Türkiyede Yoksulluk

Cevapla
sumeyye68
Mesajlar: 1
Kayıt: 19 Tem 2019 09:53
İletişim:

19 Tem 2019 10:20

DÜNYADA GELİR DAĞILIMI
TÜRKİYE’DE YOKSULLUK

I. YOKSULLUK KAVRAMI
Her dünya görüşünün yoksulluk kavramına farklı yaklaşması nedeniyle yoksulluk kavramının tanımlanması oldukça güçtür. Yoksulluk kavramı ile ilgili literatürde farklı görüşler yer alsa da, kavram ve türleri açısından bazı ortak noktalara rastlamak mümkündür. Sözlük anlamıyla yoksul, yeterli düzeyde parası olmayan veya konforlu bir şekilde yaşamak için gerekli olan araçlara sahip olamayan kişidir. Yoksulluk kelimesi ise yaşamın gerektirdiği olanaklardan yoksun olma durumunu ifade etmektedir. Yaşamı sürdürmek için gerekli olan şeyler ise, içinde bulunulan topluma, çevreye ve koşullara bağlı olarak değişiklik göstereceğinden yoksulluk kavramı her zaman gözlemlenen durumla, standart durumun karşılaştırılmasını gündeme getirir. (Coşkun Can Aktan, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, 2002.)
Sosyal siyaset açısından yoksulluk, insan haysiyetine ve şahsiyetine yaraşır bir hayat düzeyinin altında, maddi yönden tam anlamıyla veya nispi olarak yetersiz olma durumudur. Bir başka ifadeyle, toplum, ahlak, aile ve kültür hayatımızı tehdit eden bir felaket, umumi bir toplumsal risktir. ( ALİ SEYYAR, “Sosyal Siyaset Terimleri”, Beta Yayınları, İstanbul, 2002;171.)
İnsanlar topluluklar halinde yaşamaya ve üretim ilişkilerinde bulunmaya başladığından bu yana yoksulluk hep var olmuştur. Yoksulluğun kökenlerinin ana hatlarıyla sosyal bir sorun olarak ortaya çıkışını 17. yy başlarından izlemek mümkündür.
Başta liberalizmin en büyük teorisyeni ve öncüsü olan John Locke olmak üzere 17. yy. liberal kuramcılarının en baştan yoksulluk sorununa eğilerek özel mülkiyet haklarını savunurken bunun yoksulları dışlamaması gerektiğini, geçimlik yaşam hakkının sosyal düzenin güvenliği açısından gerekli olduğu ve bunun toplumun, yoksulların refahını sağlayacak bir artış yaratılmasıyla sağlanabileceği yaklaşımı içinde oldukları söylenebilir (Fikret Şenses, “Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk”, 2.Basım,İletişim Yayınları, İstanbul, 2001:32.)
Önemli düşünür ve kuramcıların, yoksulluk sorununa yakın ilgisinin sanayileşmeye dayalı kapitalizmin kök salmaya ve yaygınlaşmaya başladığı 18. ve 19. yy.’ da giderek arttığı gözlenmektedir (Fikret Şenses, “Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk”, 2.Basım,İletişim Yayınları, İstanbul, 2001:33.)

Zira 18. yy’ın ortalarında kapitalist yörüngede gelişen sanayi devrimi her ne kadar emeğin verimliliğini olağanüstü arttırıp, kitlesel üretime geçiş imkânları sağlayan insanlık tarihinin büyük dönüşümlerinden biri olsa da beraberinde kentleşme, nüfus artışı, kitlesel bir toplum, hızla sanayileşen toplumların daha yoğun emperyalist politikalar izlemesi ve hızla sanayileşen ülkeler arasında yoğun rekabeti de beraberinde getirerek yoksulluk sorununu önemli bir toplumsal sorun olarak ortaya çıkarmıştır.
Yoksulluğun tanımı yapılırken, üzerinde durulması gereken önemli bir nokta, kavramının salt ekonomik kıstaslara mı yoksa buna ek olarak sosyal ve siyasal kıstaslarında mı ele alınarak tanımlanması gerektiğidir. Bu konuyla ilgili Amarty Sen’in yaklaşımı dikkat çekmektedir. Bu yaklaşıma göre; insanların sahip oldukları maddi ve manevi varlıklar ve toplumda var olan fırsatlarla ve insanların yaşam kalitelerinden duydukları tatmin, yoksulluğu tanımlayan önemli basamaklardan birkaçıdır. Böylece yoksulluk kavramı ekonomik vurgusundan çok kültürel ve öznel boyutlarıyla ön plana çıkmaktadır. (Rüştü yayar, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, 2011, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 60-76. 62)



II. TÜRKİYEDE YOKSULLUK POLİTİKALARI
Ülkede sosyal politika alanında dağınık bir yapı söz konusudur. Devlet memurlarını kapsayan Emekli Sandığı (% 14.3), işçileri kapsayan Sosyal Sigortalar Kurumu (% 61.6) ve kendi hesabına çalışanları kapsayan Bağ-Kur (% 23.5) temel sosyal güvenlik kurumlarını oluşturmaktadır. Bu sosyal sigorta kurumlarından birine bağlı olarak çalışan bireyler için yaşlılık, hastalık, sakatlık, analık ve iş kazaları, kapsanan sosyal riskler arasındadır. Ülkedeki sigorta sistemi nüfusun büyük bir kısmını kapsar görünmekle birlikte kendi içinde yapısal sorunlar taşımaktadır. Ülkenin genç bir nüfus yapısına sahip olması, ailelerin çocuk sayısının fazla buna karşılık işgücüne katılım oranının düşük olması, sigortalı nüfus içinde bağımlı kesimin yüksek olmasına neden olmaktadır. 1998'de Emekli Sandığında emekli maaşı alanların yüzde 34*0, Bağ-Kur'da yüzde 41'i ve SSK'da yüzde 30"u dul, yetim veya ebeveyn idi. Bu durum var olan sigorta sisteminin ülkenin demografik, ekonomik gerçekleri ve istihdam yapısı ile uyuşmadığını göstermektedir, ayrıca sistem geçmişteki popülist uygulamalar nedeniyle ciddi bir darboğaz içindedir (Yaşar VURAL (2002), “Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve Gelir Eşitsizliği: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri, Yoksullukla Mücadele Stratejileri”, Ankara: Hak İs Konfederasyonu Yayını, ss.1-21)
Sosyal güvenlik sisteminin karşı karşıya olduğu bu sorunları çözerek, tüm vatandaşları tek bir güvenlik şemsiyesi alanda kapsayacak yem bir yapının oluşturulabilmesi için halen çalışmalar sürdürülmektedir.
24 Ocak 1980 İstikrar Paketi uygulamalarıyla birlikte gerçek ücretlerin hızla düşmesi ve gelir dağılımının bozulması, bu programa yönelik eleştiri ve muhalefetin artmasına neden olmuş, böyle bir toplumsal ortamda görevdeki hükümet, 29 Mayıs 1986'da TBMM'de kabul edilen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunu (SYDTF) oluşturmuştur. Bu Fonun kuruluşu, uygulanan ekonomi programına yönelik eleştirilere bir yanıt olarak değerlendirilebilir. Fonun amacı, herhangi bir sosyal güvenlik ağma dâhil olmayan yoksul ve muhtaç durumdaki kişilere yardım sağlamak, sosyal adaleti pekiştirici önlemler almak ve gelir dağılımının iyileşmesine katkıda bulunmak olarak tanımlanmaktadır. Fonun gelirlerini, bütçeden ayrılacak kaynaklar›n yanı sıra gelir ve kurumlar vergisi, trafik cezalan ve RTÜK reklam gelirlerinden sağlanan kesintiler oluşturmakta, Fon yönetimi çalışmalarını Türkiye genelinde 81 il ve 850 ilçede kurulmuş 931 birim aracılığıyla sürdürmektedir. Bu birimlerin başkanlığını vali ve kaymakamlar yürütmekte, mütevelli heyetinde ise Belediye Başkanı, İl Sağlık Müdürü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Müdürü, Müftü gibi yerel düzeyde etkili isimler yer almaktadır. Fonun harcama kalemleri arasında eğitim ve çeşitli projelere yönelik desteklerin yanı sıra kırsal alanı geliştirmeye yönelik çalışmaları teşvik kalemleri bulunmaktadır. Fonun en büyük harcama kalemini ise sağlık destek programı, yaygın ismiyle 'Yeşil Kart Sistemi' oluşturmaktadır. Herhangi bir sosyal güvenlik sistemi tarafından kapsanmayan kişilerin sağlık harcamalarını karşılayan Yeşil Kart uygulaması 1992'den beri yürürlüktedir ve yaklaşık 13 milyon kişi bu sistemden yararlanmaktadır. 2001 'de yaşanan finansal kriz sonrası işsizliğin artması, yoksulluğun görünür nitelik kazanması, hükümetin yoksulluk konusunda daha aktif bir tutum benimsemesine yol açmış ve Fona aktarılan kaynaklar artırılmıştır. 1 milyon 50 bin aileye okula giden çocuklarının eğitim harcamalarını karşılayabilmeleri için çocuk başına 50 milyon TL. ödeme yapılmıştır. Ayrıca yoksullara yapılan yiyecek ve yakacak yardımları yükseltilmiştir. Her ne kadar ekonomik kriz sonrasında yoksul ailelere önemli bir destek sağlasa da bunlar tek seferlik ödemelerdir ( Didem Gürses, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 17 Sayı 1 Haziran 2007 ss. 59-74 )

Aynı dönemde ülkedeki yoksul kesimin daha sistematik bir yardıma gereksinim duyduğu gerçeğinden hareketle, Dünya Bankası'nın finansal ve teknik desteği ile Sosyal Riski Azaltma Projesi başlatılmış ve 500 milyon $ tutarındaki proje ile Şartlı Nakit Transferleri (ŞNT) uygulamasına geçilmiştir. Türkiye'de düzenli bir nakit sosyal yardım sistemini yerleştirmek açısından ilk örnek uygulama olan ŞNT ile temel eğitim ve sağlık hizmeti alabilmeleri için nüfusun en yoksul yüzde 6'lık kesimi hedef alınmakta, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının koordineli çalışması ile düzenli sağlık kontrollerinin sürdürülmesi koşulu ile 0-6 yaş çocuğu olan ailelere ayda 17 YTL, hamilelere 55 YTL ödeme yapılmaktadır. Bu kapsamda 2003 yılında 21 trilyon TL, 2004 yılında 22.8 trilyon olmak üzere toplam 43.8 trilyon TL. ödeme yapılmış ve bu nakit desteğinden toplam 418.786 kişi yararlanmıştır. Gene bu kapsamda yapılan bir başka nakit desteği ise eğitim yardımı adı altında sürdürülmektedir. İlköğretimdeki kız çocuklar için ayda 22 YTL, erkek çocuklar için 18 YTL olarak yapılan yardımlar, ortaöğretimde erkek çocuklar için 28 YTL, kız çocuklar için 39 YTL'ye çıkmaktadır. Eğitim yardımı kapsamında da toplam 68.3 trilyon lira ödeme yapılmış ve 879.043 kişi bu hizmetten yararlanmıştır. (Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi, Türkiye Ulusal Raporu Taslak, s.85)
Kuşkusuz koşullu nakit transferleri uygulaması Türkiye'de yoksullukla mücadele açısından önemli bir aşamadır. 2001 krizinin etkilerini hafifletmek üzere başlatılan ve yoksul kesimlerin krizin olumsuz etkileri karşısında toplumdan dışlanmalarını ve yoksulluğun olumsuz etkilerinin genç kuşaklara aktarılmasını önlemek üzere geliştirilmiş bu pilot uygulama Türkiye'de sosyal politika alanında Türkiye'de Yoksulluk ve önemli bir ilk girişim olarak değerlendirilmelidir.
Yoksulluk ve sosyal dışlanmayla mücadele açısından bir başka yeni uygulama ise ilköğrenim öğrencilerine okul kitaplarının ücretsiz dağıtılmasıdır. 2003 öğrenim yılında başlatılan bu uygulama ile ilköğretim öğrencilerinin ders kitapları ücretsiz dağıtılmaktadır. 2006-2007 öğrenim yılından itibaren orta öğrenim öğrencilerine de ders kitaplarının ücretsiz dağıtılmasına başlanmıştır. (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor. 1151).
Bu uygulama ile kitap giderlerinin aile bütçesine ek bir yük getirmesi önlenmekte ayrıca, öğrencilerin kitap masraflarım karşılayamamaları nedeniyle eğitimden ayrılmalarının önüne geçilmek istenmektedir. Türkiye'de 2001 krizinden sonra benimsenen bir başka yoksullukla mücadele aracı da bireyleri girişimciliğe teşvik etmek üzere uygulamaya başlanan mikro-kredi projeleridir. Mikro-finans projeleri ile gerek kır gerek kentte bireyleri kendi işlerini kurmaya teşvik etmek ve girişimcilik potansiyellerini yaşama geçirmelerini sağlamak amaçlanmaktadır. Böylece bireylerin olası kriz durumlarına hazırlıklı olmaları ve bu tür durumlarda çözümleri devletten beklemek yerine kendi kapasite ve becerilerini devreye sokmaları istenmektedir. Özellikle yoksul kadınların girişimcilik potansiyellerini desteklemeyi amaçlayan mikro finans projeleri çeşitli Vakıflar tarafından uygulanmaktadır. Bu çerçevede Kadın Emeğini Destekleme Vakfı (KEDV) 2002'de kurduğu mikro ekonomik destek işletmesi ile özellikle yoksul kadınlara kendi işlerini kurmaları konusunda fınansal ve teknik destek sağlamaktadır (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.).
Diyarbakır'da 2003'te kurulan Türkiye İsrafı Önleme Vakfı da özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yoksul kadınların kredi alarak girişimciliğe başlamaları konusunda çalışmalar yürütmektedir. 2006 Haziran itibariyle 3288 yoksul kadına, y›ll›k 500-3000YTL arasında değişen toplam 3.269.265YTL kredi verilmiştir. Vakfın web sayfasında nihai amacın, yoksulların yoksulluk sınırının üzerine çıkarılması, küçük işletme sahibi olmaları için desteklenmeleri olarak belirtilmekte, dilencilik kültürünün yaygınlaşmasına katkıda bulunan hibe şeklindeki yardımların çok faydalı olmadığı vurgulanmaktadır (Dosyaları indirebilmeniz için BURADAN kayıt olmanız gerekiyor.).
Mikro kredi projelerinin yoksullukla mücadele konusunda ne denli başarılı oldukları tartışmaya açıktır. Ulaştığı kesimin sınırlılığının yanında, alman küçük kredilerle kurulan küçük işletmelerin mevcut ekonomik sistem ve acımasız rekabet koşullan içinde ne ölçüde başarılı olacağı ve yoksulluk sorununa kalıcı ve kapsamlı bir çözüm getireceği tartışmalıdır. Bunların yanı sıra mikro kredi projelerinde uygulanan faiz oranlarının ticari standartlar çerçevesinde hiç de 'düşük* olmadığı yolunda eleştiriler de bulunmaktadır.
Ülkede yoksulluğun yaygınlaşması ve 1990'lardan itibaren yaşanan yoğun göçle özellikle kentlerde görünür hale gelmesi belediyelerin de yoksullukla mücadele konusunda daha aktif bir tutum benimsemesine yol açmıştır. Gerek İstanbul'da gerek Güney Doğu Anadolu bölgesindeki pek çok kentte belediyelerin yoksullara yemek verme, erzak dağıtma, yakacak yardımı yapma biçimindeki çaba ve girişimlerinin son dönemde artış gösterdiği gözlenmektedir. Ayrıca bazı Sivil Toplum Kuruluşları da yoksullukla mücadele konusunda çeşitli çalışmalar yürütmektedirler. Bunlar arasında ön plana ç›kan Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ülke çapında bağış toplayarak bu yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırma biçimindeki çalışmalarını sürdürmektedir. Ülkede yoksul ve muhtaç durumdaki kişilere yardım açısından önem taşıyan bir başka resmi kuruluş ise Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumudur. Kurum yaşlılar ve kimsesiz çocuklar için bakım hizmeti vermekte ayrıca çocuk yuvalan çalıştırmaktadır. Kurum 28000'den fazla çocuk, 5500 yaşlı ve 4500 muhtaç kişiye koruma ve bakım sağlamaktadır (DPT, 2001, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Özel îhtisas Komisyonu Raporu, Gelir Dağılımının İyileştirilmesi Ve Yoksullukla Mücadele, Ankara.)
2001 krizinin toplumsal yapı üzerindeki etkilerini incelemek üzere hazırlanmış Dünya Bankası Raporu Türkiye'deki yoksullukla mücadele politikaları konusunda baz› önemli saptamalarda bulunmaktadır. Rapora göre yoksullukla etkin bir mücadele yürütebilmek için her şeyden önce sağlıklı ve güvenilir verilere gereksinim vardır. Oysa Türkiye'de Türkiye İstatistik Kurumu-TUİK tarafından yürütülen Hane Halkı Tüketim Araştırması yoksulluğun niteliği, boyutları ve yaygınlığı konusunda detaylı veri sağlamaktan uzaktır. Dolayısıyla Türkiye öncelikle ülkedeki yoksulluğun yapı ve niteliğini belirlemek için gerekli verileri toplamak durumundadır. TUİK tarafından gerçekleştirilen Hane Halkı Tüketim Araştırmaları ülkede tüm ekonomik gelişme ve büyümeye rağmen varlığını sürdüren yüzde 2 oranında bir çekirdek yoksul grubun varlığını göstermektedir ve bu grup sosyal yardımlara en çok ihtiyaç duyan kesimi oluşturmaktadır. Ancak var olan mekanizmalar ile desteğe en çok gereksinim duyan bu gruba ulaşılamamaktır. Dolayısı ile Türkiye'nin bu kesime ulaşabilme konusunda en kısa sürede etkin uygulamalar geliştirmesi zorunludur. Yoksullukla mücadele konusunda bir diğer önemli kurum Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu da alt yapı, organizasyon ve kaynak açısından çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun kurumsal yapılarının en kısa sürede güçlendirilmesi ve geliştirmesi gerekmektedir. (Türkiye İstatistik Kurumu Yoksulluk Çalışması, 2004)

III. KIRSAL YOKSULLUK VE ÇÖZÜM
Kırsal yoksulluğun daha çok “topraksız köylüler, tarım işçileri ve küçük toprak sahibi köylüler arsında yaygın olduğu görülmektedir (ÖZTÜRK, Şinasi (2008) “Kırsal Yoksulluk ve Neo-Liberal Ekonomi Politikaları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 5, (Güz); 605-634.)
Kırsal alanlarda yaşayan insanların önemli bir kısmının niçin yoksul olduğu sorusunun özü, “bu insanlar niçin yeterli gelire sahip değil” sorusudur. Bu soru da bizi doğal olarak kırsal alanların ekonomik durumuna götürür. Dolayısıyla kırsal alan yoksulluğunun nedenlerini kırsal alanlardaki ekonomik sektörlerin durumunda aramak gerekir. Kırsal alanlarda ekonomi daha çok tarıma dayanmaktadır. Bunun yanın da kamu ağırlıklı hizmet sektörü, küçük çaplı ticaret ve küçük sanayiden bahsedilebilir. Yukarıda da belirtildiği gibi kırsal alan yoksullarının büyük bir bölümünü topraksız ya da yetersiz toprağa sahip köylüler, tarım işçileri, yeterli mülkiyeti olmayan ve aynı zamanda başkasına bağlı çalışanlar (işçiler-emekçiler) oluşturmaktadır. Dolayısıyla kırsal yoksulluk probleminin altında, temel geçim kaynaklarını oluşturan tarım ve hayvancılık sektörlerinde yaşanan sorunlar ile bölgenin fazla ve nispeten kalifiye olmayan iş gücünü emecek ticaret ve sanayinin önündeki sorunlar yatmaktadır (Coşkun Can AKTAN, (2002), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yayını, Ankara. )
Türkiye gibi ekonomisi önemli oranda tarım ve tarıma bağlı sanayiye dayanan ülkelerde tarımın yoksullukla mücadelede anahtar sektör olduğuna ilişkin birçok görüş vardır. Tarım sektörünün, çok sayıdaki niteliksiz işgücünü emme potansiyeli vardır. Ayrıca tüm dünyada vazgeçilemeyecek, önemini hiç yitirmeyecek, belki de tek sektör konumundadır. Yoksullukla mücadelede tarım ve hayvancılık kadar, tarım ürünlerine ve bölge potansiyeline uygun sanayinin geliştirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Peki, bu nasıl olacak? Kırsal alanda tarım ve hayvancılığın canlandırılarak sanayi ve ticaretin belli bir aşamaya getirilmesinde kimler rol oynayacak? Günümüzde, kentsel sorunların çözümünde devletle birlikte sivil inisiyatifin de rol alabileceği hatta öncü olabileceği bir toplumsal yapının varlığından söz edilebilir. Ancak kırsal alanlar için aynı iyi niyeti taşımak boşunadır. Dolayısıyla kırsal alanların sorunlarının çözümünde devletin öncü olması ve etkin olarak işin içinde bulunması gerekmektedir. Çünkü kırsal alanlar, yaşayanların organize edilerek tek hedefe yönlendirilemeyecek kadar az nüfuslu, parçalı ve çok sayıdadır. Günümüze kadar devlet tarafından, gerek tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi gerekse geri kalmış bölgelerin kalkındırılarak bölgeler arası gelişmişlik farklarının giderilmesi için birçok çalışma yapılmış (kalkınmada öncelikli yöreler, teşvik tedbirleri gibi), projeler (Güneydoğu Anadolu Projesi, Doğu Anadolu Projesi gibi) ortaya konulmuştur. Bunlar bugün de artarak devam etmektedir. Ancak buradaki en büyük sorun kırsal alanların sorunlarının çözümünün ülkenin kalkınmasında yaratacağı etkinin yeterince anlaşılamamış ve bu nedenle de kırsal alan projelerine gerekli ilgi ve desteğin sağlanamamış olmasındadır. Şunun anlaşılması ve içselleştirilmesi gerekmektedir ki yoksulluğun çözümü büyük oranda kırsal alan sorunlarının çözümünden geçmektedir. Türkiye gibi ülkelerde tarım sektörü en fazla istihdam sağlayan alanlardan birisidir (Şinasi ÖZTÜRK, (2008) “Kırsal Yoksulluk ve Neo-Liberal Ekonomi Politikaları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 5, (Güz); 605-634.)
Tarihte, Hong Kong ve Singapur gibi şehir devletleri hariç, hiçbir devlet tarım alanında kayda değer bir gelişme kaydetmeden hızlı bir kalkınma sağlayamamıştır. Birçok durumda tarımsal üretimdeki artış diğer sanayi alanlarının genişlemesine de yol açmıştır (Şinasi ÖZTÜRK, (2008) “Kırsal Yoksulluk ve Neo-Liberal Ekonomi Politikaları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 5, (Güz); 605-634.)
Büyüme ilişkisini sektörel açıdan değerlendiren Norton da, tarımsal büyümenin ekonomik büyümeye katkı sağlamasının yanında yoksulluğun azaltılmasına da sanayi sektöründen daha fazla etki ettiğini belirtmiştir. Timmer de yoksulluk döngüsünü kırmada ilk adımın tarımsal verimliliği arttırmaktan geçtiğini savunmaktadır (DEMİRDÖĞEN, Alper, ÖREN, M. Necat ve ALEMDAR, Tuna (2012), “Türkiye’de Tarım Politikaları Kapsamında Sağlanan Destekler ve Kırsal Yoksulluk”, Cilt I, 10. Ulusal Tarım Kongresi, 5-7 Eylül, Konya; 85-94.)
Bazı ülkelerde yapılan bilimsel çalışmalar da tarımsal yatırımların, hem kırsal alanda hem de kentte, yoksulluğun azaltılması ve açlığın önlenmesi konusunda diğer sektörlere kıyasla daha başarılı sonuçlar verdiğini göstermektedir. Örneğin Irz, Thirtle ve Wigginns’in tarımsal büyüme ve kırsal yoksulluk arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalarında tarımsal büyümenin yoksulluğun azalması üzerinde güçlü bir etkisi olduğu, üründe elde edilen %30’luk bir artışın yoksul insanların sayısında en az %25’lik bir azalmaya yol açacağı sonucuna varılmıştır.
(Şinasi ÖZTÜRK, (2008) “Kırsal Yoksulluk ve Neo-Liberal Ekonomi Politikaları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 5, (Güz); 605-634.)
Son yıllarda dünyada yoksulluk verileri iyileşme göstermektedir. Bunda Çin ve Hindistan’daki iyileşmelerin etkisi fazla olmuştur. Bu etki her iki ülkede tarımsal verimlilikte sağlanan artış, araştırma, kalkınma, yol, enerji, sulama, ulaşım, iletişim, eğitim altyapısı ile yoksulluk karşıtı kamu yatırımları ile gerçekleşebilmiştir. ( DEMİRDÖĞEN, Alper, ÖREN, M. Necat ve ALEMDAR, Tuna (2012), “Türkiye’de Tarım Politikaları Kapsamında Sağlanan Destekler ve Kırsal Yoksulluk”, Cilt I, 10. Ulusal Tarım Kongresi, 5-7 Eylül, Konya; 85-94. )
Yine Dorward ve arkadaşları, yoksul çiftçilerin durumlarının iyileştirilmesi ile ilgili Güney Asya ve Afrika’da uygulanan politikaları farklı çalışmaları da dahil ederek incelemişler ve genel olarak yöresel farklılıklar olmakla birlikte kırsal kalkınmaya yönelik küçük çiftçilere ve işletmelere yapılan desteğin yoksulluğu gidermek ve istihdam yaratmak konusunda ilerleme sağladığını görmüşlerdir. Gıda ve Tarım Örgütü (Food and Agriculture Organization/FAO)’nün 2004 yılı raporunda geçen ve Endonezya’da yapılan bir çalışmaya göre de tarım sektöründeki gelişmenin, yoksulluğu, kırsal alanda %50, kentte ise %36 oranında azalttığı ölçülmüştür
(ÖZTÜRK, Şinasi (2008) “Kırsal Yoksulluk ve Neo-Liberal Ekonomi Politikaları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 5, (Güz); 605-634.)

Tarım sektörü gerek jeopolitik konumu gerekse iklim ve coğrafi özellikleriyle Türkiye’nin kalkınmasında başat rol oynayabilecek stratejik öneme sahip bir sektördür. Tarım ve hayvancılıktan beklenen faydanın sağlanabilmesi için öncelikle beşeri kaynağın bu sektöre kanalize edilmesi ve bu işin katma değeri yüksek bir şekilde yapılması gerekmektedir. Klasik yöntemlerle tarım ve hayvancılık yapılması ne bu sektörün sürdürülebilir olmasını ne de bu alandaki insanların yoksulluğunu önleyebilir. Tarım ve hayvancılığın geleceğe taşınabilmesi için bu işin bilinçli olarak yapılması, üründe kalite ve verimliliğin mutlaka arttırılması gerekmektedir. Bu çok kolay ve tek boyutlu bir iş de değildir. Tarımsal üretimde verimlilik ve kalite artışını sağlayarak kırsal alan insanlarının yoksulluktan kurtarılabilmesi için “mesleki eğitim, örgütlenme, tarımsal altyapı, tarımsal danışmanlık, bankacılık ve kredi, işleme ve pazarlama, depolama ve ambalajlama, üretim teknolojileri, girişimcilik” gibi birçok konunun birlikte değerlendirilmesi ve bu konularda insanlara destek sağlanması gerekmektedir. (TB (2010), Kırsal Kalkınma Planı 2010-2013, Tarım Bakanlığı,)
Bu sağlanamaz ise ne olur? Çok açıktır ki kırsal alanlarda tarım ve hayvancılık başta olmak üzere yörenin potansiyeline uygun sanayi geliştirilemez daha genel ifadelerle insanların geçimlerini sağlayacakları iş imkânları sağlanamaz ise tüm ülkenin sorunu olan göç devam edecektir. Kırsal yoksulluğun en yakın yansıması olan göçün en belirgin sonucu ise kentsel yoksulluktur.

IV. KENTSEL YOKSULLUK VE ÇÖZÜM

Türkiye’de kentleşme, daha çok 1950’li yıllarda başlayan göç olgusuna bağlı olarak gelişmiştir. 1980’lere kadarki kentlerin kendine çeken artılarına, 1980 sonrası dönemde kırsal alanların iticiliği de eklenmiş, bir anlamda kırın yoksulluğu ve (gizli) işsizliği kentlere taşınmıştır. Kırsal yoksulluğun ve göçün bu sosyal sonuçlarına plansız ve çarpık kentleşme, kentlerin etrafını saran gecekondu (varoş) bölgeleri eklenmiştir. 1980’lere kadar kırsal alandan koparak kentte, hukuki olmayan gecekondu alanlarında da olsa, “kendine ait evinde, kendi akraba ve köylülerinden oluşan sosyal ortam içinde dayanışma ve paylaşım içinde yaşayan; devlet dairesi ya da özel sektörde düşük ücretli ama güvenceli işi olan, kimi zaman da enformel sektörde çalışan kent” yoksullarının durumu; “1980’lerden itibaren devletin küçülmesi, dolayısıyla kamu sektöründe istihdamın kısıtlanması, reel ücretlerin azalması ve yaşanan krizlerle iş piyasasının durgunlaşması sonucunda giderek geçici, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışan; gecekonduların formel konut piyasası içine çekilmesi ve son zamanlarda kentsel dönüşüm projeleri ile gecekonduların ortadan kaldırılması sonucunda gecekondunun ucuz ve dayanışmalı ortamını ve ilişkilerini”; yani sabit gelirliler için çok büyük bir önem arz eden kendine ait mekan imkanını kaybeden -genelde kiracı konumuna yerleşen- son dönem kent yoksullarından çok daha iyi olduğunu söylemek gerekir. Kent yoksullarının giderek daha fazla “suç ve şiddetle bağlantılı olarak” görülmesi durumun başka bir boyutunu oluşturmaktadır. Kentlerde görünen “tüm suç ve şiddet olaylarının kökenlerine bakıldığında, işsizlik, yoksulluk, evsizlik gibi bir dizi yoksunluk dikkati çeker. Ama tümü en doğrudan şekilde yoksulluk ile ilişkilidir.” 1950’lerden 1980’lere kadar ki toplumdaki yoksul, mütedeyyin, cahil ama saygılı kent yoksulu algısı özellikle son yirmi yılda yerini “kentle bütünleşme niyetinde olmayan, topluma karşı tehlike oluşturan, suça yatkın “öteki” şeklini almıştır. (Nazım Kartal C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2014)

Kent yoksulu imajına “devletten geçinen” ve sosyal yardım ağlarına tabi olma özelliğini de eklemek gerekir. Gerek devletin gerekse birey ve sivil toplum örgütleri (STK)’nin kentlerde -iyi niyetlerle de olsa- yoksullara olan yardım çabaları, kırdan kente olan göçü, ister istemez beslemektedir. Sosyal yardım konusunda STK’lar, yerel yönetim birimleri, tüm il merkezi ve ilçelerde örgütlenen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü ile bazı kamu kurumları neredeyse birbirleriyle yarışmaktadır. Bazı durumlarda aynı haneye birden fazla yardım kuruluşunun destekleri girebilmektedir. Böyle bir durumda (yeşil kart uygulamasıyla sağlık güvencesine de kavuşan) kent yoksulları kırsal alanda bulamadıkları birçok imkâna, çok da çaba harcamadan, kentlerde ulaşma imkânına kavuşmaktadırlar. Bütün bunlara rağmen insanca bir yaşama kavuşma olanağı çoğu zaman olmamaktadır. Mevcut sosyolojik ve psikolojik kültürde göç edenlerin kentte “tutturması” ya da “tutturamaması”, geleceğin motiflenmesinde çok fazla bir şeyi de değiştirmiyor; aynı sonucun ya özendiricisi ya da öznesi oluyor. Türkiye’deki “kır” barındırdığı tüm yoksunluklarıyla insanları bir şekilde bulundukları mekânın dışına itiyor, bu itmeye kentin çekici özellikleri ve daha önce göç etmiş ve “tutturmuşların” özendiriciliği de eklenince göç süreci başlıyor. Sürecin sonu ise genellikle kent yoksulluğuna terfi ile noktalanıyor. Bu kişilerin hırsızlık, kapkaççılık, gasp gibi suçlara bulaşmaları ise daha kötü neticeler doğuruyor. Bu insanlar psikolojik, sosyal ve ekonomik nedenlerle geri dönme imkânlarını da kaybederek kent yoksulu olarak var olan sisteme eklemlenmektedirler. 6 Sorun, kaynağında çözülmediği için bu kısır döngü devam ediyor. Kırsal yoksulluk göçe, göç kentsel yoksulluğa, kent yoksulluğu da sosyal yardım kanallarının genişlemesine neden oluyor. Özünde “iyi” bir şey olan sosyal yardımların kent ve yoksulluk için daha makro düzeyde ve uzun vadede Türkiye için ortaya çıkarabileceği olumsuzlukları matematiksel olarak ifade edebilmenin çok fazla imkânı yok. Ancak bu konuda sosyal bilimlerin çözümleyici doğası çerçevesinde bazı faydalı ve nesnel gözüken çıkarımlarda bulunulamaz da değil. Örneğin Türkiye’de Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları çerçevesinde yoksullara yapılan yardımların, kişileri kendi kendilerine yeterli hale getirme anlayışından uzak bir yaklaşımla yapıldığı, dahası “belirli bir standarttan yoksun, dağınık ve eşgüdümsüz bir görünüm” taşıdığı devletin raporlarına dahi yansımıştır. (DPT (2001), Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Devlet Planlama Teşkilatı Yayını, Ankara.)
Bununla birlikte, Türkiye’de on ayrı kamu kurumunun yoksullara sosyal yardımda bulunduğu yetkili makamlarca itiraf ediliyor. Kamu kurumlarınca yapılan sosyal yardımların bazı usulsüzlüklere neden olduğu, belirli kriterler olmadığı için, aynı aileye birden fazla kamu kurumunun aynı yardımı yapabildiği, yardımların bir süre sonra bireyler üzerinde alışkanlığa neden olduğu ve yardım alan kişilerin yardımların kesilmemesi için iş aramaktan da vazgeçtiği, yardımlar konusunda takip sistemi olmadığı için bir aileye ne kadar yardım yapıldığının tam olarak bilinmediği gibi tespitlerde bulunuluyor (Star Gazetesi, 2010).7
Bu durum “refah devleti” politikalarına duyulan güvensizliğin nedenlerinden birisini de oluşturmaktadır. Bu tür politikalar, “yardıma bağımlılık” ya da giderek bir “yoksulluk kültürü”

yaratma riskini de beraberinde getiriyor. “Sosyal yardımlarla geçimini sürdüren insanların sayısının artması, onların piyasada çalışmaları için sistemin doğasından gelen teşvikleri (aç kalma ya da yoksulluk korkusu) azaltarak bu insanların çabalarını artırmalarını engelleyebilmekte ve hem sosyal güvenlik reformlarına karşı direnci ortaya çıkarmakta, daha da önemlisi yoksulların sayısının giderek artmasına yol açabilmektedir. Bir başka deyişle, yoksulluğu önlemek için girişilen sosyal harcamalar, kendilerinden beklenenin tam tersi bir sonuç vererek yoksulluğun artmasına da yol açabilecektir. (DPT (2007), Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele (Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu), DPT Yayını, Ankara.)
Cevapla
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir