İlk Türk-İslam Devletlerinde Yönetim Yapısı ders notları



İlk Türk-İslam Devletlerinde Yönetim Yapısı

Anahtar Kavramlar

Talas Savaşı: Müttefik Abbasi Karluk ordusunun Çinlileri yendiği ve bunun sonucunda Orta Asya kapılarının İslamiyet’e açıldığı savaş (751).

Samaniler: Kökenleri tartışmalı (İran veya Türk) 874-1005 tarihlerinde hüküm sürmüş, İslamiyet’in Orta Asya’ya yayılmasını sağlamış, kadim İran yönetim geleneklerine sahip çıkmış hanedan.

Harezmşahlılar Devleti: 1077-1231 yıllarında İran ve Batı Türkistan coğrafyasını kontrol altında tutmuş Türk devleti.

Yusuf Has Hâcib (1017-1077): Balasagunlu Yusuf olarak da anılan, Türk dilinin yüz akı, aynı zamanda dönem siyaset anlayışını gözler önüne seren Kutadgu Bilig (kutlu kılan bilgi) isimli eserin yazarı, Karahanlı devlet adamı.

Abbasiler (750-1258): Emevi hâkimiyetine son vererek İslam İmparatorluğunun başına geçen Arap hanedan.

Kınık: Selçuklu devletini kuracak olan ve Oğuzların 24 boy’undan birisi olan boy.

Selçuk Bey’in beş oğlu bulunmaktaydı: Arslan Yabgu, Mikail, Musa Yabgu, Yusuf İnal ve Yunus.

Dandanakan Savaşı (1040): Selçukluların rüştünü ispatladığı, bağlı oldukları Gaznelileri dize getirdikleri, bir anlamda devletlerinin temellerini attıkları savaş.

Moğol İstilaları: Japonya’dan İtalya’ya kadar geniş bir coğrafyayı tüm 13. yüzyıl boyunca etkisi altına alan Moğol saldırılarıdır. Özellikle 1220’lerden itibaren Anadolu’ya yönelik yoğun Türkmen göçünü tetiklemiştir.

Amaçlarımız

Karahan, Gazne ve Selçuklu Devleti’nin kuruluş şekli birçok bakımdan birbirleriyle benzerlikler göstermektedir. Nasıl Gazneliler, Samani Devleti’ni ülkesinden bürokrasisine kadar tüm ögelerini içine alarak kurumlaşmışsa, Selçuklular da Gazne geleneğinin üzerine bir imparatorluk inşa etmişlerdi. Aynı şekilde Karluk ve Yağma gibi boylar devletleşme sürecinde nasıl kan bağlarından uzaklaşmışsa, Kınık Boyu da aynı süreç içerisinde boy geleneklerinden uzaklaşarak İran devlet geleneklerine uymaya başlamışlardı. Bu sürecin en tipik yansımaları, kültürel başkalaşım ve Türkmenlere (kendi soydaşlarına) yabancılaşmaydı. İslamiyet’in kabulü hem yöneten hem de yönetilen zümre üzerinde derin etkilerde bulunmuştur. Öncelikle hükümdarın söylemleri, isimleri, unvanları farklılaşmıştı.

Süreklilik olarak lider merkezli otorite kullanımının artarak devam ettiği söylenebilir. Aynı şekilde tahtın hanedanın ortak malı olması ve dolayısıyla veraset savaşları bir diğer sürekliliktir. Hatun, Orta Asya’daki kadar olmasa da güçlü bir figür olmaya devam etmiştir. Devletin tipi federasyondan monarşiye doğru kaymış, yönetimde iş bölümü/uzmanlaşma eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde artmıştır. Ancak asıl kırılma, toplumsal yapıda yaşanmış, eskinin boy örgütlenmesi yerini tebaa’ya bırakmış bu ise yönetimin yöneticilere ait bir kavram olarak anlaşılmasına yol açmıştır.

İlk Müslüman Türk devletleri kurulurken hanlar/sultanlar karşılarında siyasi olarak zayıflamış, parçalanmış bir İslam dünyası bulmuşlardı. Yine de otoriteleri karşısında tek rakip veya müttefik halifelerdi. Dinsel idarenin en üst kutbu olan halifeler aynı zamanda siyasi rejimlere meşruiyet dağıtıyordu. Gazne ve Selçukluların daha kuruluş aşamasında halifeye sadakatlerini sunmaları ve eylemlerini cihad adı altında gerçekleştirmelerinin altında bu gibi bir meşruiyet sorunu yatmaktaydı. Yine de sadakatin koşulsuz bir baş eğme olmadığı belirtilmelidir. En azından devletin güçlü olduğu zamanlarda halife her zaman siyasetin dışında tutulmuş, kendi rızalarına göre davranmalarına müsaade edilmemişti. Oysa taht çekişmeleri sırasında halifelerin mücadelelere müdahil olduğu ve bu vesileyle daha bağımsız hareket ettikleri görülmüştü.

Kurumlaşmanın en zayıf kaldığı taraflar veraset, taşra ve iskân sistemlerinde görülmüştür. Yani tahtı hanedanın tüm mensuplarına hak olarak gören anlayış hem devlet hem de toplum katmanlarında derin sarsıntılar yaratmaya devam etmiştir. Taşrada her ne kadar Sasani-İslam kaynaklı ikta sistemi daha merkezi bir mantığın devlet adabına ithaline neden olmuşsa da başta melikler olmak üzere hanedan üyelerine bağışlanan topraklar, geniş yetkili valiler ve tabi devletlerin otonom karakteri taşranın kısa sürede merkezden kopmasına sebep olmuştur.

Batıya yönelik Türkmen göçleri Moğol istilası’yla beraber adeta çığa dönüşmüş ancak ne Büyük Selçuklular ne de Anadolu Selçukluları bu çığı engelleyecek çözümler üretebilmiştir. Uygulanan iskân politikasının başarısızlığı en açık şekilde Baba İlyas ayaklanma’sında görülmüştür. Sultanın örfi hukuku kullanması, gulam sisteminin devşirme sistemi adı altında son derece profesyonel şekilde işletilmesi, Selçuklu ikta sisteminin tımar sistemiyle neredeyse kusursuz bir aşamaya geçirilmesi ve merkez ofislerindeki yazışma adabı, Türkistan’dan beri arkasında durulan ilkelerde kaydedilen gelişme derecesini ortaya koyması bakımından önemlidir. Kitabımızın üçüncü ve dördüncü bölümlerinin okunmasıyla bahsettiğimiz süreklilik ve uzmanlaşma aşamaları daha iyi değerlendirilebilecektir.

*** İslamiyet’in kabulü, Karahanlı devlet teşkilatında ne gibi değişikliklere yol açmıştır?

Karahanlıların İslamiyet’i kabul etmeleriyle en başta sultan isim ve unvanları değişmişti. Müslüman olduktan sonra Muhammed, Yusuf ve Hasan gibi adlar alan Karahanlı hükümdarları, halifelik müessesesiyle iletişime geçmeden dinin koruyucu anlamlarına gelen “şihabü’ddevle”, “zahir’üd-devle” gibi elkabları isimlerinin önüne iliştirmeye başlamışlardı. Türk Han’ı Allah’ın adaletini sağlamak için tahta oturduğunu iddia ederken, Karahanlı ordusu cihad uğruna savaşmaya başlamıştı. Hukuk şeraite göre düzenlenmiş, sorumluluğu kadılara tahvil edilmişti.

*** Kutadgu Bilig’in hükümdarı ile Orta Asya kağanı arasındaki ayrımları belirtiniz?

Kutlu kağan ile Müslüman han arasındaki temel fark verdikleri mesaj ile muhatap oldukları tebaadan kaynaklanıyordu.

Yönetme hakkını Göktengri’den aldığını iddia eden kağan, halifenin gölgesinde kalan ve temel işlevi adalet ve ihsan dağıtmakla sınırlanan handan daha güçlü biri gibi görünmektedir. Oysa bu öngörünün, toplumsal yapıyla beraber düşünüldüğünde yanıltıcı olduğu görülür. Boy ve bodunlardan oluşan Orta Asya toplumu gerektiğinde kurultaylar veya sert başkaldırılarla kağanların kararlarını sorgulayıp, otoritesini sınırlarken, Müslüman han, son derece pasif karakterli bir yönetilenler zümresiyle muhatap olmuş ve öncekiyle kıyaslanmayacak ölçüde yetkilerini artırmıştır. Yukarıda da verdiğimiz Kutadgu Bilig mısrasında belirtildiği gibi, artık kendisi bir “çoban”dır.

*** Orta Asya Türk devletleri ile Karahanlı taşta teşkilatları özellikle hangi açılardan benzeşiyorlardı?

Karahanlı Devleti’ni ve Bozkır devletini birbirine en çok yakınlaştıran özellik, taşra idareleriydi. “Çift başlı idare” olarak tanımlanan yapıya göre Kağan/Han, ülkeyi kendisi ve oğlu arasında taksim ediyor ve tüm üst düzey makamlara hanedan mensuplarını tayin ediyordu. Step imparatorluklarında olduğu gibi Karahanlıların da uzun süre bağımsız iki devletten oluştuğu düşünülmüştü. Oysa batı kanadı (yabgu/ilig) her zaman doğu kağanı/hanının idaresine tabi olmuş sadece parçalanma evresinde ayrım kesinleşmişti.

*** Abbasi taşra teşkilatı, Gazne Devleti’nin kuruluşunu hangi bakımlardan etkilemiştir?

Abbasilerin taşra idaresini geniş yetkili vali/komutanlara bırakması, uzun dönemde ademi merkezî bir yapının sağlamlaşmasına ve dağılmasına neden olmuştur. Samaniler Devleti de özde bu vilayetlerden bir tanesiydi. 800’lerin sonundan itibaren daha bağımsız hareket etmeye başlamışlar ve sonunda istiklallerini ilan etmişlerdi. Ancak kendileri de Abbasiler gibi askerlik ve vilayet yöneticiliklerini profesyonel Askerlere/gulamlara bırakmalarıyla aynı süreci bir yüzyıl sonra kendileri tecrübe edeceklerdi.

*** Cihad politikasının, Gazne Devleti’ne sağladığı kazançları sıralayınız.

Sultan Mahmud’un şanını ve devletinin itibarını artıran asıl gelişme 1000 yılında başlattığı ve neredeyse ömrünü vakfedeceği Hint seferleridir. Ordusunun başında yürüttüğü toplam on yedi sefer boyunca, Hindistan’ın dinsel kimliğini geri dönülemeyecek şekilde değiştirirken, ülkenin zenginliklerini hazinesine katarak devletini çağının en müreffeh ülkesi hâline getirmiştir.

*** Selçuklu ve Gazne devletlerinin kuruluş sürecini kesiştiren benzerlikler nelerdir?

Selçuklu Devleti’nin kuruluş şekli birçok bakımdan Gazne Devleti’nin kuruluş modeline benzemektedir. Nasıl Gazneliler, Samani Devleti’ni ülkesinden bürokrasisine kadar tüm ögelerini içine alarak kurumlaşmışsa, Selçuklular da Gazne geleneğinin üzerine bir imparatorluk inşa etmişlerdi. Örneğin, Dandanakan’dan sonra komşu ülkelere gönderilecek zafernâmeyi yazacak kâtip olmadığından Gazneli/İranlı memurlara yazının kaleme aldırılması, Selçuklunun en azından kuruluş aşamasında devlet adabından habersiz olduğunu göstermekteydi. Doğal olarak, savaştan hemen sonra Selçuklu idari ve askerî kadrolarına geçmeye başlayan Gazneli devlet adamları sayesinde gulam (kul) sistemi gerek bürokraside gerek hassa ordusunda en fazla yararlanılan mekanizmalardan birisi hâline gelmiştir.

*** Anadolu’daki nüfus dengelerinin kısa süre içerisinde değişmesinin nedenlerini sıralayınız.

Özellikle Malazgirt sonrasında Anadolu’daki fetih hareketlerini daha sistemli şekilde yürütmeye başlayan Gaziler, kendi adlarıyla kurdukları beyliklerde sahip oldukları topraklarda kalıcı olmak için Anadolu’ya göç eden Türkmenleri iskân etmeye çalışmışlardı. Kurumlaşmanın hızını iskân politikasına istisnasız tüm beyliklerin aynı hassasiyeti göstermesi belirlemiştir. Bir Selçuklu sultanı veya bir Danişmend emiri de tıpkı Bir Sasani şahanşahı veya bir Bizans imparatoru gibi geniş kitleleri iskân ederek üretim sürecine eklemiştir. Prof. Turan’ın verileri çarpıcıdır: “I. Mesud, II. Kılıçaraslan, I. Gıyaseddin Keyhusrev, Danişmendli Yağı-basan ve Artuklu hükümdarları 10.000’den 70.000 kişiye varan halkları kendi bölgelerine nakl ve iskan etmişlerdir”.

*** Anadolu Selçuklularının uygulamaya geçirdiği yeni toprak sistemi ile merkezileşme politikası arasında nasıl bir bağ olduğunu açıklayınız.

En önemli değişiklik, ikta arazilerinin öncekiyle kıyaslanamayacak şekilde küçültülmesidir. Kuşkusuz merkeziyetçilik politikasında yaşanan dönüşümün en önemli durağı toprak mülkiyet sisteminde gerçekleşmiştir. Anadolu Selçukluları, seleflerinden farklı şekilde, tüm toprakları “mirî” arazi statüsüne soktuklarından yani devletleştirdiklerinden gerek kendi bürokratlarına gerek gaza harekâtına girişen taşra aristokratlarına gerekse Anadolu’ya gelen Türkmenlere yeni hukukun damgasını yemiş toprağın tasarrufunu (zilyed) bırakıyor ancak büyük bir kıskançlıkla çıplak mülkiyetini (rakabesini) kendisine saklıyordu.

*** Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar yönetici hanedanların neredeyse hiç değişmeyen ortak özelliği ne olmuştur?

Bozkır imparatorluklarında gördüğümüz gibi Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçukluları da Eski Türk veraset anlayışına göre, devleti hanedanın ortak malı sayıyordu. Bu anlayış sadece şehzadelerin değil, diğer hanedan mensuplarının da ayaklanmasına neden oluyordu.

Devleti idaresinde birleştiren ve rakiplerini ortadan kaldıran güçlü bir hükümdarın akabinde aynı ayarda bir veliahdın bulunmayışı veya ölen hükümdarın kardeşlerinin hakkın kendilerine geçtiğini iddia etmesi taht kavgalarına sebep oluyordu. Büyük evladın tahta varis olduğuna dair bir kanaat vardıysa da en başta sultanlar olmak üzere tüm yöneticiler kendilerine yakın bulduğu kişinin idareye geçmesini istiyorlardı.

*** Selçuklu üst düzey bürokrasisinde özellikle İran-Arap kökenli yöneticilerin çoğunlukta olması nasıl açıklanabilir?

İranlı/Arap bürokratların çoğunlukta olmasının temel nedeni, Türklerin yerleşik kültürle henüz tanışıyor olmaları ve daha önemlisi yeni geldikleri coğrafyada tebaayla aralarında hiçbir bağ bulunmamasıydı. Bu nedenle yıktıkları devletlerin yöneticilerini hemen kadrolarında istihdam ederken, yerel halkın eşrafı (asilleri) tarafından yönlendirilmişler ve hatta bu kişileri vezaret makamına kadar (Kunduri, Nizamülmülk gibi) yükselterek rehberliklerinden istifade etmişlerdi.

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir