Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler Ünite:4

Cevapla
Ruhi
Mesajlar: 1
Kayıt: 21 Mar 2019 10:39
İletişim:

21 Mar 2019 10:44

4. ÜNİTE
Kendisiyle Yüzleşen Toplum: Risk Toplumu
RİSK KAVRAMI
Risk fikri ilk kez dünyanın dört bir yanına yolculuklar yapan Batılı kâşifler tarafın¬dan kulla-nılmıştır. İngilizcede bilinmeyen sulara yelken açmak anlamında kullanı¬lan bu sözcük İspan-yolcaya Portekizceden girmiştir. Köken açısından başlangıçta “mekân”a yönelik olan bu sözcüğün anlamı, daha sonra bankacılık ve yatırım alan¬larına girmesiyle beraber “zaman” düzlemine taşınmıştır.
Anthony Giddens 1938’de doğan İngiliz sosyolog Anthony Giddens, eserleriyle sosyolojiye önemli katkılarda bulunmuştur. 34 kitabı 29 dile çevrilmiş olan Giddens’m 2007’de beşeri bilimler içinde en çok başvurulan yazarlar arasında beşinci sırada yer aldığı ifade edilmiştir.
Risk, geleceğini kendisi belirlemek isteyen bir toplumu harekete geçirici bir dinamiktir. Geleneksel toplumda risk esas olarak doğa güçlerinin mü¬dahalesi ile tanımlanırken, modern toplumlarda riskleri azaltma amacına dönük olarak teknoloji yardımıyla insanların doğaya müdahalesi, hükümet politikaları ve ekonomik faaliyetler aracılığıyla topluma müdahalesi önceden öngörülmeyen ve denetimi zor olan tehlikelere yol açabilmektedir. Risk kavramı, temelde kontrol etme özellik¬le de geleceği kontrol etme fikriyle birlikte biçimlenmiştir.
İki tür risk arasında ayrım yapılmalıdır: (ı) dışsal ve (ıı) imal edilmiş risk. Dış¬sal risk, bireyleri beklenmedik bir anda (dışarıdan) vuran olayların yarattığı risk¬tir. Yine de bu olaylar, bütün nüfus içinde az çok öngörülebilir olmalarına ve si¬gorta edilebilmelerine yetecek kadar düzenli ve sık meydana gelirler. Dışsal risk son derece etkili bir şekilde hesaplanabilir; zaman ve risk çizelgelerine bakılarak insanların nasıl sigortalanacağına karar verilebilir.
İmal edilmiş risk, bizzat in¬sanlığın gelişim sürecindeki değişimler, özelikle de bilim ve teknolojideki ilerleme¬ler tarafından yaratılır. İmal edilmiş risk, karşılarında tarihin bize çok az deneyim sunduğu yeni risk ortamlarına karşılık gelir, bu risklerin hesaplanması bir yana, ne¬ler olduğu bile çoğu zaman bilinememektedir. İmal edilmiş risk, kişisel ve toplum¬sal hayata doğrudan girmektedir ve daha kolektif bir risk çerçevesi tarafından sınırlandırılmamıştır.
Alman sosyolog Ulrich Beck, risk kavramını günümüzde yaşanan toplumsal de¬ğişim ile ilgili analizin merkezine yerleşmiştir. Beck, gelişmiş ülke insanlarının bakışı ile kıtlık sonrası bir toplumda yaşadığımızı ifade etmektedir. Batılı refah toplumlarmda günümüzde ikili bir süreç yaşanmaktadır. Öncelikle, yüzyılın başındaki kıtlık günlerinin en önemli problemi olan günlük ekmeğin ka¬zanılması için verilen savaş giderek önemini kaybetmektedir. Bugün, pek çok in¬san için açlık probleminin yerini aşırı kilo problemi almıştır. Bunun yanında, do¬ğal zenginliklerin dünyanın kökünü kurutacak şekilde, bilinçsizce tüketilmekte ol¬duğu konusunda da yaygın bir görüş birliği bulunmaktadır.
Bugünün riskleri, yelkenli gemilerle engin denizlere açılanların karşı karşıya oldukları risk-lere benzememektedir. (ı) İlk olarak günü¬müzde riskin kaynağı sanayileşmedir. (ıı) İkinci bir özellik sınaî üretim sırasında çevreye yayılan radyoaktif sızıntılar ve toksinler, duyularla anlaşılmaktadır. Artık günümüzde risk, kıtlıktan değil, aşırı üretimden kaynaklanmaktadır.
Günümüz koşullarında risk kavramı genel olarak modernizasyon sürecinin yol açtığı tehditlerle sistematik olarak karşı karşıya kalma olarak tanımlanmaktadır.
RİSK TOPLUMU KAVRAMI VE KURAMI
Risk toplumu” kavramı ilk olarak Alman sosyolog Ulrich Beck tarafından 1986’da Alman-ca yayınlanan ve daha sonra 1992’de İngilizceye “Risk Society: Towards a New Modernity” ismiyle çevrilen eserinde kullanılmıştır.
Risk toplumu tezinin iki temel yaklaşımı¬nı ileri süren Ulrich Beck ve Anthony Giddens modernleşme süreci sonunda ortaya çıkan risk kavramını günümüzde mer¬kezi bir ilgi alanı olarak görmektedirler. Beck ve Giddens, geç modernite döneminde belirsizlik ve güvensizliğe karşı gös¬terilen başlıca tepki olarak düşünümsellik kavramını ön plana çıkararak, riskin da¬ha çok politik yönü üzerinde durmuşlardır. Giddens ve Beck, zayıf bir top¬lumsal yapılaşmacı yaklaşım çerçevesinde risk konusunu ele alırlarken, dikkatleri¬ni riskin nasıl üretildiği, makro düzeyde toplumda riskin üstesinden nasıl gelindi¬ği, riskin toplumsal ve politik alanda yaptığı etkiler üzerine yöneltmektedirler.
Beck’e göre risk toplumu; “insanların bilgi ve teknolojileri yanlış ya da kötü amaçlı kullan-malarıyla bütün dünyayı tehlikeye sokmaları sonucunda ortaya çıkan yapıyı” ifade etmektedir.
Beck’e göre, “çevresel kazalar, toplumdaki geleneksel gelir ve refah eşitsizliği¬ni kırmıştır. Bu alanlarda çağdaş dünya, herkese eşit biçimde zarar veren nükleer ve kimyasal kirlenme ile karşı karşıyadır. Beck, bilgi toplumunu bekleyen küresel risklerden bah¬sederken, yeni bir toplumsal yapıya da işaret etmektedir. Beck için küreselleşmenin itici gücü modernizasyon-dur. Küresel riskler ise, küresel sanayileşmenin sonunda ortaya çık¬maktadır. Riskin kendisi de küreselleşmektedir. Risk yaratan faaliyetlerin kontrolü, ulus devletlerin gücünü aşmaktadır. Riskli faaliyetleri engelleyebilmenin tek yolu, uluslar üstü yaptırım gücü yüksek örgütler oluşturmaktır. Ülkelerin bir araya gelip çeşitli risk içeren faaliyetlere çözüm bulmak için yaptıkları stratejik si¬lahsızlanma tartışmaları, dünya zirveleri, atıkların azaltılması, CFC’lerin (Kloroflorokarbon) kullanımının yasaklanması ve nükleer silahlarla ilgili anlaşmalar bu tür çabalara birer örnektir.
Beck, çalışmasında “Dünya Risk Toplumu” dediği yapıda “nükleer tehlike, iklim değişimi, Asya ekonomilerinin çö¬küşü ve yiyeceklerin anatomik yapısının değiştirilmesi gibi sigorta edilemez riskle¬rin ortaya çıktığını” ifade etmektedir.
Beck, risk içeren faaliyetlerin zararlı etkilerinin tıpkı bir bumerang gibi geldiği yere geri döndüğünü anlatmaktadır (Bumerang, özellikle Avustralya yerlileri, eski Mısırlılar ve Avrupalılar ve Hindistan’ın bazı yörelerindeki kabileler tarafından si¬lah olarak kullanılan yassı bir kesite sahip eğri bir sopadır. Bazıları düz olarak fır¬latıldığı yönde ilerler, bazıları ise havada bir dairevi yörünge çizerek tekrar geri ge¬lirler).
Beck, belirli bir bölgede ekolojik tehdit içeren bir değişiklik nedeni ile, mülk fiyat¬larının düşmesini ekolojik istimlak olarak tanımlamaktadır.
Gelişmemiş ülkelerde riskli faaliyetlerle ilgili yasal önlemler ya yoktur ya da yeterli değildir. Bu ülkelerin in¬sanları, zararlar konusunda yeterince bilgilendirilmemiş olmakta ya da zararlı faali¬yetlerin engellenmesi için kamuoyu oluşturmak güç olabilmektedir. Riskli faaliyetlerin zararları bulaşıcıdır; toksinler, tarımsal ürün sa¬tan ülkelerden ithal edilen gıda maddeleri ile geri gelmektedir. Sülfür emisyonu, yağmuru aside dönüştürmektedir.
Düşünümsel Modernleşme
Bu kavramı Beck ve Giddens geç modernite döneminde belirsizlik ve güvensizliğe karşı gösterilen temel bir tepki olarak ele alırlar. Bir baş¬ka ifadeyle, her iki kuramcı modernitenin günümüzde küresel bir risk toplumuna dönüşümünü düşünümsel modernleşme kavramıyla tanımlamaya çalışırlar.
Nalçaoğlu Beck’in çalışmalarına dayanarak düşünümselliği “bireylerin içinde yaşadıkları toplumda, yapılarla girdikleri ilişkide tek yönlü bir belirlenme ve boyun eğme pratiğinden çıkıp, yapı-eylem diyalektiğinin karşılıklı kurulma mantığının ayırdına varmaları ve araçsal rasyonalitenin hâkimiyetinde dayatılan toplumsal, bilimsel ve teknolojik yapıları sorgulamaları” şeklinde tanımlamaktadır.
“Düşünümsel modernleşme’’ kavramı, sanayi toplu¬mu sistemi içinde kurumsal ölçütlerle işlenememiş, risk toplumuna özgü sonuçlar¬la karşı karşıya gelme anlamı taşımaktadır. Bu durumun, ikinci bir aşamada kamusal, siyasal ve bilimsel düşünümün bir nesnesi haline gelmesi, bir toplum yapısından diğerine geçişin düşünümsüz, refleks benzeri “mekanizma-sı’’nın gözden kaçırılmasına neden olmamalıdır.
Beck’in çalışmalarında modernleşme (ı) basit ve (ıı) düşünümsel olmak üzere iki aşamalı bir süreç olarak belirir. Basit modernleşme eski tip, tek çizgi üzerinde ilerleyen bir modernleş-me iken, düşünümsel modernleşme modern düzenin çelişkilerini ve sınırlarını kabul etmeyi ima eder. Düşünümsel modernleşme, daha ge¬nel anlamda risk için söz konusu olduğu üzere, tümden olumsuz bir beklenti de¬ğildir, hatta olumlu politik katılımlar için birçok fırsat sunmaktadır.
RİSK TOPLUMUNUN ÖZELLİKLERİ
Risk toplumunu sanayi toplumundan analitik açıdan ayıran çizgi, alınan kararların sonucun-da ortaya çıkan tehlikeler karşısında güvenlik normları sistemlerinin işle¬mez olduğu noktadır ve risk toplumu bu aşamada karşımıza çıkmaktadır. Bu ta¬nımdan yola çıkarak, risk toplumu-nun sahip olduğu özellikler şöyle sıralanabilir:
1- Güvensizlik veya tehditlerin aslında modern bir sorun değil, bütün kültür¬lerde ve dönem-lerde görülen eski bir sorunu oluşturduğu ima edilmektedir. Modern dönemdeki tehditlerin özelliği; ekolojik, kimyasal ya da genetik mühendisliğiyle ilgili tehlikelerin bir takım kararlar sonucu meydana gelme¬si olgusudur.
2- Risk toplumunun sahip olduğu diğer özelliklerden biri ise yerleşik norm sis¬temlerinin başarısızlık göstermeleridir. Bu bağlamda, daha önceleri tekniğin egemen olduğu tartışma-larda baskın olan ögeler, yani belirli büyük tekno¬lojik sistemlerde ya da gündelik pratikler-de kendini gösteren, kaza istatistik¬leri ya da senaryolarıyla belgelenebilir sözde “nesnel” tehdit biçimleri (örne¬ğin sigara içmek veya bir nükleer santralin yakınında ikamet etmek gibi) tar¬tışma dışı kalır.
3- Risk toplumunda tehditlerin denetlenebilirliği sorunu da üzerinde durulma¬sı gereken bir başka konudur. Burada, insan sağlığı ve çevrenin geleceğini ön planda tutan ekonomi-politik uygulamala¬ra ihtiyaç vardır.
4- Sanayi döneminden risk dönemine geçiş modernliğin arzu edilmeyen veya öngörülemeyen bir sonucudur. Risk toplumu kendi etkilerine ve tehditleri¬ne kör ve sağır olan modernleşme sürecinin bir sonucudur. Risklerin ve tehditlerin tahmin edilemezliği sosyal bütünleşmeye zarar ver¬mektedir. Sınıf toplumunun temel dürtüsü “açlık” iken, risk toplumunun temel dürtüsü “korku”dur.
5- İnsanlar giderek artan biçimde farklı toplumsal kimlikler, yaşam biçimleri, kanaatler ve gruplar ya da alt kültürler düzeni içinde seçim yapma riskini al¬mak durumundadır. Toplumsal sınıflara bağlılık gün geçtikçe zayıflamakta, insanlar aile ya da komşuluğun sağladığı geleneksel destek ağlarından kop¬makta ve çalışma bir çatışma ve kimlik oluşumu olarak önemini yitirmekte¬dir. Bu geleneksizleşme de bireyselleşmeyi artırmaktadır. Birey-selleşmiş bir toplumda eşitsizlik ve bunun getirdiği sosyal ve siyasi sorunlar ortaya çıkmış-tır.
6- Tehlikelerle ilgili kültürel algılama (değerlendirme) farklılıklarının göz ardı edilmesi. Yaşamlarını tehdit eden ve kişisel olarak etki edemeyecekleri teh¬likelerle yüzleşmek insanların ellerinde değildir. Algılama farklılığı bağla¬mında, birileri, gıdalardaki zehirli maddeleri kendisi için bir tehdit olarak görürken; diğerleri gıdalardaki zehirli maddeleri gündeme getirenleri kendi¬ne bir tehdit olarak görmektedir.
7- Risk toplumunun başka bir göstergesi, kişisel sigorta korumasının bulunma¬ması, hatta sınai ve teknik-bilimsel projelerin sigortalanamaz oluşlarıdır. Risk toplumu “güvensizleştiril-miş” bir toplumdur. Risk ve tehlike arasındaki ayrım, toplumsal düzeni böler. Kimileri için risk olan şey, başkaları için tehlikedir.
8- Her kültürün kendine özgü riskleri vardır. Almanlar için ormanların ölümü, dünyanın da sonu demektir. Britanyalılar, sabah kahvaltısında zehirli yu¬murtalarla karşılaştıklarında şok olurlar.
9- Risklere bağlı olarak, ufkumuz da kararır. Çünkü riskler, neyin yapılmama¬sı gerektiğini ifade eder. Dünyayı bir risk olarak tasarlayan kimse, sonunda eylem yeteneğini yitirir. Bu durum, paranoyak bir ruh halini oluşturmaktadır.
10- Bilişim ça¬ğında ve risk toplumunda, teknolojiye ulaşmada ülkeler arasında adaletsiz¬lik bulunmaktadır. Bu gerçekten hareketle ABD, Britanya, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada, Japonya ve Rusya’nın oluşturduğu G-8 grubu “Enformasyon Teknolojisi Şartı” bağlamın-da, Üçüncü Dünya Ülkelerinin de bilişim tekno¬lojisine kavuşmalarının önemini benimsemiştir.
11- Sanayi toplumlarının karşılaştığı temel problemler de nitelik değiştirecektir. Genel olarak sanayi toplumlarının karşılaştıkları üç büyük problem, (ı) ikti¬sadi durgunluğun yol açtığı işsizlik; (ıı) uluslararası sorunların yol açtığı sa¬vaşlar ve (ııı) her türden diktatörlükler olarak sayılır. Bilişim toplumlarını bekleyen tehlikeler ise, (ı) çok hızlı seyreden toplumsal dönüşümlere ayak uyduramamaktan kaynaklanan gelecek korkusu; (ıı) bireysel ve örgütlü te¬rörün yaygınlaşması; (ııı) özel hayatın mahremiyetine tecavüzlerin artması ve (vı) özel-likle bireylerin mahremiyetine devletin sınırsız müdahalesine imkân veren teknolojilerin yaygınlaşması gibi tehlikelerdir.
12- Bilişim çağında ve risk toplumunda ortay çıkan bir başka problem, internet ile sunulan bilişim bombardımanının beraberinde “bilgi kirlenmesini” getir¬mesidir. Denetimsiz sunulan bilgilerin, bilimsel olup-olmaması, doğru olup olmaması bağlamında sorun bulunmaktadır.

RİSK TOPLUMUNDA BİREYLERİN PSİKOLOJİSİ
Risk toplumundaki bu belirsizlik olgusu, bireyler¬de bir güvensizlik duygusunun oluşmasına neden olmaktadır. Söz konusu güven¬sizlik duygusu başlangıçta dış dünyanın karmaşasına, belirsizliğine yöneliktir.
Kendi özel yaşantısını yücelten birey, zamanla dış dünya ile bağ kurmaktan korkar hale gelmiştir, çünkü dışarıda hep tehlike vardır ve orada incinecektir. Bu ‘içe kapanma ve dışarıda sürekli bir tehlikenin olduğu duygusu’ bazı bireylerin ruh sağlığına ciddi hasarlar verebilmek-te ve bu kişilerin günlük yaşamını olumsuz et¬kileyebilmektedir.
Kopukluk, kapatılmış¬lık, temassızlık, kendini ayrı ya da yabancı hissetme, her şeyin bulanık olması ya da gerçek dışı gelmesi, kendini insanlarla bir hissetmeme ya da yaşamın anlamını yitirmesi, ilgi azalması, her şeyin boş ve anlamsız görünmesi gibi şikâyetlerin hep¬si çeşitli yönlerden bu ruhsal durumu betimler. Hastalar bunu ‘depresyon’ olarak adlandırırlar. Yukarıda sözü edilen durumlar ise da¬ha çok ‘şizoid durumlar’dır.
“Histeri 19. yüzyılda ruh doktorlarının karşılaştıkları en yaygın sorundu. Bu sinirsel düzen-sizliklerin varlık nedeni tutucu bir dönem olan Viktoryen dönemde cinsel iffetin de ötesinde bir şeydi; bu dönemin kültürel ortamında ailenin kültürel görüntülerinin korunması yönünde büyük bir baskı vardı; öyle ki kaos içindeki toplumda ailenin kendisi başlı başına bir düzen ilkesiydi.
20. yüzyıla gelindiği zaman ise histerik durumlara ilişkin veriler zayıflamıştır. Bu yüzyılda ise bireyler genel olarak, belirsiz bir ruh hali içindedirler. Kişi bir sıkıntı içindedir, fakat bu tanımlanamayan ve somut bir niteliğe sahip ol¬mayan bir sıkıntıdır. “Sıkıntı, kelimenin tam anlamıyla biçimsizlik halidir.
21. yüzyılın bireyinde ise, sürekli olarak çeşitli risklerle yaşa¬yan birey ne yapacağını, nasıl davranacağını, ne yemesi gerektiğini bilemez. Özel¬likle iletişim araçlarının yönlendirdiği yaşamın her alanında, sürekli bir tehdidin var olduğu ve kişilerin tehlike altında olduğu şeklinde haberler, ilanlar bireyleri daha fazla korkutmaktadır.
Kendisine güvenmeyen, çaresiz birey olgusu sürekli olarak medyada çeşitli ha¬berler içinde vurgulanmaktadır, birey hemen her gün kendi ‘çaresizliği’ ile yüzleş¬mektedir. “Modern toplumda benlik hakkında yazan neredeyse bütün yazarların birleştiği bir tema varsa, o da bireyin farklı ve geniş toplumsal evrenle bağlantılı olarak güçsüzlük hissini yaşamasıdır”
Çaresizlik ve güvensizlik duygusu bireyin yaşamının her ala¬nında kendini gösterir, bu da bireyin toplumsal rol ve görevlerini yerine getirme¬sine engel olabilmektedir. Danışmanlık hizmetleri, yardım hatları ve profesyonellerin gündelik yaşamı¬mıza müdahale ettiği diğer biçimler çaresizlik sorununun ne kadar yoğun olduğu¬nun bir ifadesidir. Sonuç olarak, kişilerin psikolojik durumlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan fiziksel rahatsızlıklar veya akıl sağlığı ciddi biçimde bozulmuş bireylerin sa¬yısı toplumda gittikçe artmaktadır.


SON
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 24 misafir