Maliye Politikası 2 Ünite 1 Özeti

Cevapla
ifidie
Mesajlar: 1
Kayıt: 27 Mar 2019 09:39
İletişim:

27 Mar 2019 09:40

1
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Türkiye’de 1970’lerde yaşanan ekonomik istikrarsızlığın yurt içinden ve yurt
dışından kaynaklanan nedenlerini sıralayabilecek,
24 Ocak 1980 tarihinde hazırlanan istikrar paketinin öngördüğü politikanın
nasıl bir görüşe dayandığını ve bu istikrar politikasının temel özelliklerini
açıklayabilecek,
1980 istikrar politikasının uygulama sonuçlarını özetleyebilecek,
1994 krizini hazırlayan koşulların neler olduğunu ve 5 Nisan İstikrar Programı’nın hangi önlemleri içerdiğini açıklayabilecek,
Enflasyonla Mücadele Programı’nın uygulanmasına zemin hazırlayan koşulları
tanımlayabilecek,
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın kapsadığı temel unsurları diğer programlardan ayıran özellikleri karşılaştırabilecek,
2008 küresel krizinin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini değerlendirebilecek
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• İthal İkameci Sanayileşme Politikası
• Devalüasyon
• 24 Ocak Kararları
• Dışa Dönük Sanayileşme Politikası
• 5 Nisan Kararları
• Enflasyonla Mücadele Programı
• Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
İçindekiler
Maliye Politikası II Türkiye’de Ekonomik
İstikrar Politikaları
• GİRİŞ
• 1980 ÖNCESİ İTHAL İKAMECİ
SANAYİLEŞME POLİTİKASI
• 1980 SONRASI DIŞA AÇIK BÜYÜME
POLİTİKASI
• 1980 İSTİKRAR POLİTİKASININ
UYGULAMA SONUÇLARI
• 5 NİSAN İSTİKRAR PROGRAMI
• ENFLASYONLA MÜCADELE PROGRAMI
• GÜÇLÜ EKONOMİYE GEÇİŞ PROGRAMI
• 2008 KÜRESEL KRİZİ VE TÜRKİYE
EKONOMİSİNE ETKİSİ
MALİYE POLİTİKASI II







GİRİŞ
Türkiye’de 1980 öncesi ekonomik yapının belirleyici özelliği devlet öncülüğünde yürütülen ithal ikameci sanayileşme politikasıdır. 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlarla ekonomide dışa açık ya da ihracata yönelik büyüme politikası olarak adlandırılan politikalara
geçilmiştir. Temelde parasalcı yaklaşıma dayanan bu yöneliş, çözümü parasal düzenlemelerde aramakta ve devletin ekonomideki rolünü azaltarak piyasa mekanizmasına işlerlik
kazandırmayı öngörmekteydi. 1994 yılının başlarından itibaren üç haneli enflasyon ortaya çıkmış, derinleşen ekonomik sorunlar ve borçlanamayan hükümetin Merkez Bankası kaynaklarına aşırı yönelmesi ile %100’ün üzerine çıkan enflasyon sonucunda 5 Nisan
İstikrar Programı açıklanmıştır. Döviz kuruna dayalı enflasyonla mücadele programı da
Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ile sonuçlanınca yeni bir ekonomik istikrar programına gerek duyulmuştur. Krizden çıkmak ve istikrarsızlık yaratan yapısal sorunları ortadan kaldırmak amacıyla IMF ile imzalanan stand-by anlaşması gözden geçirilerek Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı adı altında yeni bir istikrar programı hazırlanarak yürürlüğe
konulmuştur. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın uygulanması sonucunda uygulama
yönündeki siyasal kararlılığın da etkisiyle büyük ölçüde başarı sağlanmıştır. Örneğin, faizler düşerek borç vadeleri uzamış, enflasyon tek haneli rakamlara düşmüş, mali disiplin
sağlanarak büyümenin de olumlu etkisiyle borç yükü düşürülmüştür.
1980 ÖNCESİ İTHAL İKAMECİ SANAYİLEŞME POLİTİKASI
Türkiye’de 1980 öncesi ekonomik yapının belirleyici özelliği devlet öncülüğünde yürütülen
ithal ikameci sanayileşme politikasıdır. Buna göre, yurt içi talebe yönelik olarak yapılan
üretimle büyüme sağlanacak ve kamu yatırımları ile bu süreç desteklenecektir. Bu politika,
İkinci Dünya Savaşı sonrasında birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de 1963 yılında başlanan planlı kalkınmanın vazgeçilmez bir parçası idi. Ancak bu tür bir politikanın aşağıda belirtilen nedenlerle uluslararası ekonomik yapı içerisinde başarısız olma riski sözkonusudur.
Birinci olarak, yurt içi talebe yönelik üretim yapıldığından, büyümenin sürdürülebilmesi için, tüketici kitlelerin gelirinin yüksek olması gerekir. Bu yüzden de yüksek düzeyde seyreden ücretler, aynı zamanda bir maliyet unsuru olduğundan enflasyonu körükler.
İkinci olarak, üretim sürecinde kullanılan girdilerin bir kısmı dışarıdan satın alındığı için,
dövize ihtiyaç vardır. Örneğin, Türkiye bu ihtiyacı bir süre yurt dışında çalışan işçi dövizlerinden karşılamış ancak bu kaynak azaldığında, sürekli borçlanma yapılamayacağına
göre, döviz darboğazına girmiş ve ödemeler dengesi sorunları ortaya çıkmıştır. Üçüncü
olarak, yurt içi tüketim ile desteklenen bu büyüme stratejisinde, yatırımları teşvik edecek
Türkiye’de Ekonomik
İstikrar Politikaları
İthal İkameci Sanayileşme
Politikası: Yurt içi tüketimde
ihtiyaç duyulan malların, ithal
edilmek yerine, koruma ve teşvik
yoluyla gerekirse girdi ithal
edilerek, yurt içinde üretilmesinin
sağlanmasıdır.
4 Maliye Politikası II
tasarruflar yetersiz kalabilir. Diğer bir deyişle yatırımların bir bölümü yüksek vergilerle
yaratılan kamu tasarrufları ile finanse edilirken, özel sektör yatırımları yetersiz kalabilir
ve dolayısıyla artan iş gücü için yeterli istihdam yaratılamaz. Dördüncü olarak, dışa kapalı
ekonomilerde bir süre mümkün olan bu stratejinin temel sorunlarından birisi de rekabetçi olmayan bir ekonomik yapıda, verimlilik ve kalite sorunu ortaya çıkarmasıdır. Daha
kaliteli ve daha ucuza mal üreten ülkelerle rekabet edemeyen ekonomilerde ise bir süre
sonra bu büyüme stratejisi başarısız olur.
Yukarıda özetlenen nedenlerle ülkemizde daha önce bir süre sürdürülebilen bu büyüme politikası, 1970’lerde tıkanmış, yüksek düzeyde fiyat artışları, işsizlik ve dış ödemeler dengesi sorunları ortaya çıkarmıştır. Özellikle 1970’lerin ikinci yarısında fiyatlar
hızla artmış, 1977 yılında %24 civarında olan toptan eşya fiyat endeksi, her yıl yüksek
oranlarda artarak 1980 yılında %100’ün üzerine çıkmıştır. İşsizlik oranlarında da ciddi
artışlar olmuş ve DPT verilerine göre 1978 yılında %13’ün biraz altında olan işsizlik, 1980
yılında %15’in üzerine çıkmıştır. Ödemeler dengesindeki gelişmeler de farklı değildir. Bütün kalkınma planlarında, dış açıkların ortadan kaldırılacağı ve dışa bağımlılığın azaltılacağına ilişkin vurgu yapıldığı hâlde 1977 yılında dış ticaret açığı 4 milyar dolar iken 1980
yılında 5 milyar dolara yaklaşmıştır. Bir diğer gösterge olan ihracatın ithalatı karşılama
oranı 1977 yılında %30 civarında iken 1980 yılında %36’nın üzerine çıkmıştır. Bu göstergelerle beraber, büyüme için vazgeçilmez olan yatırımların GSMH’ya oranı aynı dönemde
sürekli düşme eğiliminde olmuş, 1977 yılında %25 civarında olan bu oran, 1979 yılında
%18 civarına inmiş ve sanayi üretiminde ciddi düşüşler ortaya çıkmıştır.
Türkiye ekonomisini 1970’lerin sonunda istikrarsızlığa götüren temel nedenler yapısal niteliğe sahiptir. Benzer ülkelerde olduğu gibi ekonomide tarımın payı yüksektir ve
tarım doğa koşullarına bağlı olduğundan istikrarsız bir seyir izlemektedir. Nüfus hızla
şehre akarken, bu nüfusu istihdam edecek yatırımlar gerçekleşmemiştir. Talep yapısı değişirken, üretim yapısı, değişen talebe ayak uyduramamıştır. İşletmeler küçük ölçeklidir.
Sanayi üretimi, tekstil gibi çok az sayıda sektörde rekabetçi olabilmiş, kalite ve maliyet
açısından rekabet edecek gücü elde edememiştir. İhracatın içerisinde sanayi ürünleri çok
düşük oranda iken ithalatın önemli bir bölümü sanayi mallarından oluşmuştur.
Büyümenin finansmanında kullanılabilecek kaynaklar, özel tasarruflar ve kamu tasarruflarından oluşmaktadır. Ülkemizde yurt içi tasarruf / GSMH oranı planlı dönemin başladığı 1963 yılında %12.5 civarında iken 1975 yılında %20’ye yükselmiş ancak yukarıda
sayılan nedenlerle 1970’lerin sonunda %16 civarına düşmüştür. Kamu kesiminde ise bütçe
gelirlerindeki artışın yavaşlaması sonucu bütçe açıkları artmış ve kamu harcamalarının
sağlam kaynaklarla finansmanı mümkün olamamıştır. 1976 yılında bütçe açıklarının
GSMH’ya oranı binde 5 civarında iken sürekli artarak 1980 yılında %3.5’i geçmiştir. Kamu
sektöründe ortaya çıkan bu finansman sorunu, Merkez Bankası kaynaklarının daha fazla
kullanılmasına neden olmuş ve bu yöneliş kredi dağılımını olumsuz etkilemiştir.
Yukarıda belirtilen yurt içi nedenlere ülke dışındaki olumsuz koşulları da katmak gerekir. 1970’lere damgasını vuran temel bir istikrarsızlık nedeni petrol fiyatlarındaki hızlı
artışlardır. Ekonomik gelişme açısından enerji ve o tarihlerde özellikle petrol, bütün üretim süreçlerinin dolaylı veya dolaysız girdisi olduğundan, çok önemlidir ve bütün ülkelerde bir istikrarsızlık nedeni olmuştur. Türk lirasının değerinde ortaya çıkan olumsuz
gelişmeler ve yurt dışına iş gücü çıkışı da sürece eklenince, bütün reel ve parasal dengeler
bozulmuş, iç ve dış finansmanda ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Bozulan dengeler gelir
dağılımını, talebi ve dolayısıyla üretim yapısını da olumsuz etkilemiştir.
Özet olarak, ortaya çıkan istikrarsızlıkla başa çıkmak için 1978 ve 1979’da devalüasyon yapılmış (T’nin değeri düşürülmüş), temel mal ve hizmetlerin fiyatları ile faiz oranları
arttırılmıştır. Dış borç ve kredi imkanlarının arttırılması için de bazı önlemlere başvurulmuştur. Bu önlemler sonucunda, özellikle devalüasyon nedeni ile dış ticarette geçici
bir iyileşme sağlanmış olmakla beraber enflasyon hızla artmıştır. Ciddi yapısal sorunlarla
Devalüasyon: Yerli paranın
yabancı paralar karşısında
değerinin düşürülmesidir.
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 5
karşı karşıya olan Türkiye ekonomisi, yurt dışındaki olumsuz gelişmelerin de etkisiyle
krize doğru sürüklenmiş ve alınan önlemler başarısız olmuştur. Sonuçta bu istikrarsızlık
süreci ekonomiyi çok daha köklü sayılabilecek önlemler içeren 24 Ocak 1980 tarihinde
alınan kararlara götürmüştür.
1980 öncesi uygulanan ithal ikameci sanayileşme politikası neden tıkanma noktasına gelmiştir?
1980 SONRASI DIŞA AÇIK BÜYÜME POLİTİKASI
Türkiye’de 1970’lerin sonuna kadar uygulanan ithal ikameci sanayileşme politikası, finansman sorunları ile karşı karşıya kalınması ve rekabet gücünü kaybetmesi sonucunda, bu
sorunlarla başa çıkacak yeni bir arayış ihtiyacı doğurmuştur. 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlar, önceki önlemlerden köklü olarak farklıdır. Dışa açık ya da ihracata dayalı
büyüme politikası olarak adlandırılan bu yeni bakış açısı sadece Türkiye’de değil, ABD ve
İngiltere’de de istikrar politikalarının ana eksenini oluşturmuştur. Temelde monetarist (parasalcı) yaklaşıma dayanan bu yöneliş çözümü parasal düzenlemelerde aramakta ve devletin ekonomideki rolünü azaltarak piyasa mekanizmasına işlerlik kazandırmayı öngörmekteydi. Dışa açık bir yeniden yapılanmayla ekonomiye istikrar kazandırmayı ve ekonomik
büyümeyi sağlamaya yönelen bu yönelişi hazırlayan nedenler, aslında ekonomiyi istikrarsızlığa sürükleyen nedenlerdi. Dış finansman sıkıntısı nedeniyle yurt içi üretim azaldığından, ihracata yönelik büyüme hem rekabetçi bir ekonomi yaratarak maliyetleri azaltacak
ve kaliteyi arttıracak hem de daha fazla ihracat ile döviz kazancını arttıracaktı. Dünya ekonomilerindeki genel yöneliş bu olduğundan başlangıçta gerekli olan finansman ihtiyacı ise
dış çevrelerden ve Uluslararası Para Fonundan (IMF) sağlanmıştır. Bu çerçevede alınan
önlemler ve uygulama sonuçları aşağıda ana başlıklar hâlinde ele alınmaktadır.
Ekonomik istikrar konusunda daha fazla bilgi ve değişik ülkelere ilişkin araştırmalar için
IMF’nin web sayfasına bakılabilir: Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
Kamu Kesiminin Sınırlandırılması ve Piyasa Mekanizması
24 Ocak kararlarının temel unsurlarından birisi, para arzı ve kamu harcamalarının
kontrol altına alınması yoluyla enflasyona neden olduğu düşünülen yüksek talebin kısılmasıdır. Bu tür bir politikanın dayandığı temel yaklaşım, enflasyonun yüksek talepten
kaynaklandığıdır. Kamu kesiminin küçültülmesinin bir başka nedeni, özel sektöre daha
fazla önem verilerek kamu müdahalesinin azaltılması ve piyasa mekanizmasına işlerlik
kazandırılmasıdır. Piyasa mekanizması bir yandan rekabet yoluyla etkinliği arttıracak,
diğer yandan piyasa koşullarında belirlenen fiyat ve üretim koşullarında zaten bir talep
ya da arz fazlası ortaya çıkmayacaktır.
Kamu kesiminin küçültülmesi, bir yandan kamu işletmelerinin özelleştirilmesini, diğer
yandan kamu gelirlerinin ve kamu harcamalarının azaltılmasını gerektirmektedir. Temel
yaklaşım açık olmakla beraber uygulamada bazı sorunlar yaşanmıştır. Kamu harcamalarını azaltmak her zaman mümkün değildir. Çünkü bu harcamaların bir kısmı personel harcamalarıdır ve bu harcamaları, enflasyon nedeniyle bir ölçüde reel olarak eritmek mümkün olmakla beraber, ciddi ölçüde azaltmak mümkün değildir. Diğer cari harcamalar da
yürütülmekte olan kamusal faaliyetlerle doğrudan bağlantılıdır. Genel kamu hizmetleri,
eğitim, sağlık, adalet ve emniyet türü hizmetler kaçınılmaz olarak devlet tarafından sağlandığına göre, cari harcamalar belirli bir düzeyde devam edecektir. Bu yüzden de kamu
harcamalarının azaltılması mümkün olamamış ve küçük bazı dalgalanmalar hariç Bütçe
Harcamaları/GSMH oranı 1980-89 döneminde ortalama %22’nin altına düşmemiştir.
Kamu gelirlerinde ise çelişkili bir yapı ortaya çıkmıştır. Bir yandan piyasa ekonomisinin yerleşmesi açısından vergi yükünün düşürülmesi gerekirken, diğer yandan bütçe
açıklarının azaltılması için kamu gelirlerinin arttırılması gerekmektedir. Biraz da amaçlar
arasındaki bu çatışma nedeniyle kamu gelirlerinin arttırılmasında dikkate değer bir başarı
İhracata Dayalı Büyüme
Politikası: İhracata konu olan
mallarda uzmanlaşma yoluna
gidilerek ekonomik büyümenin
sağlanmasıdır.
1
6 Maliye Politikası II
sağlanamamıştır. Ele alınan dönemde genellikle dalgalı bir seyir izleyen Kamu Gelirleri/
GSMH oranı, 1990 yılındaki en yüksek değeriyle ancak %19.7 olabilmiştir. Kamu harcamalarının kamu gelirlerinden yüksek seyretmesi nedeniyle Kamu Açıkları/GSMH oranı
da yüksek kalmış, dönem içerisinde %5’in üzerine çıkmış ve 1990 yılı itibarıyla ancak %3
civarında tutulabilmiştir. Bütçedeki bu gelişmeler, Kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT)
yönetimini de doğrudan etkilemiştir. Enflasyonun bir nedeni de bütçe açığı olduğundan,
enflasyonun düşürülmesi için söz konusu açıkların kontrol altına alınması gerekmektedir.
Çünkü zarar ettikleri takdirde bu kurumlara bütçeden transfer yapılmakta ve bu transferler de bütçede ek yük oluşturarak bütçe açıklarına neden olmaktadır. Bu nedenle bu kısır
döngüyü önlemek için KİT fiyatlarına sıkça zam yapılma yoluna gidilmiştir.
Türkiye’de kamu hesaplarına ilişkin bilgi için Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün
sayfasına bakılabilir: Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
Ücret Maliyetlerinin Düşürülmesi ve Uluslararası Rekabet
1980 öncesi dönemde yüksek seyreden ücretlerin üç temel soruna neden olduğu düşünülmüştür. Bunlar, yüksek talebin neden olduğu enflasyon, yüksek maliyet nedeniyle uluslararası rekabet gücünün azalması ve düşük tasarruf nedeniyle yatırım yapılamamasıdır.
Bu yüzden de ücretlerin düşürülmesi halinde yurt içi talepte azalma meydana geleceği
ve daha fazla ihracat yapılabileceği düşünülmüştür. Ayrıca yurt içi talepte meydana gelen azalış, enflasyonu düşürücü yönde etki yaratacak ve üretim maliyetlerini düşürerek
ülkenin uluslararası rekabet gücünü arttıracaktır. Sözü edilen hedefleri gerçekleştirmek
için 1980 sonrasında ücretler bir azalış eğilimine girmiştir. Ücret ve maaşların millî gelir
içerisindeki payı 1980 yılı itibarıyla %27 civarında iken dönem içerisinde sürekli azalarak
1988 yılı itibarıyla %16 civarına kadar düşmüştür.
Uluslararası rekabet açısından elbette üretim maliyetleri önemli bir faktördür. Ancak ücretler, üretim maliyetlerinin sadece bir bölümünü oluşturmaktadır. Diğer yandan
ücretler sadece bir maliyet unsuru değil, aynı zamanda verimlilik ve iş gücü arzı ile de
doğrudan bağlantılıdır. Diğer bir deyişle, millî gelir içerisindeki payı dikkate değer bir
biçimde azalan ücretler nedeniyle verimlilikte düşüş meydana geleceğinden, maliyetler
yeniden artabilir. Ayrıca ücret düzeyi nitelikli iş gücü kaybına da neden olabilir. Bu açıdan
bakıldığında ücretlerin düşürülmesi diğer faktörlerin de etkisiyle bir ölçüde ihracat artışına neden olmakla beraber, sürdürülebilir bir rekabet gücü ve ihracat artışı verimlilik artışı
da gerektirdiğinden, bu politikaların etkisi sınırlı kalmıştır.
Yüksek Faiz Oranları ve Tasarruflar
Tasarrufların arttırılması için alınan önlemlerden birisi faiz oranlarının yüksek tutulmasıdır. Tasarrufların artması, bir yandan yatırım yapılabilir kaynakları arttıracak, diğer yandan da tüketimin kısılmasıyla ihraç edilebilir bir üretim fazlası oluşturacaktır. Tasarruflar,
gelirin ve faiz oranlarının bir fonksiyonudur. Uzun dönemde gelir arttıkça tasarrufların
artması beklenir. Faiz oranları yüksek olduğunda da tüketim ertelenerek tasarruf yapılabilir. Ancak Türkiye’nin o günkü koşullarında mevcut tasarrufların bir kısmı bankacılık
sisteminin dışında kalmıştır. Diğer bir deyişle bankacılık sisteminin yeterince gelişmemiş
olması ve bireylerin de bankacılık sistemine güvenlerinin sınırlı olması nedeniyle o dönemde, ekonomik faaliyetlerin dışında kalmış atıl kaynaklardan söz etmek mümkündür.
Yüksek faizlerin bir etkisi de yatırım maliyetlerini arttırıcı etki yaratmasıdır. Yatırımtasarruf dengesi belirli bir faiz oranında gerçekleşir. 1980 sonrasında faiz oranlarının yüksek tutulması bankalardaki mevduat miktarını bir ölçüde arttırmıştır. Bu mevduatın bir
bölümünün, zaten var olan kaynakların bankacılık sistemine girmesiyle diğer bir bölümünün de gerçekten faiz arttığı için artan tasarruftan kaynaklandığı söylenebilir. Ancak yatırım tarafında benzer olumlu bir gelişme ortaya çıkmamıştır. Yüksek faizler aynı zamanda
yatırım maliyetlerini de arttırır. Ayrıca faiz oranlarındaki dalgalanmalar ve güvensizlik
ortamı da yatırımlar üzerinde olumsuz etki yaratır. Bütün bu faktörlerin etkisiyle 24 Ocak
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 7
kararlarının uygulandığı dönemde Türkiye’de yatırımların GSMH’ya oranı, özellikle de
özel sektörde, dalgalı bir seyir izlemiş ve belirgin bir artış ortaya çıkmamıştır. Özel Sektör
Yatırımları/GSMH oranı 1980’e kadar %10 civarında iken kararların uygulanması sonrasında önceleri düşmüş, daha sonra 1986 yılındaki %7.7’lik düzeyinden 1990 yılında %12
civarına çıkmıştır. Kamu Sektörü Yatırımları/GSMH oranı ise uygulanan programda azaltılması öngörüldüğü hâlde, 1980’li yıllarda %11 civarında seyretmiştir.
Yatırımların miktarı kadar bileşimi de önemlidir. 1980’li yıllarda toplam yatırımlar
içerisinde tarım, madencilik, sanayi ve enerji gibi üretim alanlarının payı düşmüştür. Ayrıca, iş gücünün niteliği açısından dikkate alınması gereken eğitim ve sağlık alanında yapılan yatırımların payında da düşüş meydana gelmiştir. Örneğin, dönemin başında %1.1
olan sağlık alanındaki yatırımların payı, dönem ortasında %0.9’a düşmüş, dönem içerisinde %1 civarında seyrederek 1990 yılında ancak %1.7 olabilmiştir.
Uygulanan programdan beklenen diğer bir sonuç da yüksek faiz oranlarının tüketim
eğilimini azaltması ve enflasyon artışını sınırlaması idi. Bu etki konusunda bir belirsizlikten söz etmek mümkündür. Ele alınan dönemde beklendiğinin aksine özel tüketim harcamalarının GSMH’ya oranında artış meydana gelmiştir. Bu artışın bir nedeni hesaplamalardan kaynaklanabilir. Yatırımların azalmasından dolayı, özel tüketim harcamalarının
payı yüksek olacaktır. Diğer bir nedeni ise yüksek faiz oranlarından dolayı elde edilen faiz
gelirlerinin bir kısmının tüketime yönelmiş olmasıdır.
Serbest Döviz Kuru ve Dış Finansman
Dışa açık bir ekonomide büyümeyi destekleyecek kaynaklardan birisi de dış kaynaktır.
Bir ülkede yapılan yatırımlar, yurt içi tasarruflar (kamu+özel) ve yabancı tasarruflarla
karşılanır. 24 Ocak kararları doğrultusunda uygulanan programın temel bileşenlerinden
birisi döviz kurunun serbest piyasada belirlenmesidir. Çünkü önceki dönemde uygulanan
politikaların tıkanma noktalarından birisi dış finansman sorunu idi. Yurt içinde de resmî
kurlar ile karaborsa fiyatları arasında ciddi farklar vardı. Serbest döviz kuruna geçişten
iki olumlu sonuç beklenmekteydi. Bunlardan birisi, döviz kurunun serbest piyasada daha
gerçekçi olarak belirlenmesi T’nin değer kaybetmesine neden olacak, yurt içinde üretilen
mallar dış piyasalarda daha ucuz hâle geleceği için, ihracat artacak ve döviz geliri elde edilecektir. Diğer olumlu bir beklenti de resmî fiyatlar ile karaborsa fiyatları arasındaki farkın
azalması ile yurt dışında çalışan işçilerden gelen döviz miktarı artacaktır.
Bir ülkede yapılan yatırımlar ya kamu kesiminin tasarrufları, ya da özel sektörün tasarrufları ile finanse edilir. Yurt içi tasarrufun yatırımları karşılayamaması hâlinde tasarruf açığı
yabancı tasarruflarla (sermaye girişi ile) finanse edilecektir.
Ülkemizde, serbest döviz kuruna geçilmesi ve T’nin yabancı paralar karşısında daha
gerçekçi olarak sürekli ayarlanması sonucunda ihracatta dikkate değer artışlar olmuştur.
T’nin değer kaybetmesi aynı zamanda ithalatı daha pahalı hâle getirir ve bu etki ithal edilen nihai malların talebinde bir azalma meydana getirirse dış açığın azalmasını da sağlayabilir. Ancak zorunlu olarak ithal edilen ara mallar ve yatırım malları açısından durum
farklıdır. Yurt içindeki üretimin devam ettirilebilmesi için bu malların ithal edilmesi kaçınılmazdır. Bu durumda da üretim maliyetleri ve dolayısıyla fiyatlar artacaktır. 1980’li
yıllarda Türkiye’nin ithalatının yaklaşık %95’nin ham madde ve yatırım mallarından oluşması ve tekelci bir yapıda maliyetlerin büyük ölçüde fiyatlara yansıtılması nedeniyle T’nin
değer kaybetmesi sonucunda artan ithalat fiyatları yoluyla yurt içi fiyatlarda belirgin artışlar meydana gelmiştir. Buna ek olarak, ihracata daha fazla yönelme, yurt içi arz miktarını
azaltmış ve fiyat artışları beklenenin üzerinde olmuştur.
8 Maliye Politikası II
İhracatın Arttırılması ve Döviz Geliri
24 Ocak 1980 kararlarını zorunlu hâle getiren temel nedenlerden birisi ödemeler dengesindeki açıklar idi. Dış ticaret açığı, ihracatın arttırılması ve/veya ithalatın azaltılması
ile mümkündür. Yurt içi üretimi sürdürmenin kaçınılmaz sonucu olarak ithalatın düşürülme imkanı sınırlı olduğundan, dış açığı azaltmanın yolu ihracatın arttırılması ile
mümkündür. Yukarıda sözü edilen döviz kurunun serbest bırakılması, ücretlerin düşürülmesi ve talep daraltıcı sıkı maliye ve para politikalarının uygulanması ihracatın
arttırılmasına yöneliktir. Bu önlemlere ek olarak ihracatı arttıracak başka bazı uygulamalara da gidilmiştir. İhracatta vergi iadesi ve ihracat için düşük faizle kredi verilmesi
gibi imkânlar yaygınlaştırılarak arttırılmıştır.
Bütün bu uygulamalar sonucunda, 1980’lerde ihracat hem miktar olarak artmış hem
de ihraç edilen mal bileşiminde dikkate değer değişmeler meydana gelmiştir. 1980 öncesinde ihracat, ağırlıklı olarak tarım ürünlerinden oluşmakta, bunu sanayi ürünleri ve
madencilik takip etmekteydi. Tarım, sanayi ve madenciliğin ihracat içerisindeki payları
sırasıyla %60, %35 ve %5 idi. Bu bileşim 1980 sonrasında büyük ölçüde değişmiş, sanayi
ürünlerinin payı 1990 yılı itibarıyla %79’a çıkarken tarım %18 civarına ve madencilik ise
%3 civarına düşmüştür. Uygulanan bu programın ihracatı arttırıcı etkisi açısından başarılı
olduğunu söylemek mümkündür.
İhracattaki bu olumlu gelişmelere karşılık, uygulanan politikaların sürdürülebilirliği
de önemlidir. İhracat artışının yapısal dönüşümler sonucunda artan mal kalitesi ve miktarı ile gerçekleşmesi önemlidir. Halbuki 1980’lerdeki ihracat artışı büyük ölçüde verilen parasal desteklerle mümkün olabilmiştir. Bu tür bir politikanın da iki olumsuz etkisi
ortaya çıkabilir. Bunlardan birisi, yurt içinde verilen parasal desteklerle yabancı mallar
karşısında fiyatların düşürülmesinin ülke ekonomisini reel bir kayba uğratmasıdır. Diğeri
ise parasal destekler verilmesi sonucunda ülkede ihracat yapan kesimler lehine bir kaynak
tahsisi ortaya çıkarmasıdır. Diğer bir deyişle vergi iadesi ve ucuz krediler sadece ihracata
verildiğinden, diğer kesimler aleyhine bir yeniden dağılım ortaya çıkmıştır. Bu nedenle
ihracatın arttırılması açısından olumlu olmakla beraber, bu politikaların yaratacağı diğer
etkilerin de dikkate alınması gerekmektedir.
24 Ocak 1980 kararlarının 1980 öncesinde uygulanan politikadan temel farkı nedir?
1980 İSTİKRAR POLİTİKASININ UYGULAMA SONUÇLARI
24 Ocak 1980 kararları, daha öncesinde ekonominin içine girdiği darboğazları aşmak ve
sürdürülebilir bir büyüme sürecine girmek için, günümüze kadar bazı değişikliklerle uygulanmıştır. Programda, enflasyon sorununu hafifletmek, ihracatı arttırarak dış dengeyi sağlamak ve serbest piyasa ekonomisini işler hâle getirmek gibi hedefler yer alsa da
öncelikli hedef, dışa açılma ve dış dengenin sağlanması olmuş ve dışa açılma ve serbest
döviz kuru önlemleri dış kredilerle desteklenerek bazı olumlu sonuçlar da alınmıştır. Ancak Türkiye ekonomisi kısa dönemli istikrar sorunlarının ötesinde orta ve uzun dönemde
kalıcı önlemler gerektiren bazı yapısal sorunlarla karşı karşıyadır. Bu nedenle gelişmekte
olan ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de bu istikrar önlemleri sonucunda dış ödemelerde
bazı rahatlamalarla beraber enflasyon, işsizlik ve gelir dağılımındaki bozulmalar ve büyüme hızında yavaşlamalar yaşanmıştır.
Kısa dönemli istikrar amaçlı uygulamaların temel özelliği, yurt içi tüketimin azaltılarak ihracatın arttırılması hedefine yönelik talep yönetimidir. Bu uygulama bir ölçüde
sonuç da vermiştir. Ancak uzun dönemde çözülmesi gereken temel yapısal sorunlardan
birisi, verimliliğin düşük olması ve ihracat bileşiminde katma değeri yüksek malların payının az olmasıdır. Bu sorunların çözümüne yönelik bir politikanın da sanayide dikkate
değer bir yapısal dönüşümü içermesi gerekir. Doğaldır ki, yapısal sorunların çözümü daha
uzun zamanı gerektirdiğinden, kısa dönemde tıkanan ekonomiyi rahatlatmak için talep
yönetimi yoluyla ihraç edilebilir bir mal fazlası yaratmaya yönelik önlemler ön plana çıkmıştır. Bu ise yurt içi pazarların daralmasını ve talebi kısılan kesimler aleyhine bozulan
gelir dağılımını kaçınılmaz hâle getirmiştir.
2
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 9
Sanayide uluslararası düzeyde rekabet gücünü arttıracak atılımlar yapılmadan, sadece yurt içi talebin kontrolü ile gerçekleştirilebilecek ihracatın bir sınırı vardır. Üretim
kapasitesinin artışı ise ancak yatırımların arttırılması ile mümkün olabilir. Yukarıda
değinildiği gibi, 1980’lerde sanayi yatırımlarında ne özel sektörde ne de kamu sektöründe dikkate değer artışlar gerçekleştirilememiştir. Özel sektör yatırım yapmada isteksiz davranırken, tasarrufları teşvik amacıyla uygulanan politikalar vergi gelirlerinin
azalmasına neden olmuş, kamu sektöründe de yatırım artışı sağlanamamasından dolayı
büyümede sorun yaşanmıştır. Üçüncü bir yatırım kaynağı dış finansman olmakla beraber, kamudaki borç yükü ve ekonomideki diğer göstergeler, yabancı yatırımlar için bir
teşvik mekanizması oluşturamamıştır.
Enflasyonun düşürülmesi bir hedef olarak belirtilmiş olmakla beraber, ihracat hedeflerine ulaşmak için uygulanan faiz, kur ve fiyat politikaları tersine sonuçlar yaratmıştır.
Örneğin, tasarruf artışı yaratmak amacıyla yüksek tutulan faiz oranları kredi maliyetleri
yoluyla fiyatlarda artış meydana getirirken, elde edilen yüksek faiz gelirleri de tüketim artışına neden olarak talep enflasyonu yoluyla fiyatları arttırmıştır. Ayrıca ihracatı arttırmaya yönelik serbest kur politikası sonucunda T’nin değer kaybı, ihracatı arttırma yönünde
etkili olmasına karşın, pahalı hâle gelen ithalat yoluyla maliyet kaynaklı fiyat artışlarına
neden olmuştur. İhracat artışı sonucunda yurt içi piyasada kısılan arz da enflasyonu arttırıcı bir etki yaratmıştır. Diğer taraftan KİT’ler tarafından üretilen mallara sıkça yapılan
zamlar da bir yandan maliyetleri arttırarak, diğer yandan enflasyon beklentilerini arttırarak enflasyon artışını körüklemiştir.
Türkiye’de ekonomik yapıya ilişkin sorunlar ve piyasa ekonomisine geçiş ile ilgili olarak şu
kitaba bakılabilir: G.Akalın (2002), Türkiye’de Ekonomi-Politik Kriz ve Piyasa Ekonomisine
Geçiş, Ankara: Akçağ Yayınları.
Ele alınan dönemde uygulanan politikaların önemli bir özelliği de tasarrufun teşvik
edilmesidir. Bu alanda bazı olumlu sonuçlar alınmış olmakla beraber, bu tasarrufların sanayi yatırımlarına dönüşmediği, daha çok spekülatif amaçlı yatırımlarda artış eğiliminin
ortaya çıktığı görülmüştür. Kamu harcamalarındaki artış ve altyapı harcamaları dolayısıyla sağlanan büyüme ise %80’lere ulaşan enflasyon nedeniyle sürdürülemez bir hâle gelmiş,
artan enflasyon baskısı yanında iç ve dış borç yükü büyümenin yavaşlamasına yol açmıştır. Genişleyen iç kredi hacmi, ithalat ve sermaye girişleri yoluyla 1990 yılında yakalanan
%9’un üzerindeki yüksek büyüme ise kalıcı olamamıştır. Ancak sermaye girişlerinin sürekli olması ile mümkün olabilen bu büyüme 1991 yılında, Körfez Krizi’nin patlaması ile
yavaşlayan sermaye girişleri ve döviz gelirlerindeki azalma nedeniyle yavaşlamıştır.
Özet olarak, uygulanan politikalar, tıkanan ekonomik işleyişin kaçınılmaz sonuçları
olmakla birlikte, kurumsal yapının ve ekonomideki yapısal sorunların etkisi ile sınırlı ölçüde başarılı olmuş, hatta enflasyon gibi bazı göstergeler açısından ciddi olumsuz sonuçlara neden olmuştur. Böylece sanayide dikkate değer yapısal dönüşümler ve verimlilik artışı
olmadan uluslararası rekabette başarılı olunamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır.
1980 istikrar programının beklenen başarıyı sağlayamamasının temel nedeni nedir?
5 NİSAN İSTİKRAR PROGRAMI
24 Ocak kararlarının uygulanması ile bir ölçüde ihracat artışı ve dövizde bir miktar rahatlama olmasına karşılık, ekonomik göstergelerdeki bozulmalar sürekli artmıştır. Örneğin,
temel hedefler arasında yer alan enflasyon kontrol altına alınamamış, ortalama %70’lerde
seyretmiştir. Hem tüketimin kısılması hem de borçların geri ödenmesi için kamu iç borç3
10 Maliye Politikası II
lanması sürekli artmış ve iç borç faiz oranları rekor düzeylere çıkmıştır. 1980’lerde %4 civarında seyreden kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH’ya oranı 1993 yılında %12’ye
çıkmıştır. Hızla artan dış borçlanma büyük ölçüde tüketim harcamalarının finansmanı
ve borç geri ödemesi için kullanılmıştır. 1980’lerde yaklaşık 3 milyar dolar açık veren dış
ticaret dengesi, 1993 yılında 14 milyar dolara çıkmıştır. Yüksek enflasyon ve gelir dağılımındaki dengesizliğin de etkisiyle tasarruflarda beklenen artışlar gerçekleşmemiş hatta
bir miktar azalma olmuştur. 1990 yılında %23’ün üzerinde olan tasarrufların GSMH’ya
oranı 1993 yılında %22’ye düşmüştür.
Türkiye ekonomisi 1990’ların başında yüksek miktarda tüketim artışı yaşarken, yatırım
harcamalarında artış sağlanamamış hatta düşüş meydana gelmiştir. 1987 yılında %25 civarında olan toplam sabit sermaye yatırımlarının GSMH’ya oranı, 1992 yılında %23 civarına
düşmüştür. 1980 istikrar programının mantığı gereği üretim sektöründe kamu sektörü yatırımları durmuş, buna karşılık finans ve rantın yarattığı cazibe nedeniyle özel sektör, üretken
yatırımlara gereği kadar yönelmemiştir. Döviz cinsinden mevduatın T cinsinden mevduata
oranı %35’lerden %70’in üzerine çıkmış, dolarizasyon olarak adlandırılan bu gelişme sonucunda T, paranın temel fonksiyonlarından olan birikim aracı olma gibi bazı işlevlerini
yitirmiştir. Kamu açıklarının sürekli olarak artması nedeniyle Merkez Bankası kaynaklarına
daha fazla başvurulmuş, iç borçlanma miktarı ve faizleri yüksek oranlarda artmıştır.
Bütün bu göstergelerdeki bozulmalar, ülke ekonomisinin bir krize doğru sürüklendiğinin işaretleri olmuştur. Ciddi boyutlara ulaşan kamu açıklarının emisyon artışı ile finanse edilmesi dövize olan talebi daha da arttırmış, faizler hızla artmış, Hazine borçlanamaz hâle gelmiş ve 1994 yılının başlarından itibaren üç haneli enflasyon belirtileri ortaya
çıkmıştır. Giderek derinleşen ekonomik sorunlar ve borçlanamayan hükûmetin Merkez
Bankası kaynaklarına aşırı yönelmesi ile %100’ün üzerine çıkan enflasyon sonucunda ise
5 Nisan İstikrar Programı açıklanmıştır. 5 Nisan kararları olarak adlandırılan bu program
çerçevesinde; yüksek oranda KİT zamları ve %139 civarında bir devalüasyon yanında,
KİT’lerin özelleştirilmesi veya kapatılması, tarımda destekleme alımlarının daraltılması,
Merkez Bankası’nın yeniden yapılandırılması, kamu kesiminde ücret artışlarının bütçe
ödenekleri ile sınırlandırılması ve tekel ürünleri ve akaryakıttan alınan vergi ve fonların
yükseltilmesi gibi önlemler alınmasına karar verilmiştir. Bütün bu önlemlerle beraber,
kısa dönemde kamu açıklarını bir ölçüde azaltmak üzere ek vergiler alınmıştır. Örneğin,
gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin 1994 yılında beyan ettikleri matrahlar üzerinden
ek bir vergi ödemeleri, net aktif ve eş değer matrah üzerinden bir defaya mahsus olmak
üzere düşük oranda bir vergi alınması, birden fazla konutu olanlardan bir defaya mahsus
olmak üzere düşük oranlı bir emlak vergisi alınması kararlaştırılmıştır.
Türkiye’de 1980’lerden sonra yaşanan ekonomik krizlerin arkasında büyük ölçüde
kamu açıkları bulunmaktadır ve alınan önlemlerin en önemli ayağı her zaman kamu
açıklarının azaltılması olmuştur. Kamu açıklarının kontrol altına alınması, kamu harcamalarının kısılması ve/veya vergi gelirlerinin arttırılması ile mümkündür. Ancak kamu
harcamalarının personel harcamaları ve borç faizi gibi kalemlerinin iradi olarak kontrol
edilmesi pek mümkün değildir. Kamu harcamalarında verimlilik ve etkinliğin arttırılması ise ancak yapısal bazı iyileştirmeler ile mümkün olabilir. Kamu gelirlerinin de kısa
dönemde arttırılması mümkün olmadığından, en kolay yol olan ek vergilere başvurulmaktadır. Ancak kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin yüksekliği ve vergi sisteminin adaletsiz
olduğuna ilişkin genel kanı vergi gelirlerinin artışında her zaman bir engel oluşturmuştur.
5 Nisan kararlarının kapsadığı önlemlerin bir kısmı, geçici vergi gibi kısa dönemde sonuç vermesi beklenen niteliktedir. Daha kalıcı sonuç yaratabilecek olan Merkez Bankası’nın
yeniden yapılandırılması ve özelleştirme gibi önlemler ise uzun dönemde sonuç verebilecektir. Ayrıca orta vadeli makroekonomik hedeflerin bir bütünlük içinde belirtilmemesi,
Dolarizasyon: Bir ülkede, yurt
içi yerleşikler tarafından hesap
birimi, ödeme aracı ve değer
saklama aracı olarak ulusal
paranın yerine yabancı ülke
paralarının kullanılmasıdır.
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 11
finansal piyasaya ve borç yönetimine ilişkin önlemlerin açıklanmaması programın eksik
olduğu kanısını yaygınlaştırmış ve bu program yeterince güven vermemiştir. Alınan bu
önlemlerin yöneldiği temel hedefler enflasyonu düşürmek, Türk lirasına istikrar kazandırmak, ihracatı arttırmak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sürdürülebilir bir temele oturtmak
olarak özetlenebilir. Ancak uygulama sonuçlarına bakıldığında, 5 Nisan istikrar programı
ile dikkate değer bir başarı sağlanamadığı görülmektedir. Program öncesinde %70’lerde
seyreden enflasyon oranı 1994 yılında %150 civarında gerçekleşmiş, takip eden yıl %65 civarına inmiş olmakla beraber, bu düşüş kalıcı olmamış ve 1996 yılında %85 civarına çıkmış
ve 1997 yılında %90’ı aşmıştır. Krizin yarattığı etkiyle harcamalarda meydana gelen gerileme sonucunda ise 1998 yılında enflasyon oranı %50’nin altına düşmüştür.
Kamu açıklarının azaltılmasında da ciddi bir başarı sağlanamamıştır. Alınan ek önlemler sonucunda kamu gelirlerinde artış sağlanmış olmakla beraber, kamu harcamalarındaki artışlar nedeniyle, kamu açıkları artmaya devam etmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH’ya oranı 1994 yılında %8 civarında iken 1995 yılında %5 civarına
düşmüş, bazı dalgalanmalar olmakla beraber bu oran 1998 yılı itibarıyla %9’un üzerine
çıkmıştır. Kamu gelirlerinin beklenen düzeyde arttırılamaması nedeniyle borçlanmaya
devam edilmiş ve program sonrasında da iç ve dış borç stokundaki artış devam etmiştir.
İç borç stokunun GSMH’ya oranı 1994 yılında %14 civarında iken sürekli artarak 1997
yılında %20’nin üzerine çıkmıştır. Vadeleri de kısalan iç borçlar nedeniyle ortaya çıkan
mali piyasalardaki bu baskı, faiz oranlarının artmasına neden olmuştur. Dış borçlar da
hem miktar olarak artmış hem de vadeleri kısalmıştır.
Bütün bu olumsuz gelişmelerle birlikte Türkiye ekonomisi 5 Nisan İstikrar Programı’nın
uygulaması sonrasında yeniden sıcak paranın etkisi altında yüksek faiz-düşük kur kısır
döngüsüne girmiştir. İthalattaki artışlara karşı ihracatın sınırlı miktarlarda artması sonucunda ödemeler dengesinde açıklar artmaya başlamıştır. Örneğin; 1995 yılında 14 milyar
dolar civarında olan dış ticaret açığı, 1997 yılında 22 milyar doların üzerine çıkmıştır.
Kaynak sorunu yaşayan ülke ekonomisi için hazırlanan kaynak paketleri genellikle geçici
önlemler içeren niteliktedir. Kısa sürede kaynak yaratmak amacıyla hazırlanan bu paketler, döviz ve dövize endeksli borçlanma, işçi dövizlerinin ülkeye çekilmesi, bedelsiz ithalat
gibi önlemleri içermektedir. Ancak beklenen sonuçları vermeyen bu paketler yanında,
ücretlerin ve tarım desteklerinin enflasyonun üzerinde seyretmesi sonucunda kamu açıkları artmış ve enflasyon yüksek oranlarda gerçekleşmiştir. IMF ile imzalanan Yakın İzleme
Anlaşması ile açıklanan Enflasyonla Mücadele Programı’nda, üç yıl içerisinde enflasyonun
%5’e düşürülmesi hedeflenmiş, programın uygulamasına KİT fiyatlarının altı ay dondurulması ile başlanmış ancak başta Rusya olmak üzere bazı ülkelerde ortaya çıkan krizler
dalgalanmalara neden olmuş ve enflasyon 1998 yılında ancak %50 civarında tutulabilmiştir. Alınması gereken yapısal önlemler kapsamında ise vergi reformunda bazı adımlar
atılabilmiş ancak bankacılık, sosyal güvenlik ve özelleştirme gibi alanlarda dikkate değer
uygulamalara gidilememiştir.
Sizce 5 Nisan kararları neden başarısız olmuştur?
ENFLASYONLA MÜCADELE PROGRAMI
Ülkemizde 1990’larda enflasyon oranı ortalama %75’in üzerinde gerçekleşmiş ve bütçe açıklarının GSMH’ya oranı 1990 yılında %3 civarında iken 2000 yılında %12’nin üzerine çıkmıştır (Bu açığın yaklaşık %10’u faiz giderlerinden oluşmaktadır). Bunun yanında net borç
ödeyicisi durumunda olan kamu kesiminin mali piyasalar üzerinde yarattığı baskı faiz oranlarını arttırmış, yüksek enflasyon nedeniyle artan risk priminin de etkisiyle reel faizler hızlı
artmıştır. Kamu açıklarındaki artışlar ve yüksek reel faizler nedeniyle toplam kamu borcunun
GSMH’ya oranı ise 1990 yılında%37 civarında iken 2000 yılında %52’nin üzerine çıkmıştır.
4
12 Maliye Politikası II
Kamu gelir-gider dengesinin sağlanamadığı ve borçların sürdürülemez hâle geldiği bu
dönemde, istikrarlı bir büyüme sağlanamamış ve işsizlik artmıştır. Diğer bir deyişle uluslararası piyasalardaki olumsuzluklarla beraber borçların sürdürülemez yapısı, başta kamu
bankaları olmak üzere mali sistemdeki bozukluklar ve diğer yapısal sorunlar nedeniyle
ülke ekonomisi sürekli bir kriz ortamı yaşamıştır. 2000 yılında uygulanmaya başlanan
Enflasyonla Mücadele Programı, üç yıllık bir sürede enflasyonu düşürmeyi ve büyüme
ortamını yeniden sağlamayı hedeflemiştir. IMF ile imzalanan bir stand-by anlaşmasıyla da
desteklenen bu programla sıkı maliye politikası ve kapsamlı yapısal reformlar önerilmiştir.
Örneğin, Nominal çıpa olarak döviz kurunun kullanıldığı bir para politikası çerçevesinde,
enflasyonu aşağı çekmek için döviz kurları enflasyon hedefine göre belirlenerek önceden
açıklanmış, likidite genişlemesine ise yabancı kaynak girişine göre izin verilmiştir.
Enflasyonla mücadele programı çerçevesinde kamu açıklarının düşürülmesi ve yapısal
reformlara yönelik önemli adımlar atılmıştır. Örneğin, sosyal güvenlik sistemine sürdürülebilir bir yapı kazandırmak için yeniden yapılandırmaya gidilmiş, Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumu kurulmuş, tarımda doğrudan gelir desteği uygulamasına geçmek
için bazı düzenlemeler yapılmıştır. Programın uygulanmaya başlanması ile ise faiz oranları gerilemiş, enflasyon yavaşlamış ve iç talep canlanmaya başlamıştır. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken konu, enflasyonun nedenlerine ilişkindir. Özellikle yapısal enflasyonun
varlığı halinde, sadece sıkı para ve maliye politikaları ile beklenen sonucu elde etmek
mümkün gözükmemektedir. 2000 yılında uygulanan programla başlangıçta bir güven ortamı yaratılmış olmakla birlikte enflasyonun beklenen ölçüde düşmemesi sonucunda T
beklenenin üzerinde değer kazanmış, iç talepteki canlanma ve enerji fiyatlarındaki artışın
da etkisiyle dış ticaret açığı artmıştır. 1999 yılında 14 milyar dolar civarında olan açık,
%50’nin üzerinde bir artış göstererek, 2000 yılında 22 milyar doların üzerine çıkmıştır.
Başta Arjantin olmak üzere dış piyasalarda ortaya çıkan olumsuz gelişmelerin de etkisiyle
Türkiye’ye dış kaynak girişi azalmış ve faizler artmıştır. Bu koşullar altında ortaya çıkan
finansal dalgalanma, bankaları faiz riski ile karşı karşıya bırakmış ve 2000 yılı Kasım’ında
ekonomi krize girmiştir. Kur riskinin de ağırlaşması ile bankacılık sektörü ağır kayıplara uğramış, 2001 yılının Şubat ayında Türkiye ekonomisi tarihinin en derin krizlerinden
birine girmiştir. Faiz ve enflasyondaki aşırı artışlarla beraber döviz kurundaki aşırı dalgalanmalar sonucunda ortaya çıkan belirsizlik ortamı, finans sektörü ile beraber reel sektörü
de derinden etkilemiştir.
Enflasyonla Mücadele Programı’nın kuramsal çerçevesi nedir ve neden kısa sürede terkedilmiştir?
GÜÇLÜ EKONOMİYE GEÇİŞ PROGRAMI
Döviz kuruna dayalı enflasyonla mücadele programı Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ile sonuçlanınca yeni bir ekonomik istikrar programına gerek duyulmuş ve krizden
çıkmak ve istikrarsızlık yaratan yapısal sorunları ortadan kaldırmak amacıyla IMF ile
imzalan stand-by anlaşması gözden geçirilerek Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı adı
altında yeni bir istikrar programı hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Bu programın nihai amacı, mali disiplin, fiyat istikrarı ve istikrarlı bir büyüme sürecini başlatacak yapısal
bir dönüşümü sağlamaktır.
Kısa Dönem İstikrar ve Yapısal Amaçlı Önlemler
Nihai amacın refah düzeyini kalıcı bir biçimde yükseltmek olarak belirlendiği Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nda temel hedefler, ekonomide sürdürülebilir bir gelişme ortamını sağlayarak kaynak kullanma sürecindeki verimliliği artırmak, dışa açık bir yaklaşımla
piyasa koşullarında rekabet gücünü geliştirmek ve böylece ekonomide büyümeyi, yatırım
Nominal Çıpa: Para politikası
uygulamasında, nihai hedef
olan fiyat istikrarına ulaşabilmek
amacıyla ara hedef olarak
kullanılan para arzı ve döviz kuru
gibi nominal değişkenlerdir.
5
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 13
ve istihdamı arttırmak olarak vurgulanmıştır. Siyasal iradenin arkasında olacağı özellikle
vurgulanan bu program çerçevesinde ayrıca ekonominin yeniden yapılandırılacağı, kamu
kesiminde kaynak dağılımının saydam ve hesap verme sorumluluğu çerçevesinde gerçekleştirileceği, yolsuzluğun ve rasyonel olmayan kamu müdahalelerinin önleneceği ve
piyasalarda güven ortamının sağlanacağı amaçlar arasında sayılmıştır.
Programda alt hedefler aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:
• Dalgalı kur sistemi içinde enflasyonla mücadeleyi kesintisiz ve kararlı bir biçimde
sürdürmek,
• Bankacılık sektöründe kamu bankaları ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)
bünyesindeki bankalar başta olmak üzere hızlı ve kapsamlı bir yeniden yapılandırmayı gerçekleştirmek, böylece bankacılık kesimi ile reel sektör arasında sağlıklı bir
ilişki kurmak,
• Kamu finansman dengesini bir daha bozulmayacak bir biçimde güçlendirmek,
• Toplumsal uzlaşmaya dayalı, fedakârlığın tüm kesimlerce adil bir biçimde paylaşılmasını öngören ve enflasyon hedefleri ile uyumlu bir gelirler politikası sürdürmek,
• Bütün bunları etkinlik, esneklik ve şeffaflık ile sağlayacak yapısal unsurların yasal
altyapısını oluşturmak.
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın tam metnine Merkez Bankası’nın sayfasından ulaşabilirsiniz: Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
Programda ayrıca 2001 krizinin kamu mali dengeleri, bankacılık sektörü ve reel sektör
üzerindeki olumsuz etkileri vurgulanarak bu sorunlarla başa çıkmak için maliye, para
ve gelirler politikalarının kullanılacağı belirtilmiştir. Makroekonomik dengelere dikkat
çekilerek, 2001 yılının ilk yarısında daralma bekleneceği, ikinci yarısında ise dalgalı kur
nedeniyle ihracat ve turizm gelirlerinin artacağı ve ekonominin genişleme sürecine gireceği umulmuştur. 2001 yılı için ekonomide %3 küçülme ve %50’nin biraz üzerinde enflasyon oranı öngörülmüş, ekonominin küçülmesi ve iç talebin daralması ile beraber ithalatın
azalacağı beklentisi ile ihracat ve turizm gelirlerinde de artış beklentisi düşünüldüğünden,
cari işlemlerin dengeleneceği ifade edilmiştir.
Bu programda öngörülen önemli bir konu, fiyat istikrarına yönelik olarak, 2000 yılı
içerisinde uygulanan döviz çıpasına dayalı enflasyonla mücadele uygulamasından vazgeçilerek dalgalı döviz kuruna geçilmesidir. Nominal çıpa uygulaması, doğrudan enflasyon
hedeflemesinden çok bazı ara hedefler üzerinden fiyat istikrarını sağlamaya yönelik bir
uygulamadır. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile ara hedefler yerine enflasyon hedeflemesine geçileceği ve koşullar oluştuğunda uygulamaya geçileceği belirtilmiştir. Ayrıca
fiyat istikrarına yönelik politikaların gelirler politikası ile destekleneceği vurgulanmış, bu
doğrultuda memur maaşlarının enflasyonla uyumlu olarak arttırılacağı ve düşük gelirli
çiftçilerin doğrudan gelir desteği ile güçlendirileceği belirtilmiştir.
Kamu kesiminde mali disiplinin sağlanmasına yönelik olarak uygulanacak maliye politikalarının en önemli bileşeni, faiz dışı bütçe fazlası olmuştur. Faiz dışı bütçe fazlasının
GSMH’ya oranı 2000 yılında %2.8 olarak gerçekleşmişti. Bu oran 2001 yılında %5.5 ve
2002 yılında %6.5 olarak hedeflendi. 2001 yılındaki banka çöküşleri ile beraber daha da
artan borç yükü (borç stoku/GSMH) %94’e çıkmıştı. Bu nedenle faiz dışı fazla ile borç
yükünün düşürülmesi önemli hedeflerden birisi oldu. Kamu mali dengelerinin düzeltilmesi için yapılması gerekenlerden birisi de kamu gelirlerinin arttırılmasıdır. Bunu gerçekleştirmenin bir yolu da rekabet ve etkinlik açısından da önemli olan özelleştirmedir. Bu
yüzden programda özelleştirmeye hız verileceği vurgulanmıştır. Mali ve parasal disiplinin
sağlanması ile faizlerdeki düşüşün tersine dönmemesi sağlanacaktır. Bu açıdan Merkez
Bankası’nın kredibilitesi de önemsenmiştir.
14 Maliye Politikası II
Bilindiği gibi, 2001 yılında yaşanan krizle beraber belirginleşen yapısal sorunlardan
birisi de bankacılık sektöründeki kırılganlıktır. Bu nedenle sektörün güçlü bir yapıya kavuşturulması için Bankalar Kanunu’nda değişiklikler yapılmıştır. Kamu bankaları açısından en önemli sorun görev zararlarıdır. Kamu kesiminde şeffaflığın arttırılması ve kamu
finansmanının güçlendirilmesi amacıyla görev zararlarının azaltılmasına yönelik düzenlemeler yapılmış ayrıca Borçlar, Kamulaştırma ve Kamu İhale Kanunları’nda değişiklikler
yapılarak, bütçe içinde ve dışında yönetilen kamu fonlarının ortadan kaldırılması kararlaştırılmıştır. Yine ekonomide rekabet ve etkinliğin arttırılması amacıyla Şeker Kanunu,
Tütün Kanunu, Doğalgaz Kanunu, Sivil Havacılık Kanunu ve Türk Telekom’un özelleştirilmesine yönelik düzenlemeler yapılmış, programın sosyal yönünü güçlendirecek İş Güvencesi Kanunu, Ekonomik ve Sosyal Konsey Kanunu çıkarılmıştır.
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının Uygulama Sonuçları
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uzun vadede yapılacak ve sonuç alınacak öneriler içermekteydi. Bu programla kısa dönemde verilen güven ve atılan bazı adımlar sonucunda
2003 yılında kısa vadeli sermaye girişi yüksek düzeyde gerçekleşmiş, 2001 yılındaki sermaye kaçışı tersine dönerek girişler artınca T değerlenmiş, iç talep canlanmış ve ekonomide büyüme eğilimleri güç kazanmıştır. Ayrıca 2001 yılında %94 olan borç yükü 2003
yılı sonu itibarıyla %70 civarına inmiştir. Aynı yıl cari işlemler dengesi 6.8 milyar dolar
civarında açık vermiş, bu açık da net hata ve noksan denilen kalemle kapatılmıştır. Bu
kalem bir anlamda kayıt dışı sermaye hareketleri olarak düşünülebilir.
Dış açık Türkiye’nin yapısal bir sorunudur. Ekonomi büyüdükçe dış açık artmaktadır.
Bu nedenle bu açığın kapatılması uzun dönemde yapısal dönüşümler gerektirmektedir.
Aslında enflasyon sorunu da bazı yapısal nedenler içermektedir. Genellikle talebin arzdan
fazla olduğu varsayımı altında bazı politikalar uygulansa da arz tarafında da ciddi sorunlar
olduğu, verimliliğin ve üretimin yeterince arttırılamadığı gözden kaçırılmamalıdır. 1980
yılından sonra uygulanan program, üretimin piyasa koşullarına bırakılmasını ve talebin
kontrol edilmesini öngörmekteydi. Ancak uygulama sonuçları, bu tür bir yaklaşımın doğru olmadığını ortaya çıkarmıştır. Piyasa koşullarında yeterince tasarruf yapılarak bunların
verimli yatırımlara yönlendirilmesi her zaman kendiliğinden gerçekleşen bir süreç değildir. Teşvik mekanizmaları ile transfer edilen kaynaklar bazen yatırımdan çok tüketime ve
spekülatif işlemlere yönelmiştir.
Özet olarak, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kamu açığını ve dış açığı disipline etmeye dayalıdır. Programda kamu dengesi için birincil (faiz dışı) fazla yaratılarak borç yükünün hafifletilmesi, dış denge için ise dalgalı kur rejimi benimsenmiştir. Kurun dalgalanmaya bırakılması, yurt içi faizlerin gevşemesine neden olmuş ve bu önlemlerle bir yandan
yurt içi denge, diğer yandan dış denge eş anlı olarak sağlanmaya çalışılmıştır. Bu program
kısa dönemli bir istikrar programından çok, yapısal dönüşümü de hedefleyen bir yeniden
yapılandırma programıdır. Başta Merkez Bankası’nın bağımsızlığı olmak üzere ekonomi
yönetimi ile siyasal iktidar arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemeyi amaçlayan programda siyasal irade vurgusu yapılmasının nedeni de budur. Çünkü yeniden yapılandırma
köklü değişiklikler gerektirir ve köklü değişiklikler ancak siyasal kararlılıkla mümkündür.
Program çerçevesinde yapısal reformlara ilişkin olarak Merkez Bankası Yasası’nın
değiştirilmesi, düzenleyici ve denetleyici kurumların oluşturulması önem arzetmektedir. Örneğin, Hazine, Merkez Bankası’ndan kısa vadeli avans alamamaktadır. Böylece
ekonominin parasallaşması önlenmiştir. Gelirler politikası yoluyla enflasyon beklentileri
kırılmıştır. Mali disipline azami derecede dikkat edilmiş ve sonuç olarak faiz dışı fazlanın millî gelire oranı 2002-2004 yıllarında ortalama %7.8 ve 2005-2008 döneminde %6.3
olarak gerçekleşmiştir. Borçların vadesi kriz dönemindeki yaklaşık 5 aylık ortalamadan
Görev Zararı: Siyasal otorite
tarafından kamu iktisadi
teşebbüslerine verilen görevler
veya bu teşebbüslerin ürettiği mal
ve hizmet fiyatlarının maliyetin
altında belirlenmesi sonucu ortaya
çıkan zarardır.
Net Hata ve Noksan: Ödemeler
dengesinde, nereden sağlandığı
veya nereye ödendiği bilinmeyen
döviz gelir ve giderleridir.
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 15
yaklaşık 2 yıla çıkmış ve ilk defa faiz oranları tek haneye (%10’un altına) düşmüştür. Faiz
oranlarındaki düşüşler ve faiz dışı fazla konusundaki gelişmeler sonucunda, büyümenin
de olumlu etkisiyle 2001 yılında %70’in biraz altında olan kamu borç yükü 2003 yılında
%55’e, 2005 yılında %41’e ve 2007 yılında %30’un altına düşmüştür. 2009 yılında ekonomideki daralma nedeniyle tekrar %30’un üzerine çıkan bu oran, 2010 yılı itibarıyla
yeniden %30’un altına düşmüştür.
Alınan önlemlerin ve güven ortamının nispeten arttığı bu dönemde sermaye girişlerinin de artmasıyla ekonomi yeniden bir büyüme sürecine girmiştir. 2001 yılında %6’nın
biraz altındaki bir küçülmeden sonra, 2002 yılında %6’ın üzerinde bir büyüme gerçekleşmiş ve 2004 yılında %9’un üzerine çıkmıştır. 2002-2007 yılları arasında ortalama büyüme
oranı %6.8 civarındadır. Ancak 2008 yılında küresel düzeyde krizin belirginleşmesiyle beraber Türkiye’de de bir daralma ortaya çıkmıştır.
Enflasyon oranlarında ise dikkate değer gelişmeler gözlenmiştir. 2000-2001 yılında
%50’nin üzerinde olan fiyat artışları, 2002 yılında %45, 2003 yılında %25 civarında gerçekleşmiş ve 2006 yılında enflasyon hedeflemesine geçilmesiyle birlikte sonraki yıllarda
%10 dolayındaki bir dalgalanmadan sonra 2009 yılında %6’lara kadar inmiştir. Bu oranlar
Türkiye ekonomisinde 1980 sonrasında ilk defa tek haneli enflasyon anlamına gelmektedir. Ancak 2011 yılında küresel krizin de etkisiyle yeniden %10’un biraz üzerine çıkmıştır.
Yukarıda belirtilen bu olumlu gelişmelere rağmen, Türkiye’nin yapısal sorunlarından
birisi olan işsizliğe ilişkin olarak dikkate değer gelişmeler sağlanamamıştır. Bu yüzden
istihdam yaratmayan büyüme kavramı sıkça gündeme gelmiştir. Ekonomik daralma genellikle kapasite kullanım oranlarındaki düşme nedeniyle işsizliği arttırırken, genişleme
döneminde işsizlik azalmakta ancak genellikle %9’un altına düşmemektedir. Buna yönelik olarak uygulanacak politikalar, daha uzun dönemde gerçekleştirilmesi mümkün olan
yapısal reformlardır. Türkiye ekonomisi iş gücü arz ve talebinin örtüşmediği yapısal bir
sorun yaşamaktadır. Bireyler iş bulamazken işverenler de aradıkları nitelikte eleman bulamamaktadırlar. Burada iş gücünün niteliği önem kazanmaktadır.
Türkiye’de 2001 krizi sonrasında uygulanan istikrar programının sosyo-ekonomik etkilerine ilişkin bir çalışma için şu kitaba bakılabilir: H. Hakan Yılmaz (2007), İstikrar Programlarında Kalite Sorunu: 2000 Sonrası Dönem Türkiye Deneyimi, Ankara: TEPAV Yayınları.
Ayrıca dış ticaret hacmi de giderek büyümüştür. Toplam ihracat ve ithalatın GSYİH’ya
oranı 2000 yılında %32 civarında iken yıllar itibarıyla artarak %40’ın üzerinde seyretmiştir.
2000 yılında millî gelire oranla %8’in üzerinde açık veren dış ticaret dengesi, 2001 yılında
%2’in altına düşmüştür. Burada 2000 yılında değerlenen ve 2001 krizi ile beraber hızla değer kaybeden T’nin etkisi görülmektedir. Ekonominin büyüme sürecine girmesiyle bu oran
yine artmış ve bir daralma yılı olan 2009 yılındaki düşüş dışında dış ticaret açığının millî
gelire oranı genellikle %7’nin üzerinde seyretmiştir. Dış ticaret açığı ile bağlantılı olarak
cari işlemler dengesi de açık vermeye devam etmiştir. Bunun nedenleri arasında, dövizin
ucuzlaması, petrol fiyatlarındaki artış ve artan yatırımlar için kullanılan ithal ara malları
sayılabilir. Yukarıda belirtildiği gibi dış açık da, Türkiye’de yapısal bir sorundur ve ancak
uzun dönemde ekonomide meydana gelecek yapısal dönüşümlerle hafifletilebilecektir.
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın maliye politikasına temel yaklaşımı nedir?
6
16 Maliye Politikası II
2008 KÜRESEL KRİZİ VE TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİSİ
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın uygulanması sonucunda tutarlı çerçevesinin ve uygulama yönündeki siyasal kararlılığın etkisiyle büyük ölçüde başarı sağlanmıştır. Daha
önce belirtildiği gibi faizler düşerek borç vadeleri uzamış, enflasyon tek haneli rakamlara
düşmüş, mali disiplin sağlanmış, büyümenin de olumlu etkisiyle borç yükü düşürülmüştür. Bu başarının arkasında elbette dünyadaki gelişmelerin, özellikle de likidite bolluğunun
etkisini dikkate almak gerekir. Sürekli olarak dış açık vererek büyüyen bir ekonominin dış
kaynak bulabilmesi gerekir. Türkiye ekonomisi, yüksek faiz oranlarının ve küresel likidite
bolluğunun katkısıyla dış kaynak bulmakta zorlanmamıştır. Ülkemiz uygulanan sıkı maliye ve para politikaları sonucunda, ucuz emeğin de katkısıyla küresel rekabet gücünü bir
ölçüde arttırabilmiştir. İthalata dayalı büyümeyi kolaylaştıran bir başka faktör de dolar
kurunun düşmesidir. Böylece ithalat daha ucuz hâle geldiğinden girdi maliyetleri düşmüş
ancak ithalatın artması ve ihracatın daha pahalı hâle gelmesiyle dış açık devam etmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılında belirtileri ortaya çıkan ve 2008 yılında
belirginleşen küresel kriz bütün dünya ekonomilerini etkilemiştir. Dışa açık ekonomilerin
küresel düzeydeki dalgalanmalardan etkilenmemesi mümkün değildir. Avrupa ülkelerinde olumsuz etkisi belirgin olarak hissedilen küresel krizin Türkiye ekonomisine de etkileri
elbette olmuştur. Örneğin, küresel krizin etkisiyle 2009-2010 yılları ortalamasında faiz
dışı fazla %1’in altına düşmüştür. 2009 yılı aynı zamanda ekonominin daraldığı bir yıldır.
Geçmişle karşılaştırıldığı zaman, uzun süre yüksek enflasyon ve istikrarsız bir büyüme
ile yaşamış olan ülke ekonomisi için bu göstergeler elbette başarı sayılabilir. Ancak uygulanan program ne kadar güçlü olursa olsun, arkasında güçlü bir siyasal irade de olsa,
dışa açık bir ekonomi küresel gelişmelerden etkilenecektir. Bu yüzden 2006 ve sonrasında
enflasyon hedefleri genellikle tutturulamamıştır. Bunun nedenleri arasında, dünya enerji fiyatlarındaki gelişmeler, küresel dalgalanmalar sonucu ortaya çıkan sermaye çıkışları,
2007 yılındaki kuraklık nedeniyle tarım fiyatlarındaki artışlar ve mali disiplin kaygısıyla
arttırılan dolaylı vergi oranları yer almaktadır. Diğer taraftan Türkiye’de yapısal nedenlerle
ortaya çıkan enflasyonu da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Örneğin, enflasyon
düştüğü hâlde konut sektöründe, özellikle kiralarda beklenen düşüş meydana gelmemiş,
buna benzer katılıklar enflasyon oranlarının beklenen düzeyde düşüşünü engellemiştir.
Bir ülkenin borçlanması sadece kamu kesiminin borçlanması anlamına gelmez. Özel
sektörün de borçlanma davranışını dikkate almakta yarar vardır. 2001 krizi sonrasında uygulanan program sonrasında yakalanan büyüme çizgisi, faizlerdeki gevşeme ve mali disiplin, kamu borç yükünü büyük ölçüde hafifletmiştir. Ancak büyüyen ekonomi özel sektörün
kredi talebini arttırmış ve dış faiz oranlarının düşük olması nedeniyle özel kesimin borçları
artmıştır. Büyümeyi de olumlu etkileyen bu süreç, küresel kriz ile beraber sorun yaratmaya
başlamıştır. Çünkü döviz kurundaki artış, döviz cinsinden borçlu kesimin yükünü arttırdığından ekonomik faaliyetler üzerinde kaçınılmaz olarak olumsuz etkiler yaratmıştır.
Ancak 2001 krizi sonrasında yapılan yasal ve kurumsal düzenlemeler Türkiye ekonomisinin küresel krizden daha az etkilenmesini sağlamıştır. Çünkü başta ABD olmak üzere
bazı AB ülkelerinde dikkate değer biçimde yaşanan bankacılık sorunları 2001 yılında ülkemizde zaten yaşanmış ve buna yönelik önlemler alınmıştı. Örneğin, Merkez Bankası’nın
bağımsız hâle getirilmesi, belirli sorunları olan bankaların kapatılması veya rehabilitasyonu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) oluşturularak sektörün
sıkı takibinin sağlanması, bankacılık sektörünün kırılganlığını büyük ölçüde azaltmıştır.
Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen 2007 yılından itibaren bazı olumsuz gelişmeler
de ortaya çıkmıştır. Küresel düzeyde ortaya çıkan mali dalgalanmalar, sözü edilen önlemler
nedeniyle, ülkeyi doğrudan etkilememekle beraber küresel beklentileri olumsuz etkilemiştir. 2007 yılının bir seçim yılı olması nedeniyle kamu maliyesine ilişkin bazı reformların
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 17
gecikmesi ve vergilere ilişkin bazı düzenlemelerin yapılamaması, yurt içinde de beklentileri
kötü etkilemiştir. ABD’den başlayan dalgalanmaların da etkisiyle 2007 yılından itibaren
kredi hacminde daralma meydana gelmiş, büyüme oranı düşmüş ve işsizlik artmıştır. Dış
piyasalardan sağlanan kredi imkanlarının azalması ve daralan ülke ekonomileri nedeniyle
ihracatın olumsuz etkilenmesi sonucunda vergi indirimleri yapılmış, harcamalar daha gevşek tutulmuş ve mali disiplinde bir miktar gevşeme meydana gelmiştir.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisinin 2008 yılından itibaren karşılaştığı sorunların
bir bölümü küresel krizden kaynaklanmaktadır. Ancak ülkenin bazı yapısal sorunlarının
da göz ardı edilmemesi gerekir. Bu yapısal sorunlardan birisi ülkedeki üretim yapısının
ithalata bağımlılığıdır. Dış ticaret dengesinde olumlu gelişmeler sağlanmasının yolu ise
katma değeri yüksek mal satmaktan geçmektedir. Dış kaynak ihtiyacı diğer bir sorundur.
Bir ülkede yapılan yatırımlar yurt içi tasarruflarla karşılanamadığı takdirde yurt dışından
sağlanacaktır. Bu yüzden yurt içi tasarrufların arttırılması gerekmektedir. Diğer bir sorun, yapısal enflasyona ilişkindir. Fiyat artışlarının bir kısmı talepten kaynaklanır. Ancak
enflasyonu besleyen yapısal nedenlerin de göz ardı edilmemesi gerekir. Özellikle alışkanlıkların beslediği enflasyon katılığı ve maliyet tarafından gelen fiyat artışlarının dikkate
alınması gerekir. Enflasyon yapışkanlığını besleyen kira artışları gibi bazı alanlarda gelirler
politikasının etkili olarak kullanılması olumlu etki yaratabilir. İşsizlik konusunda da yapısal bazı önlemlerin alınması gerekmektedir. Mesleki eğitimin geliştirilerek ara eleman
ihtiyacının karşılanması, iş gücü kalitesinin arttırılması ve kayıt dışı faaliyetlerin kabul
edilebilir düzeylere çekilmesi istikrarlı bir büyüme açısından önem taşımaktadır.
Türkiye ekonomisinin 2008 küresel krizinden daha az etkilenmesinin nedenleri nelerdir?
7
18 Maliye Politikası II
Özet
Türkiye’de 1970’lerde yaşanan ekonomik istikrarsızlığın
yurt içinden ve yurt dışından kaynaklanan nedenlerini
sıralamak
Türkiye’de 1980 öncesi ekonomik yapının belirleyici
özelliği devlet öncülüğünde yürütülen ithal ikameci
sanayileşme politikasıdır. Buna göre, yurt içi talebe
yönelik olarak yapılan üretimle büyüme sağlanacak ve
kamu yatırımları ile bu süreç desteklenecektir. Ancak
bu politikanın sürdürülebilmesi için yüksek düzeyde
seyreden ücretler enflasyonu körüklemiş, üretim sürecinde kullanılan girdilerin bir kısmı dışarıdan satın
alındığı için döviz ihtiyacı karşılanamamış, yurt içi
tüketim ile desteklenen bu büyüme stratejisinde yatırımları teşvik edecek tasarruflar yetersiz kalmış ve son
olarak rekabetçi olmayan bir ekonomik yapı nedeniyle verimlilik ve kalite sorunu ortaya çıktığından söz
konusu politika tıkanmıştır. Bu tıkanmayı hızlandıran
dış neden ise 1970’lerdeki petrol şokları ile beraber
dünya piyasalarında meydana gelen dengesizliklerdir.
Ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıya olan Türkiye
ekonomisi, yurt dışındaki olumsuz gelişmelerin de
etkisiyle krize doğru sürüklenmiş ve alınan önlemler
başarısız olmuştur.
24 Ocak 1980 tarihinde hazırlanan istikrar paketinin
öngördüğü politikanın nasıl bir görüşe dayandığını ve
bu istikrar politikasının temel özelliklerini açıklamak
24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlar, dışa açık ya
da ihracata yönelik büyüme politikası olarak adlandırılan bir görüşe dayanmaktadır. Temelde parasalcı
yaklaşıma dayanan bu yöneliş, çözümü parasal düzenlemelerde aramakta ve devletin ekonomideki rolünü azaltarak piyasa mekanizmasına işlerlik kazandırmayı öngörmekteydi. 24 Ocak kararlarının temel
hedeflerinden birisi, para arzı ve kamu harcamalarının kontrol altına alınması yoluyla enflasyona neden
olduğu düşünülen yüksek talebin kısılmasıdır. Yüksek
seyreden ücretlerin düşürülmesi hâlinde yurt içi talepte azalma meydana geleceği ve daha fazla ihracat
yapılabileceği düşünülmüştür. Ayrıca yurt içi talepte
meydana gelen azalış enflasyonu düşürücü yönde etki
yaratacak ve üretim maliyetlerini de düşürerek ülkenin uluslararası rekabet gücünü arttıracaktır. Tasarrufların arttırılması için faizler yüksek tutulacak ve
serbest döviz kuruna geçilerek yurt içine döviz girişi
arttırılacaktır. Son olarak ise ihracat arttırılarak sürekli bir döviz geliri sağlanacaktır.
1980 istikrar politikasının uygulama sonuçlarını özetlemek
24 Ocak 1980 kararları, daha öncesinde ekonominin
içine girdiği darboğazları aşmak ve sürdürülebilir bir
büyüme sürecine girmek için, günümüze kadar bazı
değişikliklerle uygulanmıştır. Programda, başlangıçta
enflasyon sorununu hafifletmek, ihracatı arttırarak dış
dengeyi sağlamak ve serbest piyasa ekonomisini işler
hâle getirmek gibi hedefler yer alsa da öncelikli hedef
dışa açılma ve dış dengenin sağlanması olmuştur. Dışa
açılma ve serbest döviz kuru önlemleri dış kredilerle
desteklenerek bazı olumlu sonuçlar alınmıştır. Ancak
Türkiye ekonomisi kısa dönemli istikrar sorunlarının
ötesinde bazı yapısal sorunlar da yaşamakta olduğundan, istikrar önlemleri sonucunda dış ödemelerde bazı
rahatlamalar sağlanmış olmakla birlikte enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı ve büyüme hızında yavaşlamalar
yaşanmıştır. Böylece sanayide dikkate değer yapısal dönüşümler ve verimlilik artışı olmadan uluslararası rekabette başarılı olunamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır.
1994 krizini hazırlayan koşulların neler olduğunu ve 5
Nisan İstikrar Programı’nın hangi önlemleri içerdiğini
açıklamak
24 Ocak kararlarının uygulanması ile bir ölçüde ihracat artışı ve dövizde bir miktar rahatlama olmasına
karşılık, ekonomik göstergelerdeki bozulmalar sürekli
artmıştır. Temel hedefler arasında yer alan enflasyon,
kontrol altına alınamamış, kamu iç borçlanması ve
faiz oranları sürekli artmış, dış ticaret dengesi bozulmuş, tasarruf ve yatırım beklenen düzeyde artmamıştır. Bütün bu göstergelerdeki bozulmalar sonucunda
1994 yılının başlarından itibaren üç haneli enflasyon
ortaya çıkmış, derinleşen ekonomik sorunlar ve borçlanamayan hükûmetin Merkez Bankası kaynaklarına
aşırı yönelmesi ile %100’ün üzerine çıkan enflasyon
sonucunda 5 Nisan İstikrar Programı açıklanmıştır. Bu
program kapsamında, yüksek oranda KİT zamları ve
devalüasyon yanında, KİT’lerin özelleştirilmesi veya
kapatılması, tarımda destekleme alımlarının daraltılması, Merkez Bankası’nın yeniden yapılandırılması,
kamu kesiminde ücret artışlarının bütçe ödenekleri ile
sınırlandırılması, tekel ürünleri ve akaryakıttan alınan
vergi ve fonların yükseltilmesi gibi önlemler alınmasına karar verilmiş, bütün bu önlemlerle birlikte kısa
dönemde kamu açıklarını azaltmak üzere ek vergiler
alınmıştır. 5 Nisan kararlarının içerdiği önlemlerin bir
kısmı, geçici vergi gibi kısa dönemde sonuç vermesi
beklenen niteliktedir. Daha kalıcı sonuç verebilecek
olan Merkez Bankası’nın yeniden yapılandırılması ve
özelleştirme gibi önlemler ise uzun dönemde sonuç
verebilecek özelliklere sahiptir.
1
2
3
4
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 19
Enflasyonla Mücadele Programı’nın uygulanmasına
zemin hazırlayan koşulları tanımlamak
1990’larda enflasyon oranı ortalama %75’in üzerinde
gerçekleşmiş, bütçe açıklarının GSMH’ya oranı 1990
yılında %3 civarında iken 2000 yılında %12’nin üzerine çıkmıştır. Bu açığın yaklaşık %10’u faiz giderlerinden oluşmaktadır. Net borç ödeyicisi durumunda
olan kamu kesiminin mali piyasalar üzerinde yarattığı baskı, faiz oranlarını arttırmış ve yüksek enflasyon nedeniyle artan risk priminin de etkisiyle reel
faizler hızla artmıştır. Kamu açıklarındaki artışlar ve
yüksek reel faizler nedeniyle toplam kamu borcunun
GSMH’ya oranı 1990 yılında %37 civarında iken 2000
yılında %52’nin üzerine çıkmıştır. Yüksek reel faizler
zaten yüksek olan kamu kesimi borçlanma gereğini daha da arttırmıştır. Kamu gelir-gider dengesinin
sağlanamadığı ve borçların sürdürülemez hâle geldiği
bu dönemde, istikrarlı bir büyüme sağlanamamış ve
işsizlik artmıştır. Uluslararası piyasalardaki olumsuzluklarla beraber borçların sürdürülemez yapısı,
başta kamu bankaları olmak üzere mali sistemdeki
bozukluklar ve diğer yapısal sorunlar nedeniyle ülke
ekonomisi sürekli bir kriz ortamı yaşamıştır. Program
kapsamında kamu açıklarının düşürülmesi ve yapısal
reformlara yönelik önemli adımlar atılmıştır. Böylece
programın uygulanmaya başlanması ile faiz oranları
gerilemiş, enflasyon yavaşlamış ve iç talep canlanmaya başlamıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken
konu, enflasyonun nedenlerine ilişkindir. Özellikle
yapısal enflasyonun varlığı halinde, sadece sıkı para
ve maliye politikaları ile beklenen sonucu elde etmek
mümkün olmamaktadır.
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın kapsadığı temel
unsurları diğer programlardan ayıran özellikleri karşılaştırmak
Döviz kuruna dayalı enflasyonla mücadele programı
Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ile sonuçlanınca
yeni bir ekonomik istikrar programına gerek duyulmuştur. Krizden çıkmak ve istikrarsızlık yaratan yapısal sorunları ortadan kaldırmak amacıyla IMF ile
imzalan stand-by anlaşması gözden geçirilerek Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı adı altında yeni bir istikrar programı hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur.
Programın nihai hedefi mali disiplin, fiyat istikrarı ve
istikrarlı bir büyüme sürecini başlatacak yapısal bir
dönüşümdür. Nihai amacın refah düzeyini kalıcı bir
biçimde yükseltmek olarak belirlendiği bu program
çerçevesinde ekonomide sürdürülebilir bir gelişme
ortamını sağlayarak kaynak kullanma sürecindeki
verimliliği artırmak, dışa açık bir yaklaşımla piyasa
koşullarında rekabet gücünü geliştirmek ve böylece
ekonomide büyümeyi, yatırım ve istihdamı arttırmak temel hedefler olarak vurgulanmıştır. Uygulanan
program sonucunda kısa dönemde verilen güven ve
atılan bazı adımlar sonucunda kısa vadeli sermaye
girişi yüksek düzeyde gerçekleşmiş, T değerlenmiş, iç
talep canlanmış ve ekonomide büyüme eğilimleri güç
kazanmıştır. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kamu
açığı ve dış açığı disipline etmeyi hedeflemektedir. Bu
amaçla kamu dengesi için birincil fazla yaratılarak
borç yükünün hafifletilmesi, dış denge için ise dalgalı
kur rejimi benimsenmiştir.
2008 küresel krizinin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini değerlendirmek
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın uygulanması
sonucunda uygulama yönündeki siyasal kararlılığın
da etkisiyle büyük ölçüde başarı sağlanmıştır. Örneğin, faizler düşerek borç vadeleri uzamış, enflasyon tek
haneli rakamlara düşmüş, mali disiplin sağlanarak büyümenin de olumlu etkisiyle borç yükü düşürülmüştür. Ancak yapısal bir sorun olan dış açık ise devam
etmektedir. Bu başarının arkasında elbette dünyadaki
gelişmelerin, özellikle de likidite bolluğunun etkisini
dikkate almak gerekir. 2008 yılında küresel düzeyde
ortaya çıkan kriz ise bütün dünya ekonomilerini etkilemiştir. Türkiye’de küresel krizin etkisiyle 2009-2010
yıllarında faiz dışı fazlanın millî gelire oranı ortalama
olarak %1’in altına düşmüştür. 2009 yılı aynı zamanda
ekonominin daraldığı bir yıldır. 2001 krizi sonrasında yapılan yasal ve kurumsal düzenlemeler Türkiye
ekonomisinin küresel krizden daha az etkilenmesini
sağlamıştır. Ancak küresel düzeyde ortaya çıkan mali
dalgalanmalar sözü edilen önlemler nedeniyle ülkeyi
doğrudan etkilememekle birlikte küresel beklentileri
olumsuz etkilemiştir. 2007 yılının seçim yılı olması
nedeniyle kamu maliyesine ilişkin bazı reformların
gecikmesi ve vergilere ilişkin bazı düzenlemelerin
yapılamaması, yurt içindeki beklentileri de olumsuz
etkilemiştir. Türkiye ekonomisinin 2008 yılından itibaren karşılaştığı sorunların bir bölümü küresel krizden kaynaklanmaktadır. Ancak ülkenin bazı yapısal
sorunlarının da göz ardı edilmemesi gerekir.
5
6
7
20 Maliye Politikası II
Kendimizi Sınayalım
1. 1980 öncesinde uygulanan sanayileşme politikasının belirleyici özelliği aşağıdakilerden hangisidir?
a. Dışa açık büyüme
b. İhracata dayalı sanayileşme
c. İthal ikameci sanayileşme
d. Bebek endüstriler
e. Ağır sanayi politikası
2. Aşağıdakilerden hangisi 1980 istikrar politikasında yer
alan önlemlerden biri değildir?
a. Kamu sektörünün küçültülmesi
b. Yüksek faiz politikası
c. Serbest döviz kuru
d. Ücretlerin arttırılması
e. İhracatın arttırılması
3. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye ekonomisini 1970’lerin
sonunda istikrarsızlığa götüren nedenler arasında yer almaz?
a. Ekonomide tarımın payının yüksek olması
b. Şehirleşme artarken istihdamın yetersiz kalması
c. Üretim yapısının değişen talebe ayak uyduramaması
d. Kalite ve maliyet açısından rekabet gücünün düşük
olması
e. İthalatta sanayi mallarının payının düşük olması
4. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de 1980 istikrar politikasının sonuçlarından biri değildir?
a. İhracatın artması
b. Enflasyonist baskının artması
c. Dış borçlanmanın yavaşlaması
d. İşsizliğin artması
e. Gelir dağılımın bozulması
5. Aşağıdakilerden hangisi 5 Nisan İstikrar Programı çerçevesinde alınan önlemlerden biri değildir?
a. Tarım destekleme alımlarının genişletilmesi
b. Kamu kesiminde ücret artışlarının sınırlandırılması
c. KİT’lerin özelleştirilmesi
d. Devalüasyon
e. Yüksek oranda KİT zamları
6. Türkiye’de 2000 yılında uygulanan istikrar programı aşağıdakilerden hangisidir?
a. 24 Ocak İstikrar Programı
b. Enflasyonla Mücadele Programı
c. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
d. 5 Nisan İstikrar Programı
e. Yatırımı Güçlendirme Programı
7. Aşağıdakilerden hangisi Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı’nda maliye politikasının temel çerçevesini oluşturmaktadır?
a. Dalgalı kur politikası
b. Bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması
c. Faiz dışı fazla yaratılması
d. Merkez Bankası’nın yeniden yapılandırılması
e. Genişletici maliye politikası
8. Aşağıdakilerden hangisi Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı’nın uygulanması sonrasında ortaya çıkan sonuçlardan biri değildir?
a. Borç yükünün azalması
b. Sermaye girişlerinin artması
c. Büyümenin artması
d. Talebin canlanması
e. Cari ödemeler dengesinin fazla vermesi
9. Aşağıdakilerden hangisi Enflasyonla Mücadele Programı
çerçevesinde nominal çıpa olarak kullanılmıştır?
a. Döviz kuru
b. Para arzı
c. Enflasyon oranı
d. Net iç varlıklar
e. Net dış varlıklar
10. Aşağıdakilerden hangisi 2008 Küresel Krizi’nin Türkiye
ekonomisinde yarattığı etkilerden biri değildir?
a. Faiz dışı fazlanın azalması
b. Ekonominin daralması
c. Sermaye çıkışı
d. Döviz kurunun artması
e. Dış ticaret açığının artması
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 21
Yaşamın İçinden Okuma Parçası
ENFLASYONU ELEKTRİK VE DOĞALGAZ ARTIRDI,
DOMATES ŞAMPİYON OLDU
Elektrik ve doğalgaza yapılan zamlar nedeniyle enflasyon,
Tüketici Fiyat Endeksi’nde (TÜFE) yüzde 1.52 arttı. Üretici
Fiyat Endeksi’nde (ÜFE) artış yüzde 0.08’de kaldı. Yıllık enflasyon 3.5 yıl sonra yüzde 11’in üzerine çıktı. Nisan ayının
zam şampiyonu ise yüzde 44.06 ile domates oldu. ELEKTRİK
ve doğalgaza yapılan zamlar nisan ayında enflasyonu vurdu.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, enflasyon Tüketici Fiyat Endeksi’nde (TÜFE) yüzde 1.52, Üretici Fiyat Endeksi’nde (ÜFE) yüzde 0.08 arttı. Yıllık enflasyonda TÜFE yüzde 11.14’e çıkarken, ÜFE yüzde 7.65’e geriledi.
Yıllık enflasyon TÜFE’de Ekim 2008’den beri ilk kez yüzde
11’i geçti. 1 Nisan’dan itibaren elektriğe yüzde 9.26, doğalgaza
yüzde 18.72 oranında zam gelmişti. Merkez Bankası, zamların enflasyonu yarım puan artıracağını öngörürken mayıs
ayında enflasyonda düşüş bekliyor.
Giyim ve ayakkabı arttı
TÜFE’de ana harcama grupları itibarıyla bir ay önceye göre
en yüksek artış yüzde 13.20 ile giyim ve ayakkabı grubunda
gerçekleşti. Nisan ayında endekste yer alan gruplardan konutta yüzde 3.15, lokanta ve otellerde yüzde 1.19, ev eşyasında yüzde 0.81, eğlence ve kültürde yüzde 0.62, sağlıkta yüzde
0.52, eğitimde yüzde 0.52, çeşitli mal ve hizmetlerde yüzde
0.30, ulaştırmada yüzde 0.27, alkollü içecekler ve tütünde
yüzde 0.05 artış yaşandı. Haberleşmede yüzde 0.04, gıda ve
alkolsüz içeceklerde yüzde 0.12 düşüş meydana geldi.
Alkollü içecek ve tütün
Yıllık bazda TÜFE’de en yüksek artış yüzde 18.53 ile alkollü içecekler ve tütün grubunda görüldü. Onu çeşitli mal ve
hizmetler yüzde 16.56, konut yüzde 13.11, giyim ve ayakkabı
yüzde 11.66, gıda ve alkolsüz içecekler yüzde 11.65 izledi.
Zam şampiyonu domates
Nisan ayının zam şampiyonu yüzde 44.06 ile domates oldu.
Onu yüzde 21.01’le etek, yüzde 20.31’le erkek gömleği, yüzde
19.14’le erkek ayakkabısı, yüzde 18.76 ile kadın tişörtü takip
etti. Doğalgaz yüzde 16.67, elektrik yüzde 9.27 arttı. Fiyatı en
çok düşen ürün yüzde 36.01’le salatalık oldu.
Kaynak: HÜRRİYET GAZETESİ, 4 Mayıs 2012
BİR BAKIŞTA IMF
Uluslararası Para Fonu (IMF) 1945 yılında dünya ekonomisinin istikrarını desteklemeye yardımcı olmak amacıyla
kurulmuştur. Merkezi Washington’da olan bu kuruluş neredeyse küresel bir birlik olan 187 ülkenin hükûmeti tarafından
yönetilmektedir ve bu ülkelere karşı sorumludur.
Uluslararası Para Fonu nedir?
Aynı zamanda “IMF veya “Fon” diye bilinen Uluslararası
Para Fonu Temmuz 1944’te ABD’de New Hampshire, Bretton Woods’ta toplanan Birleşmiş Milletler konferansında
tasarlanmıştır. 44 ülkenin temsil edildiği bu konferansta
1930’ların büyük bunalımına neden olan yıkıcı ekonomi politikalarının tekrarına engel olacak bir ekonomik işbirliğinin
çatısının oluşturulması amaçlanmıştır.
IMF’ye ilişkin kısa bilgiler
• Su andaki üye sayısı: 187 ülke
• Personel sayısı: 154 ülkeden yaklaşık 2610 kişi
• Toplam kota: 365 milyar dolar (12.03.2012 itibarıyla)
• Verilen borçlar: 254 milyar dolar, bunun 176 milyar doları henüz çekilmemiştir (12.03.2012 itibarıyla)
• Sağlanan teknik yardım: 2011 mali yılı boyunca 198,2
kişi yılı
• Sonuçlanan gözetim danışmanlıkları: 2011 mali yılı boyunca 112’si gönüllü olarak kendi yönetim raporlarını
yayınlayan 128 ülke
Kuruluş anlaşmasının 1. Maddesinde IMF’in temel sorumlulukları şu şekilde belirlenmiştir:
• Uluslararası parasal işbirliğinin desteklenmesi;
• Uluslararası ticaretin genişlemesine ve dengeli büyümesine yardımcı olma;
• Kur istikrarını destekleme;
• Çok taraflı ödeme sisteminin kurulmasına yardımcı
olma; ve
• Ödemeler dengesinde güçlükler yaşayan üyelere yeterli
kaynağı sağlama
IMF’nin Faaliyetleri
Genel olarak IMF, uluslararası parasal ve finansal sistemin istikrarının sağlanmasından sorumludur. Fon, ekonomik istikrarı artırmayı ve krizleri önlemeyi, krizler ortaya çıktığında
bunları çözmeye yardımcı olmayı, büyümeyi desteklemeyi ve
yoksulluğu azaltmayı amaçlamaktadır. Fonun bu amaçlara
ulaşabilmek için gözetim, teknik yardım ve borç verme olmak üzere 3 temel işlevi söz konusudur.
IMF Yönetimi ve Örgütü
IMF, üyesi olan ülkelerin hükûmetlerine karşı sorumludur.
IMF’nin örgütsel yapısının en üst kademesi 187 ülkeden
birer guvernörün yer aldığı Guvernörler Kuruludur. Bütün
22 Maliye Politikası II
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
guvernörler yılda bir kez IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısında bir araya gelirler, bunlardan 24’ü Uluslararası Para ve
Finans Komitesi’nde (IMFC) yer alırlar ve yılda iki kez buluşurlar. IMF’nin günlük işleri Washington’daki merkezden
24 üyeli yönetim kurulu tarafından yürütülür. Genel müdür
IMF personelinin başı ve yönetim kurulunun başkanıdır.
Genel müdüre 4 genel müdür yardımcısı yardım etmektedir.
IMF’nin kaynakları üye ülkeler tarafından esas olarak genelde her ülkenin ekonomik büyüklüğünü yansıtan kota ödemeleri yoluyla sağlanır. Kotaların toplam miktarı IMF’nin
borç verme kapasitesini belirleyen en önemli faktördür. Fonu
işletmek için yapılan yıllık harcamalar büyük ölçüde verilen
borçlardan elde edilen faiz gelirleri ile kota depozitolarına
ödenen faiz ödemeleri arasındaki farktan karşılanır.
Kaynak: htpp://Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor..
htm’deki bilgilerden derlenmiştir.
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı
1. c Yanıtınız yanlış ise “1980 Öncesi İthal İkameci Sanayileşme Politikası” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
2. d Yanıtınız yanlış ise “1980 Sonrası Dışa Açık Büyüme
Politikası” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
3. e Yanıtınız yanlış ise “1980 Öncesi İthal İkameci Sanayileşme Politikası” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
4. c Yanıtınız yanlış ise “1980 İstikrar Politikasının Uygulama Sonuçları” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
5. a Yanıtınız yanlış ise “5 Nisan İstikrar Programı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
6. b Yanıtınız yanlış ise “Enflasyonla Mücadele Programı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
7. c Yanıtınız yanlış ise “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
8. e Yanıtınız yanlış ise “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
9. a Yanıtınız yanlış ise “Enflasyonla Mücadele Programı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
10. e Yanıtınız yanlış ise “2008 Küresel Krizi ve Türkiye
Ekonomisine Etkisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 1
İthal ikameci sanayileşme politikası yurt içi talebi karşılamak
üzere ithalat yerine ülke içerisinde nihai malların üretilmesidir. İlk bakışta dış ticaret dengesi açısından olumlu olabilecek
bu politikanın başarılı olabilmesi için nihai mal üretiminde
gerekli girdilerin yurt içinde mevcut olması veya ithal edilmesi için gerekli dövizin sağlanması gerekir. Girdilerin bir
kısmı, Türkiye açısından özellikle petrol, büyük ölçüde ithal
edilmektedir. Bu politikanın sürdürülebilmesi için döviz ihtiyacının düzenli olarak sağlanabilmesi gerekir. İhracat dışındaki döviz kaynakları ise sınırlıdır. Ayrıca küresel düzeyde
dışa açık ekonomilerin varlığı hâlinde, ithal ikamesi zaman
içerisinde ülkenin rekabet gücünü kaybetmesine neden olur.
Özellikle dış kaynak sıkıntısı ve rekabete açık olmayan bir ortamda üretim maliyetlerinin artması nedeniyle Türkiye’de bu
politika tıkanma noktasına gelmiştir.
Sıra Sizde 2
1980 öncesinde ithal ikameci sanayileşme politikası uygulanırken, 24 Ocak kararları dışa açılma ve ihracata yönelik
büyümeyi öngörmektedir. Birkaç nedenle bu geçiş yapılmak
istenmiştir. Dışa açılma ile uluslararası rekabete açılan ekonomide verimlilik artacak ve maliyetler düşecektir. Rekabet
gücü artan ülke daha fazla ihracat yaparak döviz gelirini
arttıracaktır. Ülke içerisinde serbest piyasa kurallarının işlerlik kazanması ve devletin üretimdeki payının azalması ile
verimlilik artacak ve kamunun yükü azalarak bütçe dengesi
iyileşecektir. Devletin daha az müdahale ettiği bir ortamda
büyüme sürekli hâle gelerek refah düzeyi artacaktır.
Sıra Sizde 3
Bu kararlarla, 1980 öncesinde yaşanan ekonomik sorunlar
hafifletilmek istenmiştir. Ancak ülke sadece kısa dönemli istikrar sorunlarının ötesinde yapısal bazı sorunlarla da karşı
karşıya olduğundan, reformların yeterli olmaması nedeniyle kısa dönemde elde edilen başarılar sürekli olmamıştır.
Uluslararası düzeyde rekabeti arttırmanın bir yolu olarak
ücretlerin düşürülmesi önerilmiş ve bu yönde uygulamalara
da gidilmiştir. Ancak verimliliğin artmaması hâlinde sadece maliyet avantajı ile rekabet etmenin bir sınırı vardır. Diğer taraftan piyasa mekanizmasına önem verilmiş olmakla
beraber, gerekli kurumlar mevcut olmadığı gibi, bu işleyişi
sağlayacak kurallar da kısa sürede oluşturulamamıştır. Sonuç olarak, yapısal sorunların aşılamaması ve serbest piyasa
mantığının yerleşmesinin zaman alması nedeniyle 24 Ocak
kararları kısa dönemde beklenen başarıyı sağlayamamıştır.
1. Ünite - Türkiye’de Ekonomik İstikrar Politikaları 23
Sıra Sizde 4
5 Nisan istikrar paketi, 1980 öncesi ve sonrasında biriken sorunların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak sorunlar
bilinmekle beraber, çözüme ilişkin önlemler genellikle kısa
dönemli olmuş, özellikle siyasal riskleri yüksek olabilecek
yapısal reformlar konusunda dikkate değer adımlar atılamamıştır. Bütün istikrar programlarının bir maliyeti vardır
ve bu maliyetin en az zararla yüklenilmesi siyasal iktidarları
genellikle zor durumda bırakmaktadır. Program, kamu gelirlerinde ek vergiler, Merkez Bankası kaynakları ve aceleye getirilmiş özelleştirme gibi kalıcı olmayan önlemleri gündeme
getirmiştir. Ayrıca istikrar programlarının başarısı bir ölçüde
siyasal kararlılığa bağlıdır. Bütün bu olumsuz faktörlerin etkisiyle 5 Nisan kararları kalıcı olumlu etkiler yaratamamıştır.
Sıra Sizde 5
2000 yılında uygulanan Enflasyonla Mücadele Programı’nın
kuramsal temeli, nominal çıpa olarak döviz kurunun kullanılmasına dayanmaktadır. Buna göre T bir döviz sepetine
sabitlenecek ve kurdaki aşırı dalgalanmalara izin verilmeyeceğinden piyasalara güven gelecek ve ekonomik birimler
daha sağlıklı karar alabileceklerdir. Özellikle yüksek dış açık
sorunu yaşayan ülkelerde bu yaklaşım ilk bakışta rasyonel
görünmektedir. Ancak enflasyon oranı çok yüksek olduğunda, dövizin sabitlenmesi hâlinde yerli para aşırı değerlenecek,
ithalat ucuz, ihracat ise pahalı hâle geleceğinden dış açık artacak ve ekonomik faaliyetler sürdürülemez hâle gelecektir.
2000 yılında Türkiye’de uygulanan program çerçevesinde
enflasyonun hızla düşeceği varsayılarak bu programın başarılı olacağı düşünülmüştür. Ancak enflasyon beklenen hızda
düşmediği için dış açık hızla artmış ve kısa sürede program
terk edilmek zorunda kalınmıştır.
Sıra Sizde 6
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın temel hedeflerinden
birisi mali disiplindir. Türkiye’de çok yüksek olan borç yükünün hafifletilmesi için millî gelire oranla %6.5 civarında
faiz dışı fazla verilmesi öngörülmüştür. Bu fazla ile borç yükü
hafifletilecek ve daha az borçlanan kamu kesiminin finansal
piyasalar üzerindeki baskısı da azalacağından faizler düşecek ve özel sektör yatırımları ile büyüme arttırılacaktır. Sıkı
maliye politikası olarak adlandırılan bu politikanın olumsuz
olarak görülebilecek yönü, kamu harcamalarının baskı altına
alınması halinde kamu hizmetlerinin zarar görmesidir. Bu
açıdan da kamu harcamalarının kalitesinin arttırılması öngörülmüş, verimsiz yatırım projelerinin iptali ve kamu sektöründe verimlilik kavramları ön plana çıkarılmıştır. Böylece
kamu harcamaları artmadığı hâlde kamu hizmetlerinin kalitesi arttırılabilecektir.
Sıra Sizde 7
Küresel düzeyde yaşanan bir kriz bütün ülkeleri etkiler. Ancak bu durumdan her ülke kendi koşulları içerisinde farklı
etkilenmektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman, Türkiye’de 2001
yılında yaşanan kriz sonrasında uygulanan politikalar ve
yapısal reformlar konusunda atılan adımlar küresel krizin
etkisini hafifletmiştir. Birçok ülke kriz nedeniyle bankacılık
sektöründe sorunlar yaşamış, borçlarını ödeyemez hâle gelmiştir. Türkiye ise bu sorunları zaten 2001 yılında derin bir
şekilde yaşadığından, alınan önlemlerle büyük ölçüde iyileştirmeler yapılmış, bankacılık sektörü rehabilite edilmiş, mali
disipline ilişkin önemli adımlar atılmış ve fiyat istikrarı, geçmişle karşılaştırıldığında, dikkate değer ölçüde sağlanmıştır.
Bununla beraber, Türkiye’de daha kalıcı bir gelişme sağlanabilmesi için uluslararası rekabet gücünün arttırılması ve
kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin azaltılması gibi bazı yapısal
sorunların aşılması gerekmektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
Ataç, B. (2009). Maliye Politikası, Gelişimi, Amaçları,
Araçları ve Uygulama Sorunları, Gözden Geçirilmiş
Sekizinci Baskı, Ankara: Turhan Kitabevi.
Eğilmez, M. ve E. Kumcu (2011). Ekonomi Politikası - Teori
ve Türkiye Uygulaması, Ankara: Remzi Kitabevi.
Kepenek, Y. ve N. Yentürk (2010). Türkiye Ekonomisi, 19.
Basım, Ankara: Remzi Kitabevi.
Pınar, A. (2011). Maliye Politikası, Teori ve Uygulama, Dördüncü Baskı, Ankara: Turhan Kitabevi.
Pınar, A. ve B. Erdal (2011). Para-Banka-Mali Kuruluşlar
ve Uluslararası Mali Sistem - Teori ve Uygulama, İkinci
Baskı, Ankara: Turhan Kitabevi.
Tanzi, V. (1991). Public Finance in Developing Countries,
New York: Edward Elgar.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 15 misafir