Para ve banka ders notları



Para ve Banka

 

  1. PARANIN TANIMI VE FONKSİYONLARI

Bir devlet tarafından tedavüle çıkarılmış, üzerinde nominal değeri yazılı kağıt veya madenden yapılmış ödeme aracıdır. Para;

  • – Ödeme aracı,
  • – Kıymet ölçüsü,
  • – Tasarruf aracı  diye de tanımlanabilir.

Tanımlardan da anlaşılacağı üzere paranın 3 fonksiyonu vardır.

  • – Para bir değiştirme aracıdır.
  • – Para bir değer ölçüsüdür.
  • – Para serveti biriktirme ve tasarruf etme aracıdır.

Paranın tanımı asıl fonksiyonu olan değişim fonksiyonuna dayanılarak da yapılabilir. O halde, para için herkesin kabul ettiği bir değişim aracıdır diyebiliriz. Paranın doğuşu da yine değişim fonksiyonu ile ilgilidir. Trampa güçlükleri paranın ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Paranın değişim aracı olma fonksiyonunun yanında başka işlevleri de vardır. Bunlar değer ölçüsü, gelecek ödemelerin ifadesi ve değer koruması ( tasarruf aracı ) fonksiyonlarıdır. Modern ekonomilerde, değişim fonksiyonu ile birlikte tasarruf fonksiyonu da paranın asli fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Değişim fonksiyonu paranın iş görme güdüsüyle, tasarruf fonksiyonu ise spekülasyon güdüsüyle talep edilmesini açıklar.

Paranın değer koruması ve gelecek ödemelerin ifadesi fonksiyonları zaman içinde gerçekleşir. Bu nedenle, paranın zaman içinde gerçekleşen işlevlerinde “ süre “ ve “ devamlılık “ düşüncesi egemendir.

  1. BANKACILIKTA MEYDANA GELEN GELİŞMELER

2.1 Dünya Ekonomisinde Meydana Gelen Gelişmeler

II.Dünya Savaşı öncesine kadar Uluslararası Bankacılık, esas itibarıyla Dış Ticaret işlemlerinin yerine getirilmesi ve finansmanından öteye geçemiyordu. Bankalar, bu fonksiyonu, diğer ülkelerdeki muhabir bankalar aracılığıyla yerine getirmekteydiler.

II.Dünya Savaşını takip eden dönemde, dünya ekonomisini etkileyen önemli gelişmeler olmuştur. Savaştan zarar gören Avrupa’nın yeniden yapılanması için uygulanan Amerikan yardımı programlarının da katkısıyla Avrupa ülkelerinin sınai ve tarımsal üretimlerinde hızlı artışlar görülmüş bu arada tüm dünyada sanayi , ulaşım, haberleşme ve bilgi işlem teknolojisinde ilerlemeler kaydedilmiştir. Azgelişmiş ülkelerde uygulanan kalkınma programları, en azından bir kısım ülkelerde üretim ve refah artışı sağlamıştır. Tüm bu gelişmelere paralel olarak, Doğu Bloku ülkeleri dışındaki ülkelerde uluslararası mal ve sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların giderek azaltılması ve daha liberal ekonomik politikalar uygulanması yönündeki eğilimler kuvvetlenmiş, sonuç olarak uluslararası ticaretin ve uluslararası para hareketlerinin hacmi büyük ölçüde artmıştır.

Fonların ülkeler arasında daha serbestçe bir akışkanlığa kavuşmasına paralel olarak uluslararası ticaretin finansmanında uygulanan teknikler ve finansal araçlar da çeşitlenmiştir. Eskiden esas itibarıyla mal alış-verişinin finansmanı amacıyla kullanılan bir takım finansal araçlar zamanla ticari işlemlerden bağımsız olarak alım-satımları yapılan araç ve kıymetler haline gelmişlerdir. Bütün bu gelişmeler, ulusal para ve sermaye piyasalarının uluslararası piyasalarla giderek bütünleşmesi sonucunu doğurmuş, özellikle haberleşme ve bilgi olanaklarının da katkısıyla fonların ülke içinde ve ülkeler arasında transferi sürat ve kolaylık kazanmış, coğrafi uzaklık ve zaman farkından doğan sorunlar hemen hemen ortadan kalkmıştır.

2.1.1 Parasal Sistemde Meydana Gelen Değişiklikler

1931 yılına kadar ülkelerin milli paralarının değerini tespit etmekte kullandıkları ortak ölçüt ALTIN’dı ve bu sisteme “ALTIN STANDARDI” denilmekteydi. Bu sistemde bir ülkenin milli para biriminin değeri, belirli ağırlıktaki Altın’ın değerine göre belirleniyordu. Altının sistem içindeki fonksiyonu, ulusal ve uluslararası düzeyde ödeme aracı olarak kabul edilmesiydi. Fakat sistemde sadece altın değil çoğunlukla da kağıt para değişim aracı olarak kullanılıyordu. Kağıt parayı bir satın alama gücü olarak kabul ettirebilmek için, talep edildiğnde Merkez Bankalarının altın karşılığında bu banknotları geri almayı taahüt etmesi gerekiyordu. Bu sistemde her para birimi için diğer paralar karşısında bir değişim oranı belirleniyor, paraların değerlerinin de belirlenen bu oranın %1altına veya üstüne çıkmasına izin veriliyordu.

I.Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan enflasyonist baskı sebebiyle altın standartı büyük darbe aldı. Ayrıca ülkelerin ithalat taleplerini kısmaları Dünya ticaret hacmini de daraltmıştı. 1931’de ilk kez İngiltere, Altın Standartı Sistemi’ni terk etti ve bir kısım ülkeler paralarını Sterlin ‘e göre belirlemeye başladılar.

1944 yılında Bretton Woods anlaşmasıyla, Sterlin dışında başlıca paraların değeri Dolar’a göre belirlenmeye başlandı. Bundan sonra Sterlin’in uluslararası ödeme aracı ve rezerv para olma özelliği giderek azaldı ve Sterlin’in yerini Dolar almaya başladı. Bu anlaşmada Dolar’ın değeri de altına endekslendi. Buna göre 1 ons Altın = 35 USD olarak belirlendi.

60’lı yılların başında USD ve GBP’in dış ticaret açıklarının büyümesi uluslararası ödemeler sisteminde dengesizlikler doğurmaya başladı. Bretton Woods Anlaşmasına göre belirlenen sabit parite sisteminin yetersiz kalması sonucu, birbirini takip eden parasal krizler yaşandı. 1960-1970 yılları arasında pek çok para önemli oranlarda devalüe ya da revalüe edildi.

1971 yılı sonunda Uluslararası Para Fonu’nun öderliğinde Smithsonian Anlaşması diye bilinen yeni bir parasal düzenleme yapıldı. Bu düzenleme ile Dolar’ın Altın’a karşı değeri yeniden belirlendi. Ayrıca, Avrupa Ortak Pazarı’na üye ülkeler, paralarının birbirlerine karşı hangi oranlarda serbestçe değer kazanıp kaybedebileceği hususunda anlaşarak, belirli alt ve üst sınırlar getirdiler. Buna göre daha önce %1 olan band %2,25 çıkarılıyordu.

Smithsonian Anlaşması ile belirlenen sistem de uzun ömürlü olamadı ve 1972 Temmuz’unda İngiltere, 1973 Şubat’ında da Amerika paralarını tamamen serbest dalgalanmaya bıraktılar. Böylece Dolar’ın değeri de Altın’a bağlı olmaktan çıktı. Dünyadaki belli başlı para birimleri de bu sisteme göre dalgalanmaya bırakıldı. Para birimlerinin birbirlerine karşı değerleri piyasa koşullarına göre değişkenlik gösteren bir mekanizma içinde piyasada serbestçe belirlenmeye başladı. Bu sisteme, “Değişken Kur Sistemi”denilmektedir.

2.1.2 Eurodolar Piyasasının Ortaya Çıkışı

II.Dünya Savaşı sonrasında Amerikan ekonomik yardımları ve Amerikalı yatırımcıların getirdikleri sermayeler kanalıyla Avrupa’ya büyük miktarda Dolar girişi olmuştur. Ayrıca, Amerika’da dahili faiz oranlarına üst sınır konulması ve munzam karşılık, vergi v.b gibi kısıtlamaların uygulanması sonucunda yatırımcılar bu kısıtlamalarından kurtulmak için yatırımlarını Amerika dışında değerlendirmek istemişlerdir. Öte yandan yine II.Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaş yıllarında Rusya ve diğer Doğu Bloku ülkelerinin Amerika’da tuttukları Dolar rezervlerini, Amerika’nın siyasi nedenlerle bloke etmek istemesi üzerine çeşitli Avrupa para merkezlerine kaydırdılar. Sonuçta, Amerika dışında Avrupa’da işlem gören Dolar hacmi büyük boyutlara ulaştı. Avrupa’da işlem gören bu Dolar’lara “Eurodolar” ve bu piyasaya da “Eurodolar Market” adı verildi. Daha sonra, ulusal ekonomideki resmi kısıtlamalara tabi olmadan kendi milli sınırları dışında işlem gören diğer paralar da “Eurocurrency” olarak adlandırıldı.

2.1.2.1 Euro-Market : Değişik para birimlerinin kendi ülkelerinde mevcut resmi kısıtlamalara ve kurallara bağlı olmaksızın döviz piyasaları aracılığıyla biribirlerine dönüştürülebildikleri ve para piyasaları aracılığıyla da kredi veya mevduat olarak değerlendirildikleri piyasalardır. Bu piyasaların mevcudiyeti, uluslararası ve dahili faiz oranları ve döviz paritelerinin istikrar kazanmalarında önemli rol oynamaktadır. Bu piyasaların gelişmesiyle, daha önce daha çok devletlerin, Merkez Bankaları’nın veya özel kurumların yürüttüğü uluslararası kredi ve diğer sermaye hareketleri de hız kazanmış ve haberleşme teknolojisinin sağladığı olanakların da yardımıyla başta uzakdoğu ve Amerika olmak üzere Avrupa ve Ortadoğu’da yeni parasal merkezler ortaya çıkmıştır.

Bu gelişmelere ayak uydurmak ve bu piyasalarda bulunmanın avantajlarında yararlanmak için büyük bankaların yanısıra, eskiden sadece ülke içi bankacılık hizmeti yapan bir çok bölge ve şehir bankaları da dış şubeler açma veya yabancı bankalarla ortaklık kurma yoluna gitmişlerdir. Bazı büyük uluslararası bankalar ise, munzam karşılık, vergi vb. gibi ülke içi kısıtlamalardan kurtulmak için Jersey ve Cayman Adaları, Bahreyn, Luksemburg gibi merkezlerde “Offshore” bankalar kurmuşlardır. Böylece gerek yabancı para cinsinden fonlama ihtiyacının karşılanması ve gerekse fazla fonların değerlendirilmesi ve hacmi giderek büyüyen sendikasyon kredileri piyasasına girilebilmesi konularında avantaj  sağlamaya çalışmışlardır.

 

2.1.3 Avrupa Para Sistemi

 

Dünya ekonomilerinde yaşanan sıkıntı Avrupa orjinli ekonomileri yeni bir arayışa yöneltti. 1972 yılında Avrupa Topluluğu ülkeleri milli para birimlerinden oluşan “currency snake” adı verilen bir porasal sistem geliştirdiler. Sistemin temel amacı, Ortak Pazar’a üye ülkeler arasında parasal istikrarı geliştirmekti. Buna göre, sisteme üye ülkelerin para birimlerinin kendi aralarındaki değişim oranı +/- 2,25’lik bir band içinde değişebilecekti. Bu sistemin ardından Dolar merkezli bir sistem yerine daha çok Alman Markı merkezli bir sistem ortaya çıkıyordu. Ancak Almanya’nın bu sistem içerisinde etkinleşmesi diğer ülkeler tarafından kabul edilmedi ve yeni bir arayışa girildi.

1979 yılında Avrupa Para Sistemi (EMS) hayata geçirildi. EMS’in ilk üyeleri; Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, İrlanda ve Danimarka’ydı. Daha sonra sisteme 1989 yılında İspanya, 1990’da İngiltere, 1992’de Portekiz katıldı. Bu sistem içinde önemli kararlar ve değişiklikler üye ülkeler Maliye Bakanları ve Merkez Bankası başkanlarının katıldığı ortak toplantılarda ele alınmaktaydı. Ayrıca üye ülke Merkez Bankaları sürekli olarak birbirleriyle görüş alış-verişinde bulunup, periyodik toplantılar yapmaktaydılar.

EMS, üye ülkelerin para birimleri arasındaki parite değişikliklerine  alt ve üst sınırlar koymak suretiyle döviz kurlarını belirli dengeler içinde tutabilmeyi amaçlamaktadır. Böylece, ülkelerin ekonomik yapıları da gözöünde tutularak, ticari ve finansal hareketlerin aşırı değerlenmiş veya aşırı değer kaybetmiş döviz kurları nedeniyle kontrol dışı dalgalanmalara maruz kalması önlenmiş olmaktadır.

EMS, bu amaçlara ulaşabilmek için başlıca üç sistem geliştirmiştir.

2.1.3.1 Döviz Kuru Sistemi (ERM/Exchange Rate Mechanism)

ERM’nin amacı, üye ülkeler paraları arasındaki kur dalgalanmalarını belirli sınırlar içinde tutmaktır. Bunu sağlamak için sistem içindeki paraların biribirlerine karşı değerlerini sınırlayan sabit Merkezi pariteler tespit edilmiştir. Band +/- 2,25 olup parite bunun dışına çıktığında ilgili ülke Merkez Bankaları’nın döviz piyasasına müdahale ederek kuru öngörülen sınırlar içine çekmeleri gerekmektedir.

2.1.3.2 Avrupa Parasal İşbirliği Fonu (EMCF)

Üye devletlerin ödeme bilançolarında ortaya çıkan güçlüklerin finansman yoluyla giderilmesi amacıyla oluşturulan merkezi bir kredi mekanizmasıdır. Üye ülkeler kendi USD ve Altın rezervlerininin  %20’sini ECU’ye karşılık üç aylık swaplar biçiminde, EMCF’da tutuyorlardı. Bu fondan üye ülkeler çeşitli vadelerde finansman ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı.

2.1.3.3 Avrupa Para Birimi (ECU)

ECU, Avrupa Topluluğuna  üye ülkelerin milli paralarının belirli ağırlıkta temsil edildiği ortak bir para sepeti şeklinde tanımlanabilir. ECU, EMS’nin bir aracı olarak 1979 yılında ortaya çıkarılmıştır. Sepet içinde yeralan dövizlerin ağırlığı, ilgili ülkelerin topluluk içindeki ekonomik büyüklüğüne ve gücüne  göre belirlenmekteydi.

 

2.1.4 Avrupa Birliği

1991 yılında gerçekleştirilen Maastrich zirvesi doğrultusunda 7 Şubat 1992’de imzalanan Maastrich Anlaşması yeni bir dönemi ilan etti. Artık Avrupa Topluluğu yerine Avrupa Birliği sözkonusu oldu.

Maastrich kriterleri üye ülkeleri parasal birliğe doğru yaklaştırdı. Bu kriterler ;

 

Enflasyon : Üye ülkeler arasında en düşük 3 enflasyon oranının ortalaması + max %1,5

Bütçe açıkları : En fazla Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla’nın %3’ü kadar,

Kamu Borçlanması : En fazla iç ve dış toplam olmak üzere GSYİH’nın %60’ı

Faiz Oranları : Uzun vadeli devlet tahvili faiz oranları, enflasyonu en düşük 3 ülkedeki faiz oranları ortalamasının en fazla %2 fazlası,

Maastrich Anlaşması ile birlikte EMS ve EMU yeni bir takvime bağlandı. Buna göre, ülkelerin 1997 yılı performanslarına göre 1998’de parasal birliğin başlatılması kararlaştırıldı.  Bu tarihe kadar ülkeler istenilen kriterlere ulaşamazlarsa takvim 1 yıl uzatılacaktı. 1 Ocak 1999 tarihinde parasal birliğe geçilmesi karara bağlandı ve gerçekten de 1998 yılının son günü üye ülkelerin paralarının arasındaki paritelerin sabitlenmesiyle birlikte 1 Ocak 1999 tarihinde itibaren EURO kaydi olarak hayata geçirildi. 1 Ocak 2002’den itibaren diğer parasal tedavülden kalkacak ve sadece EURO fiziki olarak hayata geçirilecektir. Bu işlem Avrupa Merkez Bankası (ECB)  tarafından yürütülecektir.

Şimdilik EMU’ya Almanya, Fransa, İtalya, İrlanda, İspanya, Portekiz, Belçika, Lüksemburg, Avusturya, Finlandiya ve Hollanda olmak üzere 11 ülke üye olmuştur. İngiltere ve Danimarka henüz EMU’ya katılmama kararı alırken, İsveç daha uzun süre EMU’ya katılmayacağını belirtirken , Yunanistan ise ilgili kriterleri tutturamadığı için EMU’ya katılamadı.

2.2 Türkiye’de Yaşanan Gelişmeler

 

Türkiye’de Bankacılığı 1980 öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak faydalı olacaktır. 1980 öncesinde Türk ekonomisi daha içe dönük, gümrük duvarları ile korunmuş ve ithal ikamesine dayanan bir sınai yapıya sahiptir. Bu sistemin doğal aracı olarak ta Sabit Kur Sistemi geçerliydi.Bankacılık ise, çoğunlukla çok sayıda açılmış şubeler yoluyla toplanan ucuz kaynağın kredi olarak plase edilmesine dayanıyordu.Dış işlemlerde bankalar müşterileri ile Merkez Bankası arasında aracılık yapmak ve girift kambiyo mevzuatını uygulamak zorundaydılar. Fakat 1980’den sonra bankacılığı etkileyen önemli gelişmeler olmuştur. Burda da karşımıza 24 Ocak 1980 tarihi çıkmaktadır. 24 Ocak kararları olarak bilinen kararlar Türk ekonomisi ve piyasalarında önemli değişiklikler yaratmıştır.

  • – IMF’le bir stand-by anlaşması imzalandı ve TL %48,62 oranında devalüe edilerek USD/TRL kuru 70.- olarak belirlendi. Hedef esnek ve  gerçekçi kur politikasıydı. 1 Mayıs 1981’den itibaren Merkez Bankası kurları günlük olarak belirlemeye başladı.
  • – Fiyat Saptama-Kontrol Komitesi kaldırıldı ve fiyatlar serbestçe belirlenmeye başladı.
  • – Temmuz 1980’de faiz oranları serbest bırakıldı.

24 Ocak kararları ile başlayan serbestleşme süreci boyunca ;

  • – Türkiye, ekonomik olarak daha dışa dönük ve liberal politikalar izlemeye başladı,
  • – Kambiyo rejiminde mevcut kısıtlamalar kaldırılarak büyük ölçüde serbesti getirildi,
  • – İhracat ve sermaye girişleri teşvik edilerek döviz rezervleri arttırıldı,
  • – Yabancı bankaların Türkiye’de şube açmaları ve ortaklık kurmaları ve pek çok yeni bankanın faaliyete geçmesi rekabeti arttırırken yeni bankacılık teknolojilerinin de uygulanmasına katkıda bulundu.
  • – Haberleşme ve bilgi işlem teknolojisindeki gelişmelerin Türkiye’ye yansıması gelişmeyi hızlandırdı,
  • – Para’nın maliyeti ve getirisi konusunda bilinçlenme arttı,
  • – Merkez Bankası’nın önderliğinde kurulan piyasalar sisteme önemli akışkanlık sağladı,
  • – Menkul Kıymetler Borsa’nın giderek gelişmesi şirketlerin halka açılmaya başlaması yatırım fonlarının kurulması alternatifleri arttırdı,

Tüm bu gelişmeler dünyada ve Türkiye’de piyasa kavramının oluşmasına katkıda bulunmuş ve o dönemde yaşanan sürecin sonuçları oalrak bugün dünya çapında piyaslar oluşmuş ve Türkiye’de bu pazarlar da kendine yer bulmaya başlamıştır.

 

  1. PİYASA KAVRAMI VE PİYASALAR

Piyasa kavramı ;  alıcı ve satıcının  biraraya  geldiği  ve karşılıklı  değişimin yapıldığı  ortamı  ifade  eder. Piyasa  kavramı  genellikle  teorik  ve  mekandan soyutlanmış  bir  kavramdır.Somut  olarak  düşünüldüğünde piyasayı  borsa  olarak  tanımlamak mümkündür.

Piyasa  kavramının üç temel  unsuru;

  • – alıcı
  • – satıcı
  • – alım / satım konusu olan mal  olarak  özetlenebilir.

Alıcılar  piyasanın talep, satıcılar ise  arz  yönünü  oluştururlar.Piyasadaki  alım  gücü  ile  desteklenmiş alış  isteğine talep, satış isteğine de  arz  denir.Piyasanın en önemli  fonksiyonu  arz /  talep  isteğini  biraraya  getirerek  arz  ve  talebin  karşılaşmasını  sağlamak  ve  karşılıklı  değişim ortamını  hazırlamaktır.

3.1 Piyasa Çeşitleri

Ekonomideki  alım  satıma konu  olan malların niteliğine göre  piyasalar ikiye  ayrılır

  • – Gerçek  piyasa
  • – Mali  piyasa

3.1.1 Gerçek Piyasa

Gerçek  piyasalarda  bir  taraftan nihai mal ve  hizmetlerin , diğer  taraftan da bu  nihai  mal  ve  hizmetlerin  üretiminde  kullanılan üretim  faktörlerinin alım  satımı  sözkonusudur.Bu  piyasaların birincisine mal ve  hizmet  piyasaları, ikincisine  faktör  piyasası denir.

Mali sistemin   temel  fonksiyonu, ekonomide fon arz  ve  talebini  dengeleyerek  kaynakların kesimler  arasında  zaman ve  miktar  açısından optimal  dağılımını  sağlamaktır.Mali  sistem bu  fonksiyonunu  mali  piyasalar  aracılığı  ile yerine  getirir.

 

3.1.2 Mali Piyasa

Bir  ülkede fon  kullananlar ile fon arz  edenler  arasında  fon akımlarını  düzenleyen kurumlar, akımı  sağlayan araç  ve   gereçler  ile bunları  düzenleyen hukuksal  ve yönetsel kurallardan  oluşan  piyasadır.

Fon fazlası olan ekonomik birimlerle, fon ihtiyacı  olan ekonomik birimlerin karşılaşmalarını  sağlamak, bu  birimler  arasında  fon akışını  gerçekleştirmek  amacıyla  kurulan kurumlara  finansal kurumlar bu kurumların oluşturduğu  kesime de finans kesimi adı  verilir.

Ekonomideki   tasarruf   yapan  ve yatırım yapan birimlerin farklı  olması mali  piyasaların  temel  nedenidir. Mali  piyasalarda  yer  alan  aracıların fonksiyonu, zaman , miktar  ve vade  ayarlaması  yaparak,  vade  getiri  ve   risk  konusundaki  istek  ve  beklentileri  farklı  olan  kesimler  arasında  fon  aktarımını  gerçekleştirerek, fonları  alternatif   yatırım alanları  arasında  dağıtmaktır.

MALİ SİSTEM ŞEMASI

3.1.3 Para ve Sermaye Piyasaları   

Mali  piyasalar  yapılan  işlemlerin  vadesine  göre ; kısa  vadeli  fonların  alınıp satıldığı  , işletmelerin  ve  devletin   likidite  ihtiyaçlarını  karşıladığı   para  piyasaları  ile  uzun  vadeli  fonların  alınıp  satıldığı sermaye  piyasaları  olarak  ikiye  ayrılmaktadır.

 

Ders Notu 2: PARA PİYASASI

  1. Para Piyasasına Giriş

Ticari  bankaların  ve  diğer  işletmelerin  likidite  durumlarını  ayarladıkları, Merkez  Bankası’nın  para  politikasının  gereklerini  yerine  getirdiği   ve  hükümetin   günlük işlemlerini finanse  ettiği  piyasa  olarak  tanımlanmaktadır.

Kısa  vadeli para  piyasası  araçlarının alınıp  satıldığı  para  piyasaları,kısa  vadeli fon  fazlası  olan    kurumlarla, geçici   nakit  ihtiyacı duyan  kurumları karşı  karşıya  getiren bir  mekanizma  oluşturmaktadırlar. Ekonomik  birimlerin   geçici  nakit  ihtiyaçlarını   karşılamak,  fon  fazlası olan  kurumların ve  bireylerin  bu  fonlarını  en  uygun   vade  ve  getirilerle  yatırıma  dönüştürmelerini  kolaylaştırmaktır.Bankaların  ve  diğer  mali  kurumlarla   ticari işletmeler  ve devletlerin çeşitli dönemlerdeki  nakit  giriş  ve  çıkışları  arasında  tam  bir  uyum  sağlamaları  her zaman  sözkonusu  olmayabilir.Bu  durumlarda tüm  ekonomik  birimler  bu  piyasaya bazı  durumlarda alacaklı  bazen de borçlu  olarak  girerek  fon  fazlalarını  yatırıma  dönüştürerek nakit  ihtiyaçlarını  gidererek  yatırımlarını  sürdürebilirler.

Para  piyasası, paraya  çevrilebilir  kaynakların  kısa  vadeli ihtiyaç  duyulan alanlara aktarılmasını  garanti  edecek  bir  mekanızmanın  oluşmasını  sağlar.Bunun  yanısıra  para  piyasası   nakit  fazlası üzerinden en yüksek gelirin  sağlanmasını yada  en düşük oranla kısa  vadeli kredi  alınmasını  güvence  altına  alan bir  sistem oluşturarak firmaların nakit  fazla  veya  açıklarının  daha iyi  yönetilmesini  teşvik  etmekte  ve kredi  piyasalarında rekabeti  arttırmaktadır.

Para piyasasının başlıca araçları, başta Hazine Bonoları olmak üzere her türlü kısa vadeli kamu ve özel kesim tahvilleri, kambiyo senetleri, alınıp satılmaya elverişli her türlü ticari kağıtlar, vadeli ve vadesiz banka mevduat hesapları, kredi kartları ve para piyasası müşterek yatırım fonları katılma hesaplarıdır.

 

  1. FAİZ ORANLARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
  2. ÖDÜNÇ VERİLEBİLİR FONLAR KURAMI

Ödünç verilebilir Fonlar Piyasasında Denge

Borç verilebilir fonlar piyasasında yalnızca özel kesimin talepte bulunduğu, bir başka deyişle Hazine’nin piyasadan borç talep etmediği durumu gösteren yukarıdaki şekilde borç arzı (A) ile borç talebi (T), iki eğrinin kesiştiği (X) noktasında dengeye gelecektir. Bu noktanın dışında arz ile talep kesişmediği için denge  gerçekleşememektedir. X noktasında M1 miktarındaki fon, F1 faiz oranından borç olarak verilmiş olmaktadır.

Şimdi de Hazine’nin, ortaya çıkan bütçe açığını finanse etmek amacıyla özel kesimin talebine ek bir taleple borç verilebilir fon talebinde bulunarak piyasaya girdiğini varsayalım.

Yukarıdaki şekilde (T) özel kesimin talebini, (X) noktası yalnızca özel kesimin piyasada bulunduğu durumun dengesini ifade etmektedir.

Hazine’nin piyasaya ek bir taleple girmesi halinde yalnızca özel kesimin telebini temsil eden (T) talep eğrisi sola kayacaktır. (T’ eğrisi). T’ eğrisi özel kesim ve Hazine’nin borç verilebilir fonlara olan talep toplamını temsil etmektedir. Bu durumda yeni denge noktası, diğer koşullar değişmediği sürece, T’ talep eğrisinin, arz eğrisi (A) ile kesiştiği Y noktası olacaktır. Bu yeni denge noktasında borç verilebilir fonların kullanım miktarı M1-M2 kadar artarak M1 den M2 ye kaymış, buna karşılık arzda bir değişiklik olmadığı için faiz oranları talep artışına F2-F1 kadar artışla karşılık vererek F1 den F2 ye yükselmiştir.

Hazine ile özel kesimin borç verilebilir fonlar piyasasından talepte bulunma nedenleri farklıdır. Hazine bu piyasadan bütçenin finansman gereksinimini karşılamak için borç talep ettiği için faiz artışına özel kesim kadar duyarlı değildir. Buna karşılık özel kesim, piyasadan ileride sağlayacağı yatırım projelerini finanse etmek amacıyla borçlandığı için faiz artışlarına karşı son derece duyarlıdır. Faizlerde ortaya çıkacak artışlar özel kesimin yatırım maliyetlerini ve dolayısıyla ilerideki karlılığını etkileyeceği için, böyle bir durumda özel kesimin yatırım projelerinden bir bölümünü ertelemesi ve dolayısıyla piyasadaki borçlanma talebini düşürmesi normaldir.

Amaçlardaki bu farklılık nedeniyle faizlerde, Hazine’nin piyasaya girişi nedeniyle ortaya çıkan F1-F2 artışı, özel kesimin, borç verilebilir fonlar piyasasındaki talebinde düşmeye neden olur. Bu nedenle özel kesim T’ eğrisi üzerine geçmez ve T eğrisi üzerinde sola doğru kayarak borçlanma talebini azaltır. Bu durumda özel kesim için yeni denge noktası Z olur. Z noktasında özel kesim, yeni faiz oranı olan F2 oranında eskiden olduğu gibi M1 kadar değil fakat bundan M1-M3 kadar daha düşük olan M3 miktarı kadar borçlanabilmektedir.

Hazine’nin yarattığı ek taleple, faizlerin yükselmesine ve özel kesimin borçlanma miktarını düşürmesine “özel kesimin piyasa dışına itilmesi olgusu” ya da “crowding out effect” adı verilmektedir.

  1. PARA POLİTİKALARI

Para arzını ve faiz oranlarını değiştirerek ekonomiyi etkileme teşebbüsü olan para politikaları MB tarafından yürütülmektedir.Temel fonksiyonu para arzı ve faiz oranını etkilemek olan para politikalarının amacı, tam istihdamın, fiyat istikrarının, ekonomik büyüme ve ödemeler dengesinin sağlanması olarak açıklanmaktadır.

 

4.1 Para Politikası araçları

 

  • – Zorunlu karşılık oranları
  • – Açık Piyasa İşlemleri
  • – Reeskont Politikası
  • – Döviz Pozisyon Uygulaması

 

4.1.1 Zorunlu Karşılık Oranları

4.1.1.1  Mevduat Munzam Karşılıkları

Bankaların ödünç verilebilir fonların, kredi hacimlerini etkilemek için kullanılan araçlardan biri yasal karşılık veya zorunlu rezerv oranının MB tarafından saptanmasıdır. Bu oran bankaların kaydi para yaratma güçlerini belirleyen en önemli araçlardan birisidir.

4.1.1.2 Disponibilite Oranı

Bankaların ödeme güçlerini koruyabilmek için MB nezdindeki serbest depo ve hesaplarında bulundurmak zorunda oldukları yasal karşılıklara disponibilite denir.

4.1.2  Açık Piyasa İşlemleri

MB’nin Devlet iç borçlanma senetlerini satmak ya da satın almak yolu ile bankaların likiditelerini, dolayısıyla ödünç verebilecekleri fonların miktarını etkilemeyi amaçlayan işlemlerdir. MB’nin devlet iç borçlanma senetlerini satması, doğrudan ya da dolaylı olarak bankaların likiditelerini ve ödünç verebilecekleri fonların miktarını azaltır. Likiditeleri ve ödünç verebilecekleri fonalrın miktarı azalan bankalar kullandırdıkları kredilerin miktarını daraltmak zorunda kalırlar. Aksine MB’nin devlet iç borçlanma senetlerini satınalması, bankaların likiditelerini ve ödünç verebilecekleri fonların miktarını arttırır. Likiditeleri ve ödünç verebilecekleri fonların miktarı artan bankalar kredilerini arttırabilirler.

Tahvil piyasasının gelişmiş olduğu ülkelerde açık piyasa işlemleri etkin bir kredi kontrol aracıdır. Açık piyasa işlemlerinin etkinliği piyasada işlem gören devlet iç borçlanma senetlerinin hacmine, MB’nin portföy hacmine ve uyguladığı para politikası hedeflerine bağlıdır.

4.1.3  Reeskont Politikası

 

MB bankalarca iskonto edilmiş olan ticari senetleri yeniden iskonto ederek veya bankalarca teminat olarak verilen senetler karşılığında banlara avans vererek kaynak sağlayabilir. MB reeskont ve avans faiz oranlarını yükselterek bankaların fon talebini kısabileceği gibi faiz dışı önlemlerle de (Bankalara limit koyarak, reekont ve avansa kabul edilecek senetlerde koşulları ağırlaştırarak) bankaların reeskont ve avans taleplerini kısıtlayabilir. MB reeskont faiz oranlarıyla oynayarak banların ödünç verilebilir fonlarını, rezervlerini ve kaydi para yaratma olanaklarını etkilerler.

4.1.4  Döviz Pozisyon Uygulaması

Döviz piyasalarını incelerken göreceğimiz üzere MB bankaların tutabilecekleri döviz pozisyon miktarını da belirleyerek bir döviz kuru politikası yürütmektedir. Burada amaç, hem bankaların risklerini kontrol altına almak hem de piyasayı ekonominin gerekleri doğrultusunda düzenlemektir.

MB’nin para politikaları dışında, Hazine’nin maliye politikaları, Sermaye hareketleri, enflasyon faiz oranları üzerinde etkin rol oynamaktadır.

Ders Notu 3: DÖVİZ PİYASALARI

  1. TEMEL KAVRAMLAR

1.1 Döviz ve Efektif

Günlük hayatta döviz ve efektif kavramları sürekli biribirine karıştırılmaktadır. Bu sebeple gerçekte aralarında önemli farklar olan bu kavramları açıklamakta fayda görmekteyiz.

 

Yabancı paralar cinsinden ve yabancı ülkelerde ödenebilir kaydi paraya döviz denilmektedir.  Yabancı ülke banknotları ve madeni paralarına ise efektif denilmektedir.

Buna göre döviz çoğunlukla banka hesaplarına geçmiş yabancı para olarak değerlendirilirken, efektif ise cepte taşınan kağıt ve madeni para olarak tanımlanmaktadır.

Bankalar açısından döviz efektifden daha kıymetlidir. Bunun başlıca sebepleri aşağıdaki gibi sıralanabilir;

1 – Dövizin mobilitesi ( hareket kabiliyeti ) vardır.

2 – Dövizin saklanması emniyetlidir.

3 – Dövizin neması vardır.

 

1.2 Döviz Kuru

Her ülkenin kendine özgü bağımsız bir para sistemi vardır. Oysa uluslararası ödemeler, daima bu ulusal paraların birbirleriyle değiştirilmesini gerektirmektedir. Örneğin bir Alman ihracatçı, Fransa’ya yapmış olduğu  ihracat karşılığında, kazandığı Fransız Frank’larını Alman Markı’na çevirerek  Almanya’da hammadde satın alacaktır.

İşte çeşitli milli paraların birbirlerine çevrilmesi zorunluluğu, bu çevrilme işleminin hangi oran üzerinden yapılması gerektiğini belirlemek gibi çok önemli bir sorun ortaya çıkarmaktadır. Milli paraların bu değişim oranına Döviz Kuru ya da Parite denmektedir. Yani ;

Bir ülkenin döviz kuru, o ülkenin milli para biriminin yabancı paralar cinsinden değerini ifade etmektedir.

 

1.3 Çapraz Kur

Uluslararası döviz piyasalarında her bir dövizin diğerlerine karşı paritesi yerine başka paraların Amerikan Doları’na karşı pariteleri baz alınmaktadır. Böylece, günlük alım-satım işlemlerinde hız ve kolaylık sağlanmaktadır. Ayrıca USD, halen uluslararası ödemelerde en yaygın kullanılan para birimi özelliğine sahiptir. Bunun yanında tabii ki çapraz kurlar da gerektiğinde kullanılmaktadır. Buna göre uluslararası uygulamada kotasyonlar 1 Ocak 1999’dan önce yani EURO hayata geçirilmeden önce aşağıdaki gibi verilmekteydi.

1 USD = 1.9500                 /    1.9505   DEM

1 USD = 1.6000                 /     1.6005    SFR

1 USD = 5.8500     /     5.8525    FRF

1 GBP = 1.6500      /     1.6505   USD

Yukarıda verilen tarihten itibaren Belçika, Almanya, İspanya, Fransa, İrlanda, İtalya, Luksemburg, Hollanda, Avusturya ve Portekiz EURO’ya dahil oldular ve daha önce kullandıkları para birimleri cinsinden işlemler 2002 yılına kadar devam edecek olsa da uluslararası sistemde artık bu ülkelerin para birimleri yerine EURO kote edilmeye başlandı.

PARA BİRİMİ 1 EURO
BELÇİKA FRANGI 40,33990
ALMAN MARKI 1,95583
İSPANYOL PEZETASI 166,38600
FRANSIZ FRANGI 6,55957
İRLANDA PUNTU 0,78756
İTALYAN LİRETİ 1936,27000
LUXSEMBURG FRANGI 40,33990
HOLLANDA FLORİNİ 2,20371
AVUSTURYA ŞİLİNİ 13,76030
PORTEKİZ ESKÜDOSU 200,48200

1.4 KOTASYON

Herhangi bir varlık için verilen alım ve satım taraflı fiyat teklifi kotasyon olarak adlandırılır. Para piyasalarında kotasyon faiz cinsinden verilir.

Örnek :

1 WK TL    %40 / %45

Bu kotasyonu açarsak daha önceden piyasa teamülleri ile belirlenen bir meblağ, sözgelimi  1 trilyon TL için XYZ bankasının 1 hafta boyunca 40% ile borç alabileceğini 45% ile borç verebileceğini anlamak mümkündür.

Döviz piyasalarında ise kotasyon satın alma, ya da satma değeri olarak verilir.

 

Örnek :

USD/TRL  565.000 / 565.500

Bu kotasyonu açarsak, yine piyasa teamülleri gereği daha önceden belirlenen bir meblağ için sözgelimi 1 milyon USD için XYZ bankasının aynı gün 1 milyon USD’nı 580.000 TL alabileceğini, aynı miktarda USD’ı ise 580.500 TL’dan satabileceğini anlamak mümkündür.

Tanımdan ve örneklerden de anlaşılacağı üzere kotasyon çift taraflı verilmektedir.

                      5 / 7     gibi verilen bir kotasyonda

Döviz kotasyonlarda bir para “baz döviz” olarak kabul edilmektedir.

Genelde ABD Doları baz döviz olarak kabul edilse de EURO’dan sonra, EURO cinsinden kotasyonlarda baz döviz EURO olmuştur. Ayrıca USD’nın İngiliz Sterlini cinsinden çapraz kurunda baz döviz İngiliz Sterlini’dir.

Buradan hareketle, eğer tüm para birimlerinin USD cinsinden karşılığı biliniyorsa diğer para birimlerinin de birbirleri cinsinden ifadesi kolaylaşmaktadır.

 

Örnek :

USD/JPY  = 110,85/95

USD/TRL = 565,000 / 565,500

JPY/TRL = ?

Bağlı döviz (TRL) = 565,000 / 565,500

Baz döviz   (JPY) =  110,85  / 110,95

 BID RATE  = 565,000 / 110,95 = 5092,38

 ASK RATE = 565,500 / 110,85 = 5101,48

 

Örnek :

EURO/USD = 1,0110 / 1,0115

GBP / USD  = 1,5860 / 1,5865

GBP / EURO = ?

Bağlı döviz (EURO) = 1,0110  /  1,0115

Baz döviz   (GBP)    =  1,5860  / 1,5865

BID RATE  = 1,5860 / 1,0115 = 1,5679

ASK RATE = 1,5865 / 1,0110 = 1,5692

  1. Döviz Alım Satımında Valör ve Ödemeler

2.1 Nostro Hesaplar

 

Bankaların bir başka bankada yabancı para mevduatlarını tuttukları hesaplardır. Bankaların hesaplarına dövizler nostro hesapları vasıtasıyla girer  ve çıkar. Genel bir uygulama olarak her bankanın tututuğu nostro hesabı o yabancı paranın ait olduğu ülkedeki bankadadır.Türkiye’deki bir bankanın FRF (Fransız frangı ) nostrosu Fransa’daki bir bankadadır. Fransa’daki bu bankanın Fransız bankası olma koşulu yoktur sadece Fransa’da olması yeterlidir.

Değişik para cinslerinden mevcutların tutulduğu nostro hesaplar, cari hesap şeklinde çalıştığı için, bu hesapların “hesap tutma masrafı” ve “işlem başına masraf” şeklinde bir maliyeti bulunmakta, bu maliyet, ya hesapta faizsiz minimum bir bakiye bulundurulması veya her işlem için muhabir bankaya masraf ödenmesi şeklinde karşılanmaktadır.

2.2 Valör Uygulaması

Ülkeler arasındaki saat farklılıklarının yanısıra, her ülkedeki takas (clearing) sistemlerinin değişik özellikleri nedeniyle uluslararası ödemelerde valör çok önem kazanmaktadır. İlke olarak, uluslararası ödemeler işlemi takip eden ikinci iş günü valörüyle yapılmaktadır. Bu tip işlemler spot işlemler olarak adlandırılmaktadır.

Örnek olarak herhangi bir A bankası B bankasından 1 Mart 2000 tarihinde 1,1010 çapraz kurdan 1,101,000 USD karşılığında 1,000,000 EURO almıştır. Bu işlemin takası, 3 Mart 2000 tarihinde A bankasının,  B bankasının muhabirine USD’nı, B bankasınında A bankasının muhabirine EURO’u geçmesiyle gerçekleşecektir.

Eğer işlemin takası 2 işgününden daha ileri bir vade olarak belirlenmişse, bu tip işlemlere forward işlemler denilmektedir.

Uluslararası ödemelerde, ödemenin yapılacağı dövizin ülkesindeki iş günleri baz alınacaktır. Örneğin, 1 Mart tarihinde 3 Mart valörlü olarak USD ödemesi yapabilmemiz için 3 Mart tarihinde Amerika’da resmi tatil olup olmadığını bilmemiz gerekecektir. Başka ülkelerde 3 Mart işgünü olsa bile eğer o gün Amerika’da tatil ise ödemenin Amerika’da ki bir iş günü yapılması gerekecektir.

Ülkemizde, TL karşılığı USD ya da USD borç alıp verme işlemlerinde valör aynı gün olarak uygulanmaktadır. Örneğin A bankası 1 Mart tarihinde 565,000 çapraz kur üzerinden B bankasından 1,000,000 USD almışsa, B bankası A bankasının Amerika’da ki muhabirine 1 Mart valörü ile 1 milyon USD geçmek durumundadır. Buna karşılık A bankası da B bankasının Merkez Bankası’nda ki hesaplarına USD karşılığı olan 565 milyar TL ödemek zorundadır.

Yukarıdaki açıklamalardan sonra işlemin yapıldığı, anlaşmanın  sağlandığı tarihe işlem tarihi (transaction date), teslimat tarihine veya işlemin gerçekleşeceği tarihe de valör tarihi (value date) adının verildiğini söyleyebiliriz.

2.3 Swift

( Society For Worldwide Interbank Financial Telecommunication )Uluslararası elektronik ödeme sistemidir. Bankalar yabancı para ödeme ve tahsilatlarını swift aracılığıyla gerçekleştiriler. Örnek verirsek ; Türkiye’de yerleşik ABC firması Avusturya’daki XYZ firmasından mal ithal etmekte ve ithalat bedeli olarak DEM 100.000.- ödemesi gerekmektedir. ABC firması Türkiye’deki bankasına giderek DEM 100.000.- transfer yaptırmak ister. Bu durumda Türkiye’deki banka Almanya’da DEM nostrosu olan bankaya swift ile ödeme talimatı verir.  Bu talimat ile Almanya’daki banka DEM 100.000.-‘ıı Avusturya’daki XYZ firmasının bankasının Almanya’da bulunan nostro hesabına gönderir. Avusturya’daki banka da DEM 100.000.- nostrosuna girince bu meblağı müşterisinin hesabına alacak kaydeder ve ödeme yerine getirilmiş olur.

  1. Döviz Alım Satım Piyasaları

Bu piyasalarda alım satıma konu olan met’a dövizdir. Yani bir döviz cinsine karşılık başka bir döviz cinsinin alım-satımı sözkonusudur. Örneğin Dolar’a karşı TL ya da , İngiliz Sterlini’ne karşı Japon Yeni alınıp satılmaktadır.

Döviz piyasaları işlem hacmi bakımından dünyanın en geniş hacimli piyasalarıdır. Çünkü bu piyasalarda çoğunlukla diğer piyasalarda olduğu gibi alıcı ve satıcıların belirli bir binada ve belirli bir zamanda biraraya gelip alım-satım yapmaları zorunluluğu yoktur. (Buna rağmen döviz borsaları mevcuttur.) Döviz piyasası, bankaların ve işletmelerin bu işe ayrılmış bölümlerindeki elemanların ülke içinde veya ülke dışındaki başka bankaların ilgili bölümleriyle telefon, Reuters ekranları ve teleks aracığıyla bağlantı kurarak karşılıklı alış-veriş yaptıkları, ülkeler arasındaki saat farklılıkları nedeniyle de 24 saat açık olan bir piyasadır.

İşlem hacminin çok büyük bir kısmını spekülatif alım-satımlar oluşturmaktadır.

Aynı anda çok sayıda alıcı ve satıcının bulunması ve çok büyük bankaların makul ölçülerde alım-satım yapmak üzere piyasaya devamlı fiyat verebilmeleri nedeniyle döviz piyasaları derinliği olan piyasalardır.

Bankalarda, banka adına veya müşterilerin talimatı üzerine Döviz Alım-Satımı yapan elemanlara “DEALER” bu işlemlerin yapıldığı bölümlere de “DEALING ROOM” denir.

Hemen hemen tüm dünyada döviz pariteleri, faiz oranları,parasal haber ve yorumlar, Dealing Room’larda bulunan Reuters ekranlarından anında izlenebilmekte, yine özel bir Reuters ekranı ( Dealing ) aracılığıyla ülke içinde veya başka bir ülkedeki bir banka ile döviz alım-satımı ve diğer döviz işlemleri on-line sisteme benzer bir sistemle yapılmaktadır.

Dünyadaki belli başlı döviz piyasaları Londra, New York, Tokyo, Frankfurt, Zürih ve Singapur’dur. Saat farkları dikkate alındığında, Londra ve Avrupa piyasaları kapanırken New York açılmakta, New York kapanışında ise Tokyo piyasası açılmaktadır. Bu nedenle fonların dünyanın çevresinde 24 saat süreyle dolaşımı sağlanmaktadır.

Türkiye coğrafi konumu nedeniyle sabah erken saatlerde Uzakdoğu, saat 10,00-15,00 arasında Avrupa, saat 16,00 dan sonra New York piyasasında işlem yapabilme olanağına sahiptir.

 

  1. Döviz Piyasası Katılımcıları

Bu piyasayı oluşturan başlıca katılımcılar şöyledir;

  • – Bankalar
  • – Hazine
  • – Merkez Bankaları
  • – İşletmeler
  • – Aracılar
  • – Bireyler

Ticari bankaların bu piyasada olma sebepleri ;

  • – Müşterilerine en iyi hizmeti sunmak,
  • – Kendi döviz pozisyonlarını hedefleri doğrultusunda tutmak ve yönetmek,
  • – Çeşitli enstrümalardan yararlanarak kar etmek,

olarak sıralanabilir.

Merkez Bankaları ;

  • – Uyguladıkları para politikaları ile paralel döviz kuru politikasını oluşturmak,
  • – Döviz rezervlerini yönetmek,
  • – Yerel paranın değerini korumak,

gibi amaçlar doğrultusunda döviz piyasasında aktif işlemci olarak yer alırlar.

Hazine ;

  • – Bütçe açıklarının finansmanı amacıyla finansal varlık ihraç etmek,
  • – Dış borç stokunu yönetmek

Hazine’nin bu piyasadayeralma nedenleri olarak sıralanabilir.

İşletmeler ise ;

  • – Dış ticaret işlemlerinin finansmanını sağlamak ve döviz pozisyonlarını yönetmek,
  • – Döviz risk ve maliyetlerinin minimize etmek,
  • – Uluslararası yatırım,

gibi konular için döviz piyasalarını katılımcı olurlar.

  1. Döviz Piyasasının Fonksiyonları

5.1 Satınalma gücünün transferi

Döviz piyasaları, ulusal paraların herhangi bir yabancı ülke parasına dönüştürülmesine olanak sağlayarak yabancı mal ve hizmetlerin satın alınmasını mümkün kılar.

5.2 Finansman sağlama

Dış ticaret işlemlerinde genellikle, malların sevkedilmesi ile ithalatçıya ödenmesi arasında bir zaman farkı sözkonusudur. Bu süre içerisinde dış ticaretin finansmanı döviz piyasası, daha açık bir deyişle dış ticarete aracılık eden bankalar tarafından karşılanabilir.

5.3 Kur değişmesi riskine karşı korunma

Bu riskler vadeli döviz piyasalarında yapılacak alım satım işlemleri ile giderilebilir.

  1. Döviz Pozisyonu ve Kur Riski

Uluslararası döviz kurları, 1973’lü yıllardan itibaren serbest dalgalanma sistemi içinde oluşmakta ve değişik faktörlerin etkisi altında çok hareketli ve büyük iniş-çıkışlar gösteren bir seyir izlemektedir. Öte yandan, Türkiye’de de 1980’li yıllardan itibaren döviz kurlarında günlük ayarlama yöntemi başlatılmış, günümüzde ise, serbest kur mekanizması ile kurların her an değiştirilebildiği bir sisteme geçilmiştir.

Uluslararası mal ve hizmet ticareti yapan işletmelerin yanısıra, dış ticaret işlemlerine aracılıkları nedeniyle bankalar ve diğer finansal işletmeler, alacak ve borçlarından ötürü yabancı paraların diğer yabancı paralar karşısında değer değişikline uğraması ihtimalinden doğan bir kur riski ile karşı karşıyadırlar.

Amerika’lı bir ihracatçı bedeli 1 ay sonra ödenmek üzere Almanya’ya EURO 500,000,-‘luk bir mal sattığında, ihracat anlaşmasının yapıldığı gün EURO/USD paritesi 1,0110 iken 1 ayın sonunda paritenin 0,9700 olduğunu varsayarsak, ihracatçı anlaşma yaptığı gün EURO 500,000,- karşılığında 505,500.-USD elde etmeyi planlarken 1 ay sonra paritede meydana gelen değişmeyle birlikte 485,000,- USD elde edebilecek,  yani 20,500,-USD zarar edecektir.

Örneğimizde, Amerikalı ihracatçı başka bir döviz işlemi yoksa 1 ay vadeli EURO alacağı nedeniyle + döviz pozisyonu  taşıkamkta, Alman ithalatçı ise döviz pozisyonu taşımaktadır. Gerek + ve gerekse – döviz pozisyonu taşıyan bu kişiler aynı şekilde kur riskine maruz kalmaktadır.

Bankaların da , müşterileri ile yaptıkları işlemler ve kendi adlarına yaptıkları işlemler nedeniyle döviz borçları ya da döviz alacakları yani döviz pozisyonları bulunmaktadır.

Bir bankanın aktfindeki döviz kalemleri ile pasifindeki döviz kalemleri bir bütün olarak o bankanın döviz pozisyonunu verir.Bankanın aktifindeki döviz hesaplarını döviz mevcutları ve döviz alacakları, pasifteki döviz hesaplarını ise döviz taahütleri ve döviz borçları olarak sınıflandırmak mümkündür.

Bankalar üstlendikleri döviz taahütlerini ve döviz borçlarını karşılayabilecek yeterli döviz kaynağına sahip olmalıdır. Her nekadar aktifteki döviz mevcutları ve döviz alacaklarının, pasifte yeralan döviz taahütleri ve döviz borçları toplamını karşılaması gerekirse de denge isteyerek, bazen de elde olamadan aktif ya da pasif lehine bozulabilir.

Bu alternatiflere göre 3 çeşit döviz poziyonu sözkonusudur;

6.1  Başabaş  Pozisyon (  Square )

Aktif toplamının pasif toplamına eşit olması durumudur. Bunun gerçek yaşamda ortaya çıkması olağan değilse de bir an için böyle bir eşitliği varsayarsak bunun anlamı, döviz pozisyonunun tam dengede olamsı yani mevcut ve alacakların taahütleri birebir karşılaması demektir.

6.2  Uzun pozisyon ( Long / Overbougt )

Döviz mevcutları ve döviz alacakları toplamının döviz taahhütleri ve borçlarından büyük olması durumudur. Uzun pozisyonda banka ihtiyacından fazla döviz tutuyor demektir.

6.3  Kısa pozisyon ( Short / Oversold )

Bankanın döviz mevcutları ve alacakları  toplamının döviz taahütleri ve döviz borçları toplamını karşılayamadığı durumdur.

 

 

Örnek :

Dönem          = 1 yıl                  Spot USD     = 565,000.-TL

Devalüasyon = 20%                  USD faizi      = 7%

TL Faizi        = 30%

 

 

A – )

AKTİF  ( USD )                                               PASİF ( USD )

Kasa                            100.000                       DTH                            600.000

TCMB                          300.000                       Alınan Döviz Kred.       400.000

Döviz Kredisi               600.000

                                   ———-                                                          ———-

            TOPLAM         1.000.000                                                        1.000.000

Bankanın döviz vaziyeti sıfırdır. Banka başabaş pozisyon taşımaktadır. Kur değişimlerinden etlilenmeyecektir.

B – )

AKTİF  ( USD )                                               PASİF ( USD )

Kasa                            100.000                       DTH                            600.000

TCMB                          300.000                       Alınan Döviz Kred.       500.000

Döviz Kredisi               600.000

                                   ———-                                                          ———-

            TOPLAM          1.000.000                    <                                1.100.000

Bankanın döviz pasif toplamı aktif toplamından USD 100.000.- fazladır. Banka sağladığı döviz kaynaklarının USD 100.000.- kısmını TL’na dönüştürmüştür.

USD 100.000 * 565.000  =  56.500.000.000.-TL  yaratmış ve TL faizine yatırmıştır.

Yılsonunda   56.500.000.000.-TL * 30% = 16.950.000.000.-TL  faiz getirisi elde etmiştir.

Yılsonu kuru = 565.000 * (1+ 20%) = 678.000.-

 ( USD 100.000 * 678.000 = 67.800.000.000.-TL  ) + ( 100.000 * 7% = 7.000 USD )

kur artışı ve döviz faiz zararına uğramıştır.

Konsolide edersek

                                                 16.950.000.000.-TL       faiz getirisi

                                               – 11.300.000.000.- TL       kur artış zararı

USD  7.000 * 678.000    =     –   4.746.000.000.- TL       döviz faiz zararı

                                               —————————

TOPLAM                                       904.000.000.-TL        kazanç sağlamıştır.

 

 

C – )

AKTİF  ( USD )                                               PASİF ( USD )

Kasa                            100.000                       DTH                            600.000

TCMB                          300.000                       Alınan Döviz Kred.       300.000

Döviz Kredisi               600.000

                                   ———-                                                          ———-

      TOPLAM     1.000.000                               >                       1.100.000

Banka ihtiyacı olduğundan USD 100.000.- daha fazla döviz sahibidir.

Yukarıdaki çözümü bu örnek için yaparsak ulaşacağımız sonuç banka böyle bir pozisyon taşımaktan dolayı  904.000.000.-TL zarar etmiştir.

 

  1. DÖVİZ KURLARINI ETKİLEYEN BAŞLICA FAKTÖRLER

 

Döviz kurlarının ileride ne olacağına ilişkin çalışmalar, bilimsel bir takım verilere dayansalar bile nihayet bir “tahmin”çalışması niteliğindedirler. Çünkü döviz kuruları büyük ölçüde bazı temel  ekonomik göstergelere göre oluşmekta ancak aynı zamanda pek çok doğal, politik, teknik ve psikolojik nedenle iniş-çıkışlar gösterebilmektedir. Dolayısıyla, döviz kurlarının nasıl hareket edeceğine ilişkin matematiksel kesin sonuçlar veren tahminler yapmak çoğu zaman mümkün olamamaktadır.

Döviz kurlarını etkileyen faktörlerle ilgili başlıca yaklaşımlar özet olarak aşağıda sıralanmştır.

7.1  Ödemeler Dengesi Yaklaşımı

Ödemeler dengesi döviz kurunu elirlemede büyük öneme sahiptir. Ödemeler dengesinin önemli bir kalemi olan dış ticaret dengesi olarak ifade edilen ve ülkenin sattığı ve aldığı mal tutarı arasındaki olumlu ya da olumsuz fark döviz uzmanlarınca büyük bir titizlikle incelenmektedir. Buna göre, dış ödemeler dengesi fazla veren ülkenin parası diğer ülke paralarına karşı değer kazanacak, böylece bu ülkenin malları diğer ülkelere  daha pahalı geleceği için bir süre sonra ödemeler dengesindeki fazla eriyecek ve denge sağlanacaktır.

            Yine ödemeler dengesinin önemli bir kalemi olan cari işlemler dengesinin açık vermesi, dış borçların artış göstermesive sermaye girişinde azalma eğilimi gibi gelişmelerin de ülke parasını olumsuz etkileyecektir.

7.2 Satınalma Gücü Paritesi

 

1920’li yıllarda İsveç’li ekonomist Gustav Casse tarafından ortaya atılmıştır.Bir bütün olarak Satınalma Gücü Paritesi, “tüm ülkelerin enflasyon oranlarının aynı olduğu durumda çalışmayacak, fakat bir ülkedeki enflasyon oranının diğerine oranla yükselmesi halinde bu ülkenin milli parasının diğerine karşı enflasyon farkı oranında değer kaybedecektir” varsayımına dayanmaktadır.

7.3 Piyasa Beklentileri

7.3.1  Forward Döviz Kurları       

 

Bir kısım ekonomistler, forward döviz kurlarının, iki döviz arasındaki faiz farkını yansıtması nedeniyle ileride kurların ne olacağına ilişkin en iyi tahmin olduğu görüşündedirler. Tabii ki bu görüş, başka faktörleri dikkate almadığı için yeterli olmamaktadır.

7.3.2  Teknik ve Psikolojik Faktörler

Ekonomik nedenler uzun dönemde döviz kurlarını belirli bir yöne doğru etkilerken, çok kısa dönemde bu temel göstergelere ters düşen dalgalanmalar sıkça görülmekte, bu iniş-çıkışlar daha çok teknik ve psikolojik faktörlere dayanmaktadır.

Örneğin, Mart ayına ait Amerikan Dış Ticaret Açığının bir önceki aya göre %3 azalması beklenirken, azalış %1 seviyesinde kalırsa, açığın azalması normalde USD’ın değer kazanması yönünde etki yapması gerekirken piyasanın ilk tepkisi tam tersine USD’ın kısa vadede değer kaybetmesi şeklinde olabilecektir.Çünkü pek çok spekülatör, beklenen ticaret açığı rakamına göre önceden USD satınalmış ise, açığın beklenenden az çıkması üzerine birden USD’larını satmaya başlayabililer, bu da kısa vadede USD’ın değer kabetmesine yol açar.

Piyasayı etkileyecek büyük alıcı ve satıcıların alım satımları da kısa vadede fiyatları etkilemektedir.

Çeşitli nedenlerle byük bir piyasa oyuncusu olan Merkez Bankaları’nın tek tek veya birlikte yaptıkları müdahaleler hatta müdahale söylentileri de piyasayı kısa vadede etkilemektedir. Aynı şekilde MB’lerin faiz oranları ile ilgili değişiklik yapmaları, para otoritelerinin bu konudaki beyanları ve dedikodular piyasada önemli dalgalanmalara yol açabilmektedir.

Ekonomik göstergeler ve beklentilerin yanında teknik analiz göstergeleride döviz kurlarını etkileyebilmektedir. Bilindiği üzere teknik analiz, geçmiş dönemde meydana gelen fiyat hareketlerindeki seyrin gelecek dönemde de devam edeceği varsayımıyla oluşturulan bir analiz yöntemidir.

Ayrıca siyasi arenada ortaya çıkan gelişmeler de gelecek dönemde döviz kurlarının seyri açısından çok önemlidir.

  1. TÜRKİYE’DE DÖVİZ PİYASALARI

Türkiye’de, döviz işlemleri ile ilgili olarak 1930 yılında yayınlanan 17 sayılı karar, 29 Aralık 1983 tarihinde 28 sayılı kararın yürürlüğe girmesi ile birlikte, yürürlülükten kaldırıldı. 28 sayılı karara göre MB’nin bütün dövizler için günlük kur yayınlamasından vaçgeçilmekte ve sadece USD için günlük kur belirleyip ilan etme kuralı getirilmekteydi. Ayrıca yurtiçinde yerleşiklerin belirli birtakım şartlara uymak kaydıyla yurtiçi ve yurtrdışından döviz kredisi sağlama imkanı getirilmekteydi.

28 sayılı kararın ardından, 7 Temmuz 1984’de 30 sayılı karar çıkartıldı. Bu kararın en önemli maddesi, yurtiçinde yerleşiklerin ceplerinde döviz bulundurmalarının serbest bırakılması ve kaynaklarının sorulmamasıydı. Bu uygulama ile döviz tevdiat hesapları ve döviz üzerinden faiz verilmesi olanaklı hale geldi. Bunun dışında, bankaların vadeli döviz alım satımı serbest hale getirilmekte ve Türkiye’ye her yoldan döviz girişi serbest bırakılmaktaydı.

30 sayılı karar’ın yayımıyla başlayan liberalleşme, 32 sayılı karar ile bir adım daha ileri gitmiş ve dövizin alım-satımı ve yurtdışına transferi gibi konularda büyük ölçüde serbesti getirmiştir. Aynı zamanda TL’nin konvertibilitesi için gerekli yasal düzenlemeler de bu kararname ile yapılmış bulunmaktadır. (1990 yılında IMF ile yapılan anlaşmanın 8.maddesi gereğince Türk parasının konvertibilitesi sağlandı.)

Öte yandan aynı yıllarda MB, dahili piyasaların gelişimi için önemli adımlar atmaktaydı.

  • – 2 Nisan 1986 Bankalararası Para Piyasası ( Interbank )
  • – 4 Şubat 1987 Açık Piyasa İşlemleri uygulama alındı,
  • – 14 Eylül 1988 Bankalararası Döviz ve Efektif Piyasası,
  • –  Nisan 1989 Altın Piyasası,

Ayrıca 3 Ocak 1986 yılında  İMKB bünyesinde Hisse Senedi alım-satım piyasasının hayata geçirilmesi ve devam eden yıllarda İMKB yardımıyla diğer organize piyasaların oluşturulması da Türkiye’deki Para , Döviz ve Sermaye Piyasalarının oluşmasına büyük katkıda bulunmuştur.

Tüm bu gelişmeler, Bankacılık teknolojisindeki bir takım araçların kullanılmaya başlanması ve döviz rezervlerinin yeterli düzeyde seyretmesinin de yardımıyla bir Türkiye’de bir döviz piyasasının ortaya çıkmasına olanak tanımıştır.

8.1 Döviz Pozisyonu İle İlgili Mevzuat

 

8.1.1 Kur Uygulaması

Ülkemizde kurların belirlenmesinde herhangi bir kısıtlama yoktur. Ticari ve gayrıticari işlemlere ilişkin olarak yapılan döviz ve efektif alım-satım işlemlerinde uygulanacak döviz kurları serbestçe belirlenir.

8.1.2 Zorunlu Döviz Devirleri

1998 yılı ortasına kadar Türkiye’de,  Bankalar ve yetkili kurumlar ihracat ve görünmeyen işlemler kalemlerinden bir ay içinde alışını yapmış oldukları, yani TL vererek satın aldıkları döviz ve efektiflerin belirli bir kısmını (en son oran %14 olmak üzere), en geç takip eden ayın son iş gününe kadar Merkez Bankası’nın ilan ettiği kurlar üzerinden Merkez Bankası’na satmak zorundaydılar.

1998 yılının ikinci yarısında hızını arttıran Asya ve ardından gelen Rusya krizinin etkilerinden kurtulmak ve bankalara bir soluk aldırmak alınan kararlardan birisi de zorunlu döviz devirlerinin belirli bir süre ertelenmesiydi.  Merkez Bankası 2 aylık dilimler halinde gelcecek dönemde zorunlu döviz devri kabul etmeyeceğini açıklamaktaydı. Zorunlu döviz devri halen yürürlülükte olmasına rağmen Merkez Bankası döviz devri kabul etmemeyi sürdürmektedir.

8.1.3 Likidite Oranı

Likidite riski yönetimine yönelik bu oran, bankaların yüklenmiş oldukları kısa vadeli yükümlülüklerini yerine getirebilmek için bulundurmaları gereken asgari likiditeyi belirlemek amacıyla haftalık olarak izlenmektedir. Likidite oranı, bankların döviz ve altın mevcutlarının , döviz ve altın taahütlerine bölünmesiyle bulunur ve bu oran %10’dan aşağı olamaz.

                        Döviz ve Altın Mevcutları

Likidite Oranı = ————————————  > = %10

                        Döviz ve Altın Taahütleri

Merkez Bankası genelgesine göre döviz ve altın mevcutları aşağıdadır.

  • – Yurtdışı muhabirleri nezdinde cari ve depo hesaplarında bulunan döviz mevcutları ile döviz cinsinden kıymetli evrak portföyleri,
  • – 32 sayılı Karar’la öngörülen standartlardaki işlenmiş ya da işlenmemiş altın mevcutları,
  • – Yurtiçi muhabirleri nezdinde cari hesap, döviz tevdiat hesabı ya da depo hesaplarında bulunan döviz mevcutları ile altın depo hesaplarında bulunan altın mevcutları,
  • – C.Merkez Bankası nezdindeki döviz ve altın mevcutları (döviz tevdiat ve altın depo munzam karşılıkları dışında) olarak belirlenmiştir,
  • – Kasalarında bulunan efektif mevcutları,
  • – Bankaların Merkez Bankası içinde kurulan Döviz ve Efektif Piyasalarında ve Bankalararası Para Piyasalarında işlem yapabilmek için Merkez Bankası’na teminat olarak verdikleri döviz depoları, uluslararası standarttaki altın, yabancı devlet  ya da hazinelerce çıkarılan bono ve tahvil,
  • – Hazine Müsteşarlığı’nca doğrudan ya da garantisi ile ya da ÖİB tarafından yurt içinde çıkarılmış ve çıkarılacak döviz veya değeri döviz karşılığı Türk Lirası olarak belirlenmiş menkul kıymetlerden bankaların döviz mevcut ve alacaklarının %15’ine kadar olanlar,

Döviz taahütleri ise aşağıdaki kalemleri içerir ;

  • – Vadesine 3 ay kalan akreditif taahütleri,
  • – Vadesine 3 ay kalan ve vadesi geldiğinde ödenmesi bankalarca taahüt edilen kabul poliçeleri,
  • – Vadesine 3  ay kalan ihracatın gerçekleşmemesi halinde geri ödenmesine bankalarca garanti verilen prefinansman kredi taahütleri,
  • – Bankaların yurtiçi ve yurtdışından doğrudan sağladıkları ve ödenmesini garanti ettikleri vadesine 3 ay kalan diğer krediler ile aldıkları döviz depoları,
  • – Vadesiz döviz tevdiat hesapları ve döviz üzerinden açılan cari hesaplar,
  • – Vadesiz altın depo hesapları,
  • – Bankaların Merkez Bankası içinde kurulan Döviz Efektif Piyasalarında yaptıkları işlemlerden dolayı ödeme yükümlülüğü altına girdikleri vadesine 3 ay kalan döviz depoları, döviz kredileri ve diğer döviz taahütleri,

8.1.4 Kur Riski Oranı 

 

Döviz mevcutları ile döviz alacaklarının toplamının döviz borçlarına bölünmesi suretiyle bulunacak bu oranın USD, DEM ve diğer dövizlerin USD karşılığı ve bunların tümünün toplamının USD karşılığı üzerinden hangi sınırlar içinde olacağı Merkez Bankası’nca belirlenmektedir.

Tüm döviz cinslerinin toplam USD karşılığı üzerinden yapılacak hesaplamada bir bankanın her hafta Cuma günü itibarıyla döviz mevcutları ve döviz alacakları toplamının, döviz taahütleri toplamına oranının en az %80, en çok %110 olması; herbir döviz cinsinden bu oranın en az %75 ve en çok %115 olması öngörülmekte, bu oranlara uymayan bankalar reeskont faiz oranının 2 katı tutarında haftalık ceza ödemek durumunda kalmaktadır. Bu sınırlamanın amacı bankaların döviz taahütlerine karşılık bulundurmaları gereken asgari ve azami döviz mevcudu tutarını belirlemek, böylece bankaların taahütlerine karşılık yeterli düzeyde döviz mevcudu tutmalarını sağlamak ve taahütlerine göre çok fazla döviz stoku tutmalarını da önlemektir.

                          Döviz Mevcutları + Döviz Alacakları

Kur Riski Oranı = —————————————

                                           Döviz Borçları

Kur riski oranının payında yer alan kalemlerin likidite oranına göre farklılıkları aşağıdadır.

  • – Yurtdışı muhabirleri nezdinde cari hesap ve depo hesaplarında bulunan döviz mevcutları ile altın depo hesaplarında bulunan altın mevcutları ve döviz üzerinden düzenlenmiş kıymetli evrak portföyleri,
  • – Yurtiçi muhabirleri nezdinde cari hesap ve döviz tevdiat hesabı, veya depo hesaplarında bulunan döviz mevcutları ile altın depo hesaplarında bulunan altın mevcutları,
  • – Kasalarında bulunan altın ve efektif mevcutları,
  • – Döviz ve Efektif piyaslarında ve Bankalararası Para Piayasası’nda işlem yapabilmek için Merkez Bankası’na teminat olarak tevdi edilen döviz depoları, efektif depoları,uluslararası standarttaki altın,yabancı devlet veya hazinelerce çıkarılan bono ve tahviller,
  • – Hazine Müsteşarlığı’nca doğrudan ya da garantisi ile ya da ÖİB tarafından yurt içinde çıkarılmış ve çıkarılacak döviz veya değeri döviz karşılığı Türk Lirası olarak belirlenmiş menkul kıymetlerden bankaların döviz mevcut ve alacaklarının %15’ine kadar olanlar,
  • – Merkez Bankası nezdindeki döviz ve altın mevcutları (döviz tevdiat ve altın depo munzam karşılıkları ile birlikte),
  • – Yurtiçi ve yurtdışına açılan altın ve döviz kredileri toplamı,
  • – Döviz ve Efektif Piyasalarında  yaptıkları işlemden dolayı adlarına diğer bankalar ve özel finans kurumlarında tesis ettikleri döviz depoları ve verdikleri döviz kredileri,
  • – Vadeli döviz alımları,
  • – Bankaları kendi döviz pozisyonlarından yurtdışına transfer edilmek suretiyle edindikleri yurtdışı iştirakleri,
  • – Satın alınan çekler,

Kur riski oranının paydasında ise aşağıdaki kalemler yer almaktadır.

  • – Bankalar nezdinde açılmış bulunan döviz tevdiat ve altın depo hesapları toplamı (Bankalararası döviz tevdiat ve altın depo hesapları ile birlikte),
  • – Yurtiçi ve yurtdışından ödemesi döviz olarak yapılmak üzere borçlu sıfatıyla sağlanan krediler,
  • – Bankalarca yurtdışından depo hesabı olarak sağlanmış fonlar,
  • – MB içindeki Döviz ve Efektif Piyasalarında yapılan işlemlerden dolayı ödeme yükümlülüğü altına girilen döviz depoları,döviz kredileri ve diğer döviz taahütleri,
  • – Vadeli döviz satımları,
  • – Ödenecek çekler,
  • – Ödenecek havaleler,

8.1.5 Yabancı Para Genel Konsolide Pozisyon / Sermaye Tabanı

Bankaların döviz pozisyonu açısından uyması gereken diğer bir ölçüt de Yabancı Para Net Genel Pozisyonu  / Sermaye Tabanı oranıdır. Bu rasyonun hesaplanmasındaki amaç , ana ortaklık niteliğine sahip bankaların konsolide döviz varlık ve yükümlülükleri arasındaki ilgi ve dengelerin kurulmasını ve bunların konsolide sermaye tabanları ile uyumlu bir seviyede döviz pozisyonu tutmalarını temin etmek üzere,döviz yönetimlerinde uygulayacakları “Yabancı Para Genel Konsolide Pozisyon /  Sermaye Tabanı” esasları belirlemektir.

29.8.1998 tarih ve 23448 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Yabancı Para Net Genel Pozisyonu / Sermaye Tabanı” rasyosu olarak belirtilip detayları verilen rasyo, 21.12.1999 ve 23913 sayılı mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yukaıdaki biçimde revize edilmiştir. Yapılan bu değişiklikteki temel amaç ortaklık yapısı aynı olan tüm mali kuruluşların bilançolarını bir bütün olarak ele alıp bu temele göre bir risk ölçümü yapmaktır.

Bu rasyoya göre ;

Yabancı Para Genel Konsolide Pozisyon : ( Konsolide Döviz Varlıkları – Konsolide Döviz Yükümlülükleri ) toplamının TL karşılıkları arasındaki farkı ifade eder.

Konsolide Döviz Varlıkları : Finansal kurumlar topluluğuna dahil tüm ortaklıkların konsolide edilmiş tüm yabancı para aktif hesaplarını, dövize endeksli varlıklarını, yabancı para repo alacakları ile vadeli döviz alım taahütlerini ifade eder.

Konsolide Döviz Yükümlülükleri : Finansal kurumlar topluluğuna dahil tüm ortaklıkların konsolide adilmiş tüm yabancı para pasif hesaplarını, dövize endeksli yükümlülüklerini, yabancı para repo borçları ile döviz satım taahütlerini ifade eder.

Sermaye Tabanı :  ( 30 Haziran 1998 tarih ve 23388 sayılı mükerrer Resmi Gazete )

“Sermaye”, ana sermaye ve katkı sermayeden meydana gelir.

8.1.5.1  Ana Sermaye:

“Ana Sermaye”yi, ödenmiş sermaye, kanuni yedek akçeler, ihtiyari ve fevkalade yedek akçeler, muhtemel zararlar karşılığı ve bankaların üç aylık hesap özetlerinde yer alan vergi provizyonundan sonraki dönem karı ve geçmiş yıllar karı oluşturur. Ana sermayenin hesaplanmasında bankaların üç aylık hesap özetlerinde yer alan dönem zararı ile geçmiş yıllar zararı toplamı indirim kalemi olarak dikkate alınır.

8.1.5.2  Katkı Sermaye:

“Katkı Sermaye”, genel kredi karşılığı, banka sabit kıymet yeniden değerleme fonu, iştirakler ve bağlı ortaklıklar ile sermayelerine katılınan diğer ortaklıklar sabit kıymet yeniden değerleme karşılığı, alınan sermaye benzeri krediler, muhtemel riskler için ayrılan serbest karşılıklar ve menkul değerler değer artış fonundan oluşur.

Yabancı Para Genel Konsolide Pozisyon / Sermaye Tabanı = 20% (Haziran 2000 itibarıyla)

8.1.6 DAHİLİ PARA VE DÖVİZ PİYASALARI

8.1.6.1 Merkez Bankası Döviz ve Efektif Piyasası

14 Eylül 1988 tarihinde Türk Lirası karşılığı döviz alım-satım ve Türk Lirası karşılığı efektif alım-satım piyasalarının kurulması ile oluşturulan bu müdürlüğün amacı, bankalararası döviz ve efektif hareketlerini düzenlemek ve bankacılık sistemindeki döviz ve efektif kaynaklarının daha verimli kullanılmasını sağlamaktır. TCMB, aracılık rolü dışında piyasayı yönlendirmek amacı ile zaman zaman piyasaya döviz müdahalelerinde bulunmaktadır. Bu müdahalelerin amacı, iç ve dış piyasadaki gelişmelere göre kurlardaki değişimleri yönlendirmek, döviz fiyatlarındaki aşırı dalgalanmaları önlemektir. Bu piyasalara bankalar dışında yetkili müesseseler ve özel finans kurumları da katılmaktadır. Böylece, yurtiçi döviz piyasalarında önemi ihmal edilemeyecek boyutlarda olan Kapalıçarşı piyasası da (serbest piyasa da denir) kontrol altına alınmıştır.

Bu piyasalarda, 28 Temmuz 1995 tarihinde Istanbul Altın Borsası’nın açılmasına kadar altın işlemleri de yapılmaktaydı. Bu tarihten önce Türkiye’de altın ithal etme yetkisi sadece Merkez Bankası’na ait idi. Merkez Baakası ilk önce TL karşılığı altın işlemlerine başlamış, ancak bu yöntem piyasa tarafından ilgi görmeyince, döviz ve efektif karşılığı altın işlemlerine dönülmüştür.

Döviz ve Efektif Piyasaları Müdürlüğü’nün bir diğer görevi ise Merkez Bankası’nın gişe kurlarını belirlemektir. Gösterge Kuru veya Denge Kuru da denen bu kurları Merkez Bankası saat 15:00’teki 20 bankanın  $/TL alış ve satış kotasyonlarının ortalamalarının ortalamasını alarak hesaplamaktadır.

8.1.6.2 Bankalararası Serbest Döviz Piyasası

Türkiye’de Bankalar MB Döviz ve Efektif piyasası dışında kendi aralarında da döviz alım – satım işlemi yapmaktadırlar.Bu tür işlemler çoğunlukla telefon ve Reuters Dealing ekranı aracılığıyla yapılmaktadır. Reuters tarafından elektronik ortamda oluşturulan ve TRL1 ismi verilen sayfada, tüm bankalar USD 1.000.000.- için alım-satım kotasyonu vermektedirler.

Mevcut durumda Bankalararası serbest piyasada yapılan işlem hacmi Merkez Bankası nezdindeki piyasada yapılan işlem hacminin çok çok üstündedir. Bu piyasada ki işlem hacminin daha yüksek olmasının sebebi, işlemlerin daha kolay gerçekleştirilmesi, herhangi bir maliyet ve teminat unsurunun bulunmaması olarak gösterilebilir.

8.1.6.3 Interbank Para Piyasası

2 Nisan 1986  tarihinde  kurulan  piyasanın amacı, bankalararası  rezerv  hareketlerini  teşvik  etmek, bankacılık  sisteminde  kaynakların  daha  verimli  kullanılmasını  sağlamak   ve  likiditenin  bankalararasında  dengeli  dağılımına  yardımcı  olmaktır.Böylece  kısa  bir  dönem  için nakit  fazlası  olan bir  banka, kısa  bir  dönem  için nakit  fazlası  olup  bunu   plase  edemeyen  bankadan borç  alabilmekte, bu  şekilde  kısa  dönemde  nakit  fazlası   olan banka  bunu  nakdi  gelir  sağlayan bir  varlık  haline  getirirken , kısa  dönem  nakit  ihtiyacı  olan banka bu  ihtiyacını  uzun dönemli  varlıklarını elden çıkartmadan  karşılayabilmektedir.

Ayrıca  bu  piyasa  gerektiğinde, uygulanmakta  olan para  politikası  hedeflerine  ulaşabilmek  için   MB tarafından   açık  piyasa  gibi  çalıştırılabilmekte , piyasadan  para  çekilebilmekte  veya  piyasaya  para  verilebilmektedir.Böylece  bankacılık  sisteminde  yaşanan kısa vadeli  likidite  sıkıntısı  ve likidite  fazlalığı  koşulları  ortadan  kaldırılabilmekte, piyasadaki  arz  talep  sürekliliği  sağlanabilmektedir.

 

8.1.6.4 Bankalararası Serbest Para Piyasası

Bankalar Interbank Para Piyasasının yanında TL gereksinimlerini ya da TL fazlalarını kendi aralarında oluşturdukları serbest para piyasasını kullanarak değerlendirebilmektedirler. Bu piyasada işlem maliyetleri sıfıra yakındır ve Bankalar diğer bankalara tanıdıkları işlem limitleri tutarında teminat almadan işlem yaparlar.

Bankalar yine pazar kuraları çerçevesinde kendi aralarında belirledikleri miktar üzerinden 1 yıl vadeye kadar alım ve satım kotasyonu verirler. Bu piyasa Reuters (TRLDEPO) aracılığıyla bütün pazara dahil bankalar tarafından görüntülenir.

DİĞER NOT

  1. PARANIN TANIMI VE FONKSİYONLARI
    Paranın tanımı birincil fonksiyonu olan takas fonksiyonuna dayanmak suretiyle yapılabilir. Buna göre, para için kısaca,”herkesin kabul ettiği takas vasıtasıdır” diyebiliriz. Paranın doğuşu da yine takas fonksiyonu ile ilgilidir; takasın güçlükleri paranın ortaya çıkmasına yol açmıştır.  İktisat ünitelerinin (bütçeler,teşebbüsler,devlet,bankalar) bilançolarının aktif tarafı, banknot ve ufaklık para şeklinde nakit varlıkları,vadesiz ve vadeli banka mevduatları,ticari senet cüzdanları,tahvil portföyleri,diğer alacak hakları reel servetlerinden meydana gelen varlıkları gösterir. Bu aktiflerden banknot,ufaklık para ve vadesiz mevduat umumi bir ödeme vasıtası vasfını taşır. Gerçekte umumi bir ödeme vasıtası vasfını taşıyan banknot,ufaklık para ve vadesiz mevduat da birer alacak hakkından başka bir şey değildir. Banknot merkez bankasının,ufaklık para hazinenin,vadesiz mevduat mevduatın bulunduğu bankaların borçlarıdır.  Para, takas fonksiyonu yanında başka fonksiyonlar da görmektedir. Bunlar değer ölçüsü, gelecekte yapılacak ödemelerin ifadesi ve biriktirme saklama fonksiyonlarıdır. Modern ekonomilerde takas fonksiyonu ile birlikte biriktirme saklama fonksiyonu da paranın birincil fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Birçok kişi paraya bir de iktisat politikası aracı olmak fonksiyonunu eklemektedir.

Özellikle Keynes’in sisteminde para piyasasının diğer piyasalara bağlanmış olması nedeniyle para arzı, faiz haddi yoluyla istihdam ve milli gelir seviyesinin belirlenmesinde rol oynar ve böylece ekonomi,para piyasasını da içine alan genel bir denge içinde ele alınır. Bu çerçevede para politikası da istihdam ve gelir seviyesinin arttırılmasında önemli bir rol oynayabilir. Fakat, paranın iktisat politikası aracı olması ile yukarıda sayılan fonksiyonları arasında bir paralellik yoktur. Paranın fonksiyonlarından bazıları para sayılmayan aktifler tarafından da arda bir ifade edilebilir. Örneğin ,tek tek hallerde çek,bono veya poliçe de takas vasıtası olarak kullanılabilir. Ancak bu gibi değerli evrak herkes tarafından mübadele vasıtası olarak kabul edilmediği için para tanımına girmez. Demek ki para fonksiyonlarını başaran çeşitli şeylerden ancak bir kısmı,bu fonksiyonu her seferinde başaranlar tanımına girer.

  1. PARANIN DOĞUŞU
    Paranın doğuşunu rasyonel nedenlere bağlayarak ve takasın handikaplarıyla açıklayabiliriz. Para, takasın güçlüklerini bertaraf etmekte ve takası kolaylaştırmaktadır. İki malın doğrudan karşı karşıya gelmesi ve takas edilmesi bir takım şartların gerçekleşmesine bağlıdır: elindeki bir malı başka bir mal ile değiştirecek şahsın aynı anda ters yönde takas yapmak isteyen bir başka şahsı bulması ve takas edilmek istenen malların değerlerinin eşit olması gibi. Bu şartlar gerçekleşmeyince takas tek değil, çok sayıda aşamalar sonunda başarılabilir. Buna engel olmak ve aşama sayısını kısaltmak üzere elimizdeki malı ilk olarak herkes tarafından istenebilen bir mal ile takas ederiz;ikinci aşamada bu malı asıl satın almak istediğimiz mal ile değiştirebiliriz. Araya giren mal herkesin kabul ettiği bir takas vasıtası olmak niteliğine sahiptir ve modern paranın başlangıcıdır.  Takasın ikiye bölünmesi ve bu iki aşama sırasında bir zaman geçmesi paranın muamelat faktörü elde tutulmasını zorunlu kılar. Demek ki., fertlerin gelirleriyle harcamaları arasındaki zaman farkından dolayı elde para tutmaları muamelat faktörü ile ilgilidir. Paranın takas fonksiyonu yanında değer ölçüsü olarak kullanılması değer kıyaslamaları konusunda da takasa kıyasla büyük kolaylık sağlanmıştır.  Değişik toplumlarda değişik mallar para olarak kullanılmıştır: tütün,deri, hindistan cevizi,boncuk,hatta taş parçaları gibi. Bu çeşit paralara mal-para denmektedir. Paranın takas fonksiyonunu iyi başarabilmesi için kolaylıkla taşınabilir,dayanıklı aynı değer ve nitelikte ,küçük paçalara bölünebilir ve kolaylıkla taşınabilir olması gerekebilir. Değer ölçüsü fonksiyonunu iyi başarabilmesi için ise kendi değerinin nispeten istikrarlı olması gerekir.

 Bu nitelikler altın,gümüş gibi değerli metallerde diğer mallara kıyasla daha üstün olduğu için para tarihinin ikinci bir safhasında metal-para dönemine geçilmiştir. Fakat ,metal paralar da aslında mal-paradan başka bir şey değildir. Tarihte çeşitli metallerin para olarak kullanıldığı görülmüştür: bakır, platin, altın,gümüş gibi. Sonraları gümüş ve aştın üzerinde durulmuştur(altın,gümüş ve çift metal sistemleri). Daha sonra, gümüşün değerini çok kaybetmesi nedeniyle Asya ülkelerinde gümüş,para olarak muhafaza edilmekle beraber Avrupa da yalnız altın kullanılmaya başlanmıştır. Metal para sistemlerinde altın sikke yerine %100 altın karşılığı olmayan banknotların para olarak kullanılmaya başlaması para tarihi bakımından önemli bir aşama teşkil eder. Çünkü , banknotlar artık değerlerinin tamamını kullanım değeri olarak temsil etmedikleri için mal-paradan kesinlikle ayrılırlar. Bunlara kredi parası diyebiliriz. Para tarihçesinin son aşamasında ise banknot sisteminden kağıt para rejimine dönülmüştür. Şüphesiz, kağıt para yine kredi parasıdır.

  1. PARANIN ÖZELLİKLERİ  İnsanlar çok sayıdaki maddeleri para olarak kabul etmişlerdir. Zamanla bu maddeler de azalmış para yapımında sadece altın ve gümüş madenleri kullanılmıştır. Paranın neden bu madenlerden yapılmış olduğu, parada aranılan özelliklere bağlanabilir.

 3.1 Yeknesaklık (Homojenlik)
Paranın kolay tanınması ve yapıldığı maddenin her yerinin aynı değerde olması gerekir. Bir maden külçesinin her kısmı aynı alaşımda olmalıdır. Bu özellik diğer madenlere oranla altın ve gümüşte daha fazladır. Günümüze de kullanılan kağıt paralar da benzer özellikler taşırlar. Bir ülkenin her yerinde aynı para kullanılır ve bu paraları herkes tanır.Yanılma ve aldanma şansını azaltmak için kağıt paralarda, resimler ve madeni bantlar bulunmaktadır.

 3.2 Bozulmama, Taşımaya Elverişlilik ve Bölünürlük Özelliği  Geçmişte altın ve gümüş zamanla bozulmama özelliğinden dolayı para yapımı için tercih edilmiştir ayrıca altın ve gümüş muhafazası için bir itinayı gerektirmez.Örneğin yıllarca küp içerisinde,yer altında kalan altın paralar bozulmadıkları gibi değerlerini de kaybetmezler diğer maddelerde bu özellik çok veya hiç yoktur.Örneğin demir paslanır,meyve ,sebze ,kurutulmuş maddeler bile bir süre sonra bozulur.Altın ve gümüş kıymeti bozulmadan en küçük parçalara ayrılabildiği gibi birleştirildiklerinde de değer kaybı olmamaktadır. Fakat pırlanta ve elmasta bu böyle değildir. Altın ve gümüşün diğer bir özelliği, taşıdığı değere göre ağırlık yönünden de hafif ve taşıma kolaylığının olmasıdır. Günümüzde kullanılan kağıt paralara da benzer özellikler kazandırılmıştır. Her büyük değerli para, küçük değerli para ile değiştirdiğinde veya değerinden kaybetmez. Eskiyen ve yıpranan paralar ilgili bankalara verildiğinde derhal yenisi ile değiştirilir. Böylece bireylerin değer kaybetmesi önlenir.

3.3 Taklit Edilmeme Özelliği
Geçmişte, altın ve gümüş,madenlerin para yapımına en elverişlisi olmuştur. Sertliği,rengi,hassaslık bakımlarından tercih edilmiştir. Paraların üzerlerine yapılan baskıların taklidinin zor olması da önemlidir. Günümüz paralarında da taklit edilememe özellikleri kazandırılmak için özel kağıt, filigran ve metal şerit kullanılmaktadır.

3.4 Paranın Değerini Kurama Özelliği

Paranın bir servet saklama aracı olarak birim değerlerini koruma özelliğini taşıması beklenir. Geçmişte nadir bulunduğu için altın ve gümüş değerini uzun süre korumuş ve bu yönüyle “iyi” veya “ sağa” paralar olarak isimlendirilmişlerdir. Günümüzde altına bağlı banknot sistemi bulunmadığından kağıt para arzı hükümet politikası aracı olmuş, çoğu kez bu araç yerinde kullanılmayarak aşırı para arzı enflasyona neden olmuştur.

İKİNCİ BÖLÜM PARA POLİTİKASININ AMAÇLARI VE AMAÇLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER  Para politikasının birkaç önemli amacı vardır. Bunlar tam istihdam, fiyat istikrarı, ekonomik büyüme ve ödemeler dengesidir.

1.PARA POLİTİKASININ AMAÇLARI  1.1 Tam İstihdam Ekonomi politikasında tam istihdamın amaç olarak belirlenmesin 1929 Dünya ekonomik krizine kadar uzanmaktadır. Tam istihdam tüm üretim faktörleri için amaçlanmakla birlikte ,asıl üzerinde durulan, emek faktörünün tam istihdamıdır. Emek piyasasının istihdam durumu, ekonomideki tüm üretim faktörlerini istihdam düzeyinin değerlendirilmesi için temel koşuldur. Para politikası uygulaması açısından tam istihdam amacı, konjonktürel işsizliğin önlenmesini,yapısal,mevsimlik ve arızi işsizlik türlerinin giderilmesini ya da ortadan kaldırılmasını da içerir. Ancak tam istihdamın ölçülmesinde, arızi ve mevsimlik işsizliğin tamamen ortadan kaldırılmasının zorunlu sebebiyle kabul edilebilir, bir minimum işsizlik oranı,tam istihdam sayılmaktadır. Gelişmiş bir ekonomide ortalama %3 oranındaki işsizlik normal kabul edilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bu oranın %5 olması normal karşılanabilir. O halde bu ülkeler, ilgili oranlara ulaştıklarında,tam istihdama da ulaşmış ulaşmış sayılabilirler.

1.2 Fiyat İstikrarı
Fiyat istikrarı amacına, para değerinin korunması amacı da diyebiliriz. para değerinin istikrarından, önceki paranın iç değerleri anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi fiyatlar genel düzeyinin yıllık ortalama artış hızı enflasyon oranını verir. Ancak daha gerçekçi bir yaklaşımla, enflasyon oranının % 1-2 oranında tutulduğu bir ekonomide de fiyat istikrarının olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu orandaki artış hızı, istihdamda ve büyüyen bir ekonomide olağan karşılanabilir. Gelişmekte olan ülkelerde %5 fiyat artışı normal karşılanabilir. Enflasyon oranının normal kabul edilen bu oranların üzerine çıkması,özellikle parasal servet biriktirme işleminin sarsılmasına neden olabilir. Özellikle paradan kaçış olgusu, tasarruf oranını genellikle olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca enflasyonun geliri yeniden dağıtıcı etkisini de unutmamak gerekir. Yani enflasyon sabit gelirler aleyhine bir durum yaratır. Bunun yanında, serbest piyasa sisteminin işbirliğinin sürdürülebilmesi için fiyat mekanizmasının enflasyonun bozucu etkilerinden korunması gerekir. Bu sağlanmadığında, kaynakların etkili ve verimli bir şekilde dağılımı gerçekleştirilemez. Öte yandan genişletici para politikaları sonucu hasıl olan enflasyon ve parasal sistemim bozulması ve buna bağlı olarak alınacak yanlış kararlar ve yanlış beklentiler M.FRİEDMAN ve HAYEK ‘e göre staglasyonun en önemli sebebidir.

1.3 Ekonomik Büyüme  Ekonomi politikası araçlarından biri olan büyüme, 2. Dünya Savaşı’ ndan sonra önem kazanmıştır. Daha önceki dönemlerde büyüme, konjonktür olgusundan ayrı olarak düşünülmüyor ve kısa dönemli ekonomik dalgalanmaların hafifletilmesi daha önemli bulunuyordu.

Enflasyoncu politikalarla kısa dönemde ekonomik büyüme sağlanabilir. Ancak uzun dönemde, ekonomik büyümenin parasal gelişmelerle gerçekleştirilmesi desteklenebilir bir politika değildir. O halde para politikasının amacı, ekonomik gelişmeyi destekleyici olmalıdır. Ancak hangi büyüme oranının para politikasıyla destekleneceği konusu belirsizdir ve parasal taban politikasının en zor alanlarından birisi de bu konudur.  Büyüme amacı gelişmekte olan ülkelerde kalkınma amacıyla birlikte ele alınmaktadır. Büyüme ve kalkınma hızları aslında kişi başına reel artış oranı olarak belirlendiği için aynı ekonomik değişkenlerle ölçülür. Ancak kalkınma anlam olarak daha kapsamlıdır ve ekonomik yapı değişikliğini de içerir.

1.4 Ödemeler Bilançosu Dengesi  Ödemeler bilançosu dengesi kavramı açık bir kavram değildir. Para politikası uygulaması açısından ödemeler bilançosunun dengeli olması amacını, ödemeler bilançosunun iyileştirilmesi şeklinde anlayabiliriz. Bilindiği gibi ödemeler bilançosu, genellikle belli bir zaman döneminde (bir yıl)iç ve dış ekonomik birimler arasındaki ödemelerin rakamsal durumunu gösteren bir bilançodur. Bilançonun aktifinde ödeme girdileri, pasifinde ise diğer ülkelere yapılan ödemeler yer alır. Para politikasının ödemeler bilançosu dengesini sağlayıp sağlayamayacağı noktası önemlidir. Bu dengenin sağlanması incelenirken, kabul edilen döviz kuru sitemiyle birlikte ele alınması zorunludur. Eğer sabit döviz kuru sisteminde para politikası ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasını destekleyebiliyorsa sorun yoktur. Bu sağlanmadığında, dengeyi sağlamak için esnek döviz kuru sistemi önerilmektedir.esnek döviz kuru sisteminde yabancı paraların eğeri dalgalanmaya bırakılır.paranın fiyatındaki değişmeler ödemeler bilançosu dengesi sağlanmaya çalışılır. Ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında bir diğer yolda döviz kontrollerine gidilmesidir. Yani hükümetin getirdiği düzenlemelerle dış ödemeler sınırlı tutulmakta ve bu yolla denge oluşturulmaktadır.

  1. PARA POLİTİKASI AMAÇLARININ BİRBİRLERİYLE İLİŞKİLERİ Ekonomi politikası uygulamasında, yukarıda kısaca incelenen amaçların bazılarının birbirleriyle uzlaşmaz oldukları ya da uzlaştırılmalarında büyük güçlüklerle karşılaşıldığı gözlenir. Dolayısıyla, her farklı ekonomik durumda farklı amaç bileşimlerini gerçekleştirmeye çalışmak zorunlu olmaktadır. Aslında ideal olan yukarıda belli başlılarını saydığımız amaçların tümünü aynı anda gerçekleştirilmeleridir. Bu seçenekler ancak her ekonominin durumuna göre belirlenebilir. Amaçlar arasındaki uzlaşmazlıklar nedeniyle “sihirli dörtlü, üçlü” gibi amaç bileşimlerinden söz edilmektedir. Uygulamada iki seçenekli amaç paketi belirlemekte olasıdır.iki amacın belirlenmesi durumunda amaçlar birbirlerini ikame eden seçenekler olabileceği gibi aynı anda gerçekleştirilmesi mümkün amaçlarda olabilir.2.1 Amaçlar arasındaki Çatışmalar  Amaçlar arasında çatışma olduğu zaman bunlar arasında seçim yapmak gerekir.
  2. Tam İstihdam ve Fiyat İstikrarı
    Tam istihdam ve fiyat istikrarı, birkaç açıdan çatışma halinde olabilir. Örneğin , eğer maliyet enflasyonu söz konusu ise yani enflasyonu başlatan etmenler hem faktör sahipleri hem de satıcılarsa , böyle bir enflasyonu frenlemek için oldukça önemli noksan istihdamın ve aşırı kapasitelerin yaratılması zorunlu olabilir. Tersine istihdam oranının yüksek düzeyde gerçekleştirilmesi gerektirebilir. Philips Eğrisiyle açıklanan bu durum, para politikasının tam istihdam ve fiyat istikrarı amaçlarının aynı anda gerçekleştirilmesinin zorluğuna işaret etmektedir. İşte bu zıtlık nedeniyle öncelik fiyat istikrarına verilirse ekonomide işsizlik artmakta, istihdama öncelik verilirse bu kez de fiyatlar yükselmektedir. Kuşkusuz Philips Eğrisiyle ilgili olarak yukarıda söylenenler, sadece kısa dönem için geçerlidir. Özellikle Freidman tarafından uzun dönemde doğal işsizlik oranının enflasyon oranıyla ilişkisinin olmadığı vurgulanmaktadır. Ancak , uzun dönemde ılımlı bir enflasyonun istihdam için yararlı olacağı düşünülmektedir.
  3. Fiyat İstikrarı ve Ekonomik Büyüme
    Hızlı ekonomik büyümenin sağlanması için mutlak fiyat istikrarının zorunluluğu yönünde çok az kanıt vardır. Bir çok araştırma ılımlı bir enflasyonun ekonomik büyümeye zarar değil yarar sağladığını göstermektedir.
  4. Hızlı Ekonomik Büyüme, Tam İstihdam ve Ödemeler Bilançosu Dengesi
    Ilımlı fiyat artışları içinde sağlanan bir ekonomik büyüme ithalat talebini yükseltir. Eğer söz konusu olan ülke bir de gelişmekte olan ülke ise, ekonomik kalkınma büyük ölçüde makine,teçhizat,ham madde, yedek parça ithalatını gerektirdiğinden, ödemeler bilançosu dengesinin sağlanması petrol gibi bir yer altı veya yer üstü kaynaklarına sahip olmadıkça olanaksızdır.

2.2 Birbirlerini Tamamlayıcı Amaçlar
Bazı para politikası amaçları birbirini tamamlayabilir. Örneğin fiyat istikrarı, ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında yardımcı olabilir. Bunda bir noktanın önemle belirtilmesinde yarar vardır. Enflasyonun ödemeler bilançosunu kötüleştireceği garantidir. Ancak fiyat istikrarının mutlaka ödemeler bilançosu dengesini sağlayacağı açık değildir. Çünkü, ödemeler bilançosu dengesi yabancı ülkelerdeki enflasyon oranına yada bu ülkelerin söz konusu ülke mallarına olan taleplerindeki değişmelere de bağlıdır.

 2.3 Birbirlerini Destekleyen Amaçlar
Bazı amaçlar birbirlerini destekleyebilirler. Örneğin, nihai amaç ekonomik büyüme ve tam istihdamı içeren, milli gelirin en üst düzeye çıkarılması ise ve bunun yanında fiyat istikrarının girişimcilere güven sağlayarak ekonomik büyümeyi teşvik edeceği düşünülüyorsa, bu durumda fiyat istikrarının ekonomi büyümeye yardım edeceği düşüncesi geçerli olacaktır. Tersine, eğer enflasyonun ekonomik büyümeyi teşvik ettiğine inanılıyorsa, bu durumda fiyat istikrarının ekonomik büyüme ile ters düştüğüne inanılacaktır. Ancak bu bir inanış sorunudur. Dolayısıyla bunlar arasında bir seçim yapmaktansa ‘optimum enflasyon oranı’ gibi tek bir amaç belirlenir.

  1. PARA POLİTİKASININ STRATEJİLERİ Para politikasının yürütülmesinde biri tek aşamalı, diğeri iki aşamalı olmak üzere iki stratejiden söz edilebilir.

3.1 Tek Aşamalı Strateji
Tek aşamalı stratejide para politikası doğrudan doğruya nihai amaçlara yönelik olarak izlenmektedir. Eğer nihai amaçlı arzulanan rotadan saparsa, aletler arzulanan yönde değiştirilmektedir.  3.2 İki Aşamalı Strateji
İki aşamalı para politikası stratejisinde nihai amaca ulaşmak için ara amaçlar kullanılmaktadır. Sorun iki ayrı aşamaya bölünmektedir. Birinci aşamada merkez bankası nihai amaçlarla uyumlu ara amaç rotalarını belirlemektedir. İkinci aşamada verilen ara amaç rotası ile uyumlu olarak aletlerdeki değişme oranı belirlenmektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM PARA POLİTİKASININ ARAÇLARI
Para miktarında değişmelerin ekonomik faaliyetleri etkilemesi ve para politikası amaçlarına ulaşılması açısından genel ve özel olmak üzere iki grup para politikası aracı kullanılabilir. Günümüzde buna birde kamunun kısa vadeli borç politikasını ilave etmek mümkündür.

  1. PARA POLİTİKASININ GENEL ARAÇLARI   Uygulamada, üç önemli para politikası aracı vardır. Bunlar, açık piyasa işlemleri, iskonto mekanizması ve karşılık oranlarında ki değişmelerdir.

1.1   Açık Piyasa İşlemleri
Açık piyasa işlemleri, Merkez Bankası’ nın dolaşımdaki para miktarını azaltıp çoğaltmak için, hazine bono ve tahvilleriyle, özel sektöre ait bazı tahvil ve senetleri alıp satma işlemleridir. Piyasadan bu gibi kıymetlerin Merkez Bankası tarafından satın alınması, bu kıymetler karşılığında piyasaya satılması, dolaşımdan banknot çekilmesiyle sonuçlanacaktır. Dolaşımdaki rezerv paranın değişmesi, kaydi para hacmini de aynı yönde etkileyerek toplam para stokunun değişmesine neden olacaktır.

1.2   Reeskont Politikası
Reeskont, bankalarca iskonto edilmiş bir senedin Merkez Bankası’nca iskonto edilmesidir. Bankalar ellerindeki ticari senetleri, vadeleri dolmadan Merkez Bankası’na kırdırarak rezervlerini artırabileceklerine göre, onların bu başvurularını, reeskont oranlarında yapacağı değiştirmeler yoluyla teşvik ederek Merkez Bankası bankaların rezervlerine ve kaydi para oluşturma olanaklarını etkileyebilir.  Tarihsel olarak Merkez Banka’ larının ilk işlevi, para kıtlığından ileri gelen tehlikeli durumlarda likidite arzını gerekli düzeyde tutmaktır. Bu yönüyle Merkez Bankası, ekonomideki en son likitide kaynağıdır. Merkez Bankaları bu gücünü kullanarak banka sisteminin para oluşturma yeteneğini artırabilir yada azaltılabilir.

1.3   Zorunlu Karşılıklar Politikası
Zorunlu karşılıklar bankalar için bir çeşit genel köstektir. Yıllarca önce zorunlu karşılıklar bankalara likidite, borçlarını ödeme yeteneği ve güvenirlik sağlamak amacı ile geliştirilmiştir. Eğer bankalar mevduatlara karşı rezerv tutulursa, bu durumda bankaların likiditesinin yükseleceği ve mevduat sahiplerinin fonlarının garanti altınta olacağı yönünde bir inanç vardır. Ancak örneğin % 15 gibi bir karşılık oranı yukaradaki sonuçların sağlanması için yeterli değildir. Bu güvenirlik bir başka yolla da örneğin mevduat sigortası yoluyla da sağlanabilir.   Günümüzde bankaların ayırdıkları zorunlu karşılıkların en önde gelen işlevi, bir para arzı kontrol aracı olmasıdır. Merkez Bankası, karşılık oranlarını değiştirerek, bankaların ellerindeki aşırı rezervleri ve böylece banka sisteminin kaydi para genişlemesini etkileyebilir.

1.4   Genel Disponibilite
Ülkemizde mevduat kabul eden bankalar taahhütlerine karşı disponibol değerler yada likiditesi yüksek yada kolaylıkla paraya çevrilebilir değerler tutmak zorundadır. Disponibol değerler önceleri, bankaların kasalarındaki TL. mevcudu, bankaların Merkez Bankası’ndaki serbest mevduatlarından, Hazine Plasman Bonolarından, Devlet İç İstikraz tahvillerinden oluşurdu. 3.10.1986 da ülkemizde disponibol değerlerin kompozisyonu ile ilgili önemli değişiklikler olmuştur. Halan bankalar serbest mevduat için %2, kasa için %3, tahvil bono olarak %30 olmak üzere %35 disponiboliteyi kasalarında bulundurmak zorundadır.

  1. PARA POLİTİKASININ ÖZEL ARAÇLARI
    Seçici kontrol adı da verilen bu tür araçların başlangıç etkisi tüm ekonomi üzerinde olmaz bazı spesifik piyasalarda hissedilir.
  2. Farklılaştırılmış Reeskont Oranları: Merkez Bankaları, ticari bankaların getirecekleri senetlerin özelliklerine göre farklı reeskont oranı uygulayabilir. Böylece merkez bankası bazı sektör ve faaliyetlerin gelişmesini sınırlandırabilir veya özendirebilir. Bununla birlikte bu tür ayrıcalıklı para politikasının olumlu sonuç verebilmesi için ticari bankaların Merkez Bankası’na getirdikleri senet tutarlarının büyük rakamlara ulaşması gerekir.
  3. Ticari Banka Kredilerinin, Miktarı, Vade ve Faiz Oranları Açısından Selektif Kontrolü: Merkez Bankası, ticari bankaların çeşitli ekonomik faaliyetlerle ilgili olarak açacakları kredilere bir tavan getirebilir. Öte yandan bazı ayrıcalık getirilen üretim faaliyet ve alanları için orta ve uzun vadeli kredi olanaklarını genişletebilir ve bunlar için çeşitli faiz kolaylıklarını getirebilir. Bu tür ödemelerle para otoriteleri, bir yandan ticari banka fonlarının bazı spekülatif faaliyet ve alanlara kayışını önlerken, öte yandan fonların arzulanan sektörlere yönlenmesini de sağlar.
  4. Bankalar Ve Banka Dışı Mali Araçlar Belli Miktarlarda Devlet Tahvili, Hazine Bonosu Satın Alma Zorunluluğunun Getirilmesi: Para otoriteleri, ticari bankaları ve banka dışı mali araçları ellerindeki fonların belli bir oranıyla öngördükleri tahvil ve bonoları satın almaya zorlayabilir. Eğer piyasa faiz oranları bu gibi aktiflerin faiz oranlarından yüksekse, bu yolla normal piyasa faiz oranlarından daha düşük bir faizle bir kısım fonlar kamu sektörüne aktarılmış olur. Hükümet tahvil ve bono satarak, ticari bankalardan ucuza sağladığı bu fonları ekonomik kalkınmada öncelikli olan faaliyetlerin finansmanında kullanılabilir.
  5. Finanssal Araçların Portföylerinin Yeniden Düzenlenmesi: Merkez Bankası, ticari banka ve banka dışı mali kurumların portföylerinde bulunduracakları kıymetlerin bir kısmına el atabilir. Örneğin, bu kuruluşların satın alacakları tahvil ve hisse gibi kıymetlerin hangi faaliyet dallarına ait olacağı, bunların oranının veya tutarının ne kadar olacağını belirleyebilir. Böylece, Finanssal kuruluşların ellerinde bulunan fonların ekonomik büyümeye katkıda bulunacak sektörlere transferi sağlanabilir. Ancak böyle bir politikanın başarılı olabilmesi söz konusu ekonomide menkul kıymet çeşitlerinin ve alışverişlerinin bol olması gerekir.
  6. Tüketici Kredilerinin Kontrolü : Para otoriteleri, konut ve apartman dairesi dahil olmak üzere çeşitli dayanıklı tüketim mallarının taksitli alımlarında, müşteriler tarafından peşin olarak ödenecek minimum para miktarını, vade süresini ve bu amaçla verilen banka kredilerini değiştirerek, söz konusu mallara karşı talebi teşvik edebilir veya kısıtlayabilir.
  7. Hisse Senedi Ve Tahvil Alımına Yönelik Kredilerin Kontrolü: Hisse senedi ve tahvillerin taksitle satın alınması durumda para otoriteleri bazı senetlerin satın alımında ne kadar peşin ödeme yapılacağını belirleyebilir. Böylece kişisel tasarrufların yönelebilecekleri bazı faaliyet ve alanlar kısıtlanırken, bazıları özendirilebilir.
  8. Merkez Bankasının Moral Takviyesi Ve Doğrudan İşlemi: Merkez Bankası’nın bu politikasına “açık ağız politikası” da denir. Burada Merkez Bankası, banka ve banka dışı Finanssal aracıların genel olarak davranışlarını değiştirmesi için ikna gücünü kullanır.h.        Reklam Ve Resmi Olmayan Öğütler: Merkez Bankasının görüşlerini kamuoyu tarafından bilinmesini sağlamak için bir çok yol vardır. Merkez Bankası bunu basın yoluyla yapabileceği gibi, firmalara yapacağı öğütlerle onların bekleyişlerini değiştirerek de sağlayabilir.
  9. HAZİNENİN BORÇ YÖNETİMİ POLİTİKASI
    Bir ekonomide para politikası uygulamasında Merkez Bankasının sahip olduğu aletlere ek olarak hazinin de elinde adına borç yönetimi diyebileceğimiz potansiyel olarak önemli bir istikrar aleti vardır. Hazine her yıl çok büyük rakamlara ulaşan miktarda borçlanır yada borç ödemelerinde bulunur. Hazine ödünç almaya karar verdiği zaman uzun yada kısa vadeli tahvil, bono, senet çıkarır. Borç yönetiminin basitçe esası budur. Burada önemli olan husus borç yönetimi denilince bunun borcun kompozisyonundaki değişmeler olarak düşünülmesi yoksa toplam borç bakiyesi olarak algılanmaması gereğidir. Çünkü bütçe açık yada fazlalarına göre değişen borç politikası maliye politikası alanına girer. Burada bizi ilgilendiren husus, borcun uzun ve kısa vadeli senetler arasında yer değiştirmesi yolu ile toplam talebin etkilenmesini içeren borç yönetiminin para politikası yönüdür.

3.1 Kısa Vadeli Borçların Para ile İkamesi
Eğer halk kısa vadeli senet tutarsa, sahip olacağı portföyün likiditesinin yüksekliği kendisini harcamaya daha istekli kılabilir. Kısa vadeli kamusal senetler para benzeri olarak hizmet görebilir. Durumu Keynesgil dille açıklamak gerekirse kişilerin ihtiyat ve spekülatif güdü ile para talebini karşılamak için ellerinde para bulundurmalarına gerek yoktur. Kişisel para yerine pek kale kısa vadeli bu senetlerin işlem güdüsü ile tutulan ankeslerin yerine de kullanılabilir. O halde eğer Hazine uzun vadeli devlet tahvilleri yerine kısa vadeli tahvil ve bono çıkarırsa, ekonomide para talebi azalır. Dolayısıyla faiz oranları düşer.

3.2     Borcun vade kompozisyonunu değişmesi ve faiz oranlarının vade yapısı
Eğer Hazine uzun vadeli tahvillerin bedelini ödeyerek bunların yerine kısa vadeli tahvil, bono (senet) çıkarırsa uzun vadeli tahvillerin borç bakiyesinde, hiç olmazsa, başlangıçtaki bir azalma uzun vadeli faiz oranına düşürecektir. Öte yandan daha büyük miktar kısa vadeli senet arzı, hiç olmazsa başlangıçta kısa vadeli faiz oranlarına yükseltecektir. Burada hemen belirtelim ki bu başlangıç etkisi fazla sürmeyebilir. Bir sonraki bölümde inceleyeceğimiz faiz oranlarının vade yapısıyla ilgili teorilerden ilk ikisine göre, nispi faiz oranlarındaki böyle bir değişme sadece geçicidir ve arbitrajla elimine edilecektir.

Bölümlenmiş piyasalar teorisi olarak bilinen üçüncü bir teoriye göre ise borç kompozisyonundaki değişmelerin nispi faiz oranları üzerinde sürekli bir etkisi olacaktır. Eğer bölümlenmiş piyasalar teorisi doğruysa borç bakiyesinin kompozisyonu yatırım hacmini etkileyebilir. Tümü değilse de bir çok ekonomiste göre yatırım kararları üzerinde uzun vadeli faiz oranlarının kısa vadeli faiz oranlarından daha fazla etkisi olacaktır. O halde hazine uzun vadeli tahvilleri ödediğinden ve kısa vadeli senet çıkardığından, uzun vadeli faiz oranındaki düşüşün etkisi kısa vadeli faiz oranlarındaki yükselmeyi etkilemeyecektir ve yatırımlar artacaktır. Tersine, eğer hazine toplam talebin kısıtlamak isterse, kısa vadeli senetleri ve bunların yerine uzun vadeli tahvil çıkaracaktır. Burada toplam talebi etkileyebilmek için kullanılan yöntem Merkez Bankası’nca kullanılan aletlere yapılan bir ilavedir. 3.3     Faiz Oranlarının Vade Yapısıyla İlgili Sorunları

a.Faiz oranlarının vade yapısıyla ilgili birinci sorun borç kompozisyonundaki değişmenin faiz oranlarıyla ilgili sürekli etkisinin olup olmayacağıdır. Benzer şekilde uzun vadeli tahvil yerine kısa vadeli senet çıkarımının harcamalar üzerindeki etkisinin yönü üzerinde çok az tartışma olmasına karşın bu etkini boyutunun anlamlı olup olmadığı üzerindeki tartışmalar önemlidir. b. Ekonominin genişleme safhasında faiz oranı yüksekken uzun vadeli tahvil satışı, ekonominin gerileme safhasında da faiz oranları düşükken kısa vadeli senet satışı borç yapısı içinde yüksek faizli senetlerin kilitlenmesine ve böylece Hazine’nin faiz maliyetinin yükselmesine neden olabilir. Bu durumda hazine yöneticileri kendi faiz oranlarının yükselmesine neden olan bir politikayı izlemek için pek arzulu olmayacaklardır.

c.Eğer ekonominin gerileme döneminde hazine kısa vadeli senet satarsa, halkın bu kısa vadeli senetleri düşük arkadan gelen genişleme döneminde izlenecek kısıtlatıcı para politikasıyla karışabilir. Ellerinde bu kısa vadeli senetleri tutanlar bunları elleriyle aylık ankes bulunanlara satabilirler ve artan harcamalar için gerekli parayı çekerler. Üstelik zamanında izlenen konjonktür politikası gereği kısa vadeli senet borcuna sahip olunması bir başka yoldan para politikasına engel oluşturacaktır. Kısa vadeli borç Hazine’nin sık sık yeniden finansmanını gerektirir ve bu durum para politikasıyla karışır. Yeniden finansman döneminde Merkez Bankası parayı daraltmak konusunda gönülsüzdür ve Hazine’nin finansmanına tahvil piyasasını canlı tutarak yardım etmeye çalışır.

3.4 Borç Yönetimi Politikasının Alternatifleri
a.Borç yönetimi politikasının çalkantılarını sınırlamak için alternatif bir politikada konvansiyonel para politikası oluşturmaktır. Borçları daha uzun vadeli tahvillere yerleştirerek, ekonominin genişleme safhasında borcun çeşitli malikler arasında kayması sınırlandırılabilir. Bu şekildeki borç yönetimi konvansiyonel para politikasını ne destekler ne de köstekler. Ancak böyle bir politika borcun vadesini uzattığından ve maliyetini yükselttiğinden hazinenin gözünde popüler değildir. Üstelik, eğer bölünmemiş piyasalar teorisi doğruysa böyle bir politika uzun vadeli faiz oranına göre kısa vadeli faiz oranını düşürecektir. Özellikle yabancı yatırımlar uzun vadeli faiz oranını göre kısa vadeli faiz oranına bağlı olduğu için kısa vadeli faiz oranına düşürücü bir politika, yabancı yatırımları azaltacak ve ülkenin dış ülkelerdeki yatırımlarını artıracaktır. Bu durum ülkenin ödemeler bilançosu açığını artırıcı yönde etki yapacaktır. Burada yeniden vurgulamak gerekirse, bu sorun sadece ve sadece bölünmemiş piyasa teorisinin doğruluğuna bağlıdır. b. Kamusal borç yönetimi politikasının bir büyük alternatifi de istikrar sorunuyla bağlantısını kesmek ve borcun faiz maliyeti küçültmektir. Bunun anlamı borçların önemli bir bölümünü kısa vadeli bir hale dönüştürmek demektir.(Bu zorunlu bir durum değildir.) bu durunda ekonominin istikrarı konvansiyonel para ve maliye politikasıyla sağlanacaktır.

4.TAHVİLLERLE FİNANSE EDİLEN BÜTÇE AÇIKLARI VE DIŞLAMA ETKİSİ             Bütçe açıkları, Hazine bonoları ve devlet tahvilleriyle finanse edilmesi durumunda tahvil satışları kadar özel sektör harcamalarında bir azalış olacaktır. Böylece özel sektör ekonomiden dışlanmış olacaktır.

Monetarist iktisatçılar dışlama etkisini o kadar ileriye götürmektedirler ki, Devlet tahvili aracılığıyla finanse edilen bütçe açıklarının sonucu olarak GSMH’nın fazlaca değişmeyeceğini ileri sürmektedirler. Buna karşın Keynesgil iktisatçılar dışlama etkisinin sanıldığı kadar büyük olmayacağını ileri sürmektedirler. Onlara göre özellikle alt yapı yatırımları göz önüne alınırsa kamu ve özel sektör yatırımları tamamlayıcı olabilir.             Öte yandan ekonomi tam istihdamdayken kamu harcamalarındaki artış fiyatlar genel düzeyini yükseltecektir. Bunun sonucu olarak ekonomide reel ankes miktarı düşecek, dolayısıyla faiz oranı yükselecektir. Faiz oranındaki bu yükselme özel sektör yatırımlarını azaltacaktır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM  PARA POLİTİKASININ GÜCÜ MONETARİST-KEYNESGİL TARTIŞMASI 1.MONETARİST VE KEYNESGİL PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİNİN TEMELLERİ Para politikasının gücü, yani para politikasının milli geliri etkileme kabiliyeti, iktisat kuramının en önemli sorunlarından biridir. 1929 ekonomik krizine kadar iktisatçılar para politikasına büyük önem veriyorlardı. 1930’lu yıllarda iktisadi düşüncede büyük bir gelişme oldu ve para politikasının zayıflığına inanılmaya başlandı. Artık maliye politikasına para politikasından daha üstün bir politika aracı olarak bakılmaya başlandı. Keynesgil ekonomi olarak adlandırılan yeni yaklaşım, uzun zaman ekonomik davranışların açıklanmasında, enflasyon ve işsizliğin önlenmesinde başarılı yönetimiyle önemini korumuştur. Ancak 1960’lı yılların sonlarına doğru, geleneksel maliye ve para politikaları aracılığıyla ekonomik faaliyetlerin kontrolü giderek zorlaşmaya başlamıştır. İşte bu tarihlerde, bu kez Milton Friedman’ın öncülük ettiği Monetarist (paracı) görüş, Keynesgil görüşe alternatif olarak çıkmıştır. Monetarizmin temel aldığı unsuru 1960’lı yılların sonlarında toplanan bir konferansta, ünlü bir Keynesgil iktisatçı olan Robert Solow genel olarak şöyle açıklamaktadır: ‘ Benimle, Milton Friedman arasındaki diğer fark şudur:M.Friedman’a her şey para arzını hatırlatmaktadır. Bana da her şey seksi hatırlatmaktadır, fakat ben bunu yazılarımın başında tutarım.’

1-Monetarist Görüşün Temelleri
Günümüzde bir çok iktisatçı parasal güçleri, enflasyon ve işsizliği etkileyen en önemli neden sayan temel Monetarist görüşü kabul etmektedir. Ancak bu iktisatçılar, iktisadi davranışlarla ilgili diğer bir çok konularda birbirinden ayrılmaktadır. Bu nedenle de iktisat kuramında herkesçe kabul edilmiş tek bir monetarist makro ekonomik model yoktur. Ancak monetarist iktisatçıların çoğunluğu, aşağıda incelenen konularda M.Friedman ve E.Phelps gibi iktisatçıların görüşlerini izlemektedir. Bu iktisatçılar ekonomideki tüm piyasaları rekabetçi olarak görür. Kuşkusuz bu iktisatçılar, tam rekabetin ekonominin her yanında mevcut olmadığını kabul ederler. Ancak rekabet güçlerinin kuvvetli olduğuna inanırlar. Öyle ki tam rekabet temeline oturtulan bir modelin, Neo Keynesgil’ lerin ileri sürdükleri, oligopol kuramına dayalı modele göre ekonomideki reel davranışları açıklamada daha geçerli olduğuna inanırlar. Bu modele göre, tüm piyasalar sanki iyi kötü tam rekabet koşullarında çalışmaktadır. Bu piyasalarda özellikle fiyatlar ve ücretler esnektir. Bu büyüklükler dengeyi oluşturmak için her zaman azalıp artabilirler.

Monetaristler, ekonominin tam istihdam dengesinden ayrılmasının nedeninin halkın yaptığı hatalardan ileri geldiğini savunurlar. Bu nasıl oluşur? Önce ekonomi de piyasanın dengede tam istihdamda, fiyatların istikrarlı olduğunu ve beklenen enflasyonun sıfır olduğunu varsayalım. Hükümet para arzını sabit bir oranda, diyelim ki bir yılda % 5 arttırsın. Böylece halkın elindeki nakit ankesler istemedikleri halde artacaktır. Halk ellerindeki bu fazla nakitleri harcamanın yolunu araştıracaktır. Konuyu basite indirgemek için bu durumun halkı, tüm mal ve hizmetlere olan talebini artırmaya yönelttiğini varsayalım. Bu durunda her malın talep eğrisi sağa kayacak ve rekabetçi olarak belirlenen fiyatlar yükselecektir. Üreticiler sattıkları malların satış fiyatlarının yükseldiğini görerek ve kendi nispi fiyatlarının arttığını sanacak ve hataya düşeceklerdir.(çünkü enflasyon oranının sıfır olacağını beklemektedirler). Dolayısıyla firmalar daha fazla üreteceklerdir. İşçilerde reel ücretleri artmışçasına daha fazla çalışacaklardır. Çünkü gerek firmalar, gerekse işçiler piyasaya arz ettikleri şeyin nispi fiyatının artmış olacağını düşüneceklerdir. Böylece toplam istihdam yükselecektir. Er veya geç her iki grup, tüm fiyatların yükseldiğini ve kendi nispi fiyatlarının aslında değişmediğini sonunda fark edeceklerdir. Nispi fiyatlar davranışları belirlediği ve nispi fiyatlar değişmediği için üretim ve istihdam başlangıçtaki düzeye geri dönecektir. Aşırı üretim ve istihdam yalnızca halk aldandığında meydana gelecektir.

halk tüm fiyatların % 5 oranında yükseldiğini fark ettiği zaman, başlangıç davranışlarına geri döneceklerdir. Bu durumda tek farklı şey, cari ve beklenen enflasyonunun %5 olmasıdır. Şimdi hükümetin daha fazla üretim ve istihdam sağlamaya devam etmek istediğini varsayalım. Bu ancak, halkın aldanması durumunda mümkün olacaktır. Bunu sağlamak için hükümet, para arzının artış oranını iki katına çıkaracaktır. Bunun sonucu olarak,talep artacak ve fiyatlar %10 artmaya başlayacaktır. Halk enflasyon oranının %5 olacağını beklediği sürece, yaptığı önceki hatayı tekrarlayacaktır. Dolayısıyla işçiler daha sıkı çalışacaklar ve firmalar daha fazla üreteceklerdir. Dolayısıyla daha fazla üretim ve istihdam sağlanmış olacaktır. Ancak bunun tek nedeni, halkın yeniden aldatılmış olmasıdır. Ama er veya geç halk tüm fiyatların %10 arttığını görecek ve kendi nispi fiyatlarının hiçbir şekilde değişmediğini anlayacak ve davranışı başlangıçtaki durumuna geri dönecektir. Böylece bir kez daha, fazla üretim ve istihdam ortadan kalkmış olacaktır. Yeniden daha yüksek üretim ve istihdam sağlamak için, hükümet parasal genişlemeyi %15’e çıkarmak zorunda kalacaktır.

Eğer hükümet daha yüksek üretim pozisyonunu muhafazaya çalışırsa, para arzını hızlanan cari enflasyondan daha hızlı arttırmak zorunda kalacaktır. Eğer böyle yapılmazsa, halk nispi fiyatların değişmediğini hemen fark edecek ve davranışlarını başlangıçtaki duruma geri döndürecektir. Şimdi yeniden parasal gelişmenin olmadığı, fiyatların istikrarlı olduğu başlangıç denge düzeyine geri dönelim. Bu kez de para arzının sabit bir oranda kısıldığını, böylece talebin düştüğünü varsayalım. Firmalar ve işçiler yanlış bir şekilde kendi nispi fiyatlarının düştüğünü varsayalım. Firmalar gönüllü olarak daha az üretirlerken, işçiler de gönüllü olarak daha az çalışırlar. Böylece üretim düşer ve bir deflasyon ortaya çıkar. Halk, er veya geç tüm fiyatların düştüğünü ve yanılmış olduğunu anlayacaktır. Yani aslında nispi fiyatların değişmediğini görecektir. Böylece üretim ve istihdam, başlangıç düzeyine geri dönecektir. Ancak şimdi cari ve beklenen deflasyon oranı %5’ dir. Üretim ve istihdamdaki azalmanın sürdürülmesi için parasal daralma oranının şimdi %10’a çıkarılması gerekir. Bu durumda bir kez halk aldanacaktır. Dolayısıyla işçiler daha az çalışacak ve firmalar daha az üreteceklerdir. Ancak halk er veya geç gerçeğin farkına varacak ve davranışlarını değiştirerek başlangıçtaki duruma geri dönecektir. Ancak şimdi cari ve beklenen deflasyon oranı %10 dur. Yukarıdaki açıklamalardan şu sonuç çıkmaktadır.

Enflasyonla milli gelir arasındaki uzun dönemde seçim yapılmaz. Geliri tam istihdam düzeyinin üstünde tutma yönünde bir para politikası uygulaması, sabit bir enflasyon oranını gerçekleştirecektir. Ayrıca bu, sürekli olarak hızlanan bir enflasyon olacaktır. Bir çok iktisatçı, eğer gelir sürekli olarak tam istihdam milli gelir düzeyinin altında tutulursa, enflasyon un hızlanma eğilimine gireceği görüşüyle ilgili bir yorumu kabul etmektedir. Ancak bir çok Neo-Keynesgil iktisatçı, milli gelir denge düzeyinin üstüne çıkma koşulunun işçi ve firmaların hatalarından kaynaklandığını kabul etmemektedir. Modelin diğer yönü daha çok tartışma konusudur. Rekabetçi modelde, fiyatların aşağıya doğru esnekliği varsayılmaktadır. Milli gelir, tam istihdam düzeyinin altında olduğu sürece, fiyatlar genel düzeyi giderek hızlanan bir şekilde düşecektir.

Neo- Keynesgil’lere göre, fiyatlar genel düzeyinin düşme yönünde esnek olmasının gözlenmesi, bu görüşü çürütmektedir. Ayrıca Neo-Keynesgil’ler , GSMH’nın tam istihdam düzeyinin altında olmasının temel nedenini, fiyat sisteminin verdiği sinyalleri yanlış algılama sonucu, istihdam ve üretimin gönüllü olarak azaltılmasında aramayı da kabul etmemektedirler. İleride daha geniş olarak inceleneceği üzere son yıllarda kendilerine yeni klasik denilen Lucas, Wallace, Sargenat, Barro gibi iktisatçılar monetarizmin içinde, rasyonel bekleyişiler adlı bir teori geliştirilmiştir. Bu teoriye göre halk, çabuk bir şekilde hatasını öğrenir. Bu görüşe göre, rassal hatalar yapsa bile, halk sistematik ve sürekli hatalar yapmaz.

 1.2 Keynesgil Görüşün Temelleri
Neo-Keynesgil yaklaşım, ekonominin oligopolistik yapısını ön planda tutmaktadır. Bu piyasada büyük firmalar fiyatları saptarlar. Tam rekabetçi piyasalarda olduğu gibi fiyatlar, firmalar için veri değildir. Bu firmalar maliyetlerine oranla sabit bir kar haddi uygulayarak satış fiyatlarını belirler. Öte yandan toplam talepteki konjonktürel dalgalanmalar, her firmanın ürünü için konjonktürel talep dalgalanmalarına neden olur. Bu durum, firmaların fiyatlarında değil üretim ve istihdam hacminde konjonktürel değişmelere neden olur. Keynesgil modelde aynı durum, emek piyasası için de geçerlidir. Ücretler fiyat düzeyine ve prodüktiviteye göre saptanır. Ancak ücretler, talepteki kısa vadeli dalgalanmalara daha duyarsızdır. Eğer ücret oranları emek piyasasını şeffaflaştırmak için dalgalanıyorsa, ücretler konjonktür boyunca dalgalanacaktır.

Bu durumda tüm işçilerde konjonktürel dalgalanmalara bağlı belirsizliklerden etkilenecektir. Buna karşılık, eğer ücretler uzun dönem düşünceleriyle saptanmışsa, emek piyasasını şeffaflaştırmak için dalgalanmıyorsa, talepteki konjonktürel dalgalanmalar istihdamın dalgalanmasına sebep olacaktır. Özellikle gelişmiş sanayi ülkelerinde kıdem esası, yani işçi çıkarmak gerektiğinde en kıdemsiz işçilerden başlanma prensibi geçerlidir. İşten çıkarma kıdeme göre olduğundan, istihdamdaki dalgalanmalar en azından kıdemli %10 veya %20 işçiyle sınırlı olacaktır. Dolayısıyla işçilerin çoğunluğunda, talepteki dalgalanmalar karşısındaki işi kaybetme konusundaki belirsizlik çok azdır. Tüm belirsizlik diğer işçilere göre azınlıkta kalan kıdemsizler içindir. Böylece işçilerin çoğunluğu tarafından, konjonktür boyunca değişmeyecek sabit ücretlere katlanılacaktır. Oysa Monetarist görüşe göre, ücretler değişmekte ve bunun sonucu istihdam düzeyi aynı kalmaktaydı.

O halde Keynesgil model, uzun süren enflasyonist ve denflasyonist açıkların oluşmasına neden olan sistematik rahatsızlıklara yer vermektedir. Bundan dolayı GSMH dahil, büyük ve sürekli dengesizlikleri dengeleyici bir istikrar programına ihtiyaç vardır. Bu politikalar maliye ve para politikası araçlarıyla toplam talebi değiştirmeyi amaçlamaktadır.  2. PARA NE KADAR ÖNEMLİDİR?  2.1 Monetaristlerin Görüşü Modern miktar kuramcıları olarak adlandırılan Monetaristlerin görüşlerinin temel çizgileri, 16- yüzyıla, Jean Boden’e kadar uzanmaktadır. Daha sonra John Locke, David Hume, David Ricardo, John Stuart Mill, Irving Fisher’in katkılarıyla günümüzde de Milton Friedman tarafından şekillendirilmiştir. Bilindiği gibi miktar kuramcıları öncelikle para miktarıyla fiyatlar arasındaki ilişkiyle ilgilenmişler ve pa­ra arzını, fiyatlar genel düzeyinin temel belirleyicisi olarak görmüşlerdir. Günümüz­de modern miktar kuramcıları (Monetaristler), paranın fiyatlar genel düzeyini belir­lemenin ötesinde, daha geniş işlevinin olacağını görmüşlerdir. Monetaristler, para­nın kısa dönemde, ekonomik faaliyetleri de etkileyeceğini kabul etmektedirler.

 2.2 Keynesgillerin Paranın Dolaşım Hızının İstikrarsızlığı Görüşü
Keynesgil iktisatçılara göre, paranın GSMH’yı etkileme yolu oldukça farklıdır, dolaylıdır ve güvenilir değildir. Çünkü paranın dolaşım hızı hem kısa dönemde hem de uzun dönemde çok istikrarlı değildir. Şimdi bunun nedenini inceleyelim. Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemleriyle tahvil satın alarak para arzım arttırdığı­nı varsayalım.

Bunun sonucu olarak halkın elindeki likiditenin arttığını ve halkın da bu likiditeyi yanında tutmak istediğini varsayalım. Bu durumda tüm parasal süreç da­ha başlamadan sona erecektir. Halk ek parayı alacak ve iddihar edecektir. Böylece para arzı arttırılmasına rağmen GSMH değişmemektedir. Para­nın dolaşım hızı düşmüştür. Bu durum bilinen ünlü likidite tuzağıdır. Öte yandan para arzında bir artış olduğunu ve aynı anda da para talebinde de bir artışın olduğunu varsayalım. Bu durumda gelir akımı doğmadan sistem kısa dev­re yapacaktır.

Şimdi bunu şekil (1) yardımıyla açıklayalım. Şekilde para arzı art­makta aynı anda da para talebi fonksiyonu sağa kaymaktadır. Bunun sonucu olarak denge faiz oranı değişmemektedir. (Monetarist bir iktisatçı, faiz oranının bir fonksi­yonu olsa bile, para talebinin çok istikrarlı olacağını, dolayısıyla bütün kaymaların nadiren meydana geleceğini ileri sürecektir.  Şimdi de olaya Monetaristlerin düşündüğü gibi bakalım. Halkın ek nakit an­kesleri ellerinde tutmak istemediğini varsayalım. Halk ellerindeki parayı fazla bularak bunları harcamaya başlasın. Monetarist bakış açısından halk harcamasını muhte­melen reel aktiflere, reel mal ve hizmetlere yöneltecektir.

Dolayısıyla doğrudan doğ­ruya GSMH’yı yükselecektir. Buna karşılık olaya Keynesgil açıdan bakarsak, halk elindeki parasını reel aktiflere değil, pay senedi, tahvil gibi Finanssal aktiflere yatıracak­tır. İşte bu nedenle şekil (1)yatay eksende para düşey eksende faiz yer almak dır. Monetaristler para talebinin işlem güdüsünü ön planda tutarken, Keynesgil spekülasyon güdüsünü ön planda tutarlar. Keynesgil dünyada, halk Finanssal aktif talebini arttırdığı zaman, tahvil fiyatı yükselir ve faiz oranları düşer. Daha henüz GSMH etkilenmemiştir. Faiz oranları da bu düşüş, bazı firmaları veya tüketicileri ödünç almaya teşvik edebilir. Böylece nihayet GSMH etkilenmiş olur.

Temel Keynesgil görüşü özetlersek, eğer para arzındaki değişmeler önce faiz oranlarını değiştirirse ve eğer firmaların ya da tüketicilerin harcamaları faizdeki değişmelere duyarlıysa, GSMH para arzındaki değişmelerden etkilenir. İlişki böyle dolaylı olunca, pek çok şey sonucu etkileyebilir.  Faiz oranının, ödünç alma ye yatırın harcaması üzerindeki etkisine ek olarak Keynesgillerce tartışılan para politikasının iki ek unsuru daha vardır. Bunlardan birincisine göre, para arzı arttığında ya da azaldığında, ödünç verenler muhtemelen daha fazla veya az krediyi elverişli kılabilir.

 “Kredi Varlığı” adı altında bu konu ileri de geniş olarak incelenecektir. Ayrıca, para politikası dorudan doğruya serveti değiştirmezken, faiz oranları ve tahvil fiyatları üzerindeki etkiyle bir servet etkisi yaratabilir. Daha düşük faiz oranları daha yüksek tahvil fiyatları, daha yüksek faiz oranları daha düşük tahvil fiyatları demektir. Bu sırada ortaya çıkan sermaye kaybını hissetmek mümkündür. Ancak sermaye kazancı çoğu kez kağıt üzerinde kalabilir.

Kişini portföyündeki pay senedi ve tahvillerin değerlerindeki değişmeler onun reel mal harcamalarını (konut gibi) ve hatta reel eğlence masraflarını etkiler.

Modern Keynesgiller için dolaylı servet etkisi, para politikasıyla GSMH arasında bir diğer bağlantı sağlar.  Para politikasına bir eski Keynesgil itiraz da, bugün pek işitilmese de, vurgu­lanmaya değer görünmektedir. Bu itiraz para politikasının, özellikle enflasyonla mü­cadele için kullanıldığında tehlikeli bir araç olduğudur. Çünkü Keynesgillere göre, para politikasının ılımlı olarak yürütülmesine olanak yoktur. Eğer para politikası et­kiliyse muhtemelen çok etkin olacaktır. Dolayısıyla bir Finanssal krize sebep olabilir. Aşırı parasal kısıtlama, ödünç verenler ve alanlar açısından risk düzeyini arttırarak, Finanssal sistemden kopmaları ve ayrılmaları hızlandırarak, sermaye piyasalarının et­kinliğini azaltarak bir ekonomik resesyona neden olabilir.

Özellikle Alvin Hansen, Warren Smith gibi ünlü Keynesgil iktisatçıların yukarıdaki yaklaşıma benzer öngörü­leri, izlenen sıkı para politikalarının sonucunda gerçekleşmemiştir.Keynesgil iktisatçıların para politikasına karşı bir diğer itirazı da, bu uygula­manın ekonomideki sektörleri aynı oranda etkilemediği ve üretim yapısında bozul­malara yol açtığı şeklindedir. Özellikle sıkı para politikası izlendiğinde, faiz oranları­nın yükselmesi en başta inşaat sektörü olmak üzere bazı sektörleri daha fazla etki­ler. Öte yandan ödünç para bulmanın güç ve pahalı olduğu bu dönemlerde özellikle küçük işletmeler büyüklerden daha fazla etkilenir. Öte yandan parasal genişlemeye gidildiğinde de, başta spekülatif inşaat ve buna benzer faaliyetler öne geçerler.

  1. KEYNESGİL VE MONETARİST GÖRÜŞE GÖRE PARA, FAİZ VE YATIRIM İLİŞKİSİ VE DIŞLAMA (CROWDING OUT) ETKİSİ 3.1 Para Politikasının Etkinliği Genel olarak, gerek Keynesgil iktisatçılar gerekse Monetarist iktisatçılar ge­nişletici para politikasının başlangıçta faiz oranlarını düşürdüğünü kabul etmektedir­ler. Şimdi bundan sonra ne olacağı konusunda, Keynesgil ve Monetarist bakış açıla­rını inceleyelim.Monetaristler milli gelirin, para politikasından güçlü bir şekilde maliye politi­kasından da zayıf bir şekilde etkilendiğine inanırlar. Keynesgiller ise maliye politika­sının para politikasından daha güçlü olduğuna inanırlar. Bunun niçin böyle olduğu­nu şekil (2)  deki eğrilerin eğimlerine bakarak ortaya koyabiliriz. Monetaristler ve Keynesgiller para talebi ve yatırım fonksiyonunun marjinal etkinliği konularında farklı düşünmektedirler. Monetaristler, faiz oranlarındaki de­ğişmelere para talebinin fazla cevap vermeyeceğini, buna karşılık yatırım harcaması­nın faiz oranındaki değişmelere çok duyarlı olduğunu söylerler.. Buna karşılık Neo-Keynesgiller, para talebinin faiz oranındaki değişmelere çok duyarlı olduğunu, buna karşılık yatırım harcanmasının faize duyarsız olduğunu savunurlar. Şekil (2)de görüldüğü gibi Monetarist varsayımlar, para politikasını çok et­kin yapmaktadır. Buna karşılık Neo-Keynesgil varsayımlar, para politikasını nispe­ten etkisiz kılmaktadır. Ekonomi başlangıçta r1 faiz oranı ve I1 yatırım düzeyinde dengede olsun. Merkez Bankası para arzını M1’den M2’ye kaydırsın,faiz oram r2’ye düşecektir. Bunun sonucu olarak yatırım harcamaları I1’ den I2’ye yükselecektir. 1.Monetarist görüşe göre büyüktür. Dolayısıyla para politikası etkindir.2.Neo-Keynesgil görüşe göre ise, Al küçüktür. Dolayısıyla para politikası et­kin değildir. Şimdi para arzındaki değişmelerin etkisinin her iki görüşe göre nasıl geliştiği­ni şekil (2)’ yi izleyerek biraz daha yakından inceleyelim.1.Birinci ilişki para talebidir. Monetaristlerin, para talebinin faiz oranlarına karşı duyarsız olduğuna inandıklarını daha önce belirtmiştik. Keynesgiller para tale­binin faiz oranına karşı duyarlı olduğuna inanırlar. Çünkü parayla faiz geliri getiren kısa vadeli aktifler kolayca ikame edilebilir. Genişletici bir para politikası, aşırı para arzı yaratır. Firmalar ve bireyler, elle­rindeki aşırı parayla tahvil satın almak isterler. Bu durum faiz oranlarını düşürür. Faiz oranlan herkesin artan para arzını elde tutmaya hazır olabilecekleri düzeye ka­dar düşer. Eğer Monetaristler haklıysa faiz oranlarındaki düşüşün büyük, eğer Key­nesgiller haklıysa faiz oranındaki düşüşün küçük olması gerekecektir. Tersine daraltıcı bir para politikası, para arzını daraltarak aşırı bir para talebi yaratacaktır. Firmalar ve bireyler, tahvil satarak para ankeslerini istedikleri düzeye getirmeye çalışacaklardır. Bu sırada faiz oranı, herkesin azalan parayla yetinebilece­ği düzeye kadar yükselecektir. Eğer Monetaristler haklıysa, faiz oranlarındaki yükse­liş büyük, eğer Keynesgiller haklıysa faiz oranlarındaki yükseliş küçük ola­caktır. 2.İkinci ilişki, yatırım fonksiyonunun marjinal etkinliğidir. Faiz oranlarındaki bir yükselme yatırım harcamalarını azaltacak, faiz oranlarındaki bir düşüş ise yatı­rım harcamalarını arttıracaktır. Monetaristler, yatırım harcamasının faiz oranlarına çok duyarlı olduğuna inanır.

 Oysa Keynesgiller, yatırımların öncelikle satışlardan, karlardan ve bekleyişlerden etkilendiğini ve faiz oranındaki değişmeler hiç olmazsa kısa dönemde, önemli ölçüde cevap vermeyeceğine inanır. Özetlersek, Monetaristlere göre para arzındaki değişmeler, faiz oranlarında büyük değişmelere neden olur. Bu değişme bu kez harcamalarda önemli değişmelerle sonuçlanır. Keynesgillere göre para arzındaki değişmeler, faiz oranlarında küçük değişmelere neden olur. Bunun harcamalar üzerindeki etkisi küçük ve önemsizdir. 3.2 Maliye Politikasının Etkinliği Şimdi de devlet harcamalarında bir artış olduğunu düşünelim. Bu, önce geliri arttırır. Bunun sonucu sermayenin marjinal verimliliği eğrisi (MEI) sağa kayar (MEI1’den MEI2 ’ye). Bu ise toplam yatırımların artmasına neden olur (I1’den I3’e). Ancak gelir artışının sonucu olarak işlem güdüsüyle para talebi artar. Bu ise aşırı pa­ra talebi yaratır. Başlangıçta ekonomideki denge faiz oranı r1 ve yatırım harcamaları da I1 olsun. Daha sonra genişletici bir maliye politikasının, toplam talebi arttırdığını varsayalım. Harcamalar arttığında, işlem güdüsüyle para talebi de yükselir.

Bu ise Md1’iMd2 ’ye kaydırır ve faiz oranının r2  ye yükselmesine neden olur. Faiz oranında­ki yükselme, yatırım harcamalarında 13’den I2 ye gerilemeye neden olur. Burada ar­tan kamu yatırımları nedeniyle, özel yatırım harcamaları dışlanmaktadır. Bir diğer deyişle dışlama etkisi (crowding out) söz konusudur. Böylece özel sektör yatırımla­rındaki azalmanın bir kısmı devlet harcamalarındaki artışla dengelenmektedir.

  1. Monetarist dünyada dışlama etkisi büyük, bu nedenle Al küçüktür. Dolayı­sıyla Maliye politikası etkisizdir.

Yani Monetaristlere göre hükümet harcamalarında­ki değişme, faiz oranlarında büyük değişmelere, bu ise özel yatırım harcamalarında önemli dengeleyici düşmelere neden olacaktır. Böylece toplam talep üzerindeki net etki çok az olacaktır.  2.      Neo-Keynesgil dünyada dışlama etkisi küçük, dolayısıyla Al büyüktür. Do­layısıyla maliye politikası etkisizdir. Bir başka deyişle Neo-Keynesgillere göre devlet harcamalarındaki değişmeler, faiz oranlarında küçük değişmelere neden olur. Dola­yısıyla yatırım harcamalarındaki dengeleyici değişmeler küçük ya da önemsizdir.

BEŞİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’ DE PARA POLİTİKASI 1.Dünden Bugüne Para Politikaları Türkiye’de gerçek anlamda para politikalarının uygulanmaya başlaması 1980’li yılların sonlarına doğru olmuştur. O döneme kadar para politikaları, kamu parasal yetkililerinin el­lerindeki parasal aygıtların bugün ulaştığı çağdaş konumdan yoksun olması nedeniyle, yal­nızca geleneksel bazı yöntemlerle uygulanmıştır; ya da parasal gelişmeler sadece başka po­litikaların sonucu olarak gerçekleşmiştir. Ekonomik istikrarın başlı başına parasal politika­lara dayandırılması, ticari serbestleşme dönemi denilebilecek 1980 sonrası dönemden son­ra 1988 yılı itibariyle başlatılan mali serbestleşme döneminin hemen ardından gelmiştir. Ülkemizde Cumhuriyet’ in kuruluşunun ilk yirmi beş yılında, sadece mali aracılık alanında ulusal kamu bankaları ile Merkez Bankası gibi bazı kamu otoriteleri kurulmuştur. Bu dö­nem, önce ekonomi politikalarının uygulanabilmesi, daha sonra da ekonomik kalkınma ve sanayileşmenin devlet teşvikleriyle gerçekleştirilebilmesi amaçlarıyla atılmış birçok adımı içermektedir. Daha sonra toplumda tasarruf eğilimleri desteklenmiş, özel sermaye birikim­lerinin yatırımlara dönüşebilmesi için özel mali aracılık kurumları (örneğin özel bankalar) teşvik edilmiştir. Yine aynı dönemde ülkenin tümüne yayılan bir parasallaşma (monetizas­yon) süreci de başlatılmıştır.

Öte yandan, kamu altyapı yatırımlarının hızla artırıldığı ve ta­rımsal kesimin yüksek desteklerle korunduğu bu dönemdeki genişlemeci yaklaşım, para politikalarındaki gevşek tutumla sağlanmıştır. Planlı dönemin para politikaları daha önceki dönemlere göre temel farklılıklar taşımamış­tır. Ekonomik konjonktürün ve sanayileşmenin hızlanması nedeniyle gevşek para politika­ları ilk önceleri enflasyon üzerinde önemli bir etki yapmamasına rağmen, özellikle dışar­dan kaynaklanan bir maliyet enflasyonuyla karşılaşılınca kısa zamanda bir krizin eşiğine ge­linmiştir. Daha sonra bu kriz, artan enflasyon karşısında temel parasal parametreler olan döviz kuru ve faiz oranlarının serbestçe yukarıya doğru ayarlanamadığı bir yapının sonu­cu olarak da derinleşmiştir. Ekonomi politikalarında kökten bir yaklaşım ve yapı değişikliği anlamına gelen 24 Ocak Kararları temel parasal parametrelerin, yani faiz ve döviz kurunun serbestleşerek yükselme­sine ve bazı makroekonomik dengelerin sağlanmasına elvermiştir. Bu değişmeler kısa va­dede, özellikle dış dengenin yeniden kurulabilmesini sağlamıştır. 1980’li yıllar para piya­salarında serbestleşme girişimlerinin birkaç kez denendiği, daha açık bir ifadeyle para po­litikalarının uygulanması veya çeşitli parasal araçların geliştirilerek para politikalarının da­ha etkin olabilmesi için önlemlerin devreye sokulduğu bir dönemdir. Bununla beraber, döviz rejimindeki sınırlamaların kalkmasıyla dış ticaretin serbestleşmesinin ardından, faiz rejiminde sürdürülen serbestleşme, para politikalarının fiyat istikrarını sağlamada etkin bir politika demeti olmasını sağlanmıştır.

Gerek 1990 yılında açıklanan para programı, gerekse 5 Nisan Kararları’nın ardından IMF denetiminde sürdürülen parasal istikrar uygulamaları enflasyonun tek başına para politikalarıyla önlenemeyeceğini göstermiştir. Cumhuriyet’ in başlangıcından itibaren para politikalarına bakılınca, bu politikalarda ten olarak beş evrenin olduğu görülmektedir: Cumhuriyet’ in kurulduğu ilk yıllardan çok partili yaşama kadar geçen dönemdeki kamu kesimi kurumsallaşma süreci; özel kesimdeki finans kurumlarının oluşma dönemi; çok partili yaşama geçilmesinden bu yana para ekonomisi ve parasal kurumların yaygınlaşması dönemi (1970’li yıllardaki enflasyonist süreç bu döneme dahil edilmelidir); ticari serbestleşme dönemi; mali serbestleşme ve parasal program denemeleri dönemi. Kısacası, 1989 yılına dek kırk yıla yakın bir süre tasarruf araçlarının ve para piyasalarının gelişmesi sürecinde enflasyonist politikalar egemen olmuş, mali serbestleşmeyle bu süreç tersine çevrilmiş ve iktisat politikalarının stratejisi değişmiştir. Bu yeni strateji, enflasyonun temel alındığı yapının aksine, enflasyondan kaçınan, hatta yüksek reel faizlerle iç talebin baskı altına alındığı ve ihracatın desteklendiği bir strateji olmuştur. Başka bir deyimle, dışa açılma stratejisi aynı zamanda para politikalarının da bağımsız bir biçimde uygulanmasını amaçlamıştır.

  1. Kamusal Kurumlaşma Dönemi (1923-1950)Yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu döneminde altın standardı temel alınmasına rağmen uygulamada hiçbir zaman paranın altınla değiştirilebildiği bir sistem gerçekleştirilmemiştir. 1925 itibariyle altın sikke tedavülü sona ermiş, ancak daha önce basılan sikkelerin belli bir karla satılmasına izin verilmiştir. 1934 yılına dek ekonominin tarımsal ağırlığına dayalı olarak para talebi etkilenirken, para arzında mevsimsel değişmeler süregelmiş, zaman zaman mevsimsel olarak likidite sıkıntıları yaşanmıştır. Bununla beraber bu yıllarda yaşanan likidite sıkıntıları Türk lirasına olan güveni artırmış, hatta bazı dönemlerde fiyatların düşmesiyle satın alma gücünün artmasına bile neden olmuştur.

Cumhuriyet’ in ilk yıllarında Batı’ da süregelen ekonomik istikrar, benzer biçimde Türk ekonomisinde de hissedilmiştir. Ancak, 1929 yılında dış borç ödemeleri başlayınca, Türk lirası hızla değer yitirmeye başlamış, diğer yandan da o yıl çıkan Wall Street Krizi TL’ni bir spekülasyon aracı olmasına neden olunca korumacı bir döneme girilerek yeni bir ithalat rejimi uygulanması kararı alınmıştır. Bu gelişmeler karşısında para arzı denetlenerek TL’nin uluslararası değerini koruyacak bir Merkez Bankası’nın kurulması gereksinin duyulmuş ve 26 Şubat 1930’da Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çıkarılmıştı. Daha sonra, 24 Mart 1930’da bankalarla Maliye Bakanlığı tarafından bir Bankalar Konsorsiyumu oluşturarak Merkez Bankası işlevlerinin yürütülmesi sağlanmıştır. TL yabancı paralara karşı sabitlenmiş, belirlenen kur 1934 yılına dek sürdürülmüştür. Konsorsiyumun ilk döneminde, ülke ekonomisine oldukça yoğun yabancı para akımı gerçekleşmiş ve para arzının artışına neden olmuştur.

3 Ekim 193l’ de kurulan Merkez Bankası, konsorsiyumun yerini almıştır. Aynı yıl Merkez Bankası, döviz ve devlet tahvili karşılığı para çıkarmış ve İngiliz sterlininin değer yitirme sonucunda altın standardından çıkılınca, TL’nin değerini Fransız frankına göre sabitleştirerek uluslararası rezervlerinin tümünü altına çevirmiştir. Bunun yanı sıra, süregelen iç borçlanma, ödemeler dengesinde bir fazlalık yaratmış ve bu etkiyle de altın rezervleri iki yıl içinde yüzde 50 oranında artmıştır. 1939 yılına kadar tüm parasal gelişmeler Merkez Bankası’nın Hazine’yi finanse etmesi biçiminde gerçekleşmiştir. Hızlı parasal genişlemeye rağmen bunun çok küçük bir kısmı fiyat düzeyine yansımış, hatta döviz kuru sürekli sabit kaldığından TL bir miktar aşırı değer kazanmıştır.  1939 yılı itibariyle savaş yılları boyunca yüksek bir enflasyon yaşanmış, savaş sonrasında, 7 Eylül 1946’da TL yüzde 55 oranında devalüe edilmiştir. Ziraat Bankası altın satarak hem altın fiyatlarının artışını durdurmaya, hem de tedavülden para çekmeye çalışmıştır. Savaş sonrası da (1946-1950) para arzındaki artış oranı enflasyon oranının çok üstünde seyret­miştir.

Özetle, bu dönemde genel olarak para arzı hızlı bir biçimde genişleyerek ekonominin tü­müne yayılan bir parasallaşma süreci başlamıştır. Kambiyo rejimi açısından bakılınca sabit kur uygulaması dolayısıyla para politikasından çok maliye politikasının bu dönemde daha etkin ve egemen olduğu söylenebilir. Ayrıca, temel ekonomi politikası araçlarının da bu dönemde geliştiği ve yeni kurulan kamu bankalarıyla beraber hızlı bir ekonomik canlan­mayı sağlayarak yeni sanayi kesiminin teşvik edildiği gözlenmektedir. Örneğin, faiz oran­ları çok yüksek tutulmayarak yerli yatırımların teşviki hedeflenmiştir.

Bu önlemlere rağ­men. özel kesimin yatırımları konusunda elde edilen başarı gayet sınırlı kalmıştır. 3. Özel Kurumsallaşma Dönemi (1950-1961)  1950 sonrasında, büyüme hızının artması nedeniyle kamu harcamaları kamu gelirlerinden daha hızlı artmış ve aradaki kamu açığı sürekli borçlanma ve Merkez Bankası’nın parasal genişleme yaratan politikalarıyla finanse edilmiştir. 1950’li yılların ilk yarısında hem mev­duatlar, hem de likidite oranlarının yükselmesiyle para çarpanı artmıştır. Merkez Bankası bir yandan reeskont oranını düşürmüş, bir yandan da parasal tabanını, yani kendi oluşturduğu parayı artırmıştır.  1940 yılında olduğu gibi 1955 yılında da Merkez Bankası’nın kanun değişikliği ile Hazi­ne’ ye daha fazla avans vermesi (bütçenin yüzde 15’i kadar) sağlanmıştır.

1955 ve 1956 yıl­larında reeskont oranlarının iki kez artırılmasına rağmen, ticari bankaların para yaratma ka­pasiteleri aşılamamış ve kredi tavanı uygulaması getirilmiştir. Yine de 1954-1957 yılları arasında enflasyon artmış, ödemeler dengesi bozulmuş ve 4 Ağustos 1958 tarihinde bir is­tikrar programı yürürlüğe sokulmuştur. Banka kredileri dondurulmuş, Kamu İktisadi Te­şekkülleri’ne (KIT) ve Toprak Mahsulleri Ofisi’ne bütçe denkliği zorunluluğu getirilmiş­tir. Döviz kurunun kendiliğinden değer yitirmesine müsaade edilmiş, fakat faizler artırıl­madığından, ortaya kredi talebi fazlası çıkmıştır. Ancak, bu program sonucunda büyüme yavaşlamadan enflasyonun düşmesi sağlanmıştır. Özetle bu dönem, daha fazla para yaratılarak ekonomide daha hızlı bir büyümenin amaç­landığı ve ilk zamanlar enflasyona neden olmamakla birlikte daha sonraları giderek artan enflasyon olgusu karşısında ödemeler dengesinin de bozulduğu ve devalüasyonu içeren bir istikrar paketinin zorunluluk haline geldiği dönem olmuştur.

Ekonominin parasallaştığı bu süreçte bankalar yaygınlaşarak ekonominin önemli kurumları haline gelmiştir. Merkez Bankası, Hazine ve Maliye ilişkileri gelişmiş, Merkez Bankası’nın reeskont oranı, mevdu­at munzam karşılığı gibi geleneksel para kontrol araçları da kullanılmaya başlanmıştır. Bu arada ekonomi giderek dışa açılmış ve bu nedenle de para politikalarının uygulanma ge­reksinimi de bir artış göstermiştir.

  1. Para Piyasalarının Yaygınlaşma Dönemi (1962-1980)  4.1 İstikrarlı Dönem (1962-1970): Planlı kalkınma döneminin başında para arzındaki artışın reel milli gelirden yüksek olmaması hedeflenmiştir. Ancak, 1964 yılında uygulanan yanlış para politikası sonucunda büyüme hızı düşünce, Merkez Bankası vadeli mevdu üzerindeki munzam karşılıkları ve öncelikli kredilere uygulanan reeskont oranlarını düşürmüş, öte yandan reeskont üzerinden kredilerinin limitini ve kamuya olan kredileri artırmıştır. Böylece de yüksek bir büyüme hızına ulaşılabilmiştir.

Genişlemeci politikalar ihracatın teşviki için faizleri düşük tutup vergi iadesi uygulamalarını sürdürünce, kısa zaman içinde döviz kuru düşük kalmış ve Ağustos 1970’te TL’nin yeniden devalüe edilmesi gereği doğmuştur. Planlı dönemde parasal genişleme daha çok özel kesime yöneltilmiş enflasyon büyüme hızının bir hayli altında seyretmiştir. Bu dönemde yapılan devalüasyonlar işçi dövizi girişlerini de bir hayli artırmıştır.

29 Ocak 1970 tarihinde 1211 sayılı bugünkü Merkez Bankası Kanunu çıkarılmıştır. Yasayla Merkez Bankası’na Finanssal kurumların yatırım, tahvil satışları ve taksitli satış anlaşmaları gibi işlemlerini düzenleme yetkisi verilmiştir.

Bu dönemde ekonominin dışa açılma süreci yavaşlamış, bundan dolayı para politikasına olan gereksinim azalmıştır. Banka kullanımı halk arasında yaygınlaşmış, özel Finanssal kesimin gelişimi kamu Finanssal kesiminden daha yavaş olmuştur. Bu dönemde kalkınma hızının yüksek olması ve bunun büyük ölçüde planlı modelle sağlanması, kısa vadeli para politikalarına olan gereksinimi törpülemiştir.

Bununla beraber kalkınmacı model içinde maliye politikaları önemini artırmıştır. Öte yandan, faizler genel olarak düşük kaldığından yurt içinde yeterince tasarruf yapılamamış, dolayısıyla da mevduat toplanamamıştır.

4.2 Enflasyonist Dönem (1971-1980): 1971 devalüasyonu sonrasında parasal genişleme stabilize edilemeyince, enflasyon oranı da yükselmiştir. 1973 yılında uluslararası rezervler ve özel kesime giden Merkez Bankası kredilerinin artmasıyla para arzı bir hayli artarak enflasyonu da yükseltmiştir. Bu dönemin ilk yarısında ithalatın büyük ölçüde sübvanse edilmesi karşısında kur ayarlaması da yapılmayınca, parasal genişlemeyle artan iç talep ithalat talebini körüklemiştir. Öte yandan devalüasyon sonrası oluşturulmaya karar verilen Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) hem yurtiçine gelen döviz girdilerini artırmış, hem de parasal genişlemeye yol açmıştır.

Öte yandan KiT’lerin artan açıkları karşısında kamu sektörüne verilen Merkez Bankası kredileri de giderek fazlalaşmıştır. Merkez Bankası’nın Hazine avanslarının emisyon toplamı içindeki payı bu dönemde yüzde 25’ten yüzde 84’e kadar yükselmiştir. Nihayet 1976 itibariyle ortaya bir stagflasyon (durgunluk içinde enflasyon) olgusu çıkmış ve aşırı değer kazanan TL, bu kez ihracatın ve DÇM’lerin düşmesine neden olmuştur. 1977 yılında net dış varlıkların yüzde 86 oranında erimesiyle bir ödemeler dengesi kriziyle karşı karşıya gelinmiştir.

 1976-1979 döneminde Merkez Bankası’nın doğrudan kredileri yılda ortalama yüzde 70 artmıştır.  Bu dönemin temel özelliği, daralmacı para politikalarının uygulanması gereğinin açıkça ortaya çıkmasına rağmen, siyasi sorumluların ve parasal yetkililerin genişlemeci para politikalarını sürdürmeleri olmuştur. Gerek faizlerin, gerekse döviz kurunun, artan enflasyon karşısında yukarı doğru ayarlanarak denge elde edilmesi engellenmiştir. Kısacası, para po­litikalarının aşırı genişlemeci ve enflasyonist olduğu söylenebilir. Öte yandan, sabit kur uy­gulaması sürmüş, bankacılık ve finans kesimindeki kamu egemenliği de devam etmiştir. Bu dönemde artan işsizlik ve giderek dışa kapanan bir ekonomik yapıda etkin bir para politi­kasının uygulanması da zaten beklenemezdi.

  1. Dış Ticarette Serbestleşme Dönemi (1 980-1988)  1970’li yıllarda maliyet enflasyonu giderek talep enflasyonuna, zamanla da bir ekonomik krize dönüşünce 24 Ocak 1980’de bir dizi istikrar tedbiri alınmıştır. Bunların bir kısmı ağırlıklı olarak parasal tedbirdir. Birincisi, döviz kuru büyük ölçüde devalüe edilmiş, kamu fiyatları artırılmış ve faizler yükseltilmiştir. Böylece, TL’ye olan talep yeniden güçlendiril­meye, vadeli mevduatlar teşvik edilmeye ve iç talebin kısılmasına çalışılmıştır. 1981 yılın­da döviz kurlarının her gün yeniden belirlenmesi uygulanmasına geçilirken faizlerdeki sı­nırlamalar kaldırılmıştır. Bununla beraber, büyük bankalar kendi aralarında anlaşarak faiz­lerin yeterince yükselmesini önlemişlerdir. Daha sonra Sermaye Piyasası Kurulu oluşturul­muş, mevduat sertifikaları gibi yeni mali araçların çıkarılmasına izin verilmiştir.

24 Ocak ve ertesinde alınan kararlar önce bankaları faizleri yükseltmek zorunda bırakarak para piyasalarını birdenbire canlandırmış, fakat gerekli yasal güvenceler geliştirilemediğin­den bir süre sonra “Banker Faciası” olarak bilinen bir krize neden olmuştur. Bunun üze­rine 1983-1985 döneminde mevduat sigortasının da başlatılmasını içeren bir dizi önlem alınmış ve 30 sayılı kararnameyle banka kredileri faiz hadleri serbestleşirken, mevduat fa­izlerinin belirlenmesi Merkez Bankası’nın denetimine bağlanmıştır. Bu dönemde, genel­likle kısa dönem faizler uzun dönem faizlerin üzerinde tutularak parasal yetkililerin enflas­yonun uzun dönemde ineceği izlenimini vermeye çalıştıkları görülmüştür. Daha sonra mevduat munzam karşılıkları ve disponibilite oranları düşürülmüş, vadeli ve vadesiz mev­duatlar arasındaki oransal farklılıklar da giderilmiştir. Öte yandan, yerleşik bireylerin döviz bulundurma ve her türlü mevduat hakları tanınmıştır. Dış ticaretle ilgili bankacılık işlem­leri Merkez Bankası tekelinden çıkarılarak özel bankalara verilmiştir.  6. Mali Serbestleşme Dönemi (1 988-1994)  1985 yılında Hazine’nin haftalık iç borçlanma ihaleleri başlatılmıştır. 1986 Haziranı ‘nda ise açık piyasa işlemleri tam olarak serbestleşmiş ve Şubat 1987’de ilk uygulamalar başla­tılmıştır. Yine 1986 yılında bankalararası para piyasası oluşturulmuş, İstanbul Menkul Kıy­metler Borsası yeniden işlemeye başlamış ve özel sektör bono ve tahvillerinin faizleri üze­rindeki sınırlamalar kaldırılmıştır. Bu dönemin en önemli özelliği, mali serbestleşmenin dış ticaretteki serbestleşmeyle birlik­te denenmesine rağmen bunun başarılamamasıdır. Bunun sonucunda para politikalarının uygulanabilirliğini artıracak tedbirler tam anlamıyla alınamamıştır. Buna rağmen, özellik­le Avrupa Gümrük Birliği’ne karşı yükümlülükler nedeniyle, dış ticaretteki serbestleşme­nin normal düzeyde ilerlediği gözlenmektedir.  1987 yılında faizlerin ilk serbest bırakılma girişimi başarılı sonuç vermeyince,

 4 Şubat 1988 tarihinde alınan bir dizi kararla ikinci kez faizlerin serbestleştirilmesi girişimi (özel­likle mevduat faizleri üzerinde) denenmiş ve bu kez başarı elde edilmiştir. 1988 yılında alınan faizleri yükseltme kararı, zaman içinde 12 Ekim 1989 tarihinde tüm mevduat ve kredi faizlerinin serbestleşmesiyle sonuçlanmıştır. 1988 yılında alınan kararların başarılı olmasını aslında bazı ek önlemler sağlamıştır. Karşılık oranlarının yükseltilmesi, bunların kısa bir sürede yatırılması zorunluluğu ile döviz tevdiat hesaplarına karşılık oranlarının uygulanması, TL’ye olan güveni artırarak serbest piyasadaki döviz kurları ile resmi kurlar arasındaki makasın tekrar kontrol edilerek küçültülmesi sağlanmıştır. 8 Ağustos 1988 tarihinde Türkiye’de Merkez Bankası kur belirleme seansları ile döviz ve efektif piyasa faaliyetleri başlatmış, Eylül 1988’de TL-döviz, efektif-efektif (TL karşılığı swap), TL ve döviz depoları işlemleri piyasalarının faaliyetleri başlatılmıştır. Böylece, 1980’li yılların ilk yarısında başlatılan ticari serbestleşmenin ardından, 1988 yılında da mali serbestleşme gerçekleştirilmiştir. Mali serbestleşmenin en önemli adımı ise Ağustos 1989’da çıkan ve tüm yabancı sermaye akışını serbestleştiren 32 sayılı karardır.

Ancak, mali serbestleşme, farklı nedenlerle ortaya çıkmış dahi olsa, bir ekonomik istikrarsızlık sürecinde başlatıldığından, oluşan bu yeni yapıya uyumlu bir yeni istikrar arayışı kısa sürede tekrar gündeme gelmiştir. 6.1 1990 Parasal Programı  Mali serbestleşme ve yurtiçi faizlerin yükselmesi sonucu, 1988 yılı itibariyle kısa vade yabancı sermaye girişlerinde önemli artışlar olmuştur. Böylece uluslararası rezervler artmış ve Merkez Bankası bu yapıya dayanarak, daha önceleri kendi içinde izlediği fakat açıklamadığı parasal programı 1990 yılının başında açıklayarak yürürlüğe koymuştur. Bu parasal program temel olarak, Merkez Bankası’nın iç yükümlülüklerinin ve aktif kalemleri içinde yer alan Hazine’ye verdiği avansların denetim altına alınmasını ve bunun yanı sıra da, kez Bankası’nın bilanço büyüklüğünün kontrol edilmesini amaçlamıştır. Programın bilinen hedefi ise Alman Merkez Bankası’nın da bir zamanlar uyguladığı parasal hedef “Merkez Bankası Parası’nı kontrol etmesi olmuştur. Temel olarak açık piyasa işlemi döviz işlemleri aracılığıyla yürütülen bu program, uygulamaya sokulduğu ilk altı ayda şartlı sonuçlar vermesine rağmen, Körfez Savaşı’nın çıkmasıyla son bulmuştur.

 6.2 5 Nisan 1994 Parasal Programı  1992 ve 1993 yıllarında da genişlemeci para politikaları sürmüştür. TL’nin değeri yabancı paralar karşısında reel olarak devalüe edilmeyerek ve faizler Hazine’nin baskıları düşük tutularak, sonunda enflasyon düşük tutulabilmiş, fakat dış dengeler, özellikle dış ticaret dengesi çok bozulmuştur. Öte yandan, giderek düşen kamu gelirlerinin yanı sıra iç talebin artması sonucu artan kamu harcamaları hem bir bütçe dengesi krizine neden olmuş, hem de döviz piyasalarına yansıyarak 5 Nisan 1994 tarihinde bir istikrar paketi zorunlu hale getirmiştir. Paketin ardından IMF yetkilileriyle yapılan görüşmelerde, bu kez parasal hedeflerin yanı sıra, döviz kuru hedeflerinin de göz önüne alınarak istikrarın sağlanması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu parasal program da, 1990 yılı parasal programına benzer bir biçimde faizlerin yükselmesi ve durgunluğa bağlı olarak dış ticaretteki geçici düzelme sonucu önceleri döviz rezervlerini artırmış, fakat daha sonra ekonomik canlanmanın önemli ölçülerde artan ithalat talebiyle dış ticaret açığı oluşmasına neden olmuştur. Bu dönemin temel özelliği parasal program denemelerine gidilmesi ve Merkez Bankası’nın döviz veya Hazine bonosu gibi iç borçlanma senetleriyle “açık piyasa işlemleri”ne daha fazla yönelmesidir.

  1. 1995-1996 Dönemi ve 1997 Para Programı  5 Nisan Kararları’ndan sonra ekonomide gözlenen en önemli olgu yüksek reel faiz döne­minin pekişmesidir. Bu pekişme, mali liberasyonun kamu açıklarıyla beraber sürdürebil­mesi için tüm maliyetlerin üstlenilmesi anlamına gelmektedir.  1994 yılında alınan kısa vadeli istikrar önlemlerin sonucunda kamu maliyesindeki olumlu ge­lişmeler gözlenmiştir. Özellikle kamu açıklarının frenlenmesiyle Hazine’nin Merkez Banka­sı’ndan kullandığı avanslar sınırlı ölçülere çekilebilmiştir. Bu gelişmenin bir nedeni, kamu açıklarının azalması, diğer bir nedeni de 25 Nisan 1994 tarihinde Merkez Bankası Kanu­nu’nda yapılan değişiklik olmuştur. Böylece Hazine’nin Merkez Bankası’na, bağımlılığı azal­tılmaya çalışılmış, ayrıca daha önceki yıllarda toplam bütçe ödeneklerinin yüzde 15’i kadar kısa vadeli avans kullanabilen Hazine’ye, 1995 yılında yüzde 12 ve daha sonraki yıllarda azaltılarak 1998’de yüzde 3’e kadar inen bir borçlanabilme sınırı tanınmıştır.

 Ancak 1995 yılında ülkenin bir erken seçim havasına girmesi, kamu maliyesinde sağlanan dengelerin ye­niden bozulmasına ve Merkez Bankası’nın koyduğu hedeflerin şaşılmasına neden olmuştur.  Para politikasının maliye politikasına bağımlılığını azaltmak, elbette sıkı ve etkin para po­litikasının en temel öğesidir. Bu yönde atılan bazı adımlar da Merkez Bankası bilançosu­nun kısa sürede yapısal değişiklik göstermesine ve parasal genişlemenin başka mekanizma­larla gelişmesine neden olmuştur. Merkez Bankası’nın iç (TL) varlıklarına getirilen sınır­lama, aynı zamanda TL faizlerinin çok yükseldiği bir dönemde Merkez Bankası dış varlık­larının aşırı düzeylere yükselmesine neden olmuştur. Yurtdışından gelen yabancı yatırım­cılar bir yandan yurtiçine döviz getirmişler, diğer yandan da mali sistem içinde döviz var­lık ve işlemleri arttıkça Merkez Bankası da yüklü döviz rezervleri taşımak zorunda kalmış­tır. Bu durumda döviz kurundaki devalüasyon hızı istenen oranlardan daha düşük düzey­lerde gerçekleşince Merkez Bankası zaman zaman döviz satın almak zorunda kalmış, bu da rezervleri büsbütün şişirmiştir.

5 Nisan Kararları sonrasında gözlenen bir başka gelişme, Hazine’nin dış borçlanma yeri­ne iç borçlanmayı yeğlemesi ve bunu sürdürebilmek için sürekli nominal faizlerin belirlen­mesinde piyasaların daha etkin olabilmesine izin vermesidir. Ancak bu strateji mali derin­leşmenin sınırlı kaldığı bir ekonomide reel faizlerin çok yüksek düzeylerde seyretmesine neden olmuş ve iç borç stoku hızla büyümüştür. Ayrıca Merkez Bankası, para politikala­rının uygulanmasında Hazine ile borç yönetim stratejisini kolaylaştırıcı bir eşgüdüm içine girmiş, hatta 1997 yılında Hazine ve Merkez Bankası arasında bir protokol imzalanmıştır. 1994 sonrası izlenen para politikalarının ana ekseni reel döviz kuru sepetinin (1 ABD doları artı 1,5 DM) uzun vadede Merkez Bankası gözetiminde seyretmesi, ancak günlük hareket­lerde piyasa tarafından belirlenmesidir. Bunun temel nedeni, enflasyonun büsbütün kontrol­den çıkmaması için para otoritesinin döviz kurlarını heterodoks biçimde bir çeşit çıpa olarak kullanmasıdır.

Ancak bu politika finans kesimi döviz yükümlülüklerini olabildiğince artırma­ya yöneltmiş ve ülkeye giren döviz Merkez Bankası döviz rezervlerini hızla artırmıştır. Merkez Bankası, 1994 yılı sonrası bankaların ve diğer Finanssal kurumların ana ilgi alanı ha­line gelen devlet iç borçlanma senetlerinin ihalelerinin piyasa üzerinde yarattığı etkileri bertaraf etmeye çalışmıştır. Reel döviz kurunun uzun süre sabitleşmesi ve nominal faizle­rin çok yüksek düzeylerde olması, bankaların yurtdışından elde ettikleri fonları Hazine iç borçlanma senetlerine yatırmalarına neden olmuştur. Bu gelişme üzerine bankaların döviz pozisyon açıkları riskli sınırlara dayanmış ve Merkez Bankası da döviz açık pozisyonlarını (sermaye tabanlarının yüzde 50’siyle) sınırlamıştır. Ancak bankaların ellerinde toplanan borç senetleri öylesine büyümüştür ki, bankalar bu senetlerden karlarını daha da artırmak için repo işlemlerini başlatmışlardır. Merkez Bankası, 1994 sonrası dönemde parasal programlamasını sürdürmüş, ancak sadece 1998 istikrar programıyla beraber hedeflerini açıklamıştır. 1990 para programında parasal hedef olarak ele alınan Merkez Bankası bilanço büyüklüğü ve Merkez Bankası parası yerine, 1995 yılından sonra göreli olarak daha istikrarlı hareket eden rezerv para ele alınmıştır. Bu büyüklük kısa vadeli işlemler olan, gerek Merkez Bankası “açık para işlemlerinden” (API), gerekse de Hazine’nin Merkez Bankası nezrinde açmış olduğu hesap “kamu mevduatı hesabı” ndan etkilenmemektedir. Öte yandan, 1998 para programında Merkez Bankası yeniden hedef değiştirmiş, bu kez Merkez Bankası bilançosunun net iç varlıklar (iç varlıklar-APİ’ler-kamu mevduatı) kalemini kontrol etmeye başlamıştır.

Bu gelişmelerin yanı sıra bankaların para yaratma mekanizmaları üzerinde Merkez Bankası çeşitli önlemler almış, 1994 yılında gerek munzam karşılıkları (yüzde l6’dan yüzde 17’ye), gerekse disponibilite oranları (yüzde 8’den 9’a) birer puan yükseltilirken, 1996 yılında finans kesiminde maliyeti aşağıya çekme amacıyla tüm TL mevduat munzamları yüzde sekize, döviz mevduat munzamları da yüzde onbir’e, disponibilite oranları ise TL’de yüzde altıya, dövizde ise yüzde üçe çekilmiştir. Öte yandan, bankalara bu rahatlık getirilirken, Merkez Bankası bankalara açtığı reeskont penceresini daha da daraltmış ve iç varlıklarını daha etkin bir biçimde kontrol etmeye başlamıştır. 1995-1997 döneminde çok sıkı para politikası izlenememesinin temel nedeni kamu maliyesinde dengelerin sağlanamaması olmuştur.

Merkez Bankası temel olarak döviz kurlarını kontrol etmiş, faizlerde belli bir serbestliği sağlamış ve Hazine’nin borçlanmasını sürdürülebilmesi için de piyasalarda kısa vadeli dengelerin bozulmamasına çalışmıştır. Bunu rağmen, para piyasaları siyasal ve makroekonomik istikrarsızlık nedeniyle belli bir oynaklık göstermiş, bu da spekülatif hareketlerin gelişmesine neden olmuştur. Ancak gelinen nokta, özel kesimden kaynaklanan yüklü bir dış borç, kamu kesiminin faiz ödemelerinden kaynaklanan yüklü bir iç borç ve bunların beraberce güdülendiği şişkin iç talep sonucu ödemeler dengesindeki cari açıkların egemen olduğu bir ekonomik yapıdır.  Bugüne dek genel olarak izlenen yapısal değişim sürecine bakıldığında, mali serbestleşme ile Merkez Bankası’nın izlediği para politikalarının bir istikrar aracı olarak kullanılabileceği bir konuma yönelindiği belirtilebilir. Türkiye’de tam istihdam koşulu bulunmamasına rağmen, esnek kur sistemine geçilmesiyle para politikalarının etkinliğinin göreli olarak arttığı veya daha yoğun kullanıldığı gözlenmektedir. 1990 yılında açıklanan para programıyla, 5 Nisan Kararları’nın ardından IMF gözetiminde sürdürülen para programları bunun ilk ve en açık göstergeleri olmuştur. Ancak istikrarı sağlamada yalnız başına kullanılan politikalarının yeterince başarılı olamadığını da tekrarlamakta yarar var

İlgili Kategoriler

İktisat Ders Notları



Yorumlar 1

  • Ayın 25 inde para ve banka tek ders sınavım var sınav online olacaktır bana yardımcı olmak isteyen var mı rica ediyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir