Temel Fotoğrafçılık Çalışma Notu

Cevapla
Eser
Mesajlar: 1
Kayıt: 20 Mar 2019 18:59
İletişim:

20 Mar 2019 19:07

TEMEL FOTOGRAFÇILIK
Günümüzde olduğu gibi geçmişte de disiplinler arası etkileşimden söz etmek gerekir. En iyi verile¬cek örneklerden biri
Camera Obscura’ya mercek yerleştirme fikrini 1550 yılında ileri süren İtalyan, matematikçi, fizikçi, hekim ve düşünür olan Gi¬rolamo Cardano’dur.
Fotoğraf, doğada gözle görülebilen maddi var¬lık ve şekillerin ışık ve bazı kimyasal maddeler yardımıyla ışığa karşı duyarlı hâle getirilmiş film veya herhangi bir madde üzerine saptanan fiziksel ve kimyasal bir işlemdir.
Fotoğraf, belgelenmek istenen objeden yansıyan ışığın, duyarlı yüzey üstüne düşmesi ve duyar kat (film) üstünde sabitlenmesidir
Nesnelerden yansıyan ışık ışınlarının, ışığa duyarlı bir yüzeye düşürülmesi ve bu yüzeyde kalıcı olarak tespit edilmesi olarak da tanımlanabilir.
Fotoğraf kelimesi Yunanca olup anlam olarak ışık ve yazmak anlamına gelen photos ve graphes ke¬limelerinden oluşmaktadır.

İlk Kamera ve Baskı Yöntemleri
Camera Obscura rönesans döneminde ve Camera Lucida Rönesans dönemi sonrasında sanatçılar tarafından çalışmalarında kullanılıyordu.
Görüntü oluşumu ile ilgili temel değer ışık ve ışığa duyarlı maddedir.
simyacı¬lar çoğunluğu karanlıkta olmak üzere ışığı tepki veren birçok madde tes¬pit etmiş olmalarına rağmen görüntülerin kalıcı ol¬maması olumsuzluktu. görüntünün sabitlenebilmesi İçin iki farklı yöntem ortaya çıkar. Bunlardan biri helyograf diğeri ise dagerotip’tir.
1826 yılında Fransız Joseph Nicephore Niepce, yaklaşık sekiz saatlik bir pozlamayla evinin penceresinden ilk defa bir görüntüyü sabitlemiştir.
Pen¬cereden görünüm görüntüsü, ilk fotoğraf olarak kabul edilir ve aynı zamanda helyograf olarak adlandırılır.

Bir başka Fransız olan Louis Jacques Mande Daguerre de yeni fotoğrafik işlemi yöntemini dagerotip’i 1939 yılında ilan etmiştir.
Dagerotip görüntüleri sabitleme yönteminin mümkün kılınmasında başka bir şey değildir.

Louis Jacques Mande Daguerre’nin 1838’de çektiği Temple Bulvarı, Paris, dagerotip’idir.

Kullanılabilecek ilk fotoğraf makinesi 1838 yılında Fransız ressam olan Louis Daguerre tarafından geliştirilmiştir.
Dönemin¬de fotoğrafın bu kadar hızlı gelişmesinin sonucu olarak ressam Paul Delacroix’u endişelendirmiş ve bunun üzerine, bundan böyle resim ölmüş demiştir .

Henry Fox Talbot , birtakım kimyasal maddelere batırılmış kâğıtlar üzerinde görüntü elde etmeyi başardıysa da yavaş yavaş kararması ve görüntünün net olmaması nedeniyle kolayca unutulmuş olmasına rağmen, Henry Fox Talbot’un bu buluşu için, ilk defa İngiliz SirJohn F. W. Herschel tarafından 1840 yılında “FOTOGRAF” kelimesi kullanılmıştır. Bir süre sonra da negatiflerin pozitife çevrilmesi başarılmıştır.

Modern fotoğrafın temelleri, ilk negatif pozitif fotoğraf işlemi ger¬çekleştirerek tek bir negatiften birden fazla kopya alınmasına olanak sağlayan ve fotoğrafın gelecekteki kültürel statüsü için şüphesiz temel bir öneme sahip olan William Henry Fox Talbot’tur.

1850’lerde dagerotip ile kalotip yerini, baskısı cam negatiften yapılan yaş kolodyum işlemine bırakmıştır. Özelliği, ge-nellikle albümin kaplı kâğıt üzerine basılmakta ve baskıların keskin detaylara güzel bir kahverengi ton ve parlak bir yüzeye sahip olması¬dır.

1850’lerin ortalarındada iki yeni format ilgi görmeye başlamıştır. Stereograf ve Carte de Visitedir.

Tasarlanması daha çok görsel etki ve zevk için olduğu belirtilen stereograf yöntemi özel bir gözlükle ba¬kıldığında iki farklı açıdan çekilmiş aynı görüntünün yan yana yapıştırılmasından oluşmuş bir fotoğraf çeşididir.

Carte de Visite Resim ise albüm veya portre kartı olarak bi¬linen kişinin giyimini vurgulayan kart vizit boyutundaki kişinin boy fotoğrafıdır.

1960’a doğru Fransız dili ulusal konseyi fotoğraf kavramı ile ilgili yeni bir yazım önerir: “Yunanca ‘photos’ ve ‘graphein’ den, ışıklı kaydetmek. Daha geniş an¬lamda, modern fotoğraf, biriktirilebilen görüntü elde etmeye yarayan ışık fiziği ve ışık kimyası ile il¬gili yöntemlerle elektro manyetik ışınları kaydetme tekniklerinin tümüdür.

1852 yılında George Eastman, Kodak makinelerinde 10 poz çekebilen bromür kaplı Jelatin rulolar bulunan Kodak fotoğraf makinelerini piyasaya sürmüştür.

Yurtdışında fotoğrafın gelişimi ve teknolojik ilerlemesi sürerken, fotoğraf çekimi konusun¬da fotoğrafın temel taşları olarak değerlendirilen ve uluslararası kabul gören fotoğraf sanatçılarıda yaptıkları çekimlerle fotoğraf sanatı tarihinde yer-lerini almışlardır. Birkaç isim olarak Henri Carti¬er-Bresson, Ansel Adams ve Dorothea Lange’ı saya¬biliriz.

Türkiye’ de Fotoğrafın Gelişimi

Cumhuriyet öncesi dönemde fotoğraf stüd¬yoları kuranların Vasil Kargopoulo, Bogos Tar¬kulyan gibi azınlık fotoğrafçıları olduğu belirtilir.

Cumhuriyet dö¬neminde ise fotoğraf günlük yaşamın bir parça¬sı hâline gelmiştir. Yine Cumhuriyet döneminde fotoğraf stüdyoları kısa sürede ülke geneline yayıl¬mıştır ve cumhuriyetin ilanından sonraki dönemin fotoğrafçısı Cemal Işıksel ise Atatürk’ün fotoğraf¬larını çekerek portre geleneğini devam ettiren ve ilk foto muhabiri unvanı ile atanan kişi olmuştur. Bu göreve 1929 yılında Atatürk’ün emriyle Ankara Ulus Gazetesi’nde başlamıştır. Atatürk’e ait zengin bir fotoğraf koleksiyonuna da sahiptir.

Selahattin Giz, Şinasi Barutçu vd. leri, Cum¬huriyetin ilk dönemlerinde isimleri belirtilecek fotoğrafçılardır.
İlk fotoğrafla ilgili klüp, Şinasi Barutçu tarafın¬dan 1950 yılında Ankara’da TAFK (Türkiye Amatör Fotoğraf Klübü) adıyla kurulmuştur.

1958 yılında FIAP’a (Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu) üye olunmuştur.
Nurettin Erkılıç ise halkevlerinin kapanması ile yeni bir arayışa girmiş ve 1959 tarihinde altı arkadaşı ile birlikte “Erenköy Amatör Foto Klübü” nü kurmuştur. 1962 yılında adını İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) olarak değiştiren dernek bügün yaşayan en eski fotoğraf derneğidir.

Cumhuriyet sonrası, Türk fotoğrafında önemli bir yer tutmaktadır ve fotoğraf dünyasında özverili
çalışmalarıyla bir yerlere gelmiş, çektikleri fotoğrafları dergi ve benzeri yerlerde gördüğümüz fotoğraf sanatçılarının isimlerini vermek gerektiğinde ilk hatırlananlar olarak, Ara Güler, Coşkun Aral, İzzet Keribar, Nihat Odabaşı, Sabit Kalfagil’i belirtebiliriz.

FOTOĞRAFIN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Fotoğraf çekimi bir cihazla olduğuna göre, iyi fo¬toğraf çekme kaygısı güdenlerin dikkat etmesi ge¬reken üç temel değer söz konusudur. Bunlardan ilk olanı fotoğraf makinesinin kullanımıdır. Cihaz kullanımındaki kaygı, görüntüyü nasıl kaydedebili¬riz. İkinci temel değer ise filme aktarılmış görüntü¬nün fotoğraf kâğıdı üzerine aktarılmasıdır.
kullanılan film ve bunun tabedilmesidir.
Bu iki değer için gerekli olan ışıktır.
Fotoğraf çe¬kiminde kullanılan dış ışıktır ve yapay da olabilir, doğal da.
İç ışık negatif fotoğraf filminin fo¬toğraf kartına sabitlenmesi sırasında agrandisörden verilen ışıktır. Her iki ışıkta rastlantısal değil bilinçli olarak kullanılabilmelidir.

Fotoğrafın temel özelliklerinden bir diğeri ise görmedir.
Her birey kendine has özelliklere sahiptir ve bireyler arasında görme konu¬sunda da farlılıklar olması doğaldır.
İyi bir fotoğrafçı için söylenecek söz, teknik bil¬gileri özümsemiş, kültürel değerlerini kullanabilen ve herkesten farklı bir bakış ve görüşe sahip olabilmedir.

FOTOĞRAF MAKİNELERİNİN KISA TARİHİ

İlk olarak 1802 yılında Thomas Wedgwood’un gümüş nitratlı zemin üzerine görüntüyü kaydettiği ama sabitleyemediği belirtilir.
Fotoğraf makinelerinin geçmişi antik Yunan ve Çin uygarlıklarına kadar uzanmak¬tadır. Fotoğraf makinelerinin en eskisi kamera obs¬curadır.

came¬ra obscura’ya mercek yerleştirme fikri 1550 yılında İtalyan matematikçi, fizikçi, hekim ve düşünür olan Girolamo Cardano tarafından belirtilir. Takılan mer¬cek dışbükeydir. Bu şekilde parlak ve net bir görüntü elde edilmiştir.
1558 yılında İtalyan Giovanni Battista Della Porta çift merceğin yanında karanlık odanın büyük¬lüğünün de hesaplanması gerektiğini belirtir. 1604 yılında Johannes Kepler’de, yeni dönemlerde fotoğraf makinelerinde kullanılan aynadaki yansıma kuralını bulur.
Yirminci yüzyılın başına kadar fotoğraf makineleri¬nin esas olarak plakalı, büyük formatlı karanlık odalar olduğu belirtilir. Karanlık odalar Daguerre tarafından tasarlanmış ve 1839 yılında piyasaya sürülmüştür.
1860 yılında, duyarlı kâğıt rulosu olan bir ma¬kine düşüncesi hayata geçer.
1888 tarihinde ise Kodak’ın sahibi George Eastman yüz görüntülük negatif kâğıt yüklü Kodak makinesini pazara sürer.
1923 yılı fotoğraf dünyası için çok farklı olur. Ne¬deni, 35 mm.’lik film üzerinde 24x36’lık görüntüler veren küçük formatlı makineyi, mikroskop üretici¬si Ernst Leitz’ın araştırma departmanı sorumlusu mühendis Oskar Barnack yapmıştır.
Leica A isimli model 35mm’lik film kullanan ilk ticari taşınabilir kamera olarak tarihe geçmiştir.
Kitap konu özeti : Fotoğrafın Tanımı ve Keşfi
Görüntünün ne anlama geldiği, tarihöncesi dönemden başlayarak, her dönemde önemi korumuştur. Gö¬rüntünün olması için ışığın var olması gerekir. Işık olduğu sürece nesnelerden yansıması sonucu, obje neyse biz onun görüntüsünü görmekteyiz. Rönesans öncesi ve sonrasında önemini koruyan görüntü ile ilgili dönemlerinde birçok kişi düşünce üreterek fikirlerini belirtmiştir. Leonardo da Vinci, Cardano gibi. Rönesans döneminde sanatçılar tarafından Camera Obscura, camera lucida daha çok resim çizimlerinde kullanılmıştır. Görüntünün sabitlenmesi, kâğıt ve benzeri yüzeyler üzerine çizimle mümkün olmaktadır. Carl Wilhelm Scheele, kimyager Elizabeth Fulhame, Thomas Wedgwood’un fotoğraf fikrine yaklaşarak gö¬rüntüler oluşturduklarını ama kalıcılığı sağlayamadıkları belirtilir. 1826 yılında, Fransız Joseph Nicephore Niepce, yaklaşık sekiz saatlik bir pozlamayla evinin penceresinden ilk defa bir görüntüyü sabitlemiştir. Her zaman olduğu gibi, kişiler yapılan çalışmalardan haberdar olup kendileri de bunların üzerine yeni değerler koyarak çalışmalarını sürdürmektedirler. Modern fotoğrafın temelleri, ilk negatif pozitif fotoğraf işlemi gerçekleştirerek tek bir negatiften birden fazla kopya alınmasını bulan William Henry Fox Talbot’tur. Onun çalışmalarına istinaden, ilk defa İngiliz SirJohn F. W. Herschel tarafından 1840 yılında “FOTOĞRAF” kelimesi kullanılmıştır.

Fotoğrafın Temel Özellikleri
Fotoğraf, görüntünün farklı bir malzeme üzerinde kalıcı hâle getirilmesi ve görüntüyü her zaman görebil¬memiz ve yerine göre kullanabilmemizdir. İlk önce belirtilmesi gereken, fotoğraf çekiminde sanat eğitimi ortamında yapılan temel sanat değerleri olan çizgi, renk, kompozisyon gibi temel uygulamalar fotoğraf içinde geçerlidir. Bunun dışında fotoğrafın temel değerlerini oluşturan ışık, fotoğraf makinesi, görme ve çekilecek konunun kendisidir. Hepsi birbiriyle bağlantılıdır, birinin olmaması görüntünün kaydedilme¬mesi demektir.

Fotoğraf makinelerinin temel çalışma prensibi, objektiften geçen ışığın film ve benzeri yüzey üzerinde sabit¬lenmesidir. Görüntünün ilk sabitlendiği günden bugüne, görüntünün kalıcı hâle getirilme biçimi özelliğini korumaktadır. İlk fotoğraf makineleri önceleri sanatçılar tarafından çizim yapmak için kullanılan Camera Obscuralardır. En ilkel biçimi, bir yüzeyinde ışığın geçmesini sağlayan iğne deliğinin olmasıdır. İlk kullanıl¬maya başlanıldığı dönemde konuyla ilgili bir çok kişinin ilgilendiği ve Camera Obscuranın geliştirildiğini görüyoruz. İğne deliğinin olduğu yere bir mercek konması sonradan mercek sayısının artması gibi. Bütün yapılanlar daha net ve keskin görüntü elde etmek içindir. Fotoğrafla ilgili kimyasal çalışmalarda giderek ge¬lişmektedir. O dönemin teknolojik olanakları doğrultusunda fotoğraf kimyası gelişirken buna paralel olarak fotoğraf makinelerinin cinsleri ve boyutları da çeşitlenerek günümüze kadar gelmiştir.

FOTOĞRAF MAKİNESİNİN ANA ELEMANLARI
Bunlar: Objektif, Diyafram, Örtücü ve Vizör fotoğ¬raf makinesinin ana elemanlarını oluşturur.
Objektif: Bir diğer adıyla lens, fotoğraf makine¬si, dürbün, mikroskop gibi optik aletlerde cisimler¬den gelen ışınları alıp film ya da algılayıcı yüzeyine aktaran yakınsak mercek veya mercek sistemidir.
Normal objektifler, 7-21 mm. dir en büyük özelliği, insan gözünün görebildiği açıya en yakın görüşü sağlamasıdır.
Geniş açılı objektifler: Bu objektiflerin en bü¬yük özelliği, normal objektiflere göre konuyu gözün gördüğünden çok daha geniş açıda görebilmeleri¬dir. 17-35 mm arasını kapsayan objektiflerdir. Kul¬lanım özelliği, dar alanlarda en geniş görüntü elde edebilmek içindir.
Dar açılı objektifler: Konuya fazla yakınlaşıla¬mayan durumlarda, konuyu fotoğraf makinesine yakınlaştıran ve odak uzaklığı olarak normal ob¬jektiften daha büyük olan objektiflerdir. Spor, doğa fotoğraf çekimlerinde tercih edilir.
Değişken odaklı objektifler: Bu objektif gurubu¬nun özelliği, değişken odak uzunlukları yüzünden geniş bir kullanım alanı için tercih edilir olmasıdır.
mercek gurubu, ince ve kalın kenarlı merceklerden oluşur.
Aynı anda birden fazla odak uzaklığına sahip olduğundan, çekilmek istenen görüntü¬nün konumuna göre objektif değiştirmeden çekim yapıl¬masını sağlar.
Makro Objektifler: Çekilen objenin görüntüsünü, 1:1 ya da daha fazla oranda sensör üzerine düşüren objektiflerdir. Diğer lenslerde çekilecek nesneye yaklaştıkça netleme zorlaşır. Makro lenste ise obje çok yakınından net olarak fotoğraflanabilir. Yakın çekim fotoğraflar için bu objektiflerden yararlanılır.
Balıkgözü Objektifler En geniş açıya sahip objektiflerdir ve 6-16mm arasını kapsar. Görüntüde bozul¬malara yol açtığı için genellikle fotoğrafa özel bir efekt havası verme veya fotoğrafı farklı bir açıdan sunma gibi durumlarda kullanılır.

Diyafram: Fotoğraf makinelerinin objektiflerinde, film ya da algılayıcının yüzeyine ulaşacak ışık mik¬tarını, açılıp kısılarak ayarlayan düzenektir.

Işıklı ortamlarda kısılıp az ışıklı ortamlarda açılır. Diyafram açıklığına “f ” adı verilir ve bu değerler 1.2 - 1.4 - 1.8 - 2 - 2.8 - 4- 5.6 - 8 - 11 - 16 - 22 – 32 şeklinde belli bir rakamsal standardı bulunur.

Sistemin özelliği rakamlar küçüldükçe objektiften giren ışık miktarı artar. Rakamlar büyüdükçe içeri giren ışık miktarı azalır. Diyaframın bir başka özelliğide, diyafram kısıldıkça fotoğraftaki alan derinliği artar. Diyaframın kısılması net görüntü alanının çoğalması demektir. Diyafram açıldığında ise sadece odaklanan obje net olur. Önündeki ve arkasındaki objeler net değildir.
Bütün fotoğ¬raf makinelerinde kullanılan diyafram tiplerinin en yenisi, iris diyaframıdır
Enstantane (örtücü): Fotoğraf makinelerinin üçüncü temel olan elemanlarındandır. Digital veya analog her fotoğraf makinesinin içinde veya objek¬tifinde bulunan ve objektif içinden geçen ışınları kesmeye yarayan düzenektir.
Enstantane veya örtücü film yüzeyine gelen ışı¬ğın süresini kontrol edendir. Örtücünün açık kal¬ma süresini gösteren değerlere örtücü hızı denir.
Bütün bunlara ek olarak “B” (Bulb) vardır. Bulb örtücü hızının kullanıcı tarafından (dışarıdan deklanşör kullanıla¬rak) istenildiği gibi ayarlanmasını sağlar.
Vizör (bakaç): Fotoğraf makinelerinde konu¬yu çerçevelemeye yarayan optik sisteme vizör de¬nir. Gelişmiş makinelerde pozlandır¬mayı denetlemeye yarayan bilgileri de içerir. Vizörün en önde gelen özel¬liği ise çekilecek nesnenin netliğinin yapılabilmesidir.

Fotoğraf makinesinin dört temel elemanı bulunmaktadır. Objektif, diyafram, enstantane (örtücü), ve vizör’dür. Sırasıyla objektif, basit olabildiği gibi değişken dediğimiz lens sayılarının artmasından oluşan Genellikle birden fazla yakınsak mercekten oluşan ve temel işlevi duyarkat düzlemi üzerine seçik görüntü düşürmek olan bir ya da daha fazla ıraksak mercek içerse de toplam olarak yakınsak özellikli mercek sis¬temidir. Lensler birlikteliğidir. Özellikleri, normal objektif, geniş açı objektif, dar açı objektif, zoom ob¬jektifler olarak sınıflandırılır. Diyafram ise, fotoğraf makinelerinin objektiflerinde, açılıp kısılarak filme ya da algılayıcının yüzeyine ulaşacak ışık miktarını ayarlayan düzenektir. Işığın objektif üzerinden film ya da algılayıcıya doğru geçişindeki açıklıktır. Bu standart açıklıklar “f ” değerleri ile belirlenir. ÖRTÜCÜ- Shutter, obtüratör, enstantane aynı anlama gelen, Digital veya analog her fotoğraf makinesinin içinde veya objektifinde bulu¬nan ve objektif içinden geçen ışınları kesmeye yarayan düzenektir. Vizör ise, fotoğraf makinelerinde konuyu kadrajlamaya (çerçevelemeye) yarayan optik sistemdir. Vizör (bakaç), modern fotoğraf makinelerinde, poz¬landırmayı denetlemeye yarayan bilgileri de içerir.
FOTOĞRAF MAKİNELERİ VE TÜRLERİ
sınıflandırmalar içinde en iyisi boyutlarına göre yapılan sınıflandırmalardır. Fotoğraf makineleri boyutlarına göre sınıflandırmada büyük, orta, küçük boy ve min¬yatür fotoğraf makineleri olmak üzere dört gruba ayrılır.
Büyük Boy Fotoğraf Makineleri
9 x 12 cm., 13 x 18 cm. ve daha büyük boyutlarda görüntü veren ve çoğu zaman tabaka film kullanı¬lan makinelerdir.
Büyük agrandisman yapabilme olanağı veren bu makineler, profesyonel fotoğrafçılar tarafından mimari fotoğrafları, endüstri fotoğrafları, reklam ve basın fotoğraflarıyla portre fotoğrafları çekmek için kullanılır. Büyük boy fotoğraf makinelerini kendi aralarında sabit ve taşınabilir büyük boy fotoğraf ma¬kineleri olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür.
Orta Boy Fotoğraf Makineleri
4,5 x 6 cm, 6 x 6 cm ve 6 x 9 cm. boyutların¬da film kullanan fotoğraf makineleridir. Genellikle 50 mm.den 1.35mm’e kadar değişen odak uzaklıklı objektiflere sahiptirler. Kendi aralarında, kutu ma¬kineler, katlanabilen makineler, çift ve tek objektifli refleks makineler olarak gruplandırılabilir.
Bu sınıfa giren fotoğraf makinelerinin bir kısmında objektif değiştirmek mümkündür. Bir kısmının objektifleri değişebilir değildir. Pek çoğunda refleks bir vizör veya telemetre vardır ve genellikle iris diyaframlıdır.

Kutu Fotoğraf Makineleri: Fotoğraf makine¬lerinin en basit ve ilkel olanlarıdır. Kutu fotoğraf makinelerinde roll film kullanılır ve gövdeleride madeni veya bakalit olabilir

Körüklü katlanabilir fotoğraf makineleri: Bu tür makinelerin özelliği, makinenin kapağı kapalı iken, körüğü kapalı durumdadır, resim28. Kapağın açılması ile körük uzar. Körüğün ön kısmında ob¬jektif bulunmaktadır.
Tek Objektifli Refleks SLR Fotoğraf Maki¬neleri: Tek objektifi olan, Reflex yani ayna ya da prizmayla yansıtma sistemine sahip, filmle çalışan fotoğraf makinesi çeşitleridir. Bununla birlikte gerek geçmişte gerekse günümüzde en çok bilinen ve kullanılan fotoğraf makineleridir.
TLR çift objektifli fotoğraf makinelerinin tek¬nolojik olarak daha gelişmişleri olup günümüzde en yaygın kullanılan fotoğraf makineleridir.
Reflex , fotoğraf makinesine giren görüntüyü bir aynalar düzeneği ile göze ileten yansıtma sistemidir. Reflex ayna sistemi hâla kullanılmaktadır ve bu ayna siste¬minin bulunmadığı fotoğraf makineleri de aynasız olarak isimlendirilir.

Çift Objektifli Refleks TLR Fotoğraf Maki¬neleri: Çift objektifi olan, Reflex yani ayna yada prizmayla yansıtma sistemine sahip fotoğraf maki¬nesi çeşitlerine TLR çift objektifli Fotoğraf Maki¬neleri denir.
Bel hi¬zasında kullanılan analog fotoğraf makinesinin iki objektifli olmasının nedeni, alttaki objektif görün¬tüyü kaydetmek, üstteki objektif ise vizör görevi görerek kadrajı ayarlamaktır.
Küçük Boy Fotoğraf Makineleri
Bu tıp makineler standart sinema filmi üzerin¬de 24x36 mm. boyutunda çekim yapan makineler¬dir, Resim 1.31. Küçük boyutlu ve hafif olmaları, filmlerinin ucuzluğu, sonuçlarının kusursuzluğu nedeniyle bugün gerek profesyoneller ve gerekse amatörler arasında çok yaygın olarak kullanılan bir makine tipidir. 24x36 mm.lik makinelerde kullanılan objektifler genellikle 50mm odak uzak¬lıklı objektiflerdir. Maksimum objektif açıklıkları f :4,5’tur. İyi tip makinelerde f: 3,5 f : 2,8 daha gelişmiş tiplerinde ise f : 2, f : 1.4 ve f: l.l’ dır.
odak uzaklıkları sebebiyle büyük bir görüş açıları ve büyük bir alan genişliğine sahiptir. Bu ise çok duyarlı netlik ve metraj ayarı yapmadan fotoğraf çekilebilmesini sağlar.
35 mm. Makineleri kendi aralarında bir sınıflan¬dırmak gerekirse bunu vizör ve netleştirme sistemle¬rine göre, basit vizörlü 35mm. makineler, telemetreli 35mm. makineler ve refleks vizörlü 35mm. makine¬ler diye gruplandırmak mümkündür.

Özel Kullanışlı Fotoğraf Makineleri
Polaroid Land Makineler: Fotoğraf çekildikten sonra, fotoğrafı basılmış olarak veren makinelerdir.
Panaromik Makineler: Fotoğraf makineleri belirli bir açıya gelen ışınları alabilir ve makinelerin tiplerine bağlı olarak genellikle bu açılar 45 ile 80 derece arasındadır.
Panaromik makinelerin objektif kısımları sağdan sola ha¬reket ederek 24x60 mm. boyutunda bir görüntü verir.
Önde dönen objektifin arkasında düz bir yarık bulunmaktadır. Objektif dönünce bu yarıktan sızan ışınlar da film yüzeyini tarayarak objektifin dönüş derecesi kadar geniş bir sahanın panaromik bir gö¬rüntüsünü verir ki, böylece 140° bir sahanın pana-romik görüntüsü elde edilmiş olur.
Stereoskobik Makineler: Bu makinelerin özelli¬ği görüntüyü üç boyutlu olarak görebilmek için üze¬rinde bulunan iki ayrı kamera ile aynı anda, iki farklı açıdan çekebilmesi esasına dayanır.
İki karan¬lık odası ve iki objektifi vardır. Diyafram ve obtüra¬törleri birbirleriyle bağlantılı ve tek hareketlidir ve bir fotoğraf çekişte iki görüntü elde edilir.
İnstant ve Rapid Makineler: Sadece fotoğraf çekmek için fotoğraf makinesi ta¬şıyıcısı, amatörler için geliştirilen son tip ma¬kineler Instant ve Ra¬pıd tipi makinelerdir, bu makinelerle amatörün makinesini konuya çevirmesi ve deklanşöre basması yeterlidir. Kolay kullanılan özelliklerinin yanı sıra, sınırsız yaratıcılık opsiyonları ile donatılmıştır.



Kapalı bir kutu, mercek sistemi ve filmden oluşan fotoğraf makinesi geçmişte ve günümüzde farklı amaçlar¬la kullanılmak üzere farklı biçimlerde üretilmişlerdir. En ilkel hâli Camera Obscuradır. En son gelişmiş bi¬çimi DSLR denilen değiştirilebilir objektifli makinelerdir. Farklı marka ve boyutta olan makinelerde yapılan şey görüntüyü kaydetmektir. Çok sayıda çeşitleri olunca, makinelerin sınıflandırılması kullanımı, boyutları, mercek yapısı ve kayıt özelliklerine göre yapılmaktadır. Sınıflandırmalarda genel kabul gören gruplandır¬malara göre yapılmaktadır. Büyük, orta, küçük boy, özel kullanım biçimlerine göre yapılabilir.

FOTOĞRAF MAKİNESİ NASIL ÇALIŞIR
Analog Fotoğraf Makinesi Çalışma Prensibi
Analog bir fotoğraf makinesinin kimyasal bileşeni fotoğraf filmidir. Fo¬toğraf makinesinde, belgelenmek istenen objeden yansıyan ışık objektife ulaşır, objektifte toplanan ve odaklanan ışık diyaframdan geçerek örtücü¬ye ulaşır. Örtücü perde, çekim sırasında önceden seçilen bir süre boyunca açık kalarak ışığın, film üzerine düşmesini ve kaydolmasını sağlar. Renkli film kullanımı da aynı şekildedir. Renkli ve siyah beyaz filmler kendi özel banyolarında işlem görerek negatifleri elde edilir. Özel kartlarında tab edilerek pozitif hâle getirilir.
Diğital fotoğraf makinelerindeki çalışma biçimi de hemen hemen aynı şekildedir. Kompakt ve ref¬leks olan digital makineler arasındaki tek fark vi¬zörle ilgilidir. Digital kompakt makinelerde, vizör objektiften tamamen bağımsızdır. Bu tip makine¬lerde vizörde pentaprizma (gelen ışığı odaklamamı¬za ve ters gelen görüntüyü düz olarak görmemizi sağlar) olmadığı için, objektiften gelen ışık doğru¬dan sensöre ulaşır
Konu özeti ; Fotoğraf makineleri her ne çeşit biçimde olsun, karanlık kutu olarak kabul edilir. Fotoğraf makineleri ana¬log ve digital olarak iki sınıftır ve her iki grup da yıllara göre kullanım amaçlarına göre çeşitlidir. En ba¬siti cep içinde taşınabildiği gibi, sehpa ve benzeri zemin üzerlerinde kullanılabilenleri söz konusudur. Bir fotoğraf makinesinde olması gereken, objektif, diyafram, görüntünün kaydedilebileceği film veya digital makinelerde hafıza kartıdır. Temel olan ışığın objektif içinden geçerek film ve vb. yüzey üzerine görüntünün kaydedilmesidir. Analog fotoğraf makinesiyle çekilmiş filme kaydedilmiş görüntü, film banyo edildikten sonra negatifi oluşturulur, karanlık odada fotoğraf kartına tabedilerek pozitif hâle getirilir. Digital maki¬nelerle çekilmiş hafıza kartına kaydedilmiş görüntü, yazıcılarda ve laboratuvarlarda direk kart baskı yapılır veya elektronik göstericilerde kullanılabilir.

Helyograf fotoğraf baskı yöntemi kime aittir?
A. Henry Fox Talbot
B. Thomas Wedgwood
C. Joseph Nicephore Niepce
D. John F.W.Herschel
E. Leonardo Da Vinci
Aşağıdakilerden hangisi fotoğrafın temel özelliklerinden biridir?
A. Fotoğraf kâğıdı
B. Perspektif
C. Biçim
D. Görme
E. Renk
Aşağıdakilerden hangisi fotoğraf makinesin¬deki, karanlık kutunun özelliğidir?
A. Tüm yüzlerinin kare olan dik prizma olması
B. Körüklü gövdeden oluşmuş olması
C. Zoom lens kullanılması
D. Çift objektifli olması
E. İç yüzeyinin siyah olması
İlk kullanılan fotoğraf makinesi aşağıdakiler¬den hangisidir?
A. Rolleiflex
B. Camera Obscura
C. Agfa Karat
D. Camera Lucida
E. Leicaflex
35mm SLR makineler için normal objektif değeri kaç mm. olmalıdır?
A. 20mm
B. 50mm
C. 70mm
D. 105mm
E. 135mm
Fotoğraf makinalarında, film düzlemine dü¬şecek ışık miktarını ayarlayan en önemli parça aşa¬ğıdakilerden hangisidir?
A. Diyafram
B. Lens
C. Enstantane
D. Vizör
E. Film
Büyük boy fotoğraf makinelerde kullanılan film boyutu aşağıdakilerden hangisidir?
A. 2,4 x 3,6cm
B. 4,5 x 6cm
C. 6 x 6cm
D. 6 x 9cm
E. 13 x 18cm
Özel olarak yapılmış döner bir objektife sa¬hip, çok geniş bir görüş açısını, görüntü bozul¬masına neden olmadan fotoğraflayabilen fotoğraf makinesi aşağıdakilerden hangisidir?
A. İnstant Fotoğraf makinesi
B. Panaromik Fotoğraf makinesi
C. Kutu Fotoğraf makinesi
D. Stereoskobik Fotoğraf makinesi
E. Palaroid Fotoğraf makinesi
DSLR Fotoğraf makinesinin en önemli özel¬liği aşağıdakilerden hangisidir?
A. Analog olması
B. Büyük boy görüntü kaydetmesi
C. Camera Obscuranın benzeri olması
D. Film kullanması
E. Digital olması
Analog fotoğraf makinesinin, digital fotoğraf makinesinden farkı aşağıdakilerden hangisidir?
A. Çeşitli biçimlerde olması
B. Film kullanması
C. Termal kart kullanması
D. Hafıza kartı kullanması
E. Hafif olması
Camera Obscura karanlık oda anlamına gelen latince kelime olup karanlık odanın bir yüzeyinde açılan bir delikten geçen ışığın odaklanarak kapalı ala¬nın karşı yüzeyinde oluşan ters görüntüdür. Fotoğraf makinesinin başlangıcını oluşturur.
İç ışık, analog fotoğraf makineleri ile çekilmiş negatif olarak kaydedilmiş gö¬rüntünün, tab edilmesi ile ilgili olarak, fotoğraf laboratuvarında negatif film üzerindeki görüntünün, fotoğraf kâğıdına tab ettirilmesi aşamasında agrandi¬sör aygıtında kullanılan ışıktır.
Fotoğraf makinesi bir prizma biçiminde olup mercek, diyafram, örtücü ve vizörden oluşan farklı birçok çeşidi olan cihazdır.
Fotoğraf makinesi, gibi optik aletlerde cisimlerden gelen ışınları alıp film ya da algılayıcı yüzeyine aktaran yakınsak mercek veya mercek sistemi olan ob¬jektifler, normal, dar, geniş, zoom objektifler olarak sınıflandırılır.
Fotoğraf makinesinin çalışma prensibi, objelerden yansıyan ışığın, önceden ayarlanmış diyafram ve enstantane değerlerine göre, objektifin içinden geçe¬rek, film üzerine yansıyan görüntünün kaydedilmesidir.
Bölüm 2 - IŞIK VE RENK
Güneş ve yaşam ara¬sındaki ilişki nasılsa fotoğraf ve ışık arasındaki iliş¬kinin de aynı olduğunu ifade edebiliriz. Yunanca “Phos” kelimesi “ışık”, “Graphe” kelimesi ise “çiz¬mek” anlamına gelmektedir. Birleştirilmiş tam an¬lamı ise “ışıkla çizmek” dir.
Teknik olarak fotoğrafın var olabilmesi ışıkla ilgilidir.
İnsanın evreni kategorize etmesini kolaylaştı¬ran renkler ise sanat adına önem arz eden diğer bir unsurdur. Sanat eserlerinin etkisi bir bütün olarak düşünüldüğünde öncelikle ışıktan bağımsız olma¬dığı gibi renklerin ve renk kullanımının sanatçılar açısından son derece kilit bir rol oynadığı ortadadır.

FOTOĞRAFTA GÖRÜNTÜNÜN OLUŞUMU VE IŞIK KULLANIMI
İnsanının dünyayı algılayış sürecindeki en etkin duyu organı gözler ışıkla ilişkimizi düzenler. Gör¬me, nesnelerden gözümüze yansıyan ışığın gözü uyararak retina tabakasında görüntünün oluşma¬sıyla gerçekleşir.
Fotoğraf makineleri ise göz ile işle¬yiş açısından benzerlik gösterir. Fotoğraf makinele¬rinde gözde bulunan ve ışığın şiddetinin ayarlayan gözbebeğine benzer bir sistem yani diyafram, ışığı odaklayan göz merceğine benzeyen , lens ve gözde¬ki retinaya benzeyen duyarlı film yüzeyi veya sen-sörler bulunur.
Dikkat ;
Işık bir maddedir. Yapılan pek çok bilimsel çalış¬ma sonrasında ışığın uzayda hareket ettiği ve elektro¬manyetik bir varlığa sahip olduğu ifade edilmektedir. İnsan gözünün algılayabildiği ışık bölgesindeki ışık¬ların dalga boyları, insan saçının kalınlığının %1’i kadardır. Bu büyüklük elektromanyetik spektrumda çok küçük bir bölüme tekabül eder.

Analog fotoğrafçılıkta makineler tarafından kaydedilen görüntü konudan yansıyan ışığın ne¬gatif bir film üzerine pozlanması süretiyle ortaya çıkmaktadır. Bu durum bir tür ışıkla yakma işle¬midir. Filmler ışığa duyarlı yüzeylerdir ve konudan yansıyan farklı düzeylerdeki ışıkla film yakılır, gö¬rüntü oluşturulur.
Dijital fotoğraf makineleri de aynı prensipte çalışır ve bu makinelerde film yerine ışığın düzeylerini algılayan sensörler bulunur. Di¬ğer bir ifade ile sensörler dijital kameralarda duyarlı yüzeyler olan fotoğraf filmlerinin yerini almıştır. Fotoğrafta ışık kullanımını teknik ve dramatik aydınlatma olarak iki temel düzeyde inceleyebiliriz.

Teknik aydınlat¬ma fotoğrafta görüntünün oluşması için gerekli olan aydınlatmayı tanımlamaktadır. Teknik aydın¬latma kimi zaman gün ışığı kimi zaman ise yapay ışıklar olabilir.
Gö¬rüntünün oluşması için gerekli olan teknik aydın¬latmada dikkat çekilecek hususlar ışık kaynakları, ışığın şiddeti, kontrast, parlaklık, ışığın kalitesi ve ışık yönüdür.

Her ne ka¬dar ışığın teknik var oluşu için bu özellikleri kont¬rol etmeye çalışsak da bu durum doğrudan içerikle bağlantılı olmak zorundadır.

Genel anlamda hiç bir biçimsel öge (ışık da dâhil) içerikten bağım¬sız olamaz, onu etkiler ondan etkilenir.
Dramatik aydınlatma ise ışık ve göl¬ge arasındaki fotoğrafik ilişkiyi anlatır.

Işık kaynakları , genel olarak ortam ışığı, yapay ışıklar ve flaşlar olarak sınıflandırılabilir.
Ortam ışı¬ğı; gün ışığı, tungsten ev ampülleri, floresan ve ateş ışığı olarak dört sınıfta incelenmektedir. Gün ışığı veya güneş ışığı baskın ve ana (anahtar) ışık olarak kabul edilir. Günün çeşitli saatlerinin farklı etki¬ler yarattığı belirtilmelidir. Tungsten ev ampulleri yaygın kullanılan elektirikli ışık türüdür ve fotoğ¬rafta ana kaynak olarak tercih edilirse sıcak tonlar üretir. Floresan ışık fotoğrafik görüntü üzerinde düzeltilmesi zor bir yeşil tonlama yapacaktır. Ateş ışığı çıplak alevlerden gelir ve ışık yoğunluğu düşük olabilir. Uzun pozlamalarla kırmızı tonları ile güçlü etkiler yakalanabilir.
Yapay ışıklar ise ev tipinden daha güçlü olan tungsten ışıklardan üretilmekte, projektör ve spot ışığı olarak 2 türe ayrılmaktadır. Yapay ışıklar fo¬toğrafta olduğu gibi televizyon ve sinemada da kullanılan sürekli ışık üretebilen kaynaklardır. Gü¬nümüzde LED aydınlatmanın gelişmesi ile tung¬sten ampuller yerlerini LED aydınlatmaya bırak¬maktadır.
Flaş ışığını ise stüdyo flaşları ve fotoğraf makinelerine takılan (veya üzerlerinden bulunan) flaşlar olarak iki türe ayırabiliriz.

Işığın Şiddeti
Bir ışık kaynağından gelen ışık ile konu arasındaki mesafe arttıkça, ışığın yoğunluğu azalmada ve ışık zayıflamaktadır. Işık ve mesafe ile ilgili olarak “Ters kare yasası “ ışığın artış veya azalışının ışık kaynağının konuya olan mesafesinin değişimi¬nin karesi ile ters orantılı olmasını anlatır.
Örneğin ışık kaynağınızın konuya olan uzaklığını 2 katına çıkarırsanız , ışık yoğunluğunuz önceki hâlinin dört¬te birine (% 25’ine) düşecek yani ışığınız azalacak¬tır.
Konuya düşen ışığın yoğunluğu aynı zamanda konunun ışığı yansıtmasıyla da ilgilidir. Yansıyan ışığın yoğunluğu ışık kaynağı sabit kalsa bile konu¬nun rengi, dokusu ve açısına göre değişmektedir. Örneğin bir konu, ışığı siyah yüzeyin emmesi ne¬deniyle daha düşük seviyede ışık yansıtacaktır.
Kontrast, zıtlık anlamını taşıyan bir kelimedir. Fotoğrafçılıkta sıkça kullanılan kontrast, fotoğraf görüntüsünün veya nesnelerin en açık ve en koyu tonlarının farkını anlatmaktadır. Diğer bir ifade ile kontrast parlaklık, yoğunluk veya koyuluk açısın¬dan iki veya daha fazla ton arasındaki farkı açıkla-mak için kullanılır.
Yüksek kontrastlı bir fotoğraf denildiğinde, koyu tonların ve parlak tonların gö¬rüntü içinde orta tonlara hakim olduğu anlaşılma¬lıdır.
Mümkün olan en yüksek kontrast görüntü, orta tonları içermez ve yalnızca siyah ve beyaz ol¬mak üzere iki tonu görebilirsiniz. Düşük kontrast¬lı bir görüntü ise orta tonların görüntüye hakim olduğu bir görüntüdür. Kontrastın olmaması fo¬toğrafik görüntülerin donuk ve düz görünmesine neden olur. Fotoğrafta görüntüye boyut, şekil ve biçim veren görüntüdeki karşıtlıklardır.
Siyah-beyaz fotoğraflarda, kontrast kompozis¬yonun en karanlık ve en hafif alanları arasındaki farkla oluşturulurken renkli fotoğraflarda hem ışık hem de renk unsuru bir arada işler.
Parlaklık
Fotoğrafta parlaklık unsurunu ışığın miktarı belirler. Konunun üzerine düşen ışık miktarı ko¬nuda yer alan nesnelerin mekândaki hacimlerinin algısını değiştirecektir.

Düşük mik¬tarda kullanılan ışık nesnelerin üzerinde karanlık bölgelere neden olacağı için derinlik algısını güç-lendirecektir. Işığın miktarının artırılması ile güçlü yansımalar ve parlamalar ortaya çıkarak nesnenin algılanmasını zorlaştıracaktır

Işığın Kalitesi
Tek bir noktadan, güneş veya flaş gibi kaynak¬lardan gelen ışık “Sert kalite” olarak tanımlanır. Bu tür kaynaklar tarafından oluşturulan gölgeler karanlıktır. Ancak burada gölgelerin de aydınlatılan diğer bölgelerden yansıyan ışık tarafından bir miktar ışıklandırıldığı söylenmelidir. Tek noktadan veya yönden gelen ışıklar ayna benzeri pürüzsüz yüzeylerden yine tek yöne yansırlar ve sert kalitelerini korurlar. Sert kalitede gölgelerin etkisi ve vurgusu güçlüyken yumuşak kalitede olan ışıkta gölgelerin etkisi ve vurgusu azdır. Işık kaynaklarının sayısı birden fazla ise ve farklı yönlerden ışık konuyu aydınlatıyorsa ışığın yumuşak bir kalitede olması muhtemeldir.
Işığın kalitesi diğer bir şekilde sert ve yumuşak ışık olarak da ifade bulur. Sert ışık , sahne veya konu üzerinde yarattığı güçlü etkiyle tanımlanabilir. Sert ışık, aydınlatma açısına bağlı olarak konudaki doku ve detayı vurgulayabilir. Yumuşak ışık, ışığı dağıt¬mak için kullanılan bazı materyallerin yaydığı veya yansıttığı herhangi bir ışık olarak geniş bir şekilde tanımlanır.
Bu ışık türü ile gölgeler doldurulur ve vurguların yoğunluğu azaltılır. yumuşak ışık bu ne¬denle portre fotoğrafçılığında tercih edilen bir ışık konumundadır.

Fotoğraf çekerken kullanacağınız ışığın kalitesi, ister sert ister yumuşak olsun, yayılma (difüzyon) ve yansıma (reflection) ile kalitesini değiştirilebilirsi¬niz. Bir ışık kaynağının kalitesi, ışık kaynağı ve özne arasında belirli malzemeler yerleştirmek suretiyle dağıtılabilir ve değiştirilebilir.
Bu durum yayılma veya diğer ismiyle difüzyon olarak tanımlanır.

Işık, yüzeylerden değişen de¬recelerde yansımaktadır. Işık en iyi gümüş renkten yansır. Yansıyan bu ışığa “röfle” ışık denilmektedir.

Işık kaynağı sağa yerleştirildi¬ğinde konunun sol tarafına sert gölgeler düşer, gölgelerin vurgusu artmakta ve ayrıntı¬lar azalmaktadır. Şayet kontrastın değeri düşürülmek isteniyorsa gölge olan yerlere reflektörle ışık yansıtılabilir.
Reflektör ile konunun gölgede olan tarafına aktarılan röfle ışık gölgelerde¬ki ayrıntıları ortaya çıkaracak, kontrası düşürerek gölgenin vurgusunu azaltacaktır.


Yönlere Göre Işık Kullanımı

Işığın konuya çarptığı yön fotoğrafta dokusal bilgilerin ortaya çıkmasına, gölgelerin varoluşuna, şekillere, biçime ve bakış açısına doğrudan etki eder.
Birçok fotoğraf gün ışığı kullanılarak çekilmektedir ve bu yüzden gelen açı nesnenin etrafında 360° ye kadar değişebilir.
Aynı zamanda gökyüzündeki güneşin yüksekliğine bağlı olarak dikey 180° bir yay ile ışı¬ğın geliş yönü de değişir.
Yönlere göre en yaygın dört ışık türü, ön aydınlatma diğer bir ifa¬deyle cephe aydınlatması, arka aydınlatma yani ters ışık, yan aydınlatma ve tavan aydınlatmasıdır. Bun¬ların dışında bir de çok sık kullanılmayan alttan aydınlatmadan söz etmek mümkündür.

Ön aydınlatma
Fotoğrafçının arka¬sına güneşi alarak yaptığı çekimlerde gölgeler nesne¬lerin arkasına düşer ve yüzeyler nispeten eşit şekilde fotoğrafa yansır. Ön aydınlatma da renk doygunlu¬ğu artar ve ayrıntılar daha görülür hâle gelir. Fakat başka bir bakış açısından ise ön aydınlatma ve iyi fotoğraf arasında kurulan bağlantının doğru olma¬dığı da ifade edilebilir. Gölgelerin yokluğu, doku ve form için dezavantajdır. Fotoğraftaki üç boyut his¬si bu nedenle azalmaktadır.
Modellerin direk gözlerine gelen ışık istenilen çekimin oluşması adına bir engeldir.

Arka aydınlatmada ışık konuya arkadan vurur.
Ters ışık olarak da ifade edilebilecek bu tür aydınlatmada yönün yarattığı sonuçlar dramatik etkiyi arttırmaktadır. Bu durum gölgelerin yönü ile ilgilidir. Kameranın tam karşısından gelen ışık nesne¬lerin arkasını aydınlattığı için gölgeler kameranın gördüğü ön kısımda kalır. Bu nedenle arka aydınlatma ile güçlü siluetler ve lekeler oluşturulabilir.
Özellikle Gün doğumu ve günbatımında çekilen görün¬tüler arkadan aydınlatmanın harika örnekleri olarak kabul görür. Ters ışıkta konuyu doğrudan aydınlatan bir ışığın olmaması, formun ve rengin kaybolmasına neden olmaktadır. Bu yüzden nesnelerin tanımlamak için fotoğrafçının elinde yalnızca şekil kalır. Siluetler hâlinde ortaya çıkan nesnelerin belirgin hâle gelmesi ise fotoğrafçının nesnelerin şekillerini düzenlemesi ile ilgilidir.

Yan aydınlatma isminden de anlaşılacağı üzere nesnelerin yan taraflarından gelen ışığı tanımlamaktadır. Diğer bir ifade ile açılı bir ışıktır. Konunun şeklini ve dokusunu vurgu¬layan karmaşık bir ışık ve gölgeler bütünü oluşturur.
Konunun bazı alanları iyi aydınlatılır ve renk doygunluğu yüksektir. Bazı alanlar ise gölgede kalır ve detaylar ile renkler kaybolur.
Gölge ve ışığın yan ışıkla ortaya çıkan bu durumu nesnelerin ve fotoğrafın üç boyut hissini de arttır. Yan ışığın dramatik etkisi de olduça güçlüdür. Ancak kullanımı da aynı oranda dikkat ve ustalık ister.
Yan ışıkta oluşacak gölgeleri de en az ışık kadar kontrol altına almak gerekmektedir.

Tavan aydınlatmasında ışık doğrudan konunun üzerindedir. Gölgeler nesnelerin şeklini tanımladığı için, bu düz ışıklandır¬ma kendi başına çoğu zaman istenilen sonuçları vermez. Işık kaynağının doğrudan tavandan gelmediğini anlamanın en hızlı yolu, yere ve gölgelere bakmaktır. Gölgeler gerçekten küçükse ışık kaynağı üstünüzdedir.

Nadiren fotoğrafçıların alttan aydınlatma yaptıkları görülmektedir. Genelde sinema filmlerinde korku duygusunu arttırmak amaçlı kullanılan alttan aydınlatma fotoğrafta da benzer amaçlarla kullanılabilmektedir. İnsan gözünün alışkın olmadığı bir ışık yönü olması nedeniyle bu ışığın oluşturacağı gölgelerde izleyende alışılagelenin dışında algılanacağı için figürlerin ve nesnelerin farklı gözükmesi kaçınılmazdır.

Birden fazla ışık kaynağının kullanılması
Fotoğrafçılar bazı çekimlerde sert bir ışığı yumuşatmak için ana ışık kaynağına destek amaçlı başka ışık kaynakları kul¬lanabilir. Diğer taraftan mekân içindeki farklı alan¬ları veya farklı nesneleri aynı anda vurgulamak için de birden fazla ışık kaynağı kullanılabilir.
Birden fazla ışığın kullanıldığı durumlarda ışık kaynakları farklı görevler alır. Bu görevler; anahtar ışık, dolgu ışığı ve arka (kontur) ışık olarak tanım¬lanmıştır. Anahtar ışık , ana ışığı tanımlamakta olup sert bir ışık kaynağıdır ve pozlamayı belirler. Işığın konu üzerindeki yön algısını ve gölgelerin yönü bu ışık ile ortaya çıkar. Dolgu ışığı anahtar ışığa kıyas¬la daha yumuşak ve dağınık bir ışık verir. Anahtar ışıkla oluşan gölgeleri yumuşatarak ayrıntıları orta¬ya çıkarır. Arka (kontur) ışık ise nesnenin arkasın¬dan gelen sert bir ışıktır. Arka ışık derinlik hissini güçlendirir ve konunun arka planla bütünleşmesini engeller. Bir anahtar ışıkla birlikte kullanılan arka ışık nesnelerin biçimlerini belirginleştirirken çevre çizgilerinin ortaya çıkmasına yardım eder.
Dikkat :
Örneğin gün batımında çekim yapıyorsunuz. Işığın miktarı az ve ters ışıkla hem bir figürü hem de güneşin batışını görüntüleyeceksiniz. Görüntünüzde figür bir slüet olarak çıkacaktır. Eğer figürünüzün daha fazla görülmesini istiyorsanız flaş, reflektör veya başka bir ışık kaynağı ile cepheden figürü bir dolgu ışığı ile aydınlatabilirsiniz.

Işık ve Dramatik Etki
Fotoğrafta ışık görüntünün teknik olarak var oluşundan daha fazlasıdır.
Ressamlar özellikle Rönesans sonrasında kompozisyon ve desen gibi resmin temel ögelerinin yanına ışığın gücünü de eklemişlerdir. Resim sanatı etkisinde fotoğrafçıların standart bir aydınlatmanın ötesine geçerek sıkça “resimsel” ışığı kullandıklarını görmekteyiz. Tematik ve psikolojik etkiler yaratan resimsel ışık ise dramatik ışığa karşılık gelmektedir.

Resimsel ışığın türleri ise şöyledir.
Chiaroscuro (ışık ve gölge): Kelime anlamı açık-koyu demektir. Işık ile yüksek kontrastlar oluştu¬rulur ve vurgulanmak istenen nesne veya figürler açılı bir ışıkla ortaya çıkar. Gölgelerdeki detaylar kaybolmuştur ve sanatçı sert ışığın gücünü kulla¬nır. Keskin yan ışık olarak da tanımlanan bu tür ünlü İtalyan ressam Caravaggio ile anılmaktadır. Dramatik etkisi güçlüdür. Fotoğrafa kasvet ve gi¬zem etkisi katar.
Yumuşak ışık : Resimsel ışık türü olarak yumuşak ışıkta ışığın şiddeti azdır ve kalitesi yumuşaktır. Kontrast etki dü-şüktür ve gölgelerdeki detaylar da görülür. Raffaello bu ışığı kullanan tipik sanatçılardandır.
Fotoğrafçı daha soğuk bir etki yaratmak için bu ışığı kullanabilir. Diğer bir ifade ile ışık bu tür bir aydınlatmada konu üzerinde belirleyici bir vurgu un¬suru değildir.
Chiaroscuro olarak bilinen dramatik ışıklandır¬ma, iki boyutlu görüntülerde aydınlık ve karanlık değerlerin karşıt tonlarını vurgularken, yumuşak aydınlatma bu farklı¬lıkları en aza indirir. İç mekânda özellikle dolgu ışığı ve ya¬yılma teknikleri kullanılarak gerçekleştirilebilir. Dış mekânda ise konu doğrudan sert ışığa maruz kalmaz ve genellikle gölge üzerine mekandan yansıyan ışık ile oluşturulur.
Boyasal ışık: Birden çok ışık kaynağı bulunur. Rembrandt’ın ismiyle anılan boyasal ışıkta,ışık konunun farklı yerlerinde ve istenen şiddette kullanılabilir. Farklı kaynakların farklı şiddet¬te ve yönde gelmesi nedeniyle fotoğrafın genelinde ışık- gölge arasında aşırı sertliğe dayanmayan bir ilişki söz konusudur.
Caravagio ışığına kıyasla daha yumu¬şak bir aydınlatma tercih edildiği için kontrast etki de daha düşüktür ve gölgelerdeki detaylar ortaya çıkar.
Portre fotoğ¬rafçılığında ise Rembrandt ışığı 45 derece soldan gelen bir ana ışık ile tam zıddından gelen ve ana ışık ile oluşan sertliği ortadan kaldıracak bir başka ışık kaynağının varlığı ile mümkün olur.

Gün ışığı ve dramatik etki: Güneş ışığının tarihe, günün saatine, hava koşullarına ve bakış açısına göre değişmesi durumu dramatik bir etki yaratmak için onu elverişli bir hâle getirir. Gölgelerin ve ışığın gün içindeki mücadelesi bu etkinin temel unsurudur.
Gölge: Işığın fotoğraftaki dramatik etkisi ışık ve gölgenin mücadelesi olarak da okunabilir. 16. Yüzyıl sonrasında Batı resminde gölge kullanımı artmaya başlamıştır. Rönesans dö¬neminde ışık ve gölge üzerine incelemeler yaparak, eserler üreten İtalyan ressamlar Leonardo da Vinci ve Caravagio gölgenin resimsel önemini göstermişler¬dir. Sonrasında ise Hollandalı ressam Rembrantd’ın da gölge kullanımına önemli bir katkısı olmuştur.
Leonardo da Vinci, konuyu tuttuğu notlarında ele alarak tamamen ışıklı ve tamamen gölgede görünen resimlerdense ışık ve gölgenin bir arada kullanıldığı resimlerde üç boyut hissinin arttığını söylemektedir. Leonardo Da Vinci’nin tanımıyla iki tür göl¬geden söz edilebilir. Bunlar bağlı ve düşen (atılı) gölgedir. Bağlı gölge bir nesnenin aydınlatıldığı ışık kaynağının yönüyle bağlantılı olarak nesnenin ka¬ranlık kalan bölümünü anlatır. Diğer bir ifade ile nesnenin gölgesi kendi üzerine düşer. Düşen gölge ise nesnenin mekanda bir başka nesneye ya da yü¬zeye düşmesiyle oluşur. Her iki gölge türünün de fotoğrafçılar tarafından dramatik etkiyi arttırmak üzere kullanıldığı ifade edilmelidir.
FOTOĞRAFTA RENK
Fotoğrafçı görme¬diği şeyi kullanamaz bu yüzden fotoğrafçının rengi kontrol altına alabilmesi gerekmektedir. Bu durum algılama yeteneğiyle ilgilidir ve pek çok insan ise bu yetenekle doğmaz fakat insanlar renk algısı ile ilgili kendilerini geliştirebilirler.
Renk ışıktır ve ışığın maddeler üzerine düşerek bu maddeler tarafından kısmen emilmesi ve gözün retinasına yansıtılmasıyla ortaya çıkan bir algılama¬dır. Bu nedenle renk, ışık ve üzerine düştüğü mad¬denin bir karışımıdır denebilir. Maddelerin üzerine düşen ışığın emilmesi nedeniyle ışığın dalga boy¬larında değişim gerçekleşmektedir. Dalga boyların¬daki bu değişim renk algısını meydana getirir. Bir cismin rengi temel olarak o cisim tarafından emil¬meyen dalga boylarıdır. Göz tüm renklere aynı duyarlılıkta değildir. Tüm dalga boyları aynı anda göze ulaşması durumunda beyaz, hiç ulaşmadığında ise madde siyah olarak algılanır.
İnsan gözünün algıladığı ışığın dalga boyu 400 ile 800 nanometre (nanometre = metrenin milyarda biri) arasında yer alır. Bu aralık¬ta en altta dalga boyu yaklaşık 800 nanometre olan kırmızı ışık yer alır. Mavi ışığın dalga boyu yaklaşık 400, yeşilin ise yaklaşık 500 nanometredir.
Gözde sadece üç çeşit renge duyarlı hücre ol¬duğu ve bunların kırmızı, yeşil ve mavi ışık için ol¬duğu bilinmektedir. Her bir çeşit hücre sadece bir dalga boyuna yanıt verirken diğer dalga boylarına da tepki vermeyi sürdürür. Bu yüzden gözlemlenen tüm renkler bu üç çeşit reseptörü farklı düzeylerde etkiler. Bu farklı düzeylerde gerçekleşen etki ve bey¬nin gelişmiş mekanizmaları sayesinde diğer renkler de oluşmaktadır. Mesela sarı ışık spektrumu kırmızı ve yeşilin arasına düşerek bu reseptörleri eşit düzey¬de uyarmakta ve böylelikle sarı olarak yorumladığı¬mız renk ortaya çıkmaktadır.
Kırmızı, mavi ve yeşil renklere toplamsal ana renkler de denilmektedir nedeni ise diğer tüm renklerin onların kullanımıyla elde edilmesi ile il¬gilidir. Toplamsal olmasının sebebiyse bu üç renk toplandığında saf beyaz ışığı verir. Beyaz ışıktan her bir toplamsal ana renk eksiltildiğinde de ortaya sırayla diğer renkler çıkar. Beyazdan kırmızı çıkar¬tıldığında siyan (turkuaz), beyazdan yeşil çıkartıl¬dığında Macenta (eflatun), beyazdan mavi çıkartıl¬dığında ise sarı ortaya çıkar. Bu diğer renklereyse “çıkarımsal ana renkler” ismi verilir. Tüm bunlar bir arada olduklarında da siyah ortaya çıkmaktadır. Bilinen diğer renkler ise çıkarımsal ana renklerden elde edilmektedir.
Renk çemberinde ayrıca sıcak ve soğuk renkle¬ri de ayırt edebiliriz. Mavinin etrafında toplanan renkler soğuk, sarının çevresinde toplanan renk derse sıcak olarak tanımlamaktadır. Mavi, yeşil, mor ve bu renklerin tonları soğuk renkler olarak ifade edilmektedir ve dalga boyları daha düşük¬tür. Dalga boyları daha yüksek olan ve sıcak renk¬ler olarak tanımlanan sarı, kırmızı, turuncu ve bu renklerin tonları ise dikkat çeken, canlı renklerdir.

Kıyaslama sonucunda başlangıçta siyah-beyaz çekilen fotoğrafların daha sanatsal olduğu kimi sanatçılar tarafından düşünülmüş ve ifade edilmiştir. Bu sanatçıların başında gelen ve fotoğ¬raflarını siyah- beyaz oluşturan Cartier Bresson bu duruşu değerlendirmiş ve fotoğrafçıların renk ko¬nusunu sanatsal bir ilke olarak görmelerini eleştir¬miştir.
Siyah beyaz fotoğrafçılıktan renkli fotoğrafçılığa geçiş sü¬reci ile fotoğrafı doğrudan etkileyen renk unsuru üzerine daha fazla düşünmeye başlayan fotoğraf sa¬natçıları için renk bilgisi kilit bir rol oynamaktadır.
Rengin Özellikleri ve Isısı
Renklerin varoluşlarını birbirlerinden ayırmak için bir takım parametreleri gözden geçirmek gerekmektedir. Bir renkle ilgili olarak o rengin doygun¬luğundan, değerinden ve tonundan bahsetmek mümkündür. Bu üç özellik bir rengi tanımlayabil¬mek adına kullanılmaktadır.

Renk tonları, renk özleri ile ilgili olup bir rengin dalga boyları açısından farklılaşmasıyla oluşur. Munsell, “renk özünü” renkleri diğerlerinden ayırmaya yara¬yan nitelik olarak tanımlamaktadır.
İnsan gözünün 200 farklı tonu ayırt ettiği bildirilmiştir.

Doygunluk bir rengin kuvveti ile ilgilidir. Kuv¬vet ise rengin saflığı, yoğunluğu ya da renk tonu¬nun yokluğudur. doygunluk bir rengin içinde bulunan diğer tonların miktarını ifa¬de etmektedir. Doygunluk arttıkça renk daha canlı ve güçlü gözükür.
Normal bir insan için renk doygunluğunda sadece 20 değişik seviye duyumsanabilir.
Fotoğrafta doygun renklerin kullanımı yumuşa¬tılmış renklere kıyasla daha kuvvetli bir etki yarat¬maktadır.
fotoğrafçının bu noktada dikkat etmesi gereken püf nokta tüm fotoğrafın ge¬nel doygunluğunu arttırmak yerine bunu bir vurgu unsuru olarak düşünmektir. Fotoğrafçı belli renk¬lerin doygunluğunu arttırması gerektiğini bilmeli ve böylece görüntüde oluşacak gürültüyü engelle¬melidir. Diğer taraftan doygunlaştırılmış renklerle daha yumuşak renklerin uyumunun sağlaması da önemlidir. Bu hususlar dijital teknoloji ile daha mümkün ve etkili bir hâle gelmiştir.
arzu edilen etkinin ortaya çıkması ve istenilen genel doygunluk için doğru pozlandırma değerinin seçilmesi de önemli bir etkendir.

Renk değeri ise renk tonunun koyu ya da açık olması veya aydınlık ya da karanlık olması ile ilgi¬lidir.
Parlak renkler renk skalasında beyaza doğru olanlar, daha soluk ve koyu renkler ise siyaha doğru olanlardır. Bir renk beyaz eklenerek aydınlatıldığı zaman bu yeni hâline “yıkanmış” denilmektedir. Siyah veya rengin daha koyu hallerinin eklenmesi durumunda ise ka¬rartılmış bu yeni renge “indirilmiş” denir.

Renklerin diğer bir özelliği ise bir ısıya sahip ol¬malarıdır. Isı renk özlerinin değişken olan soğukluk veya sıcaklıkları ile ilgilidir. Bu konunun temelinde renklere verilen psikolojik tepkiler yatmaktadır. Bu tepkilerin sonucunda kırmızı veya kırmızı-turun¬cu en sıcak diğer bir ifade ile en çok ısıya sahip renktir. Mavi ya da mavi- yeşil ise en soğuk ve en düşük ısıya sahip olarak gösterilir.
Yapılan çalışma¬larda renklerin sıcaklığı ile ilgili durumun insanla¬rın gündelik hayatlarını doğrudan etkilediği kanıtlanmıştır.
Renk ısısı fiziksel ısıyla bağlantılıdır.
Renk sıcaklığının ölçümünde kullanılan birim İngiliz fizikçi “William Thom¬son diğer ismiyle Lord Kelvin’in düşük sıcaklıkları ve ışığın renk sıcaklığını ölçmek istemesiyle ortaya çıkan “Kelvin” dir.

Bir demir kütleyi ısıttığımızı dü¬şünelim. Kütlenin rengi önce kırmızıdan turuncuya sonrada turuncudan sarıya doğru tüm renklerden geçerek değişecektir.
maddelerin sıcaklıkları o an aldıkları renkten tah¬min edilebilir ve bu renk değişimi renk sıcaklığı cetvelinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bütün ışık kaynakları ışınım yoluyla enerji yaymaktadır ve bu sebeple renk sıcaklığı bu kavramla ilgilidir.
İnsan gözü nadiren fark etse de tüm ışık kay¬naklarının kendine has renkleri vardır. Bu farklı renkler ışık kaynağının renk ısısı ile ilgili olup insan beyni, bu farklılıkları otomatik olarak telafi eder. Dijital kameralar da bu süreci taklit edebilmekte-dir.

Gün ışığı temel alındığın¬da günün farklı saatlerinde ve havanın bulutlu ol¬ması nedenleriyle ışığın ısısı değişmektedir. Mum ışığı vb, ev tipi ampüller, florasan ışığı gibi ışık kay¬naklarının da farklı ısılarda oldukları bilinmekte¬dir.
Bu ısı farklılığı beyaz renkleri gerçek tonlarında kullanmayı engellemektedir. Farklı renk sıcaklıkla¬rında gerçek beyazı yakalayabilmek için dijital fo¬toğraf makinelerinde “White Balance” ya da diğer ifadeyle “Beyaz dengesi” ayarları bulunmaktadır.
“White Balan¬ce” dijital fotoğraf makinelerinde otomatik olarak da beyaz dengesini ayarlayabilmektedir.
Gün ışığı modu: 5500 Kelvin değerini uygular
jackwilshere
Mesajlar: 1
Kayıt: 30 Ara 2019 10:15
İletişim:

30 Ara 2019 10:18

çok ilginç bir konu ve fikir. Yararlı bilgileri paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. tüm iyi!!
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 9 misafir