Nazım Hikmet-Yolcu

Cevapla
demond
Mesajlar: 52
Kayıt: 07 Eyl 2018 13:49
İletişim:

30 Ara 2018 00:40

NAZIM HİKMET


YOLCU
















BİRİNCİ PERDE

BİRİNCİ MECLİS

(Kapalı perde önüne Aktör çıkar. Salon karanlıktır. Perde ve etrafı karanlıktır. Sahneye çıkan Aktöre, aşağıdan yukarıya doğru, bilhassa yüzünü aydınlatan bir ışık verilir.)
Sahneye Çıkan Aktör : Oyunumuzun birinci perdesi, 1921 yılının ilk günlerinde geçer. Oyunumuzun mekânı küçük bir Anadolu istasyonudur ki, onun önünden, yolcu trenlerinden çoğu durmadan geçerler. Hele oyunumuzun geçtiği sıralar kara kışa rastladığı için, bu istasyonda yük trenleri bile durmaz. Oyunumuzun kahramanları hakkında söz söylemeyeceğim: Onları sevmek, onlardan nefret etmek, veya onlara acımak, bu oyunun sonunda her birinizin vereceği hükümle, her birinize ait bir iştir.
Şimdi, oyunumuza başlıyoruz. Ve bir, belki iki saat bir davayı müdafaa edeceğiz. Eğer, müdafaa edeceğimiz davayı haklı bulmasaydık oynamazdık. Ben çekiliyorum! Artık söz, arkadaşlarımındır.
(Aktör çıkar, perde ışıklanır, sonra açılır.)

İKİNCİ MECLİS

(Sahne bir ufak istasyon binacığının içidir. Kapalı gişe penceresi önünde bir telgraf makinesi, bilet kompostörü görülür. Soba yanmaktadır. Bir masa üzerinde gaz lambası yanmaktadır. İki iskemle, yanan bir mangal ve mangalın üzerinde bir yemek tenceresi vardır. Salonda, birisi, bekleme mahalline, diğeri üst kata, yani İstasyon Şefinin hususi dairesine açılan iki kapı görülmektedir. Salonun büyük penceresi tren yoluna bakmaktadır. Ve bu pencerenin buzlanmış camından karlı bir gece görülmektedir. Salon duvarlarındaki raflarda kara kaplı defterler, birtakım dosya zarfları, bazı paketler, tabaklar ve tencereler mevcuttur. Bir takvim, bir de saat vardır. Perde açılınca, sahne evvela boştur. Dışarıdan süratle yaklaşan bir trenin gürültüsü duyulur. Bir lokomotif düdük öttürür. Tren yoluna bakan buğulu camdan, hızla geçen bir trenin ışıkları görülür. Ve tren sesleri ile uzaklaşır. Sahne sessiz kalır. Tren sesi için plaklar.)

ÜÇÜNCÜ MECLİS
İstasyon Şefi, sonra Karısı

(Bekleme mahalline açılan kapıdan İstasyon Şefi girer. Bir, elinde resmi istasyon feneri, öbür elinde de far, tomar gazete vardır. O zamanın istasyon şefi kılığındadır. Başında bir kabalak vardır. Paltoludur. Sakalı, saçı uzamıştır. Kunduraları, pantolonunun paçaları karlıdır. Sahneye girince fenerini söndürür. Bir gözü kördür. Ayaklarını yere vurarak karlarını silker. Paltosunu çıkarır, bir sandalye üzerine atar. Gazete tomarları hâlâ elindedir. Telgraf makinesinin başına geçer, trenin geçtiğini diğer istasyona bildirir. Sonra döner, mangaldaki tencerenin kapağını kaldırır, duman savuran tencereyi kapatır. Gazeteleri hâlâ — unutmuş gibi — elinde tutmaktadır. Hususi dairesine çıkan kapıyı açıp seslenir.)
İstasyon Şefi : Nerdesin? Buraya bak!
(Üst kattan karısının ayak sesleri duyulur. Merdivenlerden inen terlik sesleri gelir. İstasyon Şefi, koltuğunda unuttuğu gazeteleri bırakmadan üzerine paltosunu attığı sandalyeye yığılır. Ve o sırada, hususi dairesine açılan kapıdan karısı girer. 27 - 28 yaşlarında, etine dolgun, muhteris yüzlü, yeşil baş örtülü ve uzun beyaz entarilidir. Kırmızı, kadife, kısa bir hırka giymiştir. Ağır hareketlerle bütün vücudunu sallayarak yürümekte ve aynı eda ile konuşmaktadır. Kocasının altından, üzerine oturduğu paltoyu çekip alır, duvardaki çiviye asar. Sonra mangaldaki tencerenin kapağını kaldırıp bakar ve etrafına göz gezdirir. Bir şeyler arıyor gibidir.)
İstasyon Şefinin Karısı : Kâğıt kalmamış yine.
İstasyon Şefi : Raflara iyi bak. Daha iki gün evvel, tam bir tomar gazete koydum.
İstasyon Şefinin Karısı : (Aranır.) Yok.
İstasyon Şefi : İyi bak.
İstasyon Şefinin Karısı : Baktım ayol… Kör değilim ya?
İstasyon Şefi : (Bir gözü kördür ya.) Ne dedin?
İstasyon Şefinin Karısı : Kör değilim, görüyorum, dedim.
İstasyon Şefi : Yani?
İstasyon Şefinin Karısı : Canım, yanisi manisi var mı? Çok şükür, iki gözüm de yerinde. Koskoca, çarşaf gibi gazeteleri görmez miyim?
İstasyon Şefi : Ben görmez miyim?
İstasyon Şefinin Karısı : Sen ne diye üstüne alınıyorsun? Sana, sen görmezsin diyen var mı?
İstasyon Şefi : Allah seni değil, seni karı diye alanı kahretsin!
(İstasyon Şefinin Karısı gülümser. Kocası onun harekâtını takip etmektedir.)
İstasyon Şefi : Neden gülüyorsun?
İstasyon Şefinin Karısı : Sana dişlerimi göstermek için
İstasyon Şefi : Dişlerini mi?
İstasyon Şefinin Karısı : Evet... Nasıl? Beyaz, inci gibi değil mi? Sonra, ben gülerken yanaklarım da çukur çukur oluyormuş... Dün gece, yatakta sen söylemiştin.
İstasyon Şefi : Haydi, sofrayı kur... Açlıktan geberiyorum.
İstasyon Şefinin Karısı : La havle... Ben sofraya örtecek gazete kâğıdı yok diyorum, o ne diyor? Sana çeyiz diye getirdiğim keten sofra örtülerini satmasaydın, şimdi kâğıt parçaları için sıkıntı çekmezdik.
İstasyon Şefi : Sofra örtülerini kim sattı?
İstasyon Şefinin Karısı : Sen... Hem sattıkların, sade sofra örtüleri mi?
İstasyon Şefi : Sattım da, kumarda mı yedim?
İstasyon Şefinin Karısı : Bir o eksikti...
İstasyon Şefi : Karılara mı yedirdim?
İstasyon Şefinin Karısı : (Müstehzi) Güleyim bari...
İstasyon Şefi : İstediğin kadar gül... Sen de biliyorsun ki... aç kaldık, beraber sattık ve beraber yedik.
İstasyon Şefinin Karısı : Aç kaldıksa, kabahat benim mi? Seferberlikte, el âlem çuval çuval altın toplarken sen ne yaptın?
İstasyon Şefi : Harp ettim...
İstasyon Şefinin Karısı : Etmeseydin...
(Sükût.)
İstasyon Şefi : Doğru...
(İstasyon Şefinin Karısı güler.)
İstasyon Şefi : Ya şimdi niye gülüyorsun?
İstasyon Şefinin Karısı : Halimize... Elinde bir yığın gazete var da görmedik...
İstasyon Şefi : (Kolunda unuttuğu gazeteleri hatırlar.) Haa, sahi... Deminki katardan, Salih attı yine... Al...
(Kadın gazete paketini alır, iplerini çözer. Sicimleri yumaklayıp hırkasının cebine yerleştirir. Gazetelerden birkaçını, masaya serer; diğerlerini, arkasını kocasına dönerek koynuna sokar. Fakat, İstasyon Şefi, karısının, bu hareketini kendisinden gizlediğini sezmiştir. Karısı sofrayı kurarken, ona, ağır ağır, arkasından yaklaşır.)
İstasyon Şefi : Gazeteleri ne yaptın?
İstasyon Şefinin Karısı : (Birdenbire kocasına dönerek) Gazeteleri mi?
İstasyon Şefi : Evet...
İstasyon Şefinin Karısı : Görmedin mi? Masaya serdim. Keten örtülerimi satıp ye de, sonra...
İstasyon Şefi : (Karısının sözünü keser.) Ben sana kocaman bir tomar verdim. Sen, bu masaya (masaya bakar) yalnız... bir... iki... üç gazete serdin... Ötekiler nerde? (Sükût.) Şimdi anlıyorum...
İstasyon Şefinin Karısı : Anladığın neymiş?
İstasyon Şefi : Sana, geçen trenlerden topladığım gazete tomarlarının böyle çarçabuk niçin sırra kadem bastıklarını anlıyorum.
İstasyon Şefinin Karısı : Nedenmiş o? (Sükût.) Ayol... ben, gazete delisi değilim. Hatta, çok şükür, okumam yazmam da yok. Hoş... senin var da bir satır okuyor musun? Dünya yanıp yıkılsa yine umurunda değil. Geçen gün «Sekiz çakallar» köyünden Hanife'nin gelip de....
İstasyon Şefi : (Karısının sözünü yine keser.) İşi gürültüye getirme... Ver şu gazeteleri...
(İstasyon Şefi, karısının üzerine yürürken kadın geri çekilir. Sırtını duvara dayayarak)
İstasyon Şefinin Karısı : Gelme üstüme.
İstasyon Şefi : Ver gazeteleri, diyorum sana... Haydi... Çıkar...
İstasyon Şefinin Karısı : Deli mi ne?
İstasyon Şefi : Ver, diyorum...
(Sanki, müthiş bir hareket yapacakmış gibi elini yarıya kadar havaya kaldırır.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Hırkasının önünü açar, göğsünü şişirir.) Sok elini de, al bakalım.
(İstasyon Şefi elini kadının göğsüne sokar. Kadın yavaş yavaş kocasının üstüne eğilir ve başını kucaklar. İstasyon Şefi, kısa bir tereddütten sonra karısının yüzünü öper. Elini, boş olarak, kadının göğsünden çıkarıp geriler.)
İstasyon Şefi : Allah belamı versin benim...
İstasyon Şefinin Karısı : Neden inkisar ediyorsun kendine?
İstasyon Şefi : Allah ikimizin de belasını versin.. (Ciddileşir.) Bana bak, haydi, söyle bana... Ne olursun söyle? Gazeteleri ne yapıyorsun?
İstasyon Şefinin Karısı : Gazeteleri mı?
İstasyon Şefi : Evet...
İstasyon Şefinin Karısı : Satıyorum.
İstasyon Şefi : Neee? Satıyor musun?
İstasyon Şefinin Karısı : Evet... Satıyorum. «Sekiz Çakallar» köyünden Hanife'nin kocası alıyor.
İstasyon Şefi : Ne yapıyor gazeteyi onlar?
İstasyon Şefinin Karısı : Ne yapacaklar? Okuyacak değiller ya?
İstasyon Şefi : Eee?
İstasyon Şefinin Karısı : Galiba cıgara Kağıdı yerine kullanıyorlar.. Hani, çok bir para da verdikleri yok... On beş tanesini beş kuruştan alıyorlar... Öyle hasis herifler ki...
İstasyon Şefi : Peki sen, neden, niçin satıyorsun gazeteleri?
İstasyon Şefinin Karısı : Hiç... Satıyorum işte...
İstasyon Şefi : Peki, benden niçin gizliyordun?
İstasyon Şefinin Karısı : Senden gizlediğim yok. Ne diye gizleyeyim? Çiy yemiyorum ki, karnım ağrısın? Bunda gizlenecek ne var? (Sükût.) Kimselerin işine yaramaz, açılıp okunmaz kâğıtları satmak günah mı?
İstasyon Şefi : (Dalgın) Günah değil... Fakat bu ticaretten aldığın beş on kuruşa ihtiyacın mı var?
İstasyon Şefinin Karısı : (Mütereddit) Yok, ama!
(Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Devamla) Bugün yok ama, yarın da olmayacağını kim bilir? Bu dünyada herkes kendi başının çaresini düşünüyor Malum ya, her koyun kendi bacağından asılır, derler. Bugüne bugün kimseden kimseye hayır yok...
İstasyon Şefi : (Dalgın) Ne benden sana... ne de senden bana...
İstasyon Şefinin Karısı : Elbette ya! Seferberlikte beni bir başıma, koskoca İstanbul'un içinde bırakıp gittiğin zaman kapımızı çalan oldu mu?
(Kadın sözünü keser. Son mükâlemeler esnasında kurmakta devam ettiği sofra hazırdır. Tencereyi masaya alır. Kendi oturur. Kocası ayaktadır.)
İstasyon Şefinin Karısı : Haydi gel... (Sükût.) Hani ya açlıktan geberiyordun?
(İstasyon Şefi oturur, kadın tabaklara yemek dağıtır. Bir sükût... Mutat sofra sesleri.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Kaşığını birdenbire bırakarak) Kabahat kimselerde değil. Babam olacak rahmetlide. Koca bir mahallenin koca bir imamının kızıydım. Dizi dizi beşibiryerdelerim vardı. Kınalı kuzu gibi idim. Aksaray'ın sarı bıyıklı manavı derdimden yataklara düştüydü de, arslan gibi adam...
İstasyon Şefi : (Bıkkın, bezgin) Bu hikâyeyi çok dinledik...
İstasyon Şefinin Karısı : Yaa? Öyle mi? Ya sen, kendin, Şehzadebaşı'nda, Ramazanın otuz gecesi, peşimden az mı koştundu? (Hiddetli) Hem bana bak... Babam beni sana: «Muallim mektebini bitirmiş, sarıksız hocadır. Gün sarıksızların günü oluyor,» diyerek verdiydi. Yoksa, Seferberliğin ilk yılında, iki senelik körpe gelini evde bırakıp askere gidesin, bir gözünü gâvura veresin, esirlikten dönünce ne var, ne yok satasın, sonunda beni alıp Allahın bu kuş uçmaz kervan geçmez çölüne getiresin diye değil...
İstasyon Şefi : (Daha bezgin) Bu hikâyeyi de dinledik...
İstasyon Şefinin Karısı : (Daha hiddetli) Sen daha çok hikâyeler dinlersin ama, artık sana hikâye anlatacak bulursan!
İstasyon Şefi : (Ciddi) Ne demek istiyorsun?
İstasyon Şefinin Karısı : Karamanın koyunu, sonra çıkar oyunu...
İstasyon Şefi : (Yemeğini tamamen bırakır.) Yani?
İstasyon Şefinin Karısı : Hiç!
İstasyon Şefi : Gidecek misin? Gidiyor musun? Gazeteleri gizli gizli satıp para biriktirişin bunun için mi? Yoksa, aynı maksatla, ambardaki fenerleri çalan da sen miydin? (Müstehzi) Biliyordum zaten... Kiminle gidiyorsun?.. (Sükût.) Ben onu da biliyorum.
İstasyon Şefinin Karısı : Ne de çok şey biliyormuşsun...
İstasyon Şefi : (Yemek masasından kalkar.) Ne de çok şey biliyorum... Biliyorum... Her şeyi biliyorum. Senin kımıldanışını, kafanın içinde, karanlıkta yanıp sönen her pırıltıyı, ne yaptığını, ne yapmak istediğini, seni olduğun gibi biliyorum. O kadar çok biliyorum ki, seni ve senden başka hiçbir şeyi bildiğim yok. Gün gelecek ya seni, ya onu, yahut ikinizi birden geberteceğim... Sonra... (Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : Sonra... sonra ne olacak!
İstasyon Şefi : Sonra artık, bildiğim hiçbir şey kalmayacağı için rahat edeceğim. Rahat... anlıyor musun? Sen ortadan kalkınca, bilgim bitecek. Alakam... dünyayla bağım tek gözümün dünyası... (Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : Sonra?.. Söylesene! Bana bu kadar tutkunsun... Beni öldüreceksin... Ellerin gerdanıma sarılacak... Rabbime şükür ki, dağ başındayız. Şehirde, kasabada olsak, kıskançlıktan bütün mahalle delikanlılarını bıçaklayacaksın... (Sükût.) İki gazete parçası için, yemeği hem bana, hem de kendi nefsine zehir ettin... (Sükût.) Kahve yapayım mı?
İstasyon Şefi : (Sandalyeye yığılmıştır, lakayt) Yap!
(Sükût)
İstasyon Şefinin Karısı : Sekeri?
İstasyon Şefi : (Alakalı) Az olsun..
(Kadın sofrayı toplar, Cezveyi mangala sürer.İçeri Makasçı girer. Makasçının topal ayağı aksamaktadır.)

DÖRDÜNCÜ MECLİS
Evvelkiler, Makasçı

Makasçı : (İstasyon Şefine) Merhaba, Kaptan!
İstasyon Şefinin Karısı : Aman sen de, kardeş... Kaptan, kaptan, deyip içimi bulandırıyorsun. Denizde lodosa tutulmuş, sallanıyor gibi oluyorum.
Makasçı : Ne yapalım? Doğrusu bu... Şu karların altındaki, Allanın belası çöl deniz, bizim istasyon da gemi... Ama bizim kör olası gemi, şu İstanbul'da Haliç'te işleyen başı kıçı bir örnek dilenci vapurlarından daha küçük, daha mendebur. Çünkü onlar, hiç olmazsa, iskele iskele dolaşıp dünyayı görürler, kalabalıkla dolup boşalırlar. Halbuki, bizim gemi, olduğu yerde demirli... İçinde de üç kişi: İstasyon Şefi kaptan, çarkçı ben... tek müşteri de...
İstasyon Şefinin Karısı : Ben!
Makasçı : Yalan mı?
İstasyon Şefi : Doğru... Geminin bundan lanetlisi... denizin bundan ölüsü... kaptanın, çarkçının, müşterinin bundan...
Makasçı : (İstasyon Şefinin sözünü keserek) Sen yine bir şeylere içerlemişsin!
İstasyon Şefinin Karısı : Sorma, kardeş... Burnundan kıl aldırmıyor...
Makasçı : (Müstehzi) Hakkı var... Erkek kısmı, celalli olmalı...
İstasyon Şefinin Karısı : Hele bir evlen de, senin celalliliğini de görürüz inşallah.
Makasçı : Yakındır, abla...
İstasyon Şefinin Karısı : Ne o? Köylerden gelin mi buldun?
İstasyon Şefi : (Alakalı) Evleniyor musun? Aşkolsun... Bizden bu kadar zaman gizledin demek?
Makasçı : Bir şey sakladığım yok canım...
İstasyon Şefi : Eee... Söyle bakalım? Nedir mesele?
Makasçı : Mesele de yok. Elbette günün birinde, dünya evine biz de girip boyumuzu gösteririz, demek istedim.
İstasyon Şefi : (Münkesir) Yaa!
Makasçı : Evet... (Sükût.) Her ne hal ise... Dışarıda Ayazpaşa kol geziyor. Barometreye baktım: Alabildiğine yuvarlanıyor. Tipi yakındır. Köpoğlu, bir bastıracak, bir bastıracak ki, Allah kurtlara kuşlara acısın!..
İstasyon Şefi : Bize de... (Kendi kendine mırıldanır gibi) Biz kurttan beter, kuştan çaresiziz...
İstasyon Şefinin Karısı : Ne diyorsun?
(İstasyon Şefi cevap vermez ve sükût devam eder, sonra .)
İstasyon Şefinin Karısı : Odunumuz da bitiyor. Bu gidişle kışı çıkaramayacağız...
İstasyon Şefi : Yapılacak bir şey yok. İdare et...
İstasyon Şefinin Karısı : Nesini idare edeyim? Üç kişi, bir sobadan ısınıyoruz. Hatta yukarıya, yatak odamıza bir mangal bile çıkaramıyorum.
Makasçı : Vallahi, ben de, kış geldi geleli ateşin yüzünü şu sobanın içinde gördüm.
İstasyon Şefi : Ne yapalım?
İstasyon Şefinin Karısı : Yapacak iş var, ama sizde o yürek yok...
İstasyon Şefi : Neymiş o?
Makasçı : Ne yapacakmışız?
İstasyon Şefinin Karısı : Ambarın önünde, kör yoldaki tahta vagon yok mu?
(Sükût. Erkekler cevap vermez.)
İstasyon Şefinin Karısı : O da sakat, hiçbir işe yaramaz. Dökülüyor. Sizin gibi onu da askere almadılar... Unuttular bir köşede... Parçalayalım… Hiç olmazsa bir aylık odun çıkar.
İstasyon Şefi : Yılan gibisin, insanları sokmaktan zevk alırsın. Yangın gibisin, tahrip etmek...
İstasyon Şefinin Karısı : (Kocasının sözünü keserek) Yine yüksek, ince laflara başladın. Eski sarıksız hocalığın1 depreşti.
Makasçı : Olmaz abla... İnsandan hesap sorarlar sonra...
İstasyon Şefinin Karısı : Kim hesap soracak? El âlem çaldı, çırptı, ümmeti Muhammedi gâvura, açlığa kırdırdı da, hesap mı soruldu? Ayol, bu Allanın gazabı yerde, in mi yaşıyor, cin mi, dünya farkında değil... Siz de dünyanın farkında değilsiniz zaten...
İstasyon Şefi : Ben yapamam bunu.
İstasyon Şefinin Karısı : On beş güne varmaz donarsın öyleyse...
İstasyon Şefi : Köyden odun alırız.
İstasyon Şefinin Karısı : Ayol onların odunu olsa, öd ağacı diye sandıklarına koyacaklar... Tezek yakmaktan ince illete uğruyorlar...
İstasyon Şefi : Orasına aklım ermez... Vagonu parçalayamam...
İstasyon Şefinin Karısı : Canın isterse parçala, istemezse parçalama. (Sükût. Makasçıya) Kahve pişireyim mi, kardeş?
Makasçı : İyi edersin, abla!
İstasyon Şefinin Karısı : Şekeri?
Makasçı : Bol olsun!
(Uzun bir sükût. Kadın kahve pişirmekle meşgul.)
Makasçı : (İstasyon Şefine) İstanbul'dan haber var mı?
İstasyon Şefi : Yok... Ne haberi olacak?
İstasyon Şefinin Karısı : Gâvur askerleri kol geziyormuş hâlâ... Astıkları astık, kestikleri kestikmiş... yine koskoca İstanbul içinde... «Sekiz Çakallar» köyünden Hanife'nin kocası söyledi...
İstasyon Şefi : Senin gazeteleri alan...
İstasyon Şefinin Karısı : Evet... O, gâvurun buralara gelmesi de yakındır, diyor. Bizim Milliciler de asker topluyorlarmış boyuna... Kahvenin köpüğü kaçtı... Kusura bakma, kardeş...
Makasçı : Zararı yok, abla... Biz kaymağı alınmış süte, köpüksüz kahveye de eyvallah diyenlerdeniz...
İstasyon Şefi : (Asabi) Anlamadım?
Makasçı : Her lakırdıdan mana çıkarma Allah aşkına Kaptan... Anlaşılmayacak muamma söylemiyorum.
İstasyon Şefinin Karısı : Babaları üstünde diyorum ya...
(Uzun bir sükût.)
İstasyon Şefi : Bir kitap vardı.
İstasyon Şefinin Karısı : Bana mı söylüyorsun?
İstasyon Şefi : Sana... Bir kitap vardı, diyorum, mavi kaplı, ciltli yani, şöyle, şu boyda bir kitap!..
İstasyon Şefinin Karısı : Ne olacak?
İstasyon Şefi : Okumak istiyorum.
İstasyon Şefinin Karısı : Bir yaşıma daha girdim. İki yıldır tek kitap yaprağı çevirmemiş adama bakın. Ayol, bu da nerden çıktı şimdi?
İstasyon Şefi : Sana ne? Şu rafın üzerindeydi. Rübabı Şikeste... Altı ay evvel mi ne, orda gözüme iliştiydi...
İstasyon Şefinin Karısı : Altı ay evvel gözüne ilişen kitabı şimdi gelmiş benden soruyor... Soba kurulurken buraları silip süpürdüm. Lüzumsuz öteberiyi yukarıya, sandığa koydumdu. Belki ordadır...
İstasyon Şefi : Git, getir...
İstasyon Şefinin Karısı : Çıldırdın mı ayol? Ben hangi kitap olduğunu nasıl bileyim? Rahmetli babam, nur içinde yatsın, kadın kısmının namaz surelerinden başka şey okuması günahtır, derdi. Hem...
İstasyon Şefi : Peki, peki, anladık...
İstasyon Şefinin Karısı : Hem sandık senin büyük sepetin altındadır. Ben koskoca sepeti...
İstasyon Şefi : Anladık, dedim ya...
(İstasyon Şefi hışımla çıkar, yukarı kata gider.)

BEŞİNCİ MECLİS
Makasçı, Şefin Karısı

İstasyon Şefinin Karısı : Bir kahve daha pişireyim mi?
Makasçı : Eyvallah, İstemez...
İstasyon Şefinin Karısı : Şu vagonu parçalamayacak mıyız?
Makasçı : Bilmem ki..
İstasyon Şefinin Karısı : Seni daha gözü pek bilirdim.
Makasçı : Yine de öyle bil...
İstasyon Şefinin Karısı : Parçalamayacak mıyız?
Makasçı : Bakalım...
İstasyon Şefinin Karısı : Parçalamayacak mısın?
Makasçı : Evet...
(Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Odaya girdi gireli paltosunu çıkarmamış olan Makasçıya) Paltonu niye çıkarmıyorsun? Sonra dışarıda üşürsün...
Makasçı : Çıkarayım.
(Kadın yardım eder, Makasçı paltosunu çıkarır. Kadın paltoyu asar.)
Makasçı : Soğuk başlayınca, benim topal bacağım sızlamaya başlıyor...
İstasyon Şefinin Karısı : Hele kim bilir geceleri...
Makasçı : Evet... Yatak buz gibi...
İstasyon Şefinin Karısı : Kış geceleri de yalnız yatılmaz...
(Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Makasçının yeleğinden sarkan kalın gümüş kösteği göstererek) O da ne? Bak bunu görmemiştim. Yeni mi aldın?
Makasçı : Köstek... Eskiden kalma. Kullanmıyordum.
İstasyon Şefinin Karısı : Gümüş mü?
Makasçı : Galiba...
İstasyon Şefinin Karısı : (Sokulup kösteği tutar, avucu içinde tartar.) Ne de ağır?
Makasçı : Ağırca... (Hâlâ köstekle oynamakta olan kadının başörtüsü altından elini ensesine sokarak) Ateş gibi yanıyorsun...
İstasyon Şefinin Karısı : (Başını ağır ağır Makasçının elinden kurtarır.) Öyleyimdir... Kanım sıcak... Dünyaya doyamadım, içimi boşaltamadım ki... Bir kadir kıymet bilenin eline düşseymişim... (Sükût.) Kaç dirhemmiş bu?
Makasçı : Bilmiyorum.
İstasyon Şefinin Karısı : Üşüyorsun demek geceleri?
Makasçı : Sorma... Donuyorum. (Sükût.) Sana geçenlerde ne dedimdi?
İstasyon Şefinin Karısı : Ne dedindi?
Makasçı : Unuttun mu?
İstasyon Şefinin Karısı : Unuttum. Bir daha söyle.
(Makasçı tekrar kadına sokulur. Elini uzatırken merdivende istasyon Şefinin ayak sesleri. Kadın ve Makasçı birbirlerinden süratle uzaklaşırlar. Makasçı pencerenin önüne gider. Dışarıya bakmaya başlar. Kadın mangalın başına çömelir. İstasyon Şefi girer, elinde kitapla.)

ALTINCI MECLİS
Evvelkiler, İstasyon Şefi

İstasyon Şefinin Karısı : Aradığını buldun mu?
İstasyon Şefi : buldum.
İstasyon Şefinin Karısı : Oku da dinleyelim.
İstasyon Şefi : Anlamazsın.
Makasçı : (Pencerede olduğu yerden) Tipi başladı. Vay anasını... Kafkas cephesinde bacağımın donduğu gece bile böyle değildi. Duyuyor musunuz, ne esiyor? Allanın ne kadar çakalı varsa, bir araya toplanmışlar, hep bir ağızdan uluyorlar, sanırsın...
(Rüzgâr sesi başlamıştır. Pencereye dışarıdan kar serpintileri çarpmaktadır.)
İstasyon Şefinin Karısı : Böyle karlı havalara bayılırım, bir de yağmur yağarken uyumasını severim.
(Kadın pencereye gider. Makasçının yanından dışarıya bakar. Rüzgâr sesi artmıştır. Kadın camı hohlayarak siler. İstasyon Şefi koltukta kitap okumaktadır. Ara sıra başını kaldırıp yan gözle pencere önündekilere bakmaktadır.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Makasçıya) O da ne? (Camın dışındaki bir şeyleri işaret etmektedir.) Bak, bak... Bir şey yuvarlanıyor.
Makasçı : Nerde, abla…
İstasyon Şefinin Karısı : Görmüyor musun? Nah... rayların arasında. Hayvan mı ne?
Makasçı : Gördüm. Hayvan değil. Helaların oradaki söğüt ağacının dalları...
İstasyon Şefinin Karısı : Söğüt devrilmiş mi?
Makasçı : Öyle olacak...
İstasyon Şefinin Karısı : Vah, vah. Bir tek ağacımız vardı. O da gitti.
Makasçı : Odun çıktı sana. Neden daha önce aklımıza söğüdü kesmek gelmedi sanki?
İstasyon Şefinin Karısı : Kıyamazdım. Ne hainsiniz siz erkekler... Taze ağaç kesilir mi?
Makasçı : Koskoca vagona acımıyorsun da, ağaca acıyorsun. Tuhafsın, abla...
İstasyon Şefinin Karısı : Biri Allah yapısı, ötekisi kul yapısı... Babamın evinde bir ağaç vardı. Bir kiraz ağacı. Pıtrak pıtrak, şu irilikte, ateş kırmızısı kiraz verirdi. Küpe yapar, kulağıma takardım. Yakut parçaları gibi... Babam ağacın üstüne titrerdi. «Bir kızım sen, bir kızım da o,» derdi bana... Hep bilirdik. Vasiyeti vardı. Öldüğü gün ağacı kestireceğiz, tabutunun kollarını kirazın tahtasından yaptıracağız. Sonra, hani İstanbul'da bir büyük kış oldu. Geceleri bozacılar bile mahallelerden geçemedilerdi...
Makasçı : Evet, evet, dur bakayım... kaç senesiydi? Bin üç yüz...
İstasyon Şefinin Karısı : Senesini bırak. Kar kıyamet, fırtına, tipi. Kapıları açamaz olduk. Babam, pencerenin önünden ayrılmaz, gözleri bahçede, kirazda. Dondu mu, donuyor mu? Evin içinde hasta varmış gibi, herkeste surat asık. Derken, lafı uzatmayayım, bir sabah kalktık, bir de ne görelim? O canım gelin gibi ağaç belinden kırılmış, boylu boyunca karların üstünde yatıyor. Babam deliye döndü. Yemekten kesildi. Kırk gün kimselerle konuşmadı. Cuma namazlarına bile gitmedi. Sonra kar kalkınca, kirazın en kuru dalından bir çubuk yaptırdı kendine. Öteki parçalarını da bahçeye, tekirin yanına gömdük.. İşte o gün bugündür, bir ağaçtan yaprak düşse, benim içim burkulur...
(Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Tekrar dışarıyı göstererek) Bak, bak, bak... Raylara bak. Karla örtülüverdiler. Artık, iki üç gün posta treni geçmez önümüzden. Rayları kaybettik. Köylerden gelen de olmaz. Bir başımıza kaldık çölün ortasında. iç sıkıntısından patla dur...
(Sükût. Rüzgâr sesi. Pencereye savrulan karlar)
İstasyon Şefi : (Kitabı bırakır.) Olmuyor, imkân yok olmuyor.
(Dışarı bakan Makasçı ve kadın, İstasyon Şefine dönerler.)
Makasçı : Olmayan da ne, Kaptan?
İstasyon Şefi : Olmayan mı ne? Anlamıyor musun?
Makasçı : Nerden anlayayım?
İstasyon Şefi : Halbuki senin de anlaman lazım. Pekâlâ, sen de anlıyorsun. (Karısını göstererek) O da anlıyor... Üçümüz de anlıyoruz...
Makasçı : Açık konuş be Kaptan...
İstasyon Şefi : Açık konuşuyorum... Rayları değil, biz üçümüz dünya ile bağımızı kaybettik.
Makasçı : Tipi yüzünden mi?
İstasyon Şefi : Tipiden evvel. Buraya ilk geldiğimiz günden beri. Birbirimize düşman olduğumuzdan beri. Birbirimizden başka hiçbir şeyle bağlı olmadığımızdan, dünya yalnız üçümüzden ibaret ve üçümüzün her biri yalnız kendi kıskançlığı, kendi ihtirası, kendi iştihası olalıdan beri. Anlıyorsun, değil mi? Vaktiyle en çok sevdiğim kitabı okuyup dünya ile bağımı yeniden düğümlemek istedim. Birdenbire duydum bu ihtiyacı. Bana öyle geldi ki, bu kitap, beni (Kadına) senden ve kendimden başka şeylere, hayata, öteki insanlara yeniden bağlayabilecektir. Olmadı... Olmuyor... İmkânı yok... (Dışarıda fırtına artmıştır.)
Makasçı : Belki haklısın. Belki sinirlisin. Ama benim aklımın erdiği şu ki, insanoğlu dünyada yalnız kalırsa, kitap bu yalnızlığı gideremez. Hani, kitap okumuşluğum fazladır, bu işlerden anlarım, diye söylemiyorum. Az kitap okudum, ama bana öyle geliyor ki, yalnız kalmış insanın kitabı da tek başınadır. Ben Eskişehir'de atölyede çalışırken hiç de böyle değildim. Kalabalıktık. Kalabalık içinde, Karagöz gazetesinin havadisi bile insanı dünyaya, öteki insanlara bağlıyor. Şimdi bu cehennemin dibi çöl ortasında, çakallara benzedim.
İstasyon Şefinin Karısı : Dünya yansa yıkılsa umurunuzda değil...
İstasyon Şefi : Umurumuzda değil. Ne yapalım? Ne yapayım?
Makasçı : (Ani bir kararla) Geç şu telgrafın başına...
İstasyon Şefi : Ne dedin?
Makasçı : Şu makinenin başına geç, diyorum.
İstasyon Şefi : Ne olacak?
Makasçı : Bir istasyon ara. Bul. Büyük, kalabalık bir istasyon... Kendimizinkinden gayri bir insan sesi duyalım. Bir şeyler sor oradakilere. Haber iste. Haydi, Kaptan...
(İstasyon Şefi makinenin başına geçer. Şaşkındır.)
İstasyon Şefi : Ne sorayım? Nerden sorayım? Nereyi bulayım?
Makasçı : Nereyi istersen… Yalnız, dedim ya, kalabalık olsun. Mesela Haydarpaşa'yı, Ankara'yı bul...
İstasyon Şefi : Peki, ama...
Makasçı : Bul şu Ankara'yı, diyorum. Ne soracağını söylerim ben sana...
(İstasyon Şefi makineyi işletir. Dışarıda fırtına uğultusu artmıştır.)
İstasyon Şefi : Cevap vermiyor.
Makasçı : Israr et... Elbette verecektir. Haydi..
(Sükût. Yalnız rüzgâr ve maniple tıkırtısı.)
İstasyon Şefi : Hah...
Makasçı : Buldun mu?
İstasyon Şefi : Buldum... Tamam...
Makasçı : Sor, şimdi...
İstasyon Şefi : Ne sorayım?
İstasyon Şefinin Karısı : Sor bakalım, oraları da böyle kara kış bastırdı mı?
Makasçı : Yok canım...
İstasyon Şefi : Çabuk söyleyin. Ne sorayım? Bana, ne istiyorsun? dîyor. Söyleyin, ne sorayım, diyorum size?
(Rüzgar uğultusu artmıştır.)
Makasçı : De ki... Düşmanın buralara geleceği söyleniyor... Acaba...
(Dışarıda bir cismin devrilmesinden çıkan gürültü Makasçı'nın sözünü keser.)
İstasyon Şefi : Ne oluyor?
(Makasçı pencereye koşmuştur.)
İstasyon Şefi : Muhabere kesildi. Ne oluyor?
Makasçı : Telgraf direklerinden biri kör yoldaki vagonun üstüne devrildi.
İstasyon Şefi : (Makineyi hızla çeker, telleri kopar ve maniple elinde kalır. Bu hışımla ayağa kalkar. Sükût.) Son bağımız da koptu... (Sükût. Manipleyi yere fırlatır.) Üç çakal, bir başımıza, karşı karşıya kaldık. (Fırtına uğultusu.)

Perde







İKİNCİ PERDE

BİRİNCİ MECLİS

İstasyon Şefi, Karısı, Makasçı

(Sahne: Birinci perdedeki dekor. Sahne, dışarıya açılan tek büyük pencereden gelen ışıkla mavimtırak bir loşluk içindedir. Çünkü, dışarıda sakin, aydınlık, yıldızlı bir kış gecesi vardır. İstasyon Şefi, Makasçı masa başında karşılıklı oturmaktadırlar. Cıgaralarının ateşi mavi alaca karanlıkta yıldızlanmaktadır. İstasyon Şefinin Karısı dışarıya bakan pencerenin içinde oturmaktadır. Tam sessizlik. Yanmayan lamba masadadır, uzaktan uzağa duyulan, çakal, kurt ve köpek ulumaları. Uzun bir sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : Gecenin böyle berrağını görmediydim. Dışarısı sütten beyaz, daha doğrusu cam gibi. Hani İstanbul'da, Göztepe köşklerinde haremle selamlığı ayıran oymalı kapıların yekpare, buzlu camları vardır, işte onun gibi...
(Sükût).
İstasyon Şefinin Karısı : (Kocasına ve Makasçıya) Orda somurtup oturacağınıza, gelip şu ovaya bakın bir kere... Dümdüz, tertemiz, göz alabildiğine kar... Pırıl pırıl... (Sükût.) Rahmetli anam bir şarkı söylerdi:
Pencereden kar geliyor,
Arkama baktım, yar geliyor...
Adalarda kalan yavrum,
Kar içinde donan yavrum!
O söyler, ben ağlardım. Aksaray'daki evimizde... Geceleyin kar içime dokunuyor.
(Sukut. İstasyon Şefi biten cıgarasını söndürür. Derhal ağzına bir cıgara daha götürüp kibriti çakar. Alevi ile uzun uzun oynayarak cıgarasını yakar.)
İstasyon Şefinin Karısı : Gökyüzüne bakın. Yıldızlar kocaman kocaman, tane tane, gümüş gümüş donup kalıvermişler havada. Ayol, ne susuyorsunuz? Konuşsanıza? (Sükût.) O kadar ud ustasından ud öğrenmek istedimdi de, babam razı olmadıydı. Razı olsaydı, şimdi size ud çalardım.
(Sükût).
İstasyon Şefinin Karısı : Taaa uzakta, Hanifelerin köyüne giden yolun üstü olacak. Orda işte, ateş yakıyorlar. Gece yarısı, Allah akıllar versin. (Sükût). Eşkiyalar olmasın? (Sükût). Belki de asker kaçaklarıdır. (Sükût). Burayı basarlar mı, dersiniz? Cevap versenize ayol? (Sükût). Bassalar da, sizi kıtır kıtır kesseler...
Makasçı : Seni ne yaparlar, abla?
İstasyon Şefinin Karısı : Tek sizden kurtulayım da, ne yaparlarsa yapsınlar...
(Sükût).
İstasyon Şefi : Şu lambayı yak.
İstasyon Şefinin Karısı : Yerimde pek rahatım.. Kımıldanamam vallahi... Kendiniz yakın....
(İstasyon Şefi kibrit çakıp lambayı yakar. Sahne aydınlık).
Makasçı : (Şefe) Dama oynayalım mı, Kaptan? (Kadına) Abla, şu benim icatkerde dama tahtası nerde?
İstasyon Şefinin Karısı : Yine saatlerce düşünüp taş mı süreceksiniz? Allah canımı almadı ki...
Makasçı : Kızma, abla...
İstasyon Şefinin Karısı : Kızmıyorum. (Yerinden kalkıp dama tahtasını bulmaya giderken) Kendi kendime hayıflanıyorum. Ne talihsiz başım varmış. (Dama tahtasını ve taşları masaya koyar) Buyrun!
(Erkekler taşları dizerler.)
İstasyon Şefinin Karısı : Ben gidiyorum.
İstasyon Şefi : Yatmaya mı?
İstasyon Şefinin Karısı : Hayır... Dışarda dolaşacağım biraz.
Makasçı : Üşürsün, abla.
İstasyon Şefinin Karısı : Bir şeycikler olmam. Hava iyiden iyiye kırıldı. Başım zonkluyor. Yeldirmem yünlüdür. Sıcak tutar. (Kadın duvarda asılı durant yeldirmesini giyer.)
İstasyon Şefi : Çok uzaklaşma...
İstasyon Şefinin Karısı : Ne o? Eşkiyalar kapıp kaçırır diye mi korkuyorsun? (Kadın çıkar.)


İKİNCİ MECLİS
İstasyon Şefi, Makasçı


Makasçı : İlk hamle senin, sür bakalım, Kaptan...
(İstasyon Şefi taşı sürer, oyun başlar. Sessizlik içinde karşılıklı üç dört taş sürülür.)
İstasyon Şefi : (Taşını sürerken gayet tabii, çok ehemmiyetsiz bir şey sararmış gibi davranmaya çalışarak) Günün birinde öleceğini düşündün mü?
Makasçı : (Hayret eder, fakat hemen kendini toplar, Aynı eda ile cevap verir. Esasen bütün oyun müddetince, iki erkek birbirleri ile konuşurken aynı sahte alakasızlığı muhafazaya çalışırlar.) Düşündüm. (Sükût. Bir taş sürer.) Şu taşı al bakalım.
İstasyon Şefi : Aldım. (Sükût). Nasıl, nerde öleceğini sanıyorsun?
Makasçı : Bunu düşünmedim doğrusu. (Bir taş daha sürerek) Şu taşı da al bakalım.
İstasyon Şefi : Onu da aldım. (Sükût). Ben senin yerinde olsam düşünürdüm. (Karşılıklı taş sürerler.) Şu iki taşı da sen al...
Makasçı : Aldım... Ama hesabın çok yanlış. Dama yolu kapalı,
İstasyon Şefi : Açılır... (Sükût) Şu taşı da al.
Makasçı : Onu da aldık.
(Sükût. Uzun uzun, düşüne düşüne karşılıklı birer taş daha sürülür.)
İstasyon Şefi : Vagonu bu sabah parçalamaya başlamışsın!.. (Sükût). Hamle senin.
Makasçı : Evet, hamle benim...
İstasyon Şefi : Mesuliyet?..
Makasçı : İstasyon Şefi olduğun için sana düşer... Hamle senin... İstersen, ihbar et. Bir hafta evvel yıkılan direk dün tamir edildi. Telgrafla bildir. Hamle sırası bende, değil mi? İşte sürdüm. Bizim istasyon makasçısı, benim iznim olmaksızın, karımın ısrarıyla soğuktan donmamak için bir vagon parçaladı, de. Dikkat et, iki hamle sonra damaya çıkıyorum.
İstasyon Şefi : Dikkat ediyorum. Önceden ihtara lüzum yok. Yolun kapalıdır.
(Sükût. Birer hamle daha.)
İstasyon Şefi : Çıkamadın?
Makasçı : Sen de çıkamadındı...
İstasyon Şefi : Doğru hesap edemedin.
Makasçı : Sen de edemiyorsun, Kaptan...
(Sükût. Şef oyunu bir müddet bırakır, iskemlesinin arka ayakları üstünde, geriye doğru yaslanır.)
İstasyon Şefi : Demek ölümü düşündün?
Makasçı : Evet... Sen?
İstasyon Şefi : Ben de ara sıra... Ben ölümden korkmuyorum ama.
Makasçı : Bizim soy ölümden korkmaz, Kaptan... Sen San'a'yı gördün, ben de Kafkas'ı... (Sükût).
İstasyon Şefi : Öyle tahminlemesine, elbette isabet etmiştir, diye değil, bile bile, göre göre öldürdün mü?
Makasçı : Süngü harbine girmedim.
İstasyon Şefi : Ben girdim.
Makasçı : Süngüledin demek?
İstasyon Şefi : Hayır... İhtiyat zabiti olduğum için, tabancamla üçünün kafasını parçaladım. İkisinin saçları sarı idi. Birisi Avusturya’lıydı galiba. Ben çok iyi nişancıyımdır.
Makasçı : Halbuki halinden...
İstasyon Şefi : Hele şimdi tek gözlü olduğum için, nişan almakta kolaylık var. Tabancaya da meraklıyım. Belki fark etmişsindir, hiç yanımdan ayırmam. (Arka cebine vurarak) Hep burada durur. (Sükût İskemlesini doğrultur, masaya eğilir.) Hamle sırası senindi.
Makasçı : Senindi, Kaptan.
İstasyon Şefi : Peki... İştev. (Taşını sürer. Uzun bir sükût. Hamle yapmadan önce, Makasçı düşünmektedir.)
İstasyon Şefi : Çok düşündün?
Makasçı : İnsan evvela iyice düşünüp sonra sürmeli ki pişman olmasın. Bir kere taş sürüldü mü, geri alınmaz. Tıpkı namludan çıkan kurşun gibi...
İstasyon Şefi : Cesursun.
Makasçı : (Taşı sürer.) Sürdüm, buyur. Tavlada kıran, damada süren...
İstasyon Şefi : Kurnazsın...
(Sükût. Sıra İstasyon Şefindedir. Bu sefer de o düşünmektedir.)
Makasçı : Düşünüyorsun, Kaptan?
İstasyon Şefi : Evet, fakat taşı değil... Oyunu değil... (Sükût). Neyi düşündüğümü sormuyorsun?
Makasçı : Meraklı değilimdir. Üstüme ait olmayan şeyleri...
İstasyon Şefi : (Makasçının sözünü keserek) Halbuki, düşündüklerim sana ait... (Sükût). Bak, yine sormuyorsun?
Makasçı : Meraklı olmadığımı söyledim ya, Kaptan? Başkalarının benim için ne düşündüklerini merak etmem.
İstasyon Şefi : Başkaları dediğin zaman, kadınlar da buna dahil mi?
Makasçı : Hala hamleni yapmadın?
İstasyon Şefi : Cevap vermiyorsun?
Makasçı : Vereyim, Kaptan: Kadınların benim için ne düşündüklerini merak etmeme vakit kalmaz... Yap bakalım hamleni.
İstasyon Şefi : İşte... (Bir taş sürer.)
Makasçı : Sıra bende... Bak, bu sefer ben düşünmeden, sana bir taş daha veriyorum.
İstasyon Şefi : Almadan evvel bir şey daha soracağım...
Makasçı : Buyur.
İstasyon Şefi : Senin bir kösteğin vardı.
Makasçı : Vardı.
İstasyon Şefi : Son zamanlarda takıyordun. Gümüş bir köstek.
Makasçı : Evet.
İstasyon Şefi : Taşı aldım. Ne oldu o köstek?
Makasçı : Ne olacak? Bu sefer damaya sağlam çıkacağım. Bir, bir daha, bir daha, dama!..
İstasyon Şefi : Damaya çıktın... Köstek ne oldu? Üç gündür takmıyorsun?
Makasçı : Canım istemiyor... Sıra senin:..
(İstasyon Şefi taşını sürer. Uzun bir sükût. Şef tekrar oyunu bırakır. İskemlenin arka ayakları üzerinde arkasına yaslanır.)
İstasyon Şefi : Kadınlara hediye vermek âdetin midir?
Makasçı : Hayır. Ne hediye veririm, ne hediye alırım. Oyunu bırakıyor muyuz?
İstasyon Şefi : (Makasçıya yaklaşarak) Bir tek taşın damaya çıktı diye, partiyi kazandın mı sanıyorsun?
Makasçı : Sanmıyorum. Fakat ümidim var. Şu taşı al. (Şef taşı alır.)
İstasyon Şefi : Aldım... Birer cıgara içelim.
Cıgara yakarlar. Sükût)
İstasyon Şefi : Bahtiyarlığı, saadeti düşünmüşsündür. Nasıl tahayyül, ettin bunları? Ne şekilde? Sana daha iyi anlatabilmem için, kendimi ele alayım: Mesela ben, yemyeşil çimenzar içinde beyaz, iki kAtlı bir yuva, bir lane şeklinde düşünürdüm bunu. Ciltlerinde turuncu, İpek bir abajurun ışıkları dolaşan kitaplar ve... şefkatli, saf, temiz, fakat ateşin bir kadın... Anlatabildim mi?
Makasçı : Evet, ama bunlar, Sahrada çakmak çakarken de aklına gelir miydi?
İstasyon Şefi : Gelirdi... Ya sen?
Makasçı : Vallahi, Kaptan, benim için, dediğin mesele, işsiz kaldığım zaman iş bulmak, cephede peksimete kavuşmak filan gibi, ayrı ayrı gözüktü. Ama, ne yalan söyleyeyim, atölyede çalıştığım günlerden kalma bir dalgam vardır, nasıl diyeyim? Daha güzel, daha iyi, daha doğru bir dünya düşünürüm. Otları, hayvanları değil... Onlar şimdi de güzel. İnsanları daha iyi, daha doğru bir dünya...
İstasyon Şefi : «Hayatı muhayyel»i okudun mu?
Makasçı : Hayır. Dedim ya bir gün sana, kitap okumuşluğum fazla değildir.
İstasyon Şefi : Peki kadınlar?
Makasçı : Gözüme kestirdiklerim... hoşuma gidenler... canımın çektikleri olmuştur elbet...
(Sükût).
İstasyon Şefi : Oyunumuza devam edelim... Hamle sendeydi.
(Makasçı taşını sürer.)
İstasyon Şefi : Bir kadına canın çekerse?
Makasçı : İkinci damayı yapacağım. Taşın tehlikede... Alırım.
İstasyon Şefi : Alırsın demek?
Makasçı : Yüzde seksen şaşmaz..
İstasyon Şefi : Vermezsem?
Makasçı : O senin vermene değil, oyunun gidişatına bakar, Kaptan. Yap bakalım hamleni!..
İstasyon Şefi : Şimdi... Şu bir... Aldın. Âlâ... Şunu da aldın... Güzel…. Şunu da verdim... Şunu da... Mükemmel... Damaya sen değil, ben çıkıyorum... Bak... (Birdenbire kendi ceketinden Makasçının kösteğini çıkarıp havada tutar ve sonra masaya koyarak taşını sürer.) Dama!..
Makasçı : Aşkolsun... Güzel oynadın!..
İstasyon Şefi ; Bu senin köstek değil mi?
Makasçı : Öyle olacak.
İstasyon Şefi ; Nasıl olmuş da benim cebime girmiş, merak etmiyor musun? Ha?.. Sahi... Sen meraklı değilsindir... Şurada, paltoların ve yeldirmenin asıldığı yerde, duvarın dibinde buldum demin...
Makasçı : Düşürmüş olacağım...
İstasyon Şefi : (Köstekle oynayarak)Yine eski yerine atalım... Bakalım bu sefer kim bulacak? Ve bulunca ne yapacak?
Makasçı : Vazgeç, Kaptan...
İstasyon Şefi : Neden? Bulan nasıl olsa sana getirecek değil mi? Hem biz de buradayız. Getirmezse, alırız.
Makasçı : Sen bilirsin!..
İstasyon Şefi : (Kösteği elinde hızla çevirir, oturduğu yerden nişanlayarak paltoların asılı durduğu köşeye, duvar dibine fırlatır.) Nasıl? Nişancıyım, diyordum da inanmıyordun. Sıra sende, oyna bakalım.
Makasçı : (Taşları sayarak) Dokuz tane sende, sekiz tane de bende. İkimizin de birer damamız var. Kuvvetler müsavi...
İstasyon Şefi : Benim fazladan bir de beylik tabancam var. Surda, (Arka cebine vurarak) demin sana gösterdiğim yerde duruyor.
(Bekleme mahalline açılan kapıdan İstasyon Şefinin Karısı girer.)

ÜÇÜNCÜ MECLİS
Şefin Kansı, Şef, Makasçı

İstasyon Şefinin Karısı : Kim kimi yendi?
İstasyon Şefi : Daha belli değil...
İstasyon Şefinin Karısı : Yoksa hâlâ oyun bitmedi mi?
Makasçı : Bitmedi.
İstasyon Şefinin Karısı : Dışarıda adeta üşüdüm.
Makasçı : Ben sana söylemedim mi, abla?
İstasyon Şefinin Karısı : Huyum kurusun, böyleyimdir, büyük sözü dinlemem. (Kadın mantosunu çıkarıp koltuğun üzerine atar.) Sobayı tazeleyeyim bari.
(Sobanın kapağını açar, odun atar. Kapağını açık bırakır. Önüne çömelir, yüzüne kırmızı bir aydınlık vurmaktadır.)
İstasyon Şefi : Yeldirmeni koltuğun üzerine attın?
İstasyon Şefinin Karısı : Ne olacak?
İstasyon Şefi : Sanki niçin yerine asmadın? demek istiyorum.
İstasyon Şefinin Karısı : Asarım. Aman, pek yoruldum.
Makasçı : Eşkiyalar filan çıkmadı ya?
İstasyon Şefinin Karısı : Çıkmadı... Ama o dediğim yerde hâlâ ışık yakıyorlar.
İstasyon Şefi : Yeldirmeni yerine assana?
İstasyon Şefinin Karısı : La havle... Şimdi de yeldirmemle bozdu... Peki asayım...
(Kadın sobanın önünden kalkar. Yeldirmesini koltuktan alır. Paltoların asılı durduğu, yani kösteğin atılmış bulunduğu yere doğru gider. İki erkek de kadının hareketlerini büyük bir alaka ile takip ederler. Kadın yeldirmesini asar. Kösteği görmez, geri döner.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Kocasına) İçin rahat etti mi? (Kadın tekrar sobanın önüne gelir. Soba eski bir çini sobadır. Biraz evvelki vaziyeti yeniden alır.) Şu oyunu bırakın... Bakın, size ne anlatacağım?
Makasçı : Anlat, abla.
İstasyon Şefinin Karısı : Ama, dağıtın taşları.
İstasyon Şefi : Canım, sen anlat anlatacağını. Taşlardan sana ne?
İstasyon Şefinin Karısı : Olmaz. (Makasçıya) Sen söz dinlersin, kardeş, dağıt şu taşları.
(Makasçı ve Şef bakışırlar. Makasçı taşları dağıtmak için elini uzatır. İstasyon Şefinin eli buna mani olmak ister. Fakat Makasçı yumuşak bir hareketle bu eli iterek taşları dağıtır.)
Makasçı : Dağıttık, abla...
İstasyon Şefi : Oyun yarıda kaldı. Yenisine başlarız.
Makasçı : Olur. (Kadına) Abla, dinliyoruz hikâyeni?
İstasyon Şefinin Karısı : Hikaye dediğiniz, dün gece gördüğüm rüyayı anlatacaktım. Hayırdır inşallah, desenize? (Sükût.) Efendim, bir büyük bahçedeymişim... Bahçenin yollarına lavanta çiçekleri dikmişler. Mis gibi kokuyor... Güller açılmış, şöyle şöyle kayısı gülleri... Hava da sıcak mı sıcak. Benim üzerimde, ince, bürümcük bir gömlek var... Çıplak vücuduma giymişim... Terlemişim de... Gömlek bedenime yapışıyor...
İstasyon Şefi : Pekâlâ, pekâlâ. Sonra?
İstasyon Şefinin Karısı : Aaa!.. Böylesini de işitmedimdi. Rüya anlatırken söz kesmek hem günah, hem de uğursuzdur... Derken efendim, içime bir baygınlık geliyor. O ince kurn döşeli yolun üstüne, lavantaların kenarına uzanayım diyorum*
Makasçı : Rüya içinde uykun geliyor, demek?
İstasyon Şefinin Karısı : Öyle... Ne yapayım? Rüya bu... Uzanıyorum. Arası ne kadar geçiyor, farkında değilim. Baldırlarıma kalın, sert bir şey dolanıyor. Bir de ne göreyim? Koskoca bir yılan. Ama soğuk değil... Bilakis, sanki kara derisinin içine ateş doldurmuşlar gibi, sıcak bir yılan... Bağırmak istiyorum. Sesim çıkmıyor... Kımıldansam, diyorum, ne mümkün. Yılan baldırlarımdan diz kapaklarıma, oradan karnıma doğru çıkıyor.
İstasyon Şefi : Kısa kes...
İstasyon Şefinin Karısı : La havle... Bitti zaten... Yılanı boğazından tutuyorum. Mercan gibi gözleri var... Sıkıyorum boğazını, sıkıyorum... Kuyruğu ile sarılıyor bana kör olası... Lafı uzatmayayım, bir debelleşme, bir çırpınma... Bir de gözlerimi açtım ki, kan ter içindeyim. (Şefe) Seni uyandırayım, dedim. Sonra vazgeçtim... Sabahleyin de unuttum. Demin dolaşırken aklıma geldi...
Makasçı : Hayırdır inşallah...
İstasyon Şefinin Karısı : Yılan görmek iyidir derler ama, bilmem ki? (Sükût.)
İstasyon Şefi : Ben de bir rüya gördüm.
İstasyon Şefinin Karısı : Ne vakit?
İstasyon Şefi : İki, üç gece evvel... (Makasçıya) Anlatayım mı?
Makasçı : Anlat, Kaptan... Seninkini de dinleyelim.
İstasyon Şefi : Hapishaneye katilden düşmüşüm... İdamımı istiyorlar. Ama, ben korkmuyorum. Çünkü, hastayım... Hapishane hastahanesinde bir hücreye yatırmışlar beni. Yalnızım. Hiçbir zaman, hatta sizin yanınızda, bu çölün ortalarında bile olmadığım kadar yalnız... Fakat rahatım... Öldürdüm diye, sonra, beni asamayacaklar, kendi kendime öleceğim, diye rahatım...
(Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : Sonra? Nasıl uyandın?
İstasyon Şefi : Uyanmadım ki...
İstasyon Şefinin Karısı : Deli mi ne? Ben de oturmuş dinliyorum. (Sükût)
İstasyon Şefi : (Makasçıya) Bu rüyayı hayra mı yormalı, şerre mi?
Makasçı : Aklım ermez.
(Sükût. Kadın kalkar.)
İstasyon Şefi : Nereye gidiyorsun yine?
İstasyon Şefinin Karısı : Yatmaya...
İstasyon Şefi : Daha erken... Otur biraz...
İstasyon Şefinin Karısı : Neresi erken?.. Saate bak, ayol. Bir buçuğu geçiyor. Hoş, bu alafranga tren saatlerine de pek aklım ermiyor ya...
İstasyon Şefi : Senden bir ricam var. Şu paltomun cebinde ambarın anahtarı olacak. Onu bana getiriversene?
(Kadın, paltoların asıldığı, yani kösteğin bulunduğu yere gider. Elini kocasının paltosunun ceplerine sokar, araştırır.)
İstasyon Şefinin Karısı : Hangi cebinde?
İstasyon Şefi : İç ceplerinde olacak...
İstasyon Şefinin Karısı : (Tekrar araştırır.) Yok.
İstasyon Şefi : Öteki ceplerime de bak!
İstasyon Şefinin Karısı : Baktım... Yok, diyorum. Geçenki gazeteler gibi olmasın? Belki senin üzerindedir.
İstasyon Şefi : Hayır... Orda olacak. Yere filan düşmüştür.
(Kadın eğilip yerlere bakar. Birdenbire kösteği görür. Telaşlanır. Fakat kendisini çabucak toparlar. Doğrulur. Erkekler onun hareketlerini takip etmişlerdir. Kadın kösteği almamıştır.)
İstasyon Şefinin Karısı : Yok,..
İstasyon Şefi : Peki...
(Sükût.)
İstasyon Şefinin Karısı : Uykunuz gelmedi mi?
İstasyon Şefi : Hayır.
İstasyon Şefinin Karısı : Öyleyse, yeniden oyuna başlayın...
İstasyon Şefi : Başlayalım... İzin veriyorsun demek?
İstasyon Şefinin Karısı : O da ne biçim söz? Erkek kısmının kadınlardan izin aldığını da yeni duyuyorum.
İstasyon Şefi : Sen yatmaya gitmiyor musun?
İstasyon Şefinin Karısı : Uykum kaçtı... Demin birdenbire yatayım, dedim. Velakin şimdi uykum kaçtı. Siz oyununuza bakın. Ben de gürültü etmeden ortalığı derler toplarım biraz...
Makasçı : (Karı koca arasındaki muhavere esnasında dama taşlarını tahtaya dizmiştir.) Taşları dizdim, Kaptan...
İstasyon Şefi : Hazır mısın?
Makasçı : Hazırım...
(Kadın, elinde faraşla odada dolaşarak ortalığı toplar, raftarı düzeltir ve erkeklerin alakasını celbetmemeye çalışarak, kösteği yerden almak için fırsat kollar. Erkekler, kadının hareketlerini yan gözle takip etmektedirler.)
İstasyon Şefi : Başlayalım mı?
Makasçı : Başlayalım... Sür bakalım!..
(Oyun tekrar başlamıştır. Sahnenin bitimine kadar, erkekler oyuna dair birbirleriyle söz etmeksizin otomatik bir surette oynarlar. Taşlarını mihaniki hareketlerle sürerler.)
İstasyon Şefi : Meraksızlığın bu derecesine öleceğim...
Makasçı : Yanılıyorsun, Kaptan...
İstasyon Şefi : Yani?
Makasçı : Sonra anlarsın!..
İstasyon Şefi : Anladım. Biliyorum. İşi uzatışımın sebebi, kedilerin avlarına karşı gösterdikleri emniyetli eğlencenin zevkini tatmak içindir. Bak, ben ne kadar açık konuşuyorum. - Yalanım yok. (Sesini birdenbire yavaşlatır.) Halbuki, sen öyle değilsin. Küçük, ehemmiyetsiz işlerde bile yalan söylüyorsun. Mesela hediye vermek bahsinde... (Bu esnada kadın, kösteğin bulunduğu köşeye gelmiştir. Ve yere doğru kösteği almak için eğilirken)
Makasçı : (Kadına) Abla...
(Kadın derhal doğrulur, kösteği almamıştır.)
İstasyon Şefinin Karısı : Ne var?
Makasçı : Kibritim bitti de...
İstasyon Şefi : (Kibrit kutusunu cebinden çıkarıp Makasçıya uzatarak) Buyrun, beyim... Benden istemek varken, ablanı ne diye işinden alıkoyuyorsun?
(Kibrit kutusunu alan Makasçı, tabakasını çıkarır, bir cıgara alıp yakar. Tabakayı Şefe de uzatır.)
İstasyon Şefi : Çok içtim... Ağzım,zehir gibi... (Karısına) Sen hâlâ işini bitiremedin mi? Bu ne hamarAtlık böyle?
İstasyon Şefinin Karısı : Pasaklılığınız kolay kolay temizleniyor mu?
İstasyon Şefi : Haydi, öyle olsun... Dilediğin gibi yap...
İstasyon Şefinin Karısı : Siz kendi oyununuza baksanıza?
İstasyon Şefi : Bakıyoruz... Daha doğrusu, yalnız ben bakıyorum. (Makasçıyı, karısına göstererek) Seninkinin aklı fikri başka yerde... Öyle dalga geçiyor ki, beş dakikada iki taş verdim, sekiz taşını aldım...
İstasyon Şefinin Karısı : Dün gece de o seni yendiydi.
Makasçı : Para ile değil, sıra ile bu...
(Kadın işine devam eder. Uzaklaştığı köşeye tekrar yaklaşır.)
İstasyon Şefi : (Yavaş, fısıltılı bir sesle, karısına duyurmayarak) Ortalık toplanırken, kösteğinin yanlışlıkla, farkına varılmaksızın süprüntülerle beraber faraşın içine girip çöp tenekesine gitmesinden korkmuyor musun?
Makasçı ; (Aynı sesle) Kösteğime o kadar düşkün olsam, gider şimdi kendim alırım!..
İstasyon Şefi : İşte bir onu yapamazsın...
İstasyon Şefinin Karısı : Ne konuşuyorsunuz orda fısıl fısıl?
İstasyon Şefi : Seninki mızıkçılık etmeye kalkıyor da onun için münakaşasını yapıyoruz.
İstasyon Şefinin Karısı : Çocuk gibisiniz vallahi!..
(Uzun bir sükût. Erkekler mihaniki bir surette oyunlarına devam ederken, yan gözle Kadının hareketlerini takip ederler. Kadın: «Pencereden kar geliyor!..» şarkısını hafif bir sesle mırıldanarak odada dolaşır, sonra kösteğin bulunduğu köşeye tekrar gelir. Arkasını erkeklere döner.)
İstasyon Şefi : (Çok yavaş bir sesle) Bak!..
(Kadın yere eğilir)
İstasyon Şefi : (Aynı sesle) Ses çıkarma!
(Kadın kösteği alıp hırkasının cebine koyar. Ayağa kalkar. Erkeklerin kendine baktığını görerek şaşalar, gülmeye çalışır.)
İstasyon Şefi : Oldu.
Makasçı : Yanlış kapı çalıyorsun, Kaptan...
(İstasyon Şefi hızla ayağa kalkar. Tetikte duran Makasçı, aynı hızla ayaktadır. Bir müddet bakışırlar.)
İstasyon Şefinin Karısı : Ne oluyorsunuz kuzum?
(Şef elini arka cebine götürür. Ağır ağır cebinin düğmesini açar. O sırada, profilden seyircilerden taraftadır. Ve tabanca cebi seyircilerin cihetindedir. Yani düğmeyi çözen el ve bu elin ağır ağır kavrayıp çıkarmak üzere bulunduğu tabancanın kabzası seyirciler tarafından görülür. Tam o sırada dışarıda, çok yakında nal sesleri duyulur.)
İstasyon Şefi : Rüyam çıktı...
İstasyon Şefinin Karısı : Ne yapıyorsun? Delirdin mi?
(Nal sesleri yaklaşır, istasyonun önünde bir Atlı vardır. Makasçı pencereden yana bakar. Şefin eli de tabancasının kabzasında hareketsiz kalmıştır. O da pencereye bakar.)
İstasyon Şefinin Karısı : Bir Atlı geldi.
Atlının Sesi : (Dışardan) Heey!.. Kimse yok mu orada?
İstasyon Şefinin Karısı : (Pencereye doğru koşarak) Eyvah, basıldık galiba?
(Bu çığlıkta korku değil, bilakis sevinç vardır. Kadın pencereye ulaşmadan ve erkekler başka bir hareket yapmadan oldukları yerde harekete karar verirlerken perde iner.: Bu suretle perde, bir an içinde hareketlerinde donup kalmış, sanki apansız taş kesilmiş aktörlerin üzerine iner.)

Perde











ÜÇÜNCÜ PERDE

BİRİNCİ MECLİS
İstasyon Şefi, Makasçı, Şefin Karısı

(Sahne, ışık ve dekor, teferruat itibariyle ikinci perde finalinin tıpatıp aynıdır. Esasen, üçüncü perde, ikinci perdenin inkitasız,. sanki perde inmemiş gibi devamıdır. Bundan dolayı, üçüncü perde açıldığı vakit, aktörler ikinci perdedeki donmuş, taş kesilmiş vaziyettedirler. Ve ancak perde tam açıldıktan kısa bir an sonra, harekete geçip ikinci perde finalinde yarıda kalan, birdenbire donan oyunlarına devam ederler.)
Atlının Sesi : (Dışardan) Kimse yok mu orda?
(Kadın pencereye yaklaşmıştır.)
İstasyon Şefinin Karısı : Kapının önünde bir Atlı duruyor...
Makasçı : Tuhaf şey... Bu vakit? (Masa başından ayrılmak isterken, kısa bir tereddüt geçirir.) Şey...
İstasyon Şefi : Korkma... Git, bak... Arkadan vurmam seni...
Makasçı : Vuramazsın zaten... (Bekleme mahalline açılan kapıya hızla giderek) Çünkü tabancanda kurşun yok!..
(Makasçı çıkar.)

İKİNCİ MECLİS
İstasyon Şefi, Karısı

İstasyon Şefi : (Tabancasını çıkarır. Bu bir brovniktir. Şarjurunu çıkarır. Muayene eder. Şarjur boştur. Şarjuru da, tabancayı da masaya fırlatır.) Kim boşalttı bunun kurşunlarını?
İstasyon Şefinin Karısı : (Pencere önünden) Ben!
İstasyon Şefi : Boşalttın ve ona da haber verdin, öyle mi?
İstasyon Şefinin Karısı : Evet...
İstasyon Şefi : Korkuyordunuz demek.
İstasyon Şefinin Karısı : Ne yalan söyleyeyim, onun umurunda değildi ama, ben korkuyordum.
İstasyon Şefi : Bir gün sizi geberteceğimden emindiniz demek.
İstasyon Şefinin Karısı : O değildi, ama ben emindim...
İstasyon Şefi : (Kadının üzerine yürür.) Yine geberteceğim... Kaltak... (Kadına bir tokat atar.) Çıkar dostundan aldığın hediyeyi!
İstasyon Şefinin Karısı : Ne hediyesi?
İstasyon Şefi : İnkâr etme... Demin yerden aldığın kösteği istiyorum...
(Şefin Karısı yılgın bir halde, kösteği kocasına verir.)
İstasyon Şefi : Bunu ne günü verdi sana?
İstasyon Şefinin Karısı : O vermedi!.
İstasyon Şefi : Aptal...
İstasyon Şefinin Karısı : O vermedi, diyorum sana... Ben kendim çaldım onu...
İstasyon Şefi : (Kısa bir şaşkınlıktan sonra) Yalan söylüyorsun!..
İstasyon Şefinin Karısı : Çaldım, diyorum...
İstasyon Şefi : Ne zaman?
İstasyon Şefinin Karısı : Dün sabah odasına girdiğim zaman, sandığın üzerinde duruyordu!
İstasyon Şefi : Kendisi odada yok muydu?
İstasyon Şefinin Karısı : Yoktu..
İstasyon Şefi : Sen ne arıyordun orda?
İstasyon Şefinin Karısı : Kirlilerini almaya gitmiştim.
İstasyon Şefi : Ya başka seferler? Başka seferler niçin gidiyordun oraya?
(Kadın cevap vermeden, bekleme mahallinin kapısından Makasçı ve Atlı girerler.)

ÜÇÜNCÜ MECLİS
Evvelkiler, Atlı, Makasçı

(Atlının omzunda yamçı vardır. Filintasının ucu yamçının yanından çıkmıştır. Kısa meşin çizmelidir. Ve çizmesinin koncundan kamçısının sapı gözükür. Kalpaklıdır. Yamçının altında o zamanki süvari askeri üniforması vardır.)
Atlı : Selamünaleyküm...
İstasyon Şefi : Aleykümselam...
Makasçı : (Şefi Atlıya göstererek) Bizim istasyonun şefi.
İstasyon Şefi : (Atlıya) Şöyle buyrun. (İskemle gösterir.)
Atlı : Hele şu yamçıyı çıkarayım ilkini (Atlı yamçısını ve filintasını çıkarıp duvara asarken)
İstasyon Şefi : (Karısına) Sen yukarı çık!
İstasyon Şefinin Karısı : (Yavaş sesle, Atlıyı işaret ederek) Kim bu herif?
İstasyon Şefi : Yukarı çık, diyorum sana... Mangala da ateş koyup al götür...
(Kadın sobadan ateş çıkarıp mangala koymakla meşgulken Atlıyı yan gözle süzmektedir. Atlı ise kadından tarafa hiç bakmamaktadır. Sanki odada kadın yokmuş gibi davranmaktadır.)
Atlı : (İskemleye oturur.) Dondum...
İstasyon Şefi : Merhaba...
Atlı : Merhaba...
Makasçı : Merhaba... Hoş geldin hemşerim...
Atlı : Merhaba... Hoş bulduk... (Sükût. Kadın, mangalla, üst kata açılan kapıdan çıkar.)

DÖRDÜNCÜ MECLİS
Atlı, Makasçı, İstasyon Şefi

(Makasçı tabakasını çıkarıp Atlının önüne, masaya fırlatır. Masada hâlâ boş şarjur ve tabanca durmaktadır.)
Makasçı : (Atlıya) Buyur, iç bakalım. (İstasyon Şefine) Görüyorsun ya, Kaptan, ben de nişancıyım.
İstasyon Şefi : (Atlıya) Nerden gelip nereye gidiş, hemşerim?
Atlı : Memlekete gidiyoruz. Geceleyin de yol alırsam, sabaha ulaşırım, dedim. Velakin yamçı bilem kâr etmedi. Ayaz beygirin sırtından savurup atacaktı beni... Işığı görünce, girip bir yol ısınayım, dedim.
İstasyon Şefi : İyi ettin. (Makasçıya) Beygiri ne yaptınız?
Makasçı : Ben de onu söyleyecektim. Hemşerimle konuştuk. Beygiri ambara çekeceğim! Zaten boş orası... Ne de olsa, dışardan sıcaktır. Galiba biraz samanımız da var... Yalnız, ambarın anahtarı sende olacak.
(Şef cebinden anahtarı çıkarıp verir.)
İstasyon Şefi : Al...
Atlı : Sağ olun.
(Kalkmaya davranır.)
Makasçı : Nereye?
Atlı : Hayvanın çulunu atayım sırtına...
Makasçı : Sen rahatına bak, ben atarım.
Atlı : Sağ ol öyleyse... (Oturur.)
(Makasçı çıkar. Giderken, resmi istasyon fenerini de yakıp götürmüştür.)



BEŞİNCİ MECLİS
İstasyon Şefi, Atlı

İstasyon Şefi : Askersin galiba?
Atlı : Evet, askeriz...
İstasyon Şefi : İzinli misin şimdi?
Atlı : Sılaya gidiyoruz hani.. Bir aylık izin pusulam var.
İstasyon Şefi : Hangi köydensin?""
Atlı : Sekiz Çatallardanım... Yakındır buraya...
İstasyon Şefi : Anladım, şu Hanife'nin köyü...
Atlı : Bakkal Mehmet'in karısı mı?
İstasyon Şefi : Öyle olacak... Tanır mısın?
Atlı : Bakkal Mehmet'i tanımayan var mı ki?
İstasyon Şefi : (Müstehzi) Çok meşhur adam demek?
Atlı : Zengin heriftir. Seferberlik içinde değirmen işlettiydi. Deryada kum, onda paradır. Velakin, bu dünya Hazreti Süleyman'a kalmamış. Şimdi de duyuldu ki, el altından düşman gâvuru ile birlik davranıyormuş.
İstasyon Şefi : Kim? Bu Bakkal Mehmet mi?
Atlı : Evet, Bakkal Mehmet...
İstasyon Şefi : Kim söyledi?
Atlı : Herkes söylüyor. Köye varır varmaz, sorguya çekeceğim. Hem fakir fukaranın tarlasını, toprağını elinden al, hem de 0üşman gâvuru ile birlik ol... Bu kadarını yanına bırakmazlar adamın!
İstasyon Şefi : Demek, çok kötü bir insan bu Bakkal Mehmet?
Atlı : Kötü de laf mı? Kötünün domuzu... Köy halkını bir kurtarsam elinden, dünyanın duasını alacağım...
İstasyon Şefi : Sana da bir fenalığı dokundu mu?
Atlı : Bana ne fenalığı dokunacak? Ben bir ırgat adamım, yamçıya, filintaya, hayvana bakma sen. Çetecilikten kaldı onlar... Benim öküzüm, çiftim yok ki, elimden alsın... Ha bir ağanın yanında çalışmışım, ha ötekinin... Velakin köy halkı...
İstasyon Şefi : (Sözünü keserek) Peki ama, senin için hepsi bir olduktan sonra, ne diye köy halkını düşünüyorsun? Onları Bakkal Mehmet'ten kurtarmak sana mı düştü?
Atlı : Gavurla birlik olmuş, diyorlar. Sonram, Seferberlikte, fakir fukarada ne at koydu, ne aygır... Köy halkı inim inim inliyor elinden... (Sükût.) Biz ırgat adamız, ama velakin, çete de olduk...
İstasyon Şefi : Şimdi?
Atlı : Şimdi 24 üncü Fırka Süvari Bölüğü'ndenim...
(Bekleme mahalline açılan kapıdan Makasçı girer.)

ALTINCI MECLİS
Evvelkiler, Makasçı

Makasçı : (Resmi istasyon fenerini söndürüp yerine koyarken, Atlıya) Keyfine bak, hemşerim. Hayvan yerini buldu, rahattır.
Atlı : Sağ ol...
Makasçı : Yalnız, senin beygirin sol kulağı kesik yahu... (Atlı güler.) Hem de taze kesilmiş...
Atlı : Kestiler kulağını oğlanın...
Makasçı : Pek inat etmem, ama kılıç yarasına benzer...
Atlı : İyi bildin... Hani hayvanların üzerinde göğüs göğüse gelince, Ya Allah, dedim, birini devirdim. İkincisi sola çarkedip kılıcı salladı. Eğildim, demir omuz başımı yalayıp hayvanın kulağını biçti...
İstasyon Şefi : Nerde? Yolda eşkıyaya mı çattın yoksa?
Atlı : (Hayretle) Neyin eşkıyası?
İstasyon Şefi : Peki, nerde oldu bu dediğin?
Atlı : (Aynı hayretle) Nerde olacak? Yenişehir'de...
İstasyon Şefi : Yenişehir'de ne var?
Makasçı : Muharebe mi?
Atlı : (Kırgın) Benimle zevkleniyor musunuz?
Makasçı : Vallahi değil, hemşerim... Ayıp değil ya, bilmiyoruz... (Sükût.) Belki de ayıp. (Sükût.) Belki de değil, sahiden ayıp... Çölün ortasında, dünyadan haberimiz yok... (Sükût.) Ne zaman oldu muharebe?
Atlı : (Hâlâ hayret içindedir. Başıyla manipleyi gösterir.) Teller cümle cihana duyurdu. Siz nasıl habersiz kaldınız?
İstasyon Şefi : Geçen tipide bizim telin direği yıkıldı. Ancak dün tamir ettirebildik. (Sükût.) (Müstehzi) Demek, senin Bakkal Mehmet gibi, bu muharebe de meşhur?
Atlı : Ne sandın? (Sükût.) Bugün kasımın kaçı?
İstasyon Şefi : Kasımın kaçı olduğunu bilmiyorum. (Duvardaki takvime bakarak) Bizim takvime göre, Kânunusaninin 14'ü.
Atlı : Sizin ay on dördüne girdi, demek? Öyleysem, sekiz gün önce oldu muharebe.
Makasçı : Yani 6 Kânunusanide...
Atlı : Sizin hesaba göre, öyle olacak herhal...
İstasyon Şefi : Peki, netice ne oldu?
Atlı : Bizim bölük, gün ışırken gâvura kavuştu. Fırka karargâhı Köprülü'deydi. İkinci Alay da Geyve'de... Gâvur, İnegöl, Kozpınar, Mezit yolundan Kavalaca'ya, Dimboz, Pazarcık, Karaköy yolundan da Bozöyük'e inmiş. Bizim Yenişehir'den geçip Köprülü üstüne yürümek istedi. Fakat gâvuru epey oyaladık. Fırka da İnönü'ne çekildi...
İstasyon Şefi : Bir haritamız yok ki, harekâtı anlayalım?
Makasçı : Sen o kadar ismi nasıl aklında tutabildin?
Atlı : Sen de bizimle beraber olsaydın, öğrenirdin...
İstasyon Şefi : Sonra ne oldu?
Atlı : Devrisi gün sabahleyin...
Makasçı : Yani ayın onunda...
Atlı : Öyle olacak herhal... Hava pusluydu. Gâvur bunu fırsat bildi. Yürüyüp Metris Tepesi'ni tutuverdi... Bizim 143 üncü Alay tepeye hâlâ elimizde sanıp yanaşmamış mı? Gâvur da bunu kollarmış zaten... Vermiş ateşi... Vermiş ateşi... İşte orda çok kırıldık. Efrat dağıldı tekmil...
İstasyon Şefi : Yani yenildik mi?
Atlı : Efrat dağılınca yenilir mi insan?
Makasçı : Peki, ama, söylediklerine göre, düşman boyuna yürümüş, biz çekilmişiz?
Atlı : Çekilirsek, ne çıkar... Memleket bizim değil mi? Biz ne kadar çekilirsek, gâvur o kadar koynumuza düşer...
İstasyon Şefi : Sonra ne oldu?
Atlı : Sonunda yendik gâvuru. Benim oğlanın kulağı kesildi bir, o kadar. Velakin canlı dövüş oldu. Bizim bölük 300 Atlıydı. Yarısından çoğu Hakka kavuştu.
İstasyon Şefi : Sana bir şey olmadı mı?
Atlı : Çok şükür, olmadı... Yalnız (Sol omuzunu gösterir) şurdan yara aldım. Velakin, hafif...
Makasçı : Yaralı mısın?'
Atlı : Sardılar... İzin de verdiler...
İstasyon Şefi : Ne tuhaf şey... Ben de böyleydim. San'a'da, Çanakkale'de muharebe ettik. Mısır'da esir kaldık. Sonra İstanbul'a dönünce, eş dost: «Eee, anlat bakalım,» dedi. Bu kadarını bile anlatamadık. İnsan harp ediyor, ama nasıl harbettiğini anlatamıyor.
Atlı : Anlatacak ne var ki? Muharebe bu işte... (Sükût.) Haa... sahi, Ethem Beyin kancıklığını da duymadınız mı?
Makasçı : Dedik ya, bizim dünyadan haberimiz yok...
Atlı : Kütahya taraflarında gâvura geçmiş... Lakin, belliydi...
İstasyon Şefi : Nerden belliydi?
Atlı : Ben çeteyken, onunla dolaştım biraz. Yanındaki heriflerin beygirleri fıstık gibi semiz, kamçıları da hep gümüşlüydü. Öylelerinden hayır gelmez bize. (Sükût.) Gâvura geçerken üç, beş tane de top götürdü diyorlar. Velakin, kulak asma. Bu harbin sonu bayramdır inşallah... Neden dersen, bu sefer, çoluk çocuk, kadın erkek, fakir fukara, millet toptan kaptı nacağı... Seferberlikteki gibi Bakkal Mehmet değirmen çevirsin, diye değil. (Sükût.) Şu herifle kıyak dalaşacağız. Bir iş edeceğim ona, cümle cihan beğenecek...
(Yukarıdan tavan vurulur. Tavanı vuran Şefin Karışıdır.)
Şefin Karısının Sesi : (Yukardan) Huu, buraya gel azıcık...
(Tekrar tavan vurulur.)
İstasyon Şefi : (Odadakilere) Şimdi geliyorum... (Çıkar.)

YEDİNCİ MECLİS
Atlı, Makasçı

Makasçı : Ben de Seferberlikte yaralandımdı... Bacağımın sakAtlığım ordan...
Atlı : (Dalgın) Geçer inşallah... (Sükût.)
Atlı ; Buraya yeni mi geldin sen?
Makasçı : Bir sene oluyor... Makasçıyım burda.
Atlı : Seferberlikte ihtiyar bir makasçı vardı burda... Sonra bir karakışta kurtlar parçaladıydı biçareyi. Velakin, iyi adamdı çok...
Makasçı : Ben asıl tesviyeciydim. Ustabaşıyla kavga ettim, Haydarpaşa'da. Onun üzerine buraya yolladılar. Makasçılığı burda kendi kendime öğrendim. Pek hoş bir iş değil, ama ne yaparsın, tuttuk bir kere...
(Sükût.)
Makasçı : Bir şey soracaktım...
Atlı : Buyur...
Makasçı : Ankara'ya gittin mi?
Atlı : Bu kasımdan önce gittimdi...
Makasçı : Yakında mı yani?
Atlı : Eeeh, yakında sayılır...
Makasçı : Şey... Ankara'da atölye, yani fabrika filan var mı?
Atlı : Var herhal... Tüfek, kurşun yapıyorlar.
Makasçı : Kalabalık mı?
Atlı : Bilmem. Velakin, kalabalıktır herhal..


SEKİZİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Şef, sonra Karısı

(Şef elinde bir tepsiyle yukarı kata açılan kapıdan girer. Tepside bir tas tarhana, soğan, tuz, ekmek ve tahta bir kaşık vardır. Şef tepsiyi Atlının önüne, masaya, tabanca ve şarjurun yanına koyar,)
İstasyon Şefi : (Atlıya) Buyur, hemşerim, için ısınır. Misafir umduğunu değil, bulduğunu yermiş... Tarhana...
Atlı : Sağ ol... Zahmet ettin... (Atlı masaya iskemlesini yaklaştırır ve tabanca ilk defa gözüne çarpar.) Bu lüver senin mi?
Makasçı : Hayır..
İstasyon Şefi : Benim... (Tabanca ve şarjuru garip bir mahcubiyetle alır.)
Atlı : Sen bilirsin, velakin silah kısmını açıkta bırakmak kazalıdır.
İstasyon Şefi : Bunun ehemmiyeti yok. Kurşunsuz zaten...
Atlı : (Güler) Kurşunsuz silah dediğin de dölsüz avrata benzer... (Ekmeğini parçalar, kaşığı eline alırken Makasçı ve istasyon Şefine) Buyrun...
İstasyon Şefi : Afiyet olsun. Biz yedik...
(Atlı yemeye başlar. Makasçı sobanın yanındadır. Şef ona yaklaşır.)
İstasyon Şefi : (Yavaş bir sesle) Görülecek bir hesabımız vardı.
Makasçı : Hâlâ o davada mısın?
İstasyon Şefi : Bilmem... Belki evet, belki hayır. Malum ya, ben yalan söylemesini pek beceremem. Muhakkak olan bir şey varsa... (Susar.)
Makasçı : Neden sustun?
İstasyon Şefi : Muhakkak olan bir şey varsa, bir ışık görür gibi oluyorum... Tuhaf bir değişiklik... Birdenbire (Atlıyı göstererek) bunun gelişinden ve konuşmasından beri. Artık senden, ötekinden ve kendimden eskisi kadar kuvvetle nefret etmiyorum. Neden? (Sükût). Daha malum değil... (Uzun bir sükût.)
Makasçı : Ben gidiyorum, Kaptan...
İstasyon Şefi : Gidiyor musun? Nereye?
Makasçı : Ankara'ya... Anlaşılan orda bir imalatı harbiye fabrikası açılmış. Demin öğrendim. Kalabalığa, arkadaşların arasına gidiyorum. Ben demiri vira ettim, Kaptan... Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz... (Sükût.)
Atlı : Tarhana aşım İstanbul usulü pişirmişler, tadı ince...
İstasyon Şefi : Beğendinse, bir tas daha getireyim...
Atlı : Yok... İstemez...Sağ ol.
(Makasçı, Atlıya cıgara verir.)
İstasyon Şefi : Uykun geldi ise, yatak serelim şuracığa...
Atlı : Yok... Zaten hayvan da dinlenmiştir az. Yola çıkarım. Velakin, sizin uykunuz geldiyse,...
Makasçı : Biz sabahlamaya alışığız... Ama, sen yaralısın. Bu gece yatsan burda...
Atlı : Yolcu yolunda gerek...
İstasyon Şefi : Demek yolcudur Abbas, bağlasan durmaz...
Makasçı : Bari bir de kahve yapayım da sana...
Atlı : Zahmet etme..
Makasçı : Ne zahmeti?
(Makasçı sobanın ön kapağını açıp içinde kahveyi hazırlarken)
İstasyon Şefi : Demek Bakkal Mehmet'e düşmansın ha?
Atlı : Köy halkını kurtaracağım şerrinden...
İstasyon Şefi : Köyde bekleyenlerin var mı?
Atlı : Anamdan gayrı kimsem yok...
İstasyon Şefi : Hele hele, yavuklu filan...
Atlı : O iş bize göre değil.
İstasyon Şefi : Etme canım... Hiç gönül çekmedin mi?
Atlı : Gönül çekecek zamanda mıyız?
İstasyon Şefi : Doğru.., (Sükût.) Doğru, dedin... Gönül çekecek zamanda mıyız? (Yukarı kata çıkan kapı tıkırdar.)
Şefin Karısının Sesi : (Dışardan) Azıcık baksana!
(Şef kapıya gider, kapı aralanır. Kadın gözükür. İstasyon Şefi ve karısı bir şeyler konuşurlar. Fısıltıları duyulurken)
Makasçı : (Kahveyi Atlıya verir.) Buyrun, hemşerim.
Atlı : Sağ ol...
Makasçı : Şekerini bol koydum.
Atlı : Eyvallah, hemşerim...
(İstasyon Şefi kapıdan ayrılır. Telaşlıdır. Pencereye doğru gider ve kendisini dışarıya göstermemeye çalışarak gizlice bakar.)
Makasçı : (Şefe) Ne oluyor, Kaptan?
(Şef, Makasçıya eliyle «sus» işareti yapar.)
Atlı : (Makasçıya) Bir şey mi oluyor?
Makasçı : Bilmem ki... Şimdi anlarız.
İstasyon Şefi : (Kısık sesle) Susun...
(Uzun bir sükût: Bu esnada, yukarı kata çıkan kapı yavaşça açılır ve kadın içeriye gürültü etmeden girer. Hemen kapının yanında duvara yaslanır. Yüzünde korku. Şef aynı itinalı hareketlerle Makasçı ile Atlıya sokulur.)
İstasyon Şefi : (Kısık sesle) Bizimki yukarda pencerede otururken, dört beş kişinin çekine çekine, gizlenerek yaklaştığını görmüş. Hat boyunu aşmışlar. Onu haber verdi. Baktım. •Doğru. Başları sarılı. Suratları belli olmuyor. İkisi yüzükoyun yatmış. Hepsi de silahlı...
Makasçı : Tuhaf şey...
Atlı ; Kaçakçılardır belki... Velakin...
İstasyon Şefinin Karısı : Korkuyorum.
İstasyon Şefi : Sus...
Makasçı : Telaşlanma, abla.
İstasyon Şefinin Karısı : (Avucunu açıp kolunu kocasına doğru uzatır.) Al...
İstasyon Şefi : Nedir o?
İstasyon Şefinin Karısı : Kurşunların.
(Makasçı kurşunlan alıp Şefe verir).
Bakkal Mehmet’in Sesi : (Dışarıdan) Heey... içerdekiler...
Atlı : Ha... (Pencereye doğru atılmak ister.)
Makasçı : (Atlıyı tutar.) Dur.
Bakkal Mehmet’in Sesi : Duymuyor musunuz ülen?
Atlı : Sesini değiştirmiş,- ama velakin, anam avradım olsun ki, bu Bakkal Mehmet'tir.
İstasyon Şefinin Karısı : Ne istiyor bizden?
Bakkal Mehmet’in Sesi : Biriniz pencereye gelin.
Makasçı : (Dışarıya bağırarak) Biz yerimizden memnunuz... Diyeceğin varsa, ordan söyle.
Bakkal Mehmet’in Sesi : Biz burada kırk kişiyiz…
İstasyon Şefi : Yalan söylüyor. En fazla beş kişiler. Hem de haydutlukta acemi herifler. Böyle baskın mı yapılır?
Bakkal Mehmet’in Sesi : Canınızı, ırzınızı kurtarmak dilerseniz, istasyon kasasının anahtarını buraya atın. Kendinizde ön kapıdan teker teker dışarı çıkın.
İstasyon Şefi : Kasada metelik olmadığını bilse.
Atlı : Niyetini anlıyorsun ya? Üç beş haytayla istasyonu basıp kasayı alacak. Sonra da gâvura geçecek. Ethem bey gibi...
Bakkal Mehmet’in Sesi : Karşı gelmeye kalkmayın istasyonu da yaktırırsınız bize.
İstasyon Şefi : Çıldırmış kerata...
İstasyon Şefinin Karısı : Sen de kasada para olmadığını söylesene? Gelip baksınlar.
İstasyon Şefi : Doğru, öyle ya. (Güler.) Sersem kerata...
Atlı : Doğrusu ne? Bakkal Mehmet'i içeri mi alacağız? İstasyonu mu bastıracağız? (Atlı hızla gidip filintasını alır.)
İstasyon Şefi : (Atlıya) Ne yapıyorsun?
Makasçı : İşin doğrusunu yapıyor.
Bakkal Mehmet’in Sesi : Hadisenize ülen...
Makasçı : (Tabancasını çekerek) Ben de hazırım Kaptan...
İstasyon Şefi : Senin de tabancan var mıydı?
Makasçı : Vardı. Hiçbir işe yaramayacağını sanıyordum. Fakat bir gün lazım olacakmış meğer...
İstasyon Şefi : Demek dövüşeceğiz?
Atlı : Elbet... Şu hergeleyi it dalamış domuza döndüreyim de aklı başına gelsin...
İstasyon Şefi : Peki... Âlâ... Dinleyin beni... (Makasçıya) Sen şu masayı (Bekleme mahalline açılan kapıyı göstererek) şu kapının önüne koy. Ne olur, ne olmaz. Dış kapı kapalı, ama belki zorlayıp kırarlar. Buraya dayanır bir kısmı.
(Makasçı masayı taşır.)
İstasyon Şefi : (Atlıya) Sen de şu tarafına siper alacaksın. (Makasçıya) Sen de şu tarafa. (Kadına) Sen yerinden hiç kımıldanma. Çömel. Ben şuraya geçeceğim.
(Dışardan atılan bir tek kurşunla cam karılır.)
İstasyon Şefi : (Makasçıya) Lambayı söndür.
(Makasçı lambayı söndürür. Sahne ilk meclisteki mavi kış gecesi aydınlığı içine girer.)
İstasyon Şefi : Herkes gösterilen mevzilerini alsın.
(Gösterilen yerlere geçerler. Şef pencereyi açar.)
Makasçı : İhtiyat zabitliğin uyandı, Kaptan...
İstasyon Şefi : Hayır... Mektep hocalığım...
(Dışarıdan bir kurşun daha atılır.)
İstasyon Şefi : Hazır ol... Ateş kumandasından evvel ateş yok ha...
Atlı : Peki, yüzbaşım.
Makasçı : Yavaş yavaş yaklaşıyorlar...
İstasyon Şefi : Görüyorum... Yaklaşsınlar, bakalım...
(Sükût.)
Atlı : İkisi ön kapıdan yana seğirtiyor.
İstasyon Şefi : Ateş!.
(İki tabanca ve bir filinta ateş açar. Dışardan mukabele.)
İstasyon Şefi : Kurşunları ihtiyatla harcayın.
(Ateş devam eder. Kadın bir çığlık atar.)
İstasyon Şefi : Ne oldun?
(Sükût.)
İST, ŞEFİ : Cevap versene? Yaralandın mı?
İstasyon Şefinin Karısı : Bir şeyim yok, korkuyorum.
Atlı : Korkma, bacı...
(Ateşe devam.)
Makasçı : Kaçıyorlar...
Atlı : Bakkal Mehmet teee şu en öndeki... Sol yanında...
İstasyon Şefi : Al öyleyse... (Ateş eder.)
Atlı : Devrildi domuz.
İstasyon Şefi : (Makasçıya) Nasıl? Sana nişancıyım derdim de inanmazdın.
Makasçı : Yaşaa... İnandım, iman getirdim, Kaptan...
Atlı : Mehmet'i bırakıp atladılar beygirlere...
İstasyon Şefi : Ateşi kes. Lambayı yakın...
(Makasçı lambayı yakarken, kaçan nal sesleri.)
Atlı : Takip etmeyecek miyiz?
İstasyon Şefi : Neyle? Yalnız şunun ölüsünü alırız.
Atlı : Ben hayvana bindiğim gibi peşlerindeyim. Mehmet, yaralı, ölü, size emanet...
İstasyon Şefi : Git bakalım... Neticeyi gel bildir ama...
(Atlı pencereden dışarı atlar.)
İstasyon Şefi : Ne yapalım? Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz.
(Güler.)
(Sükût.)
İstasyon Şefi : Hay aksi… Ambarın anahtarını almadı. Hayvanı nasıl çıkaracak? (Açık pencereden uzanır) Heey, hemşerim... anahtar...
(Bir tek kurşun sesi. Pencere önünde Şef sendeler.)
Makasçı : Ne oldu?
İstasyon Şefi : Bir şey yok...
Makasçı : Kim ateş etti?
İstasyon Şefi : Bakkal Mehmet... Gebermemiş kerata...
Makasçı : (Pencereden siper alarak seslenir.) Atlı hemşeri. Bak¬kal Mehmet'e bak... Canı çıkmamış daha...
Atlı : (Dışardan seslenir.) Gördüm. Onun üstüne varıyorum. Ambar kapısını kırdım.
(Nal sesleri. Bu esnada, Şef sahnenin ortasına kadar gelmiş¬tir, yüzü sararmakta, ağır ağır dizleri bükülmektedir.)
İstasyon Şefinin Karısı : (Kocasına koşarak) Ne oluyorsun?
İstasyon Şefi : Yaralandım!
Makasçı : Nerenden?
(Şef diz üstü çökerken, koşup gelen Makasçının kucağına düşer. Kadın telaş içinde ağlamaya başlar.)
Makasçı : Telaşlanma, abla... Su getir... Çabuk... Biraz da temiz bez lazım.
(Kadın sağa sola koşarak istenilenleri bulmaya çalışır.)
İstasyon Şefi : İyi değilim...
Makasçı : (Şefin göğsünü açar. Yarayı arar. Kadın istenilenleri getirmiştir. Ağlamaktadır.) Bir şeyin yok, Kaptan...
İstasyon Şefi : Teselli etme... Ayıptır bize... Çok yara, çok ölüm gördüm... Bilirim...
(Kadın kocasının ayakları dibine diz çömüştür. Yarayı yıkaması, sarması için Makasçıya yardım eder. Yara sarılır.)
İstasyon Şefi : Boşuna zahmet... Kurşun içerde...
Makasçı : Yarın hemen,., posta trenini durdurup götürürüm seni...
(Kadın, kocasının elini öpmektedir.)
İstasyon Şefi : Teselli istemez... Sen de biliyorsun, ben de... (Sükût,) Ne yapalım... (Sükût.) Böyle işte... (Elini öpen kadının basını okşar.)
Makasçı : Konuşma...
İstasyon Şefi : Bırak... Konuşayım... Konuşmak istiyorum... Muhase¬be meselesi... Biz, fena insanlar değildik. Fena olduk. Fena yaptılar. Sonra... (Sükût.) Işığı gördüm... Dünyayla, hayatla bağ meselesi... (Sükût.) (Makasçı ayağa kalkmak ister.) Nereye gidiyorsun?
Makasçı : Pencereyi kapatacağım.
İstasyon Şefi : Kapatma... Keşke daha yüz pencere olsa da, yüzünü de açsak... Pencereyi kapatma... Pencereler kapandığı için... belki de... bunun için fena olduk... (Sükût.) Senin bir dalgan varmış hani. Daha güzel, daha haklı insanlar... O dalgayı kaybetme... (Sükût.) Köy halkı... Bakkal Mehmet... Ethem Bey...
İstasyon Şefinin Karısı : Dinlen biraz...
İstasyon Şefi : Ne dediydi?.. Nasıl konuştuydu?.. «Gönül çekmenin zamanı mı?» (Sükût.)
Makasçı : Kımıldanma...
İstasyon Şefi : Ankara'ya, kalabalığa gidiyorsun... Bataklıktan kurtu¬luyorsun. Vira demir... (Sükût.) O hâlâ dönmedi mi? Neticeyi bildirecekti. Dönmez belki... Yolcudur Abbas. (Güler. Sükût.) Ben de yolcuyum... Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz... (Sükût.) Yolcudur Abbas... (Sükût.) Yolcu!..

Perde
Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 10 misafir