımlı kalmıştır.
Ümmet: bir peygambere inanların tümüdür.
* Devlet gerek Osmanlı Türk siyasal kültüründe gerekse halkın algılamalarında yüce bir yere
sahip olmuştur. Devlet başlı başına bir değer olarak kabul edilmiş, toplumdan nispeten özerk
kalmış, vesayetçi ve koruyucu bir rol oynamıştır.
* Bianchi’nin gözlemlediği gibi ‘’tüm çok partili dönemde siyasal elitlerin büyük bölümü kısmi
menfaatler bastırılmadıkça sıkı şekilde düzenlenmedikçe ya da basiretli biçimde
uyumlaştırılmadıkça sınıf din ve bölge bölümlerinin milletin birliğini ve devletin otoritesini
tehdit edeceği yolunda sürekli bir korku taşımışlardır.
* Türk dernekler alemi uzun süreden beri, iki değişik tipte örgüte bölünmüştür. Dernekler ve
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları. Sendikalar ise, bunların ikisi arasında
kendilerine özgü bir üçüncü tip oluşturmaktadır. Belli başlı iki tip farklı tarza (plüralizm ve
korporalizm) uygun düşmektedir.
* Philippe c. Schmitter’e göre: plüralizm, kurucu birimlerin, belirli sayıda, birden çok, gönüllü,
yarışmacı, hiyerarşik olmayan biçimde düzenlenmiş, menfaatin çeşidini ve alanını kendi
kendilerinin belirlediği tarzda örgütlendiği bir menfaatlerin temsili sistemi olarak
tanımlanabilir.
Korporatizm, kurucu birimlerin, sınırlı sayıda, tekçi, zorunlu, yarışmacı olmayan, hiyerarşik
biçimde düzenlenmiş ve fonksiyonel açıdan farklılaşmış kategoriler halinde örgütlendiği bir
menfaatlerin temsili sistemi olarak tanımlanabilir.
* Türk hukukunda dernekler plüralist modele, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
ise korporatist modele uygun düşer.
* 7 Kasım 1982 de halk oylamasından önce anayasayı tanıtma konuşmaları sırasında Kenan
Evren siyasal faaliyetin ancak siyasal partilerce yürütülebileceğini ifade etmiştir.
6
* Meslek kuruluşlarının anayasal tanıma ve statüye kavuşmaları ilk defa 1961 anayasası ile
gerçekleşmiştir. (madde 122)
* 1995 anayasası ile meslek kuruluşlarının siyasetle uğramsa yasağı kaldırılmış, idari merci
kararı işle görevden uzaklaştırmalar zorlaştırılmıştır.
TÜSİAD: Türkiye’de demokratikleşme perspektifleri adlı raporu 1997 de yayınlanmıştır. Eski
başkanı Şahap Kocatopçu: İş alanında bir çok alanda birbirleriyle şiddetli rekabet içinde
bulunan bir çok kişinin anlaştığı ortak noktalar: 1- demokrasiyi savunmak 2- bir siyasal
partinin yörüngesinin dışında kalmak 3- ülkenin menfaatlerine öncelik vermek. TÜSİAD 1979
yılında Ecevit hükümetinin düşüşünü kolaylaştıran topyekün kampanyalardan sonra
‘Hükümet Düşüren Dernek’ olarak anılmıştır.
MÜSİAD: (Müstakil İşadamları Derneği) 1990 yılında İslami eğilimli bir grup işadamı
tarafından kurulmuştur. TÜSİAD’ın aksine üyelerinin çoğunluğu küçük ve orta boy
işletmelerden oluşur.
TİSK: (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) diğer büyük bir işveren örgütüdür.
Pazar ekonomisine yönelik reformlar:
*ihracata dönük ekonomi
*pazara yönelim
*dünya ekonomisiyle entegrasyon
*Serbest fiyat
*ithalat kotalarının iptali
*Türk Lirasının konvertibl olması
*devletin ekonomiye katkısının azaltılması.
* 1980’li yıllarda önemli piyasa reformları gerçekleştirilmiştir. Reform süreci, Süleyman
Demirel azınlık hükümetince (1979-1980) başlatılmış, Milli Güvenlik Konseyince (1980-1983)
desteklenmiş ve güçlendirilmiş, Turgut ÖZAL hükümetince (1983-1989) daha da
geliştirilmiştir.
Monizm: Her alandaki çoklukları birliğe indirgemeyen öğretiye verilen addır. Tekçilik bircilik
olarak da bilinir.
* Menfaat gruplarının düşük etkisinin önemli nedeni, siyasal partilerle menfaat grupları
arasındaki ilişkinin zayıflığıdır.
* Sivil Toplumun en önemli unsurlarından biri Larry Diamond’un ‘ideolojik Pazar yeri’olarak
adlandırdığı, bilgi ve düşüncelerin serbest akışıdır.
7
* 1993 yılında radyo ve televizyon yayınlarında devlet tekeli kalkmıştır.
Türk demokrasisinde eşine rastlanmayan sivil girişim: İrtica tehtidine karşı TÜRK-İŞ,
DİSK,TOBB, TESK ve TİSK’in yayınladığı ortak deklerasyondur.
Pekişmiş bir demokrasi için elit konsensusu ön şarttır.böyle bir konsensus iki şekilde sağlanır:
*elitler arasındaki anlaşmalar
*elitler arası yakınlaşmalar
* Türkiye’deki üç demokrasiye geçiş (1949, 1961 ve 1983)elit anlaşmasını içermez çünkü
otoriter güç buna izin vermez.
* İslamın yükselişi ve Kürt milliyetçiliği küreselleşmenin kültürel etkileri ile ilgilidir.
* Türkiye politikasındaki temel bölünme İslami partilerin yükselişiyle birlikte laik-dinci eksene
kaymıştır.
* TRT 6 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren 24 saat Kürtçe yayın yapmaya başlamıştır.
* Demokrasinin pekişmesi İslamcılık-laiklik ve üniter devlet-Kürt talepleri konularında makul
ölçüde oydaşmanın sağlanabilmesi ile mümkündür.__

ÜNİTE 8
* Türkiye’de demokrasinin pekişmesini güçlendirilen başlıca sorunlardan biri, parti
sistemindeki kurumsal bozulma’dır. (deinstitutionalization) 1946-1980 genç demokrasiler
arasında en kurumsallaşmış parti sistemlerinden birine sahip olan Türkiye, 1980’lerden
itibaren hızlı bir kurumsal bozulma sürecine girmiştir.
* 2002 seçimlerinden itibaren AKP’nin sağladığı üstünlük, parti sistemindeki oynaklık ve
parçalanmayı daha makul düzeylere indirmekle birlikte, ideolojik kutuplaşma, daha da yoğun
olarak devam etmektedir.
* 1961 ve 1982 anayasalarının yapılmasında kullanılan dışlayıcı yöntem, her iki anayasanın da
halk gözünde yeterli meşruluk sağlamasına engel olmuştur. Her ikiside devlet elitlerini y
ansıtan yasalardır.
* 1982 anayasasından sonra 1993,1995,1999,2001,2002 ve 2004 yıllarında yapılan
değişiklikler onu daha demokratik, hürriyetçi ve çoğulcu yönde geliştirmiştir.
* Türkiye Cumhuriyetinin kurucu felsefesinin iki temel direği, milli ve üniter devletle laikliktir.
* Guillerno O’donnell’in ortaya attığı ‘delegasyoncu demokrasi’ (vekaleten demokrasi)
kavramı Türkiye örneğine en uygun düsen tip olarak görünmektedir. Yazara göre bunlar ‘yeni
8
bir türdür.’pekişmiş (temsili) demokrasilerin aksine, delegasyoncu demokrasilere çok kişisel
bir liderlik üslubu hakimdir. (personalismo)
* Yatay hesap verme mekanizmaları (yani yasama organı veya mahkemelere hesap verme)
başkanın başkanın ‘misyonu’unu gerçekleştirmesini engelleyen ‘can sıkıcı’ unsurlar olarak
görülmektedir.
* Başkan ve onun teknokrat danışmanları ülkeyi siyasal partilerle yasama organları ile ve ilgili
menfaat grupları ile danışmaksızın çıkardıkları kararnamelerle yönetime
eğilimlidirler.(decrestismo)
* Adnan menderes (1950-1960) bir askeri darbeyle son bulan tam bir delegasyoncu
demokrasiydi.
* Turgut ÖZAL (1983-1989), Tansu ÇİLLER(1993-1995) ve halen Recep Tayyip ERDOĞAN
başbakan olarak hayli kişisel bir liderlik sergilemişlerdir.
* Delegasyoncu demokrasilerin ayırt edici özelliklerinden biri, parlamento ve mahkemeler
gibi diğer bağımsız devlet kurumlarına karşı yatar hesap verme mekanizmalarının zayıflığıdır.
* Türkiye’de patronaj politikası Latin Amerika’daki kadar yaygındır.
* Siyasal partilerle sivil toplum kuruluşları arasındaki bağın zayıflığı, dikey (seçmenlere karşı)
hesap verme mekanizmalarının da anlamlı şekilde işlemesine engel olmaktadır. Dikey hesap
verme alanında seçmenlerin rolü, eşit derecede oligarşik siyasal partilerce kendilerine
sunulan aday listesinden birini onaylamaktan ibarettir.
* Türkiye’de otoriterizme geri dönüleceğine ilişkin ciddi bir endişe olmamakla beraber
demokrasinin yakın gelecekte pekişeceğine ilişkinde güçlü bir ümit yoktur.
Larry Diamond: demokrasinin sadece sürülmekte olması ‘pekişmeden doğan gerçek istikrarla
karıştırılamamalıdır…istikrar, şu an için daha iyi bir alternatif olmaması nedeniyle sistemin
pasif şekilde kabullenilmesini değil, ilke olarak demokrasinin ahlaki değeri konusunda pozitif
bir inancı gerektirir.’
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 12 misafir