İşletme iktisadı kapsamlı ders notu



işletme iktisadı

TEMEL KAVRAMLAR

Üretim ve Üretim Faktörleri

İnsanın birincil ve ikincil ihtiyaçlarını karşılayabilecek çok sayıda mal ve hizmetler vardır. Bunlardan ancak çok küçük bir kısmı doğada veya çevrede hazır bir biçimde bulunur. İhtiyaçları giderebilen mal ve hizmetlerin hemen hemen tümü, insan emeği (işgücü) ve sermaye gibi …faktörlerin doğal kaynaklara, (doğa, hammadde) uygulanması sonucu elde edilir. İşte doğal kaynaklara sermaye ve insan emeği uygulanması işlemine” üretim” adı verilir. Örneğin, ağaç bir doğal kaynaktır, tek başına veya olduğu gibi, çoğu durumlarda, insan ihtiyacını karşılamaz. Ancak insan emeği ağacı bazı makina ve yardımcı maddelerle işleyerek insan ihtiyacını gideren masa, dolap, kapı ve benzeri gibi mamuller biçimine dönüştürülebilir. Yine toprak bir doğal kaynaktır. Tek başına insanları doyuracak buğdayı veremez. Buğdayın elde edilmesi için toprak yanında insan emeğine, tohuma, çeşitli ilaçlara ve toprağı sürüp eken makinalara (sermayeye) ihtiyaç vardır.

Üretimde amaç, insan ihtiyaçlarının karşılanması veya tatmin edilmesidir. Bu nedenle, mal ve hizmetlerin üretilmesi dışında, depo-lanması, taşınması ve satılması da, insan ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olduğu için, üretim faaliyeti kapsamına girebilir. Bu açıdan üretim, “insan ihtiyaçlarını gideren mal ve hizmet1eri elde etmek amacıyla yapılan her türlü çaba veya faaliyet” olarak da tanımlanabilir.

Mal ve hizmetleri ortaya koymak, kısaca üretimde bulunabilmek için bir takım öğelerin bulunması ve bunların birleştirilmesi gerekir. Örneğin, buğdayı elde etmek için tarla, tarlayı sürmek için traktör, traktörü kullanmak için insan gibi öğeler gereklidir. işte bu öğelere “üretim faktörleri (öğeleri)” adı verilir. Üretim faktörleri, “üretim girdileri” veya kısaca “inputlar” olarak da adlandırılır.

Üretim eyleminde bulunabilmek için başlıca üretim faktörleri ne¬lerdir? Bu sorunun işletme ve, iktisat (ekonomi) bilimlerinde değişik biçimlerde yanıtlandığını görmekteyiz.

Ekonomi bilimine göre başlıca üretim faktörleri şunlardır:

Emek (işgücü-insan gücü), Sermaye, Doğa (tabiat-doğal kaynaklar), Girişimci (müteşebbis)

Son yıllardaki ekonomi literatürünün de yukarıdaki öğelere “teknoloji” faktörünün de eklendiği görülmektedir.

Öte yandan işletme bilimi literatürüne göre başlıca üretim faktörleri şunlardır:

Emek (işgücü), Sermaye, Girişimci (müteşebbis), Teknoloji (üretim yöntemi).

Emek: İnsanların veya iş görenlerin bir işte ortaya koydukları bedensel ve düşünsel (zihinsel) Çabalara emek veya işgücü adı verilir. Üretim faktörleri arasında en önemli olanı emek faktörüdür. Zira insan faktörü olmadan, diğer üretim faktörlerinin kendi başına üretimde bu¬lunmaları düşünülemez. Diğer üretim faktörlerini toplayan, bunları üretim sürecine sokan ve yönlendiren insanın kendisidir.

Doğa: Tabiat, toprak veya doğal kaynaklar adı verilen doğa, yeryüzünün altında ve üstünde bulunan tüm kaynakları kapsamaktadır. Örneğin, toprak, su, maden ve mineraller, petrol ve orman önemli sayılabilen doğal üretim faktörlerini oluştururlar.

Sermaye: Sermaye sözcüğü halk dilinde, ekonomi ve. işletme bi¬limlerinde değişik anlamları ifade etmektedir

Halk dilinde sermaye, kişilerin tüm varlıklarını içine alan servet karşılığı olarak veya çoğu kez “para” anlamına gelmektedir.

Ekonomistler, sermaye tanımında para anlayışından uzak¬laşmışlar ve mal ile ilgili içerik kazandırmışlardır. Ekonomi biliminde sermaye “doğada serbest biçimde bulunmayan fakat insan tarafından üretilmiş üretim araçları” olarak tanımlanmaktadır. Örneğin, üretimde kullanılan her türlü makina, alet, donanım ve binalar gibi fiziki üretim araçları

İşletme biliminde sermaye ise, “işletmenin amacına ve üretim faaliyetlerine uygun olarak toplanmış maddi ve gayri maddi varlıkların tümü” biçiminde tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre sermaye, işletmenin sahip olduğu tüm maddi ve gayri maddi varlıkları içine alır. Ekonomistler tarafından ayrı bir üretim faktörü olarak sınıflandırılan “doğa veya doğal kaynaklar”, işletmecilere göre işletme varlıkları veya kısaca sermaye faktörü kapsamı içine alınmaktadır. Diğer bir deyişle, ekonomi bilimine göre bağımsız bir üretim faktörü olan doğa, işletme biliminde ancak sermayeyi oluşturan öğelerden biri durumun¬dadır.

Öte yandan muhasebe ve finansman disiplinlerine göre sermaye, işletme sahip yada ortaklarının işletmeye getirdikleri ve üzerinde biz¬zat hak sahibi oldukları öz kaynaklar olarak tanımlanır (1). Diğer bir deyişle burada sermaye, işletmeye ait varlıklar ile işletmeye gelen yabancı kaynaklar (borçlar) arasındaki farkı yani öz kaynakları ifade eder.

Sermayenin bir bölümünü. oluşturan “maddi varlıklar” genelde “maddi sermaye” olarak da tanımlanabilir. Maddi varlıkları oluşturan başlıca öğeler şunlardır: İşletmenin üzerinde kurulduğu arazi, işletmenin sahip olduğu doğal kaynaklar, binalar, ambarlar, depolar, yollar, atölye, laboratuvar, makina, aletler, donanımlar, taşıt araçları, hammaddeler, yardımcı maddeler, işletme malzemeleri,mamüller, yarı mamuller ve işletmenin sahip olduğu nakit veya para tutarı gibi.

Sermayenin diğer bölümünü oluşturan “gayri maddi varlıklar” ise, genellikle “maddi olmayan” veya “gayri maddi ser¬maye” olarak da düşünülebilir. Gayri maddi varlıklar ise, elle tutulup gözle görülmesi olanaklı olmayan teknik bilgi (know-how), lisans ve patent hakları, markalar (alameti farikalar) iştirakler ve imtiyazlar gibi öğelerden oluşur.

Teknoloji: Modern literatürde teknoloji sözcüğünün çok değişik biçimlerde tanımlandığı ve böylece üzerinde görüş birliği olan, bir tanıma rastlanılmadığı gözlemlenmektedir.

Ekonomistler teknolojiyi, “yeni bir malı üretme, bilinen malları geliştirme yöntemi” veya “mal, ve hizmetleri üretmek için uygulanan her türlü yöntemler'” biçiminde tanımlamaktadırlar.

İşletmeciler, teknoloji faktörünü daha geniş kapsamlı olarak ele almaktadırlar. Bunlara göre teknoloji, işletmenin sadece üretim işlevinde uygulanan bir yöntem veya kısaca üretim yöntemi değil, işletmenin tüm işlevlerinde karşılaşılan sorunların çözümüne yönelik, “tüm yöntemler” bütünüdür. Daha açık bir anlatımla, işletmeciler tek¬nolojiyi, “mal ve hizmetlerin tasarımı (planlanması), üretimi, geliştirilmesi’ ve dağıtımı (pazarlanması) gibi işlevleri olanaklı kılan mühendislik ve yönetime ilişkin bilgilerin tümü” olarak tanımlamaktadırlar.

İşletme

Ekonomik mal ve hizmetler, üretim faaliyeti sonucunda elde edi¬lirler. Çünkü, doğada, çok az sayıda veya miktarda mal veya hizmetler mevcut biçimiyle ve hiç bir emek harcamadan insan ihtiyaçlarını tat¬min eder. işte insanların ihtiyaç duyduğu ekonomik mal ve hizmetlerin üretimini üstlenen birimlere işletme adı verilir. İşletmeler mal ve hiz¬metlerin üretimi yanında, bunların tüketicilere ulaşması veya pazar¬lanması faaliyetini de yürütürler. O halde, işletmeler mal ve hizmetle¬rin üretimini ve/veya pazarlanmasını üstlenen birimler olarak düşünülmelidir.

Bir ülke ekonomisinin önemli bir bölümü, değişik alanlarda faali¬yetlerini sürdüren çok sayıda irili ufaklı binlerce hatta onbinlerce işletmeden oluşur. Nasıl ki bir ülke ekonomisini bir insana, bir canlıya benzetirsek, işletme de hücre veya hücreler grubudur, diyebiliriz. Bu işletmelerden bazılarının sadece mal üretiminde, bazılarının hizmet üretiminde ve bir kısmının da her ikisinin (mal ve hizmetler) üretiminde, faaliyet gösterdiklerini görürüz. Örneğin, ülkemizdeki Pi¬relli Lastik Fabrikası lastik, Ataş Rafinerisi petrol ürünleri ve Devlet Üretme Çiftlikleri tarımsal ürünlerin üretimini üstlenirken; İş Bankası ve Ziraat Bankası gibi işletmeler bankacılık hizmeti, bir turizm İşletmesi ulaşım ve dinlenme hizmeti: -Sosyal Sigortalar Kurumu sos¬yal güvenlik hizmetinin yerine getirilmesi faaliyetlerinde bulunurlar. Genellikle büyük işletmelerin çoğu, kendilerine bağlı pazarlama kuru¬luşları olduğu için hem mal üretimi hem de pazarlama hizmeti faaliyet¬lerini bir arada ürütürler.

Bu açıklamaların ışığı altında, işletme “ekonomik ürün veya hiz¬met üretmek ve/veya pazarlamak için faaliyette bulunan kuruluşlar” olarak tanımlanır. Genellikle işletmeler üretim faaliyetinde bulu¬nurken kar amacını güderler. Bu açıdan da işletme, “üretim faktörlerini bir araya getirerek, kar elde etmek amacıyla, üretim faa¬liyetinde bulunan ekonomik bir ünite” olarak tanımlanabilir.

Çeşitli eserlerde işletmenin farklı tanımları verilmekte ise de üzerinde görüş birliği olan en ortak tanım kanaatimizce şöyle ol-malıdır: “İşletme, insan gereksinimlerini karşılamak ve kar elde etmek amacıyla ekonomik mal ve hizmetleri üretmek veya pazarlamak için faaliyette bulunan bir örgüttür.”

Girişim (Teşebbüs)

Teşebbüs veya girişim sözcüğü genelde işletme kavramı ile aynı anlama gelmektedir. Bu nedenle, uygulamada teşebbüs ve işletme sözcükleri çoğu kez birbirinin yerine kullanılmaktadır.

Bazen işletme ile teşebbüs arasında bir ayırım yapıldığını ve teşebbüsün işletmeye göre daha geniş bir örgüt sayıldığını görmekteyiz. Bu yaklaşıma göre, işletme “teknik” bir birimdir. Fabri¬ka, atölye, büro ve mağaza gibi. Teşebbüs ise; hukuki, iktisadi ve mali bir birimdir, bir veya birden çok işletme kurup işleten bir örgüttür.

Örneğin, Sümerbank bir teşebbüs olup, kendisine bağlı iplik, yün, kumaş, basma, bez fabrikaları gibi birçok işletmeye sahiptir.

Kanımızca teşebbüs ile işletmeyi birbirinden ayrı varlık veya örgüt olarak görmek yapay (suni) bir ayırımdır. Bu nedenle de, kitabımızda bu iki sözcük aynı anlamda kullanılacaktır.

Girişimci (Müteşebbis)

Üretim faktörlerinin ve bir grup insanın düzensiz bir araya getirilmesi ile bir işletme kurulamaz. Neyin üretileceğine, üretilen ürünlerin kimlere satılacağına, türlü işlerin kimler tarafından yapılacağına, gelirlerin ve giderlerin ne olacağına bir kişi veya bir grup kişi karar vermeli ve kaynakları etkin bir biçimde harekete getirmelidir. Bu işlevlerin yerine getirilmesi girişimci (işadamı) veya işletme yöneticisinin görevidir. Böylece girişimci (müteşebbis), kar sağlamak amacıyla işletmeyi kuran ve genellikle harekete geçiren kişidir. Başkalarının gereksinimini karşılayacak ürün ve hizmetlerin ortaya konulması için üretim faktörlerinin tedarikini ve bu faktörlerin üretim sürecine sokulmasını temin eden kişidir.

İşletmenin kurulması görevini üstlenmesi dışında, girişimcinin çalışma alanı çok geniştir. Girişimci işletmenin riskini üzerine alması dışında işletmenin her türlü teknik konularında bilgi sahibi olan, yeni mallar ortaya koyan, yeni üretim yöntemleri uygulama ve ürünlerin pazarlanması hususunda yeteneği olan kişidir. Bu açıklamaların ışığı altında girişimci, “işletmeyi kuran, mal veya hizmet üretimi ve/veya pazarlanması için üretim faktörlerini bir araya getirip birleştiren, kar amacı güden ve risklere katlanan kişidir”. Girişimci işletmenin hem sa¬hibi hem de yöneticisi olabileceği gibi, yönetim görevini başkalarına devredebilir. Genellikle büyük işletmelerde girişimci ve yönetici kadrosu birbirinden ayrılmıştır.

Yönetici

Yönetici, “kar ve riski başkalarının olmak üzere, ürün veya hiz¬met üretimi için üretim faktörlerini bir araya getirip birleştiren ve işletmeyi çalıştırma sorumluluğu olan kişidir”. Buradan anlaşılacağı gibi yöneticiyi girişimciden ayırt eden nitelik, yöneticinin işletme karına ortak olmaması ve muhtemel zararlara katlanmamasıdır. Yönetici işletmenin işlevlerini yürütmekle ve işletme sahibine karşı sorumludur. Yöneticiler işletmenin amacını saptar, daha sonra işletmeyi amaca doğru yöneltir. Amaca kolay, en iyi gidilecek yolları bulur, kararları verir, üretim faktörlerinin tedarikini ve düzenlenmesini yapar. İşletme faaliyetlerinin en etkin biçimde örgütlenmesini sağlar, insan öğesini örgütler, nezaret eder, işlerini çalışanlara benimsetir.

İŞLETME EKONOMİSİ VE YÖNETİMİ

Yukarıda da belirtildiği üzere endüstriyel bir toplumda mal ve hizmet üretiminde bulunan binlerce işletmenin faaliyetleri arasında koordinasyonu sağlayacak öğe ekonomik örgüttür. Birçok işletmeden oluşan bir bütünü veya kısaca ekonomik örgütü inceleyen bilim dalı ekonomidir. Ekonomik örgütü oluşturan işletmelerin incelenmesi ise, işletme ekonomisi ve yönetimi kapsamına girer.

İşletme ekonomisi ve yönetimi; üretim, pazarlama, finansman gibi işletmenin temel fonksiyonlarını (işlevlerini) ve işletmenin kuru¬luşuna ilişkin faaliyetleri kendisine konu edinen ya da ele alıp incel¬eyen bir disiplindir. Işletmenin kuruluş faaliyetleri, işletmenin kurul¬ması düşüncesinin ortaya atılmasından işletmenin fiziksel olarak kuruluşunun tamamlanmasına kadar yürütülmesi gereken çalışmaları kapsar. Kuruluş çalışmaları arasında kurulacak işletme türünü belir¬lemeye yönelik ürün satışları öngörümlenmesi, işletme kuruluş yeri ve büyüklüğünün belirlenmesi, fizibilite raporlarının hazırlanması, yatırım kararının alınması v.b. faaliyetler sayılabilir. Kuruluş faaliyetleri ve işletmenin temel işlevlerinin yürütülmesine ilişkin tüm çaba ve çalışmalar “işletme içi faaliyetler” olarak nitelendirile¬bilir. Diğer bir deyişle, işletme içi faaliyetler, bir işletmenin kurul¬ması çalışmalarından işletmenin üretimine, üretilen ürünlerin pazarlanmasına, işletmenin finansmanı ve yönetimine kadar tüm uğraşları ve diğer yardımcı faaliyetleri kapsar.

İşletme ekonomisi herşeyden önce işletme içi faaliyetlerle uğraşmasına karşın, aynı zamanda işletmenin (fabrikanın) kapısından çıkılıp piyasa ile karşı karşıya gelmesinde karşılaşılan konularla veya işletme dışı faaliyetlerle de uğraşır. Bu’ açıdan işletme ile piya¬sa arasındaki ilişkiyi incelemede işletme ekonomisinin başlıca konu¬larını; işletmenin ekonomik çevresi kapsamına giren fiyat hareketle¬ri, piyasa ve tüketici konusunda yapılan araştırmalar, para ve sermaye piyasaları, işletmeleri doğrudan etkileyen ekonomik politika¬lar oluşturur.

Yukarıda sözü edilen konular ve bunlara ilişkin sorunların her birinin farklı nitelikte olması, uzmanlaşmanın benimsendiği günümüzde, işletme bilimi içinde yönetim ve organizasyon, işletme finansı, üretim yönetimi, pazarlama ve personel yönetimi gibi uz-manlık dallarının doğmasına neden olmuştur. Adı geçen her bir uzmanlık dalına giren sorunun kuşkusuz ekonomik yönü vardır. İşte işletme ekonomisi ve yönetiminin görevi; farklı uzmanlık alanına giren sorunların büyük ölçüde ekonomik açıdan incelenmesini, değerlendirilmesini yaparak bu bilim dallarını desteklemek ve onlarla işbirliği yaparak daha sağlıklı çözümlerin bulunmasına yardım etmektir. Öte yandan, yukarıda belirtilen işletme sorunlarından ilki olan işletmenin kurulmasında karşılaşılan sorunların ağırlığı ekonomik niteliktedir.

İŞLETMELERİN KURULUŞ AMAÇLARI

İşletmenin kuruluş amaçlarını genel amaçlar ve özel amaçlar diye ikiye ayırmak olanaklıdır.

Bir işletme kurmada güdülen başlıca genel amaçlar şunlardır:

Kar elde etmek: Kamu işletmeleri dışında özel işletmelerin kurulmasında güdülen en önemli veya birinci! amaç, kurucularına kar sağlamaktır. Kar, genellikle bir işletmenin belirli bir süredeki gelirinin aynı süredeki toplam giderlerinden fazla olan bölümüdür. Aşağıda değinileceği gibi, işletmenin kuruluşunda kar sağlamak dışında işletmenin yaşamını sürdürmek ve topluma hizmet etmek gibi diğer amaçları da olabilir. Fakat büyük çapta diğer amaçların gerçekleştirilmesi de ,işletmenin karlılığına bağlıdır.

Genellikle kar, işletme faaliyetlerinin başarılı yürütülüp yürütülmediğini gösteren en pratik bir ölçüttür. Hatta bu konuda bazıları daha da öteye giderek, karın işletmenin verimliliğinin ölçütü olduğunu iddia ederler. Fakat bunun böyle olduğunu düşürmek zordur.

Zira verimsiz çalışan bir işletmenin, talebin yüksek olduğu ve üretim faktörlerinin ucuz temin. edildiği durumlarda da karlı çalıştığı görülebilir. İşletmenin faaliyetlerinin değerlendirilmesi dışında, kar aynı zamanda bir denetim aleti, işletmenin varlığını sürdürmesi ve geliştirilmesi için bir araçtır.

Okullar, hastaneler ve hayır kurumları gibi kar amacı gütmeyen işletmelerin de varlığı söz konusudur. Hizmet amacı güden bu tür işletmeler bu kitabın konusunu oluşturacak endüstriyel işletmeler dışında tutulmuştur.

Ülkemizde faaliyetlerini sürdüren kamu işletmelerinin (KİT), kar amacı gütmeyen işletmeler grubundan sayılması doğru değildir. Şu var ki, özel işletmeciliğin temel ilkeleri bu işletmeler içinde geçerli ol¬masına karşın kamu işletmelerinde topluma hizmet amacı karlılık amacından önce gelir.

Topluma Hizmet: Işletmelerin kuruluş amaçlarından diğer bir tanesi de, üretimini yaptıkları. ürünler ve hizmetlerle toplumu oluşturan bireylerin gereksinimlerini karşılamaktır. işletmelerin, top¬luma hizmet sağlamaksızın kar sağlamaları ve özellikle uzun süre varlıklarını sürdürmeleri beklenemez.

İşletmelerin varlıklarını korumaları veya sürdürmeleri: Karlı olarak çalışan kurulu bir işletmenin karlılığını sürdürmesi herşeyden önce işletmenin yaşamasına bağlıdır. Yoksa mutlak varlığını korumak amacıyla bir işletmenin kurulması düşünülemez.

İşletmelerin özel amaçları arasında şunları sayabiliriz:

  1. Bağımsız çalışma arzusu: Birçok kimse başkalarına bağımlı olarak çalışmak istemez. Çalışma koşulları ağır ve az karlı olsa bile, kendi kendinin buyruğu olma arzusu birçok kimseye olanakları oranında bağımsız çalışmak isteği aşılar.
  2. Sosyal prestij: Bağımsız çalışmak, hiç kimseye bağlı olma¬dan bir işletme sahibi olmak bazıları için sosyal saygınlık ve prestij unsuru olabilir.
  3. işletmede çalışanlara iyi ücret ödemek, işletmede istihdam sürekli kılmak, topluma veya devlete hiz¬met etmek, istekleri de işletmenin diğer özel amaçları arasında sayılabilir

İŞLETMELERİN EKONOMİ İÇİNDEKİ ÖNEMİ

İşletmelerin bir ülke ekonomisi içindeki yeri ve önemini, “ekonomik” ve “sosyal” olmak üzere iki açıdan incelemek gerekir.

İşletmelerin Ekonomik Açıdan Yeri ve Önemi

Bir ülke ekonomisi değişik alanlarda faaliyet gösteren;

büyüklükleri, hukuksal yapıları, üretim konuları, amaçları ve organi¬zasyonları birbirinden farklı işletmelerden oluşmaktadır. Buna göre bir ekonominin sağlığı, gücü ve gelişmesi, işletmelerin sağlığına, gücüne ve gelişmesine bağlıdır. Bu çok kısa açıklama bile işletmelerin bir

ekonomi içindeki yeri ve önemini belirtmektedir. Konu daha ayrıntılı olarak ele alındığında, işletmelerin ekonomik açıdan yeri ve önemini dört grupta özetlemek olanaklıdır:

  1. Işletmelerin üretim üniteleri veya birimleri olmaları,
  2. Işletmelerin yaratıcı birer ünite olmaları,
  3. Işletmelerin bölgelerin ekonomik gelişmesine katkıda bulunma¬ları, .
  4. Işletmelerin tasarrufların değerlendirilmesini sağlamaları.

Üretim Üniteleri Olarak İşletmelerin Yeri ve Önemi

Işletmeler, serbest ekonomi düzenine sahip olan ülkelerde, toplu¬mun ihtiyaçlarını karş11ayacak mal- ve hizmetleri üretmek ve satmak gibi temel bir fonksiyonu başarırlar. Işletmeler bu fonksiyonu yerine getirirken diğer işletmeler, kamu/, kuruluşları ile ve tüketicileri sıkı bir ilişki içinde bulunurlar. Bu ilişkiler iki yönlüdür. Işletmeler bir yan¬dan üretim için diğer işletmelerden ve tüketicilerden üretim faktörü, mal ve hizmet alımı yaparken, diğer yandan ürettikleri mal ve hizmet¬leri de diğer işletmelere ‘ve tüketicilere sunarlar.

Görülüyor ki, işletmeler üretim fonksiyonunda iki önemli görev üstlenim işlerdir.

Teknik bakımdan işletmeler, üretim için önce, gerekli’ olan üretim faktörlerinin türünü, miktarını ve kalitesini saptarlar. Diğer bir deyişle, belirli bir üretim miktarını gerçekleştirmek için ne miktarda ve kalitede iş gücü, ne türde ve miktarda -sermaye ve materyal kulla¬nacağını belirler. Sonra bunları uygun (rasyonel, akılcı) bir şekilde tedarik ederler, nihayet bunları yine rasyonel bir şekilde kullanarak üretimde bulunurlar.

Araştırma ve geliştirme, üretim yöntemlerinde sağladığı gelişme ile üretim miktarını çoğaltır. Aynı zamanda ünite başına ma¬liyetleri düşürür.

Şunu da belirtelim ki, araştırma ve geliştirme faaliyetleri sağladıkları büyük yararlara rağmen son derece masraflı çalışmalardır. Bu nedenle, araştırma ve geliştirme faaliyetleri, ancak, büyük işletmeler tarafından. yürütülebilir. Küçük ve orta boyutlu işletmeler bu faaliyetlerin gerektirdiği büyük masrafları kaldıramazlar.

İşletmeler Bölgelerin Ekonomik Katkıda Bulunurlar

Işletmeler kuruldukları bölgelerin ekonomik gelişimine büyük ölçüde katkıda bulunurlar. Böylece, ülkemizin gelişme düzeyleri’ birbi¬rinden farklı bölgeleri arasındaki büyük farkları önemli ölçüde gidererek, gelişme ve refahın ülkede dengeli dağılımına yardımcı olurlar. Esasen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ekonomik gelişmenin ve refahın yurt sathına (alanına) dengeli dağılımını gerçekleştirmeyi devletin temel görev ve amaçlarından biri olarak kabul etmiş, Beş Yıllık Ekono¬mik Kalkınma Planları ve Yıllık Ekonomik Kalkınma Programları bu temel amaç doğrultusunda, ülkemizin gerice yörelerinde kurulacak işletmeler için destekleyici önlemler getirmiştir. Bu önlemler, genellikle, gümrük vergisi bağışıklığı, yatırımda kullanılan öz sermay¬enin büyük bölümünün vergi bağışıklığından (yatırım indirimi) yarar¬landırılması, ucuz faizli kredi sağlanması şeklinde uygulanmaktadır.

İşletmeler Tasarrufların Değerlendirilmesini Sağlar

Değişik motiflerin etkisi ile tasarrufta bulunan, ancak tasarruf1arını kendileri değerlendirmek fırsatını bulamayanlar, bu tasarruflarını hisse senedi satın alarak işletmeye tahsis ederler, kar geliri sağlayabilirler, tahvil satın alarak, bankalara yatırarak faiz geliri elde edebilirler. İşletmeler de tasarruf sahiplerinin kendilerine tevdi ettik¬leri parasal değerleri toplayarak ve kullanarak bir yandan üretim ve satış amaçlarını gerçekleştirirler, üstlendikleri diğer fonksiyonları yerine getirirler, diğer yandan toplumda tasarrufu ve sermaye oluşumunu özendirmiş olurlar.

İşletmelerin Sosyal Açıdan Yeri ve Önemi

İşletmelerin bir ülkede sosyal açıdan yeri ve önemi kısaca şöyle özetlenebilir.

yatırımlarla, üretimin tek beşeri, canlı ve aktif faktörü olan işgücüne yeni çalışma alanları açar, istihdam imkanı sağlar. Bu husus çalışanlara ücret adı ile bir gelir sağlamanın yanısıra, ülkemizde işsizliği önlemenin de en etkin araçlarından birini oluşturur. Örneğin, Türkiye’de toplam işgücü arzı, diğer bir deyişle, 15 ve 15 yaşından büyük olan (aktif işgücü) ve çalışmak isteyen insan sayısı 20.603.000 Ancak, iş bulup çalışma imkanına sahip bulunan, yani istihdam edi¬len insan sayısı 18.716.000 dir.

İşletmeler Üstlendikleri Dış Sorumluluk Nedeniyle Ülke Ekonomisinde Önemli Rol Oynarlar

  1. a) İşletmeler faaliyetlerini sürdürdükleri çevreyi korumak, çevrenin kirlenmesini önlemek gibi bazı sosyal sorumluluklar üstlenmişlerdir. Bu zorunluluğun gereklerine titizlikle uymak durumun¬da. olan işletmeler, dolayısıyla milli ekonominin kaynaklarını korumuş olurlar.
  2. b) Bunun yanısıra işletmeler çalıştırdıkları personel için konut inşasına yardımcı olmak, sportif tesisler kurmak, eğlence ve rekreas¬yon imkanları hazırlamak sorumluluğunu da üstlenmişlerdir. Bu sorum¬luluk işletmelerin milli ekonomide sosyal bakımdan da önemli bir yer tutmalarını sağlamaktadır.
  3. c) Bundan başka her işletme, adil şekilde vergi vermek sorumluluğunu yüklenmiştir. Vergi, devletin kamusal giderlerini karşılayan en önemli kaynaktır. İşletmeler vergilerini adil ve gerçek kazançlarına uygun şekilde ödemek suretiyle, kamu hizmetlerinin, devletin . üstlendiği görevlerin yerine getirilmesine imkan verirler.

İŞLETMELERİN SINIFLANDIRILMASI

İşletmeler çeşitli açılardan sınıflandırılır. Diğer bir deyişle, değişik esas veya ölçütlere göre değişik türde işletmelerden söz edilir. Örneğin, ekonomideki sektörlere dağılımlarına göre tarım, endüstri, hizmet işletmeleri; hukuki (yasal) yapılarına göre anonim, kollektif, adi ortaklıklar; büyüklüklerine göre büyük ve küçük işletmeler gibi.

İşletmeciliği iyi kavramak için çeşitli açılardan işletmelerin sınıflandırılmasını veya işletme türlerini bilmek gerekir.

Genellikle işletmeler yedi yönden sınıflandırılır:

  1. Faaliyet Alanlarına (işlevlerine) göre,
  2. Tüketicilerin (alıcıların) türüne göre,
  3. Üretilen mal ve hizmet türüne göre,
  4. Üretim faktörlerinin mülkiyetine göre (sahipliğine göre),
  5. Büyüklüklerine göre,
  6. Hukuki (yasal) yapılarına göre,
  7. Birlikler (işletmelerin birleşmeleri)

A- Faaliyet Alanlarına Göre İşletmeler

Faaliyet alanlarına göre işletmeleri üç grupta sınıflandırmak ola¬naklıdır:

  1. Üretici işletmeler,
  2. Hizmet işletmeleri,
  3. Satıcı işletmeler veya pazarlama kurumları.

1- Üretici İşletmeler

Genellikle mal veya fiziksel ürün üreten tarım, inşaat ve sanayi sektörlerinde faaliyetlerini sürdüren işletmelerdir. Örneğin, domates, patates, buğday, pumuk gibi tarımsal ürünleri üreten işletmeler; yol, köprü, baraj, konut yapımı işleriyle uğraşan inşaat işletmeleri; her türlü tekstil ürünleri, demir-çelik, çimento, gübre, makina, buzdolabı radyo, televizyon, sabun, deterjan, kâğıt, kalem gibi dayanıklı ve dayanıksız malları üreten işletmeler bu gruba girer.

2- Hizmet İşletmeleri

Bunlar bir hizmetin yerine getirilmesi veya hizmet üretimi ile uğraşan işletmelerdir. Örneğin, beraber dükkânları, lokantalar, oteller; doktor, avukat, mali müşavir büroları; banka, sigorta şirketleri; taşıma ve depolama şirketleri; elektrik, havagazı, su ve sağlık hizmetlerini yürüten işletmeler gibi.

3- Satıcı İşletmeler (Pazarlama Kurumları)

Genellikle ticaret sektöründe çalışan toptancılık, yarı toptancılık ve perakendecilik yapan işletmelerdir. Bunlar çoğu kez üretici işletmelerin ve bazen de hizmet işletmelerinin mal ve hizmetlerini tüketicilere aktaran toptancı, yarı toptancı, perakendeci komisyoncu gibi pazarlama kurumlarından oluşurlar.

B- Tüketicilerin Türüne Göre İşletmeler

Tüketicilerin türüne göre işletmeler iki grupta toplanır:

  1. En son (nihai) tüketiciler için mal ve hizmet üreten işletmeler,
  2. Diğer işletmeler için mal ve hizmet üreten işletmeler.

Bir kısım işletmelerin ürettikleri malları, bizler veya aile üyeleri gibi en son tüketiciler alıp kullanırlar veya tüketirler. Örneğin, yiyecek, içecek maddeleri, giyim eşyası her türlü ev alet ve gereçleri gibi.

Bazı işletmeler ise, doğrudan doğruya en son tüketiciler yerine, diğer işletmelerin ihtiyaç duyduğu malları ve özellikle üretim mallarını üretirler. Örneğin, ayakkabı, tekstil ürünleri imalinde kullanılan ma-kinaları yapıp satan işletmeler, her türlü ev araç ve gereçlerin yapımında kullanılan makina ve tazgâhları imal eden işletmeler gibi.

Yukarıda belirtilen iki tür tüketicinin aynı malı satın aldıkları da görülür. Örnek olarak, buzdolabı, elektrik hem en son tüketiciler hem de öteki işletmeler tarafından satın alınabilir. İki tür tüketici de aynı tür telefon ve havagazı, su vb. hizmetlerden yararlanır. Böylece aynı işletme iki tür tüketiciye yönelik üretim yapmakla daha geniş bir paza¬ra sahip olur.

C- Üretilen Mal ve Hizmet Türüne Göre İşletmeler

Üretilen mal ve hizmet türüne göre işletmeler, şu ana grup veya sektörlere ayrılarak da sınıflandırılabilir:

  1. Tarım, ormancılık, avcılık ve balıkçılık işletmeleri,
  2. Madencilik ve taş ocakları işletmeleri,
  3. Sanayi ve endüstriyel işletmeler,
  4. Ticaret işletmeleri, banka işletmeleri,
  5. Taşıma ve depolama işletmeleri,
  6. Hizmet işletmeleri gibi.

Yukarıda sınıflanan gruplar da tekrar alt gruplara ayrılabilirler. Örneğin, endüstriyel işletmeler kendi aralarında gıda maddeleri

işletmeleri, dokuma sanayi işletmeleri, madeni eşya imal eden işletmeler gibi. Hizmet işletmeleri arasında sağlık kuruluşları, yasal hizmetleri sunan işletmeler, dükkânlar, lokantalar sayılabilir.

D- Üretim Faktörlerinin Mülkiyetine Göre işletmeler

İşletmelerin mülkiyet açısından sınıflandırılmasının dayandığı ölçüt, işletme üretim faktörlerinin ve özellikle sermayesinin özel kay¬naklardan veya kamusal kaynaklardan yada karma bir biçimde hem özel hem de kamu kaynaklarından sağlanmasıdır. Bu sınıfa giren işletmeler 3 grupta toplanabilir.

  1. Özel işletmeler,
  2. Kamu İşletmeleri,
  3. Karma İşletmeler,
  4. Yabancı Sermayeli İşletmeler

1- Özel İşletmeler

Genellikle sermayesinin tamamı veya büyük bir bölümü özel kişilere ait olan işletmelerdir. Özel işletmelere günlük yaşamımızda karşılaşılan çok değişik örnekler verilebilir. Bir çiftlik, bir ayakkabı veya giysi mağazası, bir torna atölyesi, Yapı Kredi Bankası, Koç Holding özel sektöre mensup veya özel işletmelerdir. Ülkemizde özel işletmeler hemen hemen her sektöre dağıtılmış, ulusal gelirin büyük bir bölümünü üreten, kamu işletmelerine göre nisbeten küçük hacimli, fakat sayıları çok olan işletmelerdir.

2- Kamu İşletmeleri (KİT’ler)

Sermayelerinin tamamı veya büyük bir kısmı kamu tüzel kişilerine ait olan işletmelerdir. Kamu işletmelerine örnek olarak Eti-bank, Sümerbank, Türkiye Demir-Çelik İşletmeleri ve Türkiye Kömür İşletmelerini verebiliriz. Kamu işletmelerinin toplam sayısı azdır ve daha ziyade endüstriyel üretim alanında faaliyet gösterirler. Ülkemiz açısından büyük önem taşıyan kamu işletmelerinde mülkiyet devlet özel idare veya belediye gibi kamu kurumlarına aittir. Kamu işletmeleri, toplumun kültürel ve sağlık gereksinimlerini karşılamak veya ülkedeki iktisadi faaliyetleri düzenlemek için kurulurlar.

Türk ekonomisinde “Kamu İktisadi Teşebbüsleri” yada kısaca “KİT” ler olarak bilinen ve uzun süredir varlıklarını sürdüren kamu işletmeleri önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizdeki KİT ler, “Kamu İktisadı Kuruluşları (KİK)” ile “İktisadi Devlet Teşekkülleri (IDT)” nin ortak adıdır. Nitekim 1984 yılına kadar sa¬dece İktisadi Devlet Teşekkülleri (IDT) olarak bilinen kuruluşlar 8.6.1994 tarih ve 233 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile yeniden düzenlenerek Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT ler) olarak tanımlanmış, bunlarda İktisadi Devlet Teşekkülleri (IDT) ve Kamu İktisadi Kuru¬luşları (KİK) diye iki gruba ayrılmıştır.

İktisadi Devlet Teşekkülleri, sermayelerinin tamamı dev¬lete ait, iktisadi alanda tamamen ticari esaslara göre faaliyet gösteren kamu iktisadi teşebbüsleridir. IDT’leri ticari esaslara göre faaliyette bulunurlar ve bunlar için kârlılık önde gelir. Ülkemizde halen faaliyette bulunan bazı iktisadi devlet teşekkülleri şunlardır: Türkiye Kalkınma Bankası, TC Ziraat Bankası, Halk Bankası, Sümerbank, Etibank, Türkiye Emlak Bankası A.Ş., Türkiye Seliloz ve Kağıt Fabrikaları (SEKA), Türkiye Çimento ve Toprak Sanayi T.A.Ş. (ÇİTOSAN), Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri, Türkiye Petrolleri Anonim Or¬taklığı (TPAO), Petkim Petrokimya, A.Ş., Türkiye Gübre Sanayi A.Ş. (Azot Sanayii A.Ş.), Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK), Devlet Mal¬zeme Ofisi (DMO), Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. (TÜRK-ŞEKER), Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK), Et ve Balık Kurumu (EBK), Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK), Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Yem Sanayi A.Ş. Orman Ürünleri Kurumu (ORÜS), Türkiye Gemi Sanayi A.Ş., Türkiye Demirci¬lik İşletmeleri (TDİ).

Kamu iktisadi Kuruluşları (KİK ler), ise, sermayesinin tamamı devlete ait olan ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mal ve hizmet üretmek ve pazarlamak üzere kurulan kamu iktisadi teşebbüsleridir. Bu kuruluşların asıl amacı, kamu hizmeti yönü ağır ba¬san faaliyetleri yürütmek ve görevlerini yerine getirirken sosyal fay¬da yaratmayı ön planda tutmaktır. Mevcut durumda Türkiye’de faaliyette bulunan başlıca KİK’ler şunlardır: Türkiye Elektrik Kurumu (TEK), TC Devlet Demiryolları İşletmeleri (TCDD), TC Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi (PTT), Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMI), Türk Hava Yolları A.O. (THY), Çay İşletmeleri (ÇAY-KUR), Tekel İşletmeleri (TEKEL), Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) ve Savunma Donatım İşletmeleri Genel Müdürlüğü,

Kamu işletmelerinin kurulmasını gerektiren başlıca nedenleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:

  1. a) Kamu işletmeleri ekonomik yaşamın günden güne gelişmesinin, sosyal devlet anlayışının anayasalarca da kabul edilmiş olmasının, böylece devletin politik bir örgüt olduğu kadar ekonomik ve sosyal bir Örgüt durumuna gelerek bir çok görevleri yüklenmiş olmasının sonucu¬dur. Bu nedenle, özellikle Cumhuriyet döneminin kuruluş yıllarından başlayarak günümüze kadar Devlet, ekonomik yaşama ciddi bir şekilde müdahale etmiş ve kamu yararı açısından birçok işletmelere sahip ol¬mak zorunluluğunu hissetmiştir. Ancak son yıllarda Devlet bu işlevini özelleştirme hareketi ile özel sektöre devir etme eylemine girmiş bu¬lunmaktadır.

b)Her ekonomik alanda bir kâr garantisi yoktur. Özel sektör kâr garantisi olmayan yerde faaliyette bulunamaz. Oysa devlet politik ve kamu ihtiyaçları yönünden kârlı olmayan alanlarda da faaliyet göstermek zorundadır.

  1. c) Nihayet geri kalmış yeterli sermayeye sahip bulunmayan

ülkelerde devlet, gelişmeyi hızlandırmak, özel sektöre önderlik yapmak, ihtiyaçları yönünden kârlı olmayan alanlarda da faaliyet

göstermek durumunda kalmıştır.

Türkiye’de kamu işletmeleri hukuki yapıları açısından aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:

  1. Genel bütçeli idarelere (dairelere) bağlı işletmeler,
  2. Katma bütçeli idarelere bağlı işletmeler,
  3. Özerk bütçeli devlet işletmeleri (kuruluşları),
  4. Yerel idarelere ait (özel bütçeli) işletmeler,
  5. Müessese, bağlı ortaklık ve iştirakler.

Yukarıdaki işletme türlerini ele almadan önce sınıflamamada söz konusu bütçe türlerini açıklamak yararlı olacaktır. Makro açıdan bütçe türleri: Genel Bütçe, Katma Bütçe, Özel Bütçeler, Özerk Bütçeler ve Konsolide Bütçeler diye 5 grupta sınıflandırılabilir (1).

Genel Bütçe, bir devletin gelecek döneme ilişkin gelir ve gider kalemlerini gösteren ve bunların yürütülmesine izin veren bir tasarruf ya da belge olarak tanımlanabilir (2). Genel Bütçedeki gelirler, büyük ölçüde devletin topladığı vergi gelirlerinden ve kısmende alınan borçlardan oluşur. Bu gelirler Hazine tarafından toplanır ve bunların tahsisi de yine Hazine tarafından yapılır.

Kamu kesiminde yarı kamusal mal üreten yada hizmet veren bazı kuruluşların bütçeleri genel bütçeden ayrılır. İşte giderlerinin bir kısmı hizmetleri kullananlar yada yararlananlardan alınan ücret, fiyat, harç biçimindeki özel gelirlerle; diğer bir kısmı da, genel bütçeden yapılan ve “Hazine Yardımı” denen kaynaklarla karşılanan bütçelere katma bütçe ve bu tür bütçeye sahip olan idarelere de katma bütçeli idare denir. Katma bütçeli idarelerin gelirleri giderlerinden fazla olduğu za¬man öz gelir fonları genel bütçeye aktarılır; öz gelirler yetmediği tak¬dirde de, hizmetin gerçekleşmesi için gereken ödenek, genel bütçedeki Hazine yardımı denen kaynakla karşılanır. Türkiye’de “Devlet Bütçesi” denilince, genel ve katma bütçelerin genel toplamı anlaşılmaktadır. Genel ve katma bütçe rakamlarının toplanmak suretiyle oluşturulan bütçeye konsolide bütçe denilmektedir. Katma bütçeli idareler, sun¬dukları mal ve hizmet karşılığı olan kendi özel gelirlerinden başka, ha¬zineden yardım alan kuruluşlar olduğu için, konsolide bütçelerin kesin rakamları, ancak genel toplamdan “Hazine Yardımları” çıkarıldıktan sonra belli olmaktadır.

Katma bütçeli idareler dışında bazı kamu kuruluşlarının bütçeleri sunduğu hizmetlerin niteliği yada yönetim özelliği nedeniyle genel bütçe dışında yapılır. Bu kuruluş bütçeleri özerk ve özel bütçeler olmak üzere ikiye ayrılır.

a- Genel Bütçeli idarelere Bağlı İşletmeler

Genel Bütçeli idareler, tamamen kamusal mal ve hizmet üreten kuruluşlardır. Bunların verdiği hizmetler, tümüyle kamu finansmanı, yani vergiler ve kısmen de borçlanma yolu ile karşılanır. Genel Bütçeli İdareler arasında T.B.M.M., Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Başbakanlık, Danıştay ve Yargıtay Başkanlığı, DPT, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, DİE, Diyanet İşleri Başkanlığı ve tüm Bakanlıklar sayılabilir.

Yukarıda sözü edilen bazı genel bütçeli idarelere bağlı gerek eğitim, sağlık, tarım gibi kamu hizmetleri veren ve gerekse ticari ve sınai faaliyette bulunan bir takım işletmeler vardır. Bunlar, döner sermayeli işletmeler ve döner sermayesiz işletmeler olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Genel bütçeli idareler içinde Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı meslek okulları, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı hastaneler, Adalet Bakanlığına bağlı cezaevle¬ri, Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı tarımsal işletmeler ve haralar. Maliye Bakanlığına bağlı Darphane ve Damga Matbaası döner sermayeli işletmelerdir. Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Devlet Mat¬baası genel bütçeye dahil döner sermayesiz bir işletmedir.

Burada döner sermaye; asıl görevi kamusal hizmet sunmak olan bir kamu işletmesine, piyasada gelir getirebilen bir ek faaliyette bulu¬nabilmesi için, genel bütçeden tahsis edilen ödenek veya fon anlamına gelir. Örneğin asıl görevi eğitim-öğretim yapmak olan bir meslek oku¬luna, eğitim ve öğretimden arta kalan zamanda diğer kamu kuru¬luşlarına veya piyasaya kendi konularında bir bedel karşılığı iş yapa¬bilmesi ve dolayısıyla ilave gelir sağlayabilmesi için genel bütçeden verilen fon (ödenek) bir döner sermayedir. Asıl görevi kamuya ücretsiz sağlık hizmeti vermek olan bir Devlet Hastanesine, ayrıca bir ücret ve bedel karşılığı poliklinik ve tedavi hizmeti verebilmesi ve do¬layısıyla ek gelir sağlayabilmesi için verilen ödenek yine bir döner sermaye örneğidir.

Döner sermayelerin kullanım alanı sınırlıdır. Nitekim döner ser¬maye ödeneği, sadece hammadde, yardımcı madde, malzeme ve işçilik gibi değişken giderleri karşılamak amacıyla verilir. Alınan bu ödeneğin işletilmesi sonucu elde edilen gelirler, yeniden aynı iş için kullanılır. Faaliyet sonucu elde edilen kâr döner sermaye ödeneğini veren kuruluş bütçesine gelir olarak yazılır.

b- Katma Bütçeli İdarelere Bağlı İşletmeler

Yarı kamusal mal ve hizmet üreten katma bütçeli idare veya ku¬ruluşlar, niteliklerine göre (1) ekonomik nitelikli olanlar ve olmayanlar ve (2) döner sermayeli olanlar ve olmayanlar diye iki grupta sınıflandırılabilir (1),

Ekonomik bir niteliğe sahip olan katma bütçeli idare yada kuru¬luşlar arasında Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Orman Genel Müdürlüğü, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü ve Telsiz Genel Müdürlüğü, sayılabilir. Öte yandan ekonomik niteliği ol¬mayan fakat sosyal ve kültürel hizmetleri sunmayı amaçlayan katma bütçeli kuruluşlar arasında da Tarım’ Reformu Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel müdürlüğü, Gençlik ve Spor Genel müdürlüğü, Köy Hiz¬metleri Genel Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, YÖK ve tüm kamu üniversiteleri sayılabilir.

Ekonomik nitelikli katma bütçeli idarelerin tümü döner sermayeli kuruluşlardır. Öte yandan ekonomik nitelik taşımayan, yani kültürel ve sosyal yönü ağır basan katma bütçeli idarelerin bir kısmı döner ser-mayeli, bazıları da döner sermayesiz kuruluşlardır. Örneğin tüm üniversiteler döner sermayeli kuruluşlar olmasına karşın, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü döner sermayesiz bir kuruluştur.

Katma bütçeli idareler bir bakanlığa bağımlıdırlar. Ancak ayrı tüzel kişilikleri vardır. Bu idarelerin her birinde, Maliye Bakanlığı’nca kurulmuş bir Bütçe Dairesi Başkanlığı bulunmaktadır. Bu idareler, ken¬di bütçelerini hazırlarken, Bütçe Dairesi Başkanlığından yardım alırlar.

Katma bütçeli idarelere bağlı bir çok işletmeler vardır, bunlar genellikle bağlı bulundukları idare veya kuruluştan döner sermaye ala¬rak çalışırlar. Bunlar arasında üniversite hastaneleri ile Orman Genel Müdürlüğüne bağlı orman işletmeleri en büyük ağırlığı oluşturmaktadır.

c- Özerk Bütçeli Devlet İşletmeleri (Kuruluşları)

Devletin tekeline aldığı belirli kamu hizmetlerinin yönetimi, Dev¬let bütçesi dışında özerk bütçelerle yürütülür. Örneğin Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu (TRT) ve TC Merkez Bankası, kendi özel kanunları ve özellikleri gereği, genel ve katma bütçelerin dışında bırakılan, fakat KİT’leri düzenleyen 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamına da alınmayan özerk bütçeli kuruluşlardır.

Anayasal bir kuruluş olan TRT yönetiminin, tarafsız bir kamu tüzel kişiliğine sahip olması gerekmektedir. Bu kurumun yönetim ve denetiminde, yönetim organlarının oluşturulmasında tarafsızlık ilke¬sine uyulması belirtilmiştir. Bu nedenle söz konusu kuruma bazı gelir¬leri toplama yetkisi verilmiş ve devlet bütçesine giren bakanlık ve ku¬rumların dışında özerk bir yönetime ve bütçeye kavuşturulmuştur. Aynı mantıkla para ve kredi politikasını yürütmek görevini üstlenen ve Türkiye’de banknot ihracı imtiyazını elinde bulunduran TC Merkez Ban¬kası da, söz konusu tekelci görev ve yetkileri dolayısıyla, özerk bir yönetime ve bütçeye sahip bulunmaktadır. Banka, sermaye ve döviz piyasaları üzerinde düzenleme yetkisini kullanmakta ve yaptığı ban¬kacılık işlemleri aracılığı ile özel tekelci gelir elde etmektedir.

Ülkemizde özel kanunlara göre kurulan, özerk ve tüzel kişiliği olan diğer bazı özerk bütçeli kuruluşlar şunlardır: Türk Standartlar Enstitüsü (TSE), Milli Prodüktivite Merkezi (MPM). Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sand.ğ. Genel Müdürlüğü, Sosyal Sigortalar Genel müdürlüğü (SSK).

d- Mahalli İdarelere Ait (Özel Bütçeli) İşletmeler

Bugün tüm ülkelerde, devletin yanında kamusal hizmetleri yerine getirmek üzere “Mahalli İdareler (yerel yönetimler)” demlen il özel idare belediye ve köy teşkilatları kurulmuş bulunmaktadır. Mahalli idarelerin yapmakla görevli olduklar, ilköğretim, sosyal ve mahalli güvenlik sağlık ve ekonomik hizmetler, mahalli yerleşim alanlarının yapım, ve bakımı, aydınlatma, .sıtma, temizlik ve itfaiye g.b. kamu hizmetleri vardır. Bu idarelerin kendilerinden beklenen hizmetleri yürütebilmeleri için gelirlere ihtiyaç vardır; bu nedenle devlet bütçesi ile değil, kendi bütçe olanaklarına göre hizmet götürürler. İşte yerel gider ve gelirleri kapsayan bütçelere “Özel Bütçe” veya “Mahalli İdareler Bütçesi” yerel bütçeli kuruluşlara da Özel Bütçeli veya Mahal¬li Kuruluşlar veya İşletmeler denir. Özel bütçeli işletmelere örnek ola-rak belediyelerce kurulup işletilen su, havagazı, elektrik, satış mağazaları ve kent içi ulaştırma işletmelerini verebiliriz.

Müessese

Sermayesinin tamamı bir iktisadi Devlet Teşekkülü yada Kamu iktisadi Kuruluşlarına ait olan işletme veya işletmeler topluluğudur. Tüzel kişiliğe sahip olan müesseseler, KİT’lerin temel özelliklerine sahiptir. Devlet bütçe rejimi dışında yönetilir, yönetim ve denetimler, dışında özel hukuk hükümlerine tabidir.

Bağlı Ortaklık

Sermayesinin yüzde ellisinden fazlası IDT yada KİK’na ait olan işletme ya da isletmeler topluluğundan oluşan anonim şirketlerdir.

İştirakler

KİT’lerin veya bağlı ortaklıklarının sermayelerinin en az yüzde onbeşine en fazla yüzde ellisine sahip bulundukları anonim şirketlerdir. 1986 yılında, Yüksek Planlama Kurulu. KİT iştiraklerine en az yüzde onbeş ve en fazla yüzde yirmibeş sınırını getirmiştir.

3- Karma İşletmeler

Karma işletmeler, özel kişiler ile kamu tüzel kişilerinin birlikte kurduklar, işletmelerdir. Bu işletmelere örnek olarak T.C. Merkez Ban¬kası, Türk Ticaret Bankası, Migros. Türk Ticaret A.Ş. ve Çukurova Elektrik Türk A.Ş.’ni verebiliriz. Bayer gibi yabancı sermayeli firmalara rastlamak mümkündür. Öte yandan, hizmet sektöründe başta ticaret, otelcilik, banka ve sigor¬tacılık olmak üzere çeşitli alanlarda yine Uluslararası Endüstri ve Ti¬caret Bankası, Birleşik Yatırım Bankası, Arap-Türk Bankası, Citibank. Koç-Amerikan Bankası, AGF Garanti Sigorta, P.F-.’A. Sigorta, Şark Si¬gorta, Ankara Enternasyonel Otelcilik A.Ş., izmir Enternasyonel Otel¬cilik A.Ş., Akdeniz Yatırım Holding A.Ş. ve General Elektrik CGR gibi birçok yabancı sermayeli işletme vardır.

Ülkemizde yatırım yapan yabancı sermayeli şirketlerin 1992 yılı sonu itibarıyla sayısal dağılımına bakıldığında; hizmetler sektörü 1552 firma ile ilk sırayı alırken, bu sektörü sırayla 677 firma ile imalat, 65 firma ile tarım ve 37 firma ile madencilik sektörü izlemektedir

Yabancı sermayeli işletmelerin çok azında yüzde 100 yabancı sermaye olmakla beraber, büyük çoğunluğunun kamu ve özel kesimden şirket birleşmeleri (şirket evlilikleri) şeklinde yerli ortaklara sahip olduğunu görmekteyiz. Yerli ortaklar arasında Sabancı Holding, Koç Holding, Eczacıbaşı ve Yaşar Holding gibi ülkemizin önde gelen kuru¬luşları sayılabilir.

Türkiye’ye gelen ÇUŞ’ların dörtte üçü başta Hollanda, Almanya, Fransa, İsviçre, İngiltere ve İtalya olmak üzere Avrupa kıtası ülkelerinden; ABD ve Japonya gibi gelişmiş sanayi ülkelerindendir. Türkiye’deki toplam yabancı sermaye yatırımlarının % 50’den fazlası AB ülkelerine ve yaklaşık % 20’si de ABD YE aittir

BÜYÜKLÜKLERINE GÖRE İŞLETMELER

Günlük yaşamımızda ve literatürde büyüklüğün ifadesi olarak büyük işletme, orta işletme ve küçük işletme sözcüklerine sık sık rastlanır. Bir bakkal dükkanı yada küçük bir imalat atölyesi küçük bir işletme olarak; bir şarap fabrikası, bir konserve fabrikası orta büyüklükte bir işletme olarak ve bir tekstil veya bir demir-çelik fabrikası da büyük bir isletme olarak düşünülebilir.

I- İşletme Büyüklüğü Ölçütleri

İşletmeleri ölçek ya da büyüklüğüne göre sınıflandırmada standart bir kriter (ölçüt) yoktur. Bunun yerine büyüklüklerine göre gruplandırma bir çok kantitatif (niceliksel) ve kalitatif (niteliksel) ölçütlere dayandırılır.

İşletmelerin büyüklüklerini kantitatif yada niceliksel olar . belirlemede kullanılan bazı ölçütler şunlardır:

– Üretim miktarı

– Satış hasılatı (ciro),

– İşletmenin sermaye tutarı,

– Dönen ve duran varlıklar toplamı (aktifler toplamı).

– İşçi sayısı,

– Kullanılan girdi miktarı.

– Kullanılan makina ve tezgahların sayısı ve gücü

– işletmenin ve yararlanılan arazinin büyüklüğü (özellikle tarımsal

işletmelerde),

– İşletmenin sektördeki pazar payı,

Niceliksel ölçütler arasında uygulamada en çok kullanılan işçi sayısı, üretim miktarı ve işletme sermayesinin tutarı ölçütleridir. Hizmet üreten işletmelerde işçi sayısı, ürün yada mal üreten işletmelerde ise, üretim miktarı en yaygın kullanılan ölçütlerdir. Hangi ölçütlerin esas alınacağı işletmenin tipi veya türüne göre değişir. Örneğin; mobilya fabrikalarında işçi sayısı, gübre veya şeker fabrika¬larında üretim miktarı, çimento fabrikalarında döner fırın sayısı, enerji santrallarında beygir gücü, iplik fabrikalarında iğ sayısı, tiyatro ve sinemalarda koltuk sayısı ve otel işletmelerinde ise yatak sayısı büyüklüğü belirleyen ölçütlerdir.

Öte yandan uygulamada işletmelerin büyüklüklerine göre küçük, orta ve büyük olarak sınıflandırmalarında göz önüne alınan başlıca kalitatif (niteliksel) ölçütler şunlardır (2):

  1. İşletmenin Hukuki (yasal) Statüsü: İşletmenin, tek kişi işletmesi, adi ortaklık, kollektif ve komandit gibi şahıs (kişisel) or¬taklıklar veya anonim ortaklık gibi sermaye ortaklığı biçiminde kurul¬muş olması bunların büyüklüklerinin bir göstergesidir. Sermayesi yalnızca bir kişi veya küçük bir gruba ait olan tek kişi işletmeleri veya adi ortaklıklar genelde küçük işletmeleri; sermayeleri kısıtlı sayıda girişimcilere ait olan kollektif ve komandit ortaklıklar orta büyüklükteki işletmeleri, sermayesi çok sayıda hissedarlar ait olan anonim ortaklıklar ise genelde büyük işletmeleri oluştururlar.
  2. İşletmenin Yönetim Biçimi: Yönetim yapısının bağımsız olduğu, diğer bir deyişle, işletme sahibi ve yöneticisinin genelde aynı kişi olduğu işletmeler küçük veya orta işletmeler; işletme sahiplerinin profesyonel yöneticilerle yönetim kadrosundan ayrıldığı işletmeler büyük işletmeler grubuna girerler.
  3. Sektördeki Ağırlığı: Faaliyetlerini sürdürdüğü sektör veya işkolunda küçük bir yere yada paya sahip işletmeler genelde küçük yada orta işletmeler olarak sayılırlar.
  4. İşletmenin Faaliyet Yeri (Alanı): İş faaliyetlerinin yöresel, bölgesel, ülkesel veya uluslararası boyutlarda olması yine söz konusu işletmenin büyüklüğünü yansıtan niteliksel bir ölçüt durumundadır.

2- Büyüklüğe Göre Sınıflandırma

Yukarıda kısaca belirtilen kriterlere göre ülkemizde işletmeleri,

– Küçük (küçük ölçekli) işletmeler,

– Orta ölçekli İşletmeler ve

– Büyük (büyük ölçekli) İşletmeler

olmak üzere üç ana grupta sınıflandırmak olasıdır.

Büyük ölçekli işletmeler kapsamı dışında kalan küçük ve orta ölçekli işletmeler KOBİ sembolü ile ifade edilmekte; önemleri, fonk¬siyonları ve sorunları açısından bir bütünlük içinde ortaya konulmaya çalışılmaktadır.

İşletmelerin yukarıda belirtildiği şekilde büyüklük bakımından üç grupta toplanması gerçekte izafi veya görünüşte bir anlam ifade eder Çünkü bir işletmenin büyük yada küçük olarak kabul edilmesi işletmenin bulunduğu ülkeye, hatta aynı ülke içindeki yere, zamana, faaliyet konusuna ve aynı ülkedeki mevzuata göre değişiklikler gösterir. Örneğin, gelişmiş ülkelerde küçük ölçekli sayılabilen bir işletme gelişmekte olan ülkelerde büyük ölçekli isletmeler grubunda yer alabileceği gibi: 1950’li yıllarda büyük kabul edilen bir işletme bugünün koşullarına göre orta ölçekli veya küçük ölçekli bir işletme olarak kabul edilebilir. Kısaca büyüklük mekana ve zamana göre değişebilir. Nitekim gelişmiş veya sanayileşmiş ülkelerde 200-300’den az işçinin çalıştığı işyerleri küçük işletme olarak kabul edilirken, gelişmekte veya sanayileşmekte olan ülkelerde 1-49 işçi çalıştıran küçük, 50-99 işçi istihdam eden işyerleri orta ölçekli işletmeler gru¬bunda değerlendirilirler.

Öte yandan ölçek kriterleri işletmenin ait olduğu ekonomik faaliyet koluna göre de farklılık gösterebilir. Örneğin, tarım sektöründe işlediği tarım arazisinin alanına göre büyük grubunda yer alan bir tarım işletmesi, istihdam ettiği işçi sayısı veya toplam satış hasılası bakımından diğer sektörlerde küçük işletme sınıfına girebilir.

Pek çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de işletmelerin büyüklüklerine göre sınıflandırılması ve dolayısıyla tanımı konusunda bir görüş birliğine veya ortak bir tanıma rastlanılmamaktadır. Farklı kuruluşlar ve yasalar, değişik kriterleri esas kabul ederek farklı tanımları geliştirmektedirler. Örneğin, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme idaresi Başkanlığı (KOSGEB)’nın 12.4.1990 tarih ve 3624 sayılı kuruluş kanununda; (1-50) arası işçi istihdam eden işletmeleri küçük, (51-150) arası işçi istihdam eden işletmeleri orta ve 150 den fazla işçi çalıştıran işletmeleri ise büyük işletme olarak tanımlamaktadır (1)

Ülkemizde KOBl’lere finansal destek sağlayan en önemli kuruluş olan Türkiye Halk Bankası, en son olarak 1990 yılında işletmeleri büyüklüklerine göre tanımlamada işçi sayısı ve makina parkından oluşan iki teme! ölçütü esas almıştır. Türkiye Halk Bankası ve onun görüşünü benimseyen DPT’ye göre; 100’den az işçi çalıştıran ve maki¬na parkının bilanço değeri 600 milyon liraya kadar olan işletmeler küçük. 100-250 arası işçi çalıştıran ve makina parkı değeri 6 milyar lirayı geçen işletmeler ise büyük işletmeler olarak tanımlanmıştır (2).

Sadece işçi sayısını ölçüt alan Ege bölgesi Sanayi Odası, (5-50) işçi istihdam eden işletmeleri “küçük”, (50-199) işçi çalıştıran işletmeleri orta ve 200’den fazla işçi istihdam eden işletmeleri de büyük işletme olarak; Ankara Sanayi Odası ise. (10-30) işçi istihdam eden işletmeleri küçük, (30-299) arası işçi çalıştıranları orta ve 299’dan fazla işçi istihdam edenleri de büyük işletme olarak tanımlamaktadırlar.

Hukuki Yapılarına Göre İşletmeler

Ülkemizde işletmelerin hukuki (yasal) yapısını düzenleyen temel kanun Türk Ticaret Kanunu’dur. Kanuna göre özel işletmeler yasal yapıları açısından yada tüzel biçimlerine göre aşağıdaki gibi sınıflandırılır:

1- Tek Kişi İşletmeleri

2- Ortaklıklar (Şirketler) a- Adi Ortaklıklar b- Ticaret Ortaklıkları ba – Kişi Ortaklıkları Kollektif Ortaklıklar

– Komandit Ortaklıklar

– Anonim Ortaklıklar

– Limited Ortaklıklar

– Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Ortaklıklar

3- Kooperatifler

1- Tek Kişi İşletmeleri

Tek kişinin sahibi olduğu bu işletmeler, en basit ve en çok görülen işletme biçimidir, işletmenin sahibi her türlü işletme faaliyetlerine ilişiktir. kararları alır. uygular ve denetler, işletmenin tüm kârları ve riskleri işletme sahibine aittir, işletmenin tek sahibi olan kişi Türk Ti¬caret Kanunu*;;a göre tacir olarak tanımlanır. Gerçekten de Kanunu¬muza göre “bir ticari işletmeyi kısmen de olsa kendi adına işleten kişiye tacir” denilmektedir. Tek kişi işetmelerinin, az sermaye gerek¬tirdiği, küçük işletmeler için en iyi hukuki yapı olduğu söylenir.

Kurulmasının kolay olması, kâr bölüşümüne olanak tanıması, yet¬kinin tek elde toplanması nedeniyle çabuk karar vermeyi olanaklı kılması örgütsel yapının esnek olması ve sahibine manevi yönden saygınlık sağlaması gibi bazı üstünlükleri olmasına rağmen; tek kişi işletmelerinin büyüklüklerinin sınırlı olması, yaşamlarının sahibinin hayatıyla kısıtlı olması, modern yönetim ve işletme esaslarından yok¬sun bulunması ve borçlar karşısında tacirin sınırsız sorumlu bulunması (sınırsız mali sorumluluk) gibi bazı sakıncaları da vardır.

2- Ortaklıklar (Şirketler)

Birden çok kişinin bir iktisadi amaca ulaşmak için aralarında anlaşarak para, mal yada emeklerini bir araya getirmek suretiyle kurdukları ticari işletmelere ortaklık adı verilir. Bir işletmenin or¬taklık olabilmesi için aşağıdaki nitelikleri taşıması gerekir:

  1. Ortaklığı kuran kişilerin sayısı birden fazla olmalıdır.
  2. Ulaşılmak istenen ortak bir amaç bulunmalıdır.
  3. Ortak amaca ulaşmak için ortaklar aralarında bir anlaşma (sözleşme) yapmalıdır.
  4. Belirlenen amaca ulaşmak için para, mal, emek ve sermaye konulmalıdır.

Yukarıdaki nitelikleri taşıyan ortaklıklar Borçlar Kanunu’muzda Adi Şirketler adı altında genel olarak incelenmektedir. Öte yandan Ti¬caret Kanunu’muzda Ticaret Şirketleri adı verilen ortaklıklara ilişkin hükümler toplanmıştır.

Borçlar Kanunu’muza göre adi ortaklıkların tüzel kişilikleri yok¬tur. Bir şirketin yada ortaklığın tüzel kişiliğe sahip olması, ortaklığı oluşturan kişilerden ayrı olarak şirketin borç ve hak sahibi olması an¬lamına gelir (1) Tüzel kişiliği olan ortaklıklarda, ortaklık borçlarından dolayı birinci derecede şirket sorumludur. Ortaklığın mal varlığı yeterli olmadığı takdirde ortaklara sorumluluklarının sınırlı yada sınırsız olmasına göre değişik ölçü ve şekillerde müracaat edilebilir.

Adi şirketlerin tüzel kişiliği olmamasına rağmen ticaret şirketlerinin tümü tüzel kişiliğe sahiptir. Bu nedenle ortaklık alacaklısı önce ortaklığın mal varlığına müracat edecektir. Eğer bu mal varlığından alacağını tahsil edemezse, kişi şirketin ortaklarına müracaat edecektir.

a- Adi Ortaklıklar

İki yada daha çok kişinin para, mal yada emek olarak bir ser¬maye koymaları ile oluşur. Tüzel kişiliği olmayan adi ortaklıkların ku¬ruluşu Borçlar Kanunu’nca özel bir biçime bağlanmıştır. İster gerçek kişi, ister tüzel kişi olsun, ortakların şirket kurmak için sözlü olarak yada kapalı anlaşmalarıyla adi ortaklıklar kurulmuş olur.

Adi ortaklıklarda, şirketin kararları tüm ortakların oybirliği ile alınır. Bununla beraber sözleşmeye, çoğunlukla karar verileceği de konulabilir. Şirket kârları bütün ortaklar arasında ve belirtilen oran¬larda yada eşit oranlarda dağıtılır. Ortakların sorumlulukları sınırsız olup her ortak şirketin tüm borçlarından kişisel varlığıyla sorumludur. Her ortağın şirketin yönetiminde yetkisi vardır. Yönetim yetkisi or¬taklardan birine, birkaçına yada dışarıdan birine bırakılabilir.

b- Ticaret Ortaklıkları

Türk Ticaret Kanunu’nca düzenlenen bu tür ortaklıklar; (1) Kişi Ortaklıkları ve {2) Sermaye Ortaklıkları olmak üzeri iki gruba ayrılır. Kişi şirketleri, çoğu kez, birbirlerini iyi tanıyan ve birbirle¬rine güvenen kişiler tarafından kurulur. Bu nedenle ortakların sayısı azdır ve ortaklığın devri güçtür. Kollektif ve komandit or¬taklıklar bu grubun tipik örnekleridir.

Sermaye şirketlerinde ortakların sorumlulukları şirkete getir¬dikleri sermaye ile sınırlıdır. Getirdikleri sermaye oranında pek çok kişi şirkete katılabilir. Şirketin yönetimi genellikle uzman kişilere bırakılır. Ortakların değişmesi kolay olduğundan sermaye ortaklıkları daha uzun ömürlü olabilirler. Anonim ortaklıklar bu türlü şirketlerin tipik bir örneğidir. Sermayesi paylara bölünmüş ko¬mandit şirketler ile limited şirketler de sermaye ortaklıkları olarak sayılabilir.

Kollektif Ortaklıklar

Türk Ticaret Kanunumuzun 153.üncü maddesine göre kollektif şirket “Gerçek kişiler arasında kurulan, ortaklık borç ve yükümlülüklerinden dolayı ortaklığın sorumluluğu sınırsız ve zincir¬leme olan bir ticaret ortaklığıdır”, olarak tanımlanabilir 0) . Bu tanıma göre ticarethane, fabrika yada benzeri kuruluşları işletmek amacıyla kurulan kollektif ortaklıkların başlıca özellikleri şunlardır:

  1. Ortaklık, gerçek kişiler arasında yapılan bir sözleşmeye dayanmaktadır.
  2. Ortaklıkların sorumlulukları sınırsızdır ve şirket borçlarından dolayı zincirleme sorumludur. Adi ortaklıklardan farklı olarak, kollektif ortaklığın ayrı bir varlığı yani tüzel kişiliği vardır. Kazançlar şirket sözleşmesinde belirtilen biçimde dağıtılır.
  3. Ortaklardan her birinin ayrı ayrı şirketi yönetme hak ve görevi vardır. Ancak, Şirket sözleşmesiyle, şirket yönetimi tek bir ortağa yada birden çok orta bırakabilir.
  4. Şirketin sermaye gücü ortakların varlığına bağlıdır.
  5. Ortaklar arasında ilişkiler karşılıklı güvene dayandığından ve (1) ortaklar tüm varlıklarıyla sorumlu bulunduklarından, ortaklar arasında değişiklik yapılması zorlaştırılmıştır.

Ülkemizde en yaygın ve en çok rağbet gören ortaklık türü, kollektif ortaklıktır. Özellikle ortakların kişisel emek ve çabasına ihtiyaç duyulan girişimlerde bu ortaklık türünden yararlanılır. Şirketin borç ve yükümlülüklerinden dolayı ortakların sınırsız sorumlu olmaları, bu ortaklığın piyasada güvenilirliğini sağlar ve itibarını arttırır. Sınırsız sorumluluk ortak sayısının kısıtlı olmasına, uygulamada üç veya beş kişiye aşmamasına neden olur. Bu kişiler genelde birbirlerini iyi tanıyan, birbirlerine güvenen ortaklardır. Bu nedenle, çoğu kez bu kişiler baba ve oğul (oğullardan) veya yakın kan bağı olan akrabalardan oluşur.

Kollektif şirket ortaklarının gerçek kişi olması yasal bir zorunlu¬luktur. Yasada, ortak sayısının alt ve üst sınırı belirtilmemiştir.

Kollektif şirketlerin kuruluş formaliteleri basit, çabuk ve mas¬rafsızdır. Bu ortaklık, ortaklar arasında yazılı ve noterden onaylı or¬taklık sözleşmesi veya esas sözleşme ile kurulur. Bir ortaklık sözleşmesinde bulunması gereken öğe veya hususlar şunlardır (1):

– Ortaklıkların adları, soyadları, ikametgahları ve tabiyetleri,

– Ortaklığın ticaret unvanı (adı), bu adda kollektif sözcüğünün bulunması ve ortaklık merkezi (yeri),

– Ortaklığın faaliyet konusu,

– Her ortağın sermaye olarak koymayı taahhüt ettiği para mik¬tarı, eğer aynî sermaye konulmuş ise bunun değeri, kişisel emekle iştirak varsa bunun maliyeti ve kapsamı,

– Ortaklığı temsil edecek yetkili kişilerin ad ve soyadları.

Kollektif ortaklığın . tüzel kişilik kazanması ve kollektif ortaklık olarak nitelendirilmesi için Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 157. nci maddesine göre tescil ve ilan edilmesi gereklidir. Tescil talebi, ortaklık merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret sicil memurluğuna, or¬taklığı kuranlar tarafından, sözleşmenin düzenlenmesinden itibaren 15 gün içinde yapılır. Tescil edilen ortaklık. Türkiye Ticaret Sicil Gazete¬sinde ilan edilir ve böylece tüzel kişilik kazanır.

Komandit (Adi Komandit) Ortaklık

Komandit ortaklıklar. “Adi Komandit Ortaklıklar” veya kısaca “Komandit Ortaklıklar” ve “Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Ortaklıklar” olmak üzere iki büyük gruba ayrılır. Bu sınıflamada görüldüğü gibi komandit ortaklık denilince kastedilen adi komandit ortaklıktır.

Komandit ortaklık da, kolleklif ortaklık gibi, bir kişi ya da şahıs ortaklığıdır. Komandit ortaklık, kollektiften. ortakların sorumluluğu açısından ayrılır. Komandit şirkette iki tür ortak vardır. Bir kısım or¬taklar, aynı kolleklif şirkette olduğu gibi ortaklık borç ve yükümlülüklerine kaşı sınırsız sorumluluk taşırlar, yani tüm varlıkları ile sorumludurlar. İşle sorumluluğu sınırsız olan ortaklara, komandite ortak denir. Öte yandan bir kısım ortaklar ise, şirket borç ve yükümlülüklerine karşı sadece koydukları sermaye ile sınırlı olarak sorumludurlar. Bu tür ortaklara da komanditer ortak denir.

Komandit ortaklıklar, kişi şirketleri ile sermaye şirketleri arasında köprü sayılabilecek bir ortaklık türüdür. Nitekim bir yanda komanditer ortaklar nedeniyle, yani şirket borçlarına sadece koyduk¬ları sermaye ile sınırlı sorumlu oldukları için sermaye şirketine yakın olurken; öte yandan da, komandite ortaklar nedeniyle, yani şirket borçlarına karşı tüm varlıkları ile sınırsız sorumlu oldukları için şahıs şirketlerine benzerler.

Kollektif ortaklık gibi, komandit ortaklığın kuruluşu kolay ve masrafsızdır. Komandite ortakların ortaklık borç yükümlülüklerinden tüm mal varlıklarıyla sınırsız ve zincirleme sorumlu olmaları, bu tip ortaklıklara piyasada güven sağlar. Ancak, bu tip ortaklıklarda koman¬dite ortaklar nedeniyle kişi öğesi ağır bastığından ortaklardan birisinin ortaklıktan ayrılması veya .ölümü ortaklığın varlığını tehlikeye sokabi¬lir. Ortak sayısı açısından herhangi bir sınırlama olmamakla beraber, ortakların birbirlerini iyi tanımaları gerektiğinden, uygulamada ortak sayısı üçü beşi aşmaz.

Gerçekten ortaklıktan bahsedebilmek için, ortaklıkta, en az bir komandite ve asgari de bir komanditer ortağın bulunması gerekir. Bu ortaklıkta, kollektif ortaklık gibi komandite ortakların gerçek kişi ol¬maları zorunlu olurken; komanditer ortaklar tüzel kişiler olabilir. Ko¬mandit ortaklık, ortaklarından bağımsız bir tüzel kişiliğe sahiptir.

Bu açıklamalardan sonra bir komandit ortaklık “ortaklık borç ve yükümlülüklerinden dolayı ortaklarından en az birisinin sınırlı ve en az birisinin de sınırsız sorumlu olduğu, sınırsız sorumlu ortakların gerçek kişi olmaları zorunlu, tüzel kişiliği olan bir ticaret ortaklığıdır” diye tanımlanabilir

Kollektif ortaklıkta olduğu gibi bir komandit ortaklık da ortaklar arasında yazılı ve noterden onaylı ortaklık sözleşmesi veya esas sözleşme ile kurulur. Bu ortaklık sözleşmesinde bulunması gereken öğeler şunlardır:

– Ortakların ad ve soyadları ile ikametgahları, tabiyetleri hangi¬lerinin komandite, hangilerinin komanditer olduğu (TTK.M.243.3).

– Ortaklığın komandit olduğu.

– Ortaklığın ticaret unvanı ve merkezi.

– Ortaklığın faaliyet konusu.

– Komandite ortakların sermaye olarak koymayı taahhüt ettikleri para miktarı, para niteliğinde olmayan ayni sermayenin değeri (şahsi emek sermaye olarak konmuşsa, bunun niteliği ve kapsamı).

– Komanditer ortakların koydukları veya koymayı taahhüt ettik¬leri nakit sermaye miktarı, paradan başka sermayenin değeri (Bir ko¬manditer kişisel emeğini veya ticari itibarını sermaye olarak koya¬maz).

– Ortaklığı temsile yetkili kişilerin ad ve soyadları, bunların

yalnız başına mı, birlikte mi temsile yetkili olacakları.

Komandit ortaklığı kuranlar, buna ait ortaklık sözleşmesinin no¬terlikçe onaylanmış bir suretini, onay tarihinden on beş gün süre içerisinde ortaklık merkezinin bulunduğu yerdeki Ticaret siciline vere¬rek tescilini almak zorundadırlar. Ortaklık, tescili anından itibaren tüzel kişilik kazanır.

Komandite ortağın yönetim hakkı olmasına rağmen komanditer ortağın böyle bir hakkı yoktur. Komandite ortak, ortaklık envanter ve bilançosunun olağan ve olağanüstü denetleme hakkına sahipken; koman¬diter ortak ancak olağan denetleme hakkına sahiptir.

Anonim Ortaklıklar

Sermaye ortaklıkları içinde en tipik ve en gelişmiş olan anonim ortaklık, modern ekonomik sistemdeki özellikle büyük işletmelerin örgütlenmesine en uygun yasal yapıdır.

Bugün tüm dünyada büyük ekonomik kalkınma ve büyümeler ano¬nim şirketlerin kurulmasıyla başlamıştır. Çünkü ekonomik büyüme için gerekli sermayeler ancak anonim ortaklık kuruluşları ile sağlanabilir. Bu tür ortaklıklar, küçük tasarrufları toplayarak büyük sermayelerin oluşması ve bunların üretim alanlarına aktarılmasında en uygun araçlardır. Böylece kişisel sermayelerle gerçekleştirilemiyecek girişim ya da işletmeler anonim ortaklıklar aracılığı ile kolayca oluşabilirler.

Anonim ortaklıklar, büyük işletmelerin kurulmasını gerçekleştirmekle beraber, gerçekte bu işletmelere küçük tasarruf sa¬hiplerinin ve emekçilerin ortak olmasını da olanaklı kılarlar. Böylece elde edilen gelirlerden sadece sınırlı büyük sermaye gruplarının değil, geniş bir çalışan ve halk kitlesinin de yararlanmasını sağlarlar. Nite¬kim ülkemizde de son zamanlarda bir sermaye piyasasının kurulması, büyük ortaklıkların sermayelerini halka açmaları ve büyük devlet ku¬ruluşlarının paylarının halka arz edilmesi sonucu anonim ortaklıklar baş döndürücü bir hızla halka açılmakta, halkın olmakta ve sayıları her gün artmaktadır.

Anonim ortaklık, “bir unvan altında, ekonomik amaç ve konular için kurulan, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş, hissedarların so¬rumlulukları sermaye payları ile sınırlı, ortaklık sıfatı paya göre be-lirlenen ve tüzel kişiliği olan bir ticaret ortaklığıdır” diye tanımlanabilir. Bu tanım çerçevesinde anonim ortaklıkların başlıca özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

  1. Ortaklığın bir ticaret unvanı olmalı, bu unvanda “anonim” sözcüğü bulunmalı ve ortaklığın faaliyet konusu belirtilmelidir.
  2. Anonim ortaklığın kuruluş sermayesi belli olmalı ve bu ser¬mayeye birbirine eşit paylara bölünmelidir. Mevcut yasada bir anonim ortaklık sermayesi 500.000 TL. den aşağı olamaz. Ancak istisnai ola¬rak en az sermaye tutarı bankalar için 1 (Bir) Trilyon, menkul değerler aracı kuruluşları ve yatırım ortaklıkları için 10 milyar, finansal kiralama ortaklıkları ile döviz ofisleri için yine 10 milyardır.
  3. Ortaklığın sermayesi birbirine eşit paylara veya hisselere bölünmüştür. Ortaklık sözleşmesinde paylar nominal (itibari) değeri göstermekte ve payların nominal değerleri toplamı, sermayeye eşit olmalıdır. Her pay sermayenin belirli ve birbirine eşit bir oranını oluşturur ve ortaklık sıfatını oluşturur. Bir payın tutarı 500 TL. den aşağı olamaz, ancak 100 TL ve katları olarak arttırılabilir.
  4. Anonim ortaklıkta, her pay (hisse) bir ortaklık mevkini oluşturur ve ortak sıfatı paya göre belirlenir. Şirkette ne kadar pay varsa, o kadar da ortak vardır. Anonim ortaklığın birbirine eşit paylara ayrılmış sermayesi karşılığında çıkarılan ve üzerinde nominal değeri gösterilen kıymetli evraka (kağıda) pay veya hisse senedi ve bunu salın alan kişilere do hissedar (paydaş) denir. Birden çok pay senedi bir kişinin elinde toplanabilir. Bu takdirde bu kişinin sahip olduğu pay senedi kadar ortaklık mevkii vardır.
  5. Anonim ortaklıkta gerek gerçek ve gerekse tüzel kişiler kuru¬cu ortak veya pay sahibi (hissedar) olabilirler. Bu ortaklığın kurulabil¬mesi için en az beş kişi. diğer bir deyişle, pay sahibi en az 5 kurucu olmalıdır. Ortaklık sıfatının devri mümkündür. Devir, pay (hisse) sene¬di devri ile olur. Ortaklatın ulumu veya ortaklıktan çekilmeleri şirketi etkilemez.
  6. Ortakların sorumluluk ve yükümlülükleri üstlenmiş olan ser¬maye payları ile sınırlıdır. Üstlenilen sermaye payının ortaklığa ödenmesi veya konması ile ortağın sorumluluğu sona erer.
  7. Anonim ortaklık, bir ticaret ortaklığı olması nedeniyle tüzel kişiliğe sahiptir.

Anonim ortaklığın kurulabilmesi için ortaklık sözleşmesinin yazılı şekilde yapılmanı, tüm kurucular tarafından imzalanması, bu imzaların noterce onaylanması gerekmektedir. Noterce onaylandıktan sonra Sa¬nayi ve Ticaret Bakanlığına kuruluş izni alınması için başvurulur. Ba¬kanlık izni alındıktan sonra kuruluşun kesin onaylanması için Ba¬kanlıktan alınan izin belgesi ve onaylanmış ana sözleşme .ile ortaklık merkezinin bulunduğu yerdeki Ticaret Mahkemesine başvurulur. Mah¬kemenin onaylaması ile ortaklığın kuruluşu tamamlanmış olmaz. Ayrıca ticaret siciline tescilinin (kaydının) yapılması ve daha sonra Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilmesi gerekir.

Anonim ortaklığının organları: (1) genel kurul, (2) yönetim kurulu. (3) denetçilerden oluşur. Anonim şirketlerin en yetkili karar organı olan genel kurul, şirket ortaklarından, yani pay sahiple¬rinden (hissedarlardan) oluşur. Bu kurulda her ortak, elinde bulundur¬duğu hisse Senedi sayısı oranında oy hakkına sahiptir. Diğer organlar genel kurul kararlarını yerine getirmek veya getirilmesini denetlemek zorundadırlar. Yönetim kurulu anonim ortaklığın yasal temsilcisi olup ortaklığın yönetim ve temsillinde işletme sahibi gibi görev yapar. Yönetim kurulu, genel kurulun aksine sürekli bir organdır. Bir anonim şirkette genel kurul tarafından seçilen yönetim kurulu üye sayısı en az üç kişiden oluşur ve en fazla üç yıl için seçilirler, Yönetim kurulu üyesinin gerçek kişi olması gerekir, tüzel kişiler yönelim kurulu üyesi seçilemezler. Denetçiler de genel kurul tarafından seçilir ve yönetim kurulu gibi sürekli bir genel kurul tarafından seçilir ve yönetim kurulu gibi sürekli bir organdır. Görevi, ortaklık işlemini üstlenen yönetim kurulunu denetlemektir. Anonim ortaklıkta denetçi (murakıp) sayısı beşten fazla olamaz, mevcut yasalar bir taban sayısı belirlememiştir.

Limited Ortaklık

Uygulamada oldukça yaygın bulunan sermaye ortaklıklarından bi¬risidir. Ticaret Kanunumuzun 503. üncü maddesine göre limited or¬taklık, “iki veya daha çok gerçek veya tüzel kişice bir ticaret unvanı altında kurulan, ortakların sorumluluğu, koymayı taahhüt ettikleri ser¬maye ile sınırlı ve ana sermayesi belirli olan ortaklık” olarak tanımlanır.

Limited ortaklığın başlıca özellikleri şunlardır:

  1. Limited ortaklıklar bankacılık ve sigortacılıkla uğraşamazlar.
  2. Nakit olarak ifade edilen sermayenin belirli ve paylara bölünmüş olması gerekir. Sermayesi 10.000 TL. den aşağı olamaz.
  3. Limited ortaklıkta her ortağın 1 payı vardır. Paylar en az 500 TL. sı ve bunun katları olmalıdır. Payların birbirine eşit olması zorunlu değildir. Ortakların payları için anonim ortaklıkta olduğu gibi kıymetli evrak niteliğinde pay veya hisse senedi çıkarılamaz. Ortaklık payının devri, genelde diğer ortakların iznini gerektirir.
  4. Ortak sayısı 2’den az ve 50’den çok olamaz. Ortakların sorum¬luluğu, üstlenmiş oldukları sermaye payı ile sınırlıdır. Bu ortaklığa gerçek ve tüzel kişiler ortak olabilir.

Limited ortaklığın yasada öngörülen organları ortaklar kurulu ve müdürler’dir. Ortak sayısı 20’yi aşarsa birde denetleme kuru¬lu oluşturulmalıdır. Ortaklar kurulu, limited şirketlerin en yetkili ve en üst karar organıdır. Müdürleri ve sözleşmede öngörülen diğer or¬ganları seçmek, azletmek, ortaklık sözleşmesini değiştirmek, hatta ortaklığı fesh etmek ortaklar kurulunun yetkisi içindedir. Ortaklar ku-rulunun yürütme yetkisi bulunmadığı için ortaklığı temsil edemezler. Ortaklık işlevinin sorumluluğu, ortaklığın yürütme, yönetim işlevini üstlenen ve dolayısıyla ortaklığı temsil eden müdürlere aittir. Ortak sayısı yirmiyi aşan limited ortaklıklarda en az bir denetçinin bulunmacı gerekir. Ortak sayısı 20 veya 20’den az ise, müdür sıfatını taşımayan bir ortak denetleme işlevini yürütebilir.

Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Ortaklık

Sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklık, daha önce incele¬nen komandit ortaklığın özel bir türü olmakla beraber, sermaye or¬taklıkları arasında yer alır. Uygulamada, ülkemizde, bu tür ortaklık, pek ender görülmektedir.

Ticaret Kanunumuzun 475. inci maddesine göre sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklık “………. sermayesi paylara bölünen ve ortaklarından bir veya birkaçı şirket alacaklarına karşı bir kollektif şirket, diğerleri bir anonim şirket ortağı gibi sorumlu olan şirkettir” diye tanımlanır (1) Bu tanıma göre bu ortaklıkta bir kısım ortaklar kollektif ortak gibi, şirket alacaklılarına karşı, katılma payı veya buna karşılık elindeki senedin miktarı ne olursa olsun, sınırsız ve zincirleme sorumlu olurken; diğer bir kısım ortaklarda, anonim şirketlerde olduğu gibi, sınırlı sorumlu yani sorumlulukları taahhüt etmiş oldukları sermaye payları ile sınırlıdır. İşte bu tür şirkette, kollektif şirket ortakları gibi sınırsız sorumlu ortaklara komandite, sınırlı sorumlu ortaklara komanditer denir.

Adi komandit ortaklıkla bu ortaklık arasındaki başlıca fark şudur: Sermayesi paylara bölünmüş ortaklıkta, ortaklık sermayesi, anonim ortaklıkta olduğu gibi, paylara bölünmüş olur ve bu paylar kıymetli ev¬rak niteliğindeki senetlerle (hisse senetleri ile) ifade edilir. Komanditer ortakların sahip oldukları bu pay (hisse) senetleri anonim ortaklık pay¬ları veya hisse senetleri gibi devredilebilir. Adi komandit ortaklıkta ise, sermaye paylara bölünmemiş olduğu gibi, ortaklar diğer ortakların olurunu almaksızın paylarını başkasına devir edemezler.

Sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklıkla, anonim ortaklık arasındaki fark ise, anonim ortaklıkta ortaklık -borç ve yükümlülüklerinden dolayı sınırsız sorumlu ortak bulunmaması ve or¬taklık yönetim ve temsilinin genel kurulca seçilen yönetim kuruluna ait olmasıdır. Oysa, sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklığın yönetimi, devamlı olarak ve seçimsiz, komandite ortaklara aittir.

Sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklık esas itibariyle anonim ortaklıklar hükümlerine tabidir. Bu ortaklığın sermayesi de, anonim ortaklıkta ki gibi, belirli ve paylara bölünmüştür. Ortaklık ser¬mayesi 500.000 TL. dan aşağı olamaz ve her payın da asgari 500 TL. olması gerekir. Komandite ortaklar, ortaklığın yönetim ve temsil organını oluştururlar. Bu nedenle, ayrıca yönetim kurulu diye bir organ yoktur. Böylece ortaklığın organları, komandite ortaklar, denetçiler ve genel kuruldan oluşur.

3- Kooperatifler

1969 yılına kadar, Ticaret Kanunu’muzun 485’inci maddesi ile kooperatifler şirketler grubuna dahil edilmiştir. Fakat 1969 yılında 1163 sayılı kooperatifler kanunu ile kooperatifleri şirketlerden ayırıcı nitelikte genel hükümler getirilmiştir. Bu kanunla kooperatifler bir şirket yerine, tüzel kişiliği olan karşılıklı yardım ve dayanışmaya dayanan, belirli ekonomik çıkarları temin eden bir örgüt olarak tanımlanmıştır. Böylece, kooperatifler, asıl amacı kâr etmek olan şirketlerden ayırt edilmiştir. Kooperatifler türlerine göre ev sahibi ol¬mak (yapı kooperatifleri), tüketim maddelerini toptancıdan temin et¬mek (tüketim kooperatifleri), ürünleri pazarlarda doğrudan doğruya satmak (pazarlama kooperatifleri) ve üretim faktörlerini almak (üretim kooperatifleri) gibi konularda ortakların ekonomik çıkarlarını korumak için kurulmuştur.

Bir kooperatif en az 7 ortak tarafından imzalanacak ana sözleşme ile kurulur. Kooperatifte sermaye miktarı sınırlandırılmaz. Kooperatif¬lerin kuruluşu sırasında sözleşmede belli bir sermayenin belirtilmesi zorunluğu yoktur. Bir ortak pay senedinin değeri 10.000 TL.dan az ve 10 milyon TL dan fazla olamaz.

Geniş anlamda kooperatif, belirli bir amaca ulaşmak için, bağımsız ekonomik birimlerin, eşitliğine dayalı ve gönüllü olarak kur¬dukları bir örgüttür. Bu örgüt kendisini öteki işletmelerden ayıran şu ilkeleri izler:

  1. Açık Üyelik: Bu ilkeye göre kooperatif gönüllü bir ortaklıktır. Hiç kimse kooperatife girmeye veya kooperatifte kalmaya zorlanamaz.
  2. Demokratik Yöntem: Tüm üyelerin eşitliğine dayalı kendi ken¬dini yönetme anlamına gelir.
  3. Ortakların (sermaye) paylarına sınırlı faiz ödeme ve işletme arttırımlarının (gelir-gider farkının) ortaklara eşit dağılımı.
  4. Maliyetine hizmet.
  5. Irksal, dinsel ve siyasal tarafsızlık.

KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ İŞLETMELER (KOBİ’LER)

Kısaca KOBİ’ler olarak bilinen küçük ve orta boy işletmeler, her ülkede olduğu gibi ülkemiz ekonomisinde de son derece önemli bir yer ve ağırlığa sahip olmakta ve adeta ekonomik canlılığın bir barometresi ya da göstergesi durumundadırlar. Zira küçük ve orta ölçekli işletmeler yalnızca büyük işletmelerin ürettiği aynı mal ve hizmetleri üretip onları rekabetçi ortama çekerek ekonomik canlılık kazandıran birimler değil, aynı zamanda büyük işletmelerin kullandıkları mamul ve yarı mamül girdileri üreterek onların gelişimini de tamamlarlar Diğer bir deyişle, bir yandan kendi başlarına büyüklerle rekabet içinde nihai . ürün ve hizmet üretmek suretiyle ekonomik kalkınmaya katkıda bulu¬nurken; diğer yandan da büyük işletmeleri tamamlayarak veya destekleyerek birlikte katkıda bulunurlar. Böylece ekonomilerde bir yan sanayi oluşturarak büyük işletmelerle bir ortak yaşam kurarlar.

Ülkemizde olduğu kadar hemen hemen tüm dünya ülkelerinde KOBİ’ler,; sayısal miktar, istihdam hacmi, üretim değeri, gelişmeye olan katkıları, mülkiyetin tabana yayılması, ekonomik açıdan serbest rekabete dayalı piyasa ekonomisinin ve sosyal bakımdan toplumsal is¬tikrarın temel unsurudur.

Tüm ülkelerde KOBİ’lerin toplam işletmeler içindeki oranı % 96’dan fazladır. Almanya. Fransa ve Japonya’da bu oran % 99’dur. Öte yandan, tüm ülkelerde istihdama en fazla katkıda bulunan işletmelerdir. Örneğin ABD’de KOBİ’lerin toplam istihdam içindeki payı % 58: Japonya ve italya’da ise % 80’den fazladır (2).

Tüm ülkelerde olduğu kadar Türkiye’de de 1990 yılı verilerine göre tüm işletmelerin % 99.2’sini oluşturan, toplam istihdamın % 53’ünü sağlayan, toplam yatırımın % 26.5’ini gerçekleştiren ve ya¬ratılan katma değer içinde % 38 oranında pay sahibi olan KOBİ’lerin ekonomi içinde büyük bir yeri ve ağırlığı bulunmaktadır (3)- Öte yandan, ülkemizde sektörel bazda katkılarına bakıldığında KOBİ’lerin toplam işletmelerin tarım sektöründe % 99.9’ini, sanayi sektöründe % 98.6’sını, ticaret ve hizmet sektöründe % 98.5’ini oluşturduğunu; is¬tihdam bakımından KOBİ’lorde çalışanların tarım sektöründe % 99.8, sanayi sektöründe % 45.6 ticaret sektöründe % 90.0 pay tuttuğunu; toplam üretimin tarım sektöründe % 95.0’inin ve sanayi sektöründe % 45.4’ünün yine KOBİ’ler tarafından üretildiğini belirtebiliriz (1).

a- KOBİ’lerin Ortak Özellikleri

işletmelerin ölçek bakımından sınıflama kriterleri dikkate alındığında KOBİ’lerin ortak özelliklerini şöylece sıralamak olasıdır:

  1. Çoğunlukla bireysel veya şahıs ortaklığı hukuki yapısına sahip¬tirler.
  2. İşletmelerde “Sahip-Yönetici” modeli egemendir. Diğer bir deyişle, sahiplik ve yöneticilik aynı kişide toplanmıştır. Pek azında veya bazı hizmetlere özgü olmak üzere profesyonel yöneticiden yarar¬lanılmaktadır. İşletme ve sahiplik bütünleşmiştir.
  3. Bağımsız olma niteliği. Kısıtlı sayıda işletme sahipleri genellikle aile bireylerinden oluştuğu ve ayrıca sahiplik ve yöneticiliğin aynı kişide toplandığı için büyük işletmelerde olduğu gibi; yöneticiler üzerinde işletme sahiplerinden, hissedarlardan gelen doğrudan bir kontrol mevcut değildir. Aynı zamanda yönetici durumunda olan İşletme sahibi bağımsız karar alabilme durumundadır.
  4. Faaliyetler iş bölümü olmadan veya daha basit işbölümüne dayanan bir organizasyon ile yürütülebilmektedir. Uzmanlaşma çok sınırlı boyutlarda kalmaktadır.
  5. İşçi-işveren arasında olduğu gibi işletme-müşteriler arasında da yakın bir ilişki vardır.
  6. Sınırlı bir sermayeye sahiptirler. Finansman için gerekli fon¬ları genellikle öz kaynaklardan veya öz sermayeden temin etmek duru¬mundadırlar.
  7. Duran (sabit) ve dönen varlıkların hacmi, mal ve hizmet kapa¬siteleri sınırlıdır. Yatırım güçleri zayıftır.
  8. Satış hacmi veya pazar payları sınırlıdır; genellikle küçük veya yöresel düzeyde kalmaktadır.
  9. Tedarik ve pazarlamada pazarlık güçleri zayıftır. (1)
  10. İstihdam oranı düşüktür, işletme sahibi çok kez aile bireyleri bizzat iş yerinde çalışırlar.
  11. Yeniliği açık dinamik bir yapıya sahiptirler

b- Türkiye’de KOBİ’lerin Ekonomik ve Sosyal Kalkınmadaki Yeri ve Önemi

Özellikle son yıllarda ekonomi ve işletme literatürünün ilgi odağını oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmeler konusunda yapılan çalışmalar, bu işletmelerin ekonomik ve toplumsal kalkınmada çok önemli roller oynadığını ortaya koymaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  1. KOBİ’ler ekonomiye dinamizm ve serbest rekabete dayalı piya¬sa ekonomisine işlerlik kazandıran birimlerdir. Daha önce de değinildiği gibi bir ekonomide çok yoğun sayıda olan ve ülke sathına yayılmış bulu¬nan KOBİ’ler, yalnızca büyük işletmelerin ürettiği aynı mal ve hizmet¬leri üretip onları rekabetçi ortama çekerek ekonomik canlılık ka¬zandıran birimler değil, aynı zamanda büyük işletmelerin kullandığı mamul ve yarı mamul girdileri üreterek onların gelişimini de tamam¬larlar. Böylece bir ülkedeki tüm ekonomik birimlerin gelişmesine ve yaratıcılığına katkıda bulunurlar. Ekonomik hayatta ayakta kalmak ve başarmak güdüsü ile yönlendirilen ve yönetilen bu işletmeler, bir eko¬nominin canlılığının barometresidirler ve ekonomiyi kemikleşmekten ve çökmekten korurlar. Zira bir ekonominin sağlıklıyı çok sayıda yeni işletmelerin doğuşuna ve bazılarının mevcut endüstri liderlerine mey¬dan okuyarak ve yerini alabilecek kadar büyüyerek bir rekabet or¬tamının oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, küçük ve orta ölçekli İşletmeler bazı fidanları çürüyen ve bazıları büyüyerek bir işletme ormanı oluşturan bir fidanlık fonksiyonu görürler. Bu fidanlık fonksiyonu bu işletmelerin ekonomiye yaptığı en önemli katkıdır (1)
  2. KOBİ’ler ekonomik yapıda sayısal miktar, üretim değeri, istih¬dam hacmi, katma değer, yatırım hacmi ve mülkiyetin tabana yayılması açısından büyük bir ağırlığa sahiptirler.
  3. KOBİ’ler Türk ekonomisinde gelişmeyi hızlandırmak için girişimcilik faktörünün bir üretim elemanı olarak devreye girmesini ve böylece toplumun yaratıcı potansiyelinin ortaya çıkarılmasını gerçekleştiren birimlerdir
  4. KOBİ’ler istihdam sağlayarak ve yeni iş olanakları yaratarak ülkedeki işsizlik sorununun çözümüne yönelik alternatiflerden birisini oluştururlar.

Nitekim küçük ve orta işletmelerin ülkemizde olduğu kadar dünya ekonomilerinde ilgi odağı olmalarının en önemli nedenlerinden birisi de bu tür işletmelerin istihdam sağlama ve yeni iş olanakları yaratmadaki büyük güçleridir. Örneğin, ABD’nde istihdamın % 58’ini, Almanya’da % 64’ünü, Fransa’da % 67’sini, Japonya’da % 81’ini ve Türkiye’de % 53’ünü küçük ve orta ölçekli işletmeler sağlamaktadır.

  1. Küçük ve orta ölçekli işletmeler, çağdaş esnek üretim sistemlerine en uygun işletme türleridir.

Ekonomik krizlerin sık sık tekrarlandığı, teknolojinin sürekli değiştiği, zevkleri ve modayı algılama biçimleri farklılık gösteren geniş tüketici kitlerinin egemen olduğu günümüzde işletmelerin süratle değişen bu koşullara uyum gösterebilecek esnek bir yapıda olmaları ge¬rekmektedir. Diğer bir deyişle, işletmelerin arlık klasik üretim sis¬temleri yerine çağdaş esnek üretim sistemlerini uygulama yeteneğine sahip olmaları aranmaktadır.

Genellikle büyük miktarlarda üretim yapan, diğer bir deyişle, yoğun (kitle) üretim sistemi uygulayan büyük işletmeler; sabit varlıklara yaptıkları fazla yatırımlar ve büyük tüketici yığınlarına dönük standart mal tipini üretebilen üretim sistemlerini uygulamaları nedeniyle, ekonomik krizleri ve hızla değişen tüketici isteklerini za¬manında karşılayabilecek esnek bir yapıda değillerdir. Talebin daraldığı kriz dönemlerinde en azından büyük meblağları bulan sabit maliyetleri¬ni karşılayabilmek için üretimi kolayca durduramadıkları gibi; büyük kitlelere yönelik standart tipte mal ürettiklerinden zevkleri, kültürü, modayı algılama biçimi ve salın alma güçleri farklı olan değişik tüketicilerin özel zevk ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikte farklı ürünler üretebilme yeteneğine da sahip değillerdir. Oysa küçük ve orta ölçekli işletmeler, sabit yatırımlarının azlığı nedeniyle kriz dönemlerinde üretimlerini kotayca yavaşlatabilecekleri veya durdura¬bilecekleri gibi; farklı zevkleri, özel ihtiyaçları karşılayabilecek farklı ürün üretebilme yeteneğine ve değişen koşullara daha kolay uyum gösterebilme esnekliği gösterebilirler.

  1. KOBİ’ler bölgesel kalkınmaya katkıda bulunurlar. Büyük işletmeler genelde büyük kentler (metropoller) etrafında yoğunlaşmış

olmalarına rağmen KOBİ’ler tüm coğrafi alanlara veya yurt sathına yayılmış olup daha çok bir taşra özelliği gösterirler. Böylece, ekono¬mik faaliyetlerin bölgeler arasında dengeli dağılımına ve gelirlerin bölgeler arası dağılımını bir ölçüde iyileştirmeye katkıda bulunurlar. Ayrıca genellikle emek-yoğun çalıştıklarından büyük kent merkezlerine göçün engellenmesine ve bölgenin kendi potansiyeli içinde kalkınmasına temel oluştururlar.

  1. Küçük işletmeler, bir ölçüde de eğitim fonksiyonlarını üstlenirler. Bunlar, çalışan nüfus ve meslek fonksiyonu yeterince veya hiç almamış gençler için birer okul fonksiyonu görürler. Küçük işletmeler bu kişiler için meslek ve teknik eğitimin alındığı, ekonomiye sürekli yetişmiş işgücünün, kalifiye personelin yetiştirildiği yerlerdir. Bu bir anlamda devletin eğitim harcamalarında tasarruf sağlayan bir hizmetin görülmesi demektir.
  2. Yukarıdaki rollerine ek olarak küçük işletmelerin, bu işletmelere bağımsız olarak sahip olan insanlara bağımsız olma ola¬nağını verdikleri ve böylece insanların bu psikolojik arzusunu yerine getirerek bir ölçüde psikolojik mutluluk kaynağı oldukları söylenebilir.

c- KOBİ’lerin Büyük İşletmelerle Karşılaştırılması

Küçük ve orta ölçekli işletmelerin büyük işletmelere göre bir takım üstünlükleri ve zayıf yönleri vardır. Başlıca üstünlüklerini aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır:

  1. Sermaye ihtiyacı az olduğu için hevesli ve dinamik girişimcileri yatırıma teşvik ederler.
  2. Kriz dönemlerindeki koşullara tüketici isteklerindeki değişikliklere daha kolay, uyum sağlama esnekliğine sahiptirler.
  3. işveren-işçi arasında olduğu gibi işletme-müşteriler arasında da, büyük işletmelere kıyasla daha yakın bir ilişki vardır. Bunun yanı sıra, küçük ve orta ölçekli işletmelerde aile duygusu, karşılıklı güven, kararların çok kez işveren ve işgörenle birlikte alınması, işgörenlerin işveren ve işletmeyle bütünleşmesini sağlar. Bu, ekono¬mik düzeyde işin verimliliğini, kişisel düzeyde mutluluğu arttıran bir faktördür.
  4. İstihdam edilen işçi sayısı az olduğu için etkili bir kontrol sis¬temi uygulayabilirler.
  5. Emir verme organlarının az oluşu kararların hızla alınışını ve uygulanışını sağlar.
  6. Personelin değişik departmanlarda çalıştırılması ile işletmenin her safhasını bilen elemanın yetiştirilmesi mümkün olur.

Bu üstünlüklerine karşı küçük işletmelerin aşağıdaki zayıf yönleri veya sakıncaları vardır:

  1. Para ve sermaye piyasalarından kendileri için gerekli olan fonu veya krediyi temin etmeleri güçtür. Sermaye ihtiyaçlarını risk payı yüksek olan ticari krediler ile karşılamaları gerekebilir.
  2. Pazar paylarının sınırlı olması yanında tedarik ve pazarlamada pazarlık güçleri zayıftır.
  3. Büyük işletmelerin reklam, araştırma-geliştirme olanak¬-

larından yararlanamazlar.

  1. Geleneklere bağlı ve fonlarının kısıtlı olması nedeniyle modern

ekonomik ve teknolojik gelişmeyi yakından izleyemezler.

  1. Yığın üretim yapmadıkları için çok kez yüksek maliyetle çalışırlar ve satış fiyatını düşürme olanağına sahip olamazlar.
  2. Sahiplik ve yöneticiliğin aynı kişide toplanması ve kısıtlı olanakları nedeniyle nitelikli eleman ve profesyonel yönetici istihdam etmeleri zordur.

4- Büyük İşletmeler

Büyük işletme ekonomik ve teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı ve zorunlu kıldığı işletme tipidir.

Büyük işletmelerin üstünlükleri şöyle özetlenebilir.

  1. Gelişmiş üretim metodları ve bu metodların uygulanmasına imkân veren büyük makinalar ancak büyük işletmelerde kullanılabilir. Örneğin; rotatif sistemle gazete basmak, bir demir çelik üretimi ancak büyük işletmelerde kullanılabilir.
  2. Büyük işletmeler, kullanılan makinalar ve modern metodlar sayesinde büyük hacimde üretimi, diğer bir deyişle kitle üretimini mümkün kılar, böylece yığın veya kitle üretimi nedeniyle birim başına düşen sabit veya değişmez maliyet giderleri azalır, satış fiyatı düşer, malın satış imkânları çoğalır.
  3. Büyük işletmeler iyi bir organizasyonu gerçekleştirirler. Üretim planı uygulayabilirler. İyi bir organizasyon ve planlama verimi arttırır.
  4. Büyük işletmeler, işletmenin değişik faaliyet departmanları için teknik ve yönetim alanında uzmanlaşmış kişiler kullanabilirler. Bu¬nun sonucunda yine verim artar.
  5. Büyük işletmeler finansal bakımdan güven veren işletmelerdir. Bu nedenle, sermaye bulma olanakları geniştir.
  6. Satın alma açısından avantaja sahiptirler. Çünkü, birçok ham¬maddeleri veya kullanacakları sermaye mallarını büyük hacimlerde satın alacakları için indirimli fiyatlardan faydalanabilirler.
  7. Araştırma, geliştirme ve reklâm yapabilme olanağına sahip¬tirler.
  8. Üretim sonucu ortaya çıkan döküntüleri, atıkları

değerlendirme imkânına sahiptirler.

Yukarıdaki faydalarına karşı büyük işletmelerin bir takım sakıncaları vardır:

  1. Tüketicinin zevkinde meydana gelen değişikliklere kolay uyamazlar. Örneğin, büyük yatırımla kurulmuş olan bir gazete işletmesi renkli baskıları tercih eden okuyucunun gazete ihtiyacını karşılayamaz.
  2. Büyük işletmelerin sabit maliyet giderleri çok yüksek olduğundan ürettiği mal ve hizmetlerin talebi azaldığı zaman üretimi kısmak, maliyet giderlerini azaltmak olanağından yoksun kalacakları için yüksek maliyete ve satışların yeterli olmamasına rağmen üretime devam etmek zorundadırlar.
  3. Büyük işletmelerde kontrol olanağı güçtür. Emirler, işlenen politika üst kademeden alt kademeye gelinceye kadar esas değerini ve amacını kaybeder.
  4. Büyük işletmeler bürokratik işletmelerdir. Karar almak kolay değildir.

Büyük işletmelerde işçiler arasında iş birliği kurmak güçtür. İnsanlar manevi duygularını kaybetmişler, sadece numaraları olan maddi unsurlar haline gelmişlerdir.

İŞLETME BİRLEŞMELERİ (İŞLETMELERİN BİRLEŞMESİ)

Kurumsal olarak serbest (tam) rekabet koşullarında çalışan işletmeler, aşırı kârlar yerine belirli sınırlar içinde kalan normal kârlar elde ederler. Daha fazla kâr amacı güden veya normal kâr oran¬ları ile yetinmeyen işletmeler, aralarında değişik biçimlerde anlaşma yaparak rekabeti önleme veya sınırlama yoluna giderler. Bu anlaşmalar sonucu birleşen işletmeler, artık serbest rekabet sisteminde olduğu gibi tek tek hareket etmek yerine bir bütün olarak tekelci veya eksik rekabetçi bir yapıya kavuşurlar.

İşletmelerarası anlaşmalar sonucu ortaya çıkan başlıca bütünleşme veya birleşme türleri şunlardır:

  1. Centilmenlik Anlaşmaları
  2. Konsorsiyumlar
  3. Karteller
  4. Tröstler
  5. Holdingler

1- Centilmenlik Anlaşmaları

Centilmenlik anlaşmaları, işletmeler arasında karşılıklı güven esasına dayanan, yasal açıdan bağlayıcı nitelikte olmayan belli amaçların gerçekleşmesine yönelik yazılı veya sözlü anlaşmalardır. İki veya daha fazla işletme, aralarındaki rekabeti kaldırmak amacıyla or¬tak bir üretim, pazarlama, finansman politikası güdeceklerine ilişkin geçici veya sürekli nitelikte centilmenlik anlaşması yapabilirler. Anlaşma sonucu ortak bir eylem için birleşen işletmeler tekelci yapıya kavuşacaklar ve dolayısıyla diğer bağımsız hareket eden rakiplerine göre daha güçlü bir duruma geleceklerdir. 1980 yılı öncesi ülkemizdeki bankaların, bankerler ve kendi aralarındaki rekabete karşı, ortak bir faiz politikası güdülmesi konusunda aralarında yaptıkları anlaşmalar, centilmenlik anlaşmasının tipik bir örneğidir.

2- Konsorsiyumlar

Konsorsiyum, belirli bir amacı gerçekleştirmek veya belirli bir iş için kurulan birlik veya ortaklık anlamına gelir. İşletmeler uluslar arası kuruluşlar gibi belirli bir amacı gerçekleştirmek için birbirle¬riyle anlaşarak bir araya gelebilirler. Genellikle, köprü, baraj, elektrik santralı, otobanlar, demir-çelik tesisleri gibi büyük yatırım projeleri¬nin yapımını gerçekleştirmek için. aynı veya farklı ülkelerden bu konularda uzmanlaşmış ve güçlü işletmeler aralarında birleşerek işbirliğine giderler. Örneğin, ülkemizde İstanbul Boğaz Köprüsü, Keban Barajı, Atatürk Barajının bazı üniteleri değişik yabancı firmaların oluşturduğu konsorsiyumlarla gerçekleştirilmiştir.

Özellikle büyük endüstriyel yatırım projelerinin gerçekleştirilmesinde yatırım bankaları, İMF, Dünya Bankası ve Av¬rupa Yatırım Bankası gibi uluslararası finansal kuruluşların konsor-siyuma gittikleri görülür.

3- Karteller

Aynı üretim dalında faaliyet gösteren birden fazla işletmenin, aralarındaki rekabeti kaldırmak amacıyla yaptıkları anlaşma sonucu tekelci bir birlik oluşturmalarına “kartel” denir. Tekelci bir birlik biçiminde birleşen işletmeler, aralarındaki rekabeti ortadan kaldırmak suretiyle piyasada üstünlük kurmuş ve dolayısıyla kârlarını artırmış olurlar. Diğer bir deyişle, yasalar önünde bunlar bağımsız bir teşebbüs olarak görünürler. Kartel biçiminde birleşmede, karteli oluşturan işletmelerin sermayelerinin birleştirilmesi yerine, sadece belirli amaç için sermaye güçlerinin birlikte kullanılması söz konusudur.

Bir kartelin oluşabilmesi için kartele katılan işletmelerin söz ko¬nusu üretim dalında veya bir malın üretiminde en büyük paya sahip ol¬maları, pazarda güçlü ve etkin olmaları gerekir. Böylece kartel, kartel dışında kalan işletmeler üzerinde üstünlük kurar. Kartel dışı işletmeler, zamanla ya kartelin aldığı kararlara uymak ya da piyasa¬dan çekilmek zorunda kalırlar.

Karteller, “fiyat karteli”, “satış karteli” ve “kota karteli” biçimlerinde oluşurlar. Fiyat kartelinde fiyatların birlikte saptanması: satış kartelinde, satış bölgelerinin paylaşılması: kota kartelinde ise. her bir işletmenin önceden saptanan kontenjanları dahilinde üretimde bulunması veya piyasaya mal sürmesi söz konusudur.

Karteller, sahip oldukları ekonomik güce dayanarak satış fiyat¬larını çok yüksek tutabilmeleri, düşük kaliteli malları yüksek fiyatlarla piyasaya sürebilmeleri ve benzer başka sakıncaları nedeniyle arzu edilmez. Nitekim ülkemiz ve çoğu ülkeler kartel anlaşmalarını yasak¬lamışlardır. Bu tür anlaşmalar genellikle gizli yapılır.

4- Tröstler

İki veya daha çok işletmenin gerek yasal ve gerekse ekonomik

bağımsızlıklarını kaybederek anlaşmalar sonucu birleşmelerine “tröst” adı verilir. Bu tanımdan açıkça anlaşıldığı gibi, kartel ile tröst arasındaki en belirgin farklılık, tröstde anlaşan işletmelerin yasal ve ekonomik bağımsızlıklarını yitirmeleridir. Ayrıca, kartel belirli bir üretim dalında oluşurken, tröstler farklı’ üretim dalları veya faaliyet konularında oluşabilirler. Tröstler genellikle imalat sanayi, petrol ve madencilik sektörlerindeki işletmelerde görülür. Tröstler açık veya gizli anlaşmalarla oluşabilirler. Rekabeti önleyici nitelikte olmaları nedeniyle, çoğu ülkelerde tröstlerin gizli anlaşmalarla ortaya çıktıkları görülür.

İşletmeler açısından tröstlerin başlıca üstünlükleri şunlardır:

  1. Tröstlerin kuvvetli bir sermaye yapısına kavuşmaları,
  2. Yönetimin tek elden yapılması,
  3. İşletmelerarası rekabetin hemen hemen ortadan kalkması,
  4. İşletmelerin büyük kârlar sağlamaları.

Öte yandan, tröstlerin başlıca sakıncaları şunlardır:

  1. Bütünleşme nedeniyle bürokrasinin ve üretim masraflarının artması,
  2. Tröstün başında bulunanların sahip olduğu büyük ekonomik gücün politik baskı aracı olarak kullanılması.

Tröstlerin ortaya çıktığı ve en yaygın olduğu ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. Zira ABD’de kartel anlaşmaları yasaklanmıştır.

Yukarıda kısaca inceleme konusu yapılan ve temelde ekonomik hayatta serbest piyasa kurallarının işlemesine engel olan, bu nedenle de tüketici haklarının kullanılmasını önemli ölçüde zedeleyen tekelci kurum ve davranışlar hemen hemen her ülkede yasaklanmıştır veya yasal düzenlemelere bağlanmıştır.

Ülkemiz bu konuda çok geç kalmış olmakla beraber bazı yasal düzenlemeleri 1994 yılı sonunda ve 1995 yılı başında tamamlamış bu¬lunmaktadır. Özellikle, 4054 Sayılı ve 7.12.1994 tarihli “Rekabetin Korunması Hakkında Kanun” ile 4077 sayılı ve 23.2.1995 tarihli “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun” bu konuda çağdaş önlemler getirmiş bulunmaktadır. Örneğin, Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un amacı, mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti en¬gelleyici, bozucu, kısıtlayıcı karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek. bunun için gerekli düzenleme ve denetimi yaparak rekabeti korumak, işletmelerin tekelci davranışlarla rekabet sisteminin işlemesine engel olmalarına fırsat vermemektir. Yasa çok geniş kapsamlı olup, tröstlerin, tekellerin, kartellerin oluşmasını önleyici bir nitelik taşımaktadır. Türkiye bu yasa ile. gelecekte Avrupa Birliğine tam üye olarak katılmanın temel koşullarından biri olarak kabul edilen Avrupa Birliği rekabet politikasına uyum hazırlığını da başlatmış olmaktadır M)-

  1. Holdingler

Holding, bir şirketin başka şirketlerin hisse (pay) senetlerinin büyük bir bölümünü (% 50’den fazlasını) satın alarak onların yönetim ve denetimini ele geçirmesiyle oluşan şirketler grubudur. Örneğin bir A şirketi B, C, D ve E gibi şirketlerin sahip oldukları hisse senetlerinin büyük bir bölümünü satın almakla bu şirketlerin yönetimini ele geçirir. Bu durumda A, B, C, D, ve E gibi tüm şirketlerin oluşturduğu topluluğa “holding” yada “grup” adı verilir. Burada A şirketine holdingin “ana şirketi”, diğerlerine ise “bağlı şirketler” denir. Holdingler anonim şirket biçimlerinde oluşmaktadırlar. Holdingi oluşturan tüm şirket veya işletmeler yasal açıdan varlıklarını ve görünüşlerini korurlar. Fakat ekonomik bağımsızlıklarını zayıflatmış veya yitirmiş sayılırlar. Zira ana şirket, bağlı şirketlerin yönetimini ele geçirdiğinden bu şirketlerin her türlü politika ve stratejilerini saptar ve yönlendirir.

Holdingler, genellikle, aynı üretim dalında veya birbirleriyle ilişkisi olan konularda çalışan işletmelerin hisse senetlerinin büyük bir bölümünü ele geçirerek piyasada tekel yaratmak amacıyla kurulurlar. Ülkemizde Yaşar Holding, Koç Holding, Sabancı Holding, Okumuş Holding ve Transtürk Holding, holdinglerin en tipik örnekleri olarak gösterilebilir. Bu tür kuruluşlar ülkemizde son yıllarda hızla artmakta ve büyük bir ekonomik güce sahip olmaktadırlar.

Holdingler büyük bir şirketler grubu olmanın çeşitli üstünlük¬lerinden yararlanırlar. Ülkede sermaye birikiminin hızlanmasında ve sermaye piyasasının gelişmesinde holdinglerin büyük bir olumlu payı vardır. Öte yandan, tekelci bir güç oluşturmaları en önemli sakıncalarını oluşturur.

GÖREV – İŞ TASARIMI VE İŞ ÖLÇÜMÜ

Otomasyon, bilgisayar kullanımının yoğunlaşmasına ve diğer teknolojik gelişmelere karşın; halen üretim ve diğer faaliyetlerin en kaçınılmaz öğesi, insan ve onun ortaya koyduğu çabalar yada işlerdir, işgücü, tüm faaliyetlerde önemini korumakta ve ülkemiz dahil tüm ülkelerde hemen hemen üretim maliyetlerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Otomatik bir sistemde dahi gözetim işlerini yine insan yüklendiği için endüstride işlerin büyük bir kısmı insan ve makinanın birlikte çalışmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, üretim yanında diğer işlevleri üstlenen işletme, bir insan – makina sistemi olarak da kısaca özetlenebilir.

Görev Tasarımının Kapsamı ve Önemi

Görev yada iş, bir insanın bir işi gerçekleştirmesi için ortaya koyduğu çabalar yada faaliyetlerdir. İş tasarımı olarak da nitelendirilen görev tasarımı ise, bir işlemi yada üretimi gerçekleştirmede yapılması gereken iş ve sorumlulukların, iş ortamının ve işi gerçekleştirme yöntem yada metodlarının önceden belirlenmesi eylemi olarak tanımlanabilir.

iş tasarımı kısaca üretim sistemleri içinde insan öğesinin rolünü belirlemeye çalışır, iş (görev) tasarımı, daha önce gördüğümüz süreç tasarımı ile yakından bağlantılı olup onun tamamlayıcı bir parçasıdır. Nitekim süreç tasarımı, üretimi gerçekleştirmede her bir iş istasyonu ya da merkezinde gerek insan ve gerekse insan dışı makina, araç -gereç gibi cansız Öğelerin hangi işlemleri üstlenmesi gerektiğini saptarken; iş yada görev tasarımı ise, sadece insanların yada işlemlerin belirlenmesi ile ilgilidir.

Görev tasarımının iki önemli amacı vardır. Bunlardan birincisi, üretimde kalite, verimlilik ve kârlılığın gerçekleşmesi; ikincisi ise, işgörenlerin üstleneceği işlerin güven’:, doyurucu yada tatmin edici ve güdüleyici olmasını sağlamaktadır. Hatırlanacağı gibi bu kitabın yönetim bölümünün güdüleme kısmında ikinci amacın gerçekleşmesini sağlayacak faaliyetlere bir ölçüde değinmiştik. Bu nedenle bu bölümde birinci amaca yönelik faaliyetlere ağırlık vermiş olacağız.

Görev tasarımının önemini şu noktalar açısından vurgulayabiliriz:

  1. Görev tasarımı, her şeyden önce üretim / işlemler yönetiminde yerine getirilmesi zorunlu olan önemli bir işlevsel alandır.
  2. Görev tasarımı, işgörenlerin güdülenmesine ve iş doyumu

sağlamalarına neden olduğu için yapılan işin etkinliğini arttırır. Bu da işletme açısından yüksek verimlilik, düşük maliyetler ve arzulanan kalitenin tutturulması demektir.

  1. Görev tasarımı ile iş ortamının ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş güvenliğinin sağlanmasına ve dolayısıyla iş kazalarının azalmasına neden olur.
  2. Görev tasarımı ile İş Genişletilmesi (Farklılaştırılması), İşin Zenginleştirilmesi ve Rotasyona gidilebilmesi olanağı, sürekli aynı işin yapılması anlamına gelen işbölümünün sakıncalı yönlerini ortadan kaldırmış olur.
  3. Nihayet görev tasarımı kapsamına giren iş analizleri ile otomasyona gidebilme fırsatları yada olanakları saptanmış olur.

İnsan – Makina ilişkisi, iş tasarımında önemli bir faktör olmasına karşın, problemin bütününün sadece önemli bir parçası niteliğindedir. Görev tasarımı kapsamına giren başlıca konular; (1) Görev – iş kapsamının (Job Contents) belirlenmesi, (2) İş yapma – çalışma yöntemleri (work methods) ya da diğer adıyla Hareket Etüdü ( Motion Study) ve (3) Ergonomi (ergonomics) yani insan – makina sistemi ve işin çevre koşullarının tasarımı, biçiminde özetlenebilir.

Görev Tasarımı Süreci

Görev tasarımı; (1) görev – iş kapsamının tasarımı, (2) hareket etüdünün yapılması ve (3) ergonomik koşulların sağlanması olmak üzere üç aşamada gerçekleşir.

1- Görev Kapsamının Tasarımı

Çalışma yöntemleri işgörenlerin işleri ya da görevleri nasıl yapmaları gerektiğini saptarken; görev tasarımında amaç, işgörenlerin hangi işleri yapmaları ya da ne yapmaları gerektiğinin belirlenmesidir.

Şekil 37′ de görüldüğü gibi görev (iş) kapsamının belirlenmesinde, genellikle, ürün tasarımında yapılması gereken işler, üretim sürecindeki işlemler, üretim miktarı, mevcut makina tasarımları ve yerleşme biçimleri etkili faktörlerdir.

İşgörenlerin yapması gereken yada önerilen işler ve işlemleri belirlemede daha önce değindiğimiz iş yerinde benimsenen Yönetim Anlayışlarının da rolü vardır. Geleneksel yönetim anlayışını benimseyen bir yönetici işi olabildiğince küçük parçalara ayırmak, sürekli aynı işi tekrarlayıcı bir niteliğe kavuşturmak, kısaca iş bölümüne gitme kriterlerinden yola çıkacaktır. Öte yandan, çağdaş yönetim anlayışını ve özellikle Davranışsal Yaklaşımı benimseyen yöneticiler ise; işgörenlerin duygusal ve davranışsal yönlerini dikkate alarak bunlara geniş kapsamlı, yetki ve sorumluluk yükleyen, güdülenmelerini, ilerleme ve yaratıcılıklarını gösterme olanaklarını sağlayan değişik işlerin verilmesinden yana olacaklardır. Diğer bir deyişle, işçiler; ürünün küçük bir parçasının yapımı yada kısıtlı sayıdaki işlemlerden sorumlu tutulmak ve sürekli aynı işi tekrarlamak yerine bir ürünün tümünün üretimine ilişkin değişik işlerle görevlendirileceklerdir, işte bu amaçla işgörenlerin kendi aralarında periyodik olarak işlerini değiştirme anlamına gelen rotasyon, kalite çemberleri, iş genişletme, iş zenginleştirme ve sosyo -teknik yaklaşım iş kapsamını ve dolayısıyla görev tasarımını etkileyen diğer faktörlerdir. Burada yabancı olduğumuz “Sosyo -teknik yaklaşım” , ise iş kapsamını belirlemede teknolojilerin gereklerini yerine getirme yanında, işçilerin psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını da karşılamak anlamına gelir (1).

2- Hareket Etüdü (Yöntem Geliştirme)

Gerek imalat ve gerekse hizmet işletmelerinde işin en uygun yapılış yöntemlerinin genişletilerek standart hale getirilmesi, etkinliği ve verimliliği arttırıcı bir önlemdir. Hareket etüdünün amacı da, bir işi yada işlemi yapmanın en kolay, en ekonomik, en az çaba gerektiren yolunu yada yöntemini bulmak ve böylece insan gücü, malzeme, araç -gereç ve makinaların mümkün olan en iyi şekilde kullanımını sağlamaktır. Bu nedenle hareket etüdü yöntem geliştirme ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.

Hareket Etüdü Aşamaları:

Bir işletmede hareket etüdü çalışması aşağıda belirtilen dört aşamada yürütülür

  1. Hareket Etüdü Yapılacak Olan İşin Seçimi: Genelde uzun işlem süresi yada dengesiz bir iş akışı oluşturan, önünde yüksek yarı mamul stoku yığılan, aylak işgücü yada makina zamanına sahip olan, çıktısı yetersiz ya da düşük kalite düzeyine sahip olan işler hareket etüdü çalışmasına aday olan işlerdir.
  2. Hareket Etüdü Yapılacak İşin Analizi: Bu aşamada üzerinde çalışma yapılacak iş, tüm ayrıntıları ile incelenir ve işe ait bilgilerin kayıtları tutulur. İşe ilişkin bilgilerin kaydedilmesi için geliştirilen çeşitli şemalar ve diyagramlardan yararlanılır.
  3. Yeni Yöntemin Geliştirilmesi: Bu aşamada daha önce elde edilen bilgiler ve şemalar kullanılarak işin daha iyi yapılış yöntemi belirlenmeye çalışılır. Burada özellikle ne yapılmalıdır ? nerede yapılmalıdır ? ne zaman yapılmalıdır ? kim yapmalıdır ? ve nasıl yapılmalıdır ? sorularına yanıt aranması gerekir.
  4. Yeni Yöntemin Benimsetilerek Uygulamaya Konulması: Yeni yöntemin, verimli şekilde uygulanabilmesi için ilgili kişiler tarafından anlaşılması ve kabul görmesi gerekir. Yeni yöntemin herkes tarafından benimsenmesi için eğitim çalışmalarına ağırlık verilmelidir.

3- Ergonomi

Tasarımı yapılacak iş yada görevin verimliliğini, uygulanacak yöntem ve sosyo – teknik yaklaşımın yanı sıra; araç – gereç, makina – teçhizatın tasarımı ve iş çevresinin yada ortamının fiziksel koşulları da etkileyecektir. İşte ” insan mühendisliği” olarak da adlandırılan ergonomi, işgörenlerin fiziksel yeteneklerini etkili biçimde kullanabilecekleri, dolayısıyla verimli çalışabilecekleri şekilde araç -gereç, makina – teçhizat ve çalışma çevresi yada ortamının tasarımlanmasını ele alan bilim dalıdır. Ergonomi, işin görülmesinde kullanılan makina, araç – gereçlerin işgörenin fiziksel özelliklerin en uygun biçimde tasarımlanması ve düzenlenmesi, fiziksel çalışma koşullarının iyileştirilmesi, böylece işgörenlerin yeteneklerini tam olarak sağlayarak verimliliğin ve işin kalitesinin arttırılmasıdır (T).

Ergonominin uğraş alanını insan – makina sisteminin incelenmesi oluşturmakta, bu sistemin içine çevresel faktörler de girmektedir. Ergonomi; anatomi, fizyoloji, psikoloji, fizik ve mühendislik, iş hekimliği bilim dallarının bulgularından yararlanmaktadır.

İnsan – makina sistemi kapsamına makinalar. göstergeler, kotrol makinaları. masalar, oturulacak sandalyeler, diğer araç – gereçler tasarımlanırken insanın boy, kilo gibi antropometrik veriler diye adlandırılan standart vücut ölçülerinin dikkate alınması gerekir. Amaç; makinaları, araç – gereçleri insanların kolayca, rahat edebilecekleri, yorulmadan kullanabilecekleri ve dolayısıyla verimliliklerini arttırabilecek şekilde tasarımlamaktadır.

Ergonominin ikinci uğraş konusu olan çevresel faktörleri ya da iş ortamının fiziksel koşulları; ışık, aydınlatma, renk. gürültü, ısı, hava akımı, nem; kirlilik, titreşim ve iş kazalarına karşı güvenlik gibi elemanlar oluşturur. Sözü edilen çevresel koşulların iyileştirilmesi önlemlerinin alınması da işgörenlerin verimliliğini olumlu yönde etkileyecektir.

C- İş Ölçümü

1- İş Ölçümünün Tanımı ve Önemi

Hareket etüdü yapmadaki amaç, bir işin en doğru yapılış yöntemlerinin belirlenmesi ve böylece o işin yapılmasının standart hale getirilmesidir. İş ölçümü ise, hareket etüdü ile saptanan en etkili standart yöntem kullanıldığında o işin normal hızda çalışan kalifiye bir eleman tartından ne kadar zamanda yada sürede yapılabileceğini saptamaya yönelik çabalardır. Diğer bir deyişle bir işi yapmanın en iyi yöntemi uygulandığında söz konusu işin yapılmasının standart zamanını belirlemeye yönelik eylemlerdir. Bu nedenle iş ölçümü, hareket etüdünden sonra yapılması gereken bir işlemdir.

İş ölçümü, işletmelerde değişik amaçlar için yapılır. Bunlar:

  1. İşgücü ihtiyacını ve çalışma kapasitesini tahminlemek,
  2. Muhasebe açısından üretim işlemleri maliyetini belirlemek,
  3. Teşvikli ücret sisteminin uygulanmasına yol göstermek,
  4. İşçilerin performansını saptamak,
  5. Üretimi programlamak,
  6. Zaman öğesinin rol oynadığı üretim sistemleri etkinliklerinin örgütlenmesi ve kontrolü için temel bilgiyi sağlamak.

2- İş Ölçümü Yöntemleri

İş ölçümü yöntem yada tekniklerini; (1) zaman etüdü, (2) önceden belirlenmiş hareket – zaman verileri, (3) standart veriler, (4) iş örneklemesi ve (5) formül kurma yöntemi,

olmak üzere 5 ana grupta incelemek olanaklıdır. Bunlardan zaman etüdü ve iş örneklemesi ile işin standart yapılış süresinin belirlenmesi gözlemleme ve yapılan işin analizi ile gerçekleşir. Diğer yöntemlerde ise, önceden yapılmış çalışma sonuçlarına ilişkin kayıtlı verilerden yararlanılır. Bu yöntemlerin tümü, fiziksel güç isteyen işlerin standart zamanını belirlemek için geçerlidir. Bunlardan en yaygın kullanılanı zaman etüdü olması nedeniyle bunun çok kısa açıklanması yapılacaktır.

Zaman Etüdü: Bu, kalifiye ve iyi eğitilmiş bir işçinin belli bir işi standart yönteme göre ve normal bir hızla yapması için gerekli zamanın, yani standart zamanın belirlenmesinde kullanılan ve işin yapılırken gözlemlenmesi esasına dayanan bir yöntemdir.

Etüdü yapmak için kullanılan araçlar kronometre, gözlem tablosu (tahtası) ve gözlem formlarıdır. Kronometre ile ölçüm yapılır, ölçüm sonuçlan önce gözlem (etüd) tablosuna oradan da formlara geçilir. Bu ölçümlerden sonra normal ve standart zaman hesaplanır.

Normal ve standart zaman aşağıdaki eşitliklerden hesaplanabilir

Normal Zaman = ölçülen birimin performans zamanı X performans derecesi (değerlendirme faktörü) / 100

Standart Zaman = normal zaman

1 – % tolerans

Yukarıdaki eşitliklerde performans derecesi; normal hızda çalışan bir operatör için 100, normalin altındaki için 100 ‘ün altında ve normal üstü hızda çalışan bir operatör için ise 100 ‘ün üzerinde olacaktır. Yani % 110 ‘luk bir performans derecesi (değerlendirme faktörü), operatörün normalden % 10 daha hızlı çalıştığını, % 85 lik bir performans derecesi ise operatörün normalden % 15 daha yavaş çalıştığını gösterir. Değerleme işlevi büyük ölçüde ölçümü yapan analistin yargısına dayandığından, söz konusu kişinin bu konuda eğitilmiş ve deneyimli olmasına özen gösterilmelidir. Performans derecesi, üretilen çıktının ölçülebilirliği durumunda aşağıdaki eşitlik ile belirlenebilir:

Performans derecesi = Çalışma süresi (değerlendirme faktörü) Üretilen birim sayısı

Öte yandan “tolerans”; dinlenme, kişisel ihtiyaçları karşılama ve elde olmayan nedenlerle ortaya çıkan gecikmeleri kapsamaktadır.

İŞLETME KURULUŞ YERİNİN SEÇİMİ

Yeni işletmelerin kuruluş çalışmaları sırasında sürdürülen ekonomik analiz kapsamına giren ikinci önemli konu, işletmenin üretim çalışmalarını yürüteceği kuruluş yerinin veya ürünlerin üretileceği coğrafik konumun seçimidir.

Bir işletmenin kuruluş aşamasında üzerinde en fazla durulması gereken başlıca 3 konu vardır. Bunlar;

  1. En uygun işletme büyüklüğünün veya üretim kapasitesinin seçimi,
  2. En uygun üretim teknolojisinin veya üretim yönetiminin seçimi,
  3. En uygun işletme kuruluş yerinin seçimidir.

Bir işletme kurma faaliyeti sırasında sözü edilen bu 3 karar ko¬nusu arasında, işletmenin üretimini sürdüreceği konumun belirlenmesi birinci derecede önemlidir. Zira temel üretim kararlarından üretim yöntemini ve hatta işletme büyüklüğünü (kapasite büyüklüğünü) bir kez saptadıktan sonra, gerektiğinde belli sınırlar içinde değiştirmek olanaklıdır. Halbuki elverişsiz bir yerde kurulan bir işletmenin bir yerden diğer bir yere aktarılması büyük harcamalar gerektirebileceği gibi, böyle bir yerde kurulan işletme, işletmenin ömrü boyunca gereksiz harcama ve zararlara yol açabilir. Yanlış bir yerde kurulan işletme hem ulusal kaynakların savurganlığına, hem de ileride yüksek üretim ve ulaştırma maliyetleri ile karşılaşılmasına neden olur.

A- Kuruluş Yeri Seçiminde Aşamalar ve İlkeler

Bir işletmenin veya fabrikanın kuruluş yeri seçimi 3 aşamadan oluşan bir sorundur;

  1. Fabrikanın kurulacağı bölgenin seçimi. Bu, ülkenin ortak özellikleri bulunan bir bölgesi olabilir: Ege Bölgesi, Marmara Bölgesi, Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi gibi.
  2. Bölge içindeki kuruluş yöresinin (il veya ilçenin) seçimi.
  3. Seçilen il veya ilçede kurulacağı konum yerinin veya arsanın seçimi.

Son iki aşama birbiriyle yakından ilişkili bulunduğundan beraberce bir aşama olarak düşünülebilir. Böylece yer seçimi; 1) Bölge seçimi ve 2) Bölge içinde fabrikanın kurulacağı konumun veya arsanın seçimi gibi iki önemli aşamadan oluşur.

Endüstriyel işletmelerin kuruluş yerlerinin seçimi kararının ve¬rilmesinde iki grup ölçütten hareket edilir. Bunlardan birincisi, devlet planlama organlarının yatırımları yönlendirmek amacıyla kullandıkları kriterlerdir (D. Bunlar;

  1. Ulusal geliri maksimum kılmak veya en üst düzeye çıkarmak.
  2. Ülkenin işgücünü tam ve etkin olarak kullanmak,
  3. Geri kalmış bölgeleri kalkındırmak,
  4. Yerleşimin yoğun olduğu bölgelerdeki sosyolojik ve ekolojik so¬runlara çözüm getirmek

İkinci gruptaki ölçütler ise, bir işletmenin kendi amacını gerçekleştirmeye yönelik ölçütlerdir. Buna göre bir işletmenin en uy¬gun kuruluş yeri ileride işletme kârını maksimum kılacak bir yer ol¬malıdır. Böyle bir yerin seçimi toplam maliyetlerin mimimum kılınması veya toplam gelirlerin maksimum kılınması ölçütlerinden hareket et¬mekle sağlanır. Toplam kârı maksimum kılmak amacıyla işletme kuru¬luş yerini belirlemede göz önünde bulundurulan ölçüt, genellikle uygula¬mada da gelirlerin maksimizasyonu yerine maliyetlerin minimizasyonu ölçütüdür. Zira fabrika üretime geçmeden toplam maliyetleri ve özellikle yatırım maliyetlerini ilerideki satış gelirlerine oranla, şimdiden tahmin etmek veya kestirmek daha olanaklıdır. Diğer bir deyişle, girişimcinin önceden tahminlenmesi çok zor olan satış gelirleri ölçütü yerine, kontrol ve tahminlenmesi daha kolay olan maliyet ölçütünden hareket etmesi daha isabetli olacaktır.

İşletmeler, kuruluş yeri açısından, genellikle üç nitelikte olabilir:

  1. Hammadde kaynağına dönük işletmeler: Bir demir-çelik fabrikası, bir kömür işletmesi, bir alüminyum ve çimento fabri¬kası genellikle bu gruptaki işletmelerdir. Kullandıkları çok fazla hacimli hammadde dolayısıyla bu işletmelerin hammadde kaynağının bulunduğu

yerde veya bunun yakınında kurulması gerekir. Böylece taşıma masrafları azaltılmış olur.

  1. Tüketiciye ya da pazara dönük işletmeler: Bir makarna, bir deterjan fabrikası ve bir rafineri genellikle pazara dönük işletmelerdir. Bunların tüketicilerin yanında kurulması taşıma veya ulaştırma harcamalarından tasarruf sağlar.
  2. Kuruluş yeri değişik olabilen işletmeler: Bazı işletmelerin hammadde kaynağına veya piyasaya yakın bulunması fazla bir farklılık göstermez. Örneğin, bir pamuklu dokuma fabrikası, bir pamuk ovasının yanında olabildiği gibi tüketici pazarının yakınında da ku

rulabilir.

Bölge seçimi sırasında işletmeci büyük oranda devletin yatırımları planlama ve teşvik önlemlerinin etkisi altında kalır. Gerek kredi olanakları, vergi indirimleri gibi parasal önlemlerle, gerekse endüstrileşmesi amaçlanan bölgelerde devlet eli ile kurulacak olan or¬ganize sanayi bölgeleri, endüstriyel kompleksler ve ulaşım olanakları gibi parasal olmayan önlemlerle kamu kuruluşları bölgesel düzeyde ku¬ruluş yeri seçimi kararını yönlendirebilirler. Bölgesel düzeyde seçim kararını etkileyen diğer faktörlere “kuruluş yeri seçimini etkileyen faktörler” bölümünde temas edilecektir.

Kuruluş yeri seçimi çalışmasının son iki aşaması, yani yöre ve konum seçimi, birlikte ve ayrı ayrı ele alınabilir. Bölge seçiminden sonra bölge içinde kuruluş yöresinin seçimi çalışmaları şu aşamaları içermelidir:

  1. Kuruluş yöresinin seçimini etkileyen faktörler belirlenmeli,
  2. Bölge içinde çeşitli yöreler için kuruluş yeri seçim kararını etkileyen faktörlerin sayısal veya karşılaştırmalı değerleri saptanmalı,
  3. Faktörlerin değerlenmesi yoluyla bölge içindeki yöreler etkinlik sırasına sokulmalı,
  4. En etkin yöreler aday kuruluş yöreleri olarak seçilmeli ve kuruluş yeri saptama yöntemleriyle bu aday yöreler arasından toplam maliyetleri minimum kılan belli bir yöre en iyi veya optimum kuruluş yöresi olarak saptanmalı,
  5. En uygun kuruluş yöresi hakkında kesin kararı işletmenin üst düzeydeki yöneticileri vermelidir.

Yöre seçimi, optimum kuruluş yeri seçimi kararının en karmaşık aşamasıdır. Yöre seçimini etkileyen faktör çok sayıda olduğu gibi bun¬ların, ölçümü de oldukça zordur. Kuruluş bölgesi ve yöresi belirlendik¬ten sonra fabrikanın kurulacağı arsanın veya konumun saptanması ol¬dukça kolaydır.

B- Kuruluş Yeri Seçimini Etkileyen Faktörler

Kuruluş yeri seçimini etkileyen faktörler veya öğeler iki grupta incelenir. Birincisi, kuruluş bölgesi seçimini etkileyen faktörler; ikin¬cisi de, kuruluş yöresini ve konumu etkileyen faktörler.

1- Bölge Seçimini Etkileyen Faktörler

Bölge analizinde gözönüne alınacak faktörler şöyle sıralanabilir (1):

  1. Talep ve dağıtım olanakları açısından pazar elverişliği,
  2. Hammadde ve yardımcı madde kaynaklarının şimdiki ve gelecekteki durumu,
  3. Yan sanayi kuruluşları,
  4. Çeşit, yoğunluk ve maliyetler açısından ulaşım olanakları.
  5. Enerji ve yakıt kaynaklarının yoğunluk ve maliyetleri açısından ulaşım olanakları,
  6. Miktar, kalite ve ücret açısından işgücü kaynaklan,
  7. Fabrikanın faaliyetlerini ve personelin yaşantısını etkileyebilecek iklim koşulları,
  8. Su ve atıkları giderme tesisleri.

ı. Devletin yasalarla belirlediği kısıtlayıcı veya teşvik edici faktörler.

  1. Pazar Faktörü

Üretim biriminin veya işletmenin kuruluş yerini etkileyen faktörlerin başında gelir. Zira her üretim faaliyeti, bir pazardaki ge¬reksinimi karşılamak için yapılır. Özellikle ulaştırma sisteminin yeter¬siz ve taşıma ücretlerinin yüksek olması durumunda, işletme kuruluş yerinin pazarlara yakın olması gerekir. Üretilecek ürünün türüne göre, işletmenin tüketicilerin yoğun bir biçimde toplandığı bir bölgede kurul¬ması uygun olacaktır.

Çabuk bozulur mallar üretip satan işletmeler, hizmet işletmeleri, perakende ve toptan ticaret işletmeleri, genellikle, tüketim pazar¬larına yakın veya tüketim pazarlarının içinde kurulurlar.

Üretilen ürün büyük bir kitle durumunda ise veya ürünün taşınması, gösterilmesi gereken dikkat ve ulaştırma giderleri bakımından önemli bir ağırlık taşıyorsa, pazara yakınlık, taşıma ma-liyeti giderlerini azaltacaktır.

  1. Hammadde ve Yardımcı Madde Faktörü

Kuruluş yeri seçimini etkileyen önemli faktörlerden birisi de, hammadde ve yardımcı maddeye yakınlık ve bunların tedarik ola¬nağıdır. Hammadde, fiziki ve kimyasal nitelikler yönünden uygun ol¬malı, sürekli olarak tedarik edilebilmeli, fiyatı elverişli olmalı ve iyi bir ulaştırma sisteminin yakınında bulunmalıdır.

Maden işletmeleri, ağır sanayi işletmeleri, döküntüleri veya yan ürünleri işleyen işletmeler, termik santraller, sebze, meyve ve balık konserve fabrikaları, genellikle, hammadde faktörüne yönelirler. Ham-maddenin fiyatı düşük fakat ürününki yüksek olursa veya hammaddenin mamul duruma gelmesinde büyük hacim ve ağırlık kaybı olursa, işletmenin hammadde yakınına kurulması uygun olur. Eğer hammadde mamul durumuna geldiğinde ağırlığından hiç yitirmiyorsa ve öteki faktörlerin etkileri önemsiz ise. işletme hammaddeye yakın veya pazara yakın veya ikisi arasında bir yerde kurulabilir. Öte yandan ham¬maddesi her yerde bulunan ürünlerin tüketim alanı içerisinde üretilmesi uygun olur.

  1. Taşıma Faktörü

Ulaştırma giderleri, ulaştırma olanak ve araçları kuruluş yerleri faktörleri arasında en genel olan faktördür. Bununla birlikte, bu faktörü yalnız başına göz önüne almak zorunda olan işletmeler de vardır.

Ulaştırma olanaklarının elverişli olması nedeniyle, deniz ve nehir kıyılarına, demiryolu kavşaklarına ve karayollarının yakınlarına kurul¬muş pek çok işletme vardır. Örneğin, rafineriler ve petrol dağıtım merkezleri, genellikle, liman bölgelerinde kurulur.

Son yıllarda ulaştırma maliyetlerinde görülen büyük artışlar hammadde ve yardımcı maddeleri büyük ölçüde doğadan temin eden işletmelerin, uygun ulaştırma sistemine sahip ve uygun ulaştırma düzeni bulunan bölgelerde kurulmasını zorlamaktadır. Diğer faktörler aynı olduğunda, toplam taşıma giderlerinin en düşük olduğu yer, ekono¬mik açıdan en uygun kuruluş yeridir. Büyük ölçüde tüketici pazarına yönelik işletmeler, tüketicinin yoğun olduğu bölgelerde, il içi veya yakın çevrelerinde kurulmalıdır.

  1. İşgücü (insan gücü) Faktörü

Kuruluş yeri seçilirken işgücünün nitelik ve nicelik yönünden ye¬terli olup olmadığına da dikkat edilmelidir. Büyük ölçüde işgücü yoğun üretim yöntemi uygulayan işletmeler, işgücünün kolayca temin edilebi¬leceği bölge veya yerlerde kurulmalıdır. Belirli bir konuda uzman¬laşmış veya kalifiye işgücüne gereksinimi olan işletmeler, bu nitelikte¬ki işgücünün var olduğu yakın yerlerde kurulmalıdır. Oyuncak, porselen, müzik aletleri, cam eşya ve halı dokuma endüstrilerinin uz¬manlaşmış işgücüne gereksinimleri vardır. Bu nedenle, uzmanlaşmış işgücünün bulunduğu yerlere yönelirler.

  1. Enerji ve Yakıt Faktörü

Su, kömür ve elektrik enerjisi kaynaklarının bulunduğu yerler de kuruluş yerinin seçimini etkileyen önemli faktörler arasındadır. Çimento, şeker, kâğıt hamuru üreten ve bıçkı işletmeleri gibi enerji gereksinimi fazla olan işletmeler ucuz su ve elektrik enerjisi elde edi-lebilen akarsu dolaylarında kurulurlar. Kömür enerjisinin çok kullanıldığı işletmelerin kömür madenleri yakınında kurulduğuna rastlanır.

  1. Teşvik Edici Faktörler

Geri kalmış bölgeler, alt yapı tesisleri yönünden fakir oldukları gibi, yer açısından da tüketim merkezlerine uzaktırlar. Buralara endüstriyel tesis kurulabilmesi için yol, enerji, su, personelin sağlık, kültürel ve diğer gereksinimlerinin karşılanması için ayrıca yatırımlar yapılması gerekir. Gelişmiş bölgelerde kurulan endüstriye göre, bölgenin geri kalmışlığı nedeniyle, projenin kuruluş ve işletme dönemi boyunca yüklenecek külfetleri hafifletici önlemler devlet tarafından alınmadığı sürece, geri kalmış bölgelerde endüstri kurulması ve geri kalmışlıktan kurtulma olanağı yoktur.

Önlemler iki ana grupta düşünülür: Birincisi, enerji ve ulaştırma tesisleri gibi alt yapı tesislerin Devlet tarafından yapılması; ikincisi de, vergi bağışıklığı (muafiyeti) veya indirimi ile kredi kolaylığı gibi finansal önlemlerdir.

Bölge seçimi analizlerinde uygulanan ölçütlerin çoğunluğu makro ekonomik niteliktedir. 1960 yılında yapılan bir çalışma da bu ölçütler 10 ana gruba ayrılmış, her grup içindeki alt ölçüt grupları belirlenmiş ve her alt ölçüt grubu da bileşen ölçütlerine ayrılmıştır (1). Söz konusu 10 ana ölçüt grubu şunlardır:

  1. Pazarlar (9 -63)
  2. İşgücü (18 – 128)
  3. Malzeme ve Hizmetler (4 – 31)
  4. Ulaştırma (12 – 82)
  5. Hükümet ve Yasalar (8-54)
  6. Finansman Olanakları ( 5 -40)
  7. Su ve Artıkların Yok Edilmesi ( 1 0 -72)
  8. Enerji ve Yakıt ( 5 -38)
  9. Toplumsal Özellikler (26 – 181)

10.Konum veya Arazi Özellikleri (12 – 64)

Parantez içindeki sayıların ilki, ana faktör grubu içindeki alt faktör grubu sayısını; ikincisi ise her alt faktör grubu içindeki tali veya ikinci dereceden grup sayısını göstermektedir. Bu liste de toplam 753 faktör bulunmakta, bununla beraber genel olarak kuruluş yeri seçimini etkileyen tüm faktörleri içerdiği söylenemez.

2- Yöre (aday kuruluş yerleri) ve Konum Seçimini Etkileyen Faktörler

İşletmenin kurulacağı bölgenin belirlenmesinden sonra, bu bölge içinde fabrikaların kurulabileceği il ve ilçe gibi muhtemel kuruluş yöreleri veya aday kuruluş yerleri belli ölçütlere göre saptanır. Daha sonra bu aday yöreler arasından, kuruluş yeri saptama yöntemleri aracılığı ile, toplam maliyetleri minimum kılan belli bir yöre en iyi veya optimum kuruluş yöresi ve yeri olarak saptanır.

Kuruluş yöreleri veya aday kuruluş yerleri ve konum (arsa) seçimindeki faktörler çeşitlilik ve aralarındaki ilişkiler açısından bölge seçimindekilere oranla çok daha karmaşıktır. Özellikle faktörlerin çoğunun kalitatif nitelikte olması seçim işini daha da güçleştirir.

Yöre ve konum seçimindeki kriterler daha çok teknik düzeydedir. Bölge seçimindeki faktörlerle aynı adı taşıyanlar da mikro düzeyde bu¬lunurlar. Bu faktörlerin başlıcaları şöyle sıralanabiliri).

  1. Ulaşım
  2. işgücü tedariki, şimdiki nüfus ve gelişme trendi
  3. Gelişme yapı ve davranışları
  4. Toplumsal yapı ve davranışlar
  5. Enerji ve su kaynakları
  6. Tedarik kaynaklarına yakınlık
  7. Ulaşım tesisleri ve maliyetleri
  8. Yaşam koşulları
  9. Arazi, inşaat, giyim, gıda ve diğer konulardaki fiyat düzeyleri

10.Mevcut fabrikaların yerleri ve sosyal tesisler

  1. Belediye hizmetleri

12.Atıkları giderme kolaylıkları

13.Arazinin topoğrafik yapısı

  1. İşçi – işveren ilişkileri

15.Ücret düzeyleri

16.Nüfus yapısı; çalışır oranı, eğitim ve meslek durumları

17.Kamu tesisleri; yol, hava alanı, yolcu terminalleri

18.Teknik personel ve yönetici olanakları

  1. Eğitim ve araştırma kuruluşları

20.İklim

  1. Vergiler

OPTİMUM (EN İYİ) KURULUŞ YERİ SEÇİMİNDE KULLANILAN YÖNTEMLER

Kuruluş yeri seçimi sorununu çözümlemeye yönelik sistematik çalışmaların ilk kez 1826 yılında Alman ekonomistlerinden J.H.Von Thunen tarafından başlatıldığı ve bu çalışmaların 1909 yılında Alfred VVeber tarafından yoğunlaştırıldığı ileri sürülmektedir(1).

İkinci Dünya savaşından sonra doğrusal programlama, girdi-çıktı analizleri ve daha sonra dinamik programlama gibi yöneylem teknik¬lerinin gelişmesiyle en uygun kuruluş yeri matematiksel yaklaşımlarla belirlenmeye başlamıştır. Matematiksel programlamayla kuruluş yeri¬ni belirlemede yardımcı olan bilim adamları arasında F.L. Hitchcook, W.J. Baumol, P. VVolfe, W. Isard, L. Moses, A. Kuehn, M.J. Hamburger Efroymson ve Ray gibilerini sayabiliriz.

Yukarıda sözü edilen bilim adamları, belli ölçütlere göre üretim birimlerinin en uygun veya optimum kuruluş yerlerini saptamaya yönelik çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. İkinci Dünya Savaşına ka¬dar kullanılan, bu yöntemler “Geleneksel Kuruluş Yeri Seçimi Yöntemleri” ve II. Dünya Savaşından sonra yöneylem tekniklerine da¬yanan yöntemler de “Çağdaş Kuruluş Yeri Seçimi Yöntemleri” diye iki grupta sınıflandırılır.

1- Geleneksel Kuruluş Yeri Seçimi Yöntemleri

Optimum kuruluş yerini saptamaya yönelik geleneksel kuruluş yeri yöntemleri geliştirildikleri çağın gereği olarak, bir takım analitik geometri, grafik ve diferansiyel hesap tekniklerinden öteye gitmemek¬tedir. Bu yöntemlerden en önemlileri, Alfred VVeber (1904) tarafından ortaya atılan;

  1. Kuruluş Yeri Üçgeni,
  2. Eş Maliyet Eğrileri, yöntemleridir.

Kuruluş yeri üçgeni oldukça basit bir yaklaşımdır. Burada bir fabrikanın kurulabileceği 3 adet aday kuruluş yeri ve bir adet tüketim merkezi vardır. Cebirsel hesaplamalar sonucu aday kuruluş yerlerin¬den optimum olanı (optimum kuruluş yeri), tüketim merkezine ulaştırma maliyetleri en düşük olan yer olarak seçilmektedir.

Eş maliyet eğrileri yaklaşımında, ulaştırma maliyetleri yanında

enerji maliyeti, işçi ücretleri ve yöresel vergiler toplamından oluşan toplam maliyetleri minimum kılan aday kuruluş yeri optimum kuruluş yeri olarak belirlenmeye çalışılmıştır. Optimum kuruluş yerinin belirlenmesinde bir tüketim merkezi yanında hammadde tedarik noktaları da öz önüne alınmıştır. Eş maliyet eğrileri yaklaşımı daha sonra W. Isard ve M.L. Moses tarafından daha gerçekçi bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır.

Geleneksel kuruluş yeri seçimi yöntemleri uygulamada pek çok yönden yetersiz kaldıkları için bunlar üzerinde ayrıntılı durmayı gerekli görmüyoruz. Zira bir yandan, problem modeline katılabilecek hammadde tedarik ve tüketim merkezi sayıları son derece kısıtlı kal-maktadır. Bu durum, geleneksel yöntemlerin gerçek problemlere uygu-lanabilmesini engeller. Öte yandan, modeller maliyetleri ele alma açısından da yetersizdir. Ulaştırma maliyetleri dışında üretim ve sv. maliyetler modellere dahil edilememektedir.

2- Çağdaş Kuruluş Yeri Seçimi Yöntemleri

1940’lardan itibaren yöneylem tekniklerinin gelişmesi ve özellikle 1950’lerden sonra bilgisayarların uygulamaya konulması ile geleneksel kuruluş yeri seçimi yöntemlerinden farklı olan yeni yöntemlerin ve modellerin geliştirilmesi olanaklı olmuştur. Çağdaş model ve yöntemlerin üstünlüğü iki noktada toplanabilir.

  1. Kurulacak üretim birimlerine hammadde ve yardımcı madde temin edebilecek çok sayıda tedarik (kaynak) noktası, çok sayıda aday kuruluş yeri ve tüketim merkezini içeren gerçek problemlerin çözümünü olanaklı kılmaları,
  2. Ulaştırma maliyetleri dışında üretim ve yatırım maliyetleri gibi çeşitli maliyet bileşenlerini, kârlılık ve diğer öğeleri modeller içine sokabilmeleridir.

Başlıca çağdaş kuruluş yeri seçimi model ve yöntemleri arasında şunları sayabiliriz:

  1. Ulaştırma modeli (Transportation model)
  2. Doğrusal programlama modeli (Lineer programming model)
  3. Karma tam sayılı programlama modeli (Mixed – Integer Prog¬ramming)
  4. Dinamik programlama modeli
  5. Deneme ve Simulâsyon yöntemleri
  6. Karşılaştırmalı Yöntemler
  7. Aday kuruluş yerini etkileyen faktörlerin karşılaştırılması
  8. Aday kuruluş yerleri maliyetlerinin karşılaştırılması
  9. Aday kuruluş yerleri kârlılıklarının karşılaştırılması

Uygulanabilirlik açısından bunlar içinde en önemli olanları; başta doğrusal programlama yöntemine dayalı ulaştırma modeli, doğrusal programlama modeli ve özellikle karma-tamsayılı model olmak üzere en son sıraladığımız karşılaştırmalı yöntemlerdir. Uygulamada son yıllarda en yaygın kullanılanı “karma tamsayı programlama modeli” ve özellikle Land-Doing tarafından geliştirilen Dal ve Sınır Algoritması (Branch and Bound Algoritm)’dır(1). Doğrusal programlama ve bunun özel bir durumu olan “karma tamsayılı programlama”; işletmecilik bi¬liminde optimum kuruluş yeri seçimi sorunu yanında kapasite planla¬ması (işletme büyüklüğü ve kuruluş yeri), sermaye bütçelemesi, üretim planlaması, personel atamasında, optimum sipariş hacmi ve pa¬zarlama kanallarının seçimi konularında son yıllarda uygulamaya başlanmıştır.

Karşılaştırmalı yöntemler dışında sıraladığımız diğer kuruluş yeri seçimi yöntemi ve modellerinin anlaşılması yüksek düzeyde ma¬tematik bilgisini ve bilgisayar programlamayı gerektirdiği için, biz bu¬rada sadece “karşılaştırmalı yöntemler” üzerinde duracağız.

Karşılaştırmalı Yöntemler

  1. Faktörlerin Karşılaştırılması ve Ağırlık Yöntemi

Bir üretim biriminin kurulabileceği alternatif kuruluş yerlerinden veya farklı aday kuruluş yerlerinden hangisinin en uygun yada opti¬mum kuruluş yeri olacağını belirlemede yardımcı olan yöntemlerden birisi, aday kuruluş yerlerini etkileyen faktörlerin birbirleri ile karşılaştırılması esasına dayanır. Bu yöntem üç aşamada uygulanır:

  1. Birinci aşamada, her bir aday kuruluş yerinin her faktörden aldıkları puan veya ağırlık belirlenir.
  2. İkinci aşamada, aday kuruluş yerlerinin her faktörden aldıkları puanlar toplanır veya her bir aday kuruluş yerinin toplam faktör puanları hesaplanır.
  3. Üçüncü aşamada, toplam puanlara göre en yüksek puana sahip olan aday kuruluş yeri en uygun veya optimum kuruluş yen olarak seçilir.

Böyle bir derecelendirme ve hesaplamanın yapılmasında, kuruluş yerini etkileyici faktörlerin puanlarının veya ağırlıklarının saptanması en önemli bir konudur. Puan verilmesindeki yanılgılar yanlış bir kuru¬luş yeri seçimine neden olur.

Bu yöntemin uygulanmasına örnek verebilmek için, bir işletmenin 3 aday kuruluş yerinden hangisini seçmesinin uygun olacağını belirt¬meye çalışalım. Tablo 16’da görüldüğü gibi aday kuruluş yerleri İzmir, İstanbul ve Ankara olsun ve kuruluş yerlerini etkileyen faktörlere et¬kinlik derecesine göre 0 – 20 arasında puanlar veya ağırlıklar verile-bilsin.

Tablo 16’da kurulması düşünülen işletmeyi etkileyen kuruluş yeri faktörleri, birinci sütunda önem derecesine göre 0 – 20 arasındaki değerlere göre puanlanmıştır. Sözü edilen faktörlerden pazar, taşıma, su ve enerji-yakıt durumlarının kuruluş yerini önemli derecede etkile¬dikleri; buna karşılık iklim koşulları ve işgücü durumunun fazla etkili olmadıkları görülmektedir. Her bir faktör için, İzmir, İstanbul ve An¬kara gibi üç aday kuruluş bölgesinin aldığı değerler veya puanlar ayrı ayrı belirlenmiştir.

Optimum kuruluş yerini saptamada sözü edilen “karşılaştırmalı yöntemlerden” en anlamlı olanı, kuşkusuz maliyetler yanında satış ge-lirlerini göz önünde bulunduran “kârlılıkların karşılaştırılması’ yöntemidir. Ancak bu yöntemin uygulanabilirliği oldukça kısıtlıdır. Zira bu yöntem, birden fazla aday kuruluş yerlerine ilişkin maliyet ve satış gelirleri öğelerinin sağlıklı bir biçimde tahminlenmesini gerektirir. Daha önce belirttiğimiz gibi, maliyetlere oranla satış gelirlerinin önceden saptanması, özellikle piyasanın dengesiz olduğu ortamlarda, çok güç ve hatta olanaksız olmaktadır. Kuruluş yerini etkileyen faktörlerin karşılaştırılması yönteminin kaba bir yöntem olduğu gö7 önüne alınırsa, bu yöntemlerden uygulanma açısından en sağlıklı olanı “maliyetlerin karşılaştırılması” yöntemidir. Ancak, çok fazla sayıda aday kuruluş yeri söz konusu olduğunda, açıklamaya çalıştığımız bu son üç yöntemde yetersiz kalır. Bu durumda uygulanabilirlik açısından doğrusal programlama modeli ve özellikle bunun özel bir durumu olan karma tam sayılı modelin kullanılması kaçınılmaz olur.

Aday Kuruluş Yerinin Kârlılıklarının Karşılaştırılması

Üretim Maliyetleri, Satışlar, Kâr Aday Kuruluş Yerleri

A (103 TL.) B(103TL.) C(103TL.)

  1. Satışlar

Yıllık Satışlar 180.000 180.000 180.000

Satış Masrafları 20.000 18.000 22.000

  1. Üretim Maliyetleri

Hammadde 40.000 45.000 38.000

İşçilik 35.000 33.000 32.000

Taşıma 18.000 16.000 12.000

Enerji, Su 9.000 12.000 12.000

Diğer Kalemlar 5.000 6.000 6.000

Sabit Maliyetler 8.000 8 000 8.000

Toplam Üretim Maliyetleri 115.000 120.000 108.000

3.Toplam Maliyet

(Satış Mas. + Top.Uretim Mal.) 135.000 138.000 130.000

  1. Yılık Kâr

(Satışlar – Toplam Maliyet) 45.000 42.000 50.000

  1. Sabit Yatırım Harcaması 150.000 150.000 150.000

Yatırımın Kârlılık Oranı % 30 % 28 % 33,33

KAPASİTE PLANLAMASI – İŞLETME BÜYÜKLÜĞÜ SEÇİMİ

İşletme Kapasitesi Planlaması – 1

İşletme Kapasitesi Planlaması – 2

İşletme Kapasitesi Planlaması – 3

A – Kapasite Planlaması ve Önemi

Kuruluş yeri belirlenen bir üretim biriminin üretim miktarı açısından hangi büyüklükte veya kapasitede olması gerektiği işletme literatüründe “kapasite planlaması” konusuna girer.

Kapasite planlaması konusu sadece kurulacak yeni bir işletmenin veya yeni bir yatırımın hangi büyüklükte olması gerektiğini önceden belirlemek değil, aynı zamanda kurulu bir işletmenin hangi oranlarda genişletilmesi (tevsi) gerektiğini veya en uygun kapasite genişleme büyüklüğünün belirlenmesini içerir.

Belli bir büyüklükteki (kapasite büyüklüğündeki) bir işletmenin tevsisinin veya kapasite genişlemesinin, kapasite planlaması literatüründe özel bir önemi vardır: İşletme kısa dönemlerde yeni makinalar ve işgücü gibi üretim faktörleri istihdam ederek üretim kapasitesini belli bir düzeye çıkarabilir. Ancak kapasiteyi saptayan en önemli değişkenlerden biri olan ürün talebinin (isteminin) büyük oran¬larda artması durumunda; işletme bu artışları daha geniş arazi, yeni binalar, makinalar ve ek tesisler gibi yeni sabit yatırımlarla karşılayabilir. Böylece; kapasiteyi arttırmak amacıyla mevcut işletmeye gelecekte eklenecek yeni yatırımlara kapasite genişlemesi ve belli sürelerde yapılması gereken en iyi genişleme yatırımlarına da optimum kapasite genişleme büyüklüğü denilir. Kapasite genişlemesinin optimum olması kadar, gelecekteki ani talep artışlarını karşılamak için bunun zamanlama’sının da optimum olması gerekir. Diğer bir deyişle, gelecekte gerçekleşecek kapasite genişlemeleri ve bunlar arasında geçen zamanın optimum olması bekle¬nir. Birbirini izleyen genişlemeleri (tevsi) arasında geçen süreye genişleme zaman aralığı denilir.

“Kapasite seçimini etkileyen faktörler” bölümünde değineceğimiz gibi en iyi veya optimum işletme büyüklüğünü etkileyen etmenlerin bazıları hatta pek çoğu işletmelerin optimum kuruluş yerini aynı za¬manda etkilerler. Bu nedenle kurulacak bir işletmenin büyüklüğü ve ku¬ruluş yeri seçimi konuları birbirleriyle yakından ilişkilidir ve bu iki sorunun birlikte ve aynı zamanda ele alınması gerekir. İşte kapasite planlaması geniş anlamda, kurulacak bir işletmenin optimum kuruluş yerini ve optimum büyüklüğünü “aynı zamanda” veya simültane olarak saptamayı amaçlar. Diğer bir deyişle, önceki bölümde gördüğümüz “kuruluş yeri konusu” bağımsız bir konu olarak değilde, kapasite planlaması konusu içinde ele alınan bir konu olmaktadır. Nite¬kim, işletme büyüklüğü seçimi sorununun doğrusal programlama yöntemleriyle (ulaştırma, karma tamsayılı programlama modelleri) çözümü, optimum kuruluş yerlerini ve bunlara ilişkin optimum işletme büyüklüklerini (kapasite büyüklüklerini) verir.

Yukarıdaki açıklamalara göre kapasite planlaması, değişik üretim kapasitelerindeki işletme büyüklükleri arasından, belli bir ölçüte göre en iyisinin (optimum olanın) “nerede” ve “ne zaman” kurulacağını kalitatif ve kantitatif yöntemlerle saptayan bir işlemdir. Diğer bir deyişle, kapasite planlamasında güdülen amaç, bazı yöntemler aracılığı ile kurulması düşünülen işletmelerin belli ölçütlere göre “optimum büyüklükleri” ve “optimum kapasite genişleme büyüklüğünün” ve “optimum genişleme zamanı”nın saptanmasıdır (1). Söz konusu ölçüt; genellikle girişimcinin amacına göre, işletme kazancının veya satış ge¬lirlerinin maksimizasyonu ve/veya maliyetlerin, özellikle de yatırım maliyetlerinin minimizasyonudur. Ancak, kapasite planlamasında çoğu kez; satış gelirlerinin maksimizasyonu yerine, maliyetlerin özellikle de işletme kuruluş yatırım maliyetlerinin minimizasyonu ölçütü yeğlenir. Aslında optimum kapasite seçiminde yatırım maliyetlerinin ölçüt olması planlama işlevinin niteliğine paralel olarak bir tercihi yansıtmak yerine, bir ölçüde bir zorunluluğu yansıtmaktır. Sağlıklı bir planlama, geleceği şimdiden isabetli bir şekilde görebilmeyi gerek¬tirir. Plan döneminin başlangıcında, kuruluş yatırım veya kısaca kuru¬luş giderlerinin saptanması olanaklıyken; gelecekte ürün fiyatlarının sürekli değişmeler gösterebileceği göz önünde tutulduğunda satış gelir¬lerinin şimdiden sağlıklı bir biçimde tahminlenmesi güçlüğü ortadadır.

Belli bir ürünü belirli düzeyde üretebilecek optimum işletme büyüklüğünün (optimum kapasite büyüklüğünün) gerçekleştirilmesi veya kurulu bir işletmede mevcut üretim düzeyini artırmak için ek bir kapasitenin kurulması (kapasite genişlemesine gidilmesi) makro açıdan bir yatırım sorunudur. Bu nedenle optimum işletme büyüklüğü ve kuru¬luş yerini önceden belirlemeye yönelik kapasite planlaması, yatırım planlaması konusuyla yakından ilişkilidir. Planlama işleminde optimum işletme büyüklüğü, alternatif kapasite büyüklükleri arasından seçilir

ve yatırım giderleriyle temsil edilirler. İşletme büyüklüğünün ve do¬layısıyla yatırımların optimum düzeyde olması ülke ve işletmeler açısından son derece önemlidir.

Çoğu gelişmekte olan ülkeler gibi, ülkemiz de sınırlı doğal kay¬naklara ek olarak kıt sermaye ve döviz olanakları, nitelik yönünden yetersiz insan gücü sorunlarıyla karşı karşıyadır. Bu kıt kaynakların verimli bir şekilde kullanımı için önce üretim birimlerinin optimum ku¬ruluş yerlerinde kurulmaları ve optimum büyüklüklerde olması gerekir.

Sınırlı yatırım fonlarına sahip olan özel girişimciler de bu fonları ekonomik biçimde değerlendirebilmek için amaçlarına uygun bir işletme büyüklüğünü ve kuruluş yerini önceden saptamak sorunuyla karşı karşıyadırlar. Girişimcilerin başarıya ulaşmasında, ünite maliyetleri¬nin oluşumunda ve gelirlerin sağlanmasında en etkili faktör olması nedeniyle optimum işletme büyüklüğü büyük bir önem taşır.

Alternatif işletme büyüklükleri ve dolayısıyla bunları gerçekleştirecek farklı yatırım giderleri arasından optimum olanını seçme kararının işletme açısından önemli olduğunu aşağıdaki gibi değişik yönleriyle vurgulayabiliriz:

  1. Kuruluş yatırımları, bir işletmenin tüm varlıklarının ağırlığını oluşturmaktadır. Yatırım değerlerinin ya da sabit varlık değerlerinin toplam aktif varlıklara oranı, özellikle büyük ölçekli kamu hizmeti gören işletmelerde (elektrik, gaz üretimi, posta-telefon hizmetleri, demiryolu işletmeciliğinde) genellikle 4/5’e; madencilik, ormancılık ve tarım işletmelerinde 2/3’e ulaşmakta ve imalat sanayi işletmelerindeyse çoğu kez % 50’nin üzerine çıkmaktadır d).
  2. Kuruluş ile ilgili yatırımlar ve dolayısı ile işletmenin kuru¬luşundaki büyüklüğü, işletmenin kısıtlı fonlarının oldukça uzun bir süre için belirli bir alana bağlı kalmasını ve böylece karar almada sorumlu işletme yöneticilerinin, gelecekte karar verme esnekliklerinin bir ölçüde kaybolmasına neden olmaktadır. Başka bir deyişle, bu konuda yatırım kararı alanlar, işletme fonlarını uzun bir süre için belirli alan¬lara tahsis ettiklerinden gelecekte olası olayların bir tür tutsağı duru¬muna düşmektedirler. Bu nedenle kuruluş yatırımlarının oldukça uzun dönemleri kapsayacak biçimde planlanması kritik bir önem taşımaktadır. Yatırımlarla ilgili kararları kısa dönemlerde değiştirmek olanağı sınırlı olduğundan, geleceğe ilişkin tahminlerde yanılgılar, işletmeler açısından önemli sonuçlar doğuracaktır.
  3. Alternatif işletme büyüklüklerinin, optimum kapasiteye göre aşırı veya eksik olması işletme yönünden ciddi sonuçlar yaratabilir. Girişimcinin, kapasiteyi gereğinden fazla saptaması gelecekte boş (atıl) kapasite oluşmasına neden olabilir. Bu durum; işletme fonlarının savurganca kullanıldığını, dolayısıyla gereksiz olarak daha ağır bir fi¬nansman ve harcama yükü altına girildiğini belirteceğinden, söz konusu işletmenin kâr oranı da azalacaktır. Öte yandan, kapasitenin veya yatırım harcamalarının düşük düzeyde tutulması iki önemli sonucu doğurabilir:
  4. Önce, büyüklüğün (büyük ölçeklilik) maliyetleri düşürücü etki¬sinden yararlanamayan düşük kapasiteli üretim birimleri, yüksek maliyetlerle çalışacakları için kısa dönemlerde rekabet güçlerini yitireceklerdir. Ayrıca büyük işletmeler, küçüklere oranla daha modern üretim yöntemi (teknolojisi) uygulama ve iş bölümüne gidebilme olanaklarına sahip oldukları için, daha kaliteli ve ucuz üretimde buluna¬caklardır.
  5. Diğer bir sonucu da; küçük kapasiteli işletmeler, hizmet ettikleri çevrenin talebini karşılayamayacakları için giderek piyasa payını kaybedecekler ve belki de bu nedenle bu işletmelerin varlığı tehdit edilmiş olacaktır.

KAPASİTE VE KAPASİTE BÜYÜKLÜĞÜ (İŞLETME BÜYÜKLÜĞÜ) KAVRAMLARI

İşletme Kapasitesi Planlaması – 1

İşletme Kapasitesi Planlaması – 2

İşletme Kapasitesi Planlaması – 3

Burada önce kurulu bir işletmenin üretim miktarını ifade eden ka-pasite kavramı ve daha sonra da değişik kapasitelerdeki işletme büyüklükleri veya kapasite büyüklüğü kavramı incelenecektir.

1- Kapasite

İşletme ve mühendislik literatüründe “işletme kapasitesi” an-lamına gelen “işletme teknik kapasitesi”, “işletme ekonomik kapasite¬si”, “işletme üretim kapasitesi” ve “tesis kapasitesi” gibi farklı sözcüklerle ifade edilen değişik kapasite tanımlarına sık sık rastlan¬maktadır. İşletme ve mühendislik bilim dallarında kapasite kavramının değişik anlamlarda kullanıldığı ve hatta aynı bilim dalında dahi görüş birliğine varılmadığı gözlemlenmektedir. Kanımızca bu kavram üzerindeki görüş ayrılıklarının en önemli nedeni, izlenen amaçların ve söz konusu üretim birimlerinin farklı olmasıdır.

Farklı kapasite tanımlarındaki ortak özellik, kapasitelerin belli bir sürede işletmenin üretim düzeyini veya üretim gücünü ifade ekme¬leridir. Kapasite, mal ve hizmet üretebilme yeteneği ve olanakları hakkında fikir veren bir kavramdır. Bir kimse günde 8 saat çalışabiliyorsa, o kimsenin çalışma ve iş çıkarma kapasitesi 8 saattir. Bir makina günde sürekli olarak 20 saat çalışabiliyorsa, o makinanın günlük kapasitesi 20 saattir.

Belli bir sürede üretilen mal veya hizmetlerin fiziksel birim sayısı kapasite ölçüsü olarak kullanılır; bir kişi belli bir süre içinde, söz gelişi 8 saat içinde bir maldan 20 birim üretirse, o kişinin üretim kapasitesi 20 birimdir, denir. Yine bir tezgah 8 saatte 40 metre kumaş dokuyabilirse, üretim kapasitesi 8 saatte 40 metredir, denilir. Bir fabrika günde 400 metre kumaş dokuyor ve yılda 300 gün çalışıyor ise, bu fabrikanın yıllık üretim kapasitesi 400 x 300 = 120.000 metre kumaştır, denilebilir.

Fiziksel birimler dışında, belli bir sürede ürünlerin “değeri”de kapasite ölçüsü olarak kullanılabilir. Bir fabrikanın belli bir sürede ürettiği malların değerinin tutarı, yine bir bakkalın günlük satış tutar¬ları bu birimlerin kapasitelerinin ölçümünde kullanılabilir.

Bu verdiğimiz örneklerde kapasite “üretim gücü ölçüsü” olarak tanımlanmaktadır. Kapasite tanımı üretim faaliyetine katılan her işletme, atölye ve makina için söz konusu olabileceği gibi, bir insan ve diğer canlılar için de söz konusu olabilen geniş bir tanımdır.

2- İşletme Kapasitesi

Kimi bilim adamları işletme kapasitesini “üretim miktarı” açısından, kimileri de “maliyetler” açısından tanımlamaya çalışmışlardır. Nitekim De Leew kapasiteyi, bir işletme veya tesisden birim zamanda elde edilebilen maksimum üretim miktarı olarak tanımlamıştır (1). Griffin ise, işletme kapasitesini, işletmenin kısa dönem ortalama maliyet eğrisini minimum kılan üretim düzeyi olarak açıklamıştır (2). Pekiner işletme kapasitesini, “herhangi bir işletmenin belirli bir zaman parçası içerisinde üretebileceği mal veya hizmet miktarı” olarak tanımlarken (1), Oluç kapasiteyi, “işletmenin bir mal veya hizmet üretebilme yeteneği ve imkânları” biçiminde tanımlamaktadır (2). Bu tanımlamalara paralel olarak, literatürde, genellikle iki tür kapasite kavramıyla karşılaşılmaktadır. Bunlardan ilki, bir işletmenin “teknik veya mühendislik kapasitesi”, ikinciyse “ekonomik veya maliyetler açısından kapasite”‘dir.

a- Teknik veya Mühendislik kapasitesi: Bir işletmenin fiili (gerçekleşen) üretim miktarı ile maksimum üretim arasındaki ilişkiyi gösterir. Bu yaklaşıma göre kapasite, maliyetler ve üretim darboğazları göz önüne alınmadan bir işletmenin birim zamanda üretebileceği maksimum ürün miktarı olarak tanımlanabilir. Buna göre, bir işletmenin veya tesisin tahmin edilen kapasitesi sürekli olarak gerçek veya fiili üretim kapasitesinin üzerinde olacaktır. Zira üretim sürecinde; herhangi bir hammadde ve işgücü tıkanıklığının olabileceği göz önünde bulundurulamaz. Teknik kapasitenin kolaylıkla ölçülebilmesi, bu yaklaşımın bir üstünlüğü olarak gösterilmektedir. Ancak teknik ka¬pasite kavramının eleştiriye açık bir yönü vardır. Birincisi insan gücü, hammadde ve diğer parasal maliyetlerin dikkate alınmamış olmasıdır. İkincisi, makina, teçhizat gibi üretken ünitelerin hiç bir arıza göstermeyeceği, tamir gereksinimi duyulmadan maksimum üretime de¬vam edebileceği varsayımıdır.

  1. Maliyetler açısından veya ekonomik kapasite:

Üretim yöntemi (tekniği) değişmediğinde bir işletmenin minimum ma¬liyetler düzeyinde üretebileceği ürün miktarı olarak tanımlanır. Ekono¬mik kapasitenin teknik kapasiteye oranla bir işletmenin gerçek üretim düzeyini daha sağlıklı biçimde yansıtacağı avantajı yanında; bu kapa¬site ölçümünün daha zor olacağı da göz önünde bulundurulmalıdır, işletme ekonomisi literatüründe genellikle, teknik kapasite maksimum kapasite, olarak ekonomik kapasite de optimum kapasite olarak nitelen¬dirilmektedir.

Kapasite planlamasında; işletmedeki makina ve donatım araçları gibi temel üretken birimlerin ayrı ayrı hesabedilen üretim güçleri top¬lamı yerine, işletme kapasitesi tüm işletmenin üretim gücünü ifade eder. Böylece, işletme bir bütün olarak incelendiğinde, işletme üretim

gücüne, “işletme üretim kapasitesi” veya kısaca “işletme kapasitesi” denilir.

Kapasite Çeşitleri

  1. Maksimum (Teorik) Kapasite: Bir işletme veya maki-nanın hiç bir arıza ve gecikme olmadan üretebileceği maksimum ürün miktarıdır. Bu aynı zamanda daha önce tanımladığımız “mühendislik veya teknik kapasite” anlamına gelmektedir. Şekil 5’de A – D boyutu, yani 60.000 ünite miktarı işletmenin maksimum kapasitesini göstermektedir,
  2. Normal (Pratik) Kapasite: Tamir, bakım, onarım, makina bozulmalarından doğabilecek normal gecikmeler dikkate alındığında normal koşullarda üretilebilecek ürün miktarını gösterir. Şekilde A – C boyutu, yani 50.000 ünitelik üretim miktarı işletmenin normal kapa¬sitesini gösterir.
  3. Gerçek (Fiili) Kapasite: Belirli üretim planı döneminde ortaya konulan ürün veya hizmet miktarını gösterir. Şekilde bu A -B boyutu yani 40.000 birimlik üretim miktarını gösterir. Normal kapa¬site, her zaman ulaşılabilir üretim miktarını gösterir. Ancak kapasite üretilen ürünün satılabilmesiyle olanaklıdır. Satış hacmi yetersiz ise, normal kapasitenin ancak bir bölümünden yararlanılabilir. Normal kapasitenin yararlanılan bölümüne “gerçek kapasite” denir. Yarar¬lanılamayan bölümüne “aylak kapasite” denir.
  4. Aylak (Boş) veya Atıl Kapasite: Normal kapasite ile gerçek kapasite arasındaki farka denir. Şekil 5’de, işletmede B – C boyutunda 10.000 ünitelik bir atıl (boş) kapasite olduğu görülmektedir. Normal kapasiteden daha düşük bir miktarda üretimin gerçekleşmesi

yani atıl kapasitenin ortaya çıkması, birim üretim maliyetini artıracağından işletmeci tarafından arzu edilmez. Bugün ülkemiz işletmelerinin çoğunda, hammadde ve diğer üretim girdilerinin tedariğinde karşılaşılan güçlükler nedeniyle, atıl kapasitelerde çalışılmaktadır.

  1. Çalışma derecesi (Kapasite Kullanım Oranı): Bir işletmede normal kapasiteden yararlanılabilen oranı gösterir.

Çalışma Derecesi = Gerçekleşen (Fiili) Kapasite Normal (Pratik) Kapasite

Bir işletmenin kapasite kullanım oranı (çalışma derecesi) % 80 denildiğinde o işletmenin normal kapasitesinin % 80’ini oranında üretimi gerçekleştirdiği anlamına gelir. Kapasite kullanım oranı arttıkça işletmenin üretim programını uygulamadaki başarısı artıyor

demektir.

C- Kapasite – Maliyet İlişkisi

Kapasite planlamasında işletme kapasitesi, maliyetler açısından incelendiğinden kapasite-maliyet ilişkisi üzerinde durmak gerekir. Bu ilişkinin ortaya konulması için, önce “üretim maliyetlerini doğrudan etkileyen faktörler” üzerinde durulmalıdır.

Kuramsal olarak uzun dönem veya planlama döneminde üretim maliyetlerini doğrudan etkileyen başlıca faktörler; 1. üretim yöntemi, 2. üretim faktör fiyatları ve 3. kapasite büyüklüğü veya işletme büyüklüğüdür.

Üretim Yöntemi

Bu faktör, teknik bir deyişle, üretim fonksiyonunda girdilerin birbirinin yerini alabilme veya bunların ikame olanaklarını göster¬mektedir. Üretim faktörleri bileşimi, bazı üretim alanlarında “değişmeyen oranlarda” bazılarında da “değişen oranlar”da arttı¬rılabilir. Üretim sürecinde değişken üretim faktörünün (işgücü ve hammadde gibi) artması, belli bir noktaya kadar üretim miktarının devamlı artışına; fakat daha sonra azalışına neden olur (Azalan verim¬ler kanunu durumu). Üretim faktörleri bileşiminin değişmesiyle etkisini gösteren “azalan verimler yasası” ile, birim mal üretimi için daha faz¬la değişken girdi kullanılması zorunluluğu maliyetlerde artışa neden ol¬maktadır.

Girdi Fiyatlarındaki Değişmeler

Üretim faktörlerinin verimliliği değişmediğinde, genellikle girdi fiyatlarındaki artışlar maliyetlerin artmasına, girdi fiyatlarındaki düşmeler ise maliyetlerin azalmasına neden olur.

Kapasite Büyüklüğü (İşletme Büyüklüğü)

Üretim faktör .fiyatları ve üretim yöntemi sabit olduğunda, üretim maliyetlerini etkileyen diğer önemli bir faktör de kapasite büyüklüğü veya işletme büyüklüğündeki değişmelerdir. Her bir işletme büyüklüğü değişik üretim miktarlarını gösteren farklı kapasitelerle ifade edilir. Örneğin, 300 bin ton, 500 bin ton ve 600 bin ton kapasite¬lerdeki çimento fabrikaları 3 farklı büyüklükteki işletmeleri veya 3 farklı kapasite büyüklüğündeki işletmeleri gösterir. Kuramsal olarak işletmenin üretim kapasitesi büyüdükçe veya kapasite büyüklüğü arttıkça, büyüklüğün maliyetleri düşürücü etkisi sonucu, birim ürün maliyetlerinde azalışlar beklenir. Büyüklüğün sağladığı avantajlar, sabit tesisler dahil işletmenin her türlü girdi miktarlarının istenildiği gibi değiştirilebileceği zaman süresinde, daha iyi bir deyişle, uzun dönemlerde ortaya çıkar. Bu nedenle, uzun dönemde kapasite büyüklüğü-maliyet ilişkisi üzerinde ayrıntılı durmak gerekir.

KAPASİTE BÜYÜKLÜĞÜ – MALİYET İLİŞKİSİ

İşletme Kapasitesi Planlaması – 1

İşletme Kapasitesi Planlaması – 2

İşletme Kapasitesi Planlaması – 3

Kurulu bir işletme, kapasite genişlemesine gidilmeden de, işçi sayısını, kullandığı hammadde ve malzeme miktarını arttırarak, belli bir düzeye kadar üretim miktarında artışlar sağlayabilir (kısa dönem durumu). Üretim miktarlarındaki büyük artışlar, ancak işletme büyüklüğü veya kapasite büyüklüğünün arttırılması ile olanaklıdır (Uzun dönem durumu).

İşletme kapasitesi büyütüldükçe “büyüklüğün sağladığı avantaja lar” sonucu, ürünün maliyetleri belli bir kapasite büyüklüğüne kadar düşüş gösterir (ölçüye göre artan geliri durumu). Şekil 6, değişik ka¬pasitelerdeki 4 farklı işletme büyüklüğüne ilişkin ortalama maliyet eğrilerini göstermektedir. Küçük kapasiteli işletmelerin (A ve B işletmeleri) ortalama maliyet eğrileri, daha büyük kapasiteli

işletmenin (C işletmesi) ortalama maliyet eğrisi üzerindedir.

Büyüklüğün sağladığı avantajların ortaya çıkmasının birinci ne¬den, “içsel ekonomiler”, diğer bir nedeni de “dışsal ekonomilerdir.

Üretim faktörlerinin “bölünmezliği”, işletmede “iş bölümü” ve “uzmanlaşma” gibi öğelere, içsel ekonomiler denilmektedir (1).

Kapasite büyüdükçe işletme içinde daha etkin “iş bölümü” ve “uzmanlaşma”ya gidilebilmesi sonucu verimlilik artacak ve dolayısıyla birim maliyetler düşecektir. Bazı üretim faktörlerinin bölünmezliği de birim maliyetlerin düşmesine neden olur. Örneğin, belirli bir işletme büyüklüğünde standart kapasitelerde olan bir bilgisayarın ancak % 50 kapasite kullanımına gereksinim varsa, normal koşullarda bu bilgisa¬yarın satın alınması ekonomik olmaz. Ancak işletme bu bilgisayarı tam kapasitede kullanılabilecek bir büyüklükte olduğu zaman, bilgisayarın satın alınması verimi arttıracak ve dolayısı ile maliyetleri düşürecektir.

Dışsal ekonomiler bir işletmenin değil; fakat bir endüstri dalının tümüyle genişlemesi sonucu uzun dönemlerde birim maliyetlerde sağlanan düşmelerdir. Endüstrinin tümüyle büyümesi, işletmeler arasında daha çok uzmanlaşmaya, iş bölümüne yol açacak ve böylece bir işletmenin önceden ürettiği bir girdi başka işletmelerden daha ucu¬za satın alınacağı için maliyetlerde düşmeler görülecektir. Ayrıca dışsal ekonomiler işletme dışı gelişmeler ve alt yapı tesislerinin kurul¬masını, tecrübeli uzmanların yetişmesini sağlıyacağı için, işletmenin bu amaçlara yönelik ek giderler yapmasını engelleyeceğinden birim maliyetler düşecektir.

Şekil 6’da C ile gösterilen işletme büyüklüğünde, birim üretim maliyetleri en düşük düzeye ulaşmıştır. Bu işletme büyüklüğünde Ölçeğe göre artan getiri yerine, ölçeğe göre sabit getiri durumu egemen olmaya başlamış, dolayısıyla büyüklüğün sağladığı avantajlar ortadan kalkmıştır. Daha büyük kapasiteli D işletmesine geçildiğinde, ölçeğe göre azalan getiri sonucu birim ürün maliyetlerinde artışlar görülmeye başlamıştır. Bu durumda; maliyetlerin olumsuz yönde etkilenmesi nedeniyle işletme büyüklüğü, planlama açısından arzu edilmeyen bir büyüklüktedir. Belli bir düzeyden sonra, işletme kapasitesi büyütüldükçe, birim ürün maliyetinin artmasına neden olan başlıca faktörler şunlardır; yönetim, satış ve tedarik piyasalarındaki dar boğazlar ve kısıtlı finansman olanakları.

E- Optimum Kapasite

Kurulu bir işletmenin optimum üretim miktarını veya kapasitesini belirleyen ölçülün, değişik işletme büyüklüklerinden en iyisinin veya optimum kapasite büyüklüğünün seçimi için göz önüne alınacak ölçütten farklı olması nedeniyle, her iki optimum kapasite kavramı üzerinde ayrı ayrı durulması gerekir.

1- Kurulu Bir İşletmede Optimum Kapasite (Üretim Miktarı)

Optimum kapasite sözcüğündeki “optimum” kelimesi dilimizde “en iyi” veya “ideal” anlamına gelen latince “optimalis” kelimesinden türemiştir.

Daha önce belirtildiği gibi, işletme ekonomisi literatüründe genel¬likle ekonomik kapasite, optimum veya en uygun kapasite olarak nite¬lendirilir. Burada amaç maliyetlerin minimizasyonu olduğu için opti¬mum kapasite, “bir işletmenin minimum maliyetler düzeyinde üretebileceği ürün miktarı” olarak tanımlanır.

2- Optimum Kapasite Büyüklüğü (Optimum İşletme Büyüklüğü )

Daha önce belirtildiği gibi, kapasite planlaması konusu, değişik üretim kapasitelerindeki işletme büyüklükleri arasından belli bir ölçüte göre en iyisinin veya optimum olanın seçimi ve bunun optimum bir yerde kurulmasını içerir. İşletmelerin ve özellikle de büyük ölçekli işletmelerin kurulmasında amaç, çoğu kez satış gelirlerinin dolayısıyla kârın maksimizasyonu yerine maliyetlerin ve özellikle de “ilk kuruluş yatırım maliyetlerinin” minimizasyonudur.

“İlk kuruluş yatırım maliyetleri” veya kısaca “kuruluş maliyetleri”, fabrikanın kurulması ve üretime hazır duruma gelmesine kadar yapılan giderler toplamından oluşur. Kuruluş maliyetleri etüd ve proje, arsa alımı ve düzenlenmesi, inşaat işleri ve ulaştırma, ana-yardımcı makina ve donanım, ithalat ve gümrükleme, montaj ve genel giderler ile borçlanma durumunda yatırım süresi faizleri toplamından oluşur.

Değişik kapasite büyüklüklerinden optimum olanının seçimini etkileyen diğer bir faktörde, işletmenin faaliyette bulunacağı alan veya bölgede tahminlenen, ürün talep düzeyidir. Şekil 6’ya göre aynı talep düzeyi, değişik büyüklüklerdeki işletmeler tarafından karşılanabilir. Örneğin, şekilde 400 bin tonluk talep, farklı kapasite veya işletme büyüklüğünü gösteren A. B ve C işletmeleri tarafından karşılanabilir. 400 bin tonluk talep miktarını karşılayan projelerin optimumu, bu talep miktarında en düşük ortalama maliyeti gösteren B projesidir. 400 bin tonluk talebi, daha az yatırım harcaması gerektiren A projesi ile karşılamak olanaklıysa da. büyüklüğün sağladığı avantajlar nedeniyle daha çok yatırım gerektiren B projesinin seçilmesi tercih edilir. Öte yandan; aynı ürün talebi düzeyinde C projesinin seçilmesi, gerek yüksek birim maliyetleri ve gerekse sabit yatırım maliyetleri yönünden uygun görülmez.

Kuruluş yatırım maliyetlerinin ve ürün talep düzeyinin, endüstriyel işletmelerin kapasitelerinin saptanmasında en önemli faktörler olduğu yukarıda belirtilmiştir. Buna göre optimum işletme veya kapasite büyüklüğü; üretilecek ürün talebini karşılamak koşuluyla kuruluş yatırım maliyetlerini minimum kılan işletme büyüklüğü olarak tanımlanabilir. Optimum kapasite büyüklüğünü etkileyen daha birçok faktörler vardır.

E- Kapasite Büyüklüğü Seçimini Etkileyen Faktörler

Kapasite büyüklüğü seçimini etkileyen faktörler iki grupta top-lanır. Bunlardan ilki kapasite seçimini doğrudan etkileyen veya sınırlayan faktörler grubu, ikinci grup ise kapasite seçimini dolaylı (indirekt) etkileyen faktörlerdir.

  1. Ürün Talep Düzeyi

İşletme kapasitesi büyüklüğünü sınırlayan faktörlerin en önemlisi, işletmenin üretimini yapmayı düşündüğü ürüne karşı piyasada var olan gelecekteki talep düzeyidir. Şimdiki ve gelecekteki talep bir üretim ünitesinin asgari ekonomik büyüklükte kurulmasını olanaklı kılmıyorsa, böyle bir yatırım projesinden başlangıçta vazgeçmelidir. Büyüklüğün sağladığı avantajların önemli olduğu işletmelerde, bir üretim ünitesinin asgari ekonomik kapasitenin altında kurulması kay¬nakların savurganca kullanılmasına yol açar. Bu nedenle, belli bir büyüklükteki işletme kurulmadan önce, özellikle iç talebin dikkatli bir biçimde değerlendirilmesi gerekir.

işletme faaliyetlerinin devamlılığı ana ilke olduğuna göre, kuruluş anında üretim kapasitesinin varolan talep yerine gelecekteki talebe göre ayarlanması daha doğrudur. Ancak kapasite seçiminde varolan ta¬lep düzeyi, gelecekteki olası talebin hangi oranda büyüyeceğini etkile¬yen faktörlerden birisi olması nedeniyle önem kazanır. İşletme büyüklüğü seçimi yapılırken, saptanacak kapasitenin gelecekteki olası talep düzeyini kabul edilebilir bir oranda aşması önerilir. İşletmenin yoğun olarak satış geliştirme yöntemleri uygulaması ve reklamlar aracılığıyla piyasada kendine düşecek payın üzerine çıkabileceği, her an hesap edilmelidir.

  1. Hammadde

Ulaşım giderlerinin büyük harcamaları gerektirmediği durumlarda bol ve ucuz hammadde, işletmelerin kapasitelerini büyültmelerine ola¬nak verir. Özellikle gübre, demir-çelik ve çimento gibi, hammaddeleri doğal kaynaklara dayanan malları üreten işletmeler, hammadde kay¬naklarına yaklaştıkça büyüklüklerini artırma olanakları bulurlar. Bazı ürünler için işletme büyüklüğünün saptanmasında hammaddelerin nice¬liği kadar nitelikleri de önemlidir.

  1. Üretim Yöntemi (Tekniği) ve İnsan Gücü

Bir işletmenin yeterli ve verimli bir üretimde bulunması üretim sürecine belli bir yöntemin sokulmasına bağlıdır. Uygun üretim tekniği olmadan işletmelerin büyütülmesi verimliliğin düşmesi sonucu kaynak savurganlığına, yetersiz üretim ve düşük kaliteli ürün elde edilmesine neden olur.

İşgücü, kapasiteyi etkileyen faktörler arasında, talep düzeyinden sonra en önemli olanıdır. Otomasyon derecesi ne olursa olsun işgücü, üretim faaliyetinde gene de en etkili rolü oynar. Makinaları çalıştıranlar, kontrol edenler, üretimi örgütleyenler insanlardır. Üretilen ürünün türüne göre insan gücünün niteliği ve niceliği önem taşır.

  1. Finansman Olanakları

Talep kısıtlaması olmadığında, genellikle girişimciler yatırım fonlarının elverdiği ölçüde işletme kapasitelerini büyük tutma eğilimindedirler. Öte yandan, büyük ölçekte planlanan işletmeler fi¬nansman kaynaklarını sermaye piyasasından temin etmede, küçük ve orta büyüklükteki işletmelere göre daha avantajlı durumdadırlar. İşletmenin finansman gereksinimini karşılaması için sağlayabileceği kredi hacmi genellikle öz sermayesinin önemine bağlıdır. Banka kredi¬lerinin sağlanmasında büyük işletmeler, gerek kredi miktarı ve gerek¬se kredi koşulları bakımından daha avantajlıdırlar. Ayrıca işletme; piyasaya hisse senetleri sürme, yeni ortaklar kazanma veya mevcut ortakların paylarını yükseltmekle öz sermayesini artırıp kredi olanak¬larını genişletebilir.

  1. Ulaştırma Maliyetleri

Üretim için gerekli hammadde ve malzemenin işletme merkezin¬den gittikçe uzaklaşan tedarik piyasalarından temin edilmesi ve işletme

ürününün merkezden uzaklaşan satış piyasalarına pazarlanması duru¬munda, toplam ulaştırma maliyetlerindeki artışlar, kapasite büyüklüğünü sınırlayan önemli bir faktör görünümündedir. Ulaştırma maliyetlerinin, işletme kapasitesini ve işletme kuruluş yer seçimini etkileyen ortak öğe olması, kuruluş yer seçimi ve kapasite büyüklüğünün “eşanlı olarak (simültane)” yapılmasını gerekli kılabilir. Nitekim; kuruluş yeri seçimi sorununun doğrusal programlama yöntemiyle çözümü, aday kuruluş yerleri arasından optimum kuruluş yerlerini verdiği gibi bu yerlerde kurulması gereken işletmelerin ka¬pasitelerini de gösterebilir.

Ulaştırma maliyetleri yanında ulaştırma teknolojisindeki yenilikler de kapasite seçimini etkileyecektir. Büyük tonajlı nakliye gemilerinin geliştirilmesi, yeni demiryolu ve su şebekelerinin açılması, karayolu ulaşımındaki değişiklikler ve ulaşım teknolojisine ilişkin gelişmeler, optimum işletme büyüklüğünü değiştirebilir.

G- Optimum Kapasite Büyüklüğünü Saptama Modelleri ve Yöntemleri

Kurulacak işletmelerin optimum büyüklüklerini saptamaya yönelik birçok modeller ve yöntemler vardır. Bunlar en basitinden kuruluş veri belli olan bir tek işletmenin optimum büyüklüğünü belirleyen yak¬laşımlar ile çok sayıda işletmenin optimum kuruluş yerlerini ve opti¬mum büyüklüklerini eşzamanlı saptayabilen yaklaşımlardan oluşurlar. En önemli sayılabilen model ve yöntemler şunlardır(1):

  1. Dinamik Kapasite Planlaması Modelleri
  2. Geliştirilmiş Tek işletmeli Dinamik Model
  3. İki İşletmeli Dinamik Model
  4. Çok İşletmeli Dinamik Model
  5. Statik Kapasite Planlaması Modelleri
  6. Karma Tamsayılı Programlama Modeli
  7. Kuruluş Yeri Seçimi Modeli
  8. Ulaştırma Modeli
  9. Kapasite Planlaması Yöntemleri
  10. Amprik Maliyet Fonksiyonu Tahminleme Yöntemi b. Chenery’in Optimum Kapasite Saptama Yöntemi

İlgili Kategoriler

İşletme Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir