Türkiyenin Toplumsal Yapısı 1-2-3-4.Üniteler Özeti

Cevapla
notcu
Mesajlar: 332
Kayıt: 10 Nis 2018 11:33
İletişim:

14 May 2018 22:36

Ünite 1:
*** Toplumsal Yapıyı Açıklayan Kavram ve Kuramlar
Anahtar Kavramlar
Toplum, insanları etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür. Herbert Spencer toplumsal yapı kavramını ilk kullanan kişi olmasına karşın, bu kavram o dönemde pek açıklığa kavuşamamıştır.
Toplumsal yapı, toplumda sürekli ve örgütlü sosyal ilişkilerin bütünüdür.
Toplumsal yapının parçaları; toplumsal statü, toplumsal rol, toplumsal gruplar, toplumsal sınıf, toplumsal ağ, toplumsal kurumlar ve kültürdür.
Statü, kişinin toplumsal yapı içinde bulunduğu konumdur.
Toplumsal sınıf, insanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre bu pozisyonun bilincinde olsun veya olmasın bölünmeleridir.
Toplumsal ilişkiler ağı, bireyin grup içi ve dışı bütün ilişkilerini içine alır. Bu ağ sayesinde bireyler ve gruplar, haberleri, bilgileri ve kaynakları paylaşırlar.
Toplumsal kurum, toplumun yapısı ve temel değerlerinin korunması bakımından zorunlu sayılan, nispeten sürekli kurallar topluluğudur.
Kültür, toplumda yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaştıklarını kapsayan bir kavramdır.
Toplumsal yapıyı açıklayan kuramların başlıcaları yapısalcılık, yapısal fonksiyonalizm, sosyal alışveriş kuramı, çatışma kuramı ve evrimci sentez kuramıdır.
Türkiye’de toplumsal yapı üzerine yapılan ilk çalışmalar, Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin tarafından gerçekleştirilmiştir.
Türk sosyoloji yazınında 1945-1972 yılları arasında toplumsal yapı ile ilgili çalışma yapan sosyologların başlıcaları Behice Boran, Mübeccel Belik Kıray, Nihat Nirun, Nevzad Yalçıntaş, İbrahim Yasa, Orhan Türkdoğan, Tahir Çağatay ve Ömer Bozkurt’tu.
Türk sosyoloji yazınında 1985 ve sonrasında toplumsal yapı üzerine çalışma yapan başlıca araştırmacılar; Emre Kongar, Korkut Boratav, Birsen Gökçe, Beylü Dikeçligil, Aytül Kasapoğlu ve Mehmet Ecevit’tir.
Amaçlarımız
Toplmsal yapı kavramını tanımlamak.
Toplumsal yapı, toplumda organize olmuş sosyal ilişkilerin bütünüdür.
*** Toplumsal yapıyı oluşturan parçaları açıklamak.
Toplumsal yapının parçaları toplumsal statü, toplumsal rol, toplumsal gruplar, toplumsal sınıf, toplumsal ilişkiler ağı, toplumsal kurumlar ve kültürdür. Statü, kişinin toplumsal yapı içinde işgal ettiği konumdur. Rol, belirli bir statüyü işgaleden kişiden beklenen davranıştır. Toplumsal grup, en az iki kişiden meydana gelen, benzer değer ve beklentileri paylaşan bireylerin düzenli etkileşimleri sonucu ortaya çıkan bir birleşmedir.
Toplumsal sınıf, insanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre bu pozisyonun bilincinde olsun veya olmasın bölünmeleridir. Toplumsal ilişkiler ağı bir bireyin hem grup içinde hem de diğer gruplar, kuruluşlar ve kurumlarla olan bütün ilişkilerini kapsayan ağdır. Toplumsal kurum, toplumun yapısı ve temel değerlerinin korunması bakımındanzorunlu sayılan, nispeten sürekli kurallar topluluğudur. Kültür, toplumda yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaş- tıklarını kapsayan bir kavramdır.
*** Toplumsal yapıyı farklı kuramlar ışığında değerlendirmek.
Yapısalcılık, inceleme konusu olarak yapıyı ele almak gerektiğini ileri süren çeşitli bilim dallarındaki ortak görüşün adıdır. Yapısalcılık bilimsel bir yöntem olduğu kadar bir ideolojidir. Yapısal fonksiyonalizm, toplumsal kurumları toplum içinde yerine getirdikleri fonksiyonlarına göre inceleyen bir yaklaşımdır. Sosyal alışveriş kuramı, kökenleri ekonomi ve davranış psikolojisine bağlanan ve sosyolojiden çok sosyal psikolojiye dayanan bir kuramdır. Çatışma kuramı, toplumu, temel maddi gereksinimler ve kaynakları elde ederken çatışan grupların bir sistemi olarak görür. Çatışma kuramı sosyal kökeni alt sınıf olan bir grup sosyolog tarafından ortaya atılmıştır. Evrimci sentez kuramı, Lenski’nin çatışma kuramı ile fonksiyonalizmi evrimci bir çerçevede sentezlemeye çalıştığı bir tabakalaşma kuramıdır.
*** Türkiye’nin toplumsal yapısı ile ilgili çalışmalar yapan başlıca araştırmacıların isimlerini listelemek.
Türkiye’nin toplumsal yapısı üzerine çalışma yapan başlıca araştırmacılar: Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, Behice Boran, Mübeccel B.Kıray, İbrahim Yasa, Tahir Çağatay, Nihat Nirun, Ömer Bozkurt, Nevzad Yalçıntaş, Niyazi Berkes, Şerif Mardin, Özer Ozankaya, Eyüp Kemerlioğlu, Korkut Boratav, Emre Kongar, Orhan Türkdoğan, Birsen Gökçe, Nur Serter, Beylü Dikeçligil, Aytül Kasapoğlu, Mehmet Ecevit ve Bahattin Akşit’tir.
Yaşadığınız bölgede ya da turist olarak gezdiğiniz bölgelerde arkeoloji ve etnografya müzelerini ziyaret ederek geçmiş dönemlerde Anadolu’da yaşamış toplumları ve yaşam biçimlerini değerlendirmeye çalışınız.
Yaşadığınız ya da turist olarak ziyaret edeceğiniz bölgede hangi müzelerin olduğunu Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığının İnternet adresinden (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.) öğrenebilirsiniz. Ülkemizde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 98 Müze Müdürlüğü, 90 bağlı birim ve 129 düzenlenmiş ören yeri olmak üzere, ziyaret edilebilir 317 ünite aynı zamanda birer eğitim ve bilim kurumu olarak hizmet vermektedir.
Öğrencilik statüsü dışında hangi statülere sahip olduğunuzu düşünün.
Anne babanızın çocuğu olarak sahip olduğunuz bir statünüz vardır. Bunun yanında cinsiyetiniz yani kadın ya da erkek olmamız bir başka statünüzdür. İnsanın yaşı örneğin; çocuk, genç, orta yaşlı ya da yaşlı olması ona toplumda bize farklı statüler getirir. Eğer çalışıyorsanız, bir çalışan olarak statümüz vardır. Örneğin, memur ya da işçi olmak gibi. Eğer evliyseniz; bir eş olarak statünüz vardır. Çocuğunuz varsa bir anne veya baba olarak statünüz vardır. Yaşamımız boyunca birçok statüye sahip oluruz ve bu statülerin gerektirdiği rolleri yerine getiririz.
*** Sahip olduğunuz öğrencilik statüsünün gerektirdiği roller nelerdir?
Öğrencilik statüsünün gerektirdiği roller açısından örgün eğitim alan biri için dönem başlarında kayıt yaptırmak, derslere devam etmek, derslerine çalışmak, sınavlara girmek ve ödev vb. uygulamaları yapmak, okul yönetmeliğine uymak, mezun olmak sayılabilir. Bir açıköğretim öğrencisinin rolleri ise benzer şekilde dönem başında kayıt yaptırmak, derslerine çalışmak, sınavlara girmek, derslerini başarıyla geçmek ve mezun olmak biçiminde sıralanabilir.
*** Üyesi olduğunuz toplumsal gruplar nelerdir?
İçinde bulunduğumuz grupların başında aile gelir. Bunun yanında arkadaş grupları olabilir. Gerek iş ortamında gerekse iş ortamı dışında arkadaşlarımızla birçok paylaşım yaşarız. Yüz yüze, sıcak samimi ilişkilerin yaşandığı bu tür ilişkilerimiz yanında, resmî ilişkilerimiz de vardır. Örneğin, amir ve memur arasındaki iş ilişkisi gibi. Hobilerimizle ilgili olarak bir grubun üyesi olabiliriz. Örneğin; zekâ oyunları veya gezi kulübü.
Ünite 2:
*** Türkiye’de Kültür ve Kültürel Değişim
Anahtar Kavramlar
Kültür sözcüğü beşeri, estetik, maddi ve biyolojik alandaki ve bilim alanındaki anlamlarıyla dört farklı biçimde ele alınır.
Kültür; normlar, değerler, inançlar, semboller ve dil olmak üzere farklı ögelerden oluşur.
Dil, kültürü oluşturan ana ögelerden biridir.
Türkler sırasıyla Göktürk, Uygur, Arap kökenli ve Latin kökenli olmak üzere dört temel alfabe kullanmışlardır.
Kültürel süreçler başı-sonu belli olmadan süregelen olaylardır.
Türk kültürü ve Türkiye kültürü farklı anlamlar taşımaktadır.
Türk kültürünün Orta Asya, komşu ülkeler (Çin, Hint) ve İslam (Arap, İran) olmak üzere üç temel kaynağı vardır.
Türkiye kültürünün etkileyen 4 kültür; özgün Türk kültürü (Orta Asya), İslam kültürü (Arap, İran), Anadolu yerli kültürleri ve Batı (Avrupa) kültürüdür.
Amaçlarımız
*** Kültürün farklı anlamlarını ayırt etmek.
Bilim alanındaki kültürle uygarlıklar; beşeri alandaki kültür ile eğitim sürecinin ürünü; estetik alandaki kültürle güzel sanatlar; maddi (teknolojik) ve biyolojik alanda kültürle de üretme, tarım, ekin, çoğaltma ve yetiştirme anlamları kastedilmektedir.
Kültürün ögelerini sıralamak.
Kültürün ögeleri; normlar, değerler, inançlar, semboller ve dildir.
Kültürel süreçleri açıklamak.
Kültürel süreçler başı-sonu belli olmadan süregelen olaylardır. Kültürel süreçlerin kültürel olaylardan farkı, daha genel, soyut ve evrensele yakın düzeyde geçerli kavramlar olmalarıdır. Kültürel süreçler arasında; kültürleme, kültürel yayılma, kültürlenme, kültürleşme, kültürel yozlaşma, kültür şoku, zorla kültürlenme, kültürel özümseme ve kültürel değişme sayılabilir. Kültürleme, doğumdan ölüme kadar bireyin, toplumun istek ve beklentilerine uyacak biçimde etkilenmesi ve değiştirilmesi, geniş anlamıyla toplumsallaşmadır. Kültürel yayılma, belli bir toplumda, dıştan içe doğru ya da içten dışa doğru, maddi ve manevi ögelerin sürekli olarak yayılmasıdır.
Kültürlenme, belli bir toplumun alt-kültürlerinden ya da farklı toplumlardan kopup gelen birey ve grupların buluşması ve bir etkileşim süresi sonunda, asıl kültür ve alt-kültürlerde bulunmayan yepyeni bir bileşime varılması, ulaşılmasıdır.
Kültürleşme, kültürel yayılma süreciyle gelen maddi ve manevi ögelerle, başka kültürlerden birey ve grupların, belli bir kültürel etkileşime girmesi ve karşılıklı etkileşim sonucunda her ikisinin de değişmesidir. Kültürel yozlaşma, yayılmacılara göre, bir merkezden çıkan ve yayılan kültürün etkisinin her zaman çıkış ve geliş yerindeki yükseklik ve derecesini koruyamayıp bozulması, yozlaşmasıdır.
Kültür şoku, bir kültürden başka bir kültüre giden bireylerin, yeni kültüre uyum yapmakta karşılaştıkları güçlükler, sıkıntı ve bunalımlar, gösterdikleri tepkilerdir. Zorla kültürlenme, bir kültüre mensup birey ve grupların, başka bir kültür tarafından zorla değiştirilmesidir. Kültürel özümseme, bir kültürel sistemin başka bir kültürel sistemi giderek kendine benzetmesi, kültürel egemenliği altına almasıdır. Kültürel değişme, yukarıdaki bütün süreçlerin ve öteki kültürel etkenlerin bir bileşkesi olarak, toplumun bütünüyle veya bazı kurumlarıyla değiş- mesi ya da değişikliğe uğramasıdır.
*** Türk kültürü ve Türkiye kültürü arasındaki farkı açıklamak.
Türk kültürü ile Türk kavminin tarih sahnesine çıkışından başlayarak, günümüze dek süregelen ve Türklerin yerleştikleri, yaşadıkları, bugün de yaşamakta oldukları yerlerde yarattıkları ve etkinliğini sürdüren kültür anlaşılmaktadır. Türkiye kültürü denildiğinde ise Türklerin yerleşmelerinden dolayı Türkiye denilen bu topraklarda onlardan önce varolan, onların gelişiyle büyük bir değişikliğe uğrayarak devam eden ve günümüze ulaşan kültür anlamıa gelmektedir.
*** Türk kültürünü ve Türkiye kültürünü etkileyen uygarlıkları sıralamak.
Türk kültürünün; Orta Asya, komşu ülkeler (Çin, Hint) ve İslam (Arap, İran) olmak üzere 3 temel kaynağı vardır. Türkiye kültürünü etkileyen 4 kültür; Özgün Türk kültürü (Orta Asya), İslam kültürü (Arap, İran), Anadolu yerli kültürleri ve Batı (Avrupa) kültürüdür.
*** Türkiye’de kültürle ilgili yapılmış temel araştırmaların başlıca bulgularını değerlendirmek.
Hofstede’in araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de toplulukçu değer ve normlar egemendir, kadınsı değerler ön plandadır, güç mesafesi fazladır, belirsizlikten kaçınma eğilimi yüksektir. Dünya Değerler Araştırması, 2011 yılı sonuçlarına göre ise Türkiye’de bireysel mutluluk ve hanenin maddi durumunun tatmin düzeyleri son yıllarda artmıştır. Erkeğin aile reisi olmasının tercihi vb. gibi erkek egemen değerleri destekleyen sonuçlar elde edilmiştir. En sık yapılan dinî ibadetler oruç tutma ve kurban kesmedir. Evlilik kurumu saygın ve gerekli bir kurum olarak görülmektedir. Siyasete demokratik katılım konusunda halkın geleneksel çekimserliği artarak sürmektedir. İnsan haklarına saygı duyulmadığı fikri yaygın bulunmuştur.
Ünite 3:
*** Türkiye’de Aile Kurumu ve Nüfusla İlgili Sorunlar
Anahtar Kavramlar
2000 yılındaki nüfus sayımında 67.803.927 kişi olan Türkiye nüfusu, 31 Aralık 2011 tarihi itibarıyla 74.724.269 kişidir.
Son sayıma göre ülke nüfusunun % 76,8’i il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.).
2011 yılındaki nüfus sayımına göre nüfusun % 50,2’sini (37 milyon 532 bin 954 kişi) erkekler, % 49,8’ini (37 milyon 191 bin 315 kişi) ise kadınlar oluşturmaktadır.
Kültürün içselleştirilmesiyle birlikte toplumun kuralları ve değerleri kabul edilir ve içselleştirilir.
Kayseri’de, bunalım geçirdiği iddia edilen annesinin, inşaatın 5. katından attığı 2 yaşındaki çocuk öldü. Kazım Karabekir Mahallesinde oturan F.Z.H. (25), 2 yaşındaki oğlu M.H’yi evlerinin yanındaki bir inşaatın 5. katından attı.
Küçük çocuk, olay yerinde yaşamını yitirdi. Anne F.Z.H. ise olay yerine gelen polis ekipleri tarafından inşaattan indirilerek gözaltına alındı. F.Z.H, psikolojik muayene için Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldü Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.).
Kent nüfus oranı 2000 yılında % 64,9 iken köy nüfus oranı % 35,1 olarak ölçülmüştür. Oysa 2007 yılında kent nüfus oranının % 70,5, köy nüfus oranının % 29,5 olduğunu görürüz (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.).
Kırsal alanlarda aile bağımsız bir ekonomik birim olmaktan çıkar. Üretime katılan aile emeği farklılaşır ve aile geçimini sağlamak için emeğini aile dışı işletmelere satar (Özbay, 1984: 42).
“Kentleşme, nüfusun büyük oranının tarımdan ve topraktan kopup tarım dışı alanlarda, sanayide, karmaşık örgütlerde ve dolayısı ile köyden başka yerlerde, kentlerde hayatlarını kazanmaya ve yaşamaya başlamaları demektir (Kıray, 1982: 57).
“Gecekondu ailesi bir taraftan kır ailesinin alışkanlıkları, tutumları ve değer yargılarıyla çevrili diğer taraftan kent yaşantısının etkisi altında kalan bir aile tipidir (Gökçe, 1991: 388).
“Köylü olarak düşünürüm, kendimi köylü olarak görürüm. Çünkü karın üstünde yalınayak odun topluyorduk ki yakak köyde biz. İnsan halini unutur mu? Ben onu unutup da şehirli olamam. Dünya kadar variyetim (varlığım, malım) olsa gine olamam” (Erman, 1998: 218).
Bireylerin yapmış oldukları evliliklerin % 85,9’unda hem resmî hem de dinî nikâh kıyılmıştır (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.).
2011 yılının III. Dönemi’nde (Temmuz-Ağustos-Eylül) evlenme sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 0,8 artarak 184.750’ye yükselmiştir. (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor., 2011).
2011 yılının IV. Dönemi’nde (Ekim-Kasım-Aralık) evlenme sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 0,8 azalarak 137.386 olmuştur (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor., 2011).
Türkiye’de kaba doğum hızı 1990 yılında % 25,2 iken 2000 yılında % 20,2, 2006 yılında ise % 18,7’ye gerilemiştir.
Türkiye’de kaba doğum hızı 2010 yılında % 17,0, genel doğurganlık hızı ise % 71,5’tir (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor., 2011).
Evlilik birliği, ortak hayatın sürdürülmesi eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmışsa, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açılır. Medeni Yasa’da yapılan değişiklikle Aile Mahkemeleri kurulmuştur.
Eşler arasında Yasal Mal rejimi değişti. Eşin üzerindeki mallara ortaklığı getiren edinilmiş mallara katılma rejimi yasallaştı.
Türkiye’de 2007 yılında 638.311 çift evlenirken 94.219 çift ise boşanmıştır (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.: 2007).
2011 yılının III. Dönemi’nde (Temmuz-Ağustos-Eylül) boşanma sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 4,2 artarak 25.858’e yükselmiştir (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor., 2011).
2011 yılının IV. Dönemi’nde (Ekim-Kasım-Aralık) boşanma sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 3,3 azalarak 28.370’e düşmüştür (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor., 2011).
Türkiye’de 2007 yılı verilerine göre boşanmaların % 41,8’i evliliğin ilk 5 yılı içinde, % 22,5’i ise 16 yıl ve daha fazla süre evli olan çiftlerde gerçekleşmiştir (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor., 2008).
2011 yılının IV. Dönemi’nde meydana gelen boşanmaların % 39,7’si evliliğin ilk 5 yılı içinde, % 24,9’u ise 16 yıl ve daha fazla süreli olan evli çiftlerde gerçekleşmiştir (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor., 2012).
4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, 08-03-2012 tarihinde 6284 sayılı AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN olarak değiştirilmiş ve 19- 03-2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Alo 183 telefon hattı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı olarak şiddete uğrama tehlikesi altındaki kadın ve çocuklara, psikolojik, hukuki ve ekonomik alanda danışmanlık hizmeti vermek için kurulmuştur (Karınca, 2011: 43).
Türkiye’de 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Yasası, kadının cinsel ve bedensel bütünlüğünü koruyan değişiklikleri içermektedir.
Yeni Medeni Yasa, evlilik içinde kadın-erkek eşitliğini önceki yasadan daha ileri bir düzeyde sağlamıştır (Karınca, 2011: 67).
Türk Medeni Kanunu, eşlerin oturdukları konuttan yararlanma ve kullanma hakkını etkileyen hukuksal işlemlerde tek başına değil, birlikte hareket etme ve karar verme zorunluluğunu getirmiştir.
Hiç kimse zorla evlendirilemez. Herkes evleneceği kişiyi seçme hakkına sahiptir.
Nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri yetkili kılınmıştır [md.177], (Karınca, 2011: 67).
Yeni Medeni Yasa ile kadının ev içindeki emeği, ailenin geçimine katkı olarak değerlendirilecektir
Amaçlarımız
*** Ailenin yapısı ile ilgili farklı bakış açılarını karşılaştırmak.
Aileye getirilen en temel yaklaşımlar, evrensel ve fonksiyonalist bakış açılarıdır. Ailenin evrensel bir kurum olduğunu savunan G. P. Murdock’a göre aile ortak ikamet, ekonomik iş birliği ve yeniden üretimle karakterize edilen sosyal bir gruptur. Bu grup her iki cinsin yetişkinlerini içerir ve bunların arasında sosyal olarak onaylanmış bir cinsel ilişki vardır.
Ailenin işlevsel analizini yapan T. Parsons’a göre ise ailenin temel ve indirgenemez iki fonksiyonu vardır: 1. Çocukların birincil sosyalizasyonu 2. Toplum nüfusunun yetişkin kişiliklerinin sabitlenmesi. Ona göre aileler insan kişilikleri üreten fabrikalardır. İlk sosyalizasyon sıcaklık, güvenlik ve karşılıklı destek ister.
*** Türk ailesinin oluşumunu etkileyen faktörleri tanımlamak.
Türk ailesinin oluşumunu etkileyen faktörler ailedeki yapısal değişiklikler ve sosyo-ekonomik etmenlerdir. Çekirdek aile, ataerkil geniş aile, geçici geniş aile ve çözülmüş aile olmak üzere dört aile tipi vardır. Aileyi etkileyen sosyo-ekonomik etmenler ise mülkiyet, iş, meslek ve gelir ilişkileridir. Bu faktörlerle birlikte aile tiplerinin oluşumu evlilik kalıplarını, evliliğin oluşumunu, evlilikte yaş, aile otoritesi, davranış kalıplarını ve karı koca ilişkilerini etkiler. Türk aile yapısı çekirdek büyük bir çoğunlukla çekirdek ailelerden oluşur. Geniş aile ne kırsal alanlarda ne de kentsel alanlarda başat aile yapısı olmaktan çıkmıştır.
*** Kırsal ailenin özelliklerini saptamak.
Ailenin üretim işlevindeki değişiklikler ailenin yapısını da önemli ölçüde etkiler. Türkiye tarımında aile yapıları ağırlıklı olarak küçük meta üreticisi hanelerden oluşur. Bu haneler küçük ve orta büyüklükteki topraklar üzerinde aile emeğini kullanarak üretim yapan birimlerdir. Hanede yaşayan bireylerin iş bölümü içerisindeki yerleri yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir.
*** Kentsel ailenin farklılıklarını açıklamak.
Bütün metropol aileleri, modern teknolojinin kurumları tarafından yaratılmış farklılaşmış, kurumlaşmış ve örgütlü bir çevrede yaşarlar. Buna karşılık gecekondu ailesi bir taraftan kır ailesinin alışkanlıkları, tutumları ve değer yargılarıyla çevrili diğer taraftan kent yaşantısının etkisi altında kalan bir aile tipidir. Gecekondu aileleri kentsel ekonomi içerisinde kalıcı ve temel ögeler hâline geldiler. Oysa elde ettikleri yalnızca kendi durumlarını sürdürmelerini sağlayacak toplumsal ve ekonomik destek ve ekonomik koruma oldu.
*** Boşanmanın nedenlerini saptamak.
Boşanma davası, eşlerden birinin kötü muamelesi, hayata kast edecek veya onur kırıcı davranışlarda bulunması, küçük düşürücü suç işlemesi ve haysiyetsiz bir hayat sürmesi, evlilik dışı ilişkide bulunması, evi terk etmesi, tedavisi olanaksız akıl hastası olması hâlinde açılır.
*** Aile ve ailenin yapısı ile ilgili yasal düzenlemeleri listelemek.
Yeni Medeni Yasa ile aile içerisinde kadın-erkek eşitliği sağlanmıştır. Türk Medeni Yasası’na göre:
• Kadınlar ve erkekler 17 yaşını doldurmadan evlenemezler.
• Kadınlar evlendikten sonra önceki soyadlarını kullanabilirler.
• Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler.
• Eşler oturdukları konuttan yararlanma ve kullanma hakkını etkileyen hukuksal işlemlerde tek başına hareket etmeyip birlikte hareket etmek ve karar vermek zorundadırlar.
• Kadının bir meslek ve sanatla uğraşması kocanın iznine bağlı değildir.
• Çocuğun velayeti ile ilgili olarak kadınlar erkeklerle eşit haklara sahiptirler.
• Hiç imse zorla evlendirilemez. Herkes evleneceği kişiyi seçme hakkına sahiptir.
• Evlili birliği devam ederken ya da eşler ayrı yaşarken kadınlar nafaka talebinde bulunabilir.
• Nafaka davası Türkiye’nin her yerinde ve Aile Mahkemelerinde açılabilir.
• Yeni Medeni Yasa ile kadının ev içindeki emeği ailenin geçimine katkı olarak değerlendirilecektir.
*** G. Murdock aileyi nasıl tanımlar?
G.P. Murdock’a göre aile, ortak ikamet, ekonomik işbirliği ve yeniden üretimle karakterize edilen sosyal bir gruptur. Bu grup her iki cinsin yetişkinlerini içerir ve bunların arasında sosyal olarak onaylanmış bir cinsel ilişki vardır.
*** T. Parsons’a göre ailenin temel ve indirgenemez fonksiyonları nelerdir?
1. Parsons’a (1955) göre ise ailenin temel ve indirgenemez iki fonksiyonu vardır: 1. Çocukların birincil sosyalizasyonu 2. Toplum nüfusunun yetişkin kişiliklerinin sabitlenmesi.
*** D. Cooper’ın eleştirisine göre aile nasıl tanımlanır?
1. Cooper’ın (1972) eleştirisine göre ise aile “kendi” olmayı ve insanların kendi bireyselliklerini yaratma özgürlüklerini reddeder. Aile bireyleri sınırlayıcı olan rollerde uzmanlaştırır. Böylece bireylerin davranışları dar kalıplarla sınırlanır ve benliğin gelişimi engellenir.
*** Serim Timur’a göre aile tiplerinin oluşumu aile ile ilgili hangi faktörleri etkiler?
Serim Timur’a göre aile tiplerinin oluşumu evlilik kalıplarını, evliliğin oluşumunu, evlilikte yaş, aile otoritesi, davranış kalıplarını ve karı koca ilişkilerini etkiler.
*** Türkiye’de çiftler hangi nedenlerden dolayı boşanırlar?
Türkiye’de çiftlerin büyük çoğunluğu “geçimsizlikten”, “bilinmeyen nedenlerden “diğer” nedenlerden, “terk” nedeniyle boşanırken, bir kısmı da “zina”, “akıl hastalı- ğı”, “cürüm ve haysiyetsizlik” ve son olarak “cana kast ve pek fena muamele” den dolayı boşanırlar.
*** Yeni Türk Ceza Yasası’na aile ile ilgili getirilen değişiklikler nelerdir?
Yeni Türk Ceza Yasası:
• Töre cinayetlerini cezalandırmaktadır.
• Birden fazla evliliği ve imam nikâhını yasaklamaktadır.
• Resmî nikâh yapılmadan gerçekleştirilmek istenen dinî nikâhları cezalandırmakta ve engel olmaktadır.
• Evlilik içi tecavüzü suç saymaktadır.
• İş yerinde, eğitim kurumunda veya aile içinde taciz ve tecavüzü cezalandırmakta, mağdurun bu eylem sonucu işsiz kalması, eğitim kurumunu terk etmesi veya aileden ayrı kalması hâlinde verilen cezayı artırmaktadır.
• Tecavüz sonucu hamile kalan kadının kendi isteğinin bulunması hâlinde (hamileliğini 20 haftayı geçmemiş olması koşulu ile) hastane ortamında olmak koşulu ile kürtaj olmasına izin vermektedir.
• Aynı konutta yaşanan birlikteliklerde kötü muamele ve şiddeti cezalandırmaktadır.
• Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmemeyi suç saymaktadır.
• Hâkim ve savcı kararı olmadan yapılacak bekâret kontrolünü (her türlü genital muayeneyi) yasaklamaktadır.
Yeni Medeni Yasa ile evlilik içinde getirilen değişiklikler nelerdir?
Yeni Türk Medeni Yasası’na göre:
• Kadınlar ve erkekler 17 yaşını doldurmadan evlenemezler.
• Kadınlar evlendikten sonra önceki soyadlarını kullanabilirler.
• Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler.
• Türk Medeni Kanunu, eşlerin oturdukları konuttan yararlanma ve kullanma hakkını etkileyen hukuksal işlemlerde tek başına hareket etmeyip birlikte hareket etmek ve karar vermek zorunluluğu getirmiştir.
• Kadının bir meslek ve sanatla uğraşması kocanın iznine bağlı değildir.
• Çocuğun velayeti ile ilgili olarak kadınlar erkeklerle eşit haklara sahipler.
Yeni Medeni Yasa ile evlilik içinde getirilen değişiklikler:
• Hiç kimse zorla evlendirilemez. Herkes evleneceği kişiyi seçme hakkına sahiptir.
• Evlilik birliği devam ederken ya da eşler ayrı yaşarken kadınlar nafaka talebinde bulunabilir.
• Nafaka davası Türkiye’nin her yerinde ve Aile Mahkemelerinde açılabilir.
• Yeni Medeni Yasa ile kadının ev içindeki emeği ailenin geçimine katkı olarak değerlendirilecektir.
Ünite 4:
*** Türkiye’de Eğitim Kurumu ve Sorunları
Anahtar Kavramla
İşlevselci Kurama göre eğitim, mevcut toplum değerlerinin korunması ve sürdürülmesini sağlayan bir toplumsal kurum iken Marxist Çatışmacı Kuram’da toplumsal, ekonomik ve politik düzenin bir parçası olarak toplumda var olan eşitsizlikleri yeniden üreten ve meşrulaştıran bir kurumdur.
Kültürel sermaye, bireylerin ya da grupların eğitim başarısı ve sosyal statülerine ailenin geçmişinin (background) ve eğitimin katkısını ifade etmektedir.
Osmanlı Devleti’nde eğitim uzun yıllar kendi içinde kademelere ayrılan medreselerle yönetici zümrelerin yetiştirilmesinde kullanılan Enderun Mektebi aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu mektep dışında, devletin eğitimle olan bağı oldukça sınırlı olmuş, ülke içindeki okulların açılıp işletilmesi dinsel örgütlenmeler paralelinde gerçekleştirilmiştir.
1924-1926 arasındaki eğitim reformları sayesinde bugünkü Türkiye eğitim sistemi kurulmuştur.1924- 1926 arasındaki eğitim reformları sayesinde bugünkü Türkiye eğitim sistemi kurulmuştur.
Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 3 Mart 1924’te eğitim üzerinde devlet otoritesini mutlaklaştıran, temel amacı ülke içindeki bütün eğitim kurumlarını tek bir merkeze bağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı.
Eğitim sistemi, öğrencilerin hem eğitimsel hem de sosyal gereksinimlerini yeterli düzeyde karşılamamaktadır. Eğitimin gereksinimleri yeterince karşılayamaması, hem ekonomik ve politik sistemdeçarpıklıklara neden olmakta hem de sosyal ve kültürel konularda ciddi olumsuzluklar doğurmaktadır.
Eğitim sistemi, Millî eğitim yerel düzeydeki okullara kadar uzanan bürokratik bir yapı içerisinde işlemekte; eğitimde yenileşme çalışmaları da genellikle merkezden başlamakta ve merkezden yönlendirilmektedir.
Türkiye eğitim sistemi, merkeziyetçi, bürokratik ve toplumun gereksinimlerini karşılamaktan uzak görünmektedir.
Bunun yanı sıra sistemin fiziksel altyapı, donanım, derslik ve öğretmen eksikliği, okullaşma düzeyinin düşüklüğü, eğitimde fırsat eşitsizliği ve başarı düzeyinin düşüklüğü gibi pek çok sorunu bulunmaktadır.
Eğitime yapılan kamu harcamaları açısından Türkiye eğitime en az kamu kaynağı ayıran OECD ülkesidir. 2006 verilerine göre Türkiye’de ilköğretim düzeyinde kamu kaynaklı öğrenci başına harcama, OECD ortalamasının beşte biri kadardır. Ortaöğretim düzeyinde ise Türkiye’nin yaptığı harcama, OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dörtte biridir.
Ülkemizde öğretmen yetiştirmede çok ciddi sorunlar yaşanmakta, öğretmenlerimize gerekli olan yaşam standartı ve mesleki gelişimi olanakları yeterince sağlanamamaktadır.
Eğitimde düzenleyici bir siyaset üstü bir kurumun olmaması ve uzun vadeli planlamanın eksikliği eğitimin bugünkü sorunlarının yapısal nedenlerinden en önemlisidir.
Uluslarası çapta değerlendirme ve karşılaştıma yapan PİSA türü sınavlardan elde edilen sonuçlar eğitim sistemimize oldukça geniş perspektiften dönüt sağlayarak, zengin bir değerlendirme ve geliştirme kaynağı olarak kullanılabilir.
Son zamanlarda küreselleşmeyle birlikte, temel bir toplumsal hak ve bir kamu hizmeti olan eğitimin özel ve paralı hâle getirilmesi daha fazla gündeme getirilerek, kamu hizmeti niteliğini zayıflatma ya da kamu hizmeti olmaktan çıkarılma duruma getirilmeye çalışıldığı görüntüsü vermektedir.
Üniversiteler, eğitimin toplumsal bir olgu olarak ele alındığı mekânlar olmaktan çıkartılıp, tek boyutlu yani sadece sermayenin “etkinlik/kârlılık” iş yaptığı “ekonomik mekanlar” hâline getirilme riskiyle karşı karşıya kalabilmektedir.
Küreselleşmeyle birlikte toplumsal anlamda ise toplumsal ihtiyaçlar çevresinde tanımlanan eğitimin amaçları, bunlardan daha ziyade piyasanın amaçlarına göre şekillenmeye başlamıştır. Bu durum aynı zamanda neoliberalizm sürecinin Türkiye’de de etkinleştiğini göstermiştir.
Türkiye’de eğitimde reform girişimleri, sistemin özüne dokunmadan, siyasal çıkar elde etmek amacıyla bütünlükten uzak yapılmakta ve bu yüzden beklentileri karşılayamamaktadır.
Amaçlarımız
*** Eğitime yönelik temel kuramsal yaklaşımları özetlemek.
İşlevselci yaklaşıma göre, eğitim kurumunun işlevi, toplumsal sürekliliğin sağlanması için gerekli norm ve değerlerin aktarılmasıdır. İşlevselci yaklaşım, çağdaş toplumlarda belirli statü ve konumlara ilerlemede bireysel yetenek ve çaba toplumsal kökenden daha önemli olduğu için, eğitim, uzmanlaşmayı sağlayarak ve bireyleri yeteneklerine göre sınıflandırarak “iyi” eğitimli olanların “daha iyi” mesleki konumları elde etmelerine olanak tanıyacağını iddia etmektedir. İşlevselciliğe göre, eğitim ve okullar kişinin statüsünü aile kökeninden ziyade çabayla yeteneğin belirlediği bir fırsat eşitliği toplumunun yaratılmasına yardımcı olmaktadır. İşlevselci kurama göre eğitim, mevcut toplum değerlerinin korunması ve sürdürülmesini sağlayan bir toplumsal kurum iken, çatışmacı kuramda toplumsal, ekonomik ve politik düzenin bir parçası olarak toplumda var olan eşitsizlikleri yeniden üreten ve meşrulaştıran bir kurumdur.
Çatışmacı kuram, eğitimin devletin temel ideolojik aygıtlarından biri olduğunu ve çocuğun “etkiye en açık” olduğu çağda, eğitim yoluyla, sınıflı toplumlarda yerine getirmesi gereken toplumsal role uygun ideolojiyle donatıldığını, toplumsal sınıflarına uygun işler için eğitildiklerini vurgulamaktadır. Eğitimin bireylerin kültürel sermayelerinin yeniden üretmelerini sağladığını düşünen yeni üretim kuramının temsilcisi ise Bourdieu’dur. Bourdieu’ya göre, eğitimle kazanılan kültürel sermaye, toplumdaki ayrıcalıklı gruplardan aktarılan ve sahip olunan beceri ve yeteneklerin toplamıyla ilgilidir. Kültürel sermaye (eğitim, dil gibi), sosyal sermaye (sosyal bağlar ve iletişim) ve ekonomik sermaye (para ve diğer maddi kaynaklara sahip olma) hem aileden aktarım yoluyla hem de resmî eğitimle elde edilebilir.
Kültürel sermaye, bireylerin ya da grupların eğitim başarısı ve sosyal statülerine ailenin geçmişinin (background) ve eğitimin katkısını ifade eder. Örneğin, yükseköğrenim görme hakkına sahip olanlar, kültürel ayrıcalıkları nedeniyle toplumda daha fazla kabul görme statüsü elde ederler.
*** Eğitim alanında fırsat eşitliğinin anlamını açıklamak.
Eğitimi, içerik ve biçim olarak, insanlar arasındaki doğal farklılıklara göre biçimlenmesi gereken bireysel bir tercih olarak gören işlevselci yaklaşım, eğitimde eşitliği “eğitimde fırsat eşitliği”ne indirgemektedir. Yeteneğe vurgu yapan “fırsat eşitliği” ilkesi toplumsal, siyasal ve ekonomik kökenlerine bakılmaksızın herkesin yetenek ve becerileri ölçüsünde yarışabileceğini öngörmektedir.” Fırsat eşitliği”, mevcut eşitsizliklerin ortadan kaldırıldığı ve dolayısıyla eğitimsel eşitliğin sağlandığı bir durumu ifade etmez. “Fırsat eşitliği” politikaları, eşitliğin kendisini değil, fırsatını sunmakta, sunduğu fırsatlarla farklılık ve eşitsizliğe yol açmaktadır. Kendi içinde çelişkili bir kavram olan fırsat eşitliği, eşitsizliği gerektirmektedir. Sonuç olarak, eğitimin ilkeleri arasında yer alan “fırsat eşitliği” anlayışı yerine, sınıflar, cinsiyetler, bölgeler arasındaki ekonomik, toplumsal ve kültürel eşitsizliklerin giderilmesini de içeren bir “eşitlik” anlayışı getirilmelidir. Çünkü eğitim alanında yaşanan eşitsizliklerin temelinde başta ekonomi olmak üzere eğitimi etkileyen alanlarda görülen eşitsizlikler yatmaktadır.
*** Cumhuriyet Dönemi eğitim politikalarının temel hedeflerini özetlemek.
Cumhuriyet kadroları eğitimden bir yandan yeni topluma uygun ve rejimi güçlendirecek insan yetiştirme görevi beklenirken, diğer yandan özellikle kapitalizmin giderek güçlenmesiyle, ekonomik amaçlara hizmet edecek insan gücü yetiştirmek eğitimin temel işlevi hâline gelmiştir. Yeni bir rejimin kurulmasında, yeni bir toplumsal düzenin oluşturulmasında, yeni bir değerler sisteminin yerleştirilmesinde, ulusal bilincin uyandırılmasında ve gerekli ekonomik kalkınmanın ger- çekleştirilmesinde ****** ve Cumhuriyet kadroları en büyük sorumluluğu eğitime vermiş ve okulları en güçlü değişim mekanizmaları olarak görmüştür. Cumhuriyet Dönemi boyunca, eğitim ulusal bilinçlenmenin en önemli aracı olmuştur. Okulları, öğretmenleri, program ve yapılarıyla eğitim sistemi ulusal, laik ve demokratik bir özü gerçekleştirecekti.
*** Türkiyede’ki millî eğitimin temel sorun alanlarını finansman, öğretmen yetiştirme, fiziki donanım ve altyapı ve sınav sistemi açılarından analiz etmek.
Okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde yaklaşık 5 milyon çocuk ve genç çağ nüfusu içinde olmasına rağmen eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Bunun eğitimin finansmanı ile ilgili olduğu da düşünülmektedir. Eğitime yapılan kamu harcamaları açısından Türkiye eğitime en az kamu kaynağı ayıran OECD ülkesidir. İstatistiki verilere göre Türkiye’de ilköğretim düzeyinde kamu kaynaklı öğrenci başına harcama, OECD ortalamasının beşte biri kadardır.
Ortaöğretim düzeyinde ise Türkiye’nin yaptığı harcama, OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dörtte biridir. Derslik ve fiziki donanım yetersizlikleri yüzünden sınıf mevcutları büyük kentlerde ortalama 40-45 civarındadır. Sınıfların kalabalık olması eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Ders kitaplarının içeriğinde bilimsel olmayan, ayrımcı ve cinsiyetçi ögeler söz konusu olmaktadır.
Ayrıca, iş güvencesiz çalışmayı esas alan geçici ve sözleşmeli öğretmenlik uygulaması giderek yaygınlaşması eğitim sürecinin niteliksizleşmesine yol açmaktadır. Son olarak Türkiye’de eğitim, özellikle yükseköğretim, alt toplumsal sınıflar için bir kurtuluş yolu olarak görülmekte ve bunun yolu da Yükseköğretime Geçiş Sınavı’dan geçmektedir. Sınav başarısı ile kişinin sınıfsal konumu, sosyoekonomik kökeni, “kültürel sermayesi”, mezun olduğu okul türü, geldiği bölge arasındaki ilişki görünmez olmaktadır. Türkiye’de yapılan birçok araştırma sınav başarısı ve öğrencinin sosyoekonomik kökeni, bitirdiği okul türü, anne-babalarının eğitim durumu, geldiği coğrafi bölge arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
*** Küreselleşmenin Türkiye’deki eğitim sistemine etkilerini değerlendirmek.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de küreselleşme ve teknolojideki devasa ilerlemeyle birlikte “bilgi” ön plana çıkmaktadır. Artık sanayi toplumunun ötesine geçildiği iddiaları ile fiziki sermaye ile birlikte bilgi de önemli bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Söz konusu bilgi ve bu bilginin üretilmesi, sistemin devamlılığını sağlamada anahtar bir rol oynamaktadır. Bu kadar değerli olan bir şeyin kamu malı olarak telaffuz edilip herkese parasız olarak verilmesi ve/veya öğretilmesi tartışma konusu hâline getirilmektedir. Dolayısıyla, bilginin de piyasada alınıp satılan bir ticari meta hâline gelmesi söz konusu olmuştur.
Aynı zamanda, söz konusu bilginin üretilmesi süreci olan eğitim/öğretimin de metalaşması söz konusudur.
Küreselleşmeyle birlikte önemli bir eğilim de öğrencilerin bir katılımcı değil, “müşteri” olarak görülmesidir. Eğitim sistemleri daha fazla piyasa merkezli olmaya yönelmek zorunda bırakılmaktadır. Ülkelerin kamusal bütçeden eğitim için ayırdıkları kaynakları giderek azaltmaları ile de beslenerek okullar ve piyasa arasındaki ilişki eğitim sürecinin toplumun amaçlarından piyasanın amaçlarını gerçekleştirmeye doğru de- ğişme göstermektedir.
*** Eğitim şuralarının amacı ve niteliğini araştırınız.
Eğitim şuraları ülkedeki eğitimin, toplum ve dünyanın değişim şart ve doğrultusunda planlama, düzenleme ve yeniden yapılanmasına yardımcı olmak üzere bürokrasi, siyaset ve bilim çevrelerinin önde gelen kişilerin katıldığı yüksek danışma toplantılarıdır. Eğitim kamuoyunda şuraların “bir sistem arayışı” içinde geçtiği yolunda genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Bu toplantılarda sistem arayışından çok, mevcut uygulamalardaki açıklar ile dönemlere özgü sosyokültürel ve pedagojik sorunları Türkiye’de eğitimin güncel ve ivedi sorunları olarak sistemin öncelikli gündemi olmuştur.
*** AB ülkeleri eğitim sistemlerinde nitelik belirlemede kullanılan eğitsel nitelik göstergelerini araştırınız.
Avrupa eğitim sistemlerinde nitelik değerlendirme ve kıyaslamada kullanmak üzere belirlenen temel göstergeler 4 temel alanda toplam 16 tanedir. Bu alanlar ve kapsadığı göstergeler şunlardır: (1) Bilgi-Beceri: Matematik, Okuma, Fen, Bilgi ve İletişim Teknolojileri (ICT), Yabancı Diller, Öğrenmeyi Öğrenme, Sosyal Bilgiler/Yurttaşlık; (2) Başarı ve Üst Eğime Katılma: Okuldan ayrılma, Ortaöğretimin tamamlanması, Yüksek Öğ- retime katılma; (3) Örgün Eğitimin İzlenmesi: Okulda verilen eğitimin değerlendirilmesi ve yönlendirilmesi, Aile katılımı; (4) Kaynaklar ve Yapılar: Öğretmenlerin eğitimi ve yetiştirilmesi, Okulöncesi eğitime katılma, Bilgisayar başına düşen öğrenci sayısı, Öğrenci başına düşen eğitim harcamaları (Aksoy, 2003: 56).
*** Küreselleşme sürecinin üniversite kurumuna etkilerini araştırınız.
Yeni meta üretimini sağlayacak veya meta üretiminde verimliliği artıracak teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin söz konusu küreselleşme süreçte yaşamsal bir hâl almasıyla birlikte yüksek vasıflı kafa emeğine duyulan ihtiyaç da artmıştır. Bu süreç ise eğitimin, teknolojinin gereklerine mutlak bir şekilde tabi kılınmasını doğurmuştur. Bu noktada üniversiteler ile sermaye arasındaki ilişkinin önemi ortaya çıkmaktadır. Şirketlerin kendi iç örgütlenmelerinde yaptıkları değişikliklerle kurdukları ve üniversitelerden transfer ettikleri araştırmacıların yer aldığı araştırma-geliştirme bölümleri bir süre sonra yetersiz kalınca, üniversitelerdeki bilimsel faaliyetten azami faydayı sağlayabilmek için üniversite ve sanayi arasında organik ilişkiler kurulmuştur (Özuğurlu, 2006). Artık üniversitelerdeki bilimsel çalışmalarda hangi soruların peşine düşüleceğini, hangi problemlerin inceleneceğini, ne tür çözümlerin aranacağını ve ne tip sonuçlar çıkarılması gerektiğini kendi çıkarları peşindeki sermayenin güdümündeki bu organik yapı belirleyecektir (Çam, 2006: 6


Türkiyenin Toplumsal Yapısı


1. Toplumsal yapının kurucu öğeleri nüfus, çevre ve yerleşim, ekonomi, toplumsal sınıflar, eğitim, siyaset, hukuk, aile ve dindir.

2. Yapısal fonksiyonalizmin temel kavramları; yapı, fonksiyon, toplumsal yapı, kültürel yapı, sistem, sosyal sistem, statü, rol, değer, norm, düzen, yapısal farklılaşma, dinamik denge ve konsensustur

3. Spencer’in toplumu yaşayan bir organizma olarak görmesi tartışması;

a. Toplum ve yaşayan organizma her ikisi de büyüme eğilimi gösterirler.

b. “Toplumsal bünyeler” (social bodies) ve “canlı bünyeler” (living bodies) her ikisi de hacimce büyürlerken yapıca da büyürler.

c. Canlı bünyeler ve toplumsal bünyelerde her bir parça bir fonksiyon veya amaca hizmet eder.

d. Hem canlı hem de toplumsal sistemlerde parçaların birinde meydana gelen bir değişme diğer parçaları ve sonunda bütünü etkilemektedir.

e. Parçalar birbirine bağımlı olmakla beraber bağımsız olarak incelenebilirler

4. Comte ile başlayıp Spencer ile devam eden fonksiyonalist düşüncenin temel varsayımı, birbirlerine bağımlı parçalardan oluşmuş bir sistem olarak toplumun görüntülenebileceğidir

5. Durkheim modern toplumu kendine ait bir gerçekliğe sahip organik bir bütün olarak görür.

6. Samimi ilişkilerdeki alışveriş ile karmaşık toplumsal örgütlerde gözlemlenen alışveriş arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farklılıklardan bazıları;

a. Yüz yüze ilişkilerde, ilişkiler doğrudandır; büyük topluluklarda toplumsal değerler karmaşık yapıların bir araya gelmesinde önemli bir rol oynarlar.

b. Karmaşık yapılar kısmen kurumlaştırılır; “bu kalıcı kurumsal öğeler topluluk yaşantısının diğer öğeleri üzerinde geleneksel zorlamalar sarf ederler”. Yüz yüze ilişkiler böyle süre giden zorlayıcı bir güce sahip değildir.

c. Yüz yüze ilişkiler bireylerden oluşur; büyük toplumsal yapıların bileşenleri ise yine toplumsal yapılardır.

7. Homans kendi insan modelinin, kaynaklarını üstünlüğü için kullanan yeni “ekonomik insan” modeli olduğunu söyler. Homans’ın insan imajı birçok eleştiriye maruz kalmıştır.

8. İnsanların doğasını hayvan doğasından çok az farklı bulan daraltılmış bir Skinnerci “davranışçı psikolojiye” dayanır.

9. Bir toplumun üst yapısını oluşturan politika, eğitim, hukuk, din, aile ve evlilik ise bu alt yapıya bağlı olarak değişir veya ondan temellenir.

10. Marx’a göre modern toplumlarda ikili bir sınıf yapısı vardır. Bunlardan birincisi güce, mal ve mülke sahip olan burjuvazi, diğeri ise güçsüz ve üyelerinin mal ve mülk sahipliği olmadığı proletaryadır.

11. Çatışma yaklaşımı içinde en bilineni olan Marx’ın yaklaşımına yöneltilen en büyük eleştiri, Marx’ın toplumsal yapının belirleyici unsuru olarak alt yapıya (ekonomik ilişkileri) esas önemi vermesi, siyasal, hukuksal, felsefi, dinsel ve edebi alanları içine alan üst yapıyı ihmal etmesidir.

12. Marx, en büyük eleştiriyi “ekonomik determinizm” anlayışından almaktadır.

13. Lenski, kendini düşünen bir insan görüşünü kabul etmektedir.


14. Lenski insanlık tarihi boyunca toplumsal yapının başlıca belirleyenlerini şöyle tanımlamıştır:

a. İnsanın kalıtsal mirası (yani, organik evrim süreciyle edindiği araçlar ve davranışsal eğilimler),

b. Bu mirası arttırmak için yavaş yavaş şekillendirdiği teknolojiler,

c. İnsan etkinliği ve teknolojik gelişmesine çevresel engeller, özellikle diğer toplumlardan bilgi akışını engelleyen çevreler,

d. Arazi kaynak tabanlarını koruma mücadelesi veren toplumlar arasındaki ölümcül yarış.

15. Türkiye’de en fazla okunan sosyolog olma unvanını elinde bulunduran Ziya Gökalp

16. Ziya Gökalp Çalışmalarında saltanat, hilafet, Batılılaşma, halkçılık, demokrasi, siyasi ve ekonomik bağımsızlık, laiklik, eski Türk medeniyeti gibi Cumhuriyet’in başat konularını, Cumhuriyet öncesinde ele almış bir sosyologdur.

17. Gökalp’in sosyoloji anlayışının temelini kültür uygarlık, evrensel sosyoloji-millî sosyoloji, ilkel toplumlar-uygar toplumlar gibi ikili ayrımlar oluşturur.

18. Prens Sabahattin’e göre sosyal sorunların ana nedeni “yapı sorunu ”dur.

19. Türkiye’nin toplumsal yapısı üzerinde çalışan bir diğer sosyolog İbrahim Yasa toplumsal yapı ile kültür ilişkilerini incelemiş ve bu konudaki öne sürülebilecek iki görüşü ifade etmiştir.

20. Edinilmiş statü; Bireyin doğrudan bir çabası olmadan, kendi dışındaki etmenlerce sağlanan statüdür. Örneğin genç olmak, yaşlı olmak, uzun boylu olmak vs.

21. Türkiye’nin toplumsal yapısı ve temel sorunları isimli eserinde çağdaş Türkiye’nin toplumsal yapısı ve temel özelliklerini izleyen kuramcı İbrahim yasa

22. G. Homans’ın toplumsal yapıyı açıklarken yararlandığı kuramcı Spencer

23. İlişkinin taraflardan daha önemli olduğunu görüşünü savunan yaklaşım “Yapısalcılık”

24. Toplumsal kurumlara örnek olarak

a. Aile

b. Din

c. Ekonomi

d. Eğitim

25. Çatışma kuramına yöneltilen eleştirileri destekleyen gelişmeler

a. İşçilerin orta sınıf değerlere yönelmeleri

b. İşçi sınıfının zamanla burjuvalaşması

c. Toplumsal hizmetlerin genişlemesi

d. Sınıf bilincinin beklenenin aksine zayıflaması

26. H. Spancer’in canlı ve toplumsal bünyelerle ilgili görüşleri;

a. Parçaların birbirine bağımlı olması, fakat bağımsız olarak incelenebilmesi

b. Her bir parçanın bir amaca hizmet vermesi

c. Büyüme eğilimi göstermeleri

d. Parçaların birbirinde meydana gelen değişmenin, diğer parçaları ve bütünü etkilemesi

27. Toplumsal yapıyı açıklayan kuramlardan biride “evrimci sentez kuramıdır.”


28. Yapısal fonksiyonalist yaklaşımının temsilcileri;

a. W.ogburn

b. T. Parsons

c. W. Buckley

d. R.K. metron

29. Birincil grup; yüz yüze ilişkilerin yoğun olduğu, duygusal bağlar içeren gruplardır. (aile, akraba, arkadaşlar gibi )

30. Toplumsal yapının parçaları;

a. Toplumsal rol

b. Toplumsal statü

c. Kültür

d. Toplumsal sınıf

31. Toplumsal yapıyı oluşturan parçalar;

a. Toplumsal statü

b. Toplumsal grup

c. Statü

d. Toplumsal grup

32. İnsanları etkileyen gerçek ilişkiler bütünü olarak tanımlanan kavram; Toplum dur.

33. Toplumda belirli bir statüyü işgal eden kişiden beklenen davranış “Rol”dür.

34. Türkiye’de toplumsal yapı çalışmalarına katkıda bulunan bazı araştırmacılar;

a. Mübeccel B. Kıray

b. Emre Kongar

c. İbrahim Yasa

d. Nihat Tirun

35. Yapısal fonksiyonalist kuramının temel kavramları;

a. Toplumsal bütünleşme

b. Değer

c. Norm

d. Düzen

36. Lenski’nin evrimci sentez kuramı “çatışma-fonksiyonalist” kuramlarının sentezleridir.

37. Toplumsal yapı kavramı ilk kez H. Spencer tarafından kullanılmıştır.

38. Z. Gökalp’in çalışmalarında üzerinde durduğu konular;

a. Batılılaşma

b. Demokrasi

c. Laiklik

d. Üretim biçimi

39. Markisist yaklaşıma göre üst yapının parçaları;

a. Aile

b. Din

c. Siyaset

d. Hukuk

40. Pozitivist sosyolojinin temel ilkelerini Türkiye ye aktaran sosyolojik anlayışında kültür uygarlık evrensel-milli sosyoloji ilkel-uygar toplumlar gibi ikili ayrımlara yer veren sosyolog Ziya Gökalp

41. Gurvicth in sosyal yapı anlayışından büyük oranda etkilenen sosyolog Ö. Bozkurt

42. Pozitivist sosyolojinin temel ilkelerini ülkemize aktarırken çalışmalarında saltanat, hilafet, batılılaşma, halkçılık, demokrasi ve laiklik gibi konuları Ziya Gökalp ele almıştır.


43. Lenski ye göre toplumsal yapının belirleyicileri;

a. Toplumlar arası rekabet

b. Çevresel engeller

c. Teknoloji

d. İnsanın kalıtsal mirası

44. Arkan gruplar birincil gruplara örnektir.

45. Biyolojik ve toplumsal sistemler arasındaki farklılık ve benzerlikleri H.Spencer ele almıştır.

46. İnsanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre bu pozisyonun bilincinde olsun ya da olmasın bölünmeleri “Toplumsal Sınıf” ı oluşturur.


░░▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓░░

2. ÜNİTE

1. Murdock kültürün özelliklerini;

a. Kültür öğrenilir

b. Kültür tarihidir ve süreklidir

c. Kültür toplumsaldır

d. Kültür, ideal ya da idealleştirilmiş kurallar sistemidir

e. Kültür, ihtiyaçları karşılayıcı ve doyum sağlayıcıdır

f. Kültür değişir

g. Kültür bütünleştiricidir

h. Kültür bir soyutlamadır

2. Kültürün öğeleri; normlar, değerler, inançlar, semboller ve dildir.

3. Değerler, amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır. Norm ve değerler arasındaki en temel farklılık, değerlerin soyut ve genel kavramlardan oluşması, normların ise belirgin ve yol gösterici olmasından kaynaklanmaktadır.

4. Türk kültürünün ana kaynağının Orta Asya olduğu bilinmektedir. Bu özgün kültürün Çin ve Hindistan gibi komşu ülkelerin kültürlerinden de etkilendiğini kabul etmek gerekir

5. Belirli bir toplumun alt kültürlerinden ya da farklı toplumlardan kopup gelen birey ve gruplarım buluşması ve bir etkileşim sonunda asıl kültür ve alt kültürlerde bulunmayan yeni bir bileşime ulaşılmasına “ Kültürlenme” denir.

6. G.Hofstede’in kültür araştırması sonucuna göre belirsizlikten kaçınmanın en yüksek düzeyde yaşandığı toplumlardan biri de “Yunanistan” dır.

7. G. Hofstede’in kültür araştırması sonuçlarına göre kadınsı (dişil) toplumlardaki temel davranış özellikleri;

a. Zayıflığın sempati ile karşılanması

b. Çalışmaların çözümlenmesinde uzlaşma ve pazarlığın öne çıkması

c. Yaşamak için çalışmak gerektiği görüşünün benimsenmesi

d. Toplumdaki temel değerlerin şefkat ve korumaya yönelik olması

8. Sembollerle ilgili yargılar;

a. Sembolün belirli bir durum ya da olayı anlamlandırdığı

b. Sembollerin anlamını bireylerin kendi deneyim süzgecinden geçirdiği

c. Kültürel sembollerin zamanla değiştiği

d. Sembollerin bireye anlam yaratma kapasitesi sağladığı

9. G. P. Murdock’a göre kültürün özellikleri;

a. Bütünleyici olma

b. Toplumsal olma

c. Bir soyutlama olma

d. Öğrenilme

10. Diller arasındaki gerçek ayrımın seslerde ve göstergelerde değil dünya görüşleri arasındaki ayrımda olduğunu savunan kuramcı “Humbolt”

11. Hofstede kültür araştırmasında ortaya çıkardığı boyutlar;

a. Toplulukçuluk

b. Erkeksi değerler

c. Belirsizlikten kaçınma

d. Güç mesafesi

12. G.Hofstade kültür araştırmasında kadınsı (dişil) kültür grubunda yer alan ülkeler;

a. İsrail

b. İran

c. Brezilya

d. İspanya

e. Tayland

f. Tayvan

g. Fransa

h. Peru

i. Şili

13. Kültürü toplumdaki geçmiş davranışların biriktirilerek aktarılan sonuçları olarak tanımlayan kuramcı “Carr”

14. Dünya değerleri araştırmasının tekrar edildiği yıllar; 1981-1991-2996-2001-2007-2011

15. Kültürün maddi ve biyolojik alanlarda kullanılan anlamları;

a. Yetiştirme

b. Tarım

c. Çoğalma

d. Üretme

16. Hofstede kültür araştırmasına ortaya çıkardığı boyutlar;

a. Güç mesafesi

b. Belirsizlikten kaçınma

c. Toplulukçuluk

d. Bireycilik

17. Murdock a göre kültürün özellikleri;

a. Değişme

b. Bütünleyici olma

c. Tarihsel olma

d. Sürekli olma

18. Bir kültürel sistemin başka bir kültürel sistemi giderek kendine benzetmesi “Kültürel özümseme” ye karşılık gelir.

19. Emre kongar’ın Osmanlı-Türk kültür gelişim çizgisinde saptadığı 4 temel öğe;

a. Toplumsa İslam kültürünün egemenliği

b. Seçkinlerle halk arasında kültür ikiliği

c. Toprak gelişmesinin durmasıyla birlikte manevi kültür öğelerinin dışarıdan alınması

d. Suçlamaların da çözümlerinde manevi kültür alanıyla ilgili olması

20. Türkiye kültürünü etkileyen uygarlıklar;

a. Orta Asya kültürü

b. Anadolu yerli kültürleri

c. İslam kültürü

d. Batı kültürü

21. Hofstede kültür araştırmasına Türkiye’de ulaştığı sonuçlar;

a. Toplulukçu değerlerin baskınlığı

b. Kadınsı değerlerin ön planda olması

c. Belirsizlikten kaçınmanın fazla olması

d. Zaman ufkunun kısa erimli olması

22. Türkiye’den 1960 yılı ortalarından itibaren Avrupa’ya göç eden Türklerin yeni kültüre uyum yapmakta karşılaştıkları güçlükler sıkıntı ve bunalımlar ve gösterdikleri tepkiler “Kültür Şoku” na örnektir.

23. Toplumda yaptırımı olan kurallar bütününe “Norm” denir.

24. Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabeler;

a. Göktürk alfabesi

b. Uygur alfabesi

c. Arap kökenli alfabe

d. Latin kökenli alfabe

25. Hofsede ye göre eril değerle;

a. Paranın önemli görülmesi

b. Yöneticilerin kararlı ve iddialı olmalarının istenmesi

c. Bireylerin güçlü ve gösterişli olmalarının beklenmesi

d. Kadının yumuşak davranış göstermesinin istenmesi

26. Kültürün beşeri alanda ve günlük dilde kullanılan anlamları;

a. Yaygın eğitim

b. Teknik eğitim

c. Tıp eğitimi

d. Yaygın öğretim

27. Bireyin amaçları ve davranışlarının belirlenmesinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösteren ve soyut kavramlardan oluşan standartlar “Değerler” dir.

28. Kültürün antropolojide günümüzde de büyük oranda benimsenen ilk tanımını yapan kişi “Tylor”

29. Kültürü oluşturan öğeler;

a. Dil

b. İnançlar

c. Değerler

d. Normlar

30. Yayılmacılara göre bir merkezden çıkan ve yayılan kültürün etkisinin çıkış ve geliş yerindeki yükseklik ve derecesini koruyamayıp bozulması “ Kültür yozlaşması” nı açıklar.

31. Kültürü toplumdaki geçmiş davranışların biriktirilerek aktarılan sonuçları olarak “Carr” tanımlamıştır.

32. Kültürel yayılma süreci ile gelen maddi ve manevi öğelerle başka kültürlerden birey ve grupların belli bir kültürel etkileşime girmesi ve karşılıklı etkileşim sonucunda her ikisinin de değişmesine “Kültürleşme” denir.


░░▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓░░


3.ÜNİTE

1. Aile mahkemesinin görevleri;

a. 4320 sayılı yasaya ilişkin tedbir almak

b. Evli eşlerin birlikte karar vermesi gerektiği durumlarda anlaşma sağlanamadığı takdirde karar vermek

c. Boşanma, maddi manevi tazminat, nafaka, velayet, evlat edinme, vesayet, babalık, tanıma vb. gibi aile hukukuna ilişkin davalara bakmak

d. Baktığı davalarla ilgili çocuklar ve yetişkinlerin haklarının korunmasına yönelik her türlü eğitici, koruyucu ve sosyal tedbirleri almak.

2. E. Vogel ve N. Bell e göre ailenin olumsuz işlevlerinden biride; “aile içerisindeki gerilim ve çatışmalarda çocuğun günah keçisi olamsı” dır.

3. Aynı çatı altında yaşayan herhangi bir aile bireyinin şiddetine maruz kalan kişileri korumaya yönelik kanun “4320 sayılı ailenin korunmasına dair” kanun

4. Birsen gökçeye göre bir taraftan kır ailesinin alışkanlıkları, tutumlara ve değer yargılarıyla çevrili; diğer taraftan kent yaşantısının etkisi altında kalan aile tipi “ Gecekondu ailesi”

5. Türkiye’de kaba doğum hızının 1990 yılında %25,2 iken 2000 yılında %20,2 ye 2006 yılında ise %18,7 ye gerilemesinin nedeni “Küçük yaşta evliliklerin artması”

6. Türkiye’de aile yapısı ile ilgili toplumsal değişikliklerde etkili olan olgular;

a. Göç

b. Kentleşme

c. Sanayileşme

d. Toplumsal hareketlilik

7. Türkiye tarımında küçük ve orta büyüklükteki topraklar üzerinde aile emeğini kullanarak üretim yapan birimler “küçük meta üreticisi hane”

8. Yeni Türk medeni yasasına göre “ eşlerin oturdukları konuttan yaralanma ve kullanma hakkını etkileyen hukuksal işlemlerde tek başına hareket edebilmeleri” uygun değildir.

9. Türkiye’de boşanmanın nedenleri arasında “Küçük yaşta evlilik” yoktur.

10. Ailenin evrensel fonksiyonları;

a. Cinsel fonksiyonu

b. Eğitim fonksiyonu

c. Yeniden üretim fonksiyonu

d. Ekonomik fonksiyonu

11. Murdock a göre aile tanımının içinde olması gerekenler;

a. Ortak ikamet

b. Ekonomik işbirliği

c. Yeniden üretim

d. Onaylanmış cinsel ilişki

12. T. Parsons a göre yetişkin kişiliklerin sabitlenmesini “çiftin birbirlerine sağladıkları duygusal güvenlik” sağlar.

13. Aile içerisinde gerilimleri azaltmak için çocuğun anne baba tarafından günah keçisi olarak kullanıldığını söyleyen düşünür; “E.Vogel ve N. Bell”

14. D. Cooper ın aileye yönelttiği eleştiriler;

a. İnsanların kendi bireyselliklerini yaratma özgürlüğünü engellemesi

b. Sınırlayıcı rollerde uzmanlaştırması

c. Davranışları dar kalıplarda sınırlandırması

d. Benliğin gelişimini engellemesi

15. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren kadın bedeni ve vücut bütünlüğünü bireyin hak ve özgürlükleri kapsamında değerlendirilen yasa “Türk ceza yasası” dır.

16. Aile ile ilgili kurumsal çalışmalara katkıda katkı yapan düşünürler;

a. A. Duben

b. E. Vogel

c. E. Leach

d. T. Parsons

17. Aileye eleştirel yaklaşan kuramcılar;

a. E. Vogel

b. E. Leach

c. D. Cooper

d. N. Bell

18. P. Murdock a göre ailenin yerine getirdiği evrensel işlevler;

a. Yeniden üretim işlevi

b. Cinsel işlev

c. Ekonomik işlev

d. Eğitim işlevi

19. Türkiye’de kırsal aile analizini küçük köylülükle sınırlayan ve kırsal toplum ilişkilerini köy monografilerine dayandıran “A. R. Balaman”

20. Türkiye tarımının önemli yapısal ilişkileri içinde “Küçük meta üreticiliği” yoktur.

21. Aile ile ilgili kuramsal çalışmalara katkısı olanlar;

a. E. Vogel

b. A. Duben

c. E. Leach

d. G. P. Murdock

░░▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓░░

4. ÜNİTE

1. Kültürel sermaye kavramını eğitim sosyolojisi literatürüne kazandıran sosyolog “Bourdieu”

2. Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarının temel hedeflerinden Rejime sadık ulusalcı bireyler ve ekonomik işgücünü geliştirmek

3. Türkiye de eğitim alanında yaşanan toplumsal eşitsizliklerle ilgili olarak

a. Cinsiyete dayalı eşitsizlikler bölgesel eşitsizliklerle birleştiğinde daha da derinleşmektedir.

b. Okullaşma oranı kentsel alanlardan kırsal alanlara doğru düşüş göstermemektedir.

c. Kadınlar eğitim olanaklarından erkeklere göre daha düşük düzeyde yararlanmaktadır.

d. Düşük gelire sahip alt sınırların çocuklarının eğitim sisteminden kopma olasılıkları yüksek gelirli üst sınıfların çocuklarından fazladır.

4. Endüstri devrimi ve kapitalizmin gelişmesinin sonuçları;

a. İş bölümü ve uzmanlaşmanın gelişmesi

b. İstenen niteliklere sahip iş gücünün yetiştirilmesi için okulların açılması

c. Çok sayıda meslek için uzmanlaşmış iş gücüne ihtiyaç duyulması

d. Ailelerin geniş aileden çekirdek aileye dönüşmesi


5. Toplumdaki çeşitli grupların okullaşma oranını etkileyen faktörler;

a. Sağlıkla ilgili eşitsizlikler

b. Bölgesel eşitsizlikler

c. Gelir düzeyi eşitsizlikleri

d. Cinsiyete dayalı eşitsizlikler

6. Milli eğitim temel kanununun ve yüksek öğretim kanununun kabul edildiği yıllar; 1973-1981

7. Türkiye’de eğitime ilişkin olarak “erkeklerin okullaşma oranı arasındaki farkların her bölge de yaklaşık olarak aynı düzeyde olduğu” ifadesi yanlıştır.

8. Bilgi toplumunda mal değil bilgi teknolojisi önemlidir.

9. Fabrika endüstri toplumunda önemli görülür.

10. Osmanlı imparatorluğunun eğitim yapısında köklü değişiklikler “Tanzimat” döneminde yapılmaya başlamıştır.

11. Türkiye’de kurumsal alanda eğitim fırsatlarına ulaşmada kadınların erkeklerden çok daha olumsuz yönde etkileyen temel bir faktör olarak “ataerkil kültürel norm ve değerlerin varlığı” gösterilebilir.

12. Eğitimde mali kaynak yetersizliklerinin sonuçları;

a. Birleştirilmiş sınıf uygulamaları

b. Taşımalı eğitim yapılması

c. Büyük kentlerde sınıf mevcudundan fazla olması

d. Geleneksel öğretim tekniklerinin kullanılması

13. Toplumsal sınıf, cinsiyet, etnik grup ya da din ayrımı yapılmaksızın, toplumda herkesin kapasitesini geliştirme ve daha insanca bir yaşama kavuşmak için eşit hakkın olması “Fırsat eşitliğini” anlatır.

14. Türkiye’de özel dershane sektörüyle ilgili “Eğitim sonuçlarında eşitlik sağlanmasına yardımcı oldukları” iddiası yanlıştır. ,

15. Tanzimat döneminde açılan ve modern eğitim sistemini benimseyen sivil öğretim kurumları;

a. Rüştiye

b. Darülmüallimin

c. Sultani

d. İdadi

16. Türkiye’de eğitim alanına yansıyan toplumsal eşitsizlikler ile ilgili olarak “ilköğretimde toplumun tamamının okullaştığı” ifadesi yanlıştır.

17. Üniversiteye girişte başarıyı arttırmak için amacıyla lise eğitiminin dışında alınan her türlü eğitimi tanımlamak için kullanılan kavram “Gölge eğitim” dir.


░░▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓░░

5. ÜNİTE

1. Ekonomi (iktisat) bilimi; insanların ve toplumların zaman içinde çeşitli mallar üretmek ve bunları bugün ve gelecekte tüketmek üzere, toplumdaki bireyler ya da gruplar arasında bölüştürmek için, kıt üretim kaynakları kullanmak konusundaki tercihlerini inceler. Bu tanım 18. yüzyıla damgasını vuran klasik iktisatçıların kurdukları teori ve ona günümüzdeki bilimsel çerçevesini kazandıran neo-klasik iktisatçıların varsayımlarına dayanır. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında iktisat, piyasa koşulları içinde tüketim ve üretim etkinliklerinin nasıl düzenlediğini inceler.

2. İşsizlik, enflasyon, büyüme, verimlilik, dış ticaret gibi toplum refahını yakından ilgilendiren konular ekonominin uğraş alanı içine girer.


3. Ekonominin alt alanları; Mikro-makro ekonomi, çevre ve doğal kaynaklar ekonomisi, iktisat tarihi, politik ekonomi, iktisadi gelişme, uluslararası ekonomi, para ve maliye politikaları ve finansal ekonomidir.


4. Ekonominin kurumları; mal ve hizmet üreten, dağıtan ve satın alan ve bu birimlerin kararlarını etkileyen birimlerin oluşturduğu ağdır.


5. Monopoly dünyada en çok oynanan ticaretle ilgili oyundur.


6. Toplumsal yaşantı içerisinde geçmişten süzülerek gelen birtakım temel ihtiyaçların karşılanmasına ilişkin olarak kalıplaşmış ilişkiler, kurallar ve davranışlar bütününe kurum denir. Kurumlar, belirsiz bireysel davranışlarını kısıtlayan ve bu suretle insan davranışını daha öngörülebilir yapan kurallardır.


7. Kurumlar kuruluşlardan farklıdır. Kuruluş somut, kurum ise soyuttur. Aynı amaca yönelik çok sayıda kuruluş bir isim altında toplanarak kurumları oluşturur.


8. Toplumsal varlığın ve gelişmenin kökeninde mal ve hizmet üretimi yatmaktadır.


9. Karl Marx’a göre ilkel toplum, kölecilik, feodalizm, kapitalizm ve sosyalizm insanlığın farklı üretim ilişkilerine dayanarak kurduğu toplumsal-ekonomik sistemlerdir


10. Toplumdaki mal ve hizmetlerin üretimi ve bölüşümünün nasıl olması gerektiğine ilişkin, uyumlu düşünce ve değerler toplamına ekonomik sistem adı verilmektedir.


11. Bir ekonominin kurumsal yapısı kurallar bütünü, uygulama mekanizmaları ve kuruluşlardan oluşur


12. Serbest piyasa ekonomisi içinde kurumsal yapı:


a. Piyasa koşulları, mallar ve piyasaya katılanlar hakkında gerekli bilgileri sağlar,

b. Mülkiyet haklarını ve sözleşmeleri tanımlar ve kuvvetlendirir,

c. Piyasalarda rekabetin var olmasını sağlar.


SERBEST PİYASA VE KURUMSAL YAPI


1. Kapitalizm; üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bu araçların onlara sahip olmayan işçi sınıfı tarafından işletilmesine dayanan toplumsal yapıdır. Kapitalizmde kâr elde etmek için özel girişimciler tarafından üretilen mal ve hizmetler, serbest piyasada alınıp satılmaktadır.

2. Kapitalist sistem içinde ekonomik birimler (işletmeler ve bireyler) piyasada (pazar) karşılaşarak ekonomik faaliyete ilişkin kararlarını verirler


3. Teorik olarak hiçbir müdahalenin olmadığı ve tarafların eksiksiz bilgiye sahip oldukları varsayıldığından, piyasada mal ve hizmetlerin fiyatı arz ve talebin dengesi sonucunda oluşur. Burada birey “homo economicus” olarak varsayılır. Bu varsayım, bireyin, mallar, piyasalar ve diğer ekonomik konularda tam bilgiye sahip olduğunu kabul etmektedir. Buna ilave olarak, homo economicus tüketicilerin faydalarını ve üreticilerin ise kârlarını maksimize edeceğini öngörmektedir. Bu birey, karşılaştığı seçenekler arasında mutlaka değerlendirme yaparak seçim yapar, her zaman çoğu aza tercih eder ve yaptığı tercihlerde tutarlıdır. Klasik teorinin bu varsayımlarını neo-klasik ekol de güçlendirerek sürdürmüştür.

4. Klasik iktisat teorisinin kurucusu olarak kabul edilen Adam Smith

5. İktisadi hayatta düzeni sağlayan ve hangi malların, kimler tarafından, kimler için, ne miktarlarda üretileceği gibi temel ekonomik sorunları çözümleyen bir görünmez el (serbest fiyat) mekanizması vardır.

6. Karl Polanyi’ye göre piyasayı esas alan “biçimsel tanım”da tüm toplumun piyasanın bir parçası olarak işlediği anlamına gelmektedir.

7. Özselcilik (substantivism)’in yaratıcısı olarak tanınan Karl Polanyi “Büyük Dönüşüm” adlı eserinde biçimsel olarak yapılan piyasa tanıma göre iktisat, kıt kaynaklar ve sonsuz ihtiyaçlar arasındaki dağılım sorunlarını incelemektedir

8. Polanyi’ye göre piyasa kendiliğinden oluşan bir olgu değildir

9. Kurumsal iktisatçılar; Thorstein Veblen, John Rogers Commons ve Wesley Clair

10. Klasik iktisat anlayışına eleştiri yönelten birçok iktisadi düşünce ekolü bulunmaktadır. Bu ekollerden birisi de kurumsal iktisatçılardır. Bu iktisatçılar her toplum için geçerli olacak iktisat kanunlarının olmadığı, toplumların değişiminde kurumsal yapıların etkili olduğunu savunmuşlardır. Servetin asıl kaynağının piyasa olduğunu düşünürler.

11. Yeni Kurumsal İktisat; Ekonomik düzenin sağlanması için kural ve kurumların önemine işaret eden çeşitli iktisat okullarının ortak adıdır. Oliver Williamson, Friedrich August von Hayek ve Ronald Coase bu ekolün en önemli isimleri arasındadır.

12. Bir ekonominin kurumları; mal ve hizmet üreten, dağıtan ve satın alan, tüketen ve bu birimlerin kararlarını etkileyen ilişkilerin bütünüdür.

13. Kalkınma iktisadının ilgi duyduğu kurumsal yapı, davranışsal iktisat, anayasal iktisat, hukuk ve iktisat gibi alanların gelişmesine neden olmuştur.

14. Ekonomi boyutuyla bakıldığında küreselleşme sürecinde teknolojik gelişmeler, bilgi ekonomisinin yaygınlaşması, sanayi ürünleri ticaretinin ve sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırıldığı neo-liberal politikalar belirleyici olmuştur.

15. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı “karşılıklı bağımlılık” sonucunda ulusal piyasalar, uluslararası ekonomik Entegrasyonlar (bütünleşmeler), bölgesel ekonomik işbirlikleri, çok uluslu şirketler ve hükümet dışı örgütler aracılığıyla birbirine bağlanmaktadır.

16. Uluslararası ekonomik sistemi kurma ve istikrara kavuşturma Birleşmiş Milletler çatısı altında başlamıştır.

17. İkinci Dünya Savaşı devam ederken dünya ekonomisinin yeni süper gücü ABD öncülüğünde 1944 yılında New Hampshire eyaletinin bir bölgesi olan Bretton Woods’ta Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı gerçekleştirilmiştir. Konferansta temel amaç, gelişmiş sanayileşmiş ülkelerin çıkarlarıyla örtüşmeyen ekonomik çatışmaların engellendiği, serbest ticaretin korunduğu ve mal değişiminin yanında uluslararası ödemelerin de istikrarının sağlandığı uluslararası ekonomik sistemin kurulması olmuştur. Konferans sonucunda kapitalizmin yaşandığı krizi aşmak ve yeni uluslar arası düzen kurma amacıyla 2 örgüt yaratıldı bunlar Bretton Woods ikizleri olarak anılan bu örgütler Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası olarak da tanınan Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası (IBRD)’dır.

18. IMF’ye göre ekonomi ve siyaset kurumu yakından ilişkilidir.


TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAPISAL DÖNÜŞÜM

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takiben Kurtuluş Savaşı’nın noktalandığı İzmir’de, ülkenin birçok yerinden gelen, toplumu oluşturan sınıfları ve grupları temsil eden 1135 delege bir araya gelerek 17 Şubat 1923 tarihinde Birinci Türkiye İktisat Kongresi’ni gerçekleştirmişlerdir. Atatürk’ün yaptığı açılış konuşması ve Kongre’de alınan kararlar doğrultusunda Cumhuriyetimizi geleceğe taşıyacak ekonomik sistemin temelleri atılmıştır.

2. İhracata a dayalı sanayileşme 1980 de başladı devlet ihracatı destekledi

3. 1923-1980 Dönemi Türkiye Ekonomisi;

a. Cumhuriyet’in ilk yıllarında izlenen temel ekonomi politikası, özel girişimci eliyle serbest piyasa koşullarında sanayileşmeyi hedeflemiştir. Devlet özel teşebbüse yardımcı olacak, özel girişimcinin yetersiz olduğunda ekonomiye müdahale ederek üretimde yer aldı (bu devletçilik anlayışıdır.) 1924 yılında Türkiye İş Bankası, 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası, çeşitli illerde kurulan şeker fabrikaları, tütün, ispirtolu içkiler, tuz, barut ve patlayıcı maddelere ilişkin devlet tekelleri katılmıştır.

b. Lozan Antlaşması hükümlerine göre yeni kurulan Türkiye cumhuriyeti ekonomik bağımsızlını kazanamadı çünkü Osmanlıdan kalan borç ve Türkiye nin dış ticaret önlemleri sıkıntı yarattı. Bu kısıtlamalar 1928 de son buldu

c. 1927 Teşvik-i Sanayi Kanunu

d. Karma ekonomi, ekonomik faaliyetlerde hem devletin hem de özel teşebbüsün birlikte yer aldığı ekonomik sistemi ifade etmektedir.

e. 1934 tarihinde kabul edilen 2450 sayılı Kanun ile kurulan İktisat Bakanlığının görevleri kara ticareti, deniz ticareti, sanayi ve maden işlerini kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Böylece dış ticaret konuları ile ilgili birimler ilk kez Dış Ticaret Reisliği (Türk Ofis) ismi altında toplanmıştır.

f. 1930 – 1940 dönemini Türkiye’nin ilk sanayileşme dönemi olarak nitelemek mümkündür.

g. 1934 yılında dünyadaki ilk planlama deneyimlerinden biri olan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulamaya konulmuştur. Bu dönemde sanayinin yakaladığı % 11,6’lık büyüme hızı Cumhuriyet tarihimizde rekordur

4. 1980 Sonrası Yapısal Dönüşüm;

a. İthal ikameci sanayileşme: Bir malın yurt dışından ithal edilmesi yerine yurt içinde üretilmesini öngören, böylece döviz tasarrufu sağlayan sanayileşme stratejisidir.

b. İhracata yönelik sanayileşme: Ülkenin iç üretim için kullanabileceği kaynaklar ihracat amacıyla yapılacak üretime yönlendirilir. Ulusal malların dış ülkelerde rekabetine önem verilerek karşılaştırmalı üstünlükler esas alınmaktadır.

c. 24 Ocak 1980 tarihinde uygulamaya konulan istikrar politikalarının temel unsurları;

i. Planlı ve kamu kurumlarına dayalı sanayileşme stratejisinden vazgeçilmiştir,

ii. Dış ticaret serbestleştirilmiştir.

iii. Piyasa işleyişini bozan kaçakçılık ve karaborsada önlenmeye çalışmıştır.

iv. Yabancı sermaye girişleri serbest bırakılmıştır.

v. Sanayileşmede özel sektöre ağırlık verilmiştir.

vi. Devlet tekellerinin kaldırılması hedeflenmiş, özelleştirme faaliyetleri başlamıştır.

vii. İhracatı teşvik edici politikalar uygulamaya konulmuştur.

viii. Kamu ekonomik kurumlarının özelleştirilmesi gündeme gelmiştir.

d. Gümrük Birliği; gerçekleştiren ülkeler arasında gümrük vergisi gibi ticarete konulan her türlü kısıtlamalar kaldırılır ve ulusal piyasalar birleştirilir. Gümrük birliğine taraf ülkeler, birlik dışındaki ülkelere karşı ortak ticaret politikası yürütür.


TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KURUMSAL YAPI

1. Türkiye’deki değişimi anlayabilmenin bir başka yolu da aile, din, siyaset, eğitim ve ekonomi kurumlarındaki değişimi anlayabilmekten geçmektedir.

2. Kurumsal yapıdaki değişimin arka planında mal ve hizmet piyasasında, üretici ve tüketici davranışlarında, para ve sermaye piyasasında, iş gücü piyasasında, hukuk kurallarında yaşanan değişim yatmaktadır.

3. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren serbest piyasa kuralları çerçevesinde, özel mülkiyete ve özel girişimciliğe dayanan ekonomik sistemi, serbest piyasa ekonomisini tercih etmiştir.

4. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararların ardından ticaret bankası olarak 1924 yılında İş Bankası kurulmuştur. Ardından sanayi kesiminin finansmanı için Sanayi ve Maadin Bankası, tarım sektörü için de Ziraat Bankasının kuruluşuyla Türkiye’de bankacılık sistemi gelişmiştir.

5. Kamu Kuruluşları;

a. Türkiye’de kamu kesimi denildiğinde merkezi yönetim birimleri, sosyal güvenlik kuruluşları ve yerel yönetimler anlaşılmaktadır.

b. Merkezi yönetim birimleri (yasama, yürütme ve yargı), merkezi yönetime bağlı özerk bütçeli birimler (üniversiteler gibi) ile düzenleyici ve denetleyici kurumlardan (RTÜK, BDDK, TMSF vb.) oluşmaktadır.

c. Türkiye’de Başbakanlığa bağlı ekonominin işleyişi ile ilgili bakanlıklar Ekonomi Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığıdır.

d. Türkiye’deki yapılanma uyarınca Maliye Bakanlığı bütçe, kamu gelirleri, kamuya ait taşınmazları ve kamu hesaplarının idaresi görevlerini yüklenmiştir.

6. Merkez Bankası Başkanlığı;

a. Bir ülkedeki Merkez Bankasının temel görevi; ülke için belirlenen ulusal hedeflere ulaşılabilmesi için para, döviz kuru ve faiz politikalarını kullanarak ekonomik dengelerin oluşumunu etkilemektir.

b. Merkez Bankası para arzunu belirleyerek finansal sistemde istikrar sağlanmasını amaçlar. Dolayısıyla, ülkedeki ödeme sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesinden sorumludur. Bu nedenle genel olarak Merkez Bankaları parasal istikrarı (fiyat istikrarı) ve finansal istikrarı sağlamakla görevlidir.

c. Ülkemizde ulusal bir devlet bankası kurulması fikri 1923 yılında toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde ele alınmıştır. Kongrede, bir taraftan devletin bankacılık politikasını belirleyecek, diğer taraftan banknot ihracı ile devlet kredilerini düzenleyecek bir Merkez Bankası oluşturulması üzerinde durulmuştur.

d. Osmanlı Bankası ve İş Bankası aracılığıyla Merkez Bankasının görevleri yerine getirilmeye çalışılmış, 11 Haziran 1930 tarihinde çıkan kanun uyarınca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) anonim şirket olarak kurulmuştur.

e. TCMB’ nin temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka temel amacıyla çelişmedikçe ülkenin kalkınması için uygulanacak politikaları da desteklemeye çalışmaktadır

f. Merkez Bankasının görev ve yetkileri şu başlıklar altında toplanabilir;

i. Banknot basma ve paranın dolaşımını sağlamak: Para politikasına uygun olarak Türk lirası cinsinden banknot basar ve paraların piyasada dolaşımını ve hacmini düzenler.

ii. Para politikasını belirlemek: Banka fiyat istikrarı amacına uygun olarak para politikasını belirler ve uygular. Bu amaçla faiz oranlarını belirler ve bankalara son kredi veren kurum olarak hizmet eder. Diğer bir deyişle Merkez Bankası bankaların bankasıdır. Ayrıca para politikası amaçlarını gerçekleştirmek için mali piyasaları yakından takip ederek faaliyet gösteren kuruluşların uygun hareket edip etmediklerini denetler.

iii. Hükümete danışmanlık yapmak: Banka hükümetin alacak ve borçlarının ödenmesinde ve hükümetin ekonomik gidişle ilgili bilgilendirilmesinde mali danışmanlık yapar. Bu amaçla açılacak kamu borçlanma ihalelerine aracılık yapar ve ülkedeki ekonomik durumla ilgili olarak ortaya çıkan gelişmeler hakkında hükümeti ve diğer kurum ve kuruluşları bilgilendirir.

7. Hazine Müsteşarlığı;

a. Hazine, tüzel bir kişilik olan devletin mali yönünü temsil eder. Devletin tüm mallarının sahibi ve devlet adına borçlanabilen kurum hazinedir. Dolayısıyla devletin mal varlığını temsil eder. Devletin nakit akışını düzenler, parasının tutulduğu kasa ve ödemelerinin yapıldığı veznedir. Yine hazine, bir ülkenin ulusal parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin (döviz kuru) belirlenmesinde ve bu değişimin yöntemlerinin belirlenmesinde kural koyucu ve uygulayıcıdır. Ülkede dolaşımda bulunan bozuk paranın (madeni para) basılması yetkisi de hazineye aittir.

b. Ekonomi politikaları ile ilgili çalışmalar yapmak ve bu bağlamda; kamu finansmanı, ikili ve çok taraflı ilişkiler, uluslararası ve bölgesel ekonomik ve mali birimlerle olan ilişkiler, yabancı ülke ve kuruluşlardan borç-hibe alınması-verilmesi, sermaye akımlarına ilişkin düzenleme ve işlemler yapılması, bankacılık ve sermaye piyasası, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri, sigorta ve kambiyo rejimine yönelik faaliyetler ile yatırım, yatırım teşvik faaliyetlerini düzenlemek, uygulamak, izlemek ve geliştirilmesini sağlayıcı esasları belirlemek müsteşarlığın görevleri arasında yer alan hususlardır.

c. Hazine Müsteşarlığının görevleri;

i. Ekonomi politikalarının belirlenmesine yardımcı olmak,

ii. Hazine işlemleri ve kamu finansmanına ilişkin faaliyetleri yürütmek,

iii. Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve devlet iştiraklerine ilişkin pay sahipliğinin gerektirdiği faaliyetleri yürütmek,

iv. İkili ve çok taraflı dış ekonomik ilişkileri düzenlemek,

v. Uluslararası ve bölgesel ekonomik ve mali kuruluşlarla ilişkileri yürütmek,

vi. Yabancı ülke ve kuruluşlardan borç ve hibe alınması ve verilmesine ilişkin işlemleri yürütmek,

vii. Ülkenin finansman politikaları çerçevesinde sermaye akımlarına ilişkin düzenlemeleri yapmak ve kambiyo rejimine ilişkin faaliyetleri yürütmek

viii. Sigortacılık sektörüne ilişkin izleme ve düzenleme faaliyetlerini yürütmek,

ix. Yatırım ve yatırım teşvikleri ile doğrudan yabancı sermaye yatırımları faaliyetlerini düzenlemek, uygulamak, uygulamanın izlenmesi ve geliştirilmesine ilişkin esasları belirlemek.

8. Dikkat edileceği üzere Hazine Müsteşarlığının kamuya ait gelirleri idare etmek, bütçeyi uygulamak gibi diğer temel görevleri Maliye Bakanlığı tarafından yürütülmektedir

9. Dış Ticaret Müsteşarlığı;

a. Bir ekonominin izlediği dış ticaret politikası, ödemeler dengesi politikası, dış yatırım ve dış yardım politikası ile birlikte dış ekonomi politikasını oluşturur. Dış ticaret politikası, ithalat ve ihracat üzerinde hükümetin aldığı kararları kapsamaktadır. Bu kararlar ithalatı kısıtlamak, dış ticaretten vergi almak, ticaret yapılacak mallara miktar kısıtlaması getirmek veya ihracatı teşvik etmek amacıyla alınır.

10. Gümrük Müsteşarlığı;

a. Bir ülkenin dış piyasalarla gerçekleştirdiği mal ve hizmet ticaretinden alınan vergilere gümrük adı verilir. Genelde devletler ithalat üzerinden gümrük vergisi alırlar. Bu verginin miktarı ve niteliği daha çok ülkenin izlediği dış ticaret politikası ile bağlantılıdır. Gümrük vergisi yoluyla hükümetler hem hazineye gelir elde ederler hem de ithal ürününün yurt içi fiyatına etki ederek sanayiyi koruyabilirler.

b. 1993 yılında Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Gümrük Müsteşarlığı şekline dönüşmüştür. Gümrük politikasının hazırlanmasına yardımcı olmak ve uygulamak. Gümrük Kanunu ve gümrüklerle ilgili olan diğer mevzuat ve uluslararası sözleşmelerin uygulanmasını sağlamak, gümrük tarife ve vergi oranlarının tespitine yardımcı olmak, gümrüklerce alınan gelir ve fonların hesaplanmasını ve tahsilini sağlayarak kontrol etmek, gümrük kontrolüne tabi kişi eşya ve araçların muayene ve kontrolünü yapmak, gümrük işleri ile ilgili istatistikleri toplamak ve değerlendirmek, gümrük denetimine tabi eşya ve araçların muhafazasını sağlamak, giriş ve çıkış işlemlerine tabi eşyanın, önceden saptanan standartlara uygunluğunu denetlemek ve gümrük bölgelerindeki gümrük muhafaza memurları aracılığıyla kaçakçılıkla mücadele etmek Müsteşarlığın görevleri arasında yer almaktadır.

11. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı;

a. Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın hızlandırılması, uygulanan politikalar arasında uyum sağlanması, toplumsal ve kültürel dönüşümün uyumlu yönlendirilmesi ve ekonomiye rasyonel kamu müdahalesinin temini amacıyla Kalkınma Planlarının hazırlanması ve uygulanması fikri benimsenmiştir. Bu amaçlar doğrultusunda 30 Eylül 1960 tarihinde Başbakanlığa bağlı olarak faaliyet gösterecek Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur.

b. Kalkınma planı, bir ülkenin belirli bir dönem için sahip olduğu kaynakları etkin bir şekilde kullanmak amacıyla hazırladığı belgelerdir. Ülkemizde hızlı ve dengeli bir kalkınmayı gerçekleştirmek amacıyla hazırlanan Beş Yıllık Kalkınma Planları, kamu için emredici, özel sektör için özendirici ve yol gösterici bir nitelik taşımakta, yıllık programlar aracılığı ile kamu yatırımlarını belirlemektedir.

c. Devlet Planlama Teşkilatı’nın tüm görevleri Kalkınma Bakanlığına aktarılmıştır.

d. DPT’nin kuruluş kanununda teşkilatın görevleri şu şekilde belirlenmiştir:

i. Ülkenin kaynak ve imkânlarını belirleyerek, uygulanacak iktisadi ve sosyal politikanın hedeflerinin oluşturulmasında ve uygulanmasında hükümete yardımcı olmak.

ii. Değişik bakanlıkların ekonomik faaliyetlerinin koordinasyonunu temin etmek için hükümete tavsiyelerde bulunmak.

iii. Hükümetçe kabul edilen hedefleri gerçekleştirecek uzun ve kısa vadeli planlar hazırlamak.

iv. Özel sektörün plan, hedef ve gayelerine uygun şekilde gelişmesini teşvik ve tanzim edecek tedbirleri hükümete tavsiye etmek.

v. Beşer yıllık dönemler itibarıyla hazırlanan kalkınma planları, yıllık programlarla uygulamaya geçirilmektedir. Günümüzde 2007-2013 dönemini kapsayan 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulanmaktadır.

12. Ekonomik ve Sosyal Konsey;

a. Ülkemizde de 2001 yılında Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Ekonomik ve Sosyal Konsey, ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, toplumsal uzlaşma ve iş birliğini sağlamak, sürekli ve kalıcı bir ortam yaratmak ve ortak görüş belirlemek amacıyla kurulmuştur. Konsey, Başbakanın başkanlığında, ekonominin çeşitli kurumlarından sorumlu bakanlar ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile kamu görevlilerinden oluşur.

b. Ekonomik ve Sosyal Konsey’in temel işlevi ise ekonomik istikrarın kurulması, büyümenin ve sanayileşmenin hızlandırılması, üretimin, yatırımların ve verimliliğin artırılması, ekonomiye rekabet gücü kazandırılması, istihdamın geliştirilmesi ve işsizliğin önlenmesi, iş gücü niteliğinin yükseltilmesidir.


c. Ülkemizde gelir dağılımının iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanması, sosyal devlet anlayışının gereği olarak kamu hizmetlerinin geliştirilmesi, çalışma hayatının demokratikleştirilmesi, ülke demokrasisinin daha da geliştirilmesi ve güçlendirilmesi ile temel sosyo-ekonomik amaçlar için sürekli ve kalıcı bir diyalog platformu oluşturulması diğer amaçları arasında sayılabilir. Bu amaçla Ekonomik ve Sosyal Konsey bir danışma organı olarak hükümet ile parlamentoya tavsiyelerde bulunur.

13. Sosyal Güvenlik Kuruluşları; Türkiye’de çalışma hayatı ile ilgili iki temel kuruluş Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’dır.

i. Sosyal Güvenlik Kurumu;

1. Sosyal güvenlik, herhangi bir sosyal risk yüzünden geliri veya kazancı azalmış kişilerin, başkalarının yardımına gerek kalmaksızın, yaşama ve geçinme ihtiyaçlarını karşılayan bir sistemler bütünüdür. Halkın hastalık, işsizlik, yaşlılık, ölüm sebebiyle geçici veya sürekli olarak kazançtan mahrum kalması durumunda düşeceği fakirliğe karşı tıbbi bakımdan dolayı, çocuk sayısının artması ve analık hâlinde korunmasına yönelik umumi tedbirler sistemidir. Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa’da sosyal devlet olarak tanımlanmıştır. Sosyal devlet sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif olarak müdahale eder

2. Ülkemizde işçi statüsünde çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu, memurlar Emekli Sandığı ve esnaf, sanatkâr ve diğer bağımsız çalışanlar ise BAĞ-KUR çatısı altında sosyal güvence sağlanmaktaydı. Bu üç yapı 16 Mayıs 2006 tarihinde kabul edilen 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) hâline dönüşmüştür.

3. Sosyal Güvenlik Kurumunun görevleri;

a. Ulusal kalkınma strateji ve politikaları ile yıllık uygulama programlarını dikkate alarak sosyal güvenlik politikalarını uygulamak, bu politikaların geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak,

b. Hizmet sunduğu gerçek ve tüzel kişileri hak ve yükümlülükleri konusunda bilgilendirmek, haklarının kullanılmasını ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmak,

c. Sosyal güvenliğe ilişkin konularda; uluslararası gelişmeleri izlemek, uluslar arası anlaşmaları uygulamak,

d. Sosyal güvenlik alanında, kamu idareleri arasında koordinasyon ve iş birliğini sağlamaktır.


b. Türkiye İş Kurumu; 2003 yılında istihdamın korunmasına, geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve işsizliğin önlenmesi faaliyetlerine yardımcı olmak ve işsizlik sigortası hizmetlerini yürütmek üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağı olarak faaliyet gösterecek Türkiye İş Kurumu (İŞ KUR) kurulmuştur.

c. Türkiye’de iş gücü piyasasına yönelik temel görevleri şunlardır:

i. Ulusal istihdam politikasının oluşturulmasına ve istihdamın korunmasına, geliştirilmesine ve işsizliğin önlenmesi faaliyetlerine yardımcı olmak, işsizlik sigortası işlemlerini yürütmek,

ii. İş gücü piyasası verilerini derlemek, analiz etmek, yorumlamak ve yayınlamak, iş gücü arz ve talebinin belirlenmesine yönelik iş gücü ihtiyaç analizlerini yapmak,

iii. İş ve meslek analizleri yapmak, iş gücünün istihdam edilebilirliğini artırmaya yönelik iş gücü yetiştirme, mesleki eğitim ve iş gücü uyum programları geliştirmek ve uygulamak,

iv. İşçi isteme ve iş aramanın düzene bağlanmasına ilişkin çalışmalar yapmak, iş gücünün yurt içinde ve yurt dışında uygun oldukları işlere yerleştirilmelerine ve çeşitli işler için uygun iş gücü bulunmasına ve yurt dışı hizmet akitlerinin yapılmasına aracılık etmek,

v. İstihdamında güçlük çekilen iş gücü ile iş yerlerinin yasal olarak çalıştırmak zorunda oldukları iş gücünün istihdamlarına katkıda bulunmaktır.

d. Denetleyici ve Düzenleyici Kurumlar; Bağımsız kurullar piyasaların düzenlenmesi ve fonksiyonunu yerine getirirken, “regülasyon” olarak nitelendirilen piyasaların aksaklıklarını önleme ve piyasa etkinliğini geliştirmeye yönelik faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Süreci tamamlayan diğer aşama ise deregülasyondur. Türkiye ekonomisi için göreli olarak öneme sahip bazı denetleyici ve düzenleyici kurumlar; Sermaye piyasası kurulu, Rekabet kurumu, bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu, Spesifik piyasalara yönelik kurumlar,

i. Sermaye Piyasası Kurumu; Sermaye piyasaları bir yıldan uzun vadeli yatırım araçlarının ihraç edildiği ve işlem gördüğü piyasalardır. Dolayısıyla bu piyasada fon arz edenlerle talep edenler karşı karşıya gelmektedir. Sermaye piyasası; yatırımcılar, tasarruf sahipleri, aracı kurumlar, bankalar, yatırım ortaklıklarından oluşan finansman sistemidir. Sistemin temel amacı tasarrufları teşvik ederek bunların yatırıma dönüşmesini sağlamaktır. Finans piyasasının belli bir disiplin içinde işlemesini sağlamak amacıyla, düzenleme yapma, izin verme, izleme-denetleme, durdurma-yasaklama gibi geniş yetkilerle donatılmıştır. Türkiye’de bir şirketin halka açılabilmesi, hisselerini satabilmesi için SPK’den izin alması gerekmektedir. Türkiye’de hisse senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB)’nda işlem görmektedir. Kısaca “borsa” olarak anılan İMKB, 1986 yılında faaliyete geçmiştir. Bununla birlikte ülkemizde döviz, altın ve vadeli işlemlerle ilgili piyasalar da oluşmuştur

ii. Rekabet Kurumu; Rekabet Kurulu, mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hâkim olan teşebbüslerin bu hâkimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamak amacıyla kurulmuştur. Kurul, piyasalarda rekabete aykırı uygulamalar tespit ettiğinde bir yargı organı gibi faaliyet göstermektedir.

e. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu;

i. “Yönetişim” çerçevesinde ülkemizdeki bankacılık sisteminin siyasetin müdahalelerinden arındırılması, kamunun bankacılık sistemindeki etkisinin azaltılması ve sistemin güçlendirilebilmesi amacıyla, kamu tüzel kişiliği olan, idari ve mali özerkliğe sahip olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 23 Haziran 1999 tarihinde kurulmuştur.

ii. Kurum, tasarruf sahiplerinin haklarını ve bankacılık sistemine olan güveni tehlikeye sokabilecek ve ekonomide önemli zararlar doğurabilecek her türlü işlem ve uygulamaları önlemek, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere gerekli karar ve tedbirleri almak ve uygulamakla yükümlü ve yetkilidir. Bankaların kurulması, şube açması, mali bünyesi zayıfladığında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi, satılması, tasfiyesi vb. dışında; Bankacılık sektörünün etkinliğini ve rekabet kabiliyetini artırmak, sektöre güveni kalıcı kılmak, sektörün ekonomi üzerinde oluşturabileceği zararları asgariye indirmek, sektörün dayanıklılığını geliştirmek ve tasarruf sahiplerinin haklarını güvence altına almak ve korumak, kredi sisteminin etkin bir şekilde işlemesini sağlamak ve gerekli tedbirleri almak; Hazine, Merkez Bankası ve Devlet Planlama Teşkilatına para, kredi ve bankacılık politikalarının yürütülmesinde iş birliği yapmak kurumun diğer görevlerindendir.

f. Spesifik Piyasalara Yönelik Kurumlar;

i. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu; elektrik, doğal gaz, petrol ve LPG

ii. Şeker Kurumu

iii. Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu

iv. Telekomünikasyon Kurumu

v. Kamu ihale kurumu

14. Özel Sektör Kuruluşları;

a. Türkiye odalar ve borsalar birliği

b. Türkiye sanayici ve işadamları derneği

c. Türkiye esnaf ve sanatkârlar konfederasyonu

d. Dış ekonomik ilişkiler kurulu

15. Türkiye odalar ve borsalar birliği; Ülkemizde sanayiciler dışında kalan ticaretle uğraşan sermaye sahipleri odalar ve borsalar aracılığıyla örgütlenmişlerdir. Her ilde faaliyet gösteren ticaret odaları ve borsalar birlik ve dayanışmayı sağlamak, ticaret ve sanayinin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, üyelerinin mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak amacını gütmektedir TOBB un görevleri;

a. Türkiye girişimcisinin çalışmalarına öncülük ve liderlik eder,

b. Özel sektörün ihtiyaçları doğrultusunda siyasi güce görüş ve çözümlerini iletir,

c. Kanunlar ve düzenlemeler ile ilgili görüşlerini ilgili bakanlıklara, meclis komisyonlarına sunar,

d. Tabanını oluşturan KOBİ’lerin ekonomiden hak ettiği payı alması için oda ve borsalar kanalıyla bilgi ve danışmanlık hizmeti sunar,

e. Ticari, ekonomik ve uluslararası iş birliği alanlarında yararlı olabilecek her türlü bilgiyi üyelerine sunar; ülke, il ve sektör bazında ekonomik raporlar hazırlar,

f. Yabancı kuruluşlarla kurumsal bağlar kurar, iş birliği anlaşmaları imzalar, çok taraflı oda ve uluslararası kuruluşlarda Türkiye özel sektörünü temsil eder,

g. Dış ticaret yapılırken kullanılan bazı belgeleri düzenler, Odalar ve Borsalar arasında çıkabilecek mesleki anlaşmazlıkları çözer

16. Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği;

a. Türkiye’de işçi sendikalarının güçlenmesi, sermaye çevrelerinin daha yakın iş birliğini doğurmuştur. Sanayiciler hükümetler üzerinde etkide bulunmaya çalışmış düzenli olarak, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarına işaret ederek, çözüm önerileri üretmekte, kamuoyunu yönlendirmeye çalışmaktadır.

b. Piyasa ekonomisinin hukuksal ve kurumsal altyapısının yerleşmesine ve iş dünyasının evrensel iş ahlakı ilkelerine uygun bir biçimde faaliyette bulunmasına çalışır.

c. Ülkenin insan ve doğal kaynaklarının teknolojik yeniliklerle desteklenerek en etkin biçimde kullanımını; verimlilik ve kalite yükselişini sürekli kılacak ortamın yaratılması yoluyla rekabet gücünün artırılmasını hedef alan politikaları destekler.

17. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu; TESK genel olarak esnaf ve sanatkârların çalışmalarını mesleki yönden ve kamu yararına uygun olacak şekilde düzenleme görevini yürütmektedir. Bunun dışında esnaf ve sanatkârların hak ve menfaatlerini korumak, meslek standartlarının belirlenmesine katkıda bulunmak ve mesleki eğitim sunmak temel görevleri arasındadır.

18. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu; DEİK’in bünyesinde ilk olarak Türk – Amerikan ve Türk – Japon İş Konseyleri kurulmuştur.

19. Sendikalar; Sendikalar işçi sınıfı hareketinin bir parçası olarak, Endüstri Devrimi’nden sonra ortaya çıktılar. Sendikalar, işçilerin kendi hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere oluşturdukları, örgütlendikleri sınıfsal ve toplumsal örgütlerdir. Bu mücadele karşısında işverenler de kendi sendikalarını kurmak yoluyla toplu sözleşmelerde güç birliği sağlamaya çalışmışlardır. Ülkemizde işverenler Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu çatısı altında birleşmişler, işçilerin ve memurların ise çeşitli iş kollarındaki sendikaları birleşerek birden fazla konfederasyon oluşturmuşlardır

a. İşçi ve Memur Sendikaları

b. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu

20. İşçi ve Memur Sendikaları;

a. İşçi sendikaları;

i. DİSK

ii. HALK – İŞ

iii. BAĞIMSIZ İŞÇİ SENDİKALRI

iv. DESK


b. Memur sendikaları;

i. BASK

ii. KESK

iii. HÜR KAMU SEN

iv. MEMUR SEN

v. HAKSEN

vi. BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALRI KONFEDERASYONU

vii. TÜRKİYE KAMU SEN

viii. ÇİFTÇİ SEN

c. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) in Görevleri;

i. Serbest piyasa ekonomisi anlayışını yüceltmek ve korumak,

ii. İşveren ve işçiler arasında diyalog ve uzlaşma kurulmasına çalışmak yoluyla çalışma barışının korunmasına yardımcı olmak,

iii. Teknolojik gelişmeleri yakından izleyen sanayileşmeyi temel hedef almak; hizmetler ve tarım sektörlerinin de gelişmesini ve çağdaş düzeye ulaşmasını desteklemek,

iv. Üretimin ve verimliliğin artmasına, fiyat istikrarına, ihracatın geliştirilmesine ek istihdam imkânları yaratılmasına ve refahın yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmak,

v. İşverenlerin ve Konfederasyona Üye işveren Sendikalarının çalışma ilişkilerinden doğan ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini mevzuat çerçevesinde korumak ve geliştirmek için hükümet nezdinde sürekli girişim ve etkilerde bulunmak,

vi. Sanayileşme ve rekabet gücünün artırılması, nitelikli iş gücü açığının kapatılması bakımından mesleki ve teknik eğitime gereken önemi vermek şeklinde sıralanabilir.

21. Serbest piyasa ekonomisi içinde ekonomi kurumunun fonksiyonu arasına gelir dağılımının adil olmasını sağlamak yer almaz


░░▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓░░

ÜNİTE 6

1. Osmanlı halkları Avrupa tarihiyle koşut biçimde eşit haklar ve özgürlükler için mücadele etmiştir. Hukukun çeşitlenmesi ve diğer Orta Doğu İslam ülkelerinde olduğu gibi bir şeriat devletinin Osmanlı Dönemi’nde dahi vücut bulamamış olmasının temel nedeni, Osmanlı halklarının çok çeşitli din ve inanç sistemlerine dâhil olmalarıdır.

2. Osmanlı Devleti’nin son iki yüz yılı hem bürokrasinin hem de aydınların yeni bir düzen arayışına sahne olmuştur.

3. Berkes’in saptamalarından çıkan sonuç; ne Osmanlı Dönemi’nde ne de Cumhuriyet Türkiye sinde şeriatçılık olarak nitelendirilebilecek aşırı dinsel taleplerin uzun soluklu yaşama şansının olmadığı şeklindedir

DİN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN İSLAM;

1. Durkheim için çalışma nesnesi dinsel yaşantı biçimlerinin kendisidir ve baktığı her olguda gördüğü insanın toplumsallığını Durkheim din olgusunda da görür.

2. Durkheim, dinsel ritüelde kutsananın toplumsal yaşamın kendisi olduğuna hükmetmiştir.

3. Marx için çalışma konusu dinin sınıflar arası ilişkilerdeki ideolojik işlevidir,

4. Weber için çalışma nesnesi teodisedir.


5. Dünya Dinlerinin Sosyal Psikolojisi dört temel tip rasyonel teodiseye işaret etmiştir. Bunlar; bu dünyada telafi sözü, bir “öte” de telafi sözü, düalizm ve karma doktrinidir,


6. Durkheim, dinsel ritüelde kutsananın toplumsal yaşamın kendisi olduğuna hükmetmiştir. Marx için çalışma konusu dinin sınıflar arası ilişkilerdeki ideolojik işlevidir, Weber için çalışma nesnesi teodisedir.


7. Din kuramları dışında da anlaşılıp kategorize edilebilir. Nitekim Heler ’in günlük yaşam kuramına göre din, bilim ve sanat gibi gündelik olmayan alana tabidir ve bununla birlikte gündelik olanı belirler. Bu kuram üç alan tanımlar:


a. Dili, örf ve adetleri, nesneleri kullanmayı ve kendi yararına dönüştürmeyi öğrendiğimiz ve içinde yaşadığımız günlük yaşam alanı,

b. Gündelik olmayan düşünce alanı,

c. Bu iki alanın kendisine yabancılaşmasından oluşmuş sosyoekonomik politik kurumlar alanı.

8. Dinin günlük yaşamda iki işlevi vardır:

a. İnananların zihninde ideal bir “ideal topluluk” imgesi oluşturur,

b. Kolektif temsiller olarak işlev görür

9. Din, din kuramları dışında da anlaşılıp kategorize edilebilir. Heller’in günlük yaşam kuramına göre din, bilim ve sanat gibi gündelik olmayan alana tabidir ve bununla birlikte gündelik olanı belirler.

DİN/DEVLET AYRILMA MODELLERİ, LAİKLİK VE SEKÜLERLEŞME

1. Sekülerleşme; “dinin bütün yaşam alanlarından çekilmesi, küçülmesi ve kurumların din etkisinden kurtularak ortaya çıkması” ile birlikte “dinsel kurumlar, eylemler ve dinsel bilincin toplumsal önemini kaybetmesi süreci” olarak tanımlanır.

2. Herhangi bir toplumda ortaya çıkmış laiklik iddiasının belli bir sekülerleşme tarzına dayanması beklenir; yani, laikliği önceleyen bir sekülerleşme sürecinin yaşanmış olması gerekir.

3. Yabancılarda laiklik uzaklaştırma çıkarma anlamına gelir Türkçe değildir.

4. Laiklik için kabul edilmiş esaslar;

a. Vicdan, düşünce ve din hürriyeti,

b. Bütün vatandaşların eşit hak ve sorumluluklara sahip olması,

c. Dinlerin ve devletin kendi özerkliğine sahip oluşu, yani birbirinden özerk (otonom) oluşu olarak kabul edilir

5. Bir devletin laikim demesi yapıp ettiklerimde dindışıyım demesidir

6. İslam’ın özgünlüğüne sahip Türk modeli değerlendirilirken bazı problem alanları oluşmaktadır bunlar:

a. Müslüman dünyadaki sekülerleşme sürecine dair kuramsal çalışmaların noksanlığı,

b. Din ve sekülerleşme kuramlarında iktidar boyutunun noksanlığı

c. Yerli bilgi noksanlığı


TÜRKİYE’DE DİN VE DİNSEL YAŞANTI

1. Bugünkü durumda dinsel yaşantının organizasyonu şöyledir: Anayasada laiklik ilkesi benimsenmiş, ayrıntılı tarif edilmiştir. Ayrıca din/devlet ayrılma modeli de laisistdir, hatta ruhban karşıtı nitelik sergiler (Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ve eğitim faaliyetlerinin durdurulması) ve devlet de laiktir, yani dindışıdır, halk egemenliğine dayalıdır. İslam dini açısından dinsel yaşantıya dair hizmetler herhangi bir kamu hizmeti gibi örgütlenme bakımından seküler niteliktedir. Yani din hizmetleri dediğimiz ibadet, cenaze, dinsel yaşamla ilgili danışılan konularda yol gösterme ve benzeri hizmetler birer kamu hizmeti olarak düşünülmüş ve özel olarak sadece din işlerinden sorumlu bir bakanlığa bağlı olan Diyanet işleri Başkanlığınca yürütülmekte idi ancak 2010 yılından itibaren Başbakanlığa bağlı kurumlar arasına girmiştir. Başbakanlık isterse yetkisini bir bakan aracılığıyla kullanabilecektir. Kurum, iç işleyişinde özel kanun ve yönetmeliğiyle hareket eder ancak 1982 Anayasası iki temel öğesi bulunan bir kamusal uzlaşı çerçevesini işaret eder: Birincisi, bu kurum laiklik prensibi altında hizmet görür; ikincisi, ulusal birlik ve beraberliğe hizmet edecek şekilde çalışır.

2. Kanada’da monark (Kraliçe Elisabeth II) “imanın savunucusu” olarak tanımlanır,

3. Türkiye Cumhuriyeti bir üniter ulus-devlettir ve tanım gereği azınlık kavramı yoktur. Tek istisnai durumu Lozan Antlaşması’nca tanınan azınlık hakları oluşturur.

4. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan iktidarın önemli bir bileşeni de din/devlet uzlaşısıdır ve bugün artan dinsel yaşantı taleplerinin temel nedeni kamusal uzlaşıda din kurumunun kendini ifade edememesi değil, toplumsal değişme ve dönüşümün yaşanmış olmasıdır.

5. Alevi kavramlarının her ikisi de Ali’nin yolundan gitmeyi anlatsa da Aleviler Türkiye, Irak’ın bir kısmı, Suriye ve Balkanlara özgü topluluklardır.

6. Türk Devleti sadece Yahudileri, Rum Ortodoksları ve Ermeni Ortodoksları tanımış, örnek olarak Roma Katoliklerini ya da Süryani Ortodoksları tanımamıştır.

TÜRKİYE’DE DİN VE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM;

1. Dinin bütün yaşam alanlarından çekilmesine “Sekülerleşme” denir.

2. Devletin din dışılığı/sekülerliği ve halksallığı anlamına gelen ilke “Devlerin Laikliği” dir.

3. Post-seküler döneme işaret eden özellik “Seküler toplumsal düzenle dinsel cemaatler arasındaki gerginlik ve çatışma” dır.

4. Dini günlük yaşam açısından değerlendiren kuramcı Agnes Heller

5. İslam dininin Yahudiliğe dönüş eğilimi taşıdığını savunan kuramcı Friedrich Engels

6. Yahudinin Yahudi gibi yaşayabilmesi için bir haham, özel et kesimi, özel yiyecekler ve özel bir mezarlık gerekir diyen araştırmacı “Avner Levi”

7. Osmanlı Devleti ne feodal ne de teokratikti diyen toplumbilimci Niyazi Berkes

8. Türkiye’de yeni tip örtünmeyi benimseyen kadınların çok azının şeriat rejiminde yaşamak istediğini tespit eden araştırmacı Fatma Sündal


░░▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓░▓░▓░▓░▓░▓░▓░░


ÜNİTE 7

1. Demokrasi kavramı “halk yığınları, yoksullar” anlamına gelen “demos” ile “güç, iktidar” anlamına gelen “kratos” sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Bundan dolayı da demokrasi kısaca “halkın yönetimi” anlamına gelmektedir

2. Demokrasi sözcüğü ilk olarak Eski Yunan’da karşımıza ç›kar.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Demokratikleşme Hareketleri;

1. Osmanlı siyasal düzeninin ana özelliklerinden biri Osmanlı İmparatorluğunun tımar ve kulluk düzenlerine dayanan, askeri ve teokratik nitelikte mutlakiyetçi bir monarşi olmasıdır.

2. Tımar düzeni, verginin kaynakta toplanması ile beslenen, merkezî devlete hiçbir yük yüklemeyen, devlet sınırlarının sürekli gelişmesini sağlayan Osmanlı görkeminin başlıca ana hatlarından birini oluşturan temel düzendi

3. Osmanlı yönetiminin ikinci temel direği kulluk düzeni idi. Buna göre “kul” üretimin tamamen dışındadır ve görevi hem üreticileri hem de onları çalıştıranları denetlemektir

4. Osmanlı Devleti’nin bir başka önemli özelliği ise askeri bir nitelik taşımasıdır.

5. Osmanlı siyasal düzeninin ana özelliklerinden biri Osmanlı imparatorluğunun tımar ve kulluk düzenlerine dayanan, askerî ve teokratik nitelikte mutlakıyetçi bir monarşi olmasıdır.

6. Osmanlılarda din, devlete meşruiyet temeli sağlayan başlıca etmendi. Egemenlik yani toplumdaki en üstün buyurma gücü Tanrı’dan kaynaklanıyordu. Bu durumda Tanrı’nın iradesi sorgulanamadığından siyasal iktidarın yani padişahın iradesi de sınırlanamıyordu.

7. Mutlakıyetçilik ise Osmanlının bir başka temel özelliğini oluşturuyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti kuruluşundan yıkılışına kadar hep bir monarşi olmuştur ve hanedan hep Osman oğullarının elinde kalmıştır.

8. Osmanlı imparatorluğunda padişahın yetkilerinin kısılması ve parlamenter sisteme geçişte ilk adımın atılması 1808 yılında imzalanan Sened-i ittifak belgesi ile olmuştur bu belge Osmanlı tarihinin ilk anayasal belgesi sayılabilir.


Cumhuriyetin Kuruluşundan Sonraki Demokratikleşme Hareketleri;

1. II. Mahmut ile beraber başlayan Batılılaşma Hareketleri 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile sürmüş, Gülhane Hattı Hümayunu ile tüm uyrukların temel hakları tanınmış ve bütün eksikliklerine rağmen tarihe bir “anayasacılık devrimi” olarak geçmiştir.

2. İlk parlamento olan Meclis-i Umumi, Heyet-i Mebusun ve Heyet-i Ayan olmak üzere iki koldan oluşmaktadır. Heyet-i Ayan üyeleri padişah tarafından ömür boyu görevde kalmak üzere seçilirken Heyet-i Mebusun üyeleri 4 yılda bir genel seçimlerle belirlenmekteydi

3. 1921’de yürürlüğe giren cumhuriyetin ilk anayasası Teşkilat-ı Esasiye Kanunu

4. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1 Kasım 1945 tarihli konuşmasında tek eksiğin hükümet karşısında bir muhalefet partisi olmaması olduğunu söyleyerek çok partili hayata yeşil ışık yaktı.

5. 1945 de Demokrat Parti’yi kurdu ve Türkiye’de çok partili hayata geçilmiş oldu.


27 Mayıs 1960 Darbesi ve 1961 Anayasası;


1. (MKB) Milli Birlik Komitesi başkanı Darbede hem devletin hem de bakanlar kurulunun başkanı olduğu gibi, ayrıca başkumandandır.

2. 1961 Anayasası ile getirilen bir başka kurum da Milli Güvenlik Kuruludur.

3. Bir başka yenilik ise Anayasa Mahkemesiydi

4. 12 Mart 1971 tarihinde Silahlı Kuvvetler tekrar darbe yaptı bu darbe 60 darbesinden farkı oldu

5. Kuvvetlerinin komuta heyeti, hiyerarşik bir düzen içinde davranarak hükümete yönelik bir muhtıra (bildiri) hazırlamışlar ve bunu Cumhurbaşkanına, Senato Başkanına ve Meclis Başkanına göndermişler, eş zamanlı olarak da TRT radyolarında okutmuşlardır.


12 Eylül 1980 Darbesi ve 1982 Anayasası;

1. Milli Güvenlik Konseyi (MGK) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren başkanlığında Hava, Deniz, Kara Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşuyordu

2. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ardından yürürlüğe giren 1982 Anayasası ise yasama ve yürütme güçlerinin egemenliğini bir nebze daha güçlendirmiş, aynı zamanda tek meclisli sisteme geri dönülmüştür 1961 Anayasası’nda cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan ulusal devlet ilkesinin yerine 1982 Anayasası’nda Atatürk milliyetçiliğine bağlılık getirilmiştir. İnsan hakları açısından ise 1982 Anayasası sınırlama ve yasaklamalara ağırlık veren bir yaklaşım içindedir. Anayasa, birey ve devleti adeta birbirine rakip iki unsur olarak ele almış ve birey haklarının genişlemesinin devleti zaafa düşüreceği endişesini yansıtan bir belge olmuştur. Bunda da 12 Eylül öncesi ve sonrasında dile getirilen ancak güçlü bir devlet ile huzur ve düzen ortamını sağlamanın mümkün olacağına dair bir anlayışın etkisi büyüktür.

3. 1961 Anayasası’nda temel vurgu bağımsızlık, özgürlükçülük ve demokratik hukuk devleti üzerineyken, 1982 Anayasası’nda vurgu ulusun bölünmezliği, ulusal dayanışma ve devletin korunması temaları üzerinedir

4. Sosyal devlet ilkesi, Türkiye’de ilk kez 1961 Anayasası ile getirilmiştir

TÜRKİYE’DE PARLAMENTER DEMOKRASİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Anayasanın 8. maddesine göre yürütme yetki ve görevi cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu tarafından anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacak ve yerine getirilecektir

1) YASAMA;

a) Yasama işlevi herkes için geçerli emredici hukuk kuralları koyma anlamına gelir. Bu işlevlerin yerine getirilmesinde en önemli araç yasa yapma işlevidir. Yasalar dışında tüzük ve yönetmelikler başta olmak üzere yürütme tarafından yapılan ve bütün vatandaşları kapsayan birtakım düzenleyici işlemler de yasama etkinliği içinde yer alırlar

b) Yasama alanında 1982 Anayasası’nın getirdiği en büyük yenilik 1961 Anayasası öncesindeki dönem gibi yeniden tek meclisli yapıya dönülmüş olmasıdır. 1982 Anayasası’na göre yasa yapma yetkisi TBMM’nindir ve bu yetki devredilemez. Meclis, seçimle gelen 550 milletvekilinden oluşur. Meclis çalışmalarını kendi yaptığı iç tüzüğe göre yürütür. Anayasa TBMM üyelerine önemli güvenceler vermiştir. Bunlardan biri yasama sorumsuzluğudur.

c) Türkiye Büyük Millet Meclisinin en kapsamlı yetkisi yasa yapma yetkisidir.

d) Bir tasarı komisyondan olumsuz dönerse 1 yıl geçmeli tekrar göndermek için

e) 1982 yasası ile getirilen bir başka yenilik meclis bakanlar kuruluna kanun gücünde kararname çıkarma yetkisidir.

f) Anayasanın değiştirilmesi ancak TBMM üye sayısının üçte biri tarafından yazıyla teklif edilmesi ile gerçekleşir. Teklifin kabul edilmesi için ise Meclis üye tam sayısının en az beşte üçünün olumlu oyu şarttır.

2) YÜRÜTME;

a) Ülkemizde de yürütme cumhurbaşkanı ve hükümet olmak üzere iki kanatlıdır.

b) 2007 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıldan 5 yıla indirilmiştir.

c) Cumhurbaşkanının yasama ile ilgili görevleri;

i) Türkiye Büyük Millet Meclisini gerektiğinde toplantıya çağırmak, yasaları yayımlamak, yasaları yeniden görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek, Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak sayılabilir.

ii) En önemli görevi devletin başı olmaktır.

iii) Ayrıca cumhurbaşkanının bütün ulusu temsil etmesi onun tam bir yansızlık içinde davranmasını zorunlu kılar

3) YARGI;

a) Mahkemelerin kuruluşlu, işleyişi, görev ve yetkileri, yargılama yöntemleri yasayla belirlenir. Yargılama kamuya açık bir biçimde yapılır.

b) 1982 Anayasası Yüksek Mahkemeler başlığı altında şu mahkemelere yer vermiştir: Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi. Anayasa Mahkemesi

c) Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir, bunlara hiçbir biçimde itiraz edilemez. Kamu ya da özel alanda herkesi bağlarlar

d) Yargıtay en üst dereceli yargı yeridir.

e) Danıştay en üst dereceli yönetsel yargı yeridir.

f) Askeri Yargıtay en üst dereceli askerî yargı yeridir. Askeri Yüksek idare Mahkemesi, asker kişileri ve askerî işleri ilgilendiren yönetsel işlemlerden doğan uyuşmazlıkları çözen, ilk ve son derece yargı yeridir. Uyuşmazlık Mahkemesi adli, yönetsel ve askerî yargı arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını çözen yargı yeridir.


1982 Anayasası’nda Yapılan Değişiklikler;

1) 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan anayasa referandumu ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere birtakım anayasa değişiklikleri yapıldı. Bu değişikliklere göre milletvekili genel seçimlerinin 5 yıl yerine 4 yılda bir yapılması kararlaştırıldı. Ayrıca cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, cumhurbaşkanının görev süresinin 7 yıldan 5 yıla indirilmesi, aynı kişinin üst üste iki defa cumhurbaşkanı seçilebilmesi gibi maddeler kabul edildi. Bu değişikliğe göre cumhurbaşkanının görev süresi bitmeden 60 gün içinde seçimler yapılarak yeni cumhurbaşkanının seçilmesi yönündeki madde kabul edildi.

2) 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum oylamasında da pek çok değişiklik kabul edilmiştir. Bu değişikliklerin belli başlıları şöyledir: Anayasa Mahkemesi’nde yedek üyelik sistemi kaldırılmıştır; bundan böyle mahkeme 11 asıl 4 yedek üye yerine 17 asıl üyeye sahip olacaktır. Anayasa Mahkemesinin görev süresi 12 yıl olarak belirlenmiştir. Vatandaşlara Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı getirilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye sayısı 7 asıl 5 yedek üyeden 22 asıl 12 yedek üyeye çıkarılmıştır. Ayrıca Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun üye yapısında köklü değişikliklere gidilmiştir.

3) Askeri Yargının görev alanı daraltılmıştır ve askerler artık ağır cezalık suçlarda sivil mahkemelerde yargılanabileceklerdir.

4) Memurlara toplu sözleşme hakkı verildi


Cumhurbaşkanlarımız;

1) M. Kemal Atatürk;

İlkokulu Selanik’te şemsi Efendi Mektebi’nde okudu. Öğrenimini Selanik Askerî Rüştiyesi ve Manastır Askerî idadisinde sürdürdü. 1899’da girdiği İstanbul Harbiye Mektebini 1902 yılında piyade teğmeni rütbesiyle, Harp Akademisini de 1905’te kurmay yüzbaşı olarak bitirdi. Mustafa Kemal 1905 yılında Şam’da 5. Ordu’da, 1907’de Makedonya’daki 3. Ordu’da görevlendirildi. Manastır ve Selanik’te görevli iken 1909’da İstanbul’daki (31 Mart Vaka’sı) ayaklanmayı bastıran Hareket Ordusu’nda görev yaptı. Arnavutluk isyanını bastırma harekâtına katıldı. 1911’de İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarması üzerine Tobruk’a gönderildi. Tobruk ve Derne’de Türk Kuvvetlerini başarı ile yönettikten sonra binbaşı rütbesiyle 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşı’na katıldı; Edirne’yi Bulgaristan’dan geri alan kolorduda görev yaptı. 1913-1915 yıllarında Sofya’da ataşe olarak bulundu. Birinci Dünya Savaşı’nda 1915’te 19. Tümen Komutanı olarak Çanakkale Savaşı’na katıldı. Gelibolu’da düşman saldırılarını başarı ile durdurdu; “Anafartalar Kahramanı” olarak ün kazandı. 1916’da Doğu Cephesi’ne Kolordu Komutanı olarak atandı ve generalliğe yükseltildi. Rus saldırılarını durduran Mustafa Kemal, Bingöl ve Muş’u düşmandan geri aldı. 1917’de Filistin ve Suriye’de görevli 7. Ordu Komutanlığı’na atandı. Aynı yıl Veliaht Vahdettin ile Almanya’ya gitti. Alman Genel Karargâhı ve Alman savaş cephelerinde incelemeler yaptı. 1918’de yeniden görevlendirildiği Suriye cephesinde 7. Ordu Komutanı iken Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a geldi. Ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak amacını gizli tutarak Ordu Müfettişliği görevi ile İstanbul’dan ayrıldı. Karadeniz yoluyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayımladı. Türk milletine, “Vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğunu, azim ve kararlılıkla vatanın kurtarılması için Sivas’ta bir kongre toplanacağını” bildirdi. Ayrıca Osmanlı Hükümeti’nin verdiği görevden ve askerlikten istifa ederek 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da, 4 Eylül 1919’da Sivas’ta toplanan kongrelerin başkanlığını yaptı. Bu kongrelerde, “Düşman işgaline karşı milletin vatanı savunacağı, bu amaçla geçici bir hükümetin kurulacağı ve bir millî meclisin toplanacağı, manda ve himayenin kabul edilmeyeceği” kararları alındı ve açıklandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, onun çabalarıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da tarihî görevine başladı; Mustafa Kemal, Meclis ve Hükümet Başkanı seçildi. Osmanlı Hükümeti ile itilaf Devletleri arasında imzalanan Sevr Antlaşması’nı Türk milletinin kabul etmediğini dünyaya duyurdu. İtilaf Devletlerinin yardımıyla İzmir’i işgal eden Yunan Kuvvetlerinin ilerlemesi 1921’de Birinci ve ikinci İnönü Savaşlarıyla durduruldu. 23 Ağustos 1921’de yeniden saldıran Yunan Ordusu bozguna uğratılarak Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Türk Ordusu Sakarya Meydan Savaşı’nı zaferle sonuçlandırdı. 22 gün geceli gündüzlü süren bu savaşta Yunan Ordusu ağır kayıplara uğratıldı. Bu zafer nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal’e ‘Mareşal’ rütbesi ve ‘Gazi’ unvanı verildi. Türk Ordusu, vatanı düşman işgalinden kurtarmak için 26 Ağustos 1922’de karşı saldırıya başladı. Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Başkomutan Meydan Savaşı’nda (30 Ağustos 1922) Türk Ordusu Yunan Ordusu’nun büyük kısmını yok etti. Bozguna uğrayarak kaçan düşman kuvvetlerini izleyen Türk Ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı ve itilaf Devletleri işgal ettikleri Türk topraklarından çekildiler. Kurtuluş Savaşı’nın ardından TBMM tarafından 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilirken, Mustafa Kemal de Cumhurbaşkanı seçildi. 1938’deki ölümüne dek arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı seçilen Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı oldu. Mustafa Kemal’e, 24.11.1934 günlü, 2587 sayılı Kanunla Atatürk soyadı verildi ve bu soyadının başkaları tarafından kullanılması yasaklandı. Mustafa Kemal Atatürk, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın etkilerini hafifletmek ve ülkenin kalkınmasını hızlandırmak amacı ile 1933’te Beş Yıllık Sanayi Planı’nı başlattı. Aynı dönemde dış politikada da önemli adımlar atıldı; Milletler Cemiyetine girilmesi (1932), Balkan Antantı’nın imzalanması (1934), Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936) ve Sadabat Paktı (1937) gibi girişimler Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada etkili bir aktör olarak öne çıkmasına katkıda bulundu. Atatürk, Hatay’ın anavatana katılması için yoğun bir diplomatik çaba sarf etti ve onun bu amacı, vefatının ardından 1939 yılında gerçekleşti. Atatürk, yalnızca Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’nı başarı ile yöneten bir komutan değil, aynı zamanda gerçekleştirdiği devrimler ile de dâhi bir devlet adamı idi. 57 yıl süren yaşamının büyük kısmında, milletinin ve vatanının bağımsızlığı ve mutluluğu için yılmadan çalıştı ve girdiği her mücadeleden zaferle çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, cesur ve unutulmaz önderi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrıldı.

2) İsmet İnönü;

a) Kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne’deki 2. Ordu’nun 8. Alayında bölük komutanlığına atandı. Bu görevi sırasında ittihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu (1907). 1908’de kolağası oldu ve 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen ayaklanmayı Selanik’ten gelerek bastıran Hareket Ordusu’nda görev aldı.

b) I. Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi’nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk’le birlikte çalışırken dostlukları ve devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Ardından Suriye Cephesi’nde savaşan Mustafa ismet Bey, Millî Mücadele sırasında Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı olarak öne çıktı.

c) 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisine Edirne milletvekili olarak katıldı

d) I. İnönü Savaşı ile tuğgeneral rütbesine yükselen İsmet Paşa, Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz’dan sonra kazanılan zafer üzerine Mudanya Ateşkes toplantısında Büyük Millet Meclisini temsil etti

e) Lozan Barış Konferansı’na Dışişleri Bakanı ve Türk heyeti başkanı olarak gönderildi. Görüşmeler sırasında Türkiye’nin çıkarlarını titizlikle savunan İsmet Paşa, 24 Temmuz 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması’nı imzaladı.

f) Cumhuriyet’in ilanından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükümette başbakan olarak görev aldı, aynı zamanda Halk Fırkası Genel Başkan Vekilliği’ni üstlendi

g) İnönü soyadını Mustafa kemal vermiştir.

h) Atatürk’ün ölümünden sonra 1938 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı olarak seçilen İnönü, cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP Genel Başkanlığına da getirildi.

i) CHP’nin 26 Aralık 1938’de toplanan I. Olağanüstü Kurultayı’nda partinin değişmez genel başkanı seçilerek Millî şef unvanını aldı.

j) 1950 genel seçimlerinden sonra CHP, iktidarı Demokrat Parti’ye bıraktı

k) 3 çocuğu vardı


3) Celal Bayar;

a) Bursalıdır

b) İzmir’in işgali tehlikesi belirince, Galip Hoca takma adıyla zeybek ve köy hocası kılığında bölgeyi dolaşarak işgale karşı propaganda yaptı

c) İş Bankasının kurulmasında önemli rol oynadı ve 1932’ye kadar genel müdürlüğünü yaptı.

d) 1937-1939 yılları arasında başbakanlık yaptı.

e) 1946 yılında Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Partiyi kurdu ve başkanlığa getirildi.

f) Partisinin 1950 seçimlerini kazanmasından sonra 22 Mayıs 1950’de Türkiye Büyük Millet Meclisince Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı seçildi

g) 60 darbesiyle uzaklaştırıldı 61 de idam cezası aldı daha sonra bu ceza müebbet e dönüştürüldü 86 da hapiste hastalanıp öldü

4) Cemal Gürsel;

a) Erzurumlu

b) 61 de TBMM tarafından 4. cumhurbaşkanı seçildi

c) 66 da rahatsızlanınca TBMM kararıyla cumhurbaşkanlığı görevine son verildi

d) 66 da vefat etti

5) Cevdet Sunay;

a) Erzurumlu bazı kaynaklara göre de Trabzonlu

b) 1966’da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin beşinci cumhurbaşkanı seçildi

6) Fahri Korutürk;

a) İstanbullu

b) 1973 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisince Türkiye Cumhuriyeti’nin altıncı cumhurbaşkanı seçildi.

7) Kenan Evren;

a) Manisalı

b) 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulan ve kabul olunan Anayasa ile Türkiye’nin yedinci cumhurbaşkanı olarak göreve başladı.

8) Turgut Özal;

a) Malatyalı

b) 1983 yılında Anavatan Partisi’ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin birinci gelmesi üzerine hükümeti kurmakla görevlendirildi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 19. Başbakanı oldu. 1987 seçimleri sonrasında tekrar hükümet kurdu ve başbakan olarak görev yaptı. 31 Ekim 1989’da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin sekizinci cumhurbaşkanı olarak seçildi.

c) 1993 günü geçirdiği bir rahatsızlık sonucu görevinin 4. yılında vefat etti

9) Süleyman Demirel;

a) Ispartalı

b) 10 Ekim 1965 genel seçimlerinde Isparta Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi ve seçimlerde Adalet Partisinin tek başına iktidar olması üzerine Türkiye’nin 12. Başbakanı olarak hükûmeti kurdu. Süleyman Demirel 4 yıl süren bu hükûmetten sonra 1969, 1970, 1975, 1977 ve 1979 yıllarında 5 kez daha hükümet kurdu.

c) 12 Eylül 1980’de gerçekleşen askerî müdahale üzerine görevden uzaklaştırıldı ve yedi yıl yasaklı olarak siyaset dışı kaldı.

d) 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması ile siyasi yasaklar kaldırılınca Süleyman Demirel 24 Eylül 1987’de Doğru Yol Partisi Genel Başkanlığı’na seçildi

e) 91 de başbakan oldu ve 1993’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi

10) Ahmet Necdet Sezer;

a) Afyonlu

b) 5 Mayıs 2000’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin onuncu cumhurbaşkanı olarak seçildi

11) Abdullah Gül;

a) Kayserili

b) 28 Ağustos 2007 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin On birinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi.


TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER VE SEÇİM SİSTEMLERİ

Siyasal sistemleri ne olursa olsun siyasi partiler, halkın toplum sorunları karşısında bilinçlenmesine, kamuoyunun oluşmasına, toplumdan gelen dilek, istek ve beklentilerinin siyasal kararların alındığı merkezlere iletilmesinde önemli aracılık görevleri üstlenmektedirler.

Siyasal partiler Türkiye’de ilk olarak 1961 Anayasası ile bir anayasa konusu haline getirilmişlerdir.

Sabuncunun deyimiyle bu eğilim, hem çok partili demokratik yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğundan hareketle siyasi partileri anayasa güvencesine kavuşturmuştur hem de demokratik düzenin kendini koruması amacıyla partilerin faaliyetlerine anayasa ile bir çerçeve çizmek biçiminde kendini göstermektedir.

1) Seçimler ve Seçim Sistemleri;

a) Seçim yalnızca milletvekillerinin ve yerel yöneticilerin belirlenmesi için uygulanan bir yöntem olmayıp tüm örgütler için örgüt üyelerinin örgütü yönetecekleri belirleme yöntemidir.

b) Kamu yöneticisinin otoritesi onun kişisel özelliklerinden değil, seçim sonucu işbaşına gelmesinden gelmektedir. Bu sebeple demokratik olduğunu iddia eden bir iktidar seçime dayanmalı ve gücünün kaynağını seçimden almalıdır.

c) Demokratik kamu yönetiminin kaynağı sayılan halkın onayı özgür, eşit ve serbest seçimlerle ancak ortaya çıkabilir.

d) Eşitlik ilkesi: Herkes tek oy a sahip

e) Genellik ilkesi: herkes eşit

f) Bireysellik ilkesi: Herkesin kararı ve kullanma hakkı kendine ait

g) Gizlilik ilkesi: Etki baskı altında olmadan özgürce oylama

h) Serbestlik ilkesi: Baskı ve korku olmadan

i) Günümüzde dünyada kendi içinde farklılıklar içermesine karşın temelde iki seçim sistemi uygulanmaktadır. Bunlardan bir tanesi “çoğunluk sistemi”, öteki de “nispi temsil Sistemi”dir.

2) Türkiye’de Seçim Sistemi Uygulamalarının Tarihçesi;

a) Seçim ve siyasi sistem tartışmaları Avrupa’da 14. yüzyıldan itibaren başlarken Osmanlı’ da ancak 19. yüzyılın ortalarına doğru seçimlerden söz edilmeye başlanabilmiştir. Osmanlı’da ilk seçim 1876 Anayasası ile getirilmek istenmiştir.

b) Meclis meclis-i ayan ve meclis-i mebus anlardan oluşurdu.

c) Cumhuriyet ilan edilmeden önce ülkemizde ilk seçim 1877 yılında yapılmıştır.

d) Ülkemizde cumhuriyet sonrasında 1945 yılına kadar yapılan seçimlerin en büyük özelliği tüm seçimlere tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisinin tek başına katılmasıdır. Ancak 1946’dan sonra çok partili hayata geçilmesiyle beraber seçimlere birden çok parti katılmaya başlamıştır.

e) Türkiye’de 1950- 1960 döneminde uygulanan seçim sistemi liste usulü çoğunluk sistemidir.

f) 1961 Anayasası ile beraber çoğunluk sistemi terk edilmiş ve yerine nispi temsil sistemi getirilmiştir.

g) Türkiye’de 1950’den 2002’ye kadar 7 kez erken genel seçime gidildi.


Türkiye’de Günümüzde Uygulanan Seçim Sistemi;

1) Türkiye’de bugün yürürlükte olan seçim sistemi % 10 barajlı klasik d’Hont sistemidir.

2) 1995 genel seçimleri öncesinde milletvekili seçilme yaşı 18’e indirilmiş ve 450 olan milletvekili sayısı 550’ye çıkarılmıştır.

3) Geçerli oyların % 9,99’una dahi ulaşsa bir parti parlamentoda temsil hakkına sahip olamamakta ve demokratik bir sistemle uyuşmamaktadır

4) Öztekin’in de vurguladığı gibi bir ülkede demokrasinin en önemli göstergelerinden biri olan seçimin o ülkede çoğulcu, katılımcı, temsili ve anayasal sisteme gerçek anlamda katkı sağlayabilmesi için devleti ve toplumu yöneten siyasi iktidarlara 3 önemli görev düşmektedir. Bunlardan ilki ülkede seçmen sayısının artırılmasıdır. İkincisi seçim uygulamalarının kolaylaştırılarak geçerli oy oranlarının yükseltilmesidir. Üçüncüsü ise olabildiğince farklı görüşlerin siyasi partiler aracılığıyla parlamentoya taşımasını sağlamaktır.

5) 1950-1960 (DP) 3 kez, 1960-1980 (AP) 2 kez ve 1980 (ANAP) 2 kez tek başına iktidara gelmiştir. Bu üç partinin ortak yanı siyasal yelpazenin sağında yer almış olmalarıdır. 3 Kasım 2002 seçimlerinde Millî Görüş çizgisinden doğan bir parti ilk kez tek başına iktidar olmuştur.(AKP)

6) Tanzimat Dönemiyle beraber özellikle imparatorluk içinde yaşayan azınlıkların hakları, çağdaş bürokrasinin yaratılması, askeri yönetimden mülki yönetime geçiş, yerel yönetimlerin kurulması, ilk bütçenin yapılması ve batılı anlamda okulların kurulması alanlarında önemli adımlar atılmıştır.

7) İlk parlamento olan Meclis-i Umumi’nin bir kanadI olan Heyet-i Mebusan üyeleri 4 yılda bir genel seçimlerle belirlenmekteydi

8) Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası 21 anayasası, son anayasası ise 82 anayasası

9) 1982 Anayasasına göre yürütme yetki ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir.

10) Hem biçim hem de öz bakımından yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevli mahkeme anayasa mahkemesi

11) Seçim ve siyasi sistem tartışmaları Avrupa’da 14. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Ülkemizde ise 19. yy da

12) 61 anayasası ile birlikte çoğunluk sistemi terk edilmiş ve yerine nispi temsil sistemi getirilmiştir


ÜNİTE 8

ÇALIŞMA YAŞAMINA İLİŞKİN TEMEL KAVRAMLAR


1) Bireyler için çalışma yaşamı sosyal statü, nitelikli bir sosyal çevre, ekonomik gelir ve sosyal güvence gibi getirilerin yanı sıra, kendilerini zihinsel ve bedensel olarak geliştirmelerinin de bir aracıdır. Bu nedenle çalışma yaşamı toplumsal ilişkiler ağının en önemli ve en merkezî alanlarından biridir.

2) Günümüz toplumlarında bir işte çalışmak demek bir taşla birden çok kuşu vurmak demektir.

3) Çalışma kavramını dar ve geniş anlamda olmak üzere iki farklı şekilde tanımlamak mümkündür. Dar anlamı ile çalışma kavramı bir bireyin belli bir ücret karşılığı emeğini satmasıdır. Geniş anlamı ile çalışma kavramı ise toplumsal yaşamın sürdürülmesine yönelik olarak bireylerin ücretli ve ya ücretsiz olarak yaptıkları uğraşların tümünü kapsar

4) Kayıtlı çalışma: İşverenler ile çalışanlar arasında iş gücü istihdamının belli bir sözleşmeye dayalı olarak yapılmasıdır.

5) Kayıt dışı çalışma: İş gücü istihdamının işveren ile çalışanlar arasında resmi olmayan bir anlaşmaya dayalı olarak yapılmasıdır.


TÜRKİYE’DE ÇALIŞMA YAŞAMININ DEMOGRAFİK BOYUTLARI


1) TÜİK’in 2008 yılı verilerine göre Türkiye’de istihdam edilenlerin:

• % 73,3’ü erkektir.

• % 60,6’sı lise altı eğitimlidir.

• % 58,9’u ücretli, maaşlı ve yevmiyelidir.

• % 27,1’i kendi hesabına ve işverendir.

• % 14’ü ücretsiz aile işçisidir.

• % 60,2’si “1-9 kişi arası” çalışanı olan küçük iş yerlerinde çalışmaktadır.

• % 3’ünün ek bir işi vardır.

• % 3,9’u mevcut işini değiştirmek veya mevcut işine ek olarak bir iş aramaktadır.

• Ücretli olarak çalışanların % 87’si sürekli bir işte çalışmaktadır.

2) Hizmet sektörünün tarım ve sanayi sektörüne göre daha fazla olduğu görülür ülkemizde


Kadın ve İstihdam;

1) Türkiye’de kadınların ve erkeklerin iş gücü istihdamına katılım oranları arasında çok büyük farklılıklar bulunmaktadır. TÜİK’ in 2008 yılı verilerine göre her 100 erkekten 72’si iş gücüne katılırken bu oran kadınlarda yalnızca 26 civarındadır.

2) Kadınların ücretli iş gücü payına yeterince sahip olmamalarının nedeni; Bunların başında tarımda çalışan kadın iş gücünün önemli bir bölümünün kayıt dışı olarak çalıştırılması gelmektedir. Ayrıca kentlerde kadınların yoğun olarak çalıştığı birçok düşük ücretli iş kolunda da kayıt dışı çalışma oldukça yaygındır.

3) Kadın iş gücünün sayısının resmi istatistiklerde düşük görünmesinin nedeni yalnızca ‘kayıt dışı çalışma’ değildir. Sosyal ve kültürel değerler de kadınların iş gücüne katılımını olumsuz yönde etkilemektedir.

4) Kadının dışarıda ücretli çalışmasının birçok olumlu tarafı da vardır. Bunların başında kadının aile bütçesinin oluşturulmasındaki payı gelmektedir

5) Referans dönemi içinde istihdam halinde olmayan, son altı ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 15 gün içinde iş başı yapabilecek durumda olan 15 yaş ve daha yukarı yaştaki tüm kişiler işsiz olarak tanımlanmaktadır.

6) Diğer taraftan Türkiye’de işsizlik oranı genç yaş gruplarında daha da yüksektir. Resmî hesaplamalara göre 2008 yılı itibariyle 15-24 yaş arası her 100 gençten 20 işsiz durumdadır.

Çalışan Çocuklar;

1. Türkiye’de resmî kayıtlara göre 6-17 yaş grubuna ait çalışan çocuk sayısı 2006 yılı itibarıyla 1 milyon civarındadır.

2. Çocukların çalışmasının veya zorla çalıştırılmasının birçok nedeni bulunmaktadır. Bunların başında kırsal kesimlerde ve kentlerde ailelerin yaşamış olduğu ekonomik güçlükler gelmektedir

İş Gücüne Dâhil Olmayanlar;

1. Türkiye’de iş gücüne dâhil olmayan 26 milyonu aşkın kişi bulunmaktadır. İş gücüne dâhil olmayanlar kısaca çalışma çağında olmasına karşın birçok nedenden dolayı iş ara(ya)mayan, iş aramadığı için işsiz olan ve bu nedenle çalışma yaşamı dışında kalanlardır.

2. İş gücüne dâhil olmayan çok sayıda grup vardır. Bunlar sırasıyla, işsiz olduğu hâlde iş aramayanlar, iş bulma ümidi olmadığı için iş aramayanlar, ev kadınları, öğrenciler, emekliler, çalışamayacak kadar hasta olanlar, zihinsel engelliler ve iş yapamaz durumdaki bedensel engellilerdir

3. Türkiye’de iş gücüne dâhil olmayan nüfusun bu kadar yüksek olmasının birçok nedeni bulunmaktadır. Bunların başında daha önce belirtildiği gibi kadınların çalışma yaşamına erkekler kadar girememiş olmasıdır.

Gelir Dağılımı Eşitsizliği;

Gelir dağılımına en zengin ve en yoksul gruplar açısında bakıldığında nüfusun en zengin % 20’lik bölümünün, Türkiye’de yaratılan toplam gelirin % 44,4’üne sahip olduğu görülmektedir. Yine Türkiye’de nüfusun en yoksul kesimi olan % 20’lik bölümü ise Türkiye’de yaratılan toplam gelirin ancak % 6,1’ine sahip olmaktadır.


TÜRKİYE’DE ÇALIŞMA YAŞAMININ TEMEL SORUNLARI

1. Enformelleşme

2. Esneklik

3. Örgütsüzlük

4. Taşeronlaşma

5. Ayrımcılık

Enformelleşme kavramını dar ve geniş anlamda iki farklı şekilde ele almak mümkündür. Dar anlamıyla Enformellik, kayıt dışılık anlamına gelmektedir. Geniş anlamıyla Enformellik ise ekonomik faaliyetlerin, istihdam ilişkilerinin ve iş süreçlerinin resmî olmayan bir şekilde, yazılı olmayan kurallara göre gerçekleşmesidir. Çalışma yaşamında Enformelleşmenin artması çalışma koşullarının ağırlaşması demektir.

Çalışma koşullarının ağırlaşması ise bireylerin çalıştıkları hâlde yoksulluktan kurtulamamaları anlamına gelmektedir. Bireylerin yoksulluktan kurtulamamaları ise kronik yoksulluğa yani yoksulluğun bir sonraki kuşaklara aktarılması demektir.

Çalışma yaşamında Enformelleşmenin ne kadar olumsuz koşulları içerdiğini en belirgin şekilde Formel istihdamın özelliklerinde görürüz. Formel istihdam, kamu kurumları ve bazı özel sektör kuruluşlarının iş gücünü yasal mevzuata uygun bir

Şekilde çalıştırmaları anlamına gelmektedir. Özellikle kamu kuruluşlarında yaygın

olan Formel sektör istihdamının tipik özelliklerini devlet memurluğunda görmek

Mümkündür. Bunlar;

1. Düzenli çalışma,

2. İş güvencesi,

3. Makul ve düzenli bir ücret,

4. Resmi bir iş sözleşmesi,

5. Nitelikli bir sosyal çevre,

6. Sosyal statü ve saygınlık,

7. İyi çalışma koşulları,

8. Yasal olarak güvence altına alınmış çeşitli yasal ve sosyal haklar (hastalık, yıllık izin vb.) demektir.

Enformel istihdam Formel istihdamın tam tersi çalışma koşullarını içermektedir. Bu da ister istemez bireyleri Enformel sektörden uzaklaşmaya ve bir şekilde formel sektörde iş bulmaya yöneltmektedir.

Formel sektörde istihdam olanakları her geçen gün azalmaktadır. Bunun bir sonucu

olarak Türkiye’de özellikle son yıllarda kayıt dışı çalışma ve Enformel istihdam biçimlerinde önemli artışlar yaşanmaktadır. Nedenleri;

İşverenler bazı iş ve istihdam alanlarında Enformel istihdamı bilerek ve isteyerek tercih etmektedir

Yüksek işsizlik oranı, iş arayan kişileri zorunlu olarak kayıt dışı alanlarda iş aramaya zorlamaktadır

İstihdamda Enformellik işverenlere iş gücünü herhangi bir yasal mevzuatla uğraşmadan tazminatsız ve sorunsuz bir şekilde işten çıkarma olanağını sağlamaktadır.

Enformelleşme çalışma yaşamının devlet tarafından yeterince ve gereğince denetlenmemesi sonucu yaygınlık kazanmaktadır.


Esneklik;

Çalışma yaşamında esneklik, işverenler tarafından iş gücünün istenilen sayıda ve koşullarda istihdam edilmesi demektir. Bir başka ifadeyle, esneklik firmaların içinde bulunduğu piyasa koşullarının olumsuz olduğu durumlarda çalışanların sayısını azaltabilme, olumlu olduğunda ise artırabilme potansiyelidir.

Firmalarda çalışanların sayısında azaltmaya veya artırmaya yönelik bir esneklik ancak geçici ve kısa süreli sözleşmeli istihdamla mümkündür

Geçici ve kısa süreli istihdam ise işverenlere iş gücünü çalıştırmada ve işten çıkarmada büyük bir kolaylık sağlamaktadır.

Bir işvereninin kısa süreli ve sözleşmeli çalışanlarının sayısında piyasa koşullarına göre artışa veya azalışa gidebilmesine sayısal esneklik de denilmektedir.

2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Yasasıdır.

Yarı zamanlı çalışma süresi haftalık 30-35 saat olabileceği gibi 5-10 saat gibi çok daha kısa süreleri de kapsayabilir.


Örgütsüzlük;

Kavramsal olarak örgütsüzlük bir iş kolunda çalışan bireylerin yasaların belirlediği örgütlenme haklarından yararlanamaması durumudur.

Çalışanların yasalarca tanınmış olan örgütlenme haklardan yararlanamamasında ilgili iş kolunda istihdam edilen iş gücünün bilinçsizliği ve eğitimsizliği önemli bir etken olabilir.

Türkiye’de 4857 sayılı İş Yasası toplu sözleşmeli ve grev hakkını kamu ve özel sektörde istihdam edilen işçilere tanınırken kamuda memur statüsünde çalışanlara tanınmamıştır. İlgili yasa memurlara toplu görüşme hakkı vermiş ancak grev hakkını vermemiştir.

Sendikalar, işçilerin kendi hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere

Oluşturdukları, örgütlendikleri sınıfsal ve toplumsal örgütlerdir.

Sarı sendika, çalışanların haklarını savunuyormuş gibi görünüp daha çok işverenin çıkarlarını gerçekleştiren sendikadır.


Taşeronlaşma;

Taşeronlaştırma bir iş yerinde üretilen mal ve hizmetlerin belli bir iş sözleşmesi karşılığında alt işveren(ler)e verilmesidir. Ve alt işverenler tarafından yürütülmesi


Türkiye’de taşeron sisteminin yaygın olmasının birçok nedeni bulunmaktadır.

Bu nedenleri kısaca belirtmek gerekirse:


Kırdan kente doğru yaşanan yoğun göç,

Vasıfsız ve eğitimsiz iş gücü sayısının her geçen gün artması,

Kentlerde işsizlik oranın çok yüksek olması,

İş gücü maliyetlerini düşürmek amacıyla firmaların çeşitli üretim ve hizmet birimlerinin alt işverenlere vermeleri,

Firmaların sendikasız ve örgütsüz iş gücünü çalıştırmayı tercih etmesi,

2003’de yürürlüğe giren yeni İş Yasası’nın taşeron iş gücü istihdamını kolaylaştırması,

İç ve dış piyasalardaki aşırı rekabet ortamının firmaları başta taşeron istihdamı olmak üzere geçici ve düzensiz iş gücü istihdamına yöneltmesi.


Tam zamanlı bir işte ücretli olarak istihdam edildikleri hâlde elde ettikleri ücretle asgari geçim şartlarını sağlayamayanlar “çalışan yoksullar” olarak adlandırılmaktadır


Ayrımcılık;


Her toplum farklı gruplardan oluşur. Bu farklılıklar sosyal, kültürel, dinsel, siyasal, cinsiyetçi ve ekonomik özelliklerden kaynaklanabilir.


İşverenin talep ettiği ürünlerin, alt işverenin kendi iş yerinde üretilip asıl işverene teslim etmesine fason üretim denir


Türkiye’de işsizliğin büyük kısmı, işsizlerin niteliklerinin açık işlere, yani işverenlerin aradıkları niteliklere uymamasından kaynaklanmaktadır. Bu işsizlik türü Yapısal İşsizliği ifade edilmektedir


Çalışmaya hazır ve istekli iş gücü olduğu halde, açık işlerin olmamasından kaynaklanan işsizliğe Açık İşsizlik denir.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 7 misafir