Makro iktisat ders notu ve örnek problem çözümleri



İKTİSAT TESTİ ÇÖZ

*    Makro ekonominin 1929 buhranından sonra ortaya çıktığı ve bunda 1936 yılında “Genel Teori” Kitabını yazan J.M KEYNES’in etkisi büyüktür. Makro iktisat, konjonktür hareketleri, enflasyon, işsizlik ve dış denge gibi konularla ilgilenir.

İktisadi Amaçlar

  1. Ekonomik Büyüme
  2. Tam İstihdam
  3. Fiyat İstikrarı

İKTİSAT OKULLARI

ORTODOKS (Ana Akım) HETEREDOKS
S.S.C.B dağılıncaya kadar Batı ülkelerinde okutulan iktisat teorisine denir.

–  Klasik İktisat

–  Neo– Klasik İktisat

–  Avusturya Okulu

–  Keynezyen İktisat

·  Neo–klasik Keynezyen sentez

·  Post – Keynezyen

·  Yeni Keynezyen

–  Moneterizm (Parasalcı)

– Yeni Klasik Okul (Rasyonel Beklentiler
Okulu)

–  Kamu Tercihi Teorisi ve Anayasal İktisat

–  Arz Yönlü İktisat

–  Marxist İktisat

–  Neo–Marxist İktisat

–  Kurumcu İktisat

–  Alman Tarihçi Okulu

 

* Daha çok sosyoloji, antropoloji, psikoloji, siyaset bilimi ve tarihi analize katarlar.

 

NOT: Ana akım okullardan Keynezyen olanlar aktif para ve maliye politikalarını savundukları için AKTİVİSTLER olarak anılırlar. Diğer okulların hepsi PASİF politikaları savunurlar. Yani devletin ekonomiye müdahale etmemesi, en iyi tercihtir.

 

İktisadi Sistemler

* Yukarıda yapılan ekonomik sistemler ayrımı 5’li ve 3’lü şekilde literatürde yer almaktadır. Burada önemli olan ekonomideki üretim araçlarına kimin sahip olduğu ve üretim ilişkilerinin nasıl olduğu konusudur.

  1. İlkel toplumlar: Toplayıcılık ve avcılık vardır. Düzenli üretimleri ve düzenli üretim ilişkileri yoktur. Üretim araçları ilkel malzemelerden oluşmaktadır. Yerleşik düzenleri yoktur. Sınıflar yoktur.
  2. Köleci toplumlar: Köleler ve kölelerin sahipleri vardır. Basit tarımsal üretime ve yerleşik düzene ilk geçiş ibareleri vardır.
  3. Feodal toplumlar: Serfler ve toprak sahipleri vardır. Tarım ekonominin ana sektörüdür. Bunun yanı sıra zanaatlar vardır. Feodalizm öncesi toplumlardan daha gelişmiş, kapitalizmden daha ilkel üretim araçları vardır.
  4. Kapitalist üretim ilişkisinde emek sahipleri (emeklerini satarak kazanç elde ederler) ve sermayeyi elinde bulunduran kapitalistler vardır. Sanayileşme ile birlikte bir tüccar sınıfı da oluşmuştur. Bu dönemin başlangıcında ulus devletlerin oluşum süreci görülmektedir. Kapitalizmin başlangıç aşamasında ülkeler arası ilişkiler daha çok mal ticareti temelindedir. Kapitalizmin üst aşaması olan dönemde (emperyalizm ya da küreselleşme) uluslararası sermaye akımları daha da yoğunlaşmıştır.
  5. Sosyalizm: Sınıf yoktur. Üretim araçlarında kamu mülkiyeti vardır. Toplumda herkes emeği karşılığında gelir elde eder. Devlet vardır. Devletin, sosyalizmin bir üst aşaması olan komünizmle birlikte misyonunu tamamlayarak kendini tasfiye etmesi hedeflenir.

*    Karma ekonomik sistemde hem devlet hem de özel kesim ekonomide faaliyet gösterir.

*    İktisat biliminin doğuşundan önceki iktisadi düşünce akımları; MERKANTİLİZM ve FİZYOKRASİ olarak ikiye ayrılır.

  1. MERKANTİLİZM

1450 – 1750 yılları arasında Avrupa’da geçerli olan bir iktisadi düşünce akımıdır.

B. Colbert, T. Munn, G. Malynes, R. Cantillion, E. Misselden en önemli temsilcileridir.

Görüşleri

  1. Parasal bir doktrindir. Amaç, para miktarını artırmaktır. Milli servet, değerli madenlerin çokluğuyla ölçülür.
  2. Müdahaleci bir doktrindir.
  3. Dünya serveti sabittir.
  4. Güçlü ordu için; ihracat > ithalat ® değerli maden biriktirir. İhracat teşvik edilmeli ithalat ise engellenmelidir (İstisna; hammadde ithalatı).
  1. FİZYOKRASİ

Üretimde tek verimli alan, “net hasıla” yaratmasından dolayı tarımdır görüşünü savunurlar. 17. 18 yy  Fransa’da doğmuştur. Kurucusu F. Quesnay’dır.

F. Quesnay; J. Turgot; S. Dupont Nemours en önemli temsilcileridir.

Görüşleri

–       Devlet müdahalesine karşıdırlar.

–       Tarım tek verimli alandır.

–       Diğer sınıflar (sanayici, toprak sahibi, rahip vb.) kısırdır. Verimli değildirler.

–       “Bırakınız yapsınlar; bırakınız geçsinler” düşüncesini savunurlar.

*       İktisat biliminin temel (ana akım) okullarına bakacak olursak;

  1. KLASİK İKTİSAT (1776 – 1870)

1776 A. Smith’le başlar. Arz ağırlıklı bir teoridir.

A. Smith; D. Ricardo; J. B. Say, T.R. Malthus, J.S Mill; J. Bentham, F. Bastiat en önemli temsilcileridir.

D. Ricardo, T.R. Malthus ve J.S Mill kötümser olarak bilinirler.

Görüşleri

–       Faiz, tüketimden, vazgeçmenin, ödülüdür.

–       Piyasada tam rekabet koşulları geçerlidir. (Serbest piyasa)

–       Arz yönlü ekonomi geçerlidir.

–       Ücret, faiz ve mal fiyatları aşağı – yukarı yönde esnektir.

–       Devlet müdahalesine karşıdırlar.

–       Emek – değer teorisi geçerlidir.

–       Her arz kendi talebini yaratır. (Say (mahreçler) yasası geçerli)

–       Ekonomi tam istihdamda dengeye gelir.

–       AS (toplam arz) doğrusu, düşeydir.

–    Parayı peçe olarak görürler. Yani para, sadece mübadele amacı ile  talep edilir. Buna dikotomik analiz denir. Tasarruflar her zaman yatırıma dönüşür.  Gömüleme yoktur.

–    Mübadele denklemi geçerlidir.  M.V = P.Y

–    Emek arz ve talebi reel ücret in fonksiyonudur.

–    Faiz, tasarruf ve yatırım eğrilerinin kesiştiği noktada oluşur. Faiz mal piyasasında oluşur.

  1. NEOKLASİK İKTİSAT (Marjinalistler)

Marjinal değer ve bölüşüm anlayışında birleşen iktisat okullarının oluşturduğu bir bütündür.

W. S. Jevons, C. Menger, L. Walras, A. Marshall, I. Fısher, A.C Pigou,
J. Robinson, E. H. Chamberlin 
en önemli temsilcileridir.

 

Bu okula kadar iktisat için politik ekonomi (political economy) adı kullanılırken
A. Marshall’la beraber ilk kez ekonomi (economics) terimi kullanmıştır.

 

Görüşleri

  • Ekonomi kendiliğinden tam istihdamda dengededir.
  • Mikro ekonomi ile uğraşmışlardır.
  • Piyasalarda tam rekabet şartlarının geçerli olduğuna inanırlar.
  • Aksak rekabetin olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılmasını savunurlar.

Pozitif dışsallığın bulunduğu alanlardaki faaliyetlerin devletçe desteklenmesini, negatif dışsallığın bulunduğu faaliyetlerin de ya bizzat devletçe yapılmasını ya da bu faaliyetleri yapan özel birimlerin düzenleyici vergiler gibi kurallara tabi tutulmalarını savunurlar.

Tam kamusal mallar dışında yarı kamusal, doğal tekel, erdemli ve erdemli olmayan malların da kısmen devletçe üretilmesini savunurlar.

Emek-değer teorisinden ziyade malların faydalılık dereceleri üzerinde durmuşlardır. Kısacası emek-değer yerine fayda-değer teorisine inanırlar.

Toplumsal uyumun sınıflar arası ilişkilerden değil, bireysel faydadan kaynaklandığını savunurlar.

İktisadi faaliyet ve teorilerin matematiksel analizini yapmışlar, bunun için daha çok akılcı, soyutlayıcı statik denge analiz yöntemlerini kullanmışlardır.

  1. Avusturya Okulu

Klasik iktisadi düşünceye katkıda ve eleştiride bulunan okullardan birisi Avusturya İktisat Okulu olmuştur. Carl Menger, Friedrich Wieser ve Eugen Bohm Bawerk gibi iktisatçılar bu okulun kurucuları olarak kabul edilirler. Avusturya iktisat okulu iktisat bilimine “marjinal fayda” analizini getirerek malın miktarı arttıkça marjinal faydasının azaldığı görüşünü savunmuşlardır. Avusturya okulu mensupları serbest piyasa ekonomisinin önde gelen savunucuları arasında yer almaktadır. 1871 yılında C. Menger’in Ekonomi Biliminin Temelleri isimli kitabı ile doğmuştur. Piyasa ekonomisine inanırlar.

C. Menger, E. Von Böhm – Baverk, F. Knight, F. Hayek, J. Schumpeter, L. Von Mises en önemli temsilcileridir.
  1. KEYNESYEN İKTİSAT

Ekonominin talep yönüne ağırlık veren bu okul, 1929 buhranından sonra 1936 yılında Keynes’in “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” isimli kitabı ile ortaya çıkmıştır.

Görüşleri

–       Ekonomide eksik rekabet şartları geçerlidir. (belirsizlik, eksik rekabet, eksik bilgi)

–       İstihdam, gelir ve fiyat seviyesini belirleyen toplam taleptir. (Efektif talep)

–       Harcama denklemi esas alınır. (Y=C+I+G+X–M) (efektif talep)

–       Kısa dönemli ve ekonominin talep yönüne ağırlık veren analizi içerir.

–       Ekonomi, kendiliğinden dengeye gelmez. Ekonomide eksik istihdam olur. Devlet ekonomiye müdahale etmeli.

–       Spekülasyon güdüsü ile para talebi geçerlidir.

–       Tasarruf, gelire, yatırımlar ise kar beklentilerine bağlıdır.

–       Emek talebi reel ücretin ; emek arzı ise nominal ücretin (w) bir fonksiyonudur.

–       Fiyatlar, aşağı doğru katıdır. Sendikalar vb. yüzünden.

–       Tasarruflar her zaman yatırıma dönüşmeyebilir.

–       Ekonomide likitide tuzağı geçerlidir.

–       AS yataydır.

–    Faiz, tasarruf sahiplerinin likitideden uzaklaşmalarının bedelidir. Klasiklerde ise tüketimden vazgeçmenin ödülüdür. Faiz Ms = Md’de oluşur. Yani faiz para piyasasında para arzı ve talebinin eşitlendiği noktada oluşur.

–    İhtiyari politikaları yani duruma göre politikaları savunurlar. Maliye politikası açısından ince ayar politikası önemlidir.

  1. a) Neo – Klasik Keynezyen İktisat

1936 yılında J.M.Keynes’in Genel Teorisi’ni yayınlamasından sonra, bu teorinin akademik çevrelerde tanınmasında ve benimsenmesinde J.Hicks’in önemli katkıları olmuştur. Hicks, 1937 yılında yayınladığı ünlü makalesinde (“Mr. Keynes and the Classics”) (Hicks,1937), Keynes’in Genel Teorisindeki görüşlerini Klasik iktisadın temel ilkeleri ile bağdaştırarak adeta iki teorinin sentezini yapmıştır. Hicks; çalışmalarında önemli ölçüde Walras Genel Denge Modelinden etkilenmiş, böylece Keynes’in Genel Teorisi’ndeki açıklamalarını bu çerçevede yorumlamıştır. Hicks, kısa dönem denge gelir ve istihdam düzeyi ve faiz oranının geometrik olarak; paranın arzı para talebine eşitlendiği bir seviyede belirleneceğini kabul etmiştir. Hicks’in bu görüşleri daha sonra A.H.Hansen tarafından geliştirilmiş ve iktisat literatürüne Hicks-Hansen Modeli olarak geçmiştir. Gelir-Harcama Modeli (Income-Expenditure Model) veya IS-LM Analizi olarak da adlandırılan bu Neo-klasik sentez, daha sonraları başlıca Don Patinkin, Paul Samuelson ve James Tobin’in çalışmaları ile önemli ölçüde geliştirilmiştir.

J. Meade, J. Hicks,  Hansen,  Samuelson,  Klein ve R. Solow  en önemli temsilcileridir.

Bu iktisatçılar , kısa dönemde Keynezyen uzun dönemde Monetaristtirler. Ekonominin er geç tam istihdama ulaşacağını kabul ederler. Ancak, ücret ve fiyat uyarlamasının oldukça ataletli olduğunu ve bunun uzun yıllar alabileceğini savunurlar.

  1. b) Post – Keynezyen (Fundamentalist) İktisat

Neo–Klasik Keynezyen görüşe karşı çıkarak gerçek Keynezyen iktisadın, Keynes’in Genel Teorisi kitabında yer alan görüşler olduğunu savunurlar. IS – LM analizini reddederler. Para arzının içselliğine inanırlar.

Post-Keynezyenler Keynes’in “Genel Teori”sini ekonomilerin tarihsel gelişimini temel
alan kısa dönemli bir iktisadi analiz olarak tanımlamaktadırlar. Post-Keynezyenlere göre ücretli kesimin yaptığı üretim süreci hiçbir fiziksel aktivite göstermeyen kar sahipleri kesimince planlanmakta, yönlendirilmekte ve idare edilmektedir. Post-Keynezyenler için üretimde sosyal ilişkiler önemlidir. Bu güç ilişkisi sonucu sermaye hedefleri ile işçilerin hedefleri çatışmakta ve “sınıf çatışması” ön plana çıkmaktadır. Bu çerçevede Keynes ve Post-Keynezyenler farklılık arz etmektedirler. Keynezyen anlayış piyasaların nispi verimliliğe göre kıt kaynakları tahsis ettiğini vurgulamışken, Post-Keynezyenler nispi güce göre piyasaların gelir dağıttığını vurgulamaktadırlar. Dolayısıyla sosyal sınıflar ve sosyal ilişkileri analize taşımaktadırlar.

Harrod, Robinson, Kalecki, Kaldor, Shackle ve Tobin en önemli temsilcileridir.
  1. c) Yeni Keynezyen İktisat (1990’lar)

Keynezyen iktisat, 1970’li yıllarda iki nedenden dolayı gözden düşmüştür. İlki, işsizliğin artması ve onu ortadan kaldırmak için uygulanan politikaların enflasyona yol açması. Keynezyen yaklaşım, ekonominin arz yönüne çok az vurgu yapıyordu. Diğer yandan Keynezyen İktisat, mikro iktisadı göz ardı ediyordu. Yeni Keynezyenler, Keynezyen analize mikro temeller oluşturmak için uğraşmışlardır. Histeriz etkisine inanırlar. Menü maliyetleri ve koordinasyon sorunları ile fiyat, ücret rijiditeleri ile ilgilenmişlerdir.

Gregory Mankiw,  A. Blinder, J. Yelen, D. Romer, O. Blanchard, Robert Gordon,
J. Stiglitz ve Fischer
en önemli temsilcileridir.

İlgi alanları;

–       Piyasa başarısızlıklarına inanırlar.

–       Monopollü rekabet önemlidir.

–       Asimetrik bilgi

–       Ters seçim

–       Ahlaki tehlike

–       Dışsallıklar

–       Menü Maliyetleri ve

–       Histeriz hipotezine inanırlar.

Histeriz (Hyteresis): Ekonomide dışsal bir şokla dengeden uzaklaşan göstergelerin tekrar eski düzeyinde dengeye gelmemesi

SONUÇ: Keynezyen iktisat, eksik istihdam, asimetrik bilgi, belirsizlik, fiyat ve ücretlerin yapışkanlığı konularına eğilmiştir.

*    Geleneksel Keynezyen iktisat 1960’lı yıllara kadar hüküm sürmüş. Ancak işsizlik ve enflasyonun aynı anda görülmesi bu ekolü gözden düşürmüştür. Keynes de para önemli, para politikası etkisiz maliye politikası ise etkilidir. Monetaristlerde para politikası etkilidir.

  1. MONETARİZM

Milton Friedman’ın öncülüğünde 1960’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. H.C. Simons ve F.H. Knight’ı bu okulun diğer önemli temsilcileri arasında sayabiliriz. Monetarizm, kavram olarak ilk,  Isviçreli iktisatçılardan K. Brunnner tarafından kullanılmıştır.

Görüşleri;

–       Para talebi istikrarlıdır.

–       Para arzı istikrarsızdır (Parasal kural olmalı). Kurala göre politikayı savunurlar.

  • Uyarlayıcı beklentilere inanırlar.
  • Ekonomiye devlet müdahale etmemelidir.
  • Ekonomi kendiliğinden tam istihdam dengesine gelir

–       Kısa dönemde işsizlik ile enflasyon arasında değiş – tokuş var, ama uzun dönemde olmaz.

–       Para arzı çok önemli etkilere sahiptir.

Adaptif Beklentiler Hipotezi: Geçmiş tecrübelerinden yararlanan iktisadi ajanların bir deneme-yanılma sürecinde bu eski tecrübeyi (bilgiyi) gelecek kararlarına yansıtması anlamında, enflasyon bekleyişleri için de geçerli bir kavram olarak kullanılmakta, analiz için tamamlayıcı (ve gerekli) bir çerçeve oluşturmaktadır.

  1. RASYONEL BEKLENTİLER (YENİ KLASİK OKUL) OKULU

İlk defa J.R.Muth tarafından geliştirilen rasyonel bekleyişler hipotezi, uyarlayıcı bekleyişler hipotezinin tam tersine ileriye dönük bir yaklaşımdır. Uyarlayıcı bekleyişler hipotezi kişilerin sürekli olarak dikiz aynasından geriye doğru bakarak araba sürmelerine, rasyonel bekleyişler hipotezi ise kişilerin camdan ileri doğru bakarak araba sürmelerine benzetilebilir.

1970’ler süresince rasyonel beklenti yaklaşımı, modellere tatbik edilip hızla geliştirilmiş; rasyonel beklenti yardımıyla denge konjonktür modelleri kurmak mümkün olmuş ve iktisat politikasının makro ekonomik evrimi sağlanmıştır. Bu modeller, kişilerin karar üretme süreçlerine dinamik çerçevede ele aldıkları düşünüldüğünden, dinamik modellerdir. Modellerde, bireyler iktisadi süreçleri çok iyi tahlil etmekte, bu nedenle de ancak bilgi eksik olduğunda hata söz konusu olmaktadır. Bu modelde bireyler yanlışlarını öğrenir ve beklentilerini değiştirip şekillendirirler. Moneterizmin bir dalı olarak ve klasik ekolü temel alarak ortaya çıkmıştır.

R. Lucas, T. Sargent, N. Wallace ve R. Barro en önemli temsilcileridir.

Görüşleri;

–       Ücretler, fiyatlar tam esnektir.

–       Rasyonel bekleyişler hakimdir.

–       Piyasalar tam İstihdamda dengededir.

–       Piyasalara müdahale edilmezse piyasa süpürerek dengeye gelir.

–       Ekonomide ayarlanmalar anında olur, dolayısıyla Phillips eğrisi kısa dönemde bile diktir.

–       Talep yanlı politikalar faydasızdır. Arz yanlı politikalar önemlidir.

–       Beklenmedik şoklar çıktıyı etkileyebilir.

Yeni Klasik Reel Konjanktür Teorisi

Reel Konjonktür Teorisi esnekliğin tam olduğu ve dolayısıyla piyasaların mükemmel işlediği tam rekabetin hakim olduğu bir ekonomide reel şokların konjonktür dalgalanmalarına yol açtığını ileri sürmektedir. Böyle bir ekonomide rasyonel hareket eden karar birimlerinin reel şoklara tepkilerinden dolayı iktisadi dalgalanmalar meydana gelir. Bu teori şok mekanizması olarak dışsal verimlilik şoklarına önem vermektedir.

Bu yaklaşıma göre vergilerdeki, tercihlerdeki ve para politikasındaki değişmelerin iktisadi faaliyetteki dalgalanmalara etkisi oldukça küçüktür. Teorinin iktisadi dalgalanmaların temel nedeni olarak verimlilikteki değişmeleri görmesi, bu teoriyi diğer teorilerden ayırmaktadır. Reel konjonktür teorisi modeli, toplam arzda dalgalanmalara yol açacak dışsal şokların üretimdeki dalgalanmaların temel kaynağı olduğunu ileri sürer. Bu şoklar nüfus değişmeleri, teknolojik şoklar, hammadde fiyatlarındaki nispi değişmeler ve yeni hammaddelerin bulunuşu, tüketici tercihlerindeki değişikliklerden oluşmaktadır.

Ekonomide meydana gelen şoklar üretim sürecindeki emek ve sermaye stokunu etkileyecektir. Bu tür şoklar ekonomide pozitif etki yapacaktır. Çünkü bu şoklardan etkilenen sektörlerde varolan emek ve sermaye stoku ile geçerli olan fiyat düzeyinde daha çok üretim yapılacaktır. Reel konjonktür teorisi iktisadi büyümenin sürekli ve aynı yönde oluşan seri şoklardan veya önemli tek bir şoktan kaynaklandığını ileri sürmektedir. Fakat tek bir şokun olduğu durumlarda üretimdeki değişiklik çok açık olmayabilir. Bu sonuç teorinin üç önemli varsayımından kaynaklanmaktadır. Bu varsayımlar;

  • Yeni sermaye malının yatırıma dönüşmesi belli bir zaman alacaktır.
  • Tüketicilerin gelirindeki bir değişiklik sonucu tüketim kalıplarının intibakı zaman almaktadır.
  • Modelde hiçbir katılığın olmadığı dolayısıyla dengenin her an için sağlanacağıdır.

Başlangıçta sadece bazı sektörleri etkileyen pozitif yönlü şok zamanla bütün ekonomiye yayılacaktır. Çünkü şoktan etkilenen endüstrilerde yaratılan gelirlerin bir kısmı tüketime harcanacaktır. Teknolojik düzeyin değişmesiyle birlikte emek ve sermayenin marjinal verimliliği artacağından reel ücretler de aynı yönde artış gösterecektir. Neticede emek talebinin artmasıyla hem istihdam hem de reel ücretler artacaktır. Negatif yönlü bir şok ise tam tersi bir sonuç doğuracaktır. Sonuç olarak İş çevrimlerinin esas olarak işgücü üretkenliği ve kamu harcamaları gibi reel şoklardan kaynaklandığını savunurlar. Diğer görüşleri yeni klasik ekole dayanır. Bu ekol, yeni bir ekol olmaktan çok Yeni Klasik ekolün bir unsuru olarak kabul edilebilir.

Kyland, Presscott, Long ve Plosser en önemli temsilcileridir.
  1. Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat
  2. Buchanan, G. Tullock öncüleridir. Liberaldirler. Ekonomiye devletin müdahalesine karşıdırlar. Hükümet başarısızlığına inanırlar. Bireylerin fayda, politikacıların ise oy maximizasyonu peşinde olduklarını savunurlar. Hükümet başarısızlıklarına inandıkları için kamunun ekonomideki ağırlığının azaltılması için devletin ekonomik kararlarının anayasada açıkça sınırlandırılmasını savunurlar. Dolayısıyla kurala göre politikaları savunurlar.
  1. Arz Yönlü İktisat

1980’li yıllarda uygulama alanı bulan bu okul A. Laffer ve M. Evans’ın öncülüğünde gelişmiştir. Ekonomiye devlet vergi teşvikleri ile müdahale etmelidir. “Reaganomics” diye de adlandırılır. Vergi indirimlerinin talep yönüne değil insanların çalışma istek ve sürelerine etki yapacağını inceleyen eğriye Laffer eğrisi denir. Vergi indirimlerinin ekonomik aktiviteyi canlandıracağına inanırlar. Bu yüzden bir ekonomide vergi oranlarının yüksekliğinin ekonomik aktiviteyi azaltarak toplanan vergi miktarını azaltacağını savunurlar.

TEMEL MAKROEKONOMİK SORUNLAR VE KAVRAMLAR

Makro iktisat 1929 büyük buhran ve J.M Keynes’in 1936 yılında yayınladığı “Genel Teori” eserinden sonra gelişmiştir. Temel ilgi alanları;

  1. İşsizlik oranı
  2. Enflasyon oranı
  3. Büyüme oranıdır.

*       Makro ekonomi politikalarının temel amacı;

  1. Tam istihdam
  2. Ekonomik büyüme
  3. Fiyat istikrarı
  4. Gelir dağılımında adalet
  5. Dış denge
  1. İSTİHDAM

Çalışma ve gelir sağlama kararında olan bireylerin hizmetlerinden yararlanılmak üzere çalıştırılmasıdır. Emeğin yanında, diğer üretim faktörlerinin kullanılması geniş anlamda tam istihdamdır.

Emek piyasasını mal ve diğer piyasalardan ayıran belki de en önemli özellik, emeğin istihdamının çalışan ve çalıştıran arasında kişisel bir ilişkiyi ifade etmesidir. Emek piyasası hakkında genellikle hem işveren hem de işçi bakımından bir bilgi eksikliği söz konusudur. Emek piyasasına arz edilen emek büyük ölçüde heterojenlik gösterir. Tek bir emek piyasası yoktur, farklı birçok iş için binlerce piyasa vardır. Emek piyasalarında grup ilişkilerini etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu piyasalardaki karar alıcı birimlerin başında gelen sendikaların davranışlarını belirleyen sosyal, siyasal ve ideolojik bazı etkenler mal piyasalarında yer alan firmaların davranışlarını etkileyen faktörlerden farklıdır. Emek piyasasında işçinin pazarlık gücü nispi olarak azdır. Genellikle bu piyasalarda güç alıcılar lehinedir.

 

Çalışma çağındaki nüfus ve aktif nüfus nedir?

Çalışma çağındaki nüfus tanımlanırken, bir yaş sınırlamasından hareket edilir. Genellikle, bu çağın alt sınırı, zorunlu temel eğitimin bitişini ifade ederken; üst sınırı da emeklilik yaşına karşılık gelmektedir. Ülkeler arasında gerek zorunlu temel eğitimin süreleri ve gerekse emeklilik yaşları konusundaki farklılıklar çalışma çağındaki nüfusun uygulamada farklılaşmasına yol açmaktadır. Ancak, ülkeler arasında yaygın olan yaş sınırları 15-65 yaşları arasıdır. Yani, 15–65 yaşları arasındaki kişiler çalışma çağındaki nüfusu oluşturmaktadır.

Aktif nüfus, çalışma çağında yani 15–65 yaş grubunda olup kurumsallaşmamış nüfustan oluşmaktadır. Kurumsallaşmamış nüfus, Devlet istatistik Enstitüsü’ne göre; “Okul, yurt, otel, çocuk yuvası, huzurevi, özel nitelikli hastane, hapishane, kışla ve orduevi gibi yerlerde ikamet edenlerle yabancı uyruklular dışındaki nüfustur”.

 

 

İşgücü nedir?

İşgücü, bir ülkedeki emek arzını insan sayısı yönünden ifade eden bir kavramdır. Başka bir tanımlama ile, bir ülkedeki nüfusun üretici durumda bulunan yani ekonomik faaliyete katılan kısmıdır. Çalışma çağındaki nüfustan, çalışmak istemeyenleri, çalışmasını engelleyen bir sakatlığı olanları, askerlik hizmetini yapanları, ev kadınlarını, öğrencileri ve mahkûmlar gibi gözetim altında tutulanları çıkarıp; çalışma çağı dışında olduğu halde çalışmak zorunda olan çocuklarla yaşlıları eklersek sivil işgücüne (toplam işgücü) ulaşılır.

Kısaca, işgücü = istihdam edilenler + işsizler.

                                         İşsizlik oranı =  

Eksik istihdam nedir?

Eksik istihdam, istihdamın sektörel dağılımı içinde tarımın ağırlıkta olduğu, ücretsiz aile işçilerinin yoğun olarak bulunduğu ve işsizlik sigortası uygulamasının bulunmadığı ülkelerde, işgücünün gereği gibi değerlendirilememesinden kaynaklanan önemli bir sorundur. İşsizlik sigortasının bulunmadığı ya da sınırlı olduğu ülkelerde, kişiye işsiz kaldığında, geçimini temin edebilecek bir gelir düzeyi sağlanamamaktadır. Bundan dolayı da kişi, sahip olduğu eğitim ve niteliğe uygun olsun ya da olmasın veya elde edeceği ücret düzeyi ne olursa olsun çalışmak zorunda kalmaktadır. Böylece, kişi işsiz olmaktan kurtulmakta, ancak bu kez de sorun eksik istihdam olarak ortaya çıkmaktadır. Kısaca çalışanların işlerinden memnun olmamaları ya da yeteneklerinin altında işten çalışmalarına denir.

 İşgücüne katılma oranı nedir?

İşgücüne katılma oranı, istihdam edilenlerle işsizlerin toplamının oluşturduğu işgücünün aktif nüfusa oranıdır. Bu oran, aktif nüfus içersinde işgücünün nispi ağırlığını gösterir.

 iş gücüne katılma oranı: İş gücü / aktif nüfus

Bağımlılık oranı nedir?

Bir ülke nüfusunun tamamı tüketicidir, ancak çalışma çağındakiler hem tüketici hem de üreticidirler. Üretim-tüketim dengesini sağlamak için üretime katılanların kendileriyle birlikte katılmayanlara da yetecek kadar üretimde bulunmaları gerekir. Bunun ölçüsü bağımlılık oranıdır. Bağımlılık oranı, çalışma çağındaki kişilere bağımlı olan nüfusun kaba bir ölçüsüdür.

Emek verimliliği nedir?

Bir ülke nüfusunun tamamı tüketicidir, ancak çalışma çağındakiler hem tüketici hem de üreticidirler. Üretim-tüketim dengesini sağlamak için üretime katılanların kendileriyle birlikte katılmayanlara da yetecek kadar üretimde bulunmaları gerekir. Bunun ölçüsü bağımlılık oranıdır. Bağımlılık oranı, çalışma çağındaki kişilere bağımlı olan nüfusun kaba bir ölçüsüdür.

Okun Yasası

Büyümenin işsizlik üzerindeki etkisinin gösterir. Büyüme ile işsizlik arasında ters yönlü bir ilişki vardır.                DU = –0,5 (Y – 2,25); ABD’de %2.25 olan uzun dönemli büyüme trendinin üzerinde her %2’lik büyüme işsizliği %1 düşürür ifadesi Okun yasasının temelini oluşturur.

NAIRU

1970’li yılların başlarında iktisadi veriler yerine parasal verilere dayandırılan yeni klasik iktisadın popülarite kazanmasıyla birlikte pek çok iktisatçı “doğal işsizlik oranı” (NRU-DİO-Doğal İşsizlik Oranı) nın ülkeler arasında yayılma özelliğini tartışmaya başladı. Süreç içersinde, ücretlerde verimlilik, menü maliyetleri (Genellikle paradan sıfır atılması gibi değişim süreçlerinde işletmelerin karşı karşıya kaldığı yazılım, elektronik işlemci, muhasebe kayıtları, ödeme sistem ve araçları gibi temel değişikliklerin getirdiği extra maliyetler) gibi yeni kavramlar, kendilerini “Yeni Keynezyenler” olarak tanımlayan bir grup iktisatçının dilinden düşmez hale geldi. Her ne kadar ekonominin denge dışı davrandığını tanımlamada kullanılan Friedman’ın NRU’su ile karıştırılarak kullanılıyor olsa da gerçekte NAIRU, enflasyonu aşağıya çekmek için gereken işsizlik oranını ifade eden ekonomik bir yaklaşımdır. Kavramın anlaşılmasını kolaylaştırması bakımından NRU’yu biraz daha açacak olursak, tam rekabetin olduğu ekonomilerdeki denge işsizlik oranı biçiminde ifade etmek mümkündür. Oysa NAIRU, mal ve emek piyasalarında -tam değil- tekelci rekabet koşullarının olduğunu ön varsayan, mükemmel olmayan Yeni Keynesyen Rekabet Modelinin adıdır. Bu bağlamda NAIRU sisteminde, istek dışı işsizliğin söz konusu olabileceği kabul edilmektedir. Bu tanım ve açıklamadan da anlaşılacağı gibi, kapitalist sistemde insanların kendi istekleriyle işsiz kaldığı, NAIRU koşullarının ise bir istisna olarak istek dışı işsizliği yaratabileceği vurgusu esastır. Kısaca NAIRU (Non-Accelarated Inflation Rate of Unemployment) enflasyonunu hızlandırmayan işsizlik oranıdır. Yeni Keynezyen bir analizdir.

İşsizlik Türleri

İşsizlik üretim faktörlerinden en önemlisi olan insan emeğinin kullanılması ile ilgilidir. Bir insan niçin işsiz kalır? Çalışma gücüne sahip olduğu halde insanların bazıları neden çalışmaz? Bu soruları cevaplamak için öncelikle bu işsizliğin isteyerek mi yoksa istemeyerek mi oluştuğuna bakmak gerekir. Bir toplumda öyle insanlar bulunabilir ki bu insanların boş gezmeleri kendi isteklerine bağlı olmadan meydana gelir. Hâlbuki bazı kimseler de ekonomik ve sosyal bazı nedenlerden dolayı işsiz kalırlar. Bu sebeple işsizlerin bir kısmını iradi işsiz, bir kısmını da gayri iradi işsiz olarak iki gruba ayırabiliriz.

  1. İradi İşsizlik

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi ancak kendi istediği şekilde bir iş olursa çalışacaklarını söyleyen kişilerin oluşturdukları işsizliktir. Bu işsizliğin sebepleri:

  1. a) Genellikle tembel oldukları için işi beğenmezler.
  2. b) İş şartlarındaki küçük bir değişikliğe razı olamazlar.
  3. c) İstismar edileceklerini düşünerek komplekse kapılırlar. Bu gibi küçük sebeplerden dolayı hemen işi bırakırlar veya istekleri olmadığı sürece işe başlamazlar.
  4. d) Aile fertlerinden çalışabilecek düzeyde olup da yalnızca bir kişi çalışıyorsa bu ailede bu gelire razı oluyorsa diğer fertler çalışmak istemezler. Babanın çalıştığı bir durumda eşi ve yetişkin çocuklar çalışmıyorsa eş ve çocukların durumu iradi işsizliğe girer.
  5. e) Bazı kimseler (nadir olarak rastlansa bile) istirahat etmeyi maddi refaha tercih ederler ve çalışmak istemezler.

Sonuç olarak iradi işsizlik: piyasada geçerli olan ücreti kabul ettiği taktirde, çalışabilecek iş olduğu halde çalışmayan kişilerin meydana getirdiği işsizliktir.

  1. Gayri İradi İşsizlik

İş bölümü, uzmanlaşma ve otomasyonun önemli olduğu ülkelerde sık sık ortaya çıkan ve iktisadi bakımdan asıl önemli olan işsizlik türüdür. Bu işsizlik diğer işsizlik türünün tam tersi olarak, şartlar ne olursa olsun çalışmak isteyen insanların kendi iradesi dışında iş bulamamalarıdır. Bunun en önemli sebebi, iş gücüne olan talebin yetersizliğidir. Bazı ürünlerin satışları düşük seviyede olabilir veya o mal üretilirken otomasyon şartları geçerli olabilir. Bunun sonucu olarak üretici iş gücü talebini azaltır. Bu ise bazı kimselerin işsiz kalmalarına sebep olur.

  1. Mevsimlik İşsizlik

Bazı ekonomik faaliyetlerin belirli mevsimlerde yapılabilmeleri sebebiyle ortaya çıkan işsizliktir. Tarım alanında işler mevsimlere dağılmıştır. Hasat sonrası birçok kişi tarla işleri bittiği için işsiz kalırlar. Aynı şekilde turizm işletmelerinde çalışan kişiler de mevsim bitince işsiz kalırlar. Yazlık tesislerde çalışanlar kışın, kış sporları yapılan yerlerde çalışan kimseler de yazın işsiz kalırlar. Bunun yanında toplumun örf ve adetlerine göre bazı günlerde, milli ve dini bayramlarda da işsizlik meydana gelebilir. Tarım sektöründe elde edilen endüstriyel ürünlerin işlenmesi dönemlerinde büyük iş gücü hareketi bu alanlara kayar. (tütünün işlenmesi, pancarın işlenmesi gibi). Bu alanlarda üretim faaliyeti bitince yeniden işsizlik dönemi başlar. Bu tür dalgalanmalar insan iradesi dışında meydana geldiği ve sık sık tekrarlandığı için mevsimlik işsizlik büyük bir sorun teşkil eder. Genellikle tarımsal yapılı ülkelerde görülür.

  1. Devrevi (Konjonktürel) İşsizlik

Konjonktürel işsizlik adı da verilen bu gayri iradi işsizlik türü ekonomik hayatın hep aynı faaliyet seviyesini devam ettiremeyip dönüp gelen dalgalanmalar oluşturulmasından dolayı ortaya çıkmaktadır. Konjonktür dalgalanmalarının düştüğü safhalarda, yani iktisadi faaliyetlerin azaldığı devrelerde insanların büyük bölümü işsiz kalabilir. Dalgalanmaların yükseldiği devrelerde ise işsizlik azalıp tamamen ortadan kalkar. İşte az çok belli aralıklarla ortaya çıkan ve devri bir nitelik taşıyan işsizliklerin sebepleri üzerindeki teorik araştırmalara “konjonktür teorileri” denir. Bu işsizliğin sebebi efektif talep olup talep yetersizliğinin ortaya çıktığı devrelerde işsizlik artmakta, toplam talep seviyesinin yükseldiği dönemlerde ise işsizlik azalmaktadır (1974 petrol krizi gibi).

  1. Yapısal İşsizlik

Bir ülkenin ekonomik yapısında meydana gelen değişmelerin sebep olduğu işsizliklere yapısal “struktrel işsizlik” denir. İlkel metotlarla tarım yapılan bir yerde fabrikasyona veya makineleşmeye geçildiğinde insan gücüne olan ihtiyaç azalır. Bu sebeple işsizlik doğar. Bunun yanında sanayi üretiminin çeşitli kollarında da bu işsizlik görülür. Fabrikasyona gidilmesinden doğan işsizlik gayri iradi işsizlik grubuna girer.

  1. Gizli İşsizlik

Bazı insanlar çalışıyor gibi görünürler fakat faaliyetlere olumlu bir katkıları olmaz. Genellikle iktisaden geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde çok rastlanan gizli işsizliği marjinal verimliliği sıfır yada sıfırın altında olan işçilerin durumu olarak tanımlayabiliriz. Bu kişiler fiilen çalışıyor görünmelerine hatta faydalı şeylerin üretimine katkıları olmasına rağmen bu kişiler iş alanından çekildiklerinde üretimde hiçbir azalma olmaz. Bu tür işsizliğin tespit edilmesi açısından sağlıklı istatistik yapılması genellikle zordur. Çünkü işçiler fiilen çalışıyor görünmektedirler. Bu tür işsizliğin sebebi üretim araçlarının yani sermayenin ve organizasyonun yetersizliğidir. Kasabaya veya şehre gidip iyi ücretle iş bulabilecek bir insanın ailesine veya köyüne bağlılığından dolayı, kendisine ihtiyaç olmadığı halde köyünde çalışması gizli işsizliktir. Ülkemizde tarımda çalışanların çoğu gizli işsizlik durumundadır.

  1. Geçici İşsizlik (Friksiyonel İşsizlik)

İktisadi açıdan gelişmiş veya gelişmemiş bütün ülkelerde emek piyasasının iyi işlememesinden dolayı doğan “arızi işsizlik”tir. Bazı işçiler boş gezerken bazı yerlerin işçi araması gibi durumlar olabilir. Her iki tarafın da piyasa şartları hakkında tam bilgiye sahip olmamaları “emek piyasası”nın işleyişindeki sürtünmelerin oluşundan meydana geldiği için bu işsizliğe friksiyonel işsizlik de denir. İş ve işçi bulma kurumları piyasayı iyi organize edebilirse bu konu kolay çözülür. Fakat işsizliği sıfırlamak genellikle mümkün değildir. İşsiz sayısı çalışabilecek kişilerin %2’sine düştüğü zaman o ülkede tam istihdamdan bahsedilebilir.”Tam istihdam” üretim faktörlerinin en verimli olarak kullanılması demektir. Ülkelerde sahip olunan kaynak ve sermayenin eksik kullanılması potansiyel üretim gücünün kaybedilmesi demektir. Bunun en önemli sebebi şüphesiz talep yetersizliği dir. Hem üretim faktörlerinin ve kaynaklarının tam kullanılması hem de iş gücünün yeterli kullanılması gerçekleşirse o zaman tam çalışma ya yakın bir seviyeye ulaşılmış olur.

  1. Teknolojik İşsizlik

Uzun süre emek yoğun üretim metodu kullanılmış bir alanda sermaye yoğun tekniklere geçilmesi sonucu ortaya çıkan işsizliktir.

  1. ENFLASYON

Enflasyon, fiyatlar genel seviyesindeki devamlı ve hızlı artışlar olarak tanımlanır. Bir başka tanımla enflasyon, parasal gelirdeki fiili büyümenin, üretimdeki fiili büyümeden daha yüksek olmasıdır. Teorik açıklamalar ile halkın enflasyon anlayışı bazı noktalarda farklılıklar göstermektedir. Halk, her fiyat yükselişini enflasyon olarak bilirken, ekonomi bilimi, devamlılık gösteren ve belli bir oranın üzerine çıkan fiyat artışlarını enflasyon olarak tanımlamaktadır. Yani fiyatların bir defalık yükselmesine enflasyon değil fiyat artışı denir. Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli düşüşler ise deflasyon olarak tanımlanır. Fiyat artışlarının azalmasına ya da enflasyonun düşmesine ise dezenflasyon denir.

 

Enflasyon Çeşitleri

  1. Talep Enflasyonu

Talep enflasyonu; toplam arz sabitken toplam talebin artması nedeniyle oluşmaktadır.

 

  1. Maliyet Enflasyonu

Bir ekonomide mal ve hizmetlere olan talep sabitken arzın azalması yani sola kayması nedeni ile de enflasyon oluşabilir. Ekonomide mal ve hizmetlere yönelik bir değişme yokken maliyet artışı sebebiyle toplam arzın azaldığını varsayalım. Bu kayma maliyetleri artan firmaların aynı miktar mal ve hizmeti daha yüksek bir fiyattan üretmeye razı olacaklarını gösterir. Maliyetlerin artmasıyla meydana gelen arz kayması sonucu geçerli fiyat seviyesinde ekonomide ‘Talep Fazlası’ meydana gelecek, buna bağlı olarak fiyatlar yükselecektir. Fiyatların bu şekilde arz kaymasına bağlı olarak yükselmesine ‘maliyet enflasyonu’ denir.

 

Ekonomide Bütün Maliyet Artışları Enflasyona Neden Olur mu?

Yukarıda maliyet artışlarının arz eğrisini sola kaydırarak enflasyona neden olacağını belirtmiştik. Gerçekte maliyet enflasyonunun oluşabilmesi belli şartlara bağlıdır. İlk olarak maliyet enflasyonunun oluşabilmesi için girişimcilerin maliyet artışlarına karşı tepkilerinin sert olması gerekir. Bir başka deyişle girişimciler karlarını artan maliyetler karşısında muhafaza etmek istemektedirler. Girişimcilerin karlarındaki azalmaya rıza gösterip maliyet artışlarını fiyatlara yansıtmadıkları durumda maliyet artışları enflasyonist bir etki doğurmayacaktır. İkinci olarak, bir maliyet unsuru olan ücretlerde meydana gelen artışların maliyet enflasyonuna neden olabilmesi için ücret artışının verimlilik artışına paralel olmaması gerekir. Ücretler artarken emek verimliliği de aynı oranda artarsa maliyetler yükselmeyeceğinden enflasyon da oluşmayacaktır. Üçüncü olarak, malların fiyatlarında meydana gelen yükselmeler malların sürümünü engellememelidir. Eğer üretilen malların çoğunun talep esneklikleri düşük ise bu taktirde maliyet artışı nedeniyle malların fiyatları yükseldiğinde satın alınan miktarlar fazla azalmayacak, enflasyonist süreç başlayacaktır Bunun tersine fiyat artışlarına karşılık tüketicilerin taleplerini önemli ölçüde azalttıkları durumda, talep esnekliği yüksek olacak enflasyonist süreç başlamayacaktır. Son olarak, maliyet enflasyonunun sürebilmesi için emisyonun da artması gerekir. Çünkü artan maliyetler karşısında hükümet, emisyon hacmini genişleterek talebi özendirici politika izlemezse maliyet enflasyonu süreci başlamaz. Fiyatlar bir miktar yükselir ve durur.

 

  1. Yapısal Enflasyon

Ekonomik yapının esnek olmamasından kaynaklanan enflasyon, özellikle azgelişmiş ülkelerde enflasyonun önemli bir nedeni olarak gösterilir. Ekonomik yapının katılığı sonucu belli sektörlerde üretim, bu sektörlerde ortaya çıkan talep değişmelerine kısa zamanda uyum göstermemektedir. Uyum sürecinin yavaş işlemesinin nedenleri arasında kaynak hareketliliğinin düşük olması, sermaye, döviz, nitelikli iş gücü yetersizliği gibi etkenler gösterilebilir. Dolayısıyla, ekonomide genel bir talep fazlası bulunmamakla birlikte, belirli bir sektörün ürünlerine karşı çıkan talep artışları üretim artışına değil bu sektörlerde fiyat ve ücret artışlarına yol açmaktadır. Oysa bu etkiler tek yönlü olarak ortaya çıkarlar yani talebin arttığı endüstrilerde ücretler ve fiyatlar yükselirken talebin düştüğü endüstrilerde ücret ve fiyat düşüşleri olmaz. Böylece kısmi talep genişlemesi ve ekonomik yapının katılığı sonucu ortaya çıkan fiyat ve ücret artışları para arzının sürekli artırıldığı durumlarda giderek tüm ekonomiye yayılır ve genel bir enflasyona dönüşür. ABD’de 1953–1958 dönemi için yapılan bir araştırmada fiyat yükselişinin oligopol kuran sanayilerin davranışından doğduğu saptanmıştır. Bu sanayi kollarının demir-çelik, mekanik, otomobil, kauçuk sanayileri olduğu görülmüştür. Oysa 1942–1947 yılları arasında fiyatlar rekabetçi sanayi ve işletmelerce belirleniyordu. Bazı yıllarda rekabetçi pazarlarda fiyatların düşmesine karşılık eksik rekabetçi pazarlarda fiyatlar yükselmeye devam etmiştir. Bu fiyat yükselişlerinde talep ve maliyetler önemsiz kaldığında bunlara ‘Yapısal Enflasyon’ denmektedir.

Stagflâsyon (Enflasyon ve Durgunluk)

1953–1967 döneminde batının belli başlı sanayi ülkelerinde enflasyon oranının yıllık ortalaması %2’nin biraz üzerinde seyretmiştir. Ama 1968 yılından sonra durum büyük ölçüde değişmeye başlamıştır. Bir yandan ücretler ve hammadde fiyatları hızla artarken petrol fiyatları dört kat yükselmiştir. Böylece eşine rastlanmayan bir enflasyon dönemine girilmiştir. 1973 yılından sonra iki yıl içinde OECD ülkelerinde enflasyon oranı %26’yı bulmuştur. Bu oran İngiltere’de %44’e ulaşmış, Japonya onu %38 ile izlemiştir. Enflasyon ve durgunluğun birlikte ortaya çıkması hem yeni bir olaydır hem de açıklaması oldukça zordur. Bu açıklama bir nedene bağlanarak yapılamaz.

Diğer yandan enflasyonu artış hızına göre üçlü bir ayrıma tabi tutmak mümkündür; 

  • Ilımlı Enflasyon; Yıllık fiyat artış hızının %5–6 olduğu enflasyon türüne denir.
  • Atalet Kazanmış Enflasyon; Yıllık fiyat artış hızının %10–20 olduğu enflasyon türüne denir.
  • Hiperenflasyon; Aylık fiyat artış hızının %5o ve üzeri olduğu enflasyon türüne denir. P. Cagan ortaya atmıştır.

 

Enflasyon ile İlgili teorik Açıklamalar

Enflasyon ve Etkileri

Fransızca bir kelime olan enflasyon şişkinlik anlamına gelir. İktisatta enflasyon denince: ‘fiyatlar genel düzeyindeki devamlı yükselmeler’ anlaşılır. Fiyatların bir defalık yükselmesi enflasyon değil fiyat artışıdır. Enflasyon; sosyal, siyasal, ekonomik sorunlara yol açan çok boyutlu bir sorundur. Enflasyonun bu olumsuz etkilerini aşağıdaki başlıklar altında incelememiz mümkündür.

 

Enflasyonun Başlıca Ekonomik Etkileri

Enflasyon, faktör gelirleri, tasarruf ve yatırımlar, ödemeler dengesi, sermaye üzerinde olumsuz etkilerde bulunur ve bu alanda dengesizliklere yol açar.

 

  1. Enflasyonun Verimlilik Üzerindeki Etkileri

Enflasyonun ilk etkilerinden birisi verimlilik kaybına yol açan etkisidir. Buna ‘ayakkabı eskitme maliyeti (shoe leather cost) denmektedir. Çünkü enflasyonist ortamda insanlar ellerinde nakit para tutmak istemeyecek ve ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli bankaya gidip gelme zorunda kalacaklardır. Bu da iş verimini düşürerek insanların boş zaman kayıplarını artıracaktır. Bu yüzden buna ayakkabı eskitme maliyeti adı verilmektedir. İş kaybı, verimlilik kaybı, zaman kaybı olarak ifade edilebilecek bu maliyetleri, ev ve iş yerlerindeki gereksiz zihni meşguliyet ve benzeri kayıplarla da genişletmek mümkündür.

 

  1. Enflasyonun Faktör Gelirleri Üzerindeki Etkisi

Enflasyonun etkin olduğu dönemlerde fiyatlar nominal ücretlerden daha hızlı arttığından reel ücretler devamlı düşme göstermektedir. Nominal ücretleri reel ücretler düzeyine çıkartmak için başvurulan maaş artışı ve toplu sözleşmeler, enflasyonun yıkıcı etkilerini giderecek büyüklükte olmamaktadır. Zaten bu ve buna benzer karakterdeki istekler talep ve maliyet enflasyonuna yol açar endişesiyle ücret gelirleri enflasyon artışının altında tutulmakta ve enflasyonun gerisinde kalmaktadır. Faiz ve kira gelirleri üzerinde enflasyonun meydana getirdiği aşınmanın önlenebilmesi, sözleşmelerin bir enflasyon primi içerebilmelerine bağlıdır. Böylece nominal faiz oranı ve kira enflasyon oranı dahilinde yükselecek reel faiz oranı ve kira sabit kalacaktır. Enflasyon işletmelerde karlar üzerinde ilk bakışta olumlu etki yapıyor gibi görünmektedir. Bunun sebepleri;

  • Öz sermaye ve sabit varlıkların satın alma değerleri üzerinden işlem görerek yıpranma payı ayrılması.
  • Enflasyon nedeniyle nominal satış gelirlerinin artmakta olmasıdır.

Ancak üretim süresinde karşılaşılan maliyet artışları, satış fiyatlarına yansıtılabildiği sürece, nominal karlarda görülen kabarma, yıpranma paylarının gerçekçi bir biçimde hesaplanmamasından doğmuş olacaktır. Bu karların dağıtılması ise öz sermayenin tüketilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla enflasyon, nominal karın yükselmesine, reel işletme sermayesinin eksilmesine yol açan bir süreçtir. Enflasyonun üretim faktörlerinin gelirlerini belirsizleştirmesi bu faktör sahiplerinin ileriye yönelik planlarını alt üst etmekte ve üretim tüketim dengesinin bozulmasına yol açmaktadır.

  1. Enflasyonun Tasarruflar ve Yatırımlar Üzerindeki Etkileri

Enflasyon, gönüllü tasarrufları azaltmaktadır. Fiyatların devamlı yükselmesi ve tasarrufun getirisi olan faizin bu artışı izleyememesi, daha doğrusu negatif reel faiz tasarrufların başka alanlara kaymasına yol açmaktadır. Bu birikimler ya verimsiz yatırım alanları olan altına, gayrimenkule ya da enflasyonu daha da kamçılayacak tüketim harcamalarına yönelmektedir. Sonuç olarak yatırımlar için gerekli kaynaklar ekonominin kendi içinde sağlanamaz hale gelmektedir. Yatırımlar üzerinde de enflasyonun olumsuz etkileri vardır. Kamu kesimlerinin ve özel kesimin yatırımları devamlı fiyat yükselmeleri nedeniyle başlangıç maliyetlerinin çok üzerinde gerçekleşmektedir. Enflasyon, işletmelerin yatırımlarının zamanında ve beklenilen maliyetlerle gerçekleşmesini önlediğinden arz talep dengesini bu yüzden de bozmaktadır. Ayrıca spekülatif kazançların karlılık oranının yükseldiği bu yöndeki girişimleri arttırmış ekonomik fonlar üretim kaynaklarının geliştirilmesi, genişletilmesi yerine spekülatif faaliyet alanlarına yöneltilmiştir. Arz yetersizliği ve aşırı talep kıtlıklarının, kara borsanın sebebi olurken bu malları ellerinde bulunduranlara haksız kazanç kapılarını aralamıştır. Bu nedenlerle yatırımların rasyonel ve etkin dağılımı bozulduğu gibi kaynakların verimli alanlarda değerlendirilmesi de sağlanamamaktadır.

  1. Enflasyonun Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi

Enflasyon sonucu iç piyasada üretilen malların fiyatları yükseldiğinde bunların ihracat imkânları daralmaktadır. Dolayısıyla ihracatı teşvik gayesi ile birçok suni yöntemler (ihracatta vergi iadesi, düşük faizli ihracat kredisi verilmesi, vergisiz hammadde ve makine ithali vb…) uygulanmaktadır. Diğer taraftan ithal malların fiyatları dengeli kaldığı sürece bunlara olan talep hızla artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde gösteriş tüketimi eğiliminin kuvvetli olması nedeniyle zaten fazla olan ithal malları kullanım oranının, fiyatlardaki düşüklükle desteklenmesi döviz rezervlerinin erimesine yol açmaktadır. İhracatın azlığı ve ithalatın fazla vermesine sebep olan enflasyon ödemeler dengesine olumsuz etkiler yapmaktadır. Mal fiyatlarının yükselmesine neden olan enflasyon döviz kurları ayarlanmadığı taktirde ihracatı azaltmak ve ithalatı arttırmak suretiyle ülkenin yoksullaşmasına yol açmaktadır.

  1. Enflasyonun Sermaye ve Tekelleşmeyi Arttırıcı Etkisi

Enflasyonist bir ortamda bazı endüstri dallarının karlılıklarında artışlar olsa da ekonominin bütünü açısından ortalama kar hadlerinde düşüş gerçekleşir. Bu da serbest piyasa ekonomilerinde yatırımları olumsuz yönde etkiler. Örneğin yıpranma payları yıpranma yatırımlarını karşılamayacak kadar küçülür. Sermaye malları stokunu eski düzeyde tutabilmek için ayrılmış olan amortismanlardan daha büyük bir kaynağa ihtiyaç doğar. Öte yandan enflasyondan doğan talep artışını karşılayabilmek için kapasite artırımı gerekir. Bu yatırımların finansmanı konusunda firmaların başvurabilecekleri kaynaklar fazla değildir. Hisse senetleri karlı olmadığından fazla alıcı bulamaz. Faiz oranlarının yüksekliği borç maliyetini yükseltmektedir. Bu sebeple firmalar iç kaynaklara başvurmak zorunda kalmakta ve bu kaynakların da yetersiz olması sebebiyle ya emek yoğun yatırımlar ya da firmalar arası ortak girişimler artar bu da tekelleşmeye yol açar.

 

Enflasyonun Mali Etkileri

Enflasyon mali açıdan aşağıdaki sorunlara yol açar.

 

  1. Enflasyonun Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi

Enflasyon sonucu vergi gelirlerinin arttığı gözlenmektedir. Enflasyon dönemlerinde nominal gelirlerde artış olduğundan vergi gelirlerinde reel bir artış olup olmadığı enflasyondan doğan gelir artışlarının ne kadarını karşıladığına bağlıdır. Ülkemizde enflasyonun yüksek olduğu yıllarda vergi gelirlerinde reel bir artış söz konusu değildir. Özellikle sabit oran ve matrahlı vergiler enflasyonun etkisiyle aşınmakta ve önemli vergi kaybına neden olmaktadır. Buna literatürde Oliveria-Tanzi etkisi denir.

 

  1. Enflasyonun Vergi Kaçakçılığı Üzerindeki Etkisi

Enflasyon reel işletme sermayelerini aşındırıcı bir özelliğe sahip olması sebebiyle işletmeler gerçek işletme sermayelerini koruyabilmek için vergi kaçırma yoluna gitmektedir. Eğer bunu yapmazlarsa gerçek işletme sermayelerinin bir gün tükendiğini görmek durumunda kalacaklardır. Bu nedenle enflasyon, vergi kaçağını teşvik edici ve gizlenmesine yardımcı olan bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

  1. Enflasyonun Bütçe Üzerindeki Etkisi

Yükselen fiyatlar kamu harcamalarının maliyetini yükseltmekte fakat gelirlerin enflasyon oranına endekslememesi sebebiyle reel gelirleri azaltmaktadır. Böylece devamlı açık veren bir bütçe ortaya çıkmaktadır. Devletin merkez bankasına olan borçları kabarır bu da dengesizliği arttırır. Böylece enflasyon bütçe açıkları doğurmakta bütçe açıkları da enflasyonu besleyerek bir kısır döngü oluşturmaktadır.

Enflasyonun Sosyal ve Siyasal Etkileri

Enflasyon, sosyal ve siyasal sorunlara yol açmakta ve sosyal dengenin bozulmasına yol açmaktadır.

 

  1. Enflasyonun Gelir Dağılımını Bozucu Etkisi

Enflasyon dönemlerinde dar ve sabit gelirliler zarar görürken büyük tüccar ve sanayici, serbest meslek erbabı, mal darlığını ve üretim yetersizliğini kullanarak spekülatif kar peşinde koşanlar karlı çıkmaktadır. Servetlerini para olarak ellerinde tutanlar paranın satın alma gücü oranında servetlerinden kaybederlerken, servetini; gayrimenkul, altın, dayanıklı tüketim malı şeklinde ellerinde tutanlar bu süreçten kazançlı çıkmaktadır. Dolayısıyla elde mal tutmak para tutmaktan daha karlı duruma gelmekte bu da kıtlığa ve karaborsaya yol açmaktadır. Enflasyon dönemlerinde borçlu olanlar, enflasyon oranında kar ederken alacaklı olanlar bu oranda zarar etmektedir. Gelir bölüşümünü üreticiler ve spekülatör lehine, sabit gelirler aleyhine değiştiren enflasyon, gelir dağılımındaki dengesizliği zamanla arttırarak toplumda yoksulların sayısını arttırmakta ve sınırlı sayıdaki insanların aşırı zenginleşmesine yol açmaktadır.

 

  1. Enflasyonun Ahlaki, Manevi ve Hukuki Değerleri Bozucu Etkisi

Üretim yetersizliği ve her şeyin satılabildiği bir piyasa mal ve hizmet kalitesinin düşmesine neden olmaktadır. Kara borsa eğilimi artmakta spekülatif ve haksız kazançlarla zengin olmanın yolunu bulanların lüks ve israf harcamaları çoğalmaktadır. Bu bir taraftan toplumun ahlaki ve manevi değerlerinde bozucu etki yaparken; diğer taraftan kolay zengin olma hevesini kamçılayarak halk sağlığı mal kalitesi; insan haysiyeti gibi yüce değerlerin horlanmasına yol açmaktadır. Borçlunun daha menfaatli hale gelmesi insanlar arası ilişkilerde menfaat duygusunu öne çıkarmakta tefeciliği yaygınlaştırmaktadır.

 

  1. Enflasyonun Sosyal Gerginliği Arttırıcı Etkisi

Hızlı enflasyonun yaşandığı bir toplumda bir tarafta haksız ve vergilendirilmemiş kazanç sahiplerinin lüks ve israf yaşantılarını sergileyen gazete sütunları, diğer tarafta iş bulma mutluluğuna eremeyenler ve geçinebilmek için mesaiye katlananlar vardır. Böyle bir toplumda gerginlikleri azaltmak oldukça zordur, bunları istismar ederek kıvılcımları yangınlara dönüştürmek ise oldukça kolaydır. Aslında, bir ülkenin sosyal yapısını değiştirmek için karşılaşılan zorlukları bertaraf etmede kullanılan en güzel araç enflasyondur. Netice olarak birçok iktisadi, siyasi, sosyal ve ahlaki sorunlara yol açan yüksek enflasyonla bir toplumun varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Her ne kadar enflasyonda toplumun bazı kesimleri karlı çıkıyor gibi görünse de sonuç olarak enflasyon toplumun bütün kesimlerini olumsuz olarak etkiler.

Enflasyonu Önlemeye Yönelik İstikrar Programları

Dünya üzerinde karşılaşılan temel dengesizlik hali enflasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle ülkeler enflasyonu en önemli sorun olarak görmektedirler. IMF gibi uluslararası kuruluşlar da enflasyon sorunu ile karşılaşılan ülkelere yönelik istikrar programları önermektedir.

 

Enflasyonu Önlemeye Yönelik Programlar ve Özellikleri

Enflasyonu önlemeye yönelik programlar temelde ortodoks ve heteredoks programlar olarak ikiye ayrılmakta, bu programların ek önlemler ve yapısal reformlarla desteklenmesi önerilmektedir.

 

  1. Ortodoks İstikrar Programları

Ortodoks (geleneksel) istikrar programları para ve maliye programları kullanarak iç ve dış dengeyi birlikte gerçekleştirmeyi esas alan programlardır. Bu programlar;

  • Bütçe dengesinin sürekliliğini sağlamak,
  • Kambiyo kurunu sabitleştirmek,
  • Merkez bankasını bağımsızlaştırmak veya bağımsızlığını denetlemek,
  • Dış desteği sağlamak,
  • Toplumsal desteği sağlayıcı ortamı oluşturmak gibi öğeler içerir.

 

  1. Heteredoks İstikrar Programları

Heteredoks (çoklu) istikrar programları, ortodoks istikrar programları tedbirlerine ilave uyguladıkları ücret ve fiyatlara doğrudan müdahale eden tedbirlerle üretim ve istihdam düzeyinde gerileme meydana getirmeden enflasyonu kısa sürede ve ani olarak aşağı çekmeye yönelik programlardır. Bu programlar bütün nominal çapaları kullanarak ekonomik dengeyi sağlamaya çalışırlar. Heteredoks istikrar programları enflasyon bekleyişlerinin hızla düşmesi için anahtar fiyatın temel olarak alınması ve bu konuda istikrarın sağlanması görüşündedir. Bu anahtar fiyata, ‘Program Çapası’ denilir. Bunun altında yatan sebep ise akıntıya kapılan bir geminin sürüklenmesini önlemek için denize atılan çapa gibi ekonomide dengeyi ve sürüklenmeyi önleyici bir rol oynamaktadır. Bu çapa, döviz kuru, faiz oranı, para arzı, banka kredileri, ücretler olabilmektedir. Ancak uygulamada tek bir çapaya fazla yük yüklenmemesi için birden fazla çapa seçilebilmektedir. Bununla birlikte heteredoks istikrar programları;

  • Kambiyo kurunun sabitleştirilmesi,
  • Para ve kambiyo kredi tavanlarının belirlenmesi,
  • Ücretlerin ve sözleşmelerin dondurulması ve gelirler politikalarının uygulanması,
  • Geçici veya kısmi fiyat kontrollerinin uygulanması, gibi temeller üzerine kurulmuştur.
  1. Ek Önlemler

Her iki programın da uygulanmasında makro ekonomik dengeyi çabuk ve hızlı bir şekilde gerçekleştirmek amacıyla ek önlemler uygulanması gerekmektedir. Bu önlemler;

  • Faiz oranlarının belirleme konusundaki şartların belirlenmesi,
  • Yeni bir para biriminin tedavüle çıkarılması veya sıfırların atılması,
  • Likit varlıkların endekslenmesi veya dövize bağlanmasının önüne geçilmesi,
  • İç borcun yeniden yapılandırılması, bunun için işletmeler, bankalar ve hükümet arasında kamu borçlarını düzenleyici esasların belirlenmesi şeklinde sıralanabilir.

 

  1. Yapısal Reformlar

İstikrar programı uygulayan ülkelerin tekrar böyle bir istikrar programı uygulayacak duruma düşmemesi açısından istikrar bozucu unsurları ortadan kaldırmayı amaçlayan uygulamalara da yapısal reformlar denilmektedir. Bunlar;

  • Ödemeler bilânçosundaki cari hesapların liberalize edilmesi (dış ticareti engelleyici kotalar, lisanslar gibi unsurların kaldırılması)
  • Mali reformların yapılması (vergi, harcama transfer sistemleri)
  • Ulusal finansal piyasalar ile sermaye piyasalarının engellerden arındırılması ve finansal aracılık için yeni kurumların oluşturulması
  • Emek piyasalarındaki giriş çıkış engellerinin kaldırılması ve serbestleştirilmesi olarak sıralanabilir.

Enflasyonun Hesaplanması

Enflasyon nasıl hesaplanmaktadır?

Enflasyon, bir piyasada seçilmiş mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının dönemsel değişimini gösteren fiyat endeksleri ile hesaplanmaktadır.

Enflasyon oranı ne anlama gelmektedir?

Enflasyon oranı, fiyatlar genel düzeyinde belirli bir zaman diliminde meydana gelen değişme oranıdır. Söz konusu oran ülke genelindeki fiyat artışlarının ölçüsü olarak kullanılan fiyat endekslerinden yararlanarak bulunmaktadır. Enflasyon oranı yahut fiyatlar genel düzeyindeki değişim oranının ölçüsü olarak Tüketici Fiyatları Endeksi ve Üretici Fiyatları Endeksi değişim oranları kullanılmaktadır.

 

Endeks nedir?

Endeks bir alanda zaman içinde ortaya çıkan değişimi ölçmeye yarayan ve 100’den başlayan bir sayıdır. Endeks temel dönemde 100’e eşittir ve sonra gelen dönemlerin 100’e göre değişimini göstermektedir.

Fiyat endeksleri, seçilen mal sepetinin baz dönemdeki ya da cari dönemdeki miktarlarını esas almakla, iki ana gruba ayrılabilmektedir. Bu başlık altında iki çeşit fiyat endeksini hesaplama yönteminden söz edilecektir

  1. i) Baz dönem ağırlıklı endeksler (Laspeyres endeksi)

Bu endeks fiyat için İp ve miktar için İq notasyonunu kullanır.

                                     Şeklinde gösterilir. Burada 1 indisi ile cari yıl 0 indisi ile baz yıl gösterilir.

Örnek:

Aşağıda buğday, mısır ve pirinç için 1980 ve 1985 fiyatları ve miktarları verilmiştir. 1980 yıllı baz yıl olmak üzere bir Laspeyres fiyat endeksi hesaplayınız.

Fiyatlar (YTL) Miktarlar (KG)
Maddeler 1980 1985 1980 1985
Buğday 200 (P01) 450 (P11) 800 (q01) 1200(q11)
Mısır 150 (P02) 370(P12) 250 (q02) 700(q12)
Pirinç 300 (P03) 600(P13) 900 (q03) 1500(q13)

Cevap:

                              Laspeyres =

1985 yılında 1980 yılına göre bu maddelerin fiyatlarında (212,3-100 = 112,3) % 112,3 oranında bir artış olmuştur. Eğer sonuç 99 çıkmış olsaydı; o zaman bu maddelerin fiyatlarında %1 (100-99 = 1) oranında bir azalma olmuştur deriz.

 

  1. ii) Cari dönem ağırlıklı endeksler (Paasche endeksi)

Yukarıdaki soruyu bu endeks için çözersek;

 Paasche =

1985 fiyatlarında 1980 yılı fiyatlarına göre  %113,7 oranında bir artış olmuştur.

Bu iki endeks içinde en çok kullanılanı, Laspeyres fiyat endeksidir. Paasche fiyat endeksi daha çok, zevklerdeki ve gelir düzeylerindeki farklılıklardan kaynaklanan talep değişmelerini de hesaba katmak istediğinden, cari dönemde satın alınan malların miktarlarındaki ağırlık olarak kullanılmaktadır. Laspeyres endeksinin fiyat artışlarını olduğundan fazla, Paasche endeksinin ise olduğundan az göstermesi, bunun yanı sıra değişken ağırlıklarının her yıl yeniden tespitinin uygulamada yarattığı zorlukların endeks hesabında uzun gecikmelere yol açması gibi sakıncalarını ortadan kaldırmak üzere, İrving Fisher bir endeks geliştirmiştir. Fisher endeksi; Laspeyres ve Paasche’nin miktar ve fiyat endekslerinin geometrik ortalamasını, Sidgwick endeksi ise; aritmetik ortalamasını ele alır. Genellikle Fisher endeksine uygulamada pek rastlanmamaktadır. Laspeyres endeksi baz dönemi ağırlıklı, Paasche endeksi cari dönem ağırlıklı, Fisher (İdeal) endeksi ise çapraz ağırlıklı endekslerdir. Fiyat endeksi, ölçüme konu olan sepetin nasıl tanımlandığına bağlı olarak farklı biçimlerde hesaplanır ve farklı adlar alır. Fiyat düzeyindeki değişmeleri izlemek üzere başlıca üç tür fiyat endeksi kullanılmaktadır. Tüketici Fiyatları Endeksi ile Toptan Eşya Fiyatları Endeksi baz dönem ağırlıklı endekslerdendir. GSMH Deflâtörü adıyla bilinen endeks, bir cari dönem ağırlıklı endekstir. Türkiye’de enflasyon ölçümünde Laspeyres endeksi kullanılır.

 

Devlet İstatistik Enstitüsünün hesapladığı endeksler neyi göstermektedir?

Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından hesaplanan Tüketici Fiyatları Endeksi Hane halklarının tüketim harcamalarında yer alan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişmeleri göstermektedir. Üretici Fiyatları Endeksi ise tarım, imalat sanayi, madencilik ve enerji sektörlerinde üretimi yapılan malların, üretici tarafından yurtiçi peşin satış fiyatlarındaki değişmeleri göstermektedir.

 Aynı ekonomide birden çok enflasyon olabilir mi? Niçin?

Bir ekonomideki çeşitli piyasalar açısından bakılarak fiyatlar genel düzeyindeki değişim oranı ölçülmek istenebilir.  Örneğin tüketici, üretici, ihracat veya ithalat piyasalarında fiyatlar genel düzeyindeki artış oranı bu piyasalara ilişkin enflasyon oranı olarak nitelendirilmektedir. Fakat kamuoyunda enflasyon oranı olarak tüketici ve üretici fiyatlarındaki değişim oranı dikkate alınmaktadır.

Her ülkede enflasyon aynı yöntemlerle mi hesaplanmaktadır?

Her ülke enflasyon hesabı için fiyat endekslerini kullanmaktadır. Fiyat endeksleri uluslararası standartlarla belirlenmiş yöntemlerle kurulmaktadır. Ülkeler arasında kapsam farklılıkları olmakla birlikte genel standartlar açısından aynı yöntemler izlenmektedir.

Fiyat endeksleri ne demektir?

Fiyat endeksi, seçilmiş mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının belirli bir döneme göre değişimini ölçer. Endeks oluşturmak için ilgilenilen piyasaya göre (tüketici, üretici, ihracat, ithalat vb.), söz konusu piyasayı temsil edecek bir mal ve hizmet sepeti oluşturulmakta ve seçilmiş maddelerin fiyatları dönemsel olarak izlenmektedir. Fiyat endeksleri, fiyatlarının izlendiği mal ve hizmet piyasasına göre isimlendirilmektedir. Bunlara tüketici fiyatları endeksi, üretici fiyatları endeksi, ihracat fiyatları endeksi, ithalat fiyatları endeksi örnek olarak gösterilebilir.

Tüketici fiyatları endeksi ne demektir?

Tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) bireylerin ortalama tüketim kalıplarını yansıtan bir mal ve hizmet sepetinin aylık dönemler itibariyle fiyat değişimini ölçen endekstir. Endeks sepetinde yer alan mal ve hizmetlerin miktar ve kalite değişmeleri göz önüne alınarak endeksin sadece fiyat hareketlerini yansıtması sağlanmaktadır. Perakende fiyat değişimleri ve bu fiyat değişimlerinden bireylerin nasıl etkilendikleri ile ilgili enflasyon oranı, TÜFE değişim oranıdır.

 

 

Üretici fiyatları endeksi ne demektir?

Üretici fiyatları endeksi (ÜFE) yurtiçi üretimden satışa konu olan seçilmiş ürünlerin üretici fiyatlarındaki değişimin göstergesidir. Üretici fiyatları, üretimde kullanılan her türlü maddenin ve işgücünün maliyetinden etkilenmektedir. Bu maliyetlerdeki değişimin, üretici fiyatlarının değişimine ve dolayısıyla belirli bir süre sonra tüketici fiyatlarına da yansıması nedeniyle kabul gören genel bir anlayışla enflasyon oranı olarak ÜFE değişim oranı kullanılmaktadır. Burada mallar yer alır, hizmet girmez endekslere ve ara malı, enerji fiyatları ve hammadde fiyatlarındaki değişimler göz önüne alınır.

Tüketici fiyatları endeksi için seçilen mal ve hizmetler nasıl belirlenmektedir?

Tüketici fiyatları endeksinin amacı, hane halkları tarafından belirli bir ihtiyacı karşılamak amacıyla satın alınan mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki değişimini ölçmektir. Fakat piyasadaki tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının izlenmesi imkansız olduğu için hane halklarının yaptıkları tüketim harcamaları içinde en fazla paya sahip mal ve hizmetler kapsama alınmaktadır. Tüketim harcamaları, amacına göre sınıflandırılarak (örn. Gıda harcamaları, giyim harcamaları, sağlık harcamaları, ulaştırma harcamaları vb.) herhangi bir mal ve hizmet grubunun değerlendirme dışı kalmaması sağlanmaktadır. Sonra, her bir grubu temsil eden mal ve hizmetler tüketilme ağırlığına göre büyükten küçüğe sıralanmakta ve belirli bir ağırlıktan yukarı değer alan (örn. 1/1000) mal ve hizmetler endeks kapsamına alınmaktadır.

Üretici fiyatları endeksi için seçilen mal ve hizmetler nasıl belirlenmektedir?

Üretici fiyatları endeksinde ülke ekonomisi içinde üretimi yapılan tüm malların fiyatlarının takip edilmesi imkansızdır. Bunun için ürünlerin satış değerinin aldığı paya göre bir seçim yapılmaktadır. Ürün seçimi sektörler (tarım, imalat, maden, enerji) ve alt sektörler (gıda ürünleri imalatı, makine imalatı vb.) ayrımında yapıldığı için herhangi bir üretim faaliyetinin değerlendirme dışı kalmaması sağlanmaktadır. Hizmetler ÜFE kapsamında yer almamaktadır.

Fiyat endekslerinde “aylık değişim oranı” nedir? Nerelerde kullanılır?

Fiyat endeksi serisinde bir ayın endeksinin bir önceki ay endeksine göre yüzde değişimidir. Bu da fiyatlar genel düzeyindeki aylık değişim oranını ifade etmektedir. Kullanıcılar için fiyatlar genel düzeyinin bir aylık artışı ya da enflasyonun aydan aya seyri önemli ise, o zaman aylık değişim oranlarının kullanılması gerekmektedir.

Fiyat endekslerinde “bir önceki yılın Aralık ayına göre değişim oranı” nedir? Nerelerde kullanılır?

Bir önceki yılın Aralık ayına göre değişim oranı yılın başından itibaren fiyatlar genel düzeyinin ortalama artışını vermektedir. Kısacası bu oran yılbaşından bu yana fiyatların artış oranını yansıtmaktadır.

Fiyat endekslerinde “geçen yılın aynı ayına göre değişim oranı” nedir? Nerelerde kullanılır?

İlgilenilen aydaki fiyatlar genel düzeyinin geçen yılın aynı ayındaki fiyatlar genel düzeyine göre değişim oranını göstermektedir. Sadece iki yılın aynı aylarındaki endeksler karşılaştırıldığı için arada kalan diğer aylarda gerçekleşen değişim oranları bu hesaplamalara yansımamaktadır. Bazı özel konularda, örneğin kira kontratlarında olduğu gibi, yılın belirli bir ayı referans alınarak, referans alınan bu ayın bir önceki yıldaki endeks değerine göre değişimi isteniyorsa, geçen yılın aynı ayına göre değişim oranları kullanılmalıdır.

Fiyat endekslerinde “on iki aylık ortalamalara göre değişim oranı” nedir? Nerelerde kullanılır?

İçinde bulunulan yıl ile bir önceki yılın ortalama endeks sayılarının oranlanmasıyla bulunan değişim oranıdır. Bu oran, yıl içindeki diğer aylardaki fiyat değişim oranlarını da hesaba kattığı için yıllık ortalama enflasyon oranını daha anlamlı bir şekilde yansıtmaktadır. Enflasyon oranı düşük olan ülkeler için on iki aylık ortalamalara göre ya da bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı kullanmak çok farklı sonuçlar getirmemektedir.

 

Çekirdek enflasyon nedir?

Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine ilişkin tahmin edici gücü yüksek olan, enflasyonun eğilimini belirleyen ve para politikasının oluşturulmasına yardımcı olan bir göstergedir. Çekirdek enflasyon, fiyatlarda gözlenen tüm geçici etkilerin arındırılması sonucunda fiyatlar genel düzeyindeki artış anlamına gelmektedir. Bu geçici etkilerin arındırılması için özel kapsamlı fiyat endeksleri ile hesaplanmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından 2005 yılı Ocak ayından itibaren hesaplanıp yayınlanan “Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri” Türkiye için çekirdek enflasyon göstergeleridir.

Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri nasıl hesaplanmaktadır?

Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri, Tüketici Fiyatları Endeksinden bazı alt kalemlerin dışlanması yoluyla oluşturulan fiyat endeksleridir. Bu özel kapsamlı fiyat endeksleri, tüketici fiyatlarında gözlenen tüm geçici etkilerin arındırılması ile fiyat değişimlerini ölçmektedir. Bu nedenle, uluslararası piyasalardaki fiyat hareketlerine bağlı enerji fiyatları, mevsimsel etkilere maruz ürünlerin fiyatları, devletin kontrolünde belirlenen fiyatlar ve dolaylı vergilerin (KDV vb.), tüketici fiyatları endeksinden kademeli olarak ayrıştırılması ile hesaplanmaktadır. Hesaplanan bu göstergeler, gerçekleşen enflasyonun kaynağının açıklanmasında önemli bir araç olarak kullanılmaktadır.

Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri nelerdir?

Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri hiyerarşik olarak aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

TÜFE

—Mevsimlik ürünler hariç [A]

—İşlenmemiş gıda ürünleri hariç [B]

—Enerji, işlenmemiş gıda ürünleri hariç [B1]

—Enerji hariç [C]

—Enerji, alkollü içkiler ve tütün ürünleri hariç [C1]

—Enerji, alkollü içkiler, tütün ürünleri, fiyatları yönetilen / yönlendirilen diğer ürünler ve dolaylı vergiler hariç [C2]

—Enerji, alkollü içkiler, tütün ürünleri, fiyatları yönetilen / yönlendirilen diğer ürünler, dolaylı vergiler ve işlenmemiş gıda ürünleri hariç [C3]

GSMH Zımni Deflâtörü

Milli Gelir Endeksi ya da GSMH (zımni) deflâtörü, ekonomide üretilen tüm malları kapsayan oldukça geniş kapsamlı bir fiyat endeksidir. Baz alınan sepeti, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerden oluşan sepet biçiminde tanımlamaktadır. GSMH (zımni) deflatörü, bir dönemin nominal GSMH’sının reel GSMH’ya oranıdır ve baz alınan yıl ile ölçümü yapılan yıl arasındaki fiyat değişiminin ölçüsüdür. Bu endeks için zımni nitelemesinin yapılmasının nedeni, açıklanan diğer fiyat endekslerinin aksine, doğrudan doğruya bir fiyat oluşturma amacından çok, milli geliri reel olarak ölçme çabasının söz konusu olması, ancak sonuçta reel ve nominal milli gelirin oranlanmasıyla bu tür bir göstergenin elde edilmiş olmasıdır. Bu endeks, bir Paasche endeksi olup, cari fiyatlardan değerlendirilmiş GSMH’yı oluşturan mal bileşimlerinin baz yılda yürürlükte olan fiyatlara göre nispi olarak ne kadar pahalılaşmış (ya da ucuzlamış) olduğunu gösterir. Bu endeksin zayıf tarafı, piyasada fiyatı oluşmayan işlemler için de (özellikle kamu hizmetleri) itibari fiyatların kullanılmak zorunda olmasıdır. Ayrıca, hane halkının doğrudan ilişkili olmadığı yatırım ve ihraç mallarını da kapsadığından, ortalama hane halkı için bu endeks paranın değerini ölçmede ideal bir endeks olarak görülmemektedir. GSMH deflâtörü, bir ekonomideki tüm mal ve hizmetlerin fiyat değişimlerini ölçer.

Nominal GSMH’yı reel GSMH’ya çevirirken aşağıdaki formül kullanılır:

Reel GSMH  = ( Nominal GSMH  /  GSMH Deflatörü)  x  100 ya da ;

GSMH Deflatörü =  Nominal GSMH (cari yıl GSMH) / Reel GSMH (baz yıl Fiyatlarıyla cari GSMH)

Örnek olarak Türkiye’nin 2002 yılı nominal GSMH’sını reel GSMH’ya çevirebiliriz. Önce aşağıdaki verilere göz atalım:

Türkiye’nin 2002 yılı nominal GSMH değeri   =  273.5 katrilyon TL

Türkiye’nin 2002 yılı GSMH Deflâtörü            =  2354,1

Buna göre 2002 yılı reel gayri safi milli hasılası,

Reel GSMH (2002)  = ( 273,5 katrilyon TL  / 2354,1 ) x 100 ≅ 116,1 trilyon TL  olacaktır.

Bu örnekten de anlıyoruz ki, Türkiye’de nominal GSMH ile reel GSMH değerleri arasında çok büyük farklar bulunmaktadır. Bu farklar ülkemizdeki enflasyondan kaynaklanmaktadır. Yukarda nominal GSMH’nın reel GSMH’ya nasıl çevrilebileceği gösterilmiştir. Reel GSMH’yı nominal GSMH ya çevirebilmek için aşağıdaki formül kullanılır:

 

Nominal GSMH  = ( Reel GSMH x GSMH Deflâtörü)  /  100

Yukarıdaki örneği kullanarak 2002 yılının reel GSMH’sını, nominal GSMH’ya çevirebiliriz:

Nominal GSMH (2002)  =  ( 116,1 trilyon TL  x  2354.1 )  / 100

                                         ≅   273.5 katrilyon TL

 

NOT: GSMH deflâtörü, TÜFE’den üç yolla ayrılır.

  • Deflâtör, TÜFE’den çok daha geniş bir mal grubunun fiyatlarını ölçer.
  • TÜFE, yıldan yıla aynı kalan belli bir mal demetinin maliyetini ölçer. Oysa deflatöre giren mallar, yıldan yıla o ülke ekonomisinde nelerin üretildiğine göre değişir.
  • TÜFE içerisinde ithal mallar yer alırken deflâtörde yer almaz.

 

  1. EKONOMİK BÜYÜME

Ekonominin mal ve hizmet üretme kapasitesindeki artıştır ve üretim imkanları eğrisinin dışa doğru kaymasıdır. Nominal ve reel olarak iki kavram vardır.

Büyüme oranı (g) =

g – nüfus artış oranı = Refah artışı

 

Kalkınma: Büyüme + Sosyal faktörlerdeki değişim. Yani ekonominin büyümesinin yanı sıra toplumda her alanda iyileşmenin ortaya çıkmasına kalkınma denir. Büyüme ve kalkınma ayrı kavramlardır.

Konjonktür: Üretim hacmindeki kısa dönemli artış ve azalışlardaki dalgalanmadır.

 

Devreleri

  1. Tepe
  2. Daralma (Resesyon)
  3. Dip
  4. Canlanma

Daralma (Resesyon): Toplam üretimin azaldığı dönem

Canlama: Toplam üretim miktarının hızla arttığı, ekonomi de daha fazla mal ve hizmetin üretildiği dönem

Devlet ekonomiye 3 araçla müdahale eder.

  1. Maliye Politikası; (Vergi, Kamu harcaması, Borç yönetimi)
  2. Para Politikası; (Açık Piyasa İşlemleri (APİ), Mevduat munzam oranları, Reeskont oranları, Selektif Kredi Politikası, İkna ve telkin)
  3. Arz yönlü Politikalar; Arz yönlü iktisada dayanır. Ekonomide çıktıyı artırmak için vergi düşürülmesini savunurlar. A. Laffer, M. Evans en önemli öncülerdir. Bu görüşü en iyi temsil eden Laffer eğrisi aşağıda gösterilmiştir.
  1. GELİR DAĞILIMINDA ADALET

Gelir dağılımı, bir ekonomide ortaya çıkan gelirin, oyunculara nasıl paylaştırıldığını gösteren ekonomik göstergedir. Ülkeler düzeyinde, gelirin sosyal sınıflar arasındaki dağılımıdır. Küresel gelirin kişilere göre dağılımı: En üstteki %20, toplam gelirim %80’ini elinde tutuyor. Bir ekonomideki bütün kişiler yaşamları boyunca üretim sürecine emek, sermaye veya servetleriyle katılarak yaşamlarını sürdürmek için yeterli bir gelir sağlamak durumunda olmayabilirler. Hastalık, sakatlık, yaşlılık, işsizlik gibi nedenlerle yeterli bir gelir elde edilemeyebilir ve yeterli servet stoklarına sahip olunamayabilir. Bu nedenle devlet, kendi kusurları olmaksızın geçimlerini tamamen ya da kısmen sağlayamayanların yeterli bir gelire kavuşmalarını mümkün kılan yeniden dağılım tedbirlerini almak zorundadır.

Ekonomik süreç içerisinde fonksiyonel gelir dağılımı ile ilk olarak ortaya çıkan gelir brüt gelirdir. Ekonomi teorisi brüt gelirle ilgilenir, buna faktör gelirlerinin dağılımı, birincil dağılım adı da verilmektedir. İkincil dağıtım ise, gelirin doğuşu ile kullanışı arasında geçen yeniden dağılımı ile ilgili konuları kapsamaktadır. Bu nedenle ikincil dağıtım devletin araya girerek sosyal ve etik nedenlerle birincil dağılımı düzenlemesi anlamına gelir. Böylece devletin müdahalesi sonucu ortaya çıkan gelir dağılımı ikincil gelir dağılımı olarak adlandırılır ve birincil dağılıma göre daha eşitçi olduğu kabul edilir. Devletin gelirleri daha eşitlikçi bir düzeye sokma çabaları, gelirin yeniden dağılımı olarak adlandırılabilir. Bu amacı gerçekleştirmek için devletin elinde gelir dağılımının fonksiyonunu ve büyüklüğünü etkileyebilecek çok sayıda araç bulunmaktadır. Mali olmayan politika araçlarının başlıcaları: istihdam, ücret ve fiyat kontrolleridir. Temel maliye politikası araçları ise; vergi ve kamu harcamalarıdır

  1. DIŞ DENGE

Dış denge bir ülkede ödemeler bilânçosunun dengede olmasını anlatır. Bunun için ödemeler bilançosu (BP) kalemlerinden Cari İşlemler Bilançosu (CİB), Sermaye Hesabı ve Net Hata Noksan’ın toplamlarının 0 olması gerekir.

BP = CİB + SH + N. Hata noksan = 0

MİLLİ GELİR MUHASEBESİ

GSYİH

Bir ülkede belli bir dönemde, o ülkenin coğrafi sınırları içerisinde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin parasal değerlerinin toplamıdır.

GSMH

Bir ülkede belli bir dönemde ülke vatandaşları tarafından elde edilen nihai mal ve hizmetlerin parasal değerleri toplamıdır.

GSMH = GSYİH +  Net dış alem faktör gelirleri  ® Ülke vatandaşlarının yurtdışındaki kazançları (–) Yabancıların                                                   Yurt içindeki kazançları

Özellikleri

  1. Sadece tamamlanmış mal ve hizmetlerin değerlerinin toplamıyla ilgilenir. Kamu hizmetleri, maliyetleri üzerinden hesaplanır. Uygulamada katma değerler toplanır.
  2. Ara mallar dikkate alınmaz.
  3. Pazarlanması yapılmayan bazı mal ve hizmetler GSMH’ye dahil edilmez. (ev hanımlarının hizmeti)
  4. Tamamen finansal nitelikte olan işlemler dahil edilmez. (Borç ödemeleri, bağış, vb)
  5. İkinci el malların satışı GSMH’ye dahil edilmez.
  6. Üretimin yol açtığı Çevre kirliliği hesaplara yansımaz.
  7. Malların kalite değişimleri hesaplara yansımaz.
  8. Stoklar yatırım olarak kabul edilip GSMH hesaplarına kaydedilir. Kayıt dışı ve yasa dışı faaliyetler ölçülememektedir.

GSMH’NİN HESAPLAMA YÖNTEMLERİ

  1. Üretim Yöntemi

Faaliyet kollarında üretilen tüm malların değerinin piyasa fiyatlarıyla ifadesidir. Katma değerler toplanarak hesaplanır. Çok zor olduğu için en az tercih edilen yöntemdir.

  1. Gelir Yöntemi

Üretim sonucu elde edilen faktör gelirlerinin toplanmasıyla bulunur. Ücret + faiz + kira + Kar. Bu toplama milli gelir denmektedir.

  1. Harcamalar Yöntemi

Doğrudan tüketime, yatırıma ya da stoklara veya ihracata konu olan tamamlanmış mallara yapılan harcamalar toplamıdır. Y = C + I + G + NX olarak gösterilir. I = sabit sermaye yatırımını gösterir ve konut yatırımı ve konut dışı fabrika vb. yatırımını ifade eder. C, tüketimi; G, kamu harcamasını ve son olarak NX (X-M), net ihracatı gösterir.

*    Bazı veriler ölçülmediğinden tahmin edilerek hesaplamalara dahil edilmektedir. (tarım kesiminde pazara çıkmayan ürünler vb.)

GELİR DAĞILIMININ TÜRLERİ

  1. Fonksiyonel Gelir Dağılımı: Gelirin üretim faktörleri arasında nasıl dağıldığını gösterir.
  2. Bölgesel Gelir Dağılımı: Gelirin bölgelere göre dağılımını gösterir.
  3. Sektörel Gelir Dağılımı: Ulusal gelirin sektörlere dağılımı ve (tarım, sanayi, hizmet) nasıl değiştiğini gösteriyor. Türkiye’de tarım kesiminin GSMH’deki payı %11, sanayinin yaklaşık %29 ve hizmetlerin ise %60 civarındadır.
Kişisel gelir dağılımı adaletsizliğini gösteren bir eğridir. Lorenz eğrisi sağa kaydıkça gelir dağılımındaki adaletsizlik artacaktır. Lorenz eğrisinden hareket ederek bir ekonomide kişisel gelir dağılımının adaletsizliği ile ilgili bilgi veren GİNİ Katsayısı hesaplanabilir.

                                    GİNİ KATSAYISI  =  £  £  1

Bu değer; “0” a yaklaştıkça, gelir dağılımındaki adaletsizlik azalır.

“0” olması, ekonominin mutlak eşitlik doğrusunda olduğunu gösterir. Yani herkes eşit gelir elde ediyor.

“1” e yaklaşması, gelir dağılımda adaletsizliği artırır.

“1” olması, ulusal gelirin tamamını bir kişi alır anlamına gelir. Bu oran Türkiye de ® 0,47; Yunanistan’da ® 0,38 Norveç’te ise 0.30’dur.

GSMH İLE İLGİLİ DİĞER KAVRAMLAR

Safi Milli Hasıla (SMH) = GSMH – Amortismanlar (Sermayenin aşınma payı)

 

SMH = GSMH – Amortismanlar

Amortismanlar

Üretim faaliyeti sonucunda mal ve hizmetler yaratılırken geçmiş yıllardan devralınan sermaye mallarında meydana gelen aşınma ve eskimenin parasal değeridir.

MİLLİ GELİR (MG)

SMH’den dolaylı vergilerin çıkarılması ile elde edilen ve diğer yandan faktör gelirleri toplamına da eşit olan büyüklük. SMH, GSMH ve GSYİH hesaplanırken kullanılan piyasa fiyatları, KDV gibi dolaylı vergileri de içermesi nedeniyle üreticilerin eline geçen geliri yansıtmaktadır. GSMH, piyasa fiyatları ile milli geliri gösterirken Milli gelir, faktör fiyatları ile milli geliri gösterir ve öyle de adlandırılabilir. Bu nedenle milli geliri bulmak için SMH’den dolaylı vergileri çıkarıp, sübvansiyonları eklemek gerekir.

MG = SMH – Dolaylı vergiler + Sübvansiyonlar

MG = Ücret (+) Faiz (+) Kar (+) Kira

Kişisel Gelir

Faktör gelirlerinin tamamı faktör sahiplerinin eline geçmez. Bazı kesintiler yapıldıktan sonra ve ek ödemeler elde ettikten sonra üretim faktörü sahibi kişilerin ellerine geçen gelirdir.

Kişisel Gelir = MG – (Kurumlar vergisi + dağıtılmamış firma Karları + Sosyal güvenlik kesintileri) + (Transfer ödemeleri + devletin borç faiz ödemeleri)

 

 

 

Harcanabilir Gelir

Kişisel gelirden vergilerin düşürülmesiyle bulunmaktadır ve tüketim veya tasarruf amacıyla kullanılır.

Harcanabilir Gelir (HG (Yd ))=Kişisel gelir–Dolaysız Vergiler=Tüketim (C)+Tasarruf (S)

HG = Yd = C+S

*    Ekonomide refahın ölçütü olarak kişi başına değerler kullanılmaktadır. Bunlar milli gelir büyüklüklerinin nüfusa bölünmesi ile elde edilir. Burada cari dolar kurundan dünya ülkeleri ile karşılaştırma yapmak için kişi başına gelir ve fiyat farklılıklarını göstermek için Satın alma Gücü Paritesi (SGP)’ne göre düzenlenmiş kişi başına gelir değerleri kullanılır. SGP, daha anlamlı bir ölçü içerir.

 

Çıktı Boşluğu = Potansiyel Milli Gelir – Cari Milli Gelir

SATINALMA GÜCÜ PARİTESİ (SGP) : SGP, ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılaşmasını ortadan kaldıran para birimi dönüştürme oranıdır. Eldeki toplu bir para parite oranı ile farklı bir para birimine dönüştürüldüğünde, tüm ülkelerde aynı sepetteki mal ve hizmetler satın alınacaktır. Diğer bir deyişle, SGP ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılıklarını yok ederek, ulusal para birimlerini birbirlerini dönüştüren bir orandır.

Nominal ve Reel GSYİH

Fiyat değişmeleri nedeniyle reel ve nominal ayrımı yapılır. Mal ve hizmetlerin reel değerini hesaplamak için yani fiyat değişmelerinden arındırmak için sabit yıl fiyatları kullanılır.

Nominal GSYİH = P2006 x Q2006

Reel GSYİH ise belirlenen bir baz yıla göre sabit fiyatlarla hesaplanmaktadır.

Reel GSYİH = P1996 x Q2006

*       Reel GSYİH’yi elde etmenin bir diğer yolu nominal GSYH’yi fiyat endeksine bölmektir.

Deflatör; Bir ülkede belirli bir dönemde üretilen nihai mal ve hizmetlerin parasal değerlerindeki değişimi ölçen değişkendir ve mal sepetine dayanan endekstir.

D = x100  

TÜFE; Sabit bir mal sepetine dayanan endekstir.

ÜFE; Üretimde kullanılan girdilerin fiyatlarındaki değişimi ölçer. TEFE’de ithal mallarda kullanılmaktaydı. (Türkiye’de baz yıl 2003 olarak değiştirilmiştir).

Çekirdek Enflasyon; ÜFE’den elde edilir. Mevsimsel dalgalanmalar ve şoklar dışarıda bırakılarak fiyatlardaki değişimi ölçer.

MİLLİ MUHASEBE İŞLEMLERİ

GSMH = C+I+G+X–M+NFI (Net faktör gelirleri)

SMH = C+I+G+X–M – Amortismanlar

Milli Gelir (Faktör fiyatları ile milli hasıla) = C+I+G+X–M (Piyasa fiyatları ile milli hasıla) – Dolaylı Vergiler  + Sübvansiyonlar

*       Kaynağı milli gelir olduğu halde kullanımı kişinin inisiyatifinde olmayan kalemler;

– Kurumlar vergisi,

– Sosyal sigorta işçi ve işveren payları

– Dağıtılmayan kadar

*       Kaynağı milli gelir olmadığı halde kişilerin gelirini artıran kalemler

         –             Transfer ödemeleri,

– Sosyal yardımlar,

– Öğrenci bursları,

– Devlet, hazine, bono ve tahvillerin faiz ödemeleri,

Yukarıda sıraladıklarımızı milli gelirden çıkarır ve eklersek kişisel gelire ulaşırız.

Kişisel gelir – Gelir Vergisi = Harcanabilir gelir (Yd)  Þ  Yd = C+S

Harcamalar: Y = C+I+G+X–M

Kullanım:                       Yd = Y – T = C + S Þ Y = C+S+T

S+T+M (sızıntılar, ekonomiyi küçültür) = I+G+X (ilaveler, ekonomiyi büyütür).

*       Ekonominin dengede olabilmesi için;

(S-I) + (T-G)  +  (X-M) olması gerekir. Bunların herhangi birinde meydana gelecek dengesizlik, diğer dengeleri de bozar. Denklemin ilk değişkeni olan S=I dengesi, özel kesim dengesini; T=G, kamu dengesini ve son olarak X=M, dış dengeyi gösterir.

Örnek:

S = 100,   I = 140,  T=130,  G=90,  X=120,  M=135 ise Tr (Transfer harcaması)=?

Cevap:

Yd = Y – (T – Tr)      ;   S + T + M         =     I + G (G+Tr)  + X    ;   100+130+135  =    140 + (90+Tr)+120

365 = 350 + Tr      ;      TR = 15

Örnek:

Bir ülkede GSMH:5000, amortismanlar: 250, Net dolaylı vergi: 100 dağıtılmayan karlar:50, kurumlar vergisi:15, Tr:100, Gelir vergisi: 185 ise Yd=?

Cevap:

Örnek:

Yıl Reel GSMH Fiyat İndeksi
1 120 240
2 240 180
3 400 120
4 450 110
  1. yılın Nominal GSMH’si kaçtır?

Cevap:

Reel GSMH = x100

Nominal GSMH =

Nominal GSMH =

 

Nominal GSMH = 480

Örnek:

Yıllar Reel GSMH
2003 640
2004 648

Yukarıdaki bilgilere göre 2004 Yılının büyüme oranı kaçtır?

Cevap:

Büyüme Oranı =

B.O =

 

B.O = 1,25 veya %1,25

TÜKETİM TEORİLERİ

İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için doğrudan mal ve hizmetleri kullanmaları demek olan tüketim, toplam talebin en büyük bileşenidir.

  1. Mutlak Gelir Hipotezi (Keynes)

Tüketim, cari harcanabilir gelirin (Yd) fonksiyonudur.

Yd ­   C­, ancak tüketim gelirdeki artıştan daha düşük oranda artar. (Temel psikolojik yasa)

C = C0 + cYd   c =

0 < c < 1

¯

MPC marjinal tüketim eğilimi

 

 

DPC =    ® Ortalama tüketim eğilimi

*    APC, düşük harcanabilir gelir düzeylerinde 1’den büyükken gelir arttıkça azalmakta ve yüksek gelir düzeylerinde 0 ile 1 arasında değer almaktadır.

*    MPC, fakir birey ve ülkelerde yüksektir. APC > MPC    ;      MPS > APS  ® Temel psikolojik yasa

*    Tasarruf gelir ile tüketim arasındaki fark olduğu için (S = Yd – C), tasarruf da cari harcanabilir gelirin fonksiyonudur. Gelir artınca artar.

         S = –S0 + sYd        S = (marjinal tasarruf eğilimi)                                               0 < s < 1

S = MPS (marjinal tasarruf eğilimi)

APS =       Þ Ortalama Tasarruf Eğilimi; Düşük gelir düzeylerinde negatifken, harcanabilir gelir arttıkça artmakta ve yüksek gelir düzeylerinde 0 ile 1 arasında değer almaktadır.

APC + APS = 1                                             MPC + MPS = 1

Örnek:

C: 350, C0 = 130 mpc = 0.40 ise Y = ?

Cevap :

C = C0 + cY

350 = 130 + 0,40Y   ;     0,40Y = 350 – 130    ;        ;     Y = 550

 

 

 

Kuznets uzun dönemde insanların tüketim eğiliminin sabit kalacağını temel psikolojik yasanın geçerli olmadığını ileri sürmüştür. Uzun ve kısa dönem arasındaki bu davranış değişkenliği tüketim bulmacası olarak adlandırılır.

*       MPC ne kadar büyükse doğru da o kadar diktir.

*    Gelir artarken, bu şekilde tüketimin azalmasına ve tasarrufun artmasına Keynes temel psikolojik yasa demiştir.

  1. Nispi Gelir Hipotezi (Duesenberry)

APC, zaman içinde iki nedenle azalmaz:

  1. Tüketim sadece cari harcanabilir gelirin değil insanların geçmişte ulaştıkları en yüksek gelir düzeyine de bağlıdır. İnsanlar gelirleri azaldığında tüketimlerini azaltmamaktadır. Çünkü, bu refah kaybı demektir. tüketimin bu şekilde gelir artarken artmasına rağmen gelir azaldığında azalmamasına Zemberek Dişlisi Etkisi denir.
  2. İkinci olarak, tüketim davranışını toplumsal statüko – sosyal çevre gibi unsurlarda belirlemektedir.
  3. Yaşam Döngüsü (Yaşam Boyu Gelir) Hipotezi (Ando ve Modigliani)

İnsanların harcanabilir gelirlerini tüm yaşamlarına yaymak için plan yaptıkları fikrine dayanmaktadır. Bunun için insanlar çalıştıkları dönemlerde emeklilik için tasarruf yaparlar. Böylece çalışılan yıllarda tasarruf olur ve emekli olunca bu tasarruflar kullanılır. Tüketim, servet ve yaşam boyu harcanabilir gelirin bir fonksiyonudur. Bu modelde kişi tasarruflarını menkul kıymetlere yatırıyor. Tüketim ilk defa menkul kıymetler ile ilişkilendirilmiştir. Bu yaşam döngüsünün tüketim ve tasarruf arasındaki dağılımı aşağıdaki şekilde izlenebilir.

  1. Sürekli Gelir Hipotezi (Friedman)

İnsanların tüketimlerini uzun dönem tüketim fırsatlarına uydurduğunu savunmaktadır. Sürekli gelir (Yp), yaşam boyu kaynakların yani bireyin sahip olduğu beşeri servet ile diğer fiziki ve finansal servetlerin bireye sağlayacağı gelir akımlarının bugünkü değeridir. Geçici gelir ise piyangodan para çıkması gibi bir kerelik gerçekleşecek gelirleri ifade etmektedir.

C = cYp

 

*       Tüketim sürekli gelirden etkilenirken; geçici gelirden az etkilenir.

*       Sürekli gelir sürekli gelirden etkilenir.

*       Bunların yanında faiz oranları da tüketimi etkiler.

*       Hisse senedi fiyatlarındaki artış da serveti ve dolayısıyla tüketimi artırır, ancak bu etkinin büyüklüğü oldukça küçüktür.

  1. Barro – Ricardo Hipotezi

Vergi indirimleri de bireylerin harcanabilir gelirlerini artıracağı için tüketimi artırır. Ancak; B – R hipotezi kamu harcamaları sabit kalacak şekilde borçlanmayla dengelenen bir vergi indiriminin tüketimi etkilemeyeceğini öne sürmektedir. Tüketiciler, kamu borcundaki artışı gelecekte vergi artışı olarak görürler. Bu nedenle geçici olduğunu düşündükleri bugünkü vergi indirimini gelecekteki vergileri ödemek için tasarruf ederler. Vergi indiriminin kalıcı olduğuna inanırlarsa tüketim artar.

YATIRIM (I)

Sermaye stokuna yapılan ilavelerdir. 3 türü vardır.

–       Sabit sermaye yatırımları

–       Stok yatırımları

–       Konut yatırımları

  1. Sabit Sermaye Yatırımları

Nihai çıktı üretimi sırasında firmalar makine, ekipman ve binaları kullanırlar. Bunlar sabit sermaye stokunu oluşturur. Bunlar kullanılırken aşınır. Bunun için net sabit sermaye yatırımı önemlidir. Bunun için amortismanları Brüt yatırımdan çıkarmak gerekir.

Yatırımın getirisi > reel faiz oranı  ® yatırım yapılır.

Yatırımın getirisi < reel faiz oranı ® Yatırım yapılmaz.

 

Reel faiz = r = i – pe ® beklenen enflasyon

İ; Nominal faiz oranı

Daha yüksek enflasyon varsa;

r =  formülü ile hesaplanır.

*   Firma yatırımlarının bugünkü değerini ya da yatırımın beklenen net getirisini bugünkü maliyetine eşitleyen iskonto oranına sermayenin marjinal etkinliği (MEC) denir.

MEC > Piyasa faiz oranından ise yatırım yapılır.

 

NOT: Bir firmanın yatırım konusunda vereceği karar şu üç değişkene bağlıdır:

  • Yatırım için gerekli bina, makine ve teçhizatın arz fiyatı
  • Yatırımın ömrü boyu getirmesi beklenen hâsılat,
  • Cari faiz oranı

K = R / ( 1 + i )t

formülü kullanılır. K bugünkü değeri R ileride elde edilecek geliri, i faiz oranını, t de dönemi göstermektedir. İşte yatırımın ömrü boyu getireceği hâsılat tahmin edilip onun bugünkü değeri hesap edilir ve buna R denirse, R’nin şu an yatırım mallarına yapılan harcamalardan fazla olması gerekir ki girişimci yatırım yapsın. Sermayenin marjinal etkinliği sermaye malının ömrü boyu getirmesi beklenen hasılat dizisinin bugünkü değerinin söz konusu sermaye malının arz fiyatına eşitleyen iskonto oranıdır, r ile gösterilir. Yatırım yaparken r ile cari faiz oranı(i) karşılaştırılır. r > i olduğu sürece yatırım yapılır.

 

Uyarılmış Yatırım; Yatırımın gelir değişimlerinden etkilenmesi sonucu yapılan yatırımdır. Aşağıdaki şekilde pozitif eğimli bir doğrudur. Etkilenmiyorsa yatay bir doğru olur.

 

I = I0 + Yd

I0 = otonom yatırım

I = (marjinal yatırım eğilimi)

Tobin’in q Teorisi

Yatırımı, hisse fiyatları ile ilişkilendirmektedir. Firmalar yatırım yapmak için fona ihtiyaç duyarlar. Firma hisse senedi ihraç ederek yatırım yapabilir. Hisse senetleri fiyatı yatırım kararını etkiler.

q =

Hisse senedi değeri ­  yatırım ­ q ­

q > 1 Þ yatırımlar artar

q < 1 Þ yatırımlar azalır. Yapılmaz.

  1. Konut Yatırımları

Ev arz ve talebine bağlıdır. Konut talebi artar ise, fiyatlar artar ve konut yatırımı artar, faiz oranları ile ters orantılıdır.

q =

  1. Stok Yatırımları

Stoklar, firmaların öngördükleri ürün satışı için ellerinde tutukları hammadde, üretim sürecindeki mallar ve bitirilmiş mallardan oluşur.

KLASİK MODEL

*    Klasik iktisatçılara göre, ekonominin bünyesinde kendi kendini düzelten mekanizmalar vardır ve bu mekanizmalar sayesinde ekonomi, bir sapma ortaya çıktığında çok çabuk biçimde uzun dönemli denge durumuna geri döner.

*    Klasik iktisatçılar sanayi devriminden, onun doğurduğu sermaye birikimi, iş bölümü ve gelişen serbest ticaret sonuçlarından çok etkilenmişlerdir.     Piyasa ekonomisinin otomatik biçimde kaynakların tam çalışmasını sağlayacağı görüşündedirler.

*    Ekonomide kısa dönemli dalgalanmalar olmasına rağmen otomatik uyum mekanizmaları ekonomiyi hızlı bir biçimde yeniden tam çalışma düzeyine ulaştırır.

*    Klasik istihdam teorisi bazı temel düşüncelere dayanır;

 

  1. Eksik harcama sorununun çok ender ortaya çıkması,
  2. Ücret ve fiyatların aşağı ve yukarı yönde esnek olması,
  3. Klasik analiz, reel analizdir. Paranın ekonomideki rolü pek azdır. Reel değişikliğe yol açmaz.
  4. Her arz kendi talebini yaratır. (Say yasası)

*    Bu görüş J. B. SAY’in mahreçler (pazarlar) kanununa dayanır. Bu teori, ekonomide aşırı üretim ya da harcama eksikliği olamayacağını savunur. Çünkü bu kanuna göre bir malın üretilmesi demek, otomatik olarak o malı piyasadan kaldırmak için gerekli olan miktarda bir gelir artışının yaratılmış olması demektir.

*    Modelde, rekabetçi piyasalarda oluşan fiyatların ve ücretlerin ortaya çıkacak bir talep ve arz fazlasını giderecek biçimde değişme göstereceği varsayılır.

AD  ® AD1’e düşürülürse ilk fiyat düzeyindeki toplam harcama miktarı geriler ve B noktasına gelir ve toplam üretim kısa bir süre için düşer. Hızlı bir uyarlamayla ücretler ve fiyatlar P2’ye düşer. Fiyatlar düşünce toplam üretim Yt’deki potansiyel düzeyine yönelir ve tam çalışma C noktasında yeniden denge sağlanır. Özetle, ekonomi tam çalışma düzeyinin altında uzun süre kalamaz.

Tasarruf, Yatırım ve Faiz Oranı (Mal Piyasası)

Toplam harcamalarla toplam gelirlerin (ex-ante) olarak eşitliğini ifade eder. Kısacası,
eğer işletmeler bir bütün olarak hane halkının planladığı tasarruf tutarı kadar yatırım yapmak isterlerse say kanunu etkisini gösterir ve yurt içi üretim ve istihdamda bir değişme olmaz. Bunun için tasarruf ve yatırımın eşit olması gerekir.

*    Faiz oranının tasarruf ve yatırım eşitliğini gerçekleştirme mekanizması oldukça basittir. Klasiklere göre hane halkı normal olarak tasarrufu değil, tüketimi tercih eder. Tüketiciler, bir ödül verilirse (faiz) tüketimden vazgeçip tasarruf ederler. Faiz artarsa tasarruf artar. Tasarruf doğrusu pozitif eğimlidir.

*    Faiz, ödünç fon kullanma karşılığında ödenen bir bedel olduğuna göre, işletmeler düşük faizlerden daha fazla ödünç alıp yatırım yapmak isterler. Böylece, işletmelerin yatırım talebi grafikte I ile temsil edildiği gibi negatif eğimli bir eğri olacaktır. Klasiklerde faiz, yatırım, tasarruf ve yatırımların birbirlerine eşit olduğu noktada oluşur. Yani faiz mal piyasasında belirlenir.

İşgücü Piyasası

–       Fiyatlar ve ücretler tam esnektir.

–       İşçiler, istedikleri anda iş bulabilmekteler.

–    Firmalar, istihdam ettikleri işgücünün miktarını herhangi bir maliyete katlanmadan diledikleri gibi değiştirebilmektedir.

Emek Talebi

Ücret maliyetinden fazla getiri sağladığı sürece istihdam ve üretim arttırılır.

  1. MPL = W

*       İlave emeğin hasılaya katkısına, emeğin marjinal verimi denir.

*    Firma, emeğin marjinal ürünü (MPL), ilave emeğin maliyetini aştığı müddetçe ek işgücü istihdam edecektir. İlave işgücünün maliyeti, nominal ücretin fiyat düzeyine bölünmesiyle elde edilen reel ücrettir. (W/P)

MPL =  olana kadar işgücü istihdam eder.

*    Emeğin marjinal ürünü, MPL, azalan getiriler nedeniyle istihdam düzeyinin azalan bir fonksiyonudur.

*    Buna göre emek talebi, reel ücretin azalan bir fonksiyonudur.

Emek Arzı

Bir bireyin emeğini arz ederken karşı karşıya bulunduğu tercih, çalışmak ile zamanını dinlenerek geçirmek arasında tahsis etmekten ibarettir.

*       Emek arz eğrisi, pozitif eğimlidir. Emek arzı, reel ücretin artan bir fonksiyonudur.

 

Fiyat düzeyinin değişmesi emek arz ve talebini de değiştirir.

Para Piyasasında Denge

Klasik sistemde, para piyasasında denge Fisher’in miktar kuramına dayanır.

M.V = P.T ® İşlem hacmi (T)

M.V = P.y ® reel GSMH (y)

M.V = Y ® Nominal GSMH (Y)

M: para arzı; V: paranın dolanım hızı; P: fiyatlar genel düzeyidir.

*    Ekonomide işleme konu olan işlem hacmi yerine reel GSMH kullanılabilir (Tam istihdam olduğu için) Paranın dolanım hızı sabittir. (Kısa dönemde)

*    Para sadece işlem amaçlı kullanılır.

Ms (para arzı) ­ işlem amaçlı para talebi ­ AD (toplam talep) ­ AS (toplam arz) (sabit olduğu için) ® P ­

Ms ­ ® P­ (aynı yönde, aynı oranda)

*    Para sadece işlem amaçlı kullanıldığı için para miktarını değiştirerek, reel çıktı seviyesi arttırılamaz, sadece fiyatlar artar.

M.V = P.Y ® Þ  burada M/P, reel para stokunu gösterir.

Cambridge Yaklaşımı

Para; 1. işlem amaçlı, 2. servet saklama fonksiyonu nedeniyle talep edilir.

M.V = P.Y

M = PY

M = K.P.Y      K; nakit tercih oranı ya da paranın ne kadarının elde tutulacağını gösterir.

*       Paranın dolanım hızı sabittir, değişirse;

V­ ® K¯   (enflasyon olur, nakit fazlası olur)

Ms=Md Þ Md = .P.

*       Fisher miktar kuramı ® M. = P.  ® Ms­  ® P­

*       Cambridge; M. = P.;  Ms = k.P.Y

Ms=Md = K.P.Y

MS;

  1. İşlem amaçlı talep edilir ® AD ­ Þ ® P­
  2. Servet tutma amaçlı talep edilir: ekstra para basılmasa bile insanlar servetlerinden harcama yaparlar. Bu da fiyatları artırır.

*       Cambridge yaklaşımına göre; paranın dolanım hızı artarsa AD­ ® ® P­
olur.

Dış Denge

Bu modelde temel hedef, dış dengedir.

M > X ® ülkeden altın çıkar ® altın rezervi azalır ® Para arzı azalır Ms¯ ® P¯ ® X­  Þ X = M

X>M ® ülkeye altın girer ® altın rezervi artar ® Ms­ ® P­ ® X¯ M­  Þ X = M

KEYNEZYEN BASİT GELİR HARCAMA MODELİ

–       Gelirden – çıktıdan kast edilen reel GSYİH’dir.

–       Reel GSYİH, veri fiyat düzeyinde toplam harcama demektir.

–    Çıktı,  toplam harcama tarafından belirlenmektedir, harcamalardaki değişmeler çıktıdaki değişmelerle karşılanmaktadır, dolayısıyla fiyat düzeyi sabittir.

–    Özel sektör doğası gereği istikrarsızdır. Ekonomi eksik istihdamda olur.

–    Yatırımlar otonomdur; yani gelirden ve faizden bağımsızdır. Ekonomiye aktif devlet müdahale etmeli ki tam istihdam olsun.

–    Ex-ante bir modeldir. Dönem başında planlamanın gerçekleşmesi anlamına gelir.

Y = C+I+G+NX’dir

 

Devletin ve dış ticaretin olmadığı bir ekonomide

Y = C0+CY+I0 dır.

 

Y = C0+cY+I0 Þ Y – cY = C0+I0

ÞY =

*   Gelir düzeyini otonom harcamalar ve çarpan (çoğaltan) belirler. (Otonom harcamaların 1 birim artması gelir üzerinde kaç kat etki yaratırı gösteren katsayıdır.)

Çoğaltan =  Þ c ne kadar büyükse çarpan o kadar büyük olur.

MPC + MPS = 1 olduğu için

Çarpan =  olarak da yazılabilir.

 

 

*   Dışa kapalı bir ekonomide denge I = S noktasında oluşur. 

*   Modele devletin girmesi;

Bu basit modele şimdilik sadece devletin cari ve yatırım harcamalarını alıyoruz. Yani kamu harcamalarını alıyoruz. Gelir olarak da sadece otonom vergi kısmı alınacaktır. Milli gelir hesaplarında fiili toplam talep fiili çıktı düzeyine eşittir. Ancak planlanmış çıktı düzeyinin planlanmış harcamalara eşit olmadığı durumlar ortaya çıkabilir. (Devlet müdahale edebilir). Ekonomi eksik istihdamda dengede iken tam istihdam düzeyinden bakıldığında toplam harcama tam istihdam hasıla düzeyinden daha küçüktür ve aralarındaki farka deflasyonist açık denilir. Eğer denge tam İstihdam düzeyinin üstünde ise yani toplam harcamalar, Y’den büyükse enflasyonist açık denir.

Y = Co + CY + Io + Go ® S+T = I +G

Y = .Co + Io + Go

Otonom vergide çarpan =

 

Gelir Vergisi ve Transfer Ödemelerinin Olduğu Durumda Çarpan

Y = C + I + G

C = Co + CYd ® harcanabilir gelir

Ya = Y – T + TR

TR = Transfer ödemeleri

T = Vergi

 

I = Io

G = Go

T = To + ty

TR = TRo

Y = C+I+G ® Y = Co+cYd+Io+Go

Y = Co + c(Y–T+TRo) + Io+G0

Y = Co + c(Y – (To + Ty)+TRo) + Io + Go

Y = Co + cY – cTo – ctY + cTRo + Io + G0

Y – cY + ctY = Co – cTo + cTRo +Io +Go

Y(1–c(1–t) = Co – cTo + cTRo + Io Go

Y = .(Co – cTo + cTRo + Io+Go

DY=.DAE   (vergi ve transfer ödemelerinin olduğu durumda çarpan katsayısını gösterir).

 

*       Vergiyi dahil edersek çarpanın etkisi küçülür.

*       Vergiler arttıkça çarpanın etkisi düşer.

Örnek:

s:0,25,   t = 0,20,    DG=200,    DY=?

Cevap:

Y = DG   s:0,25 ® c:0,75

Y==500

DBS (Bütçe fazlasındaki değişim) = DT – DG ® t.DY–DG

0,20 . 500 – 200 = 100 – 200= –100 Bütçe açığı (Bütçe üzerindeki etkisi).

  1. Basit çarpan = .DI
  2. Transfer ödemeleri çarpanı = . DTR
  3. Vergi Çarpanı= . DT
  4. Gelir vergisi çarpanı =

Y = C + I + G                                                 C + I + G = C + S + T

Y = C + S + T                                 I + G = S + T (denge koşulu)

*       Devletin gelir vergisi oranlarını arttırdığı durumda çoğaltan katsayısının değeri küçülür.

*    Transfer harcamaları çarpanı her zaman otonom harcama çarpanından küçüktür. Çünkü TR’nin bir kısmı tasarruf edilmektedir.

*    Vergi çarpanı ise transfer harcamaları çarpanının negatifidir. Çünkü otonom vergilerin artırılması hasılayı azaltmaktadır.

*    Çoğaltan simetrik işler ve işlemesi için ekonomi mutlaka eksik istihdam dengesinde bulunmalıdır.

Örnek:

Tüketim dışındaki tüm harcamaların otonom olduğu bir ekonomide kamu harcamaları ve otonom vergilerin her ikisinin de 1 TL arttırılması durumunda gelir düzeyindeki değişme ne olur?

Cevap:

DY = .DGo –  . DT0

DY = –

DY = – .1

DY = 5.1 – 4.1 = 1

Denk Bütçe Çarpanı “1” dir. Buna Havelmoo Kuralı denir.

*       Denk bütçe çoğaltanın ekonomi üzerindeki etkisi genişleticidir.

*    Yatırımları otonom değil, uyarılmış olarak alırsak, çarpanımız ® SÜPER ÇARPAN ya da BİLEŞİK ÇARPAN ismini alır.

C = Co + cY

      I = Io + eY   (e=® marjinal yatırım eğilimi)

      Y = Co + cY + Io + eY

Y – cY – eY = Co + Io

Y = .Co + Io

Örnek:

s:0,25,  DG=200  DY = ?

Cevap:

C+S = 1

DY=.DG Þ .DG = Þ 4.200 = 800

 

Peki bu DG (200)’yi nasıl finanse ederiz?

BS = T – G = 0    DG = 200

DBS = DT – DG  ;    0 = t.DY – 200    ;    t.DY = t. 800 = 200    ; t= 0.25

Modele dış ticareti dahil edersek;

NX = X – M

X = X0

X = f (Yf) (yabancı ülkelerin milli geliri)

M = Mo + mY   ,   m== marjinal ithalat eğimi

Y = Co + cY + Io + Go + NX

*       Dışa açık bir ekonomide çoğaltan;

K =

Çünkü M, S, T ® ekonomiden sızıntılar iken

                         X, I, G ® ekonomiye eklentilerdir.

*       S – I = G – T

S > I Þ G > T dir.

     ¯

bütçe dengesi

     ¯

dış denge

     ¯

iç denge

         S – I = (G – T) + (X – M)

Örnek:

m=0,10,    t=0,25,      c=0,80      DI=200

 

  1. a) Y üzerindeki etkisi?
  2. b) Dış denge üzerindeki etkisi?

Cevap:

  1. a) DY=DI =

DY=400

  1. b) X – M = 0 ise denge DD=DX – DM = 0

         Þ 0 – m.DY

Þ DD = –0,10.400 Þ DD=– 40 ® 40 birim dış açık verilir.

Tasarruf Paradoksu

Bireylerin tasarruf yapması iyiyken toplumun topyekün tasarruf yapması (terkip hatası) kötüdür. Geliri düşürür.

 

*    Yatırım harcaması gelir üzerinde pozitif etki yaratırken dış denge üzerinde (–) etki yaratır. Kamu harcaması ve transfer ödemesi gelir üzerinde (+) etki yaratırken dış denge üzerinde (–) etki yaratır.

Örnek:

m=0,10,   t=0,25,  c:0,80,  DX=200 Þ DY=?   DD=?

Cevap:

DY = .DX Þ DY=400­

Dış denge üzerinde;

DD = DX – DM ® = 200 – m.DY

= 200 – 0,10 . 400

= 200 – 40 = 160 ­

*       İhracat artışının ithalat artışına etkisi vardır.

Dış ticaret çarpanı (başka açıdan);

DY = .DX

DD = DX – DM ® DD = DX – m

DD=DX–.DX

DD = DX. ® DD=DX

DD=DX.Þ DD=DX .

Çarpanın İşlemesi İçin Gerekli Koşullar

Çarpan mekanizması Az Gelişmiş Ülkelerde (AGÜ) Gelişmiş Ülkelere (GÜ) göre daha az etki yaratır. Çünkü

 

  1. Tarım sektörünün Milli Gelir içindeki payı yüksektir. Tarım sektöründe çarpan etkisi zayıftır.
  2. AGÜ’ler yapılacak yatırım için sermaye mallarını ithal eder. Bu nedenle çarpanın etkisi dış dünyaya yansır.
  3. Basit tekniğe ve bol işgücüne dayalı sektörlerde çarpanın etkisi zayıftır. Genelde AGÜ’lerde bu durum mevcuttur.

Hızlandıran

Net yatırım düzeyinin beklenen çıktıdaki değişime bağlı olduğunu ortaya koyar. Ekonomide bir başlangıç harcaması kendisinden kat kat fazla bir gelir ve harcama oluştururken, yani çarpan mekanizması çalışırken, bazen bu gelir ve harcama artışları yatırımcıları yeni yatırımlar yapmaya itebilir. Buna hızlandıran ilkesi denir.

*       Hızlandıran teorisine göre, cari dönem yatırım talebi, cari dönem milli gelir artışına bağlıdır.

It = V . (Yt – Yt-1)

It Þ Cari dönem yatırım talebi, marjinal yatırım eğilimi

V Þ Hızlandıran katsayısı (Sermaye /Hasıla oranı)

Yt Þ Cari dönem geliri

Yt-1 Þ Bir önceki dönem geliri

SERMAYE HASILA ORAN;  Sermaye-hasıla oranı, gelirde (hasılada) bir birim artış sağlamak için kaç birim yatırım yapılacağını gösteren bir katsayıdır. Bu oranın tersi ise (1/k), bir birimlik yatırımın yol açtığı hasıla artışını ifade edecektir. Başka bir deyişle, sermayenin marjinal verimliliğini verecektir. Eğer yatırım oranı büyükse, büyüme hızı yüksek, küçük ise büyüme hızı düşük olacaktır. Aslında ekonomik kuramında, birden fazla sermaye-hasıla oranı kavram vardır. Bu kavramlar şu şekilde sınıflandırılabilir. ORTALAMA VE MARJİNAL SERMAYE/HASILA ORANLARI. Ortalama sermaye/hasıla oranı; belirli bir dönemde elde edilen hasılanın ne kadar sermaye ile sağlandığını veren expost bir kavramdır. Baka bir deyişle, herhangi bir andaki toplam sermaye stokunun toplam gelire bölünmesidir. Buna karşın marjinal sermaye/hasıla katsayısı, hasılayı bir birim arttırmak için, ne kadar sermaye gerektiğini gösteren, daha çok exante bir kavramdır. Buna göre marjinal sermaye/hasıla katsayısı (k), ekonominin sermaye stokunda meydana gelen artışın, gelir artışına oranıdır. Bu da, plan modellerindeki sermaye/hasıla oranından başka bir şey değildir.

Hızlandıranın İşleme Koşulları

  1. Nihai malları üreten (tüketim malları) sektörlerde tam kapasite olması gerekir.
  2. Sermaye malları sanayinde eksik istihdam olmalıdır.
  3. Basit tekniğe ve bol işgücüne dayalı sektörlerde hızlandıran etkisi zayıftır.
  4. Hızlandıran asimetriktir; çarpan simetriktir.

IS – LM ANALİZİ (Hicks – Hansen Modeli)

Mal piyasası ile para piyasalarının karşılıklı eşanlı dengesini sağlayan faiz hadlerinin oluşumunu anlatır.

Varsayımları;

–       Hasıla toplam harcama tarafından belirlenmektedir.

–       Faiz önemli bir değişkendir.

–       Yatırımlar faizin bir fonksiyonudur.

–       Fiyat düzeyi sabittir.

MAL PİYASASI DENGESİ VE IS EĞRİSİ

IS eğrisi, mal piyasası dengesini gösterir. Mal piyasasını dengede yani mal arzının talebine, yatırımın tasarrufa eşit (I=S) olduğu gelir – faiz bileşimlerini gösteren negatif eğimli bir doğrudur. IS’nin negatif eğimli olmasının nedeni faiz oranı ile yatırım dolayısıyla hasıla arasındaki ters yönlü ilişkidir. Kısaca planlanan harcamaların gelire eşit olduğu faiz, çıktı bileşimlerini gösterir. Bu modelde I artık otonom değil, faize de bağlıdır. Planlanan yatırımlar faize bağlıdır. Otonom yatırım artışları I eğrisini kaydırır. Faizin düşmesi, her gelir düzeyinde harcama düzeyini artırarak, toplam harcamaları artırır. Aşağıdaki şekillerde;

*       Başlangıç A noktası  r 0® r1 Þ AEo – AE1 – Yo ¯Y1 (faiz artarsa gelir düşer)

                                                                                                                                                           r0 ® r2 Þ AEo – AE2 ® Yo­ Y2 (faiz düşerse gelir artar)

*       A, B, C noktalarında mal piyasası dengededir.

*       IS eğrisinin konumunu otonom harcamalar belirlemektedir. Yani;

*       Io, Go, Co, TRo­  Þ IS   sağa kayar.

         Io, Go, Co, TRo¯ Þ IS sola kayar.

*       To­ ÞIS sola kayar.

         To¯ Þ IS sağa kayar.

 *      IS eğrisinin eğimini ise, yatırımların faize duyarlılığı (b) ve çarpan katsayısı belirlemektedir.

*       Çarpan ve b katsayısı ne kadar büyükse IS o kadar yatıktır.

*       Çarpan ve b katsayısı ne kadar düşükse IS o kadar diktir.

*       Daha dik AE eğrisi daha yatık bir IS ‘e karşılık gelir.

*       Çarpanın değerini artıran faktörler IS eğrisini daha yatık yapar.

  1. c­ ® IS yatıklaşır.
  2. t­ ® IS dikleşir.
  3. m­ ® IS dikleşir.
  4. s­ ® IS dikleşir.
  5. Yatırımların faiz esnekliği arttıkça IS yatıklaşır.

*       Yatırımların faize duyarsız olması yani b’nin “0” olması durumunda IS dik bir doğru olacaktır.

*    Ayrıca MPC ne kadar büyük (MPS ne kadar küçükse) ve vergi oranı ne kadar küçükse çarpan o kadar büyük olacağından IS eğrisi daha yatay olur.

*    IS eğrisi üzerinde mal piyasası dengededir. Dışındaki noktalarda değildir.

Örnek:

C =75 + 0,8Y  I=125–10r     denge milli gelir denklemi nasıldır?

Cevap:

Y = C+I     ;                                                     Y = 75+0,8Y+125–10r

Y = 200+0,8Y–10r              Y –0,8Y = 20 – 10r

                                                                                              0,2  Y = 200 – 10r

Y = Þ     Y = 1000 – 50r

IS denklemi;

Y = KA0 – Kbr (IS)

r =  (IS)

Y: Milli gelir;    K: Harcama çarpanı (K=1/1–c (1–t));    r: Faiz oranı;    b: Yatırımın faize duyarlılığı

A0 = otonom harcamalar toplamı

Örnek:

b=5,   K=4,   A0 = 200 olduğu ekonomide IS denklemini bulunuz?

Cevap:

Y = KA0 – Kbr = 4(200)–4(5r)    ;    Y = 800–20r (aynı zamanda IS denklemi)

 

Eğer faiz oranı %25 verilirse   ;    Y = 800–20(0,25)=800–5=795

Örnek:

A0 = 160 milyar TL, faize duyarlılık (b) = 8  K=2 ise IS =?

Cevap:

r =    ;    r =    ;    r = 20–Y

Y = 300 milyar ise; r = 20–(300)

  r = 20–(0,0625).300 Þ 20 – 18.75  = r = 1, 25

PARA PİYASASI DENGESİ VE LM EĞRİSİ

LM eğrisi para piyasası dengesini yani para piyasasının dengede olduğu durumu gösterir. Burada para arzının ; para talebine (L) eşit olduğu tüm faiz – oranı gelir bileşimlerini gösteren pozitif eğimli bir doğrudur. Gelir artarken para talebinin dolayısıyla faiz oranının artması LM’i pozitif eğimli yapar.

*    Modelde para arzı, dışsaldır ve MB tarafından belirlenir. Bu yüzden dik bir doğrudur. Ms arttığında sağa, azaldığında sola kayar. Ms ­ ® r ¯ ,   Ms ¯ ® r ­

*    Para talebi (L) ise gelirin (pozitif) ve faizin (negatif) fonksiyonu olarak tanımlanmıştır.

L = kY – hi

k; para talebinin gelire duyarlılığını yani gelir değiştiğinde para talebinin ne kadar değiştiğini gösterir.

                                        h; para talebinin faize duyarlılığını gösterir.

*       Para talebi gelir arttığında ® artar

         Para talebi gelir azaldığında ® azalır.

*    Para talebi eğrisi veri bir gelir düzeyi için faiz oranı ile ilişkilendirilerek çizilir. Faiz oranı değiştiğinde para talebindeki değişme eğri üzerinde harekete neden olur. Gelir arttığında sağa; düştüğünde sola kayar. Ayrıca gelir ve faiz oranı dışındaki nedenlerden dolayı otonom para talebinde artış eğriyi sağa kaydırır.

*    Faiz dışındaki bir nedenden para talebi artarsa faiz oranı artar, tersinde azalır.

*    Başlangıç noktasında İ0 ® Y0 ® M0D

      Gelir artarsa; para talebi artar Y0 ® Y1 ® ® ®İ0 ­ İ1 olur.

      Gelir azalırsa; para talebi azalır Y0 ® Y2 ® ® ® İ0 ¯ İ2 olur.

*    Para piyasasında bu şekilde oluşan denge noktalarını faiz oranı – gelir eksenlerine taşıdığımızda LM eğrisini elde etmiş oluruz.

*    L = kY – hi =

k; para talebinin gelire duyarlılığı   ;             h; para talebinin faize duyarlılığı

LM denklemi = i =

Keynes’te para talebi;

  1. İşlem = f(y) ® klasiklerde sadece bu vardır.
  2. İhtiyat = f(y)
  3. Spekülasyon = f(i, y) güdüsü ile yapılır.

Consol; Sürekli gelir getiren bir tahvildir. Sonsuza kadar faiz ödemeyi vadeden ancak tahvil üzerindeki anaparayı geri ödemeyen bir tahvildir. Consol İngiliz hükümetince 19. yy’dan beri çıkartılmaktadır.

*       LM eğrisinin konumunu para arzı belirlemektedir.

         Ms ­ ® LM sağa – aşağıya kayarken

         Ms ¯ ® LM sola– yukarı kaymaktadır.

*       Ayrıca otonom para talebinde artış LM eğrisini sola

         Otonom para talebinde azalış LM eğrisini sağa kaydırır.

*       LM eğrisinin eğimini ise para talebinin faize (h) ve gelire (K) duyarlılığı belirlemektedir.

Buna göre;

*       h ne kadar büyük; k ne kadar küçükse ® LM o kadar yatık

*       h ne kadar küçük; k ne kadar büyükse ® LM o kadar dik

*    Para talebinin faize duyarlılığı “0” ise LM dikey (Neoklasik miktar kuramı) olurken h=¥ olduğunda ise yatay bir doğru (Keynezyen likidite tuzağı) olmaktadır.

*    LM eğrisi üzerinde tüm noktalarda para piyasası dengede olduğuna göre LM dışında kalan noktalarda para piyasası dengede değil demektir.

*    Ms­  ve Md¯  Þ LM sağa

      Ms¯ ve Md­ ® LM sola kayar

*    Belli bir faiz oranı düzeyinde LM eğrisi sağa / sola kaydığında gelir düzeyi değişmektedir. Değişmeyi belirleyen faktör, paranın dolaşım hızıdır.

Dolaşım hızı =

Örnek:

 ¯

fiyat

 ¯

para arzı

 ¯

gelir

         ¯

reel para

talebi

L = 0,4Y – 0,8r ® Faiz               M = 1200,      P = 6

  1. a) LM denklemi?
  2. b) Ms 300 birim artınca LM eğrisinin denklemi?
  3. c) Y = 623 ise r=?

Cevap:

  1. a) L = = 0,4Y – 0,8 r =

             Þ 0,4 – 0,8r = 200

    Þ Y =

    Þ Y = 500 – 2r (LM denklemi)                                                                      

 

  1. b) M = 1200 + 300 = 1500

         L =  Þ 0,4Y – 0,8r =

Þ 0,4Y – 0,8r = 250

Þ Y = = 625–0,2r (LM denklemi)

  1. c) Y = 625–0,2 r

         623 = 625 – 0,2r

         0,2r = 625 – 623

0,2r = 2 Þ r = %10

Örnek:

IS = 1600–40r   LM = 1580 + 60r  Þ r=?,   Y=?

Cevap:

IS = LM  ;  1600 – 40r = 1580 + 60r;  20=100r Þ r = 0,20

Y = 1600 – 40(0,2) = 1600–8=1592

Örnek:

IS = 0,2Y=250–600r;   Ms=200;  Muamele Güdüsü para talebi Mt = 0,2Y

Spekülatif para talebi; Ma = 50–400r ise;

  1. a) LM denklemi?
  2. b) Denge geliri?

Cevap:

  1. a) Md = Mt + Ma Ms = Md

Md = 0,2Y + 50 – 400r  = 200     Þ  0.2Y = 150+400r  LM denklemi

  1. b) Denge gelir IS = LM olduğunda ortaya çıkar.

0,2Y = 250 – 600r = 0,2Y  150 + 400r

250 – 600r = 150 + 400r

250 – 150 = 400r + 600r

100 = 1000r

r = 0,10

0,2Y = 250–600r

0,2Y = 250 – 600 (0,10)

0,2Y = 250–60

Y = 190 / 0.2  = 950

Maliye Politikası Çoğaltanı

Reel para arzı sabit tutulduğunda, G’deki bir atışın Y’yi ne kadar değiştirdiğini gösterir.

                                                                     Z=

(Z: Maliye çoğaltanı; G: Basit kamu çoğaltanı, b: Yatırımların faize duyarlılığı, h: Para talebinin faize duyarlılığı,  k: Para talebinin gelire duyarlılığı)

Z ifadesi, faiz oranındaki uyarlama dikkate alınınca söz konusu olan maliye ya da kamu harcamaları çoğaltanıdır. Bu çoğaltan basit kamu çoğaltanından küçüktür. Çünkü faiz artışlarının geliri azaltıcı etkisini içerir. h=0 Þ Düşey LM, Z=0 olur. h=¥ Þ yatay LM  Z = a G olur. Büyük bir b ve k değeri; kamu harcamalarının gelir üzerindeki etkisini azaltır.

Para Politikası Çoğaltanı

Maliye politikası değişmediğinde, reel para arzındaki bir artışın denge gelir düzeyini ne kadar artıracağını gösterir.

h ve k ne kadar küçük, b ve a G ne kadar büyükse, reel balanslardaki bir artışın denge gelir düzeyi üzerindeki etkisi o kadar genişletici olacaktır. Büyük b ve a G değerleri, çok yatık bir IS eğrisini ifade etmektedir.

PARA VE MAL PİYASALARINDA EŞANLI DENGE

IS – LM eğrileri, iki içsel değişken (gelir ve faiz oranı) arasındaki iki bağımsız ilişkiyi göstermektedir. İki denklem eşanlı çözülerek, IS ve LM eğrilerinin kesişme noktasında gelir ve faiz oranının denge düzeyleri bulunabilir.

*    D noktası dışında ekonomi dengede değildir. Dengenin dışında ya para ya mal ya da iki piyasada dengede değildir.

A ® Para piyasası dengede; mal piyasası değil, mal arz fazlası var.

B ® Mal piyasası dengede; para piyasası değil, para ve arz fazlası var, ݯ  I­  Y­

C ® Ne mal ne para piyasası dengede, ilk önce para piyasası dengeye gelecek; para arz fazlası var. ݯ; mal fazlası var, çıktı azalacak, Y¯ para talebi¯, ݯ ve denge sağlanacaktır.

*    IS – LM modelinde denge sağlanmakla birlikte bu tam istihdam dengesi olmayabilir. Özellikle ekonomi likidite tuzağındaysa (Yatay LM), faiz oranı düşmeyeceği için ya da yatırımların faize duyarlılığı sıfır (dikey IS) ise, faiz oranı düştüğünde yatırımlar artmayacağı için ekonomi eksik istihdam da dengeye gelebilir. Dolayısıyla devlet müdahalesi gerekebilir. Ancak, bu durumlarda da ekonominin dengeye gelebilmesini sağlayacak bir mekanizma, fiyat düzeyinin düşmesidir. Fiyat düzeyi düştüğünde insanların reel serveti artacağı için tüketim harcamaları artar ve bu da IS eğrisini sağa kaydıracağından gelir düzeyi artar. Buna Pigou etkisi ya da reel balans etkisi denilmektedir.

*    IS – LM analizi talep yönlü bir analizdir ve IS – LM doğrularından Toplam Talep (AD) doğrusu türetilir.

PARA VE MALİYE POLİTİKALARI

Para ve maliye politikalarının etkinliği IS ve LM eğrilerinin eğimine, para ve maliye politikası çarpanlarına bağlıdır.

PARA POLİTİKASI

Para arzı değişikliği faizi ne kadar etkileyebilir ve bu faiz oranı da yatırımları ne kadar etkileyebilir burada çok önemlidir. İşte para politikası bu etkinin derecesini gösterir. Genişletici bir para politikası uygulandığında artan para arzı faiz oranlarını düşürür, düşük faiz oranları, yatırımları artırır ve böylece gelir artar.

M­ ® ݯ ® I­ ® Y­

*       Para politikasının geliri nasıl etkilediğini gösteren bu zincire aktarma mekanizması denilmektedir.

  • Para arzındaki artışın başlangıçta faiz oranında düşmeye neden olmasına Likidite etkisi

Şekilde D noktası  başlangıç noktasıdır. Ms­ ® LM sağa kayar. (LM1 – LM2 olur) ve faiz oranı İ3’e düşer. Bu faiz düşmesine Likidite etkisi denir. A noktasından itibaren düşen faiz nedeniyle yatırımlar ve dolayısıyla gelir artar. Ancak gelir artarken para talebi de artacağı için faiz oranı da artacaktır. Buna gelir etkisi denir. Tüm intibaklar tamamlandığında ekonomi E noktasında İ2 faiz ve Y2 gelir bileşiminde dengeye gelir. Sonuçta genişletici para politikasının ardından ekonomi başlangıç düzeyine göre daha düşük faiz ve daha yüksek bir gelir seviyesinde dengeye gelmiştir.

*       Ms¯ ® İ­  ® I¯  ® Y¯  ve ekonomi F noktasında dengeye gelir. (Daha yüksek faiz, daha düşük hasıla)

*    IS eğrisi ne kadar yatıksa, para arzı artışının gelire etkisi o kadar fazla olur. Çünkü düşen faiz oranı yatırımları daha fazla artırır.

*    Yatırımların faize duyarlılığının sıfır olması durumunda, IS dik bir doğrudur ve para politikasının hasıla üzerinde bir etkisi yoktur.

*    Para talebinin faiz esnekliği sonsuz yani LM yatay ise, Ms­, LM’i kaydırmaz, İ düşmez, gelir etkilenmez.

*    Dik LM (klasik durum, miktar teorisi) durumunda Ms­® maximum etki gösterir.

*    Yatırımların faize duyarlılığı ve çarpan ne kadar büyükse, para talebinin gelire duyarlılığı ne kadar büyük ve faize duyarlılığı ne kadar küçükse PARA POLİTİKASI o kadar ETKİNDİR.

*    Pigou’ya göre ekonomi likidite tuzağında ise faizler minimumken, insanların ellerinde tuttukları servet maksimumdur yani tahvil miktarı maksimumdur. Bunun bir kısmı tüketime gider, Yani tüketim, gelirin yanında servetin de bir fonksiyonu oluyor. Ekonomi tam istihdam noktasına bu mekanizmayla gidebilir.

  1. A) KLASİK DURUM

 Say yasasına dayandığı için, belirsizlik dolayısıyla spekülasyon güdüsüyle para talebi yoktur ve LM eğrisi dikeydir. (Para talebi faiz esnekliği = 0)

Ms­ Þ LM0 ® LM1 olur.

Y0 ® Y1 olur. Gelir düzeyindeki artış LM eğrisinin sağa kayma derecesine eşit ve para politikası etkinliği tam olan bir politikadır.

Para talebinin faiz esnekliği “0” demek; Spekülasyon güdüsü ile para talebi yok demektir.

  1. B) KEYNEZYEN DURUM

Likidite tuzağı vardır. Ekonomik birimlerin geleceğe ilişkin beklentileri içerisinde faiz oranı mevcut olandan daha aşağıya düşmez dedikleri noktaya, likidite tuzağı denir. Bu durumda para talebinin faiz esnekliği sonsuzdur. Yani LM eğrisi yataydır.

Ms­ ® tüm para spekülasyon amaçlı talep edilir. Faiz düşmediği için yatırım artmamakta dolayısıyla gelir de artmamaktadır. Bu durumda para politikası etkinsizdir. Bu noktadan sonra faiz oranlarının artması beklenir.

 

*    Post – Keynezyenler analizlerinde para politikasının da kullanılabileceğini savunmuştur.

  • Monetarist ve Klasiklere göre para politikası maliye politikasına göre daha etkindir. Para talebinin faize duyarlılığı düşük, yatırımın faize duyarlılığının yüksek olmasından dolayı para politikasını tercih ediyorlar.
  • Keynes’e göre; para talebinin faize duyarlılığı yüksek yatırımların faize duyarlılığı düşük olduğundan dolayı, maliye politikası etkindir.

 

MALİYE POLİTİKASI

Genişletici maliye politikası uygulandığında, kamu ve transfer harcamaları artırılıp, vergi azaltıldığında IS sağa kayar. Bu durum hem gelir hem de faiz oranını artırır. Artan faiz oranları özel yatırımları azaltır. Buna DIŞLAMA (CROWDİNG – OUT) etkisi denir. LM dik olduğunda TAM DIŞLAMA vardır.

*    LM eğrisi ne kadar yatıksa gelirdeki artış o kadar fazla olur. Bu nedenle maliye politikası likitide tuzağı durumunda en fazla etkiye sahipken (LM yatay) LM dik durumda ise (para talebinin faize duyarlılığı=0) etki, “0” dır.

*    Daraltıcı maliye politikasında IS sola kayar ve hem faiz oranı hem de hasıla azalır.

Başlangıç B noktasıdır. IS sağa kayar. İ­  Y­    Y1 ® Y2 olur. Kamu harcamaları çarpanla çarpımı kadar artar. Faiz arttığı için I¯ (Dışlama) faiz artmasaydı gelir Y3 olacakken şimdi Y2 olmuştur.   Y2 – Y3 Þ dışlama miktarı

*    LM yatıklaştıkça gelir daha fazla, faiz oranı daha az artar.

*    IS ne kadar yatıksa gelir ve faiz oranı o kadar az artar.

*    Çarpan ne kadar büyükse IS eğrisinde kayma o kadar fazla olur ve gelir ve faiz oranı o kadar fazla artar.

SONUÇ:

*       Para talebinin gelire duyarlılığı ve yatırımların faize duyarlılığı ne kadar küçükse,

*       Para talebinin faize duyarlılığı ve çarpan ne kadar büyükse maliye politikasının gelir etkisi o kadar fazladır.

*    Gerçekte dışlama etkisinin derecesi LM eğrisinin eğimine ve merkez bankasının maliye politikasına uyumlaştırmasına bağlıdır. MB, IS sağa kaydığında faiz oranları artmasın diye para arzını artırırsa (LM’i sağa kaydırırsa) maliye politikasını uyumlaştırmış olur. Bu durumda Y artarken İ değişmez.

*    Genişletici para ve maliye politikası ® Y­

ý etki belirsiz

      Genişletici para politikası ® ݯ

      Genişletici maliye politikası ® İ­

*    Daraltıcı para ve maliye politikası ® Y¯

ý etki belirsiz

      Daraltıcı para politikası ® İ­

      Daraltıcı maliye politikası ® İ ¯

*    Genişletici para ve daraltıcı maliye politika karması faiz oranını düşürür.

*    Daraltıcı para ve genişletici maliye politikası karması faiz oranının artmasına neden olur; her iki karma politikanın gelire etkisi ise belirsizdir.

  1. A) KLASİK DURUM

Başlangıç A noktası;

G­ IS0 ® IS1

Y0 ® Y1 olması gerekirken

İ0 ® İ1 olduğu ve bununda özel kesim yatırımlarını dışladığı için gelir Y0’da kalıyor. TAM DIŞLAMA var. Faiz, para talebi arttığı için artar. Para talebi’nin faiz esnekliği artarsa tam dışlama olmaz.

Faizler artınca sadece I dışlanmaz C ve X’de dışlanır.

Hükümet dışlamaya karşı;

1. Bağdaştırıcı para politikası ya da,

2. Yatırım sübvansiyonu uygulayabilir.

Yandaki şekilde bağdaştırıcı yani uyumlaştırıcı para politikasını görmek mümkündür. MB, faiz artışını önlemek için para arzını artırır.

  1. B) KEYNEZYEN DURUM
Para talebinin faiz esnekliği sonsuzken LM yataydır. Likidite tuzağı vardır. Burada maliye politikası tam etkindir.

TOPLAM ARZ – TOPLAM TALEP MODELİ (AD – AS)

–       Fiyat düzeyi sabit varsayımı kaldırılarak fiyat düzeyi içsel bir değişken olur.

–       İş gücü piyasası dahil edilir.

–    AD ve AS, her ikisi de genel fiyat düzeyi ile çıktı arasındaki ilişkiyi gösterir. İkisi birlikte gelir ve fiyat düzeyini belirler.

–    AS, veri bir fiyat düzeyinde firmaların ne kadar arz etmek istediğini gösterir.

–    AD, değişen fiyat düzeyleri için LM eğrisinin yeniden konumlandırılmasıyla elde edilen IS – LM dengelerini gösterir.

TOPLAM TALEP (AD) EĞRİSİ

AD, eğrisi her bir fiyat düzeyine karşılık gelen talep düzeylerini gösterir. AD veri para ve maliye politikaları fakat değişen fiyat düzeyleri için IS – LM modelinden türetilmektedir. AD üzerindeki tüm noktalarda para ve mal piyasaları eşanlı dengededir. Yüksek fiyat düzeylerinde toplam talep daha az olacağı için AD negatif eğimlidir. Bunun nedeni;

  1. Para arzı etkisi; P¯  artacağından para bollaşır, harcamalar artar.
  2. Döviz kuru etkisi; P¯ ® X ­ bu da AD’nin negatif eğimli olmasına yol açar.
  3. Servet etkisi; P¯ için daha fazla harcama yapılır. Bu da AD’yi negatif yapar.
  • Fiyat değişimleri AD üzerinde harekete neden olur.

Şekilde başlangıç noktasında; P0, Y0, İ0 dır. Dengededir. Fiyat düzeyinin (P) düşmesi durumunda bu reel para arzını (M/P) artıracağı için nominal para arzının (M) arttırılması gibi LM0 eğrisini sağa LM2 konumuna kaydırır. Faiz oranı düşer (İ2) ve yatırımların artmasıyla hasıla Y2 düzeyine çıkar. P­ ® reel para arzını daraltır. LM0 ® LM1 olur. Faiz artar. (İ1), I ¯   Y0¯  ® Y1¯ olur. Bu noktaları birleştirdiğimizde AD’yi elde ederiz.

*    AD’nin eğimini para politikası çarpanı belirlemektedir. Para politikası çarpanı ne kadar büyükse reel para arzının değişmesine bağlı olarak LM eğrisindeki yatay kayma dolayısıyla hasıladaki değişme de fazla olacağından AD o kadar yatık, para politikası çarpanı ne kadar küçükse AD o kadar dik olacaktır.

*    Para talebinin faize ve gelire duyarlılığı ne kadar küçükse, çarpan ve yatırımların faize duyarlılığı ne kadar büyükse AD o kadar yatıktır.

*    Fiyat değişimleri AD üzerinde harekete neden olur.

*    Genişletici para ve maliye politikası veri fiyatı düzeyinde IS – LM dengesini sağa kaydırır, bu nedenle AD sağa kayar. Ayrıca veri fiyat düzeyinde IS’nin sağa kaymasına neden olan otonom harcamalarda bir artış olması da AD’yi sağa kaydırır.

*    IS – LM dengesini sola kaydıran unsurlar; AD’yi de sola kaydırır. Nominal para arzı, kamu ve transfer harcamaları, otonom tüketim ve otonom yatırım azaldığında, vergiler arttığında AD sola kayar.

TOPLAM ARZ (AS) EĞRİSİ

AS, her bir fiyat düzeyinde üretilmek –satılmak istenen çıktı miktarını göstermektedir.

*    AS, ücretler ve girdi maliyetleri azaldığında, teknoloji ve verimlilik iyileşmeleri olduğunda, sübvansiyon gibi teşvikler verildiğinde ve beklenen fiyat düzeyi düştüğünde sağa – aşağı kayarken; tersi gelişmelerde sola – yukarı kayacaktır.

  • AS’nin eğimini birim – ortalama maliyetlerin değişme hızı belirlemektedir. Birim maliyetler ne kadar hızlı değişiyorsa AS’de o kadar dik olacaktır.

*    Klasik (Neoklasik) durumda ekonomi her zaman tam istihdamda kabul edildiği için üretimi artırmak mümkün olmadığından AS, diktir. Ekonomi Tam İstihdamdadır.  P­    W­   artar.

*    Keynes modelinde ekonomi eksik istihdamda olduğu, işsizlik odluğu için ücret ve  maliyetler üretim arttıkça değişmediğinden AS, yataydır.

Kısa Dönem Toplam Arz Eğrisi

*    Kısa – orta dönemde toplam arz eğrisinin pozitif eğimli olduğu genel olarak kabul edilmektedir. AS ya mal ya da iş gücü piyasasından kaynaklanan aksaklıklar nedeniyle pozitif eğimlidir.

*       Friedman’a göre işçiler yanıldığı için AS pozitif eğimlidir. Nominal ücret artışlarını reel sanıp iş gücü arzlarını artırırlar.

*    Lucas arz eğrisine göre; gerçekleşen fiyat düzeyi (P) beklenen fiyat düzeyinden (Pe) yüksek çıkarsa çıktı artmakta; yani fiili hasıla (Y) doğal hasıla (Yn) düzeyini aşmakta, gerçekleşen fiyat düzeyi beklenenin altında kalırsa çıktı azalmaktadır.

Y = YN + a (P – Pe)

Phillips Eğrisi (PE)

PE, Keynezyen bir analizdir ve enflasyon oranı ile işsizlik oranı arasındaki ters yönlü ilişkiyi, değiş – tokuşu (trade – off) gösterir. Daha yüksek işsizlik oranı daha düşük enflasyon oranı demektir.

*       AW. Phillips ortaya atmıştır. (İngiltere ekonomisini incelemiştir.)

*    1970’lerden itibaren Stagflâsyon krizi yaşanması; hem fiyatların yükseldiği hem de işsizliğin arttığı bu yeni krizi, Keynezyen politikalarla aşmanın güçlüğü, yeni ekonomik arayışları başlatmıştır.

*    Sözü edilen bu düşünceye göre; “enflasyonsuz tam çalışma sağlanamazdı.” maliye ve para politikaları ve toplam talep değiştirilerek, PE boyunca ekonomik denge (işsizlik ve enflasyon bileşimi) değiştirilebilirdi.

*       Toplum işsizlik ya da enflasyonu tercih etmek durumundadır.

Enflasyon %4 ® %2 Þ İşsizlik oranı %2­ ® %5 olur. İşsizlik azalırken, parasal ücretler de artmaktadır. Yani üretim artarken daha fazla işçi istihdam edileceğinden işsizlik azalacak, işsizlik azaldıkça da ücretlerin artış hızı artacaktır. Ücretlerin artması fiyatları artıracak dolayısıyla üretim artışı fiyat artışıyla gerçekleşebilecektir.

 

Ücretlerin artışı ® Phillips ortaya koymuştur

Enflasyon artışı ® Samuelson ve Solow ortaya koymuştur.

*    Friedman ve Phelps tarafından öne sürülen doğal oran hipotezine göre bu ilişki kısa dönemde geçerlidir ve ekonomi uzun dönemde doğal işsizlik oranına geri dönmektedir. Dolayısıyla uzun dönemde enflasyon ile işsizlik arasında ters yönlü bir ilişki yoktur ve uzun dönem Phillips eğrisi DİO (Doğal İşsizlik Oranında) düzeyinde dik bir doğrudur. DİO düzeyinde yer alan işsizlik; friksiyonel ve yapısal işsizlik toplamına eşittir.

Friedman’a göre; Keynezyen iktisatçıların hatası işgücü arzını parasal ücretin fonksiyonu olarak almalarıdır. Oysa işgücü arzı reel ücrete bağlıdır. Kısa dönemde Phillips ilişkisinin geçerli olabilmesinin nedeni işçilerin enflasyon oranı hakkındaki beklentilerinde yanılmalarıdır. Parasal ücretler belli bir reel ücret düzeyini sürdürecek şekilde enflasyon beklentilerine göre belirlenmektedir. Eğer enflasyon beklenenden yüksek çıkarsa parasal ücretler artmış olmasına rağmen reel ücretler azalır. Reel ücretlerin düştüğünü fark eden firmalar üretimi artırırlar daha fazla işçi çalıştırırlar ve işsizlik azalır. (B noktası) Ancak işçiler yanıldıklarını (Parasal Yanılgı) fark ettiklerinde eski reel ücret düzeyini sağlayacak bir ücret artışı talep edecekler ve reel ücretlerin artmasıyla işsizlikte doğal oranına dönecektir. (C noktası).

Kısa dönem PE enflasyon beklentilerine göre yukarı kaymakta (PC1 ® PC2 ® PC3); PE yüksekliğini ise beklenen enflasyon oranı belirlemektedir.

*    Uzun dönem PE üzerinde ise beklenen ve gerçekleşen enflasyon oranları birbirine eşittir ve doğal oranda işgücü arzı da talebine eşittir.

*    Bu modelde işsizliğin doğal oranının altında tutulabilmesinin yolu enflasyon oranının sürekli artırılarak işçilerin yanılmalarını sağlamaktır. İşçilerin yanılmasının nedeni, beklentilerini adaptif (uyarlanabilir) beklentiler yaklaşımına göre oluşturuyor olmasıdır. Adaptif beklentiler; gelecek enflasyon oranının geçmiş enflasyon oranlarına dayanarak öngörülmesini ifade eder.

*    İşçi yanılma modeli geçerlidir. İş gücü arzı, nominal ücrete, talebi reel ücrete bağlıdır.

*    Monetaristlerde kısa dönemde değiş – tokuş var uzun dönemde yoktur.

*    Yeni Klasik iktisatçılarda rasyonel beklentilerden dolayı kısa dönmede bile değiş – tokuş yoktur.

*    Yeni Keynezyen iktisatçılar ise rasyonel beklentileri kabul etmekle beraber ücretler ve fiyatların yapışkan olabileceğini dolayısıyla kısa dönem PE ilişkisinin geçerli olabileceğini savunmaktadırlar.

EKONOMİNİN GENEL DENGESİ

Ekonomide para, mal ve işgücü piyasaları birlikte dengeye geldiğinde genel denge sağlanmış olur.

D noktasında denge vardır. Beklenen enflasyon, gerçekleşen enflasyona eşittir. Durağan durum vardır.

AD ® Otonom harcamalar artarken sağa, azalırken sola kayar.

AS sağa ® girdi fiyatları düşünce

   ® Ücretler düşünce

   ® Verimlilik arttığında

   ® Beklenen enflasyon düşünce; bunların tersi gelişmeler AS’yi sola kaydırır (Arz şoku).

*    AD kaymalarında çıktının nasıl etkileneceğini belirleyen AS’nin eğimidir.

Keynezyen bölge  ® Y­  P ®     Ara bölge ® Y­  P­         Klasik bölge ® Y ® P­

AD ® AD1 ® (A noktası), Tam İstihdamın ötesinde olduğu için P ­ (ücretler arttığı için) ® AS¯ AS0 – AS1 olur.

Aynı çıktı düzeyi, ama daha yüksek fiyat düzeyi oluşur. Tersinde aynı çıktı ancak daha düşük fiyat olur.

*    Bu denge mekanizması, ücret ve fiyatların aynı anda intibak etmesi ile olur. Ücret ve fiyatlar yapışkansa süreç uzayabilir.

W¯ ® AS1  ® AS0 olur.

AS0 ® AS2 (olumlu arz şoku) ® W­ (Çünkü Tam istihdam düzeyinin üstünde)

W­ ® AS2 ® AS0 denge sağlanır.

PARA VE MALİYE POLİTİKASI

MALİYE POLİTİKASI

Genişletici bir maliye politikası uygulandığında kamu ve transfer harcamalarının artırılması ya da vergilerin indirilmesi toplam talebi artıracağından AD sağa, daraltıcı bir maliye politikası AD’yi sola kaydırır. Maliye politikasının çıktıyı ve fiyat düzeyini nasıl etkileyeceği AS’nin eğimine bağlıdır. Keynezyen AS eğrisinde fiyatlar sabit kalırken çıktı değişir. Klasik arz eğrisinde ise çıktı değişmezken sadece fiyatlar değişir. Pozitif eğimli AS durumunda ise hem çıktı hem de fiyatlar değişir.

D noktası başlangıç; G­ ® AD1 (B noktası) burası Tam istihdamın üzerinde, W­ AS0 ® AS1 olur. Sadece fiyatlar artar.

A noktası; G¯ ® AD0 ® AD2  (A noktası) eksik istihdam olduğu için, W¯  AS0 ® AS2 olur. Sadece fiyatlar düşer.

 

C noktası; fiyatlar değişmeseydi C’de olabilirdik ancak fiyat arttığı için özel kesim harcamalarının yapılamaması dolayısıyla ve artan P’nin ’yi azaltması nedeniyle ortaya çıkar (Dışlama etkisi).

PARA POLİTİKASI

Ms­ ® AD sağa kayar.

MS¯ ® AD sola kayar.

Para politikasının etkisi de AS’nin eğimine bağlıdır. Ayrıca para politikası etkisi iktisadi okullara göre farklılık göstermektedir.

D başlangıç noktası; Ms­  AD0 ® AD1 olur. (A noktası). Tam istihdam düzeyinin üstünde W­ bu ® AS0’ı sola AS1’e kaydırır.

 

Sonuç: Kısa dönemde para politikası genişleme sağlar, ama uzun denemde sadece fiyatları artırır.

Genişletici para politikası sonucunda; AS Keynezyen durumunda ise, fiyatlar sabit, hasıla artar AS klasik durumda ise, hasıla sabit fiyatlar artar.

*    Klasiklere göre bu yüzden para nötrdür.  Reel değişkenleri etkilemez. Ancak uzun dönemde para yansız olmakla birlikte kısa dönemde ekonomiyi A noktasına taşıyarak reel etkiler doğurmaktadır. Bunun nedeni işçilerin kısa dönemde yanılmalarıdır. Sonra beklentiyi ayarlar dengeye gelirler.

*    Yeni Klasiklere göre, ekonominin A noktasına gelmesi beklenmedik şoklar ve politikalarla olur. Öngörülür politikalarda A noktasına gelinmez, doğrudan E noktasına geçilir.

*    Yeni Keynezyenlere göre, rasyonel beklentiler şartları altında öngörülsün öngörülmesinin fiyat, ücret, yapışkanlıkları ekonomiyi A noktasına getirir. Ama uzun dönemde yapışkanlık olmaz, denge E’ye gelir. Para politikası, kısa dönemde etkili, uzun dönemde değildir.

Lucas Kritiği

Politika değişikliği yapıldığında bundan iktisadi ajanların kararları etkilenir. Yani çarpan değişkeni etkilenir.

 

Örneğin; Para arzı­ r¯ I­ Y­   olmasını bekleriz. Ancak para arzı arttığında iktisadi ajanlar enflasyonun artacağını beklerlerse ne olur? Faiz oranları düşmez. Yani, Öyle kolay çarpan katsayıları hesaplanamaz.

*    İşçi yanılma modeli Lucas’a aittir.  İşçiler reel ücrete göre talep edilirken; nominal ücrete göre arz ederler. Bu da Phillips eğrisinde işçilerin yanılmasına yol açar.

      Y = Yn + a (P – Pe)

      Y: Fiili istihdam (üretim),      Yn: Doğal istihdam,  a: fiyat değişiminin çıktıyı etkileme oranı, P: Gerçekleşen fiyat, Pe: Beklenen fiyat

*    P > Pe olursa işçiler yanılmış olur. Böylece Y > Yn olur. İşsizlik azalır.

*    P = Pe olursa işçiler yanılmaz. Y = Yn olur.

AÇIK EKONOMİDE DENGE

Açık ekonomide denge;  iç ve dış dengenin birlikte sağlanması ile oluşur. İç denge, mal ve para piyasasının dengede olması iken dış denge, Ödemeler bilânçosunun dengede olmasıdır. Bu durumda, rezerv değişimleri sıfır olmalıdır.

                         ÖB = Cari işlemler bilânçosu + ­sermaye bilançosu = 0

Cari işlemler bilançosu, buradaki analizde dış ticaret dengesi ile aynı anlamda kullanılarak hizmetler ve tek yanlı transferler kalemleri ihmal edilecektir. Dış ticaret dengesi, ihracat– ithalat’tır. İthalat milli gelirimiz ve reel kur; ihracat ise dış alem geliri ve reel kurdan etkilenir. Reel kurun artması ihracatı arttırır, ithalatı ise düşürür. Ödemeler bilançosunun ikinci büyük kalemi, sermaye bilançosudur ve dengesi ; iç (id) ve dış faiz (if) oranlarından etkilenir. SB = f (id – if ).

          Yabancı menkullerin yerli menkullerle ikamesi ya da faiz oranlarına duyarlılığı konusunda üç yaklaşım vardır;

 

  • Tam sermaye hareketsizliği: Menkuller arasında ikame yoktur, sermaye piyasası izole edilmiştir.

 

  • Sınırlı sermaye hareketliliği: Sınırlı ikame vardır. Faiz oranları ile oynayarak sermaye hareketleri biraz da olsa etkilenebilir. Bu durumda ülkedeki politika yapıcıları eğer dış ticaret açığı varsa ; sermaye bilançosu fazlası vererek bu açığı kapayacaklardır. Bu durumda öyle bir milli gelir ve faiz oranı belirlenmelidir ki , gelirin doğurduğu ticarete açığı , faiz oranının uyardığı net sermaye bilançosu fazlasıyla dengelensin.

 

  • Tam sermaye hareketliliği (sınırsız sermaye hareketliliği) : Menkuller arasında tam ikame vardır ve faiz oranlarına duyarlılık sınırsızdır (Mundell-Fleming modeli)
  1. TAM SERMAYE HAREKETSİZLİĞİ

Bu durumda dış denge doğrusu dik bir doğru halini alır. Bu durumda ödemeler bilançosu dengesi dış ticaret dengesine bağlıdır. Ticaret bilançosu dengesini (X=M) sağlayan tek bir gelir düzeyi vardır. Şekilde bu YK  ile gösterilmiştir.

  • Dış denge doğrusunun altındaki gelir düzeylerinde ithalat ihracattan küçüktür. Bu bölgelerde dış fazla vardır. Üstündeki bölgelerde ise ithalat ihracattan büyük olduğu için dış açık vardır.
  • İç denge doğrusu tam istihdam düzeyini gösterir ve dik bir doğrudur. Tam istihdamın altındaki gelir düzeylerinde işsizlik, üstünde ise aşırı istihdam (enflasyon) vardır.
  • I no’lu alanda işsizlik ile dış fazla vardır. Burada iç ve dış denge uyumludur. Genişletici para ve maliye politikası uygulanırsa gelir artar ve dış denge bozulmaz.
  • III no’lu alanda dış açık ve enflasyon vardır. Dolayısıyla amaçlar burada da uyumludur. Daraltıcı maliye ve para politikaları ile toplam harcamalar kısılır iç ve dış denge sağlanır.
  • II no’lu alan çelişkilidir. İşsizlik ve dış açık sorunları aynı anda vardır. Örneğin tam istihdamı sağlamak için izlenecek genişletici para ve maliye politikaları dış açıkları arttırır ya da tersine dış açığı gidermek için bu politikalar daraltıcı yönde uygulanırsa bu kez milli gelir daha da azalacak ve işsizlik azalacaktır.
  • Dış denge doğrusunun dik olduğu durumlarda yani sermaye hareketleri sıfırken, yalnız para ve maliye politikaları ile iç ve dış dengenin aynı anda sağlanması güçtür. İç ve dış denge doğruları birbirine paraleldirler ve kesişmezler. Dengenin sağlanması için harcama kaydırıcı (dış ticaret politikaları) ve değiştirici politikaların aynı anda uygulanması gerekir.
  1. SINIRLI SERMAYE HAREKETLİLİĞİ

Burada faiz oranları değiştirilerek; ülkeye giren sermaye miktarı değiştirilebilir. Bu nedenle dış denge doğrusu dik değildir, pozitif eğimli bir doğru şeklindedir. Bu durumda dış denge, ticaret bilançosu ile sermaye bilançosunun toplamından oluşur.

  • E noktasında hem iç hem de dış denge sağlanmaktadır.
  • Mundell kuralına göre; genellikle para politikası dış denge konusunda, maliye politikası ise iç denge alanında etkilidir. Dolayısıyla, dış dengeyi sağlama merkez bankasına iç dengeyi ise hükümete ya da mali otoriteye düşmektedir. Mundell kuralı çerçevesinde uygulanacak politikalar aşağıda tablolaştırılmıştır.
Mundell Kuralı
Bölge Dengesizlik Türü Para Politikası Maliye Politikası
I İşsizlik ve dış fazla Genişletici Genişletici
II Enflasyon ve dış fazla Genişletici Daraltıcı
III Enflasyon ve dış açık Daraltıcı Daraltıcı
IV İşsizlik ve dış açık Daraltıcı Genişletici

*      Bu modellerde IS kapalı bir ekonomiye göre daha diktir. Çünkü ithalat bir sızıntı olarak modele girmektedir.

*      BP’nin şeklini; sermaye hareketlerinin faize duyarlılığı belirler. LM’nin şeklini
ise para talebinin faize duyarlılığı belirler. Eğer sermaye hareketleri faize daha duyarlı ise BP eğrisi, para talebi faize daha duyarlı ise LM eğrisi daha yatık olacaktır.

 

  1. PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ ETKİLERİ

Para politikaları Merkez Bankasının para arzı ayarlamalarını, maliye politikaları da hükümetin kamu harcamaları ve vergilerde yaptığı değişikliği ifade eder.

  1. Para Politikasının Etkileri

Para arzının artması LM eğrisini sağa kaydırır. Şekilde denge LM-LM1 ve E0-E1 ile gösterilmektedir. Denge gelir düzeyi Y0 dan Y1 e, faiz oranı ise i0 dan i1 e kayar.

Para arzı artarsa ödemeler bilançosu iki nedenden ötürü bozulur;

  1. i) Artan milli gelirin ithalatı arttırması, yani net ihracatın düşmesi,
  2. ii) Faiz düşüşü nedeniyle sermaye çıkışı .

 

Şekilde açık başlangıçta K-E0 kadarken, daha sonra L-E1 olur ,yani artar. Tersi durumda ise dış denge düzelecektir.

  1. Maliye Politikasının Etkileri

Kamu harcamalarının artışı, IS eğrisini sağa kaydırır. IS, IS1 halini alır ve denge noktası E0   dan  E1    e kayar. Denge milli gelir düzeyi ise Y0 dan Y1’e gelir. Faiz oranları ise; i0’dan i1’e düşer. Bu değişikliklerin dış denge üzerindeki etkisi belli değildir. Çünkü dış denge üzerindeki etkiler, birbirleriyle çelişkilidir. Milli gelirdeki bir artış, ithalatı arttırır ve dış ticaret bilânçosu bozulur. Ama faiz oranlarındaki artış, sermaye girişine yol açarak sermaye bilânçosunu olumlu yönde etkiler. Net etki hangisinin daha baskın olduğuna bağlıdır. Şekilde bu durum KE0 ile LE1’in göreceli uzunluklarına bağlıdır.

 

  1. SINIRSIZ SERMAYE HAREKETLİLİĞİ (MUNDELL-FLEMİNG MODELİ)

IS–LM modelinin, sermaye hareketliliğinin sınırsızlığı koşulları altında açık ekonomilere uygulanmış şekline, bu analizleri gerçekleştiren iktisatçıların isminden dolayı Mundell-Fleming modeli de denmektedir. Sabit kur sistemine dayanır. Daha sonra esnek kur sistemi için genişletilmiştir.

Sınırsız sermaye hareketliliği durumunda, faiz oranlarında ufak bir farklılık çok büyük ölçüde sermaye akımlarına yol açar. Yerli ve yabancı menkuller arasında tam bir ikame söz konusudur. Yurtiçi faiz oranı yurtdışı faiz oranından küçükse tüm fonlar dışarıya kaçar. Eğer yurtiçi faiz oranı büyük ise fonlar ülkeye girer. Sermaye hareketliliğinin sınırsızlığı ve sabir kur varsayımları altında, Merkez Bankaları serbest bir para politikası izleyemezler. Yani para politikası etkinsizdir. Yurtiçi faizler, yurtdışı faizlerden farklılaşamazlar. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Sıkı para politikası ile faiz oranları yurtiçinde artmış olsun. Tüm fonlar dış dünyadan ülkeye girerler. Ödemeler bilançosu fazla verir. Bu durum paranın dış değerini arttıracağı için Merkez Bankası bunu engeller ve döviz alır, para arzını arttırır. Bu da başlangıçta ki faiz artışını geriye çeker, bunun için dış denge doğrusu yataydır.

Sınırsız sermaye hareketliliği varsayımı altında dış denge, yabancı mali sermaye giriş ve çıkışlarıyla otomatik biçimde gerçekleştiği için, ekonomi politikasının asıl amacı, iç dengesizliklerin (işsizlik ve enflasyon) giderilmesine yöneltilmiştir.

 

  1. SABİT KUR

Mundell-Fleming modelini incelerken önce sabit daha sonra esnek kur sistemi altında para ve maliye politikalarının etkilerine bakacağız.

  1. Para Politikası

Para arzı artarsa, LM eğrisi sağa kayar. Denge düzeyi ise E0’dan E1’e gelir. E1 noktasında büyük dış açık olur. MB, dövizin artışını engellemek için döviz satıp ulusal para alır. Böylece LM1 – LM e gelir, E1 ise E0’a kayar. Sonuç olarak; sınırsız sermaye hareketliliği ve sabit kur  varsayımı altında para politikası etkinsizdir. Sabit kuru sürdürme isteği, para arzını bir nevi içsel kılar.

 

  1. Maliye Politikası

Maliye politikası tam sermaye hareketliliği ve sabit kur varsayımları altında çok etkilidir.

Hükümet genişletici bir maliye politikası uygulasın. IS eğrisi sağa kayar ve yeni denge E1’de oluşur. Sınırsız sermaye hareketliliği olduğu için yüksek yurtiçi faiz durumunda büyük sermaye girişleri olur ve dış fazla durumu ortaya çıkar. Kur düşüşünü engellemek için MB piyasadan döviz alıp para arzını artırır. Para arzı artışıyla birlikte LM eğrisi de sağa kayar. Denge E2 noktasında yeniden sağlanır. Faizler bu yeni noktada aynı kalmış ve gelir önemli ölçüde artmıştır.

  1. ESNEK KUR SİSTEMİ

Esnek kur sisteminde Merkez Bankası müdahalesi yoktur. Denge piyasada oluşan arz ve talebe göre belirlenir. O bakımdan dış dengesizlikle ulusal para arzı arasında bir ilişki yoktur. Para arzı,  Merkez Bankası tarafından bağımsız olarak belirlenir. Ulusal para arzının değerinin azalması ihracatı arttırır ve ithalatı azaltır. Sonuçta IS eğrisi sağa kayar. Tersi durumda ise ihracat azalır ve ithalat artar. Sonuçta IS eğrisi sola kayar.

  1. Para Politikasının Etkileri

Şekilde E0 ilk dengedir. Para arzı artışıyla birlikte LM sağa kayar ve yeni denge E1 noktasında olur. Bundan sonra faiz oranları düşer, ülkeden sermaye çıkışı olur. Bu durum, ulusal paranın değer kaybetmesine yol açar. Böylece ihracat artar ve ithalat düşer. Dolayısıyla IS de sağa kayar. Son denge noktası E2 dir.

  • Sınırsız sermaye hareketliliği ve değişken kur sistemi altında para arzı artışı, ulusal gelirin artmasına ve ulusal paranın dış değer kaybına uğramasına neden olur. Bu durum dış ticaret bilânçosunu iyileştirir. Sonuç olarak bu durumda para politikası, etkindir.
  • Sabit kur sisteminde, Merkez Bankası para arzını arttırır ise rezervini kaybeder. Para arzını kontrol edemez. Oysa esnek kur sisteminde, Merkez Bankası, döviz piyasasına müdahale etmez, para arzını kontrol eder.

 

  1. Maliye Politikasının Etkileri

        Başlangıçta ekonomi E0 gibi bir noktada dengededir. Kamu harcamaları artırılarak ya da vergiler azaltılarak genişletici bir maliye politikası uygulansın. IS, IS1‘e kayar. Denge noktası ise E0‘dan E1’e gelir. Burada mal ve para piyasaları dengededir. Gelir ve para talebi artmış, bu da faiz oranını yükseltmiştir. Daha sonra yabancı sermaye girişi ile birlikte ulusal para değerlenir, ihracat düşerken ithalat artar. Sonuçta, IS eğrisi eski haline döner. Kamu harcamaları artışı, faiz oranlarını arttırır. Ulusal paranın değerinin artmasıyla birlikte tam bir dışlama (crowding-out ) olur. Milli gelir değişmez, burada dışlama etkisi net ihracatın azalmasıyla olmuştur. Sonuçta sınırsız sermaye hareketliliği ve esnek kur sistemi altında ulusal para değerlenir ve maliye politikası etkinsizdir.

          III.            FİYAT DEĞİŞMELERİ VE PARASAL GENİŞLEME

Yukarıdaki tüm analizlerde yurtiçi fiyatların sabit kaldığı varsayılmıştır. Ekonomi, Tam istihdam duvarını aşınca ücretler ve buna bağlı olarak fiyatlar yükselmeye (enflasyon) başlar. Tersine, tam istihdam düzeyinin altında ücretler ve fiyatlar düşer (deflasyon). Aşağıda sıralanan varsayımlar altında acaba parasal genişleme nasıl bir etkide bulunur? Aşağıdaki şekilde bunu açıkça görmek mümkündür.

  1. Sınırsız sermaye hareketliliği
  2. Fiyatlar değişken
  3. Esnek kur sistemi varsayımı altında;

Daha önce veri fiyatlar, esnek kur ve sınırsız sermaye hareketliliği altında, para arzı artışının geliri arttırıp ulusal paranın dış değer kaybına yol açacağını göstermiştik. Modele fiyatlar girince, uzun dönemde parasal genişlemenin, ulusal paranın değer kaybına ve yüksek fiyatlara neden olacağı açıktır.

          İlk denge noktasında para ve mal piyasaları ile dış denge sağlanmıştır. Ekonomi tam istihdam düzeyindedir. Para arzı artışıyla birlikte LM eğrisi sağa kayar. Denge E1 de gerçekleşir. Sermaye çıkışı olur, ulusal para değer yitirir ve ülkenin rekabet gücü artar. IS eğrisi sağa kayar. Bundan sonra denge E2 de gerçekleşir. Gelir artmıştır. Bu noktada milli gelir tam istihdam düzeyinin üstündedir. Bu, reel ücretleri ve fiyatları arttırır. Fiyatların artışı da reel para stokunu azaltacaktır. Para arzı düşecek LM eğrisi sola kayacaktır ve denge noktası E3 de gerçekleşecektir. Faizler artar, ülkeye sermaye girer ve ulusal para değer kazanır. İhracat düşerken ithalat artar ve IS eski konumuna geri döner. Son denge noktası tekrar E0 olur. Bu noktada faizler ve nispi fiyatlar başlangıç düzeyine gelmiştir. Para politikası etkinsiz ve yansız olmuştur.

PARASALCI YAKLAŞIM

Keynesyen iktisat politikalarına karşı çıkan iktisatçıların başında Chicago İktisat Okulu’nun kurucusu olarak kabul edilen Milton Friedman gelmektedir. Friedman 1940’lı yılların sonlarından günümüze değin yayınladığı birçok eserinde müdahaleci keynezyen maliye politikası yaklaşımını şiddetle eleştirmiştir. Friedman yaptığı araştırmalarda üretim ve fiyatların belirlenmesinde temel etmenin maliye politikası araçları olmadığını belirtmiştir. Friedman’a göre enflasyon, işsizlik, bütçe açıkları vb. iktisadi sorunların temelinde para politikaları yatmaktadır. Friedman’ a göre ekonomi üzerinde iktisat politikası araçlarından en etkili olanı para politikasıdır. Özetle, Monetarizm, üretim ve fiyatların belirlenmesinde birinci önemli faktörün “para” olduğunu savunan çağdaş iktisadi düşüncelerden birisidir.

Monetarizm büyük ölçüde, 1976 Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan Amerikalı iktisatçı Milton Friedman tarafından geliştirilmiş bir teoridir. Friedman, 1976 yılında “Paranın Miktar Teorisi Üzerine Çalışmalar” başlığı altında, editörlüğünü yaptığı bir kitap yayınladı. Bu çalışma ile Friedman esasen monetarizmin temel ilkelerini ortaya koymuş oldu. İleriki yıllarda Chicago Üniversitesi’ndeki meslektaşları ve öğrencileri ile birlikte, teorik görüşlerini daha da geliştirdi ve bazı ampirik çalışmalarla bu görüşlerini doğruladı.

Monetarizm, esasen çağdaş iktisadi sorunlardan biri olan enflasyon konusu üzerinde durmuştur. Bu politika enflasyonun temel nedeni olarak para arzının hükümetlerce gereksiz yere ve aşırı ölçüde artırılmasını görmektedir. Monetaristlere göre, ekonomideki istikrarsızlıkların birçoğu parasal kökenlidir. Bu nedenle para politikası iktisadi sorunlara karşı diğer iktisat politikası araçlarından daha etkilidir. Bu görüşe göre;

  1. Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında çok kesin olmamakla birlikte bir ilişki bulunmaktadır.
  2. Bu ilişki çok kesin değildir. Çünkü para arzındaki artışların geliri etkilemesi zaman alır. Ayrıca, bunun ne kadar süreceği de belli değildir.
  3. Ortalama olarak para arzındaki artış, nominal gelirleri yaklaşık 6 ve 9 ay arasında geçecek bir süre sonunda etkiler.
  4. Nominal gelirin büyüme oranındaki artış etkisi ilk olarak üretim üzerinde görülür. Bu daha sonra fiyatlara yansır.
  5. Ortalama olarak, fiyat etkisi yaklaşık olarak 6 ve 9 ay arasında değişen zaman boyutu içerisinde ortaya çıkar. Para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki toplam gecikme ortalama 12–18 ay arasındadır.
  6. Para arzındaki artış ile bunun nominal gelirlere ve daha sonra fiyatlara yansıma ilişkisi ‘çok kesin ve belirli’ değildir. Bu ilişkide bir kayma söz konusudur.
  7. Kısa dönemde (5 veya 10 ay kadar bir sürede) para arzındaki değişmeler öncelikle üretimi etkiler. 10 ayı aşan bir sürede para arzının büyümesi fiyatları etkiler.

Monetarizm, esasen bu ilkeleri ile klasik iktisatçıların açıkladıkları Miktar Teorisini yeniden ön plana çıkarmıştır. Bununla birlikte monetaristler Klasik Miktar Teorisi’ni bazı yönlerden eleştirmişler ve bu teorinin enflasyonu açıklamak için yeterli olmadığını öne sürmüşlerdir. Monetaristlere göre, MV=PT şeklinde ifade edilen klasik miktar teorisi formülünde yer alan paranın dolaşım hızı (V) sabit değil, aksine bazı değişkenlerin istikrarlı bir fonksiyonudur. Friedman’ ın analizleri ile geliştirilen monetarizme aynı zamanda “Modern Miktar teorisi” adı da verilmektedir.

Monetaristler, serbest piyasa ekonomisinin kendi iç dinamiği sayesinde istikrarlı bir model olduğunu savunmakla birlikte, klasik iktisatçılardan farklı olarak ekonominin her zaman tam istihdam düzeyinde olmayacağını kabul etmektedirler. Monetaristler, insanların daha iyi bir iş arama veya işsizlik yardımından yararlanmaları neticesinde belirli bir süre işsiz kalabileceklerini, böylece ekonomide her an bir “doğal işsizlik” olabileceğini öne sürmüşlerdir. Monetarizm, esasen klasik iktisadın temel ilkelerini aynen kabul etmekle birlikte, ondan başlıca iki noktada ayrılmaktadır:

  • Klasik miktar teorisi açıklaması yetersizdir.
  • Ekonomi her zaman tam istihdam düzeyinde dengede değildir; doğal işsizlik hipotezi.

Klasik iktisat ve monetarizm arasındaki bu iki temel farklılığa rağmen her iki teori de enflasyonun en önemli kaynağının para arzındaki artışlar olduğunu kabul etmektedir. Monetaristlere göre enflasyonu kontrol altına almak için en etkin araç para politikasıdır. Para arzındaki değişmeler, para talebinden bağımsız bir şekilde para otoritesince bağımsız olarak belirlenir. Ancak para otoritesinin bu gücünün sık sık değişen para artış hızları şeklinde uygulanması istikrar değil istikrarsızlık getirir. Monetaristler, bu istikrarsızlıkları önlemek için para arzının belirli bir oranda ve ekonomideki gelişmelerle orantılı olarak kademeli bir şekilde artırılmasını önermektedir.

 

Parasal genişleme, hükümetlerin merkez bankası üzerinde doğrudan ve/veya dolaylı yollardan etkide bulunarak para arzını artırmalarıdır. Politik ve ekonomik istikrarsızlığın egemen olduğu ülkelerde para arzının aşırı biçimde genişlemesinin temel nedeni siyasi olgulardır. Siyasi otorite, yeniden seçilebilmek için kamu harcamalarını sürekli olarak artırmakta, bunun neticesinde kamu kesimi finansman açıkları sorunu ortaya çıkmaktadır. Kamunun finansman açığı ise başlıca beş ayrı yoldan karşılanmaya çalışılmaktadır. Bunlar;  vergileme, iç borçlanma, dış borçlanma, para basma, döviz rezervlerinin kullanılmasıdır. Kamu ekonomisinin görev ve fonksiyonlarının genişlemesi kamu harcamalarının sürekli artması anlamına gelmektedir. Artan kamu harcamalarına paralel olarak siyasal iktidarlar finansman sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Kamu harcamalarının finansmanında temel kaynak vergilerdir. Vergiler devletin en önemli finansman kaynağı olmasına rağmen bunun sınırları bulunmaktadır. Her şeyden önce vergilerin artırılması, vatandaşlar tarafından tepki ile karşılanabileceğinden oy kaybetmek istemeyen ve yeniden seçilebilmeyi planlayan siyasal iktidarlar, vergileri özellikle seçim öncesi dönemlerde fazla artırmamaya özen gösteririler. Kamu harcamalarının tamamen vergi ile finanse edilmemesi bütçe gelirleri ile bütçe harcamaları arasındaki dengesizlik sorununu yani “bütçe açığı” sorununu gündeme getirir. Hükümetler bütçe açığını tamamen vergi ile finanse etmeyince, bu kez vergi-dışı finansman kaynaklarına yönelirler. Vergi-dışı finansman kaynakları ise borçlanma ve emisyondur.

Önemle belirtelim ki, vergi yükünün giderek artmasının ekonomi üzerinde ciddi sorunlara yol açması kaçınılmazdır. En başta vergi yükünün artmasının toplam tasarrufları, yatırımları ve emek arzını olumsuz etkilemesi sözkonusudur. Bu, netice olarak işsizliğin artması, ekonomik büyüme ve kalkınmanın yavaşlaması ve prodüktivitenin azalması anlamına gelir. Dahası, vergilerin ağırlaşması, vergi kaçakçılığı sorununu da beraberinde getirir. Vergi kaçakçılığı, yeraltı ekonomisinin (kayıt dışı ekonominin) genişlemesi ve devletin vergi gelirlerinin azalması sonucunu doğurur.

Borçlanmanın da ekonomi üzerinde olumsuz sonuçları vardır. Devletin kamu harcamalarını iç borçlanmaya (hazine tahvil ve bono ihracı, Merkez Bankası’ndan kısa vadeli avans vs.) başvurarak finanse etmeye yönelmesi kısa dönemde faiz oranlarını artırır. Faiz oranlarının artması üretim ekonomisinin daralması ve yatırımlara aktarılabilecek fonların milli gelire hiç bir katkısı olmayan rant ekonomisi içinde değerlendirilmesi neticesini doğurur. Faiz oranlarının artması, müteşebbislerin kredi kullanma maliyetlerini önemli ölçüde artırır. Özetle, devletin iç borçlanmaya başvurması reel sektör üzerinde olumsuz sonuçlar doğurur. Uzun dönemde ise gelecek kuşakların vergi yükünün artması sorunu gündeme gelir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde aşırı iç borçlanma reel ekonomi açısından son derece sakıncalı bir maliye politikası aracıdır. Üstelik, kamu harcamalarının borçlanma ile finanse edilmeye çalışılması, kamu ekonomisini adeta bir “kısır döngü” içine sokar. Zira asıl amacı kamu harcamalarını finanse etmek olan devlet, borçlanma ile faiz yükünü artırır ve yeniden, bu kez daha yüksek faizle borçlanmaya başvurmak zorunda kalır.

Devletin dış borçlanmaya başvurması sınırlı olduğu ve verimli alanlarda kullanıldığı takdirde ekonomi açısından faydalı olabilir. Ancak giderek artan dış borçlanma kamu ekonomisinde bir başka dengeyi olumsuz etkiler. Devletin dış borçlarının artması, dış borç faiz yükünün artması sorununu da beraberinde getirir. Netice olarak, devletin döviz kaynaklarının bir kısmı, dış ülkelere dış borç anaparası ve faizi olarak geri ödenmek zorundadır. Bu durumda ödemeler bilânçosunda denge bozulabilir ve açık sorunu gündeme gelebilir. Anlaşıldığı üzere gerek iç, gerek dış borçlanma sınırlandırılmadığı takdirde ekonomi üzerinde ciddi sorunlar ortaya çıkarabilir.

Bütçe açıklarının vergi dışı finansman kaynaklarından bir diğeri emisyondur. Devletin merkez bankası kaynaklarına başvurarak karşılıksız para basması ve/veya merkez bankası avanslarını kullanması, daha sonra da bu borcun bir yasa çıkarılarak ortadan kaldırılması ya da uzun vadeli borç haline dönüştürülmesi (konsolidasyon = tahkim) işlemleri nihai olarak enflasyona yol açmaktadır. İktisat biliminde para arzı artışı ve fiyatlar genel seviyesi arasındaki ilişkinin pozitif yönde olduğu pek çok ampirik çalışma ile doğrulanmıştır. Özetle, kamu ekonomisinde hükümetlerin para arzını artırmalarının sonucu enflasyondur.

 

Parasal genişleme ve fiyatlar genel seviyesi arasındaki ilişkiler literatürde Miktar Teorisi olarak adlandırılmakta ve para teorisinin temelini oluşturmaktadır. Miktar teorisi, kısaca paranın miktarındaki artış ile fiyatlar genel seviyesi arasındaki ilişkiyi ele almaktadır.  Miktar teorisi, çok basit ve anlaşılır bir hipotezi öne sürmektedir: paranın miktarındaki artışlar fiyatlar genel seviyesini artırır, yani enflasyona yol açar. Bunun tersi olarak paranın miktarındaki azalma, fiyatlar genel seviyesinin düşmesine, yani deflasyona yol açar.

Para miktarı ve fiyatlar genel seviyesi arasındaki ilişkinin mevcut olduğunu ilk ortaya atan düşünürün Polonyalı Astrolog Copernicus (1473–1543)  olduğu ileri sürülür Copernicus’un Polonya Kralı Sigismund I’in isteği üzerine para sorunlarını incelediği belirtilmektedir.  Copernicus dışında konuyu inceleyenler arasında J. Bodin, Sir W. Petty, R.D. Cantillion adlı düşünürleri de saymak gerekir. J. Bodin (1530–1596),  yayınladığı bir eserinde sikkelerden eksiltilmiş değerli maden oranıyla fiyat hareketlerini karşılaştırmıştır. Bodin, fiyatlardaki artışın sikke ayar bozukluğu oranından çok daha yüksek olduğu sonucuna varmıştır. R. Cantillion (1680–1734) ise altın ve gümüş madenlerin keşfedilmesi neticesinde para miktarının artmış olduğunu ve bunun sonucunda fiyatlar genel seviyesinin yükseldiğini belirtmiştir. Fakat konuyu ilk kez detaylarıyla ve açık olarak inceleyenler,  klasik liberalizmin kurucusu ve ilk temsilcileri olmuştur. Konuyu çok açık olarak ortaya koyan düşünürlerden birisi de D. Hume’dur. A. Smith ve diğer klasik iktisatçılar üzerinde çok büyük etkisi olan D. Hume (1711–1776), para miktarı ve fiyatlar arasındaki ilişkiyi önemle ortaya koymuştur. D. Hume, para miktarındaki artışların hemen fiyatları artırmayacağını ve bunun bir zaman gecikmesi ile fiyatlara yansıyacağını da ifade etmiştir.

Para miktarı ve fiyatlar arasındaki ilişkiyi ele alan düşünürlerden bir diğeri de ünlü klasik iktisatçılardan J.S. Mill (1806-1873)’dir Mill, Hume’un miktar teorisi konusundaki görüşlerine katılmakla birlikte paranın dolanım hızının da fiyatlar üzerinde etkili olacağını savunuyordu. Mill, yaptığı açıklamalarla miktar teorisini ilk kez matematiksel olarak formüle eden Irwing Fisher üzerinde de etkili olmuştur.

Klasik Miktar Teorisi

Miktar teorisinin, para arzındaki ve paranın dolaşım hızındaki değişmelerin neticesinde fiyatlar genel seviyesinin değişeceğini ifade eden bir para teorisi olduğunu yukarıda belirttik. Bir başka ifadeyle, miktar teorisi, para miktarındaki değişmelerin doğrudan doğruya fiyatlar genel seviyesindeki değişikliklere yansıyacağını ifade eder.

Fisher Yaklaşımı

Yukarıda basit yorumunu sunduğumuz miktar teorisini ilk olarak bilimsel düzeyde incleyen iktisatçı Irwing Fisher  (1867–1947) olmuştur. ABD’de Yale Üniversitesi’nde görev yapan Profesör Fisher, miktar teorisini ilk kez matematiksel olarak formüle eden bilim adamıdır.  Fisher dışında konuyu inceleyen diğer iktisatçılar arasında K. Wicksell, L. Walras, A. Marshall ve A.C. Pigou gibi iktisatçıları sayabiliriz.

          Fisher’in miktar teorisi ile ilgili formülü şu şekildedir:                              

          PT =  MV  + M’ V’

          Yukarıdaki formülde;

M: efektif para (itibari ya da nakit para),

M’: kaydi para,

V: Efektif (itibari) paranın dolaşım (tedavül ) hızı,

V’: Kaydi paranın dolaşım hızıdır.

M+M’ toplam para arzını ifade etmektedir. Formülde P, fiyatlar genel seviyesini; T ise ticaret (işlemler) hacmini belirtmektedir. Fisher denklemine göre, bir ülkede tedavülde bulunan paraların miktarı (M +M’)  ile onların belirli bir dönem içinde kaç defa el değiştirdikleri (V+V’) çarpıldığında elde edilecek rakam aynı dönemde paranın aracılık ettiği işlemlerle (T), bu işlemlere uygulanan fiyatların (P) çarpımına eşit olacaktır. Bu açıklamalar çerçevesinde;

M.V = P.T özdeşliği yazılabilir.

Fisher yaklaşımı bir özdeşlik olarak ele alındığında, ekonomik faaliyet hacmi ne olursa olsun tanımsal olarak geçerli olan bir gerçeği ifade etmektedir. Buna göre toplam harcamalar, bu harcamalara konu olan mal ve hizmetlerin değerine eşittir. Fisher’e göre, bir özdeşlik ancak değişkenlerle ilgili belli varsayımlar yapıldığında davranışsal bir ilişki (model teori) haline gelip, değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin yönü hakkında bilgi verir. Fisher’in denklemle ilgili varsayımları şunlardır:

  • M ile M’ arasında doğru orantılı ve istikrarlı bir ilişki vardır. Bunun temel nedeni, hane halklarının nakit tercih oranları ile bankaların rezerv mevduat oranlarının istikrarlı ve tahmin edilebilir oluşudur.
  • V, V’ ve T kurumsal yapı tarafından ve teknik koşullarca belirlenir. Para miktarındaki artış, bu değişkenleri etkilemez.
  • M/M’ oranı sabittir.
  • Para miktarındaki artış doğrudan doğruya ve aynı oranda fiyatlar genel düzeyini artırır. Buna göre nedenselliğin yönü para miktarından fiyatlar genel düzeyine doğrudur. Yani denklemde bağımsız değişken yalnızca para miktarıdır.

Cambridge Yaklaşımı

Fisher’in yukarıda özetlediğimiz yaklaşımı daha sonra Neo-klasik iktisatçılardan Cambridge Okulu’nun kurucuları olarak kabul edilen Alfred Marshall ve Arthur C. Pigou tarafından geliştirilmiştir. Fisher’in yaklaşımında bireylerin “elde tutmak zorunda oldukları para miktarı” analiz edilmektedir. Oysaki Cambridge yaklaşımında para, ekonomik nedenlerle elde tutulan bir aktif olarak ele alınmaktadır. Bu anlamda Cambridge yaklaşımında “elde tutulmak istenen” para miktarı ön plana çıkmaktadır. Bireylerin “elde tutmak istedikleri para miktarı” ile “fiilen elde tuttukları para miktarı” birbirinden farklı olabileceğinden; Cambridge yaklaşımı ile birlikte “parasal dengesizlik” fikri filizlenmeye başlamıştır.

Cambridge yaklaşımında, Miktar Teorisi;

          Ms= MD = k.P.Y

olarak ifade edilmektedir. Bu formülasyon çerçevesinde Fisher yaklaşımı ile Cambridge yaklaşımı arasındaki diğer bir önemli farklılık ortaya çıkmaktadır. Fisher yaklaşımında, denklemin sağ tarafında ekonomideki işlemler hacmi (T) yer alırken, Cambridge yaklaşımında ulusal gelir (Y) yer almaktadır. Bunun bir sonucu olarak, Fisher yaklaşımında “paranın işlem dolaşım hızı” söz konusu edilirken, Cambridge yaklaşımında “paranın gelir dolaşım hızı” söz konusu edilmektedir. Cambridge yaklaşımının bir diğer farklılığı “k” katsayısıdır. “k” katsayısı ulusal gelirin bir oranı olarak elde tutulmak istenen para miktarını göstermektedir. Cambridge yaklaşımındaki “k” katsayısı, Fisher yaklaşımındaki “V”’nin matematiksel alternatifi olarak ele alındığında iki yaklaşım arasında fark yok gibi görünmektedir. Ancak, Cambridge yaklaşımı Fisher yaklaşımına göre aşağıdaki farklılıklara sahiptir:

  • Cambridge yaklaşımında vurgu para arzından para talebine yönelmiştir. Bu, bakış
    açısındaki değişikliği yansıtmaktadır.
  • Cambridge yaklaşımı ile birlikte parasal sorunlar “para arzı” ve “para talebi” kavramları aracılığıyla analiz edilmeye başlanmıştır.
  • En az bunlar kadar önemli olmak üzere, Cambridge yaklaşımında yer alan “k” katsayısının, kurumsal faktörlerin yanı sıra ekonomik faktörlerden de etkilenen davranışsal bir değişken olduğu belirtilmektedir. Ancak Cambridge yaklaşımında “k”’yı belirleyen faktörlerin ayrıntılı bir analizi yapılmamıştır. Para teorisinin gelişim sürecinde izlendiği gibi bu boşluk J.M. Keynes tarafından doldurulmuştur.

Modern Miktar Teorisi: Monetarizm

Modern miktar teorisi, klasik miktar teorisinin yeni bir yorumudur. ABD’de Chicago Üniversitesi’nde görev yapan bazı iktisatçılar para teorisine ve bu çerçevede miktar teorisine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Chicago Üniversitesi para konusundaki araştırmaları ile tüm dünyada Chicago İktisat Okulu olarak adlandırılmakta ve tanınmaktadır. Bu okulun ilk temsilcileri arasında H.C. Simons ve F.H. Knight’ı saymak gerekir. Simons ve Knight’ın öğrencisi olan Milton Friedman ise günümüzde Chicago okulunun en tanınmış ismidir. 1976 Nobel Ekonomi Ödülünü kazanan M. Friedman’ın para miktarı ve fiyatlar genel seviyesi üzerinde yaptığı teorik ve ampirik araştırmalar literatürde Monetarizm olarak bilinmektedir. Monetarizm, kavram olarak ilk,  Isviçreli iktisatçılardan K. Brunnner tarafından kullanılmıştır. Monetarizm, paranın miktarındaki değişmelerin, iktisadi faaliyetler ve fiyatlar genel seviyesi üzerinde büyük etkisinin olduğunu ve fiyat istikrarının sağlanması için en uygun çözümün para arzındaki artış hızının önceden belirlenmesi ile gerçekleştirilebileceğini savunmaktadır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Monetarizm, enflasyonun tek ve en önemli nedeni olarak para arzındaki artışları görmekte, çözüm olarak da para arzının bir kurala bağlı olarak her yıl sabit oranda artırılmasını önermektedir. M. Friedman’ın ünlü,  enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur sözü monetarizmin temel felsefesini özetlemektedir. Friedman, birçok eserinde parasal istikrara yönelik önerisini yıllarca tutarlı bir şekilde savunmuştur. Friedman’a göre para miktarında ılımlı büyüme öngörülen bir para politikasının benimsenmesiyle parasal otorite, enflasyon ya da deflasyondan kaçınmış olacaktır.  Friedman, bir başka yazısında ise para miktarındaki artış oranı ile ekonomik büyüme oranı arasında tutarlı bir ilişkinin gerekliliğinden söz etmektedir.

Friedman, para stokundaki artışların konjonktüre paralel olarak düzenlenmesi görüşünü kabul etmemekte ve bunun parasal kuralı zaman içerisinde giderek anlamsız hale getireceğini ifade etmektedir. Friedman’a göre parasal istikrar için ihtiyari para politikalarına son verilmeli ve sabit bir kural ile siyasi otoritenin parasal otorite üzerindeki müdahaleleri ortadan kaldırılmalıdır. Hemen belirtelim, savaş ve olağanüstü durumlarda Friedman bu sabit kuralın pekâlâ değiştirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Friedman, para arzının kontrolü için en uygun parasal büyüklüğün M2 olduğunu belirtmektedir.  M2, halkın elinde bulundurduğu nakit para, vadesiz mevduat ve vadeli mevduatın toplamından oluşmaktadır. Friedman, para arzının kontrolünde M2’yi kullanmasının nedenini şu şekilde açıklamaktadır: “Ampirik olarak ele alındığında M2’nin gelir düzeyi ve temel ekonomik büyüklükleri açıklayıcılık gücü diğer parasal büyüklüklere göre daha yüksektir. Buna ek olarak, kısa dönemde M2’de ortaya çıkan dalgalanmalar diğer parasal büyüklüklerde ortaya çıkan dalgalanmalardan daha küçüktür.”

Monetarizme Yönelik Eleştiriler ve Strüktüralizm (Yapısalcı Okul)

Modern miktar teorisi pek çok iktisatçı tarafından benimsenmiştir. 1980 sonrasında monetarizmin önerilerinin pek çok uygulama alanı bulduğu bilinmektedir. Bununla birlikte az gelişmiş ülkelerde enflasyona karşı monetarist önlemler alınmasına karşın, bazı ülkelerde bu konuda başarılı olunamaması monetarizm üzerinde bazı eleştirileri gündeme getirmiştir. Sadece para arzındaki artışlarla enflasyon olgusunun açıklanamayacağını ve çözümün de sadece ekonomideki gelişmelerle paralel bir para arzı büyümesi olmadığını savunan bazı iktisatçılar monetarizme bir tepki olarak Strüktüralizm adını verdikleri bir görüşü gündeme getirmişlerdir. Öncülüğünü Latin Amerikalı iktisatçıların yaptığı strüktüralizm, enflasyonun nedenlerini ekonominin daha çok temelindeki yapısal bozukluk ve darboğazlarda aramak gerektiğini, bu yapısal bozukluk ve darboğazlar giderilme dikçe, enflasyon sorununun çözümlenemeyeceğini iddia etmektedir. Strüktüralistlere göre az gelişmiş ekonomilerin sahip olduğu başlıca yapısal bozukluk ve darboğazlar şunlardır:

  1. Tarımsal Ürünler Arzının Yeterince Esnek Olmaması: Az gelişmiş ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu geçimlerini ve yaşamlarını tarım sektöründen sağlamaktadırlar. Bu ülkelerde nüfus artış hızının yüksek olması karşısında, tarımsal ürünlere olan talep zamanla artmakta, buna karşın tarımsal ürünler arzı buna cevap verememektedir. Hava ve yağış şartlarının bozuk olması tarımsal ürünler arzını önemli ölçüde engellemektedir. Ayrıca tarımsal üretimin arttırılamamasının temel nedenlerinden biri de bu sektörün geri kalmış kurumsal yapısıdır. Daha açık bir ifadeyle, az gelişmiş ülkelerde, tarımsal işletmelerin küçük çapta olması, sermaye-yoğun teknolojilerin sınırlı ölçüde kullanılması, sulama, haberleşme ve ulaşım imkânlarının kısıtlı olması vb. nedenler tarımsal üretimin arttırılmasını engellemektedir. Tarımsal arz ile talep arasındaki dengesizliğin talep lehine olması, sonuçta enflasyonist bir durum ortaya çıkarmaktadır.
  1. Dış Ticaret Dengesinin Sürekli Açık Vermesi: Az gelişmiş ülkelerde ekonomide karşılaşılan bir diğer dar boğaz ve/veya yapısal bozukluk ise dış ticaret dengesinin sürekli açık vermesidir. Bu ülkelerde, ihracat imkânlarının sınırlı olmasına karşın, hammadde ve ara malların dış ülkelerden ithal edilmesi mecburiyeti ödemeler dengesinde dış ticaret açığının giderek büyümesine neden olmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde ihracatın sınırlı olmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Her şeyden önce, bu ülkelerin ihracat yapıları, birkaç temel maddeye dayanmış olup çeşitlenmiş değildir. Çoğunlukla tarımsal ürünlerden oluşan bu mallara karşı fiyat esnekliği düşüktür. Bu durumda az gelişmiş ülkelerin, fiyatları yükselterek veya diğer ülkelerdeki gelir artışlarından yararlanarak ihracat gelirlerini artırmaları çok sınırlı kalmaktadır. İhracattaki bu sınırlı gelişmeye karşın, ithalat süratle artma eğilimi göstermektedir. İhracat ve ithalat arasındaki farkın giderek büyümesi ödemeler dengesinde kronik açıklara neden olmaktadır. Bu durum; ithalat kapasitesini sınırlandırmakta, ithalatın yasaklanması veya kontenjan uygulanması ise ithal malların yurtiçi fiyatlarını artırarak, enflasyonist bir baskı oluşturmaktadır. Strüktüralistlere göre, az gelişmiş ülkelerin enflasyondan kurtulabil- meleri için dış ticaret alanındaki bu yapısal bozuklukları gidermeleri gerekir. Bunun için de ihracatın çeşitlendirilmesi ve artırılması, ithalat kapasitesinin düzenli ve ekonomik büyümeye katkıda bulunacak şekilde kullanılması, ithalatı ikame edici sanayilerin geliştirilmesi ve geleneksel ihraç mallarının dışındaki malların ihracını teşvik edecek bir döviz kuru uygulaması gereklidir.
  1. Ekonomik Kurumların Yetersizliği: Yukarıda açıklanan darboğaz ve/veya yapısal bozukluklar yanında, diğer bazı faktörler de az gelişmiş ülkelerin fasit daireden çıkmalarını engellemektedir. Bürokrasi, sermaye piyasasının gelişmemiş olması, bazı sektörlerin monopolcü yapısı, kredi ve banka sisteminin yetersizliği, üreticiler karşısında tüketicilerin örgütlenmemiş olması vb. faktörler mevcut darboğazların daha da genişlemesine neden olmaktadır.

Özetle Strüktüralizm, daha önce de belirttiğimiz gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devletin düzenleyici ve teşvik edici bir rol oynaması gerektiği önerisinde bulunmaktadır.

 

SONUÇ;

Parasalcı teori, para arzı üzerinde ağırlıklı olarak durmakta ve piyasaların ileri derecede rekabetçi olduğunu belirterek, müdahalesiz bir piyasa sisteminin ekonomiye istikrar kazandıracağını savunmaktadır.

*    Piyasada rekabet sonucunda oluşacak fiyat ve ücret esnekliğinin üretim ve istihdam hacminde değil, toplam talepte dalgalanmaya yol açacağını belirtirler.

*    Devlet ekonomiye müdahale etmezse, ekonomi tam istihdamda dengeye gelir. Ekonomide hükümetin asgari ücret yasaları ve sosyal haklar, taban ve tavan fiyatları, tekel imtiyazları vs. biçimindeki uygulamalarla ücretlerin ve fiyatların aşağı yöndeki esnekliği azalttığında inanılır. Uygulanan politikalar, ekonomiyi daha da istikrar sızlandırır. Özellikle yanlış para politikası, olumsuz etkilere sahiptir. Maliye politikasının ise ekonomi üzerinde etkisi yoktur. Kamu olabildiğince küçültülmelidir.

*    Paranın dolanım hızı sabittir. Keyneste ise V, değişken ve öngörülmez bir katsayıdır.

  1. Fisher ® M.= P.

                                            M­ P­

  1. Cambridge

      Md (İşlem, servet amaçlı talep edilir) Md = k.P.Y

  1. Keynes ® Md (işlem, ihtiyat, spekülasyon amaçlı talep edilir)
  2. Friedman – Modern miktar teorisi

*       LM eğrisi dikleşirse, maliye politikasının etkinliği azalır. Dışlama etkisi artıyor.

*       Parasalcı görüşte, aktif para politikası kullanılarak işsizlik azaltılmaya çalışılıyor. Bu kısa dönemde geçerlidir.

Reel Konjonktür Teorisi

Klasik teze ve rasyonel beklentilere dayalı, fakat farklı mekanizmaları öngören bir yaklaşımdır. Keynezyen ve Klasik modelin bir bileşkesi gibidir. İktisadi dalgalanmaları, salt toplam arz kaymaları ile açıklar, paraya ve diğer talep yanlı etkenlere yer vermez. Bu yaklaşıma göre, teknoloji, sermaye ve emek arzındaki değişmeler dikey konumdaki toplam arz eğrisini kaydırır. Daha sonra bu toplam arz şokları, toplam talepten tamamen bağımsız olarak ulusal ekonomiye yayılır ve reel üretimi etkiler.

Sonuç olarak, reel konjonktür teorisine göre makroekonomik istikrarsızlık, Keynezyenlerin önemle üzerinde durdukları gibi talep yanından değil, toplam arzla ilgili faktörlerden de kaynaklanmış olabilir.

Arz Yanlı Ekonomi Politikası

1980’lerin başında ortaya çıkmıştır. Bu akımı temsil eden iktisatçılar insanların çalışma ve tasarruf arzularının özendirilmesine ağırlık verdiler. Büyüme hızının yükseltilmesi ve verimliliğin arttırılması amacıyla büyük vergi indirimleri önerdiler. A. Laffer, P. Roberts. N. Ture önemli temsilcileridir. Reagan ve Thatcher bu görüşleri uygulamışlardır.

*    Enflasyon ve işsizliğe yol açan asıl etkenlerin toplam arzdaki değişmeler olduğunu savunurlar. Ekonomik bozulmalar talep yanında odluğu gibi arz yanında da ortaya çıkabilir.

Görüşleri;

  1. Vergilerin Caydırıcılığı

Yüksek vergiler üretim artışlarını caydırıcı etkilere sahiptir. Çünkü vergilerin ele geçen veya kullanılabilen gelirleri azaltması insanların çalışma, yenilik yapma arzularını ve girişimcilik risklerini üstlenme isteklerini olumsuz yönde etkiler.

  1. Çalışma Arzusunun Özendirilmesi

Bireylerin ne kadar çalışmak isteyecekleri, büyük ölçüde onların fazla çalışmadan sağlayacakları vergi sonrası kazançlara bağlıdır. Onları daha fazla çalışmaya özendirmek için kazanacakları gelirler üzerindeki vergi oranlarını düşürmek gerekir. Düşük marjinal vergi oranları, çalışmanın çekiciliğini ve aynı zamanda da aylaklığın fırsat maliyetini yükseltir. Böylece insanlar çalışmayı aylaklık yerine ikame ederler.

  1. Transfer Ödemelerinin Caydırıcılığı

Transfer programları da çalışma arzusunu köreltir. Batılı ülkelerdeki işsizlik ödemeleri, insanların işsizliği tercih etmesine neden olmuştur.

  1. Tasarruf ve Yatırım Arzusu

Yüksek vergi oranları tasarruf ve yatırımın getirisini azaltır. Tasarruf üzerine düşük vergi önerirler ki insanlar tasarruf etsin, böylece yatırımlar artabilsin.

*       Vergi indirimi AS1 ® AS2 yapar ve üretim artar, fiyatlar düşer, belki de toplamda vergi gelirleri  artar.

Laffer Eğrisi

Vergi oranları ile vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi gösteren bir eğridir. Toplam vergi gelirlerinin bir noktadan sonra düşmeye başlaması, yüksek vergi oranlarının ekonomik faaliyetleri caydırması ve vergi tabanını azaltması ile ilgilidir.

*       Bu görüşe göre vergi indirimi;

  1. Vergi kaçakçılığını azaltır.
  2. Transfer harcamalarını azaltır, çünkü Y artar bu da işsizliği azaltır. Bu iki sonuç bütçe açığını azaltır.

*       Arz yönlü ekonominin öngördüğü düşünceler, uygulamada ABD’de başarılı olamamıştır.

YENİ KLASİK İKTİSAT

Lucas, Sargent, Wallace ve Barro önemli temsilcilerdendir. 1970’lerde gelişmeye başlamıştır. Yeni klasik iktisat (YKİ)’a göre fiyatlar ve ücretler esnektir ve insanlar rasyonel beklentilere göre karar alırlar.  Onun içinde hükümetler insanları aldatamazlar.

Rasyonel Beklentiler Hipotezi

ABD’ de Chicago Üniversitesi’nde Friedman ve öğrencilerinin klasik miktar teorisini yeniden yorumlayarak enflasyon sorununa önerdikleri yeni çözümler dışında, yine aynı üniversitede çalışan ve esasen Friedman’ın öğrencileri olan bir grup iktisatçı, enflasyon konusunu değişik bir açıdan ele aldılar. Rasyonel Beklentiler Teorisi (Rational Expectations Theory) adıyla iktisat literatürüne giren bu görüş, klasik iktisadın temel ilkelerini aynen benimsemiştir.

Rasyonel beklentiler teorisi ilk olarak 1961 yılında J. Muth’ un “Rasyonel Beklentiler ve Fiyat Hareketleri Teorisi” adıyla yayınlamış olduğu makalesi ile ortaya çıkmıştır. Muth, yayınladığı bu çalışmasında enflasyonist dönemlerde ekonomik birimlerin “uyarlayıcı beklentiler” (adaptive expectations)’den ziyade , “rasyonel beklentiler” (rational expectations)’e sahip olduğunu açıklamıştır. Muth’un bu makalesi daha sonraki yıllarda Chicago Üniversitesi’ndeki bazı iktisatçılarca bir anlamda tekrar gündeme getirilmiş ve teori daha da güçlendirilmiştir. 1970’ li yılların sonlarına doğru öncülüğünü R. Lucas,
T. Sargent ve N. Wallace’ nin yaptığı bazı iktisatçılar rasyonel beklentiler üzerine önemli çalışmalar yayınlamışlardır.

Rasyonel beklentiler teorisinin iktisat bilimine getirdiği yenilik “beklentiler” konusunda olmuştur. Esasen, iktisat teorisinde beklentiler konusu, ilk kez Cobweb teorisinde (örümcek ağı teorisi) incelenmiştir. Bu teori özellikle, tarımsal ürünlerin arzının, bu ürünlere olan talepteki beklentilere göre gerçekleşeceğini açıklamıştır. Ayrıca, beklentiler konusu, rasyonel beklentiler teorisyenlerinden önce Keynezyenler ve daha sonra Monetaristler tarafından da incelenmiştir. Gerek Keynezyenler ve gerekse Monetaristler, fertlerin genel fiyat seviyesindeki değişmeleri önceden tahmin etmede “uyarlayıcı Beklentilere” sahip olacaklarını belirtmişlerdir. Uyarlayıcı beklentiler teorisine göre gelecekteki fiyat seviyesi önceki dönem(ler)deki fiyatların seviyesine göre belirlenir. Bu teoriye göre özellikle son dönemdeki fiyatlar genel seviyesi ortalaması, gelecekteki fiyatların tahmin edilmesinde önemli rol oynar. Örneğin, enflasyon oranı önceki yıl % 20 ise, bireyler cari yıl enflasyon oranının da % 20 olacağını beklerler. Eğer cari yıl içerisinde enflasyon oranı artarsa (azalırsa) bireyler sonraki yıldaki enflasyon oranının da artacağını (azalacağını) tahmin ederler ve davranışlarını buna göre ayarlarlar.

Rasyonel beklentiler teorisi ise bireylerin adaptive değil “rasyonel” (rational) beklentilere sahip olacaklarını ve bu nedenle iktisat politikası uygulamaları karşısında derhal aktif bir tavır alıp, bu politikaların beklenen sonuçlarını değiştireceklerini öne sürmektedir. Bu teoriye göre bireyler, iktisat politikası uygulamaları ve bu uygulamaların yaratacağı etkiler konusunda tam bir enformasyona sahiptirler ve dolayısıyla sistematik bir hata yapmaları söz konusu olamaz. Kısaca, fertlerin rasyonel hareket etmeleri sonucunda, iktisat politikası kendinden beklenen etkileri yaratamaz. Rasyonel beklentiler teorisi taraftarlarına göre; devlet, kısa dönemde dahi, vergiler, kamu harcamaları ve para arzı gibi araçları kullanarak, üretim, istihdam, fiyat istikrarı vb. ekonomik değişkenler üzerinde etkili olamaz. Bu bakımdan “aktif” iktisat politikaları yerine “istikrarlı” politikalar kullanmalıdır. Bu teoriye göre, devlet sadece oyunun kurallarını belirlemeli; fertler de, hangi imkânların kendilerine açık olduğunu bilip kararlarının muhtemel sonuçlarını önceden kestirebilmelidir. Örneğin; vergi politikası ve kamu harcamaları politikası ile ilgili kararlar önceden belirlenmeli ve sık sık değiştirilmemelidir. Politika değişiklikleri zorunlu olduğu zaman ise, bu değişiklikler yavaş yavaş yürürlüğe konulmalıdır.

Rasyonel beklentiler teorisine göre ekonomide para arzı artırıldığı zaman, bireyler bunun belli bir dönem sonra fiyatlar genel seviyesi ile birlikte nominal faiz oranını da yükseltebileceğini tahmin edebilirler. Bireyler para arzının enflasyonist bir etki yaratacağını bildikleri için buna karşı rasyonel davranışlarda bulunacaklardır. Örneğin, işçiler nominal ücretlerin enflasyon oranında artırılmasını isteyeceklerdir. İşçilerin bu taleplerinin işverenler tarafından kabul edilmesi ihtimali yüksektir. Zira işverenler de fiyatlar genel seviyesinin artmasının kendi karlarını arttıracağını önceden “rasyonel” bir şekilde tahmin edebileceklerdir. Sonuç olarak, para arzının arttırılması reel milli gelir ve istihdam düzeyinde önemli bir değişiklik yaratmayacak sadece enflasyonist bir etki doğuracaktır. Dahası, ücret artışları ile fiyat artışları birbirini kovalayacaktır.

Yukarıda kısaca özetlediğimiz hipotez, bazı yönlerden eleştirilere uğratılmıştır. Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Kenneth J. Arrow teoriyi başlıca şu açılardan eleştirmiştir:

  1. Rasyonel beklentiler tezinde ekonomik birimler ekonominin gelecek dengesini analiz etme yeteneğine sahip, süper istatistikçiler olarak kabul edilmektedir.
  2. Ekonomide menkul kıymetler piyasası etkin olarak çalışırken, mal ve emek piyasaları bu düzeyde etkin olmayabilir. Aksine bunun tam tersi de olabilir. Arrow’ a göre fiyat beklentilerine ilişkin tahminler çoğunlukla sermaye birikimi konusundaki kararlar için doğrudur. Sermayenin akışına ilişkin kararlarda ise fiyat beklentileri önemli hatalar içerebilir. Hisse senetlerindeki fiyat dalgalanmaları buna bir örnek teşkil etmektedir.

Yeni Klasik İktisat’ın (YKİ) İşsizlik ve Phillips Eğrisine İlişkin Yorumu

İşsizlik, çoğunlukla gönüllüdür. YKİ taraftarları, Konjonktür dalgalanmalarıyla ilgili olarak yanlış algılamalar üzerinde dururlar. Onlara göre yüksek işsizlik, işçilerin yanılmalarının bir sonucudur. İşçiler daha iyi iş bulmak için işlerinden ayrılırlar ama iyi koşullarda iş bulamayınca işsiz duruma düşerler. Konjonktürün genişleme aşamasında işçiler reel ücretleri gerçekte olduğundan fazla tahmin ederler bu da yüksek üretim ve düşük işsizliğe yol açar. Bu modelde kısa süreli Phillips eğrisi, doğal işsizlik düzeyinde dik bir doğrudur. AD’den etkilenmeyen AS’nin Phillips eğrisine dönüştürülmüş halidir. İşçiler, fiyatların ücretlerdeki kadar hızlı artmadığını bilmediklerinden yanılır ve daha fazla emek arz ederler.

Firmalar bir mal üretirken çok sayıda mal tüketmektedir. Dolayısıyla fiyatlar arttığında firmalar bunun genel artış olmadığını kendi mallarına yönelik olduğunu düşünürler. Üretimlerini artırırlar. Bu firmaların yanılmasına neden olabilir. Ancak beklenmeyen politika değişiklikleri AS’yi değiştirir. Bu model Lucas’a aittir. İşçi yanılma modeli ise Friedman’a aittir.

YKİ’de AS ve Phillips eğrisi kısa ve uzun dönemde diktir. Ancak işçi ve firmalar yanılırsa AS pozitif eğimli olur ya da cari fiyat düzeyi beklenen fiyat düzeyinden yüksek ise pozitif eğimli olur.

 

 

 

Phillips eğrisi ® (U – Un) = ¥ (P – Pe)

Lucas AS ® (Y – Yn) = ¥ (P – Pe)

Rasyonel Beklenti Varsa ® P = Pe Þ Y = Yn;   U = Un

Adaptif Beklenti Varsa ® P > Pe  Þ  Y > Yn olur.

YENİ KEYNEZYENLER

Keynesyen ekonomiye mikro temelleri kazandırmışlardır. Mankiw, Romer, Stiglitz, Fischer en önemli temsilcileridir.

  1. Yapışkan Ücret Modeli (Stanley Fischer)

Rasyonel beklentilerin varlığını kabul ederler. Ancak ücretler sözleşme ile belirlendiği için sözleşme dönemi boyunca yapışkandır. Sonuç olarak Rasyonel beklentiler geçerli olsa dahi işçiler beklenti hatası yaparlar.

*       Yeni klasiklere göre AS dik odluğu için para politikasını kullanmak anlamsızdır. En iyi politika politikasızlıktır.

*    Yeni Keynezyenlere göre rasyonel beklenti olmakla birlikte ücretler sözleşme dönemi boyunca yapışkan ya da katı olduğu için işçiler hata yaparlar. Dolayısıyla genişletici para politikası rasyonel beklentilerin varlığında bile istihdamı artırmak için kullanılabilir.

  1. İçerdekiler – Dışarıdakiler Modeli

Firmalar, işsizleri işe alıp istihdam etmek yerine, halen çalışmakta olan işçileri muhafaza etmek eğilimindedirler. Eski işçileri işten çıkarıp yenilerini alıp onları eğitmenin maliyetini göz önüne alamazlar. Bu nedenle ücret ve fiyatlar yapışkan olur.

Ücret ve Fiyatların Yapışkan Olma Nedenleri

–       Koordinasyon yetersizlikleri

–       Menü Maliyetleri

–       Etkin ücret teorisi (yüksek ücret, yüksek verim)

–       Sözleşmeler, sendikalar vb.

–       İçeridekiler – Dışarıdakiler Modeli

Yeni Keynezyenlere göre, piyasaların iyi işlemediğini ileri sürmek değil, neden iyi işlemediğini açıklamak gerekir. Piyasa aksaklıklarının nedeni; işçi yetersizliği, dışsallıklar, karar alma ve uygulama ile ilgili maliyetlerdir. Ücret ve fiyatların esnekliğini azaltan ufak bir engelin bile işsizlik sorununun ortaya çıkmasına neden olabileceğini belirtirler.

FARKLI MAKROEKONOMİK EKOLLERİN GÖRÜŞLERİ

  Yeni Klasik (Doğal Oran)
Konu Keynezyen Modeller Parasalcılar Rasyonel
Beklentiler
Arz Yanlı
Ekonomi
Ekonomi hakkındaki görüşler Temelde istikrarsız Uzun vadede doğal işsizlik oranı düzeyinde istikrarlı Uzun vadede doğal işsizlik oranı düzeyinde istikrarlı Çalışma S ve I teşvikleri yoksa durgunluğu girer.
Ekonomide gözlenen istikrarsızlığın nedeni Planlanan yatırımların planlanan tasarrufa eşit olmaması AS şokları Yanlış para politikası Kısa dönemde beklenmeyen AD ve AS şokları AS’deki değişmeler
Uygun makro politikalar Maliye ve para politikaları Sabit para arzı artışı (Para kuralı) Sabit para arzı artışı (Para kuralı) AS’yi artırmaya yönelik politikalar
Para arzındaki değişmeler ekonomiyi nasıl etkiler? Faizi değiştirir, bu da I’yı etkiler ve GSMH etkilenir. Doğrudan AD’yi değiştirir bu da GSMH’yi etkiler Reel üretim değişmez, çünkü fiyat değişmeleri önceden tam olarak tahmin edilir. Yatırımları böylece de AS’yi etkileyerek
Paranın dolaşım hızı konusundaki görüşü İstikrarsız İstikrarsız Görüş birliği yok Görüş birliği yok
Maliye politikası ekonomiyi nasıl etkiler? Çoğaltan sürecin AD ve GSMH’yi değiştirmesi yoluyla Ms değişmedikçe bir değişme olmaz Fiyatlardaki değişmeler öngörülmediği için reel üretim değişmez GSMH ve fiyatlar AS’ye bağlı olarak değişir
Maliyet itişli enflasyon konusundaki görüşleri Ücret artışları ve AS şokları Aşırı Ms artışı olmadıkça uzun dönemde olanaklı değil Aşırı para arzı artışı olmadıkça uzun dönemde olanaklı değil Vergi ve transferin caydırıcı etkileri, bürokrasiye bağlı yüksek maliyetler yoluyla olabilir

EK

 

DİKKAT:

Uzun dönemde açıkların borçla finansmanının para basımıyla finansmanına göre daha enflasyonist olacağını söyleyen görüşe; hoş olmayan Monetarist aritmetik denir.

DİKKAT:

Enflasyon sürecinde vergi gelirlerinin tahakkuku ile tahsilâtı arasındaki zaman farkı nedeniyle devletin gelirlerinde meydana gelen azalmaya Oliviera – Tanzi etkisi denir.

Örnek:

G = 1500 Bütçe açığı = 120,  S=1220,   C=4800 (X–M) = 90 transfer harcamasının olmadığı bir ekonomi için I=?

Cevap:

S – I = (G + Tr – Ta) + NX

1220 – I = 120 – 90

1220 – I = 30

I = 1190

Örnek:

Keynezyen modelde yatırım harcamalarının ve devlet harcamalarının egzojen olarak belirlendiği ve vergilerin olmadığı varsayımı altında kapalı ekonomi çoğaltanı, 4 tür. Ekonomi dışa açıldığı zaman 2’ye düşüyorsa m =?

Cevap:

K =  Þ Þ 4 – 4c = 1

4 – 1 = 4c

=  Þ C = 0,75

Dış ticaret çoğaltanı =

2 = ;

1 = 2–1,5+2m

1 = 0,5 + 2m

1 – 0,5 = 2m

   m = 0,25

DİKKAT:

Enflasyon sürecinde devletin çıkardığı emisyonun değeri azalır.

P: Cari fiyatlar genel düzeyi

Pt–1: Bir önceki dönem fiyatlar genel düzeyi

M/P: Reel para miktarı

 

Enflasyon Vergisi =

Örnek:

Bir ekonomide c= 0,8,   t=0,25   G’deki 40 birimlik artış bütçe fazlasında meydana getirdiği değişiklik?

Cevap:

DBS =

   =        =         =         =

DİKKAT:

Keynezyen parasal aktarım mekanizması

DMs ® r ® I ® Y

Monetarist Parasal Aktarım Mekanizması

Para politikasında değişiklik ® DMs ® AD ® Nominal GSYİH

Örnek:

Nominal faiz oranı (r) = %0,75 beklenen enflasyon oranı %120 ise reel faiz oranı?

Cevap:

RFO =    NFO: nominal faiz oranı    ;   RFO: reel faiz oranı    BEO: beklenen enflasyon oranı

RFO =    ;   RFO =      ;

 RFO = –0,20 x 100   ;

RFO = –%20 azalır.

Örnek:

Baz yılında Nominal GSMH = 4000 iken takip eden yılda 4200 olmuş ve reel GSMH değişmemiştir. Fiyatlar ne kadar artmıştır?

Cevap:

=0,05 x 100 = Fiyatlar %5 artmıştır.

Örnek:

Md = 0,25 Y,     Ms = 150 milyar TL  ise Y=?

Cevap:

Ms = Md   ;   150 = 0,25Y    ;    Y = 600

Örnek:

C = 50 + 0,8Y   T = 100 + 0,2Y  Þ k=?

Cevap:

K =     ;    K = 2,77

Örnek:

C: 320   Y = 500  G = 150  NX = 80   Tr = 30   T = 160  Bütçe açığı?

Cevap:

BA (Bütçe açığı) = (G+Tr –Ta)

BA = (150 + 30 – 160)

BA = 20

Örnek:

Devlet ve dış ticaret yok, Y = 800    C0 = 100    c=0,7  Þ s=?

Cevap:

C = C0 + CY                                                                  Y = C + S

C = 100 + 0,7 (800)                                     800 = 660 + S

C = 100 + 560                                                              S = 140

C = 660

DİKKAT:

 

AD’yi sağa kaydıran nedenler AD’yi sola kaydıran nedenler
·         Talepteki artış

·         C ­

·         G ­

·         T ¯

·         Tr ­

·         Ülke parasının değer yitirmesi

·         I­

·         X ­

·         Olumlu beklentiler

·         Ms­

·         Reel faiz oranları ¯

·         Talepteki azalış

·         C ¯

·         G ¯

·         T ­

·         Tr ¯

·         Ülke parasının değer kazanması

·         I ¯

·         X ¯

·         Olumsuz beklentiler

·         Ms¯

·         Reel faiz oranları ­

 

DİKKAT:

Yatırım, bir ekonomide belli bir dönemde mevcut sermaye malları ve teçhizat stokuna yapılan net ilavelerdir. İktisadi karar birimlerinin mevcut bir şirket almaları ya da hisse senedi almaları, kendileri açısından bir yatırım olsa da; genel makro denge açısından üretim kapasitesinde bir değişme olmadığından dolayı yatırım olarak kabul edilmez. Çünkü yapılan işlem sadece mevcutların el değiştirmesi işlemidir. Bu işleme plasman denir.

 

DİKKAT:

Monetaristlerde fiyatlar genel düzeyi, Ms artışlarından daha fazla artar.

DİKKAT:

Para arzının artış hızı, reel büyüme hızına eşit ise Monetaristlere göre enflasyonist olmaz.

DİKKAT:

Reel Konjonktör hareketleri yaklaşımı, Konjonktürel dalgalanmaların nedeni olarak “prodüktivitede ortaya çıkan dalgalanmaları” görmektedir.

DİKKAT:

 

IS’i sağa kaydıran nedenler IS’i sola kaydıran nedenler
·         Talepteki artış

·         C ­

·         G ­

·         T ¯

·         Tr ­

·         Ülke parasının değer yitirmesi

·         I ­

·         X ­

·         Olumlu beklentiler

·         Talepteki azalış

·         C ¯

·         G ¯

·         T ­

·         Tr ¯

·         Ülke parasının değer kazanması

·         I ¯

·         X ¯

·         Olumsuz beklentiler

Örnek:

c=0,80     Vergi çarpanı?

Cevap:

c + s = 1

0,8 + s = 1

s = 0,20

Vergi çarpanı =  Þ  =

DİKKAT:

Etkin ücret teorisine göre, emek verimliliğinin düşmemesi için ücretlerin düşürülmeyip yüksek tutulması gerekir.

Örnek:

Kapalı bir ekonomide I = 200  G = 150   C = 100+0,8Y  Þ Y = ?

Cevap:

Y = C + I + G   ;    Y = C0 + cY + I + G

Y = 100 + 0,8Y + 200 + 150

Y = 450 + 0,8Y

Y – 0,8Y = 450

Y = 2250

 

DİKKAT:

Yüksek enflasyonun yaşandığı bir ekonomide nakit ihtiyacı için mevduat sahiplerinin sık aralıklarla bankaya gitmesine “Ayakkabı Köselesi Maliyeti” denir.

Örnek:

Y = 8100,   C=5400,   I=1200,    G = 1600   Tr, yok ve Bütçe açığı (BA) = 200 Þ toplam vergi geliri ne kadardır?

Cevap:

BA = (G + Tr – Ta)

200 = (1600 – Ta)

Ta = 1600 – 200  ; Ta = 1400

DİKKAT:

Yeni Klasik Makro ekonomik modelde, ekonomik birimler tarafından beklenen genişleyici bir para politikası, üretimi değiştirmezken; fiyatların artmasına neden olur.

Örnek:

Bir ülkede 2005 yılı nüfus artış oranı %3 ve GSMH büyümesi %9 ise net büyüme nedir?

Cevap:

Net büyüme = MG artış oranı – Nüfus artış oranı

Net büyüme = %9 – %3

Net büyüme = %6

Örnek:

Y = 5200   Yd = 4400   ve C:4100 NX: – 110    BA = 150 Þ S=?

Cevap:

  1. yol

C+S = Yd = (Y + Tr – Ta)

4100 + S = 4400

S = 300

  1. yol

Yd = (Y + Tr – Ta)

4400 = 5200 + Tr – Ta

–800 = Tr – Ta

BA = (G+Tr – Ta)

150 = G – 800

G = 950

Y = C + I + G + NX

5200 = 4100 + I + 950 – 110

5200 – 4100 – 950 + 110 = I

I = 260

S – I = (G + Tr – Ta) + NX

S – 260 = 150 – 110

S – 260 = 40  ;   S = 300

 

DİKKAT:

GSMH deflatörü = x100

DİKKAT:

Transfer harcamaları çarpanı, kamu harcamaları çarpanından farklı ve küçüktür. Çünkü transfer harcamalarından yararlanan yardıma muhtaç kişiler, ellerine geçen paranın tamamını harcamazlar, bir kısmını tasarruf ederler.

DİKKAT:

 

Keynezyen İktisat Klasik İktisat
Para talebinin faiz esnekliği yüksektir. Onun için Likidite tuzağı olgusu ile karşılaşılır. (Para politikası etkin değil, maliye Politikası etkindir.) Para talebinin faiz esnekliği düşüktür. Dolayısıyla para arzında meydana gelen artışlar, faiz oranlarını düşürmek suretiyle yatırımları artırabilir. (Para politikası etkin, maliye politikası etkin değil)
Yatırımların faiz esnekliği düşüktür. Dolayısıyla faiz oranlarında meydana gelen düşme, her zaman yatırımları etkilemez. (Para politikası etkin değil, maliye politikası etkindir.) Yatırımların faiz esnekliği yüksektir. Faiz oranlarında meydana gelen bir düşme, yatırımların artmasına neden olacaktır. (Para politikası etkin, maliye politikası etkin değildir)

DİKKAT:

Rasyonel beklentiler okuluna göre, yalnızca beklenmeyen para arzı değişiklikleri, milli geliri etkiler.

Örnek:

P Q
Elma 50 200
Ekmek 30 100

Nominal GSMH=?

Cevap:

GSMH = 50×200+30×100=10.000+300=13.000

DİKKAT:

Enflasyonu hızlandırmayan işsizlik oranı (doğal oran)’na NAIRU denir.

Örnek:

Y = 4200,    X = 300   M = 400   Ta = 1100   G = 1400 ,  S = 900   Tr=100,  Yd = ?

Cevap:

Yd = Y + Tr – Ta

Yd = 4200 + 100 – 1100

Yd = 4300 – 1100

Yd = 3200

Örnek:

SMH = 1000, dolaylı vergiler = 10,    dağıtılmayan karlar = 5,    sosyal prim ödemeleri = 3,    Tr = 12,

amortismanlar = 15   ve dolaysız vergiler = 20  Þ Yd =?

Cevap:

GSMH = SMH + Amortismanlar   ;    GSMH = 1000 + 15    ;   GSMH = 1,015

MG = SMH – dolaylı vergiler   ;          MG = 1000 – 10        ;    MG = 990’dır.

Kişisel gelir = MG – Dağıtılmayan Karlar – Sosyal Prim ödemeleri + Tr

Kişisel gelir = 990 – 3 – 5 + 12

Kişisel gelir = 994

Kullanılabilir gelir = MG – dolaysız vergiler

Kullanılabilir gelir = 994 – 20

Kullanılabilir gelir = 974 

İlgili Kategoriler

İktisat Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir