Siyasal iktidar/Siyasal bilgi ders notu



Siyasal Bilgi/Siyasal İktidar

Yönetim

  • Yönetim (geniş anlamda idare, dar anlamda hükümet):
    Her topluluk siyasal bir düzene sahiptir; bir yönetsel organ tarafından idare edilir ve sürekli kılınır.
  • Yönetim, en geniş topluluk için kurallar koyan, yasalar yapan ve bunları uygulayan ve uygulayımı denetleyen kişileri ve kurumları anlatan bir terimdir.

Egemenlik

  • Bir yönetim, belli bir toprak parçası üzerinde yönetme iddiasını başarıyla ortaya koyduğunda (yani yasa yaptığında ve bunları uyguladığında), onun egemenlik sahibi olduğu söylenir.
  • Ortaçağda egemenlik, bir monarkın krallığını yönetme iktidarı anlamına geliyordu.
  • Sonradan terimin kapsamının ülke toprakları üzerinde ulusal denetim anlamına gelecek biçimde genişlediğini görüyoruz (ulus egemenliği).
  • Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ibaresi bunun çok iyi anlatıyor.
  • Uluslar, egemenlikleri konusunda kıskançtır ve hükümetler, bunu korumak için çaba gösterirler.
  • Topraklarını korumak için ordular kurarlar, sınırlarını ihlallere karşı pasaport ve vize yoluyla denetlerler, yabancıların taşınmaz edinmesine sınırlar koyarlar, ülke parasını yabancı paralar karşısında korumak için yasalar yapabilirler vb…
  • Monark: Tek kişinin bölünmez egemenliğine dayalı rejimlerde devletin sürekli başkanı. Monark ya da kral, yönetim görevini çoğunlukla babasından devralır.
  • Otoritesi, bazen savaş yeteneğine bazen de kazandığı tanrısal niteliklere bağlı olan monarklar, Ortaçağda Hıristiyan dünyasının parçalanmasıyla tek yasa ve yönetim kaynağı olarak birer mutlak hükümdar haline geldiler.

Otorite

  • Egemen bir devlet, otorite sahibidir; bunun anlamı, egemen devletin, devletin yönetme hakkına inanan toplum üyelerine kararlarına uyma buyruğu verebilmesidir.
  • Ayrıca egemen bir devlet, yönetme iddiası gönüllü biçimde kabul edildiği, yani kararlarına rıza ile uyulduğu ölçüde de meşru bir devlettir

Meşruluk

  • Meşruluk, yalnızca yasalarda öngörülmüş bir yönetme hakkını içermez; yani, yasallık veya yasaya uygunluk, meşruluğun tek anlamı değildir.
  • Aynı zamanda, yurttaşların, yönetimdekilerin yönetebilirliklerine duydukları inancı ve yönetimi oluşturan partinin ya da kişilerin politik inançlarını paylaşmasa bile, onların yönetme hakkını tanıdığı ve kararlarına uymaya razı olduğu bir durumu anlatan bir terimdir.
  • Vergi vermekten hoşlanmasak bile dürüstçe vergimizi ödediğimizde gösterdiğimiz, yönetimin vergi alma hakkına duyduğumuz saygıdır.
  • Meşruluk, rızaya dayanır. Rıza yoksa, yönetimler bazen zora başvurmak durumunda kalabilirler.
  • Bir yönetimin meşruluğunu sınamanın en iyi yollarından birinin sokaktaki asker ve polis sayısına bakmak olduğu söylenebilir:
  • Bir ülkenin sokaklarında ne kadar çok polis varsa, orada yönetimin meşruluğu o kadar tartışmalıdır.

Yönetim

  • Yönetim kavramı, aslında asimetrik bir toplumsal ilişkiye işaret eder:
  • emir verme ve alma ilişkisi

İnsanlar niçin bir yönetime ihtiyaç duyarlar?

  • Tarih boyunca filozoflar bu sorulara farklı yanıtlar verdiler.
  • Bazıları, siyasetle insan doğası arasında bir ilişki kurdu ve çatışma ve saldırganlığın, şiddet ve iktidar tutkusunun insan doğasına içkin olduğunu, barış içinde yaşamak için güçlü yönetimlere ihtiyaç duyulduğunu savundu.
  • Örneğin düşünür Hobbes, Leviathan adlı eserinde bu düşünceyi geliştirmiştir.
  • İnsan doğası ve siyaset arasında bir ilişkinin varlığını reddetmeyen ama bu doğaya olumlu özellikler yükleyen düşünürler de var.
  • Bunlarsa, insan doğasında var olan oydaşma ve işbirliği potansiyelinden söz ederler. Onlara göre, çatışma ve saldırganlık sonradan öğrenilmiş davranışlardır.
  • More, Locke, Rousseau, Tolstoy gibi düşünürler, insanların bir yönetsel aygıt olmadan da uyum ve işbirliği içinde olabilecek sosyal hayvanlar olduğunu söylerler.
  • Daha sonraları, bu soruya başka yanıtlar da verildi. Örneğin, yönetimin kaynağını değerlerin/kaynakların bölüştürülmesi işleviyle açıklayanlar olduğu gibi (Easton),
    siyasetin dost/düşman mantığı içinde yönetimin anlamını (Schmitt) tartışanlar da oldu.

Devlet nedir?

Devlet, belli bir ülkede fiziksel güç kullanma tekelini meşru biçimde elinde tutan insan topluluğudur.”

                                                                                              MaxWeber

  • Weber’in tanımında öngördüğü, egemen ulus-devletlerden oluşan dünyanın bir parçası olan bu yönetim ve devlet modeli, yeni bir oluşumdur.
  • Ulus-devlet, Ortaçağın sonlarında ve Yeniçağın başlarında Avrupa’da feodalitenin çöküşü ve Kilisenin siyasal nüfuzunun kırılışı ile birlikte ortaya çıktı.
    Ulus-devlet, dağınık ve çatışan otoriteler arasında bölünmüş olan insanları ülke ve ulus kavramları etrafında toplayan bir oluşumdur.
  • 1919 Versailles Anlaşmasına kadar Avrupa’da, ulus-devletlerin oluşturduğu dünya modeline uygun bir yapılanma tamamlanmış değildi.
  • Ulus-devletlerin meşruluklarının kaynağı, “her ulusun kendi kaderini belirleme hakkına sahip olması” ilkesinden alır.
  • Bir ulusun üyeleri, kendi geleneklerine ve kültürlerine uygun bir hukuk sistemi çerçevesinde hareket eden bir yönetimin varlığına rıza gösterirler.
  • Bu düşüncenin açık biçimde ifade edilişi, 18. yüzyıl sonlarında Fransız ve Amerikan Devrimleri ile mümkün olmuştur.
  • Ulusun bir devlet aygıtı aracılığıyla karar aldığı yönetim modeli olarak ulus-devlet, yönetimi oluşturan farklı kurumların anayasal işleyişleri sonucunda ortaya çıkan uygulamaları ulusun kararı sayar.

  • Bu anayasal yapının bazı birimlerinin ulusal iradeyi temsil eden bir yapı oluşturduğu düşünülür.
  • Örneğin, Türk anayasal sisteminde TBMM ulusal iradenin temsilcisi sayılmaktadır. Sovyet geleneğinde Komünist Parti ulusal iradeyi temsil ediyordu.
  • Halbuki liberal gelenekte iktidar ile Devlet, günün hükümeti ile Devlet arasındaki ayrım kesindir ve önemlidir. (Muhalefet, ihanet değildir.)
  • Tek bir parti ile ulusun iradesinin özdeşleştirilmesi, liberal gelenekteki devlet ve dolayısıyla meşruluk anlayışına uymaz.

Devlet ve hükümet arasındaki fark

  • Devlet hükümetten daha kapsayıcıdır. Tüm kamusal kurumları ve topluluğun tüm üyelerini kapsar. Hükümet, devletin bir parçasıdır.
  • Devlet sürekli, kalıcı bütündür. Hükümet geçicidir.
  • Hükümet, devletin otoritesinin işlerlik kazanmasının aracıdır. Devlet politikasının oluşturulmasında ve uygulanmasında hükümet devletin beynini oluşturur ve ona varlık kazandırır.
  • Devlet kişisel olmayan bir otorite uygular. Devlet kurumlarının çalışanlarının politik olarak tarafsız olması beklenir.
  • Devlet, toplumun kalıcı yararını temsil eder -ortak iyi veya genel irade-. Hükümet, belli bir zaman diliminde iktidarı elinde bulunduranların partizan yandaşlıklarını temsil eder.

Yönetim-sistem-rejim

Yönetim, politik sistemler ve rejimler arasındaki fark nedir?

  • Politik rejimleri ilk tanımlama girişimi Aristoteles’ten gelir: Demokrasi, oligarşi, tiranlık.
  • yüzyılda yönetimler monarşi/cumhuriyet ya da otokratik/anayasal rejimler olarak sınıflanmıştır.
  • yüzyılda demokrasiler ve totaliter rejimlerden söz edilebilir.
  • Yönetim, kolektif ve bağlayıcı kararların alınmasına dair kurumsal süreçleri ifade eder.
  • Yönetmek diğerlerine hükmetmek, kontrol etmek anlamına gelir.
  • Yönetim düzene dayalı iktidarın sürdürülme biçimini ifade eder.
  • Temel özelliği kolektif karar alabilme yeteneği ve bunları zorlama kapasitesidir. Bir yönetim biçimi bu nedenle bütün toplumsal kurumların içinde mevcuttur.
  • Ancak siyasal anlamda yönetim, ulusal düzeyde işleyen ve kolektif eylemi gerçekleştirmeyi, kamu düzenini sağlamayı olanaklı kılan yasal ve kurumsal süreçleri ifade Yönetimin temel işlevi yasa yapmak, yasaları uygulamak ve onları yorumlamaktır.
  • Bir politik sistem ya da rejim, yalnızca yönetim mekanizmalarını ve devletin kurumlarını değil, bunların toplumun geneli ile kurduğu etkileşim süreçlerini ve yapılarını kapsar.
  • Örneğin Parlamenter Sistem: Yürütme organının yasama organının denetiminde olduğu demokratik bir yönetim sistemidir.
  • Başkanlık Sistemi: Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrıma ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar olanaklarını genişleten bir hükûmet sistemidir..
  • Bir rejim, bir yönetim sistemidir: hükümetler/yönetimler değişebilir ancak o sürer.
  • Politik rejimler ekonomik yaşamın örgütlenişi ve içinde gerçekleştiği yönetim süreçleri tarafından belirlenirler.
  • Rejim bir devleti oluşturan siyasi yapıların bütünü anlamına gelmektedir.
  • Devlet yönetiminde egemenin kim olacağına ve egemenliğin ne şekilde kullanılacağına rejim çeşidine göre karar verilir.
  1. Demokratik rejimler
  2. Otoriter rejimler
  3. Totaliter rejimler
  • Hükümetler seçimlerle, babadan oğula geçişle, darbelerle vb. değişebilir; rejim ise yalnızca darbeler veya devrimci kalkışmalarla değişir.

 

Siyaset Felsefesi

  • En iyi yönetim biçimi ya da en iyi cumhuriyet
  • Devletin ve siyasal iktidarın temelleri
  • Siyasalın özü ve etik ile siyaset arasındaki ayrım.
  • Siyaset felsefenin bu üç formu, en iyi, modern çağın başında yazılmış ve siyasal düşünceler tarihinde silinmez izler bırakmış olan üç eser tarafından temsil edilmektedir:
  • Thomas More’un Ütopya’sı (1516), ideal cumhuriyetin bir örneğini sunuyordu.
  • Hobbes’un Leviathan’ı (1651), devletin varoluşunu ussal ve dolayısıyla evrensel bir temel üzerinde haklılaştırmakla kalmıyor, devletin buyruklarına neden uyulması gerektiğini de gerekçelendiriyordu.
  • Machiavelli’nin Hükümdar’ı (Prince) (1513), siyasal eylemin kendine özgü karakterini ve ahlaki eylemden nasıl ayrılması gerektiğini açıklıyordu.

Yönetenler/Yönetilenler

  • Devlet sorununa çeşitli bakış açılarından birisi de, yönetenler ve yönetilenler, bir başka deyişle egemen ve uyrukları ya da devlet ve yurttaşlar, arasındaki siyasal ilişkiyi temel alan bakış açısıdır.
  • Siyasal düşünce, bu ikilik temelinde iki karşıt kampa bölünmüştür.
  • Bu ikilik, üsttekilerle alttakiler arasındaki bir ilişki varsayar.

  • Radikal demokrasi kuramı bu bakışa bir istisna oluşturmaktadır. Bu kuramda yönetenlerle yönetilenler arasında bir eşitlik ilişkisi vardır, yönetilenlerle yönetenler özdeştir. [Bunların konumları sabit değildir; yönetenler aynı zamanda yönetilirler.]
  • Kuram, hiç değilse ideal olarak bunları aynılaştırır; böylece yönetim, kendi kendini yönetim biçimini alır.
  • Siyasal ilişki bir tarafın buyruk verme hakkına sahip olduğu, diğer tarafınsa uyma yükümlülüğünde olduğu bir ilişki olarak anlaşıldığında, devlet sorunu, yöneten ya da yönetilen açısından farklı biçimlerde irdelenir.
  • Platon’un Devlet Adamı’ndan Machiavelli’nin Hükümdar’ına uzanan uzun gelenek içinde siyasal düşünürler devleti esas olarak yönetenlerin bakış açısından görmüşlerdir.
  • Bu geleneğin ana temaları şöyle sıralanabilir:
  1. İyi yönetim sanatı
  2. İyi bir yönetim için gerekli olan erdemler, yetenek ve beceriler
  3. Çeşitli yönetim biçimleri
  4. İyi ve kötü yönetim ayrımı
  5. Tiranlığın çeşitli görünümleri
  6. Yöneticilerin hakları, yükümlülük ve sorumlulukları
  7. Devletin işlevleri ve bu işlevleri yerine getirmek için gerekli güçler (yasama, yürütme ve yargı)
  8. Yönetsel örgütün çeşitli kolları (merkezi yönetim, yerel yönetimler vb.)
  9. Egemenlik, otorite, iktidar gibi kavramlar

  • Bu gelenek içinde, topluma alttakiler açısından bakan bir perspektifin tamamen yok olduğu söylenemez.
  • Siyasal topluma, çıkarlar, gereksinimler, haklar ve hükümetten sağlanacak fayda açısından yaklaşan perspektif unutulmuş değildir.
  • Ancak siyasal söylemde, siyasal ilişkinin betimlemelerinde sık sık sürüsünü güden çoban, uşaklarına buyruk veren efendi, çocuklarına bakan ebeveyn gibi benzetmelerin kullanılıyor olması, hangi perspektifin egemen olduğunu açıkça göstermektedir.
  • Modern çağın başında bireyin doğal haklarının keşfi tam bir dönüm noktası olmuştur. Bu haklar, herhangi bir siyasal toplumun ve bu toplumun iktidar yapısının oluşumunu önceler.
  • Ailenin ve aristokratik toplumun tersine siyasal toplum, karşılıklı sözleşmeyle toplum içinde yaşamaya ve bir toplum yönetim oluşturmaya karar veren bireylerin gönüllü bir yapıntısı olarak kabul edilmeye başlar.
  • Bu sözleşme düşüncesini ilk işleyenlerden biri olan Johannes Althusius (1603), siyasete yeni bir tanım geliştirmiştir: “Siyaset, insanların aralarında toplumsal hayatı başlatmak, geliştirmek ve korumak amacıyla bir araya gelmeleri sanatıdır.”
  • Althusius’un “insan”dan yola çıkan bu anlayışına karşılık Aristoteles, devletten yola çıkar. Yüzyıllarca bu konuda değişmez otorite olmuş olan Aristoteles’in tanımı ise şöyledir: “Devletin doğal olarak var olduğu [yani insanlar tarafından kurulmadığı] ve bireyden önce geldiği açıktır.”
  • Bu perspektifin temsilcilerinden olan Locke için sivil yönetimin amacı, bireyin devleti önceleyen haklarından biri olan mülkiyet hakkını korumaktır.
  • Spinoza ve Rousseau, yönetimin özgürlüğü amaçlaması gerektiğini savunurlar.
  • Bu düşünceleri geliştiren Fransız ve Amerikan Haklar Bildirgeleri, “birey devlet içindir” ilkesinin yerine “devlet birey içindir” ilkesinin geçmesine hizmet etmişlerdir. Bunlardan sonra bu ilke, temel anayasal bir ilke haline gelmiştir
  • Başlangıç noktasındaki bu değişme bazı sonuçlar doğurmuştur. Önem verilen siyasal sorunlar değişmiştir:
  • hükümetin yetkileri yerine………………………………. yurttaş özgürlüğü,
  • devlet iktidarı yerine ……………………………………..  bireylerin iyiliği, refahı ve mutluluğu,
  • itaat etme yükümlülüğü yerine ……….. adil olmayan yasalara (aktif ya da pasif) direnme hakkı,
  • siyasal toplumun bölünmez bütünlüğü yerine… muhalif parçalardan oluşan çoğulcu siyasal toplum,
  • yoğunlaşmış ve merkezi iktidarın karşısında…… İktidarın çeşitli merkezlere dağılması ve bölünmesi,
  • yönetimin iyi olup olmadığının yöneticilerin ………… bireye tanınan haklar ölçüsünde değerlendirilmesi
    sahip oldukları iktidar ölçüsünde değil

İktidar

  • Devlet” ve “siyasal olan” arasındaki ortaklık, her ikisinin de iktidar olgusuna işaret etmesindedir.
  • Antik yönetim biçimlerinin adları, Yunanca güç, iktidar, sağlamlık anlamına gelen krάtos ve otorite, yetke anlamına gelen arké sözlerinden gelir:
  • Aristokrasi, demokrasi, monarşi, oligarşi gibi. Buna benzer biçimde sonradan şekillenen ve yine iktidar biçimlerini gösteren diğer bütün adlar da bu iki sözden türemiştir: Fizyokrasi, bürokrasi, poliarşi gibi
  • Doğrudan ya da dolaylı biçimde iktidar tanımıyla veya iktidar olgusunun analiziyle başlamayan siyasal kuram yoktur.
  • Devlet, uzun zaman, egemenliğin taşıyıcısı olarak tanımlanmış ve devletin analizi, egemene ait erklerin (güçlerin) incelenmesi biçiminde olmuştur.
  • Devlet kuramı, üç erkin (yasama, yürütme ve yargı) ve bunlar arasındaki ilişkilerin açıklaması etrafında döner.
  • Siyaset kuramında üç ayrı bakış açısı temelinde şekillenen üç ayrı iktidar kuramı vardır:
  1. Özdekçi,
  2. öznel
  3. ilişkisel kuramlar.

Özdekçi (maddeci) iktidar yaklaşımı:

  • En önemli temsilcisi Hobbes olan bu yaklaşımda iktidar, herhangi bir mal gibi sahip olunan ve kullanılan bir şey olarak düşünülür.
  • Örneğin Hobbes, 1651 yılında, “iktidar, insanın sahip olduğu ve gelecekte açık bir fayda elde etmesini sağlayacak bir araçtır” diye yazmıştır. Bu araç, sağlamlık ve zeka gibi doğuştan getirilen yeteneklerden oluşabileceği gibi, servet gibi sonradan da elde edilebilir.
  • Ancak doğuştan gelmesi veya sonradan elde edilmesi, iktidarın arzulanan şeyi elde etmede bir araç olarak algılanışını değiştirmez.

  • BertrandRussell’ın (1938) iyi bilinen iktidar tanımında da benzer bir algı vardır: “arzulanan etkinin, sonucun yaratılması”. Bu tanımla iktidarın üç biçimi ayırdedilir.
  • Fiziksel veya baskıcı iktidar: En somut ve görünen ifadesini askeri alanda bulur.
  • Psikolojik iktidar: Ödüllendirme vaatleri ve cezalandırma tehditlerine dayanan ve özellikle ekonomik alanda var olan bir iktidar biçimidir.
  • Zihinsel iktidar: İkna ve caydırma ile işleyen ve en temel biçimiyle tüm toplumlarda eğitim alanında söz konusu olan iktidar biçimidir.

Öznel iktidar yaklaşımı:

  • Bu kuramın tipik temsilcisi John Locke’tur. Locke’a göre iktidar, hedeflere ulaşmada kullanılan bir araç olmaktan çok, öznenin belli sonuçlar yaratabilme kapasitesidir.
  • “Ateşin madenleri eritme gücü vardır” demekle “egemenlerin yasalar koyma ve böylece uyruklarının eylemelerini etkileme gücü (iktidarı) vardır” demek arasında hiçbir fark yoktur. (Bu iktidar yorumu, hukukçular tarafından öznel hak kavramına uyarlanmıştır: öznelerin öznel bir hakka sahip olduklarını söylemekle, hukuki sistemin onlara belli sonuçlar elde etme gücünü verdiğini söylemek aynı şeydir.)

İlişkisel iktidar yaklaşımı:

  • Bugün en yaygın olan iktidar anlayışı, bu kurama dayanmaktadır. Buna göre iktidar, iki öznenin (kişinin ya da grubun) arasındaki, birinin diğerinden belli bir davranışı edindiği bir ilişkidir.
  • Bu yaklaşımın başat temsilcilerinden Robert Dahl, iktidarla ilgili şu tanımı yapar (1963): “Etki (iktidarı da kapsayan bir terim), aktörler arasındaki, bir aktörün diğer aktörleri başka türlü olsaydı davranmayacakları bir biçimde davranmaya yönelttiği bir ilişki biçimidir.”
  • İktidar buradaki gibi iki aktör arasında bir ilişki olarak tanımlandığında, özgürlükle sıkı bir bağ içindedir. Öyle ki birinin tanınması, diğerinin yadsınması olmaktadır. “A’nın iktidarı, B’nin özgür olmadığı bir duruma, A’nın özgürlüğü ise B’nin iktidarının olmadığı bir duruma denk düşer.”

İktidar Biçimleri ve Siyasal İktidar

  • Bir kez devlet kavramı siyasal olana, siyaset kavramı da iktidar kavramına indirgenince, siyasal iktidarı diğer bütün iktidar biçimlerinden ayırmak sorunu ortaya çıkar.
  • Siyaset kuramı, bu sorunla üzerinde sonsuz çeşitlemeler yaratacak biçimde ilgilenmiştir. Klasik tipoloji, asırlar önce Aristoteles’in ortaya attığı tipolojidir.
  • Burada, kimin üzerinde uygulandığına bakılarak iktidarın üç tipi ayrılır:
  1. Ana-babaların çocuklar üzerindeki iktidarı.
  2. Efendinin köle üzerindeki iktidarı.
  3. Yönetenlerin yönetilenler üzerindeki iktidarı.
  • Ayrıca, iktidarın uygulanmasından kimin kazançlı çıktığına bakılarak da bir ayrım yapılır:
  • Ana-babanın iktidarı çocukların yararındadır.
  • Efendinin ya da despotun iktidarı, despotun yararınadır. (Despotik iktidar)
  • Siyasal iktidar, hem yönetenin hem de yönetilenin yararınadır. (Buna göre, bozuk, yoz bir siyasal rejimde, yöneten yalnızca kendi çıkarını gözeterek yönettiği için tiran haline gelmiştir.)
  • Bu tipoloji siyasetle ilgilidir, çünkü yozlaşmış yönetim biçimlerinin ikisinin tanımlanmasında temel olarak kullanılmıştır.
  • Patriarkal (ataerkil) yönetim: Burada egemen, uyruklarına baba gibi davranır. Uyruklara küçük çocuk muamelesi yapılır.
  • Despotik yönetim: Burada egemen uyruklarına hakları olmayan köleler gibi davranır. Bu yönetim tarzı, Aristoteles tarafından doğuştan köle olan doğulu halklara ve barbarlara ait bir tarz olarak görülür. Hegel ve Montesquieu tarafından aynen benimsenen bu düşünceye göre, bu tarz bir yönetim altında yaşayan halklar, baskıcı iktidarı yakınmadan veya direnmeden kabullenirler.
  • İktidarın ana-babaya ait, despotik ve sivil iktidar biçimindeki üçlü tanımlaması, Hobbes ve Locke gibi düşünürlerce de paylaşılıyor.
  • Locke, ayrımı bugün meşruluğun ilkeleri olarak görebileceğimiz bir temele dayandırıyor. Ona göre, her üç iktidar biçiminin de farklı dayanakları vardır:
  1. Ana-baba iktidarı, üremeden kaynaklanan doğal bir temele
  2. Despotik iktidar, cezalandırma hakkının bir sonucudur: Büyük bir suç işleyeni, kölelik gibi eşit derecede büyük bir cezaya çarptırma hakkı.
  3. Sivil iktidar, yöneldiği kişilerin açık veya örtük rızasına dayanan tek iktidar biçimidir
  • Bu klasik ayrım, siyasal iktidarı başka iktidar biçimlerinden ayırma olanağı tanımaz. Aristoteles’in yarar (çıkar), Locke’un meşruluk ölçütleri, daha çok olması gerekenle olmaması gereken iktidar biçimlerini birbirinden ayırmaya yararlar. Aristoteles de Locke da, iyi iktidar diye tanımladıkları dışındaki iktidar biçimlerini de kullanan hükümetler olduğunu kabul etmek zorundadırlar.

Gerçekçi bir iktidar kuramı:

  • Siyasal iktidarı başka iktidar biçimlerinden ayıran gerçekçi bir iktidar kuramı oluşturulabilir. Ortaçağ hukuk bilimcileri, bu kuramın egemenlik kavramına (üstün iktidar=summapotestas) dayandırılabileceğini savunuyorlardı.
  • Antik toplum, yalnızca bir mükemmel kuruluş tanıyordu: bütün kurumları kapsayan devlet.
  • Ortaçağ toplumu ise, iki kuruluş tanıyordu: Devlet ve kilise.
  • Bunlardan hangisinin diğerine üstün olduğu ve diğerini öncelediğine dair yüzyıllık tartışma, bu iki alanın gücünün ve egemenliğinin sınırlanmasını ve bu iki iktidar alanının özelliklerinin tanımlanmasını gerektirdi.
  • Devlet ve kilise birbirinden ayrıştı.
  • Ruhani iktidar kiliseye, dünyevi (geçici) iktidarsa devlete ait sayıldı. Dünyevi iktidarın devlete, belli topraklarda yaşayanlar (halk) üzerinde fiziksel güç kullanma iktidarını ve hakkını tanıdığını iddia eden devlet yanlıları, kiliseye gerçek dini ve ahlaki öğretileri öğretme, vicdanları manevi değerlere yönlendirme hakkını ve iktidarını bırakıyordu.
  • Böylece siyasal iktidar, zor kullanımıyla özdeşleşti; arzulanan sonuçları elde etmek için gerektiğinde zor kullanma hakkına dayanan iktidar biçimi olarak tanımlandı.
  • Burada siyasal iktidarı dinsel iktidardan ayıran yine kullandıkları araçtır:
    Ruhani iktidar psikolojik araçlar [öteki dünyaya ilişkin ödül vaatleri (cennet) ve ceza tehditleri (cehennem)] kullanırken, siyasal iktidar silahlı güçler gibi fiziksel zor araçları kullanır
  • Fiziksel zor, siyasal iktidarın tanımı için gerekli ama yetersiz bir koşuldur. Bir başka tartışma, zor kullanma hakkı yerine bu hakkın belli bir toprak parçasında toplanmasının üzerinde durmaktadır.
  • Egemen, belli bir toprak parçası üzerinde fiziksel zor kullanma hakkını elinde tutandır.
  • Zor, bir bireyin diğeri üzerinde hakimiyet/denetim kurabilmesini sağlayan en kestirme yol olduğuna göre, belli sınırlar içinde başka herkesin üzerinde zor araçlarını kullanmak durumunda olan her kimse, kişi üstün iktidar (summapotestas) anlamında egemenlik sahibidir; üstündür, çünkü zor siyasal iktidar için gerekli koşulsa, zorun bir kimse ya da grup tarafından sınırlı kullanımı yeterli koşuldur.
  • Egemen (mutlak ve sürekli) iktidar, tekelinde bulundurduğu zor kullanma yetkisinin sayesinde buyruklarına uyulmasını sağlamayı da başarır.
  • Siyasal iktidarın niteliği olarak zor kullanma hakkının dışlayıcılığı [iktidarın geneli dışarıda bırakacak biçimde bir kimsenin ya da sınıfın elinde toplanması] teması, hiç kuşkusuz Hobbesçu düşüncenin ana temalarındandır.
  • Doğa durumundan devlete (siyasal topluma geçişin anlamı, herkesin ayrımsız herkese karşı zor kullandığı bir durumdan, zor kullanma hakkının yalnızca egemene ait olduğu bir duruma geçiştir. Hobbes’la başlayarak siyasal iktidar, bugüne kadar değişmeden kalan bir yan anlam edinmiştir.

İktidarın Üç Biçimi

  • Çeşitli iktidar biçimlerini birbirinden ayırmak için uyarlanan ölçütün niteliği açısından bakıldığında siyasal iktidarın son kertede zora başvurabilen bir iktidar biçimi olarak tanımlanması, iktidarı elinde tutanların arzuladıkları sonuçları elde etmek için kullandıkları araçları göz önüne alan bir tanımlamadır.
  • Araç ölçütü, aynı anda hem basit hem de aydınlatıcı bir tipolojinin kullanılabilmesine izin verdiği için en yaygın ölçüttür. Buna uygun olarak çağdaş iktidar kuramları içinde oluşturulan tipoloji iktidarı üçe ayırır

İKTİDAR BİÇİMİ                                SAHİP OLUNAN ARAÇ

Ekonomik İktidar                             Servet

İdeolojik İktidar                                             Bilgi

Siyasal İktidar                                   Güç

Ekonomik iktidar, kaynakların kıtlığında zaruri olan ya da zaruri sayılan malların sahipliğinden mülk sahibi olmayanları belli tarzda davranmaya yöneltmek için yararlanır.

  • Bu iktidar biçiminde, üretim araçlarına sahip olanların sahip olmayanlar üzerinde, ötekilerin davranışlarını belirleme kapasitesi anlamında devasa bir iktidarı bulunur . (Mülk sahibi olanlarla olmayanların varolduğu herhangi bir toplumda, ekonomik iktidar, mülk sahibi olanların olmayanları kendi belirledikleri koşullarda kendileri için çalıştırma becerilerinden kaynaklanmaktadır.)

İdeolojik iktidar, belli bilgi veya öğreti biçimlerinin, hatta enformasyon veya iletişim kodlarının sahipliğinden başkalarının davranışları üzerinde belli bir etki oluşturmak ve bir grubun üyelerini belli bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmemeye yöneltmek için yararlanır.

  • Bilgi sahibi olanların toplumsal değeri, ister geleneksel toplumların din adamları ya da laik toplumların bilginleri, teknisyenleri veya entelektüelleri olsunlar, bu tarz bir koşullanmadan kaynaklanmaktadır, çünkü ancak onların yaydıkları bilgi veya aşıladıkları/aktardıkları değerler yoluyladır ki her toplumsal grubun birbirine bağlı kalmak, tutunmak için gereksindiği toplumsallaşma gerçekleşebilir.

Siyasal İktidar: Bu üç iktidar biçiminde de ortak olan, eşit olmayanlardan oluşan bir toplumun kurumlaşması ve korunmasına yaptıkları katkıdır:

  • Siyasal iktidar temelinde zayıf ve güçlü; ekonomik iktidar temelinde zengin ve yoksul; ideolojik iktidar temelinde ise bilginler ve cahiller ayrımı yapılır, daha iyi bir deyişle ayrım üstünler ve aşağıdakiler arasındadır.
  • Hepsinden önemlisi, siyasal iktidarın aracı güç/zor olan iktidar olarak tanımlanması, onun neden en yüksek, en son iktidar olarak görüldüğünü açıklamaya da yardım eder. (Siyasal iktidar sahibi olmak, her zaman toplumda en baskın grup olmak anlamına geliyor.)
  • Gerçekten de zorlayıcı iktidar, her toplumsal grubun kendisini dışarıdan gelecek saldırılara karşı koruması veya kendisinin iç çözülmesini engelleyebilmesi için gerek duyduğu iktidardır.
  • Aynı toplumsal grubun üyeleri arasındaki ilişkiler içinde, ancak ve ancak fiziksel zor kullanımı, bağımlılıktan, ikincillikten kurtulmayı engelleyebilir ve her tür itaatsizlik biçimini bastırabilir. Toplumsal gruplar arasındaki ilişkilerde, taleplerin kabul ettirilmesi için en etkili araç zordur, yani savaştır.

Çağdaş toplum kuramlarında, toplumsal iktidarın bu üç tipi arasındaki ayrım değişmez bir olgu niteliğindedir. Toplumsal kuramların bir bütün olarak gördüğü toplumsal sistem, bu üç iktidar tipiyle birlikte düşünülebilecek üç alt-sisteme eklemlenir:

  1. üretici güçlerin örgütlenmesi,
  2. consensus’ün (oydaşmanın) örgütlenmesi
  3. zorlayıcı iktidarın örgütlenmesi.

(Hatta Marksist kuram bile bu açıdan yorumlanabilir: Gerçek temel ekonomik sistemden oluşurken, iki ayrı momente bölünmüş olan üst yapı, ideolojik sistemden ve hukuksal-siyasal sistemden oluşur.)

  • Bu üç iktidar biçimi arasındaki farklı ilişkiler ve bunları hiyerarşik olarak düzenlemenin farklı yolları, siyaset kuramının ve tarih felsefesinin ana akımlarının en kalıcı uğraş alanlarından birisidir.
  • Machiavelli’den Hegel’e kadar çağdaş siyaset kuramının sınırlarını çizen siyasetin önceliği,
  • hem ortaçağın devlet ve kilise arasındaki büyük çatışmalarını ayırt eden ve Roma kilisesinin ve diğer kiliselerin vazgeçemeyecekleri tinsel (ruhsal) iktidarın önceliğine,
  • hem de keşfi burjuva dünyasının doğuşu ve kapitalist üretim biçimi hakkındaki kuramlaştırmanın başlangıcıyla örtüşen ekonomik iktidarın önceliğine karşıdır.

İktidarın Temelleri: Meşruluk Sorunu

  • Siyasal iktidarın kuramlaştırılmasında sırayla üç soru önemlidir:
  1. Siyasal iktidar nedir?
  2. Siyasal iktidarı diğer iktidar biçimlerinden ayıran nitelikler nelerdir?
  3. Siyasal iktidarın haklılığının kaynağı nerededir?
  • Siyasal iktidarın haklılaştırılması konusuna bakarken yol gösterici olması gereken soru şöyle ifade edilebilir:
  • Siyasal iktidarın belirli bir toplumsal grup içinde zor kullanımıyla yayılan iktidar olduğu düşünüldüğünde, zor kullanımı, siyasal iktidarın üzerinde uygulandığı gruba kendini kabul ettirebilmesini ve grubun üyelerinin ona uymasını sağlamada kendi başına yeterli olabilir mi?”
  • Soru iktidarın ne olduğunu anlamak üzere soruluyorsa başka, iktidarın ne olması gerektiğini değerlendirmek üzere soruluyorsa başka türlü yanıtlanacaktır.
  • İlk anlamda, siyasal iktidarın gücünü kendisinden almasının mümkün olmadığı söylenmiştir.
  • İkinci anlamda ise, siyasal iktidarın gücünü kendisinden almasının doğru olmayacağı sonucuna varılmıştır.
  • Klasik siyaset kuramı, iktidarın temelini sorgularken yalnızca zora dayalı iktidarın haklılaştırılabileceği düşüncesini yadsır. Meşru ve gayri meşru iktidar arasında ayrım yapar.

Burada sorulan anahtar soru şudur:

  • “Eğer iktidar sınırlı biçimde zor temelinde kurulursa o zaman siyasal iktidarı soyguncular çetesinin iktidarından nasıl ayırabiliriz?”
  • Augustine, şöyle diyor: “Adalet olmasaydı krallıklar soyguncu çetelerinden başka ne olabilirdi ki?”
  • ADALET = yönetimin belirleyici ilkesi
  • İskender ile korsan arasındaki ünlü atışma aradaki ayrımın ne kadar ince olduğunu bize göstermektedir: Kralın kendisine neden denizleri istila ettiğini sorması üzerine korsan yanıt verir: “Senin toprağı (yeryüzünü) istila etmenle aynı nedenle. Fakat ben küçük bir filoyla bu işi yaptığımdan bana korsan, sense büyük bir filoyla bu işi yaptığından sana da kral diyorlar.”
  • Pek çok düşünür için adalet, gücün meşru kullanımıyla haksız kullanımı arasındaki sınırı çizen anahtar kavramdır.
  • Platon Devlet, Rousseau da Toplum Sözleşmesi adlı ünlü eserlerinin hemen başında adalet ve güç/zor arasındaki ilişkiyi tartışırlar. Hem Sokrates, hem de Rousseau güçlünün haklı olduğu tezini reddeder.
  • Bodin devleti tanımlaması gerektiğinde onu, “uygulanan yasal yönetim” olarak tanımlamıştı (1576).
  • Hobbes, uyrukların güvenliğini sağlamak (ki bu devletin en yüce hedefidir) ve sonuçta siyasal iktidarı tesis etmek için, bir kişi ya da kurulun devlet içinde “meşru olarak iktidarı elinde bulundurmasının” gerekli olduğunu kabul etmiştir.
  • İktidara bu şekilde etik veya yasal bir nitelik yüklenmesi, iyi siyasal iktidarla kötü siyasal iktidar (iktidarın gasp edilmesi anlamında) arasında yüzyıllardır varlığını sürdüren ayrıma temel oluşturmuştur.
  • Bu ayrımın siyasal sorumluluk sorunu konusunda önemli sonuçları olmuştur. Hatta mutlak itaatin kuramcısı olarak bilinen Hobbes bile, iktidarı gasp edenin (yani gayri meşru prensin) düşman olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir.
  • Üstün iktidarın (yani siyasal iktidarın) etik bir haklılığı (ya da yasal-hukuki bir temeli) olması gerektiği olgusu çeşitli meşruluk ilkelerinin ortaya çıkışına neden olmuştur.
  • Meşruluk, iktidarı elinde tutanın buyruk verme hakkını ve uyruğun buyruklara itaat etme ödevini haklı kılan bir temelin arandığı farklı yollara işaret etmektedir.
  • Gaetano Mosca, meşruluğu “siyasal formül” adlandırması ile açıklar: Belli bir kültür düzeyine ulaşmış sınırlı sayıdaki toplumda, siyasal sınıfın iktidarını daraltılmış biçimde yalnızca ona sahip olma temelinde haklılaştırmak yerine, iktidarının yönettiği toplumda genel kabul gören öğretiler ve inançların zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıktığını kabul ederek ona yasal ve ahlakî bir temel sağlamaya çalıştığı olmuştur. (1896)
  • Mosca yalnızca iki siyasal formül tanır: iktidarı Tanrı otoritesinden türeten formül ve iktidarı halkın iktidarından türeten formül.
  • Tamamen kurgu/uydurma olduklarını düşünmesine rağmen, Mosca bu formüllerin aynı zamanda gerçek bir ihtiyacı karşıladıklarına inanıyordu: “yalnızca maddi ve entelektüel bir güç temelinde değil, fakat aynı zamanda ahlaki bir ilke temelinde de” yönetme ve yönetildiğini hissetme ihtiyacı. (1896)

İktidarın Temelleri: Meşruluk Sorunu
Meşruluk İlkeleri

Her biri birbiriyle çatışan ikişer ilkeden oluşan üç temel birleştirici ilkeyi ayırdetmek mümkün.

İRADE                                                 

  • Tanrı iradesi
  • Halk iradesi

DOĞA

  • Belirleyici kökensel güç olarak
  • Akılcı bir düzen olarak

TARİH

  • Geçmiş
  • Gelecek

İrade: Üstün bir iradeye bağlanan meşruluk ilkelerinin ikisi Mosca’nın sözünü ettiği ilkelerdir: Yönetenler iktidarlarını ya Tanrı ya da halk iradesinden alırlar.

  • Bu meşruluk türü için klasik formül Hobbes’a aittir: “Yasayı yapan Akıl değil, Otoritedir.” Peki o zaman, iktidarın nihai kaynağı nedir?
  • Piramit otorite kavramında, nihai otorite Tanrı iradesidir.
  • İktidarın tabandan tepe noktaya ilerlediği basamaklı otorite kavramında, otorite nihai olarak halkın iradesidir.
  • Karşıt olmalarına rağmen bazı türlerde bu iki ilke karşılıklı olarak birbirlerini kuvvetlendirirler: Halkın sesi Tanrının sesidir (vox populi vox Dei).

Doğa: Doğalcı (natüralist) öğretiler, her zaman iradeci öğretilere karşı olmuşlardır. Doğalcı öğretiler de birbirlerine açıkça karşıt formlarda sunulmuşlardır:

  • Krάtos (güç) olarak doğa, klasik iktidar kuramında doğanın kökensel bir güç olarak kabul edildiğine işaret eden bir formüldür.
  • Doğaya iktidarın temeli olarak bakmanın anlamı şöyle açıklanabilir:
  • Birinin buyruk verme hakkı ve diğerlerinin itaat etme yükümlülüğü kaynağını, insanın iradesinden bağımsız biçimde, yani doğal olarak, bazılarının güçlü bazılarının zayıf, bazılarının bilgili bazılarının cahil, bazı bireylerin, hatta halkların, buyruk vermeye bazılarının da yalnızca itaat etmeye yatkın oldukları düşüncesinden alır.
  • Buna karşılık doğanın akılcı (rasyonel) bir düzen olarak görüldüğü formül, çağdaş doğal hukuk yorumlarında doğa yasası ile aklın yasasının özdeş sayıldığı bir öğreti olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Locke’a göre hükümetin asıl görevi, zorlayıcı iktidar uygulaması yoluyla, doğa yasalarının gözetilmesini mümkün kılmaktır. [Bütün insanlar makul, akıllı olsalardı zaten hükümet olmadan da bu yasalara uyarlardı.]
  • Bütün insanlar akılcı davranmadıklarından Locke devleti kurmak için, konsensüse (consensus) ihtiyaç duyar, ancak konsensüs de (ya da daha iyisi doğa durumunu bitirmek ve sivil yönetim kurmak için gerekli uzlaşma da), aslında, akılcı bir eylemdir.
  • Prensin kendisi akılcı ise ve yetkin kişilerce kendisine açıklanan doğa yasalarına uygun bir yönetim sergiliyorsa konsensüse gerek yoktur; bu noktada doğanın yönetimi (fizyokrasi) tamamen insanların yönetiminin yerini almaktadır. Yöneten doğadır, insan değil

Tarih: İktidarın meşrulaştırılması için tarihe bakmak iki boyutta söz konusu olabilir. Bunun için ya geçmişe ya da geleceğe bakılır.

  • Geçmişe dönüş, geleneğin gücünü meşruluk ilkesi olarak kabul eder ve gelenekçi iktidar kuramlarının temelini oluşturur. Bu kuramlara göre, anımsanamayacak kadar eski zamanlardan beri iktidarı elinde tutmayı başarmış olan egemenin iktidarı meşrudur.
  • Buyurucu iktidar, bir genel hukuk ilkesi çerçevesinde de edinilebilir. Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler adlı eserinde Edmund Burke (1790), devrimcilerin taleplerine karşı monarkların iktidarını haklılaştıran tarihsel bir reçete niteliğinde bir kuram oluşturdu.
  • Geçmiş tarihe gönderim varolan/kurulu iktidarın meşruluğu için bir ölçütken, gelecek tarihe gönderim, kurulmakta olan iktidarın meşruluğunun ölçütüdür.
  • Devrimcilerin eski düzenin yerine koymaya çalıştıkları yeni düzen, tarihin akışı içinde yeni bir aşamayı, zorunlu ve kaçınılmaz bir adımı ve öncekinden daha ileri bir aşamayı temsil ettiği sürece haklılaştırılabilir.
  • Henüz var olmayan bir düzen, kendi meşruluğunun kaynağını ancak gelecek olaylar içinde bulabilir.
  • Muhafazakârlar, durağan bir tarih anlayışına sahiptir: Uzun süren iyidir. Devrimciler ise dinamik bir tarih anlayışına sahiptir: Tarihsel ilerlemenin/gelişmenin önceden belirlenmiş hareketine uygun olarak ortaya çıkan iyidir.

  • Her ikisi de tarih içinde olduklarını (tarihsel iki konumu temsil ettiklerini) iddia eder: Ancak ilki (muhafazakârlar), tarihe, onu olduğu gibi kabul ederek saygısını gösterir; ikincisi ise, tarihe, onun akış yönünü kestirerek hatta yönlendirerek saygısını belirtir.
  • Meşruluk ilkeleri üzerindeki tartışma, yalnızca kuramsal bir değer taşımaz, aynı zamanda siyasal yükümlülük sorunuyla da sıkı sıkıya ilişkilidir; çünkü itaat, yalnızca meşru bir iktidarın buyrukları karşısında söz konusudur.
  • Nerede yasalara uyma yükümlülüğü (itaat aktif veya pasif olabilir) biterse, orada direnme hakkı başlar (direnme de aktif ya da pasif biçimde ortaya çıkabilir). İtaatin ve direnme hakkının sınırları, benimsenen meşruluk ilkesine bağlıdır

İlgili Kategoriler

Kamu Yönetimi Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir