Açıköğretim-Medeni Usul Hukuku Kapsamlı Vize Notları

Cevapla
murat
Mesajlar: 12
Kayıt: 25 Mar 2017 20:53
İletişim:

28 Mar 2017 17:09

1. Hafta
HAK VE HUKUK TANIMI
Hak, hukuk düzenince korunan menfaattir. Hukuk, insanların birbirleriyle veyahut oluşturdukları toplumla ilişkilerini düzenleyen bir kurallar bütünüdür. medeni usul hukukunun devreye girmesi için hakkın ihlali gereklidir. Mesela, çok fazla gürültü yapıyorum, evde partiler düzenliyorum. Komşumda rahatsız oluyor ve yukarı çıkıyor. Bu bir anlaşmazlıktır. Bu anlaşmazlık, uyuşmazlık aşamasına gelip yargıya intikal ederse medeni usul hukuku devreye girer. Bu uyuşmazlıkların tek çözüm yolu artık sadece devlet mahkemeleri değildir. Çünkü, arabuluculuk ve uzlaşma denilen kurumlar devreye girmeye başlıyor. Bunlar yargının iş yükünü hafifletmek için var. Yani sistem yalnızca devlet yargılaması değil, artık arabuluculuk da var. Amaç, yargıya intikal etmeden uyuşmazlıkların çözümüdür. Fakat biz, olay yargıya intikal ederse ne olur kısmıyla ilgileniyoruz.
Hak arama özgürlüğü, hukuki korunma talebi ve adalete erişim terimleri çok önemli.
Hak Arama Özgürlüğü Nedir?
Bizde hak ihlali olduğu zaman biz kendimiz bu ihlali giderebiliyor muyuz? Hayır. Biz, bir ihlal olduğu zaman hakkımızı kendimiz tehsis edemiyoruz. Yargıya intikal etmek durumunda kalıyoruz. Bu çerçevede toplumsal barışın sağlanması görevi devlette. Devlet, genel ve soyut kurallar koymuyor; bunların uygulanmasını da sağlıyor. Bozulan dengenin tekrardan kurulmasıyla da yükümlüdür. Hem hukuki alt yapıyı oluşturmak zorunda hem de fiili bir şekilde bunu yapmak zorunda. Hem kurallar koyacak, hem de yargı sistemini devreye sokacak. Bununla beraber bireylerin devlete karşı yargı hakkı bulunuyor. Yani ben, bu şekilde hakkımı arama özgürlüğüne sahibim. Bu hak anayasada güvence altına alınmıştır. Medeni yargılama hukukunun amacı, maddi hukuktan kaynaklanan subjektif hakların korunmasıdır. Yani, borçlar hukuku, medeni hukuk, aile hukuku gibi maddi hukuk dallarından kaynaklanan hakları koruma yükümlülüğü medeni usul hukukunu ilgilendiriyor. Bu koruma, hak aramayla yapılıyor. Hak aramayı devlet bireylere sağlamakla yükümlü. Hak arama özgürlüğü AY 2. madde, 5. maddesiyle güvence altına alınmış. Ayrıca 36. madde de çok önemli, çünkü burada da hak arama özgürlüğü teminat altına alınıyor.
A. Hak Arama Hürriyeti
HMK MADDE 36- (Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargımercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
2
Günümüzde sadece hak arama özgürlüğüyle yetinilmiyor. Bunun yanında etkili veya etkin hukuki koruma da gerekli. Bunun sonucunda etkin hukuki koruma için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Etkin hukuki koruma, yargı organına başvurduğunuz andan itibaren ve hatta kararın icrası aşamasında da benim etkin bir şekilde hukuki korumam olması gerekiyor ve bunu yeniden sağlaması gereken de devlettir. Ayrıca hukuki koruma, nihai hukuki koruma ve geçici hukuki koruma olarak ikiye ayrılıyor. Nihai hukuki koruma dediğimiz zaman; ben davayı açıyorum. Davadan kesin hüküm alıyorum. Ben davayı aldım, bu şekilde benim hakkım korundu. Geçici hukuki koruma dediğimiz zaman da, ihtiyati haciz; ihtiyati tedbir vardır. Mesela ben bir gayri menkulume ilişkin bi tescil davası açtım. Dava 3,4 sene sürdü diyelim. Bu arada karşı taraf, ben davacıyım, bu gayri menkulu başkasına satabilir. Böylece uyuşmazlık konusu gider. Ama ben ihtiyati tedbir istersem, nihai hüküm verilinceye kadar o malın satılmasını engelleyebilirim. Geçici olmasının sebebi de nihai kararın verilmemiş olmasıdır. Hak burda geçici olarak tedbir altına alınıyor. Usul hukukunda ihtiyati tedbir ve devir tespiti kısmıyla ilgileneceğiz.
Bir de hak arama özgürlüğüne bağlantılı olarak adalet erişim diye bir kavram var. Adalet erişim demek, hak arama konusundaki tüm yolların açık ve kullanılır olmasını hedefliyor. Bu hakkın etkin olarak sağlanmasına yönelik üretilmiş mekanizmadır bir nevi.
Mahkemenin kanunlara uygun olarak görevini yapması gerekiyor. Dilekçeleri kabul etmek, diğer tarafa tebliğ etmek, davacıya ispat hakkını kullanmayı sağlamak ve hüküm vermekle yükümlüdür. Mahkemelere başvurulduğunda, uyuşmazlığın hangi kurallara göre, nasıl çözümleyeceği, ne tür bir yöntem uygulayacağı usul hukukunun konusudur. Medeni usul hukuku, özel hukuka ilişkin uyuşmazlıkların çözümüyle ilgileniyor. Mahkemelerin işleyişiyle, mahkeme ve taraflar arasındaki işleyişi düzenleyen hukuk dalı medeni usul hukukudur.
Medeni usul hukukunun amacı, subjektif hakların korunması ve gerçekleşmesidir. Bunu nasıl sağlıyor? Kesin hükümler var. HMK'unda düzenlenmiş olan bir sistem bu. Mahkeme kararının, yargıtaydan da geliyor, onanmasıyla kesin hüküm oluşuyor. Kesin hüküm halini alan karara karşı, aynı dava, aynı taraflar, aynı dava konusu, aynı hukuki sebebe dayanarak tekrardan dava açılamıyor. Bununla hukuk düzeni ve hukuki barış sağlanıyor. Kesin hüküm HMK 303. maddede bulunuyor.
HMK MADDE 303- (1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
(2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.
(3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir.
(4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak
3
veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.
(5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir.
Medeni Usul hukukunda her şey süreyle sınırlıdır. Mesela, bana karşı taraf dava açtı; cevap dilekçesi vermem için benim iki hafta sürem var. Bunlar sıkı şekil kurallarıdır. Tabii, maddi gerçeğin aranmadığı anlamına gelmiyor bu. Hem maddi gerçek hem adli gerçek kısmı birbiriyle örtüşmelidir, medeni usul hukukunun amaçlarından biri de budur. Medeni usul hukukunda delilleri taraflar getiriyor. Fakat, bu demek değil ki, medeni usul maddi gerçeği araştırmıyor. Böyle bir yanılgıya düşülmemesi gerekiyor. Ayrıca, medeni usul hukuku özel hukuka aittir. Özel hukuka ait uyuşmazlıklarda ne yapılması gerektiğini gösteriyor medeni usul hukuku bize.
Bazı temel kavramlar vardır.
Yargı: Devletin üstlendiği faaliyettir, ve bu alandaki görevi ifade eden bir kavram.
Yargılama: Bu görevin yerine getirilmesinde tüm süreç ve prosedürü içeren sistemdir.
Çekişmeli yargı: Davacı ve davalı üzerine kurulmuştur. Yani üçüncü bir kişi olmuyor.
Çekişmesiz yargı: Taraf sistemi üzerine kuruluyor. Sadece davacı ve davalı var diyemiyoruz.
Medeni Usul Hukukunda yer ve zaman itibariyle uygulanması
Taraflardan biri yabancıysa hangi hukuk kuralı uygulanacak? Bu devletler özel hukukunun konusu. Fakat bunu bağlama kurallarıyla çözümlüyoruz. Bunlardan biri, hakkın doğduğu yer hukukudur. Ama, usul kuralları bakımından asıl geçerli olan ilke hakimin bulunduğu yer hukukudur. Buna göre uyuşmazlığın tarafları kim olursa olsun, hakim bulunduğu yerin usul kurallarını uyguluyor. Fakat, ispat kuralları bakımından bir istisna söz konudur. Hak nerede ve hangi ülkenin maddi kanunlarına göre doğmuşsa o uygulanıyor. Mesela, bizde senetle ispat kuralı var. 2,500 TL üzerindeki uyuşmazlıklarda, siz senetle ispatlamak zorundasınız. Tanık dinlenmesi kabul edilmiyor. Ama diyelim ki, uyuşmazlığınız Almanya'da doğdu. O halde, uyuşmazlık Almanya'da doğduğu için siz oranın kurallarına göre uyuşmazlığı çözebiliyorsunuz. Yani orada tanık dinleniyorsa, dinletebiliyorsunuz.
Kanunun zaman itibariyle uygulanması; 1 Ekim 2011'de değişti kanun. HMK 448. maddesi diyor ki, tamamlanmış işleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır. Ben davamı 16 mart 2009'da açtım. Davam süregeliyo. 1 ekim 2011'de de kanun değişti. Acaba, hangi kanunu uygulayacağım? Ben eski kanunu uygulayacağım diyemem, çünkü tamamlanmamış bir işlem söz konusu. Tamamlanıp
4
tamamlanmaması her bir usul işlemi bakımından ayrıca eğerlendirmek durumundayım. Ben davayı açtım. Cevap vermek için yeni kanuna göre 2 haftalık, eski kanuna göre 10 günlük sürem var. Ben eski kanuna göre 10 gün süre içerisinde cevap verdiysem ve 10 günlük süre bitmişse bu işlem tamamlanmış oluyor. Fakat bu 10 günlük süre bitmemiş ve ben cevap vermemişsem işlem tamamlanmamış oluyor. Amaç, gereksiz yere masraf, emek harcanmaması. Açıp tekrar yeni kanuna bakılmasına gerek yok eğer işlem tamamlanmışsa. Mesela diyelim, ben dava açıyorum. Yargılama yapılıyor, dosyam yargıtaya gitti, dosyam yargıtayda bozuldu. Onanmadı ve kesin hüküm olmadı. Bozma hükmünü 10 ekimde aldım. Dosyam yerel mahkemede ve burada yeniden yargılama yapılıyor. Bu sefer yargılama yeni kanuna göre yapılacak. Yani kısaca, bir dava davanın temeli olan, uyuşmazlık konusu olan olayın meydana geldiği tarih değil; uyuşmazlığın yargı önüne getirildiği tarihteki yargı kurallarına tabiidir.
Görev, bir davanın nerede açılması gerektiğidir. Diyelim davayı asliye hukuk mahkemesinde açtınız; ama kanun değişti ve o uyuşmazlık artık asliye hukuk mahkemesinde değil de sulh hukuk mahkemesinde görülmeye başlandı. Yargıtayın ve hocalarımızın görüşü, avukatlar davayı açarken öngöremezler kanunun değişeceğini. Bu yüzden siz davayı nerede açtıysanız, kanun değişse de davanın açıldığı tarihteki kurallara bağlısınızdır.
Yargı yoluna ilişkin eski kanun uygulanıyor. Çünkü, bir torba kanun çıkarıldı. Henüz istinaf mahkemelerinde fiili düzenlemeler yok. İstinaf mahkemeleri söz konusu ama henüz çalışmaya başlamadı.
Medeni usul hukukunun kaynakları denildiğinde ilk olarak HMK var. İsviçre'den alınma bir kanun. Yargıtay kanunu, noter kanunu vs. bunlar da kaynakları usul hukukunun.
Yargı çeşitleri: Türk yargısal sistemi dört ana bölüme ayrılıyor.
1- Anayasa Yargısı
2- Askeri Yargı
3- İdari Yargı
4- Adli Yargı
Bu yargı sistemlerinin temelinde Adli Yargı vardır. Adli yargının ceza ve özel hukuk alt kolları vardır. Usul hukuku da özel hukuk kısmındaki uyuşmazlıklarda yer alıyor ama kamu niteliği ağır basıyor.
Çekişmeli Yargı - Çekişmesiz Yargı
Çekişmeli yargı, iki taraf sistemi üzerine kurulmuş olan sistem. Davalı ve davacı var. Hep çekişmeli yargı üzerinden gidilecek zaten. Fakat yeni kanunun 382. maddesinde çekişmesiz yargı düzenlenmiş.
5
HMK MADDE 382- (1) Çekişmesiz yargı, hukukun, mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine veya birkaçına göre bu yargıya giren işlere uygulanmasıdır:
a) İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller.
b) İlgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâller.
c) Hâkimin resen harekete geçtiği hâller.
(2) Aşağıdaki işler çekişmesiz yargı işlerinden sayılır:
a) Kişiler hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Ergin kılınma.
2) Ad ve soyadın değiştirilmesi.
3) Ölüm karinesi sebebiyle (ilgili yerin mülkî amirinin emriyle) nüfus kütüğüne ölü kaydı düşülen kişinin sağ olduğunun tespiti.
4) Gaiplik kararı.
5) Kişisel durum sicilindeki kaydın düzeltilmesi.
b) Aile hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Henüz evlenme yaşında olmayanların evlenmesine izin verme.
2) Gaiplik nedeniyle evliliğin feshi.
3) Evlendirme memurunun, evlenme başvurusunu ret kararına karşı yapılan itiraz.
4) Yeniden evlenmede bekleme süresinin hâkim tarafından kaldırılması.
5) Terk eden eşin ortak konuta davet edilmesi.
6) Eşlerden birinin, evlilik birliğini tek başına temsil etmek konusunda yetkili kılınması.
7) Aile konutu ile ilgili işlemler için diğer eşin rızasının sağlanamadığı hâllerde hâkimin müdahalesinin istenmesi.
8) Mevcut mal rejiminin eşlerden birinin veya alacaklıların talebiyle mal ayrılığına dönüştürülmesi ve sebeplerin ortadan kalkması hâlinde mal ayrılığından eski rejime geri dönülmesi.
9) Paylaşmalı mal ayrılığında boşanma veya evliliğin iptali hâlinde, aile konutu ve ev eşyasını hangi eşin kullanmaya devam edeceği hakkında karar verilmesi.
10) Sağ kalan eşe aile konutu üzerinde ve ev eşyası üzerinde mülkiyet veya intifa hakkı tanınması.
11) Mal ortaklığında eşlerden birinin mirası reddine izin verilmesi.
12) Ana babaya çocuğun mallarından bir kısmını çocuğun bakım ve eğitimi için sarf etme izninin verilmesi.
13) Velayetin kaldırılması, velayetin eşlerden birinden alınarak diğerine verilmesi ve kaldırılan velayetin geri verilmesi.
14) Hâkimin çocuğun mallarının yönetimine müdahale etmesi ve çocuğun mallarının yönetiminin kayyıma devri.
15) Evlilik sona erince velayet kendisinde kalan eşin, hâkime çocuğun malları hakkında defter sunması.
16) Aile yurdunun kurulmasına izin verilmesi, kuruluşun tebliğ ve ilanı, kapatılması hâlinde tapu sicilindeki şerhin silinmesine izin verilmesi, taşınmazın bizzat malik veya ailesi tarafından kullanılması şartına geçici olarak istisna tanınması.
17) 14/1/1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanuna göre aile mahkemesi hâkimi tarafından karar verilecek tedbirler.
6
18) Çocuk hâkimi tarafından, çocuğun anası, babası, vasisi, bakım ve gözetiminden sorumlu kimse, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya resen çocuklar hakkında koruyucu ve destekleyici tedbir kararı alınması.
19) Vesayet işleri.
c) Miras hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Sulh hâkimi tarafından resmî vasiyetname düzenlenmesi; el yazısı ile vasiyetnamenin sulh hâkimi tarafından saklanması; sözlü vasiyetname tutanağının sulh veya asliye mahkemesine tevdiî.
2) Vasiyeti yerine getirme görevlisine görevinin bildirilmesi.
3) Vasiyeti yerine getirme görevlisinin tereke malları üzerinde tasarruf etmesine izin verilmesi.
4) Gaibin mirasçılarına, gaibe düşen miras payının teslim edilmesi.
5) Tereke mallarının korunması ve hak sahiplerine ulaşmasını sağlamak için önlem alınması.
6) Mirasçılık belgesi verilmesi.
7) Terekenin yazımı işleminin sona erdiğinin mirasçılara bildirilmesi, mirasın reddi beyanının tespiti ve tescili; mirasın reddinin, mirası reddeden kişiden sonra gelen mirasçılara bildirilmesi; mirasın reddi süresinin uzatılması.
8) Terekenin resmî defterinin tutulması.
9) Sulh hâkiminin özellikleri olan eşyanın mirasçılardan birine tahsis edilmesi veya satılmasına karar vermesi.
ç) Eşya hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Taşınmaz üzerinde taraf oluşturulmasına ve hak ihlaline sebebiyet vermeyecek düzeltmelerin yapılması.
2) Taşınmaz rehninde alacaklı için kayyım tayini.
d) Borçlar hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Yetkisi sona eren temsilcinin temsil belgesini mahkemeye teslimi.
2) Borçluya ifa veya teminat göstermesi için süre verilmesi.
3) Tevdi mahalli belirlenmesi veya tevdi edilemeyecek eşyanın satılması.
4) Alacaklısı ihtilaflı olan borcun mahkemeye tevdiî.
5) Ayıplı hayvanın bilirkişi tarafından muayenesi.
6) Mesafeli satımlarda ayıbın tespiti veya ayıplı malın satılmasına izin verilmesi.
7) İşçiye kârdan hisse verilmesini öngören iş sözleşmesinde, mahkemenin işverenin hesaplarını inceleyecek bir kişi tayin etmesi.
8) Eser sözleşmesinde eserin ayıplı olup olmadığının bilirkişiye tespit ettirilmesi.
9) Satılmak için komisyoncuya gönderilen eşyanın hasarının tespiti.
10) Komisyoncu elindeki malın açık artırma ile satışına izin verilmesi.
e) Ticaret hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
7
1) Ticari defterlerin zıyaı hâlinde belge verilmesi.
2) Acentenin müvekkili hesabına teslim aldığı malın Borçlar Kanununa göre satılması.
3) Kollektif şirketin tasfiyesinde tasfiye memuru tayini.
4) Komanditer ortağın talebiyle şirket hesaplarını incelemek için eksper tayini.
5) Anonim şirkette ayni sermaye konulması, tescilden itibaren iki yıl içinde sermayenin onda birini aşan tutarda işletme devralınması ve sermaye azaltılmasında bilirkişi raporu alınması ve mahkemenin izni.
6) Kıymetli evrakın iptali.
7) Eşya taşımada eşyanın hasar ve eksiğinin tespit edilmesi; teslim edilememesi hâlinde Borçlar Kanunu hükümlerine göre satılmasına karar verilmesi; gönderilen eşyanın mahkeme marifetiyle muayenesi.
8) Gemi ipoteğinde, malikin bulunamadığı hâllerde kayyım tayini.
9) Deniz raporu tanzimi.
10) Kırkambar sözleşmesinde geminin hareket gününün mahkeme tarafından tayini.
11) Navlun sözleşmesinde, boşaltma limanında malların hâl ve vaziyetinin, ölçü, sayı ve tartısının ekspere tespit ettirilmesi.
12) Müşterek avaryalarda dispeççi tayini ve dispecin mahkemece tasdiki.
13) Denizcilik rizikolarına karşı sigortalarda zararın ve kapsamının belirlenmesi için bilirkişi tayini.
14) Kooperatiflerde ayni sermayeye değer biçilmesi için bilirkişi tayini.
f) İcra ve iflas hukukundaki çekişmesiz yargı işleri:
1) İpotekli alacakta alacaklının gaipliği veya alacağı almaktan kaçınması hâlinde, borç tutarının icra dairesine tevdi edilmesi üzerine icra mahkemesi tarafından ipoteğin fekkine karar verilmesi.
2) Doğrudan doğruya iflas.
3) İflasın kaldırılması.
4) İflasın kapanmasına karar verilmesi.
5) Reddolunmuş mirasın tasfiyesinin, mirasçılardan birinin mirası kabul talebi üzerine mahkeme tarafından durdurulması.
6) Konkordato mühleti verilmesi ve komiserin atanması.
7) Konkordatonun tasdiki.
8) Sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmasında projenin ilanı ve ara dönem denetçisinin atanması.
9) Fevkalade hâllerde, kusuru olmaksızın borçlarını yerine getiremeyen borçluya mühlet verilmesi.
g) Çeşitli kanunlardaki çekişmesiz yargı işleri:
1) Nüfus kütüklerinin sayfa birleşim yerlerinin asliye hukuk mahkemesince mühürlenmesi.
2) Noterlerin göreve başlarken mahkemede yemin ettirilmeleri.
3) Noter evrak ve defterlerinden alınarak başka yere gönderilecek örneklerin mahkeme tarafından tasdiki.
4) Kamu görevlilerinin mahkeme huzurunda kanunen yemin etme zorunluluğunun öngörüldüğü diğer durumlar.
8
Çekişmesiz yargıda davacı, davalı yok. Burada taraflar var ve ilgililer de var. Ayrıca, çekişmesiz yargıda hakim daha çok resen harekete geçiyor. Görevli mahkeme, sulh hukuk mahkemesidir.
2. Ders
Maddi hukuk kuralı, ne kadar iyi düzenlenirse düzenlensin, uygulandığı anda kendini gösterir. Bu alan da medeni usul hukukudur. Medeni usul hukukunun konusu, özel hukuk alanındaki bütün yargısal faaliyetleri düzenlemesidir. Medeni kelimesi, kamu veya ceza hukukunun karşıtı olarak kullanılıyor. Anasayamızda devletin 3 temel ilkesi düzenlemiştir. Bunlar yasama, yürütme ve yargıdır. Yargı yetkisi bağımsız mahkemelerce Türk milleti adına kullanılır.
Yargı ve yargısal faaliyetin iki yönü vardır.
1- Biçimsel yönü: Mahkemelerin yaptığı her türlü işlem, yargısal faaliyet olarak tanımlanır. Fakat, mahkemelerin kalem işleri de vardır mesela bu yargısal faaliyet değildir. Yani her işlemi yargısal değil.
2- Maddi yönü: Maddi hukukta edindiğimiz bir takım soyut hukuk kurallarını, somut kurallara uygulamaktır.
Türkiye'deki yargı çeşitleri dört tanedir.
1- Adli Yargı
2- İdari Yargı
3- Askeri Yargı
4- Anayasa Yargısı
Adli Yargı, medeni yargı ve ceza yargısı olarak ikiye ayrılıyor. Medeni yargı, bizim konumuzu oluşturuyor. Çekişmeli ve çekizmesiz yargı vardır medeni yargıda. Biz bunları inceleyeceğiz.
Hukukun görevi toplumsal yaşamı düzenlemek ve ilişkilerden doğan uyuşmazlıkları çözmektir. Toplum halinde yaşayan insanlar arasında anlaşmazlık ve uyuşmazlık çıkması mümkün. Anlaşmazlık daha çok bir menfaat zıtlığını ortaya koyar ve bu henüz dışa yansımamıştır. Anlaşmazlığın ortaya koyulmasına ise, uyuşmazlık denir. Uyuşmazlığın çözülmesiyle bozulan toplumsal barış tekrardan korunmalıdır. Uyuşmazlığın çözümünde iki yöntem var. 1- Barışçıl yöntem: Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri vardır. Mahkemeye gitmeden taraflar kendi aralarında konuşup anlaşabilirler. Bu anlaşmazlık çözme yöntemidir. Bir de arabuluculuk kanunu kabul edilmiştir. Bu da bu kategoridedir. Uzlaşma da vardır. 2- Çatışmacı yöntem: Bir yargı yerine müracaat ederek çözülmesi çatışmacı yöntemdir. Eğer barışçıl yönteme başvurulmamışsa, iki türlü yöntem kalır. Birisi tahkim yargısı, öteki devlet yargısıdır. Devlet yargısı, mahkemelere müracaat edilmesidir.
9
Tahkim ise, taraflar hakemlere müracaat ederek uyuşmazlığın çözümünü istiyorlar. Tahkim yargısında verilen karar mahkeme hükmüyle aynıdır. Burada da iki türlü tahkim vardır. 1- İhtiyari tahkim 2- Mecburi tahkim. HMK 407-444 Maddeleri arasında düzenlenmiş.
Devlet yargısı için, ülkemizdeki mahkemeler teşkilatına bakacak olursak, en üstte yargıtay vardır. Altında, istinaf veya bölge adliye mahkemeleri vardır. Fakat, hükümleri mevcut, düzenlemeleri mevcut ve HMK'da da yer alıyor ama fiilen faaliyete geçmediği için istinaf hükümlerini uygulamıyoruz. Daha altta da mahkemeler var. Bu mahkemeler de ikiye ayrılıyor.
1- Genel Mahkemeler: Kişiler veya konular yönünden sınırlandırma söz konusu değilse, genel mahkemeler görevlidirler. Genel mahkemeler Türk Hukuk'unda Asliye ve Sulh Mahkemeleri olarak sayabiliriz. Asliye Mahkemeleri de ikiye ayrılır. Bunlar, Asliye Hukuk Mahkemesi ve Asliye Ticaret Mahkemesi'dir.
2- Özel Mahkemeler: Daha çok belli kişi veya belli konularda uzman hakimler tarafından uyuşmazlık karara bağlanıyor. İş Mahkemeleri, Kadastro Mahkemesi, İcra Mahkemesi, Tüketici Mahkemesi, Aile Mahkemesi, Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi özel mahkemelerdir.
Medeni Usul Hukuku'nun yer ve zaman bakımından uygulanması:
6100 sayılı HMK 1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girdi. 1086 sayılı HMK yürürlükten kalktı, fakat bazı hükümlerinin uygulanmaya devam edeceği belirtildi. HMK'nın yer bakımından uygulanmasında, mülkilik esası geçerlidir. Özellikle yabancı ve yabancı kusurlu uyuşmazlıklar Türk mahkemelerinin yetkisinin nasıl olacağını belirler. Türkiye'de yabancılarla bir uyuşmazlık olursa tabii ki HMK'yı uygulayacağız ama bunun dışında başka bir yerde HMK uygulanmaz.
Kanun yürürlüğe girdikten sonra, mevcut olaylara uygulanır. Bunun istisnaları vardır. Kamu düzeni düşüncesiyle kanunun geçmişe uygulanacağı da kabul edilmiştir. Usul hukuku açısından ise zaman itibariyle uygulanması özellik arz eder. 1086 sayılı HUMK 578. Maddesi HUMK’un zaman itibariyle uygulanmasını düzenliyordu.
HMK Madde 578 – İşbu kanun müktesep hakları ihlal etmemek şartiyle makabline şamildir.
Bu kanunda tayin edilmiş olan müddetler içinde istimal edilmiyen haklar artık istimal olunamaz. Şu kadar ki henüz müddeti içinde bulunan alakadar, bu kanunun neşri gününden itibaren bu kanundaki müddetler içinde haklarını istimal edebilir
6100 sayılı HMK’nın 448. Maddesinde düzenleniyor bu husus.
HMK MADDE 448- (1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.
Bir kanun yürürlüğe girdiği zaman geçiş hükümleri olabilir. 6100 sayılı HMK’da da geçiş hükümleri var. Mesela, yargı yolu ve görev konusunda yapılan bir düzenleme var. Diyor ki, daha önce dava görevli mahkemede açılmışsa, yeni kanuna göre o mahkeme görevli olsa bile dava açılan mahkeme görevli olmaya devam edecek görevsizlik kararı veremeyecek. Bu bir geçiş
10
hükmüdür ve bu uygulanır. Senetle ispat konusunda da böyle bir düzenleme vardır. Önceki dönemde açılan davada, eski senet ispat sınırı uygulanır. 1086 sayılı kanun döneminde okuma yazma bilmeyenler ya resmi şekilde yapardı seneti; ya da köy muhtarı tarafından senedin imzalanması gerekiyordu. O dönemde böyle bir senet dava konusu yapılıyorsa bu senet geçerliliğini koruyor. Fakat yeni kanunda diyor ki, okuma yazma bilmeyenler ancak resmi şekilde yapmalıdır seneti. Fakat burada, yeni kanun yürürlüğe girmeden önce yapılan senet, geçerliliğini koruyacak.
Tekrardan 448. Maddeye dönüyoruz. Tamamlanmış işlemi incelerken; cevap dilekçesini verme süresi 10 gündür. 10 gün içinde cevap dilekçesini verdi. Bu arada yeni kanun yürürlüğe girdi ve yeni kanuna göre 1 ayı geçmeden bir uzatma yapılabilir. Bundan yararlanılır mı, yararlanılmaz mı bu birinci soru. İkinci mesele de, yetki sözleşmesinin şartları da yeni kanunla değişmiştir; tarafları da değişmiştir. Örneğin, tacir değilse artık gerçek kişiler yetki sözleşmesi yapamayacak. Daha önceki kanun döneminde yetki sözleşmesinin taraflarından biri gerçek kişidir. Yetki sözleşmesinin tarafları yeni kanuna göre sadece tacirler veya kamu tüzel kişileri olabilir. Fakat, burada işlem tamamlanmış; dava açılmış. Artık bu işlem tamamlandığı için yeni kanunu uygulayamayız.
Türk Mahkeme Teşkilatı
Özel Mahkemeler
 İş Mahkemesi : 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile korunur. Özel mahkemelerdir. Bu mahkemeler iş uyuşmazlıklarından ve iş hukukundan doğan dava ve işlere bakmak ve uyuşmazlıkları çözmekle görevli mahkemelerdir. İş mahkemelerinin olmadığı yerlerde iş mahkemesi görevini asliye hukuk mahkemesi yapar.
 Tüketici Mahkemesi: 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunda düzenlenen hususlara ilişkin uyuşmazlıkları karar bağlamak için kurulan bir mahkemedir. Tüketici mahkemesinin özelliği tüketicilerin, tüketici örgütlerinin, sanayi ve ticaret bakanlığının tüketici mahkemelerinde dava açabilmeleridir. Tüketiciler dava açabiliyor, tüketici örgütleri dava açabiliyor. Yani aslında doğrudan hakkı ihlal edilebilen kişi değil, bir örgüt dava açabiliyor. Topluluk davasına ilişkin önemli bir düzenleme bu tüketici örgütlerinin açtığı davalardır. Tüketici mahkemeleri tek hakimlidir. Tüketici mahkemeleri bir yerde yoksa onun yerine asliye hukuk mahkemeleri bakar.
 Kadastro Mahkemesi: 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile korunur. Özel mahkemelerdir. Görevleri Kadastro Kanunu 25. Maddede sayılmıştır. Kadastro ile ilgili uyuşmazlıkları çözer. Ayrı kadastro mahkemesi bulunmayan yerlerde bu tür uyuşmazlıklara asliye hukuk mahkemesi bakar.
 Aile Mahkemesi: 4787 sayılı Aile Mahkemeleri’nin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’una göre kurulmuştur. Aile mahkemeleri, aile hukukundan doğan dava ve işlere bakmakla görevlidir. 4787 sayılı kanunun 4. Maddesinde aile mahkemelerinin özel mahkemeler
11
olarak hangi uyuşmazlıklarda görevli oldukları açıklanmıştır. Nişanlanma, evlenme, boşanma ve mal rejimi gereğiyle ilgili uyuşmazlıkları ile soy bağına ilişkin uyuşmazlıkları karara bağlar.
 İcra Mahkemesi: İcra veza ve icra hukuk mahkemesi olarak görev yapıyor. İcra hukuk mahkemeleri, başta icra ve iflas dairelerinin işlemlerine karşı yapılan itiraz, şikayet olmak üzere icra-iflas hukukuna ilişkin uyuşmazlıkları çözmek ve karara bağlamakla görevlidir. İcra iflas kanununda yer alan her uyuşmazlık icra mahkemelerinde görülmemektedir. Özel mahkemelerdir. Bir yerd ayrı bi icra mahkemesi yoksa asliye hukuk mahkemesi onun yerine görev yapar.
 Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi: 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun düzenlediği hukuki ilişkilerden doğan davalarda davanın konusunun miktarına bakılmaksızın görevli olan bir özel mahkemedir. Yine bu kanundaki düzenlemeler haricinde başka bir kaç uyuşmazlık da bu mahkemelerde çözümlenir.
Mahkemelerin Görevleri: Ancak kanunla düzenlenirler. 6100 sayılı HMK’nın 1. Maddesinde belirtilmiştir. AY 142. Maddesinde de açıkça hükme bağlanmıştır. Mahkemelerin görevi bir yönetmelikle düzenlenemez. Görev kurallarının bir özelliği vardır. Görev kuralları kamu düzeninde kabul edilmektedir. Mahkemenin önüne gelen bir uyuşmazlıkta görev konusunu kendiliğinden, resen dikkate almasıdır. Mahkeme kendisinin görevli olup olmadığını resen karara bağlar.
Asliye Hukuk Mahkemesi: Görevi 6100 sayılı HMK’nın 2. Maddesinde düzenlenmiştir.
Asliye hukuk mahkemelerinin görevi
HMK MADDE 2- (1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.
(2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.
1086 sayılı kanun döneminde malvarlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme malvarlığının değer ve miktarına göre belirleniyordu. Belli bir miktarın üzerindeki davalarda asliye hukuk mahkemesi, altındakilerde ise sulh hukuk mahkemesi görevliydi. Ancak, intikal hükmünden dolayı bu değer hususu henüz geçerliliğini korumakta. Sulh hukuk mahkemesindeki yargılama daha kolaydır. Basit yargılama vardır, hızla çözülür. Kural olarak da şahıs varlığına ilişkin davalar da asliye hukuk mahkemelerinde görülür. Fakat aksine bir düzenleme varsa, belirlenen mahkemede görülür. Mesela, bir kişinin ötekine hakaret etmesi yüzünden açılan davada tazminat miktarı ne olursa olsun bu dava asliye hukuk mahkemesinde görülür.
İcra iflas kanununda düzenlenen tasarruf iptali davaları vardır. Bunların amacı alacaklıdan mal kaçırmak isteyen borçlunun yaptığı tasarruf işlemini iptal ettirerek alacaklının alacağını almasını sağlamaktır. Bu davalarda taraflara bakılmaksızın görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu kabul edilmektedir.
12
Özel hukuk sigortasından kaynaklanan davalarda da görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleri olarak kabul edilmektedir. Bu nasıl olur? Bir özel sigorta şirketi sigorta yaptığı kişiye risk gerçekleşecek bir ödeme yapar. Bu riski eğer bir üçüncü kişi gerçekleştirdiyse, sigorta şirketi bu üçüncü kişiye dava açar.
Banka kartları ve kredi kartları kanunu 44. Maddesinde diyor ki, eğer banka kartı veya kredi kartı kullanımından dolayı davayı kredi kartını kullanan kişi açarsa, mahkeme tüketici mahkemesidir; fakat, davayı açan banka ise veya finanas kuruluşu ise görevli mahkeme asliye mahkemesidir.
Asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu kabul eden başka bir düzenleme de vardı fakat, iptal edildi. 6100 Sayılı HMK’nın 3. Maddesinde yer alıyordu.
MADDE 3- (1) Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.
Fakat bu hüküm iptal edildi. İdarenin sorumlu olduğu bir sektörden dolayı ölüm vs. Söz konusu ise artık asliye hukuk mahkemesi görevli değil. Artık idari yargı görevli. Bu hükmün dayanak maddesi Türk Borçlar Kanunu’nun 55. Maddesidir. Bu madde, iptal edilmiş olsa dahi kamu kurumlarına ait araçların neden olduğu trafik kazalarından dolayı meydana gelen zararın tazmini yine asliye hukuk mahkemesinde yapılacak. Fakat, idarenin diğer işlemlerinden dolayı bir zarar meydana gelmişse dava idari mahkemelerde görülür.
Sulh Hukuk Mahkemesi: 6100 sayılı HMK’nın 4. Maddesinde düzenlenmiştir. Kira ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda kural olarak sulh hukuk mahkemeleri görev yapar. Kira ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda, kira alacağının tahsili olacağı gibi, tahlili istemede olabilir veya kira sözleşmesinin iptali de olabilir. Kira sözleşmesinden kaynaklanan her türlü uyuşmazlıkta kural olarak sulh hukuk mahkemesi gereklidir. İstisnası 4. Maddenin 1. Fıkrasının 4. Bendinde belirtilmiştir.
HMK MADDE 4- (1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın;
a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları,
b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları,
c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları,
ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları,görürler.
13
Ecrimisil: Haksız işgal tazminatıdır. Genellikle kamu kurumlarına ait olan yerlerin kullanımında ortaya çıkar. Diyelim yerin sahibi veya kamu kurumu dava açtı. Ecrimisil istiyorum diye. Davalı kiracıyım ben dedi. Eğer davalı bunu kanıtlarda sulh hukuk mahkemesi görevli, kanıtlayamazsa asliye hukuk mahkemesi görevlidir.
Finansal kiralama sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda görevli mahkeme ticaret mahkemesidir.
Sulh hukukun görevli olduğu diğer bir uyuşmazlık türü, paylaştırma ve ortaklığın giderilmesi davasıdır. Taşınır veya taşınmaz malın paylaştırılmasına veya ortalığın giderilmesine ilişkin davalarda da değere bakılmaksızın görevli mahkeme sulh hukuk mahkemeleridir.
Sulh hukuk mahkemesinin görevine giren diğer bir dava türü, zilyedliğin korunmasıyla ilgili davalardır. Taşınmaz mallarda yalnız zilyedliğin korunmasıyla ilgili davalarda da görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesidir. Bu davalarda sadece zilyedlik değilde mülkiyet hakkıyla beraber ileri sürerse görevli mahkeme sulh mahkemesi olmaz. Sadece zilyedliğin korunmasına yönelik olarka dava açmışsa bu takdirde görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesidir. Bunun yanında bir de TMK 985. Maddesinde zilyedliğe haklılık davası vardır. Burada zilyedliğe istihkak davası ve zilyedliğin iadesi davası olarak isimlendirilen bu davalarda görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir.
Çekişmesiz yargı, taraf kavramı içermez. Davacı ve davalı yoktur. Talepte bulunan bir kişi vardır. Taraf olmadığı için, uyuşmazlık da yoktur. Resen karara bağlanır. Eğer bu özellikler yoksa, çekişmeli yargıdır. Çekişmeli yargıda taraf vardır. Davalı ve davacı falan. İflasın kaldırılması talebi, çekişmesiz yargıdır. Bir kişi kendi hakkındaki iflasın kaldırılmasını istiyor mesela burada görevli mahkeme ticaret mahkemesi. Çekişmesiz yargı işinde kural olarak sulh hukuk mahkemesi ama kendi özel kanunlarında özel düzenleme varsa o takdirdi o mahkeme görevlidir.
3. ders: Yetki: Bir davaya hangi devlet mahkemelerince, veya belli bir devletteki hangi yerdeki mahkemece bakılacağını ifade eder.
1- Milletler arası yargı yetkisi
2- Ulusal yetki
Ulusal yetki, bir davaya bir devlette bulunan hangi yerdeki mahkeme bakar. Asıl konumuz bu. Dahili yetki veya iç yetki de denir. Örneğin asliye hukuk mahkemesinin yetkili olduğu bir davaya İstanbul asliye hukuk mahkemesi mi bakacak yoksa Edirne asliye hukuk mahkemesi mi bakacak; bunu belirleyen kurallara iç yetki kuralları diyoruz.
Yetkide uyuşmazlığın niteliğinin önemi yoktur. Doğrudan hangi yerdeki mahkemenin bir davaya bakabileceğini düzenler. Görev gibi, yetkinin de kanunla düzenlenmesi gerekir. AY 142.
14
maddesi mahkemenn görev yetkisi ve yargılama usullerinin kanunla yapılmasını ifade eder. Yani yetki kuralları da kanunla konulur. 6100 sayılı HMK 5. maddede de bu konu düzenlenmiştir.
HMK MADDE 5- (1) Mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir.
Bu yetkiye ilişkin kuralların kanunla düzenlenmesi görev kadar katı değildir. Çünkü bazı hallerde yetkili olmayan bir mahkeme yetki sözleşmesiyle yetkili bir hale getirebilir. Kesin yetkinin söz konusu olmadığı hallerde davalı yetki itirazında bulunmazsa aslında yetkili olmayan bir mahkeme yetkili bir hale gelebilir. 6100 sayılı HMK'daki yetki kuralları ikiye ayrılarak incelenir.
1- Genel yetkili mahkemeler
2- Özel yetkili mahkemeler
Genel yetkili mahkemeler, aksine bir düzenleme bulunmadıkça tüm dava ve işler bakımından geçerlilik taşıyan yetki kurallarını ifade eder. 6100 sayılı HMK 6. madde de genel yetki kuralları bulunmaktadır.
HMK MADDE 6- (1) Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.
(2) Yerleşim yeri, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre belirlenir.
Yani, usul hukukunda genel yetkili mahkeme davanın açıldığı tarihte, davalı olan gerçek veya tüzel kişinin yerleşim yeri mahkemesidir. Dava açıldıktan sonra davalının yerleşim yerinin değişmesi önemli değildir. Mahkeme yetkisiz hale gelmez. Mahkemenin yetkisi devam eder. Davalının birden fazla olması halinde yetkiliyi HMK 7. madde düzenlemiştir.
HMK MADDE 7- (1) Davalı birden fazla ise dava, bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. Ancak, dava sebebine göre kanunda, davalıların tamamı hakkında ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme belirtilmişse, davaya o yer mahkemesinde bakılır.
(2) Birden fazla davalının bulunduğu hâllerde, davanın, davalılardan birini sırf kendi yerleşim yeri mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amacıyla açıldığı, deliller veya belirtilerle anlaşılırsa, mahkeme, ilgili davalının itirazı üzerine, onun hakkındaki davayı ayırarak yetkisizlik kararı verir.
Yani birden fazla davalı varsa, dava herhangi birinin yerleşim yerinde açılabilir. Fakat, bunun bir istisnai durumu var. Dava sebebine göre, kanunda davaların tamamı hakkında ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme belirtilmişse, davaya o yer mahkemesi bakar. Davalılar birden fazla ve hepsi için ortak yetkili bir mahkeme belirtilmişse bu takdirde dava, davalıların yerleşim yeri mahkemesinde değil, kanunla ortak yetkili kılınan yer mahkemesinde bu davanın açılması gerekir. Bu da, şöyle söz konusu olabilir; haksız fiillerde olabilir. Örneğin, haksız fiilin işlendiği veya
15
zararın meydana geldiği yerde dava açılabilir. Dolayısıyla haksız fiille bir zarar meydana gelmişse, haksız fiilin meydana geldiği yer mahkemesinde açılır dava. Bir de, ben biri için davayı nerede açıyorsam, diğeri için de orada açmak zorundayım. Hepsi için ayrı ayrı hepsinin yerleşim yerinde açamam. Bir örnek daha, ödünç sözleşmesini üç müşterek borçlu imzalıyor. Müşterek borçlular edimini yerine getirmiyor ve alacaklı kişi müşterek borçlular hakkında dava açmak istiyor. Ödünç sözleşmesinde ifa yeri İstanbul denmişse, artık ifa yeri İstanbul'dur. Müşterek borçlular yönünden ifa yeri İstanbul olarak kabul edilmiş; böylece ortak yetkili yer de İstanbul olmuştur.
7. maddede bir de dava sebebine göre diye bir ibare kullanılmış. Dava sebebi ve hukuki sebep farklı kavramlardır. Dava sebebi, davanın açılmasına sebep olan davanın temelini oluşturan maddi vakayı ifade eder. Örneğin araçların çarpışması bir maddi vakadır ve dava sebebidir. Çarpışma sonucu müracaat edilecek yok veya çarpışma sonucu borçlar kanununda düzenlenen sebepse hukuki sebeptir, bir haksız fiildir.
Özel yekili mahkemeler, belli uyuşmazlıklarda söz konusu edilen ve genel yetkili mahkemenin yanında yetkili olan mahkemelerdir.
Bir yerde geçici olarak açılacak davalarda yetki: Memur, işçi, öğrenci, asker gibi bir yerde geçici olarak oturanlara karşı açılacak alacak veya taşınır mal davaları için orada bulunmaları uzunca bir süre devam edecekse, bulundukları yer mahkemesi de yetkilidir. Maddede belirtilen kişiler sınırlı değildir. HMK 8. maddede belirtilmiştir. Ayrıca bir yerde geçici olarak ikamet eden kişilere karşı, sadece alacak ve taşınır mal davaları orada açılabilir. Ancak taşınmaz mal davaları ile sahış varlığına ilişkin davalar, geçici olarak oturulan yer mahkemesinde açılamaz.
HMK MADDE 8- (1) Memur, işçi, öğrenci, asker gibi, bir yerde geçici olarak oturanlara karşı açılacak alacak veya taşınır mal davaları için, orada bulunmaları uzunca bir süre devam edebilecekse, bulundukları yer mahkemesi de yetkilidir.
Bu hükmün uygulanabilmesi için üç koşul gerekiyor. Bir kişi bir yerde geçiçi olarak bulunacak, bulunma epeyce uzun sürecek bir zaman kesitini kapsayacak, açılacak dava alacak davası veya taşınır davası olacak. Bu üç koşul gerekiyor HMK 8. maddenin uygulanması için.
Türkiye'de yerleşim yeri bulunmaması halinde yetkili mahkeme: 6100 sayılı HMK 9. Maddede düzenleniyor.
HMK MADDE 9- (1) Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayanlar hakkında genel yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki mutad meskeninin bulunduğu yer mahkemesidir. Ancak, diğer özel yetki hâlleri saklı kalmak üzere, malvarlığı haklarına ilişkin dava, uyuşmazlık konusu malvarlığı unsurunun bulunduğu yerde de açılabilir.
Eski kanunda 16. maddede düzenleniyordu bu konu. 9. maddeden epey farklıdır. Aşkın yetki vardır o maddede. İç yetki kuralları milletler arası yetki kurallarını aşarsa bu aşkın yetkidir ve eski maddede aşkın yetki vardır. Mutad mesken, kişinin hayat ilişkilerinin yoğunluk kazandığı, hayatı ve geleceğiyle ilgili önemli kararlar aldığı çoğrafi parçadır.
16
Sözleşmeden doğan davalarda yetki: Sözleşmeden doğan davalarda yetkili mahkeme sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesidir. Bu sözleşmeler, satım, kira gibi sözleşmelerdir. Haksız fiiller ve sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlar için bu yetki kuralı uygulanmaz. Sözleşmeden doğan bir dava buradaki yetki kuralı kesin yetki olmadığı için davalının yerleşim yerinde de açılabilir. Sözleşmede ifa yerinin neresi olduğu açıkca belirtilmişse, bu yer mahkemesinde açılabilir. Sözleşmede ifa yeri açıkca yazılı değilse TBK 89. maddeye göre belirlenir. Para borçları, ödeme zamanında alacaklının yerleşim yerinde ödenir. Yani para borçları götürülecek borçlardandır. Kambiyo senedinden doğan borç aranacak borçlardandır. İfa yeri borçlunun yerleşim yeridir. Sözleşmeden doğan para borçlar ve sözleşmeden doğan para borçlarının ifa yeri farklıdır yani. 6100 sayılı HMK 10. maddesindeki yetki kuralı kambiyo senetlerinden doğal borçlar yönünden uygulanmıyor.
HMK MADDE 10- (1) Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.
1086 sayılı HUMK'un 10. maddesinde sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesi de yetkili kabul edilmiştir. Ancak, sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesinin yetkili olabilmesi için davanın açıldığı tarihte, davalı veya vekilinin sözleşmenin yapıldığı yerde bulunması gerekir. 6100 sayılı HMK'da buna yer verilmemiştir. Yani artık yetkili değildir. Borçlar hukuku sözleşmeleri dışındaki sözleşmelerde bu kural uygulanmaz.
Mirastan doğan davalarda yetkili mahkeme: Mirastan doğan davalarda yetkili mahkeme ölenin son yerleşim yeri mahkemesidir. Ölmeden önceki son yerleşim yeri oluyor yani. Mirastan doğan davalarda yetki bazı hallerde kesin yetki, bazı hallerde ise kesin olmayan yetkidir. 6100 sayılı HMK 11. maddesinin 1. fıkrasının a ve b bendinde belirtilen davalarda, ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir.
HMK MADDE 11- (1) Aşağıdaki davalarda, ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir:
a) Terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar.
b) Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar.
(2) Terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası, terekenin yazımı ve tespiti zamanında mal nerede bulunuyorsa, orada da açılabilir.
(3) Mirasçılık belgesinin iptali ve yeni mirasçılık belgesi verilmesine ilişkin davalarda, mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi de yetkilidir.
Ölümle bir kimseye ait olan hak ve borçlar kendiliğinden mirasçılarına intikal eder. Mirasın açılmasından itibaren üç ay içinde mirasçılar mirası reddedebilirler. Reddederlere mirasçıların artık borç sorumluluğu olmaz. Reddetmezlerse artık mirasçılar terekeyi bırakanın borçlarından
17
sorumlu olurlar. Ölüme bağlı tasarruf, vasiyetname veya miras sözleşmesi olarak örnek verilebilir. Bu davalarda ölenin son yerleşim yeri kesin yetkili mahkemedir. Ölüme bağlı hak ve borçların bütününe miras şirketi denir. Ölüme bağlı tasarrufların tenkisi, miras bırakan kendi mal varlığı üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilir. Ancak bazı hallerde tasarrufu kanun sınırlamıştır. Buna tasarruf misabı denir. Örneğin vasiyetnameyle tüm malvarlığını bir kişiye bırakamaz. Çünkü her mirasçının bir saklı payı vardır. Bu saklı payına miras bırakan dokunamaz. Eğer dokunduysa, mirasın tenkisi davası açılır. Bu davalarda ölenin son yerleşim yeri mahkemesinde açılır. A ve B bendinde kesin yetki vardı. Şimdi, kesin olmayan yetkilere bakacağız. 2. ve 3. fıkra bunun için düzenlenmiştir. İlk olarak 2. fıkra, miras bırakanın son yerleşim yeri mahkemesine ilave olarak terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davası malın bulunduğu yerde de açılabilir. İstihkak davası, hak sahipliğine dayanan bir davadır. Burada düzenlenen ise, terekede bulunan bir mal hakkında açılmak istenen istihkak davasıdır. Örneğin, bir halıcı murise geçici olarak bir halısını bıraktı. Bu arada da muris vefat etti. Terekede bulunan bu malı almak isteyen halıcı, istihkak davası açabilir. Bu dava, murisin son yerleşim yerinde açılabileceği gibi malın bulunduğu yerde de açılabilir. Miras sebebiyle de istihkak davası vardır. Bu dava murisin bir malının üçüncü kişide olmasından kaynaklıdır. Bizim konuştuğumuz dava ise, üçüncü kişinin malının terekeden çıkarmak için açılan davadır. Miras sebebiyle açılan istihkak davası, kesin yetkilidir ve murisin son yerleşim yerinde açılmalıdır. 3. fıkrada ise, mirasçılık belgesinin iptali davasında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir; yetkili yer ise ölenin son yerleşim yeri de dahil olmak üzere mirasçılardan her birinin yerleşim yeri mahkemesidir. Yeni mirasçılık belgesinin istemi çekişmesiz yargıdır. Noterden alınabilir.
Taşınmazın aynından doğan davalarda yetki: Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalarda yetkili mahkeme ilk önce taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Taşınmazın zilyedliğine veya alıkoyma hakkına ilişkin davalarda yine aynı şekilde taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Taşınmaz üzerinde hak sahipliğinde değişikliğe yol açacaksa, bu davanın mutlaka taşınmazın bulunduğu yerde görülmesi gerekir. İrtifak haklarına ilişkin davalar, taşınmazın bulunduğu yerde açılır. İrtifak hakları ikiye ayrılır. Şahsa bağlı irtifak hakları ve eşyaya başlı irtifak haklarıdır. Eşyaya bağlı irtifak haklarndan biri, geçit hakkıdır. Bir de mecra hakkı vardır. Bunların hepsine ait davalar, taşınmazın bulunduğu yer mahkemelerinde görülür. Sınırlı ayni haklardan ipotekle ilgili olan taşınmaz davaları var. İpoteğin iptaliyle ilgili dava açılabilir. Bunlarda da yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. İstisnası vardır. İcra iflas kanunu 149. madde bunun istisnasıdır. Burada icra takibinden sonra ipoteğin iptaline ilişkin bir dava açılacaksa, taşınmazın bulunduğu yer dışında da davalar açılabilir. Bu davalar birden fazla taşınmaza ilişkinse, bu davalar taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde diğerleri için de açılabilir. Taşınmaz üzerinde şahsi hakka ilişkin dava açılacaksa bu davalar da taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılmaz, yani orada görülme zorunluluğu yoktur. Taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptali istenirse, sözleşmeyle ilgili kural uygulanır. Taşınmazın bulunduğu yerde değil, sözleşmeyle ilgili kurallar uygulanır ve belirtilen yerde açılır. Normalde taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinin yetkisi de kesin yetkidir.
HMK MADDE 12- (1) Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde
18
değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.
(2) İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır.
(3) Bu davalar, birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da açılabilir.
Karşı davada yetki: Kesin yetkinin söz konusu olduğu hallerde, mutlaka kesin yetkili mahkemede açılmalı dava. Karşı dava, görülmekte olan bir davada, davalının da belirli koşullar altında aynı mahkemede davacıya karşı dava açmasını ifade eder.
HMK MADDE 13- (1) Kesin yetkinin söz konusu olmadığı hâllerde, asıl davaya bakan mahkeme, karşı davaya bakmaya da yetkilidir.
Karşı dava açılabilmesi için takas veya mahsup talebinin bulunması gerekir veya asıl dava ile karşı dava ile bir irtibat olması gerekir.
Şubeler ve tüzel kişilerle ilgili yetki: 6100 sayılı HMK'nın 14. maddesinde düzenlenmiştir.
HMK MADDE 14- (1) Bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, o şubenin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir.
(2) Özel hukuk tüzel kişilerinin, ortaklık veya üyelik ilişkileriyle sınırlı olmak kaydıyla, bir ortağına veya üyesine karşı veya bir ortağın yahut üyenin bu sıfatla diğerlerine karşı açacakları davalar için, ilgili tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.
Genel mahkemeli olan mahkemenin yanında şubenin bulunduğu yer mahkemesinin de yetkili olduğu anlaşılıyor birinci fıkradan. Şubenin tüzel kişiliği bulunmamaktadır bu yüzden şubeye karşı dava açılamaz. Fakat, şubenin yaptığı işlerden dolayı merkeze karşı açılacak olan davalar merkezin bulunduğu yerde açılabileceği gibi şubenin bulunduğu yerde de açılabilir. Mesela, banka olarak örnek verelim. Bankacılık işlemlerini bir şube yapmış oluyor. Bankacılık işlemleri nedeniyle işlemden zarar gören kişi şubenin bulunduğu yerde dava açacağı gibi, o tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yerde de dava açabilir. 2. fıkraya değinecek olursak, tüzel kişilerle yetkili davalarda anonim şirketin bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir; bir ortak şirkete karşı dava açacaksa tüzel kiliğin veya anonim şirketin bulunduğu yer mahkemesidir. Burada da mahkeme kesin yetkilidir.
Sigorta sözleşmelerinden doğan davalarda yetki : 6100 sayılı HMK'nın 15. maddesinde düzenlenmiştir. Burada zarar sigortaları ve can sigortaları arasında bir ayrım yapılmıştır.
HMK MADDE 15- (1) Zarar sigortalarından doğan davalar, sigorta, bir taşınmaza veya niteliği gereği bir yerde sabit bulunması gereken yahut şart kılınan taşınıra ilişkinse, malın bulunduğu yerde; bir yerde sabit bulunması gerekmeyen veya şart kılınmayan bir taşınıra ilişkinse,
19
rizikonun gerçekleştiği yerde de açılabilir.
(2) Can sigortalarında, sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın leh veya aleyhine açılacak davalarda onların yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir.
(3) Bu hüküm deniz sigortalarından doğan davalarda uygulanmaz.
Zarar sigortalarından doğan davalarda yetki kuralı kesin yetki niteliğinde değildir. Can sigortalarında sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın leh ve aleyhine açılacak davalarda bunların yerleşim yerinde açılır. Burada da kesin yetki kuralı vardır.
Haksız fiilden doğan davalarda yetki: HMK'nın 16. maddesinde düzenlenmiştir. Haksız fiilden doğan davalar, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yeri mahkemesi veya zararın meydana gelme ihtimalinin bulunduğu yer mahkemesi ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde görülebilir.
HMK MADDE 16- (1) Haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.
Haksız fiilin birden fazla kişi tarafından işlenmesi ve bu kişilerin hepsine karşı dava açılmasında ortak yetkili bir mahkeme belirlenmiştir.
YETKİ SÖZLEŞMESİ
Usul hukuku sözleşmesidir. Yetkilerini usul hukukunda doğuran sözleşmelerdir. İki biçimde yapılabilir.
1- Olumlu yetki sözleşmesi
2- Olumsuz yetki sözleşmesi
Olumlu yetki sözleşmesiyle, bir genel veya özel yetkili mahkeme yanında başka bir mahkeme yetkili kılınabilir. Olumsuz yetki sözleşmesi ise, sadece sözleşmede kararlaştırılan yer yetkili kılınmışsa ve başka bir yerde dava açılması mümkün değilse, olumsuz yetki sözleşmesi söz konusu olur. 1086 sayılı kanun döneminde tartışmalıydı. Ancak 6100 sayılı HMK'nın 17. maddesi olumsuz yetki sözleşmesi yapılabileceğini kabul etmektedir. Yeni HMK ile yetki sözleşmesine sınırlama getirilmiştir.
1- Kişi bakımından sınırlama
2- Konu bakımından sınırlama
Kişi bakımından sınırlama, yetki sözleşmesi tacirler ile tacirler; tacirler ile kamu tüzel kişileri veya kamu tüzel kişileri ile kamu tüzel kişileri arasında yapılabilir. Tacir olmayan gerçek kişiler yetki sözleşmesinin tarafı olamazlar. Böyle bir yetki sözleşmesi yapılmış olsa bile bu yetki sözleşmesi geçersizdir. Yetki sözleşmesi, konu bakımından sınırlandırılmıştır. Tarafların üzerinde
20
serbestçe tasarruf edebilecekleri konularda yetki sözleşmesi yapılabilir. Örneğin, aile hukukundan doğan uyuşmazlıklar tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konular olduğu için yetki sözleşmesi yapılamaz. Ayrıca, kesin yetkinin söz konusu olduğu hallerde de yetki sözleşmesi yapılamaz. Örneğin, taşınmazın aynına ilişkin uyuşmazlıklarda yetki sözleşmesi ile taşınmazın bulunduğu yerden başka bir yerdeki mahkeme yetkili kılınamaz.
HMK MADDE 17- (1) Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça dava sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır.
Yetki sözleşmesi her ne kadar usul hukuk sözleşmesi olsa da TBK'daki genel işlem şartlarına ilişkin hükümler yetki sözleşmeleri bakımından da uygulama yeri bulur. Ayrıca yetki sözleşmesinin iptali de istenebilir. Yetki sözleşmesinin iradeyi fesada uğratan nedenlerden birinin bulunduğu söylenerek iptalini istenebilir. Yetki sözleşmesi aylık yetki sözleşmesi şeklinde yapılabilceği gibi yetki şartı şeklinde de yapılabilir. Yetki sözleşmesi başka bir sözleşmenin içinde bir şart olarak düzenlenmişse, yetki şartı denir.
Yetki sözleşmesinin şartları
HMK MADDE 18- (1) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konular ile kesin yetki hâllerinde, yetki sözleşmesi yapılamaz.
(2) Yetki sözleşmesinin geçerli olabilmesi için yazılı olarak yapılması, uyuşmazlığın kaynaklandığı hukuki ilişkinin belirli veya belirlenebilir olması ve yetkili kılınan mahkeme veya mahkemelerin gösterilmesi şarttır.
Yetki sözleşmesine konu uyuşmazlık belirli olmalıdır. İşbu satım sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda, veya işbu kira sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda İstanbul mahkemeleri yetkilidir, gibi yer alır.
Yetkili kılınan mahkeme belirli olmalıdır. Örneğin İstanbul mahkemesi yetkili denmelidir. TC'deki tüm mahkemeler geçerlidir diye bir ibare geçerli değildir.
Yetki sözleşmesi yazılı olmalıdır. Kanun koyucu yazılı şekli yeterli görmüştür. Resmi şekil öngörülmemiştir. Yazılı olması yeterlidir. Resmi şekilde yapılması gereken bir sözleşmeyle ilgili yetki şartı veya yetki sözleşmesi yazılı olarak yapılabilir bu durumda da yetki sözleşmesi geçerlidir. Sözleşme resmi şekilde yapılacak, örneğin tapuda yapılması gereken taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin tapu sicil müdürlüğünde yapılması gerekir. Orada yapılmazsa geçerli değildir. Ana sözleşme resmi şekle tabii olsa bile yetki sözleşmesinin tapu sicil müdürlüğünde yapılmasına gerek yok. Yetki sözleşmesi yazılı şekilde yapılırsa yine de geçerli olur. Şekle tabii olmayan bir sözleşme ifa edilmiş olsa bile eğer yetkililerin imzası yoksa, bu takdirde yetki sözleşmesi geçerli değildir.
Yetki sözleşmesiyle genel ve özel mahkemelerin dılında başka mahkemeler de yetkili kılınabilir. Ancak, yetki sözleşmesiyle bir mahkeme yetkili gösterilmişse, yetkili gösterilen
21
mahkemenin bulunduğu yer haricinde başka bi yerde dava açılamaz. Bir yer yetkili kılınmışsa, iki görüş var. Birisi o yerin kesin yetkili olduğu yönündedir. Diğer bir görüş de kesin yetkili olmadığıdır. Yargıtayın görüşü, kesin yetki olmadığı yönündedir. Mahkeme yetki sözleşmesini resen gözetemez.
Yetkinin kesin olmasının bir takım sonuçları da vardır. Kesin yetki kuralının özellikleri şunlardır. Kesin yetki varsa, genel yetkili mahkemenin yetkisi ortadan kalkar. Kanun ortak yetkili mahkeme kabul etmişse dava sadece orada açılır bu da kesin yetkilidir. Yetki sözleşmesi yapılmış ve aksine bir düzenleme getirilmemişse, bir görüşe göre buradaki kesin yetkidir; diğer görüşe göre ki buna yargıtay da katılıyor bu kesin yetki değildir.
4.hafta
Yetki İtirazı
Mahkemenin yetkisi konusunda kesin yetki kuralı varsa, mahkeme yetkili olup olmadığını resen inceler. Tarafların bu konuda, yetki itirazında bulunmuş olmalarının bir önemi yoktur. Yetki itirazında bulunulmasa dahi mahkeme o dava yönünden kendisinin yetkili olup olmadığını inceleyip yetkili değilse, yetkisizlik kararı vermesi gerekir. Ancak yetkinin kesin olmadığı durumlarda davalı cevap süresi içerisinde yetki itirazında bulunmadığı sürece mahkeme kendisinin yetkili olup olmadığını inceleyemez. Yetkinin kesin olmadığı durumlarda davalı kesinlikle yetki itirazı yapmalıdır. Davaya cevap süresi, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki haftadır. Davalının bu süre içinde yetki itirazında bulunması gerekir. Cevap süresinin uzatılması mümkündür, yazılı yargılama usulunde cevap süresi 1 ay, basit yargılama usulünde 2 hafta uzatılabilir. Eğer, cevap süresi bu şekilde uzatılmışsa, davalı uzatılan cevap süresi içerisinde de yetki itirazında bulunabilir. Yetki itirazı, ilk itirazlardandır. Süresinde yapılmaması halinde, o dava içinde bir daha ileri sürülmemesi mümkün değildir. Islahla dahi süresinde yapılmayan yetki itirazının ileri sürülmesi mümkün değildir. 1086 sayılı HMK döneminde, kesin olmayan yetki itirazının sadece cevp süresi içerisinde ileri sürülebileceği, cevap süresinin uzatılması halinde bile uzatılan süre içerisinde cevap verilmesi kabul edilmiyordu. Bu sonuca, HMK'nın 189. maddesindeki kanuni cevap süresi içerisinde yetki itirazında bulunulması gerektiğine ilişkin ifadeden varılmaktaydı. Ancak yeni düzenlemede artık kesin olmayan yetki itirazı uzatılan cevap süresi içerisinde ileri sürülebilir. Davalının yetki itirazını esasa ilişkin cevap vermeden ileri sürmesi gerekir. Dava dilekçesinin niteliğinden itibaren, beşinci günde davanın esasına cevap veren davalı, onuncu günde ayrı bir dilekçe ile yetki itirazına bulunamaz. Çünkü davanın esasına cevap verdi bir kere. Ancak, aynı dilekçe içerisinde önce esasa ilişkin savunmasını yapıp sonra yetki itirazı yapması mümkün. Yetki itirazında bulunan davalı birden fazla yetkili mahkeme varsa seçtiği mahkemeyi belirtmelidir. Aksi halde yetki itirazı dikkate alınmaz. Yetki kuralları kanunla düzenleniyor ama bazı hallerde yumuşatılmıştır.
Yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler
6100 sayılı HMK'nın 20. maddesinde düzenlenmiştir.
Dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi için 2 haftalık süre vardır. Karar verildiği anda
22
kesinse süre o anda başlar. Eğer karar kesin değil ama kanun yoluna başvurulmamışsa kararın tebliğinden itibaren, temyiz süresinin sonunda yani kesinleştiği anda o tarihten itibaren 2 hafta içinde. Kanun yoluna gidilmişse de bu başvurunun reddi kararının tebliğinden 2 hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurulması gerekir.
HMK MADDE 20- (1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.
(2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.
Bazı hallerde iki mahkeme de yetkisizlik kararı verebilir ve bu kararlar kesinleşebilir. Ortada iki yetkisizlik kararı var ve birinin kalkması gerekiyor. Eğer kaldırılmazsa bu takdirde dava açan kişi kanunda yapılan düzenlemeye, yargı yeri belirlemesine göre talep halinde dosya yargıtaya gönderilir. Yargıtayın ilgili dairesi hangi mahkemenin yetkili olduğunu belirtir. Bu karara da uyulmak zorundadır. Tabii, bölge adliye mahkemeleri fiilen faaliyete geçmediği için yargıtay oluyor. Eğer, fiilen faaliyete geçerse, bunun inceleme yeri bölge adliye mahkemeleri olacaktır. Yargı yerinin belirlenmesine ilişkin inceleme dosya üzerinden yapılır. Bu konuda yargıtay bi karar vermişse ve şu yer yetkilidir demişse, o yer yetkilidir. Mahkeme itiraz edemez, başka karar vermez, dosyaya bakmakla yükümlüdür. Ancak, şöyle bir şey de var. Diyelim yetkisizlik yönünden bir karar verildi. Yargıtaya gidildi, yargıtay sen yetkilisin dedi. Direnebilir fakat, tekrardan yetkisizlik kararı veremez.
Hakimin Yasaklılığı ve Reddi
Anayasanın 9. maddesine göre yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Yargı yetkisini kullanan kişi, mahkemelerde görevli olan hakimlerdir. Hakimler yargılamanın en önemli unsurudur. Hakimler adaleti gerçekleştirmek için, son kararı verirler. Bu nedenle, hakimlerin statüsü diğer devlet memurlarının statüsünden farklıdır. Hakimler ve savcılar kanununda ayrıca düzenlenmiştir. Hakimlerin mesleğe alınmaları, meslekte ilerlemeleri, görevlerine son verilmesi kanunla düzenlenir. HSK bu konuda düzenleme yapmıştır. Hakimlerin görevlerinde bağımsız olmaları gerekir. AY 138. maddede hakimlerin bağımsızlığı teminat altına alınmıştır. Hakimlerin bağımsızlığı sadece yasama organına karşı değil aynı zamanda yürütme organına karşı da bağımsızdır. Ayrıca, medyaya, diğer kurum ve kuruluşlarına karşı da hakimler görevlerinde bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, mercii ve kişi yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere talimat veremez; genelde gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde tartışma yapılamaz. Yasama ve yürütme organı mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Yasama ve yürütme organı, mahkeme kararlarını hiçbir şekilde değiştiremez ve kararı ortadan kaldıramaz.
Hakimler aynı zamanda tarafsız da olmalıdır. Hakimlerin tarafsız olması davanın
23
taraflarından herhangi birine karşı, koruyucu yola başvurmaması onun lehine kanunun verdiği sınırlar dışında bir takım işlemler yapmamasını ifade eder. Fakat, kanun koyucu hakimlerin bazı hallerde tarafsız olamayacağını kabul etmiştir. Bu nedenle, hakimin yasaklılığı diye bir kurumu kanuna koymuştur. Bazı hallerde de hakimin tarafsızlığı konusunda şüphe duyulabilir demiştir; bunun için de hakimin reddi kurumunu kanuna koymuştur.
Hakimin Yasaklılığı: Bazı hallerde, hakimin tarafsız olamayacağı kabul edilerek, hakimin kanunda belirtilen ileri görmesi yasaklanmıştır. 6100 sayılı HMK'nın 34. maddesinde hakimin hangi hallerde yasaklı olduğu sayılmıştır. Hakimin bu durumlardan birinin varlığı halinde davaya bakamaz. Taraflar ileri sürmemiş olsa bile davadan çekinmek zorundadır. Taraflar anlaşsa bile bu konuda, hakim bu davaya bakamaz; çekinmek zorundadır.
HMK MADDE 34- (1) Hâkim, aşağıdaki hâllerde davaya bakamaz; talep olmasa bile çekinmek zorundadır:
a) Kendisine ait olan veya doğrudan doğruya ya da dolayısıyla ilgili olduğu davada.
b) Aralarında evlilik bağı kalksa bile eşinin davasında.
c) Kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyunun davasında.
ç) Kendisi ile arasında evlatlık bağı bulunanın davasında.
d) Üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı kalksa dahi kayın hısımlığı bulunanların davasında.
e) Nişanlısının davasında.
f) İki taraftan birinin vekili, vasisi, kayyımı veya yasal danışmanı sıfatıyla hareket ettiği davada.
Hakimin çekinmesine ilişkin karar nihai karardır. Çekinme kararı kanun yoluna götürülebilir. Eğer doğru bulunursa, hakimin yasaklanma sebebinin doğduğu tarihten itibaren bu hakimin huzuruyla yapılmış bütün işler iptal edilir. Hüküm ve kararlar da iptal edilir. Yasaklı bir hakimin davaya bakmasının sebebi yargılanmanın yenilenmesi istemini ortaya çıkarabilir.
Hakimin Reddi: Bazı hallerde hakimin tarafsızlığında şüphe duyulur. Bu şüphe duyulan hallerde hakimin reddi söz konusu olabilir. Bunlar kanunda sayılmıştır. 6100 sayılı HMK'nın 36. maddesinde sayılmıştır. Fakat, oradakilerle sınırlı değildir. Başka sebepler de hakimin reddine sebep olabilir.
HMK MADDE 36- (1) Hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebebin bulunması hâlinde, taraflardan biri hâkimi reddedebileceği gibi hâkim de bizzat çekilebilir. Özellikle aşağıdaki hâllerde, hâkimin reddi sebebinin varlığı kabul edilir:
a) Davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması.
b) Davada, iki taraftan birine veya üçüncü kişiye kanunen gerekmediği hâlde görüşünü
24
açıklamış olması.
c) Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla hareket etmiş olması.
ç) Davanın, dördüncü derece de dâhil yansoy hısımlarına ait olması.
d) Dava esnasında, iki taraftan birisi ile davası veya aralarında bir düşmanlık bulunması.
Hakim, geçici hukuki koruma tedbirleri talebini kabul edince davayı da kabul etmiş sayılmaz. Hakim, bu sebeplerden birini barındırdığı halinde reddedilebileceği gibi, çekile de bilir. Taraflar ileri sürmese bile hakim çekilmek zorundadır, red sebebi varsa.
Ret usulü: Taraflar hakimleri belli bir süre içinde reddedebilirler. Bu süre de hak düşürücü süredir. Hakimin reddi sebebini davadan önce bilen taraf en geç ilk duruşmaya kadar red sebebini ileri sürmelidir. Eğer red sebebi davaya bakıldığı sırada öğrenildiyse, en geç öğrenilmeden sonra ilk duruşmada yeni işlem yapılmadan önce bu sebebi bildirmek durumundadır. Hakimin reddi bir dilekçeyle yapılır. Bu dilekçede ret talebinin dayandığı sebep, delil ve emareler açıkça gösterilmelidir. Hakimi reddeden taraf dilekçesini diğer tarafa tebliğ ettirir. Karşı taraf 1 hafta içinde cevap verebilir. Bu süre geçtikten sonra yazı işleri tarafından redd dilekçesi varsa karşı tarafınki de dosyaya eklenip ve hakime verir. Ardından reddi istenen hakim 1 hafta içerisinde dosyayı inceler; ret sebeplerinin kanuna uygun olup olmadığı hakkındaki düşüncesini yazı ile bildirerek dosyayı merciiye göndermek üzere yazı işleri müdürlüğüne verir. Hakim taraflardan birinin ret talebi üzerine veya kendisi çekilmeyi bildirirse ret talebini incelemeye yetkili mahkeme bu çekilmenin kanuna uygun olup olmadığına karar verir. Hakimin reddi talebi, reddi istenen hakim katılmaksızın mensup olduğu mahkemece incelenir. Red talebi o yerde asliye hukuk hakimliği görevi yapan diğer mahkeme veya hakimi tarafından incelenir. Mesela, tamamı reddedilirse, üç hakimliyse üçü birden reddedilirse bu takdirde asliye hukuk hakimi karar verecek. Asliye hukuk hakimi reddedilirse de aynı yerdeki asliye ceza hakimi varsa onun tarafından incelenir, eğer yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesince incelenir ve karara bağlanır. Sulh hukuk hakimi reddedilirse HMK 40. Madde 3. fıkrada inceleme vardır.
HMK MADDE 40- (1) Hâkimin reddi talebi, reddi istenen hâkim katılmaksızın mensup olduğu mahkemece incelenir.
(2) Reddedilen hâkimin katılmamasından dolayı mahkeme toplanamıyor ya da mahkeme tek hâkimden oluşuyor ise ret talebi, o yerde asliye hukuk hâkimliği görevini yapan diğer mahkeme veya hâkim tarafından incelenir. O yerde, asliye hukuk hâkimliği görevi tek hâkim tarafından yerine getiriliyorsa, o hâkim hakkındaki ret talebi, asliye ceza hâkimi varsa onun tarafından, yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesince incelenir.
(3) Sulh hukuk hâkimi reddedildiği takdirde, ret talebi, o yerdeki diğer sulh hukuk hâkimi tarafından incelenir. O yerde, sulh hukuk hâkimliği görevi tek hâkim tarafından yerine getiriliyorsa, o hâkim hakkındaki ret talebi, bulunma sıralarına göre; o yerdeki sulh ceza hâkimi, asliye hukuk hâkimi, asliye ceza hâkimi, bunların da bulunmaması hâlinde, en yakın yerdeki sulh hukuk hâkimi
25
tarafından incelenir.
(4) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyelerinin reddi talebi, reddedilen başkan ve üye katılmaksızın görevli olduğu dairece karara bağlanır. Hukuk dairelerinin toplanmasını engelleyecek şekildeki toplu ret talepleri dinlenmez.
Bazı hallerde ret talebi geri çevrilebilir.
Red Talebinin Geri Çevrilmesi:
HMK MADDE 41- (1) Hâkimin reddi talebi, aşağıdaki hâllerde kabul edilmeyerek geri çevrilir:
a) Ret talebi süresinde yapılmamışsa.
b) Ret sebebi ve bu sebebe ilişkin inandırıcı delil veya emare gösterilmemişse.
c) Ret talebinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığı açıkça anlaşılıyorsa.
(2) Bu hâllerde ret talebi, toplu mahkemelerde reddedilen hâkimin müzakereye katılmasıyla; tek hâkimli mahkemelerde ise reddedilen hâkimin kendisi tarafından geri çevrilir.
(3) İlk derece mahkemesinin bu kararlarına karşı istinaf yoluna, bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin başkan ve üyeleri hakkındaki kararlarına karşı da temyiz yoluna ancak hükümle birlikte başvurulabilir.
Yukarıdaki sebeplerden ötürü ret talebi geri çevrilebilir. Burada disiplin para cezası var. İtirazı ve temyizi mümkün değildir.
Ret talebine ilişkin kararlara karşı istinaf;
HMK MADDE 43- (1) Esas hüküm bakımından istinaf yolu kapalı bulunan dava ve işlerde, hâkimin reddi talebiyle ilgili merci kararları kesindir.
(2) Esas hüküm bakımından istinaf yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki merci kararlarına karşı tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir; bu hâlde 347 nci madde hükmü uygulanmaz. Bölge adliye mahkemesinin bu husustaki kararları kesindir.
(3) Ret talebinin reddine ilişkin merci kararının bölge adliye mahkemesince uygun bulunmayarak kaldırılması veya ret talebinin kabulüne ilişkin merci kararının bölge adliye mahkemesince uygun bulunması hâlinde, ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren reddedilen hâkimce yapılmış olan ve ret talebinde bulunan tarafça itiraz edilen esasa etkili işlemler, davaya daha sonra bakacak hâkim tarafından iptal olunur.
Ret talebine ilişkin kararların temyizi;
HMK MADDE 44- (1) Esas hüküm bakımından temyiz yolu kapalı bulunan dava ve işlerde, bölge adliye mahkemesi başkan ve üyelerinin reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararları
26
kesindir.
(2) Esas hüküm bakımından temyiz yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki karar, tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde temyiz edilebilir. Bu hâlde 347 nci madde hükmü uygulanmaz. Yargıtayın bu husustaki kararı kesindir.
(3) Bölge adliye mahkemesi hâkiminin reddine ilişkin talebin reddi konusundaki kararın temyizi üzerine Yargıtayca bozulması veya ret talebinin kabulüne ilişkin kararın Yargıtayca onanması hâlinde, ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren reddedilen hâkimce yapılmış olan ve ret talebinde bulunan tarafça itiraz edilen esasa ilişkin işlemler, davaya daha sonra bakacak olan bölge adliye mahkemesi tarafından iptal olunur.
Zabıt kâtibinin yasaklılığı ve reddi;
HMK MADDE 45- (1) Davada görevli zabıt kâtibi hakkında 34 ve 36 ncı maddelerde düzenlenen sebeplerden birisiyle ret talebinde bulunulabilir. Ret talebi, zabıt kâtibinin görev yaptığı mahkeme tarafından karara bağlanır. Bu konuda verilecek kararlar kesindir.
(2) Zabıt kâtibi 34 üncü maddedeki sebepleri bildirerek görevden çekinebilir. Bu hâlde gereken karar, görev yaptığı mahkeme tarafından verilir.
(3) Zabıt kâtibinin aynı işte hâkim ile birlikte reddi veya çekinmesinin istenmesi hâlinde, hâkim hakkında ret veya çekinmeyi inceleyecek olan merci, her ikisi hakkında karar verir.
Yeni bir hüküm bu 1086 sayılı kanunda buna benzer bir hüküm yoktur.
Hakimin Hukuki Sorumluluğu
Kanunkoyucunun yapacağı tercih önemlidir. Her eylem ve işlemden sorumlu olursa, hakim çekinebilir. Hakim görev yaparken cesur davranmaz; istediği gibi görev yapamaz. Hakimin görev yapamaması gibi bir sorun ortaya çıkar. Ama hiçbir şeyden de sorumlu tutulmazsa keyfilik ortaya çıkar. Belirli hallerde kanunda sayılan sınırlı sebeplerle sorumlu sayılmıştır. Hakimin hukuki, cezai ve disiplin sorumluluğu vardır. Hukuki sorumluluk HMK'da düzenlenmiştir. Bu sorumluluğun kapsamına, ceza hakimleri, idari yargıdaki hakimler, askeri yargıdaki hakimler tamamı bu hukuki sorumluluğun kapsamındadır. Hakimin hukuki sorumluluğuna giren bir mevzuda zarar gören kişinin gideceği yer hukuk mahkemesidir.
HMK MADDE 46- (1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya
27
hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.
(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.
Savcılar bu düzenlemede yer almıyor. Savcılar aleyhine açılacak davalar, devlet aleyhine açılıyor. Devlet aleyhine açılan bu davada hukuk mahkemesi görevli olacak. Görevle bir bağlantısı olmalı, yargılama yaparken mesela birine tokat attı veya vurdu. Bu görevle ilgili. Fakat, mesela köpeğini gezdirirken biri ısırdı. Burada sorumlu olan devlet değildir. Çünkü buradaki haksız fiil görevle alakasızdır. Hakimin hukuki sorumluluğunun söz konusu olduğu hallerde dava devlete yöneltilecek. Davacı, hakimin yargılama faaliyetinden dolayı zarar gören kişidir. Davalı da devlettir.
Açık bir kanun hükmü görülmesine rağmen davaya devam eden hakimin sorumluluğuna gidilebilecek. Hakimin sorumluluğunun sınırlı tutulmasının sebebi hakimin çekinmemesi içindir.
HMK MADDE 47- (1) Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.
(2) Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan mahkemede görülür.
Bayramdan Öncesinin Özeti: Bayramdan önceki hafta, hakimin bağımsızlığı bu bağımsızlığın anayasa ile güvence altına alındığı, bunu sağlamak için anayasada bir takım hükümler sevk edildiği, 65 yaşından önce hakimlerin emekliye sevk edilemeyeceği, kadro boşaltılarak ? konularında açıklamalar yapmıştırk. Ondan sonra hakimin tarafsızlığından bahsetmiştik. Ancak bazı durumlarda, hakimin tarafsız kalamayacağını; kanun koyucunun açıkça bazı durumlarda hakimin davaya bakmasını yasakladığını söylemiştik. Bazı hallerde ise, tarafsızlığın çok kesin
28
olmadığı, şüphe bulunan durumlar olduğu hallerde hakimin davayı reddedilebileceğini söylemiştik. Nişanlılığın, üçüncü dereceye kadar hısımların yasak kapsamındadır. Red yönünden de dördünce dereceye kadar yasak kapsamındadır. Dereceleri nasıl bulacağız?
Üçüncü dereceyi bulmak için hakimi esas alacaksınız. Örneğin hakimin eşinin halası olsun. Bu kaçıncı dereceye tekabül eder? Hakimin eşimin doğumuna 1 denir. Eşinin babasının doğumuna 2 denir. Babasının kız kardeşinin doğumuna 3 denir. Demek ki, hakimin eşinin halası üçüncü dereceden akraba bulunduğundan dolayı yasaklıdır.
Eğer eşinin halanın oğlu olsaydı: o zaman da dördüncü doğum söz konusu olacağından, eşin halasının oğlu dördüncü dereceden akrabadır. Burada yasak söz konusu değil ve fakat red söz konusu olabilir. Yani, hakim davaya bakmayı reddedebileceği gibi, davaya bakmaya isterse devam edebilir.
Kayınbirader kaçıncı derecedir? Eşinin doğumu 1; eşinin kardeşinin doğumu 2. Demek ki, kayınbirader ikinci dereceden yan hısmı bu nedenle kayınbirader yasak kapsamındadır. İkinci derece, zabit katibi açısından önemlidir. Zabit katibi açısından bu aşamada red söz konusu olabilir.
Sonra hakimin sorumluluğundan bahsetmiştik. Hakimin sorumsuz tutulması halinde keyfi davranışlara neden olacağı; ancak her kararından da sorumlu tutulması hakimin karar vermesi etkileyecektir. Bu nedenle hakim ancak kanunda belirtilen bir nedenle sorumlu tutulabilir. Söz konusu sebepler, HMK 46’ncı maddede düzenlenmiştir:
Hâkimin Hukuki Sorumluluğu
Devletin sorumluluğu ve rücu
MADDE 46- (1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.
(2) Tazminat davasının açılması, hâkime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması yahut mahkûmiyet şartına bağlanamaz.
(3) Devlet, ödediği tazminat nedeniyle, sorumlu hâkime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu eder.
Yine hakimin sorumluluğuna ilişkin olarak, davanın devlete karşı açılacağını; ancak hakime resen ihbar edileceğini; ihbar üzerine hakimin davaya tehil? Müdahil olarak katılacağını, davanın açılacağı yer ise, eğer birinci derece veya yerel mahkeme yargıtayıysa, yargıtay ilgili hukuk
29
dairesinde; yargıtay üye ve hakimleri açısından ise yargıtay hukuk genel kurulunda; yine idari yargı ve ceza yargısı açısından da yine yargıtay dördüncü hukuk dairesinde açılacağını; savcılar için bir hüküm olmasa da bu son yerde açılır. Hoca’ya göre, savcılar hakkında bu dava asliye hukuk mahkemesinde açılmalıdır; zira kanunda öngörülmemiş olup, yorum yoluyla görev kuralı getirilemez. Ancak, yargıtay dördüncü hukuk dairesinde açılması gerekir demiş.
Hakimin cezai sorumluluğu ve disiplin sorumluluğu da vardır. Cezaya ilişkin olan sorumluluk ceza hukukunda düzenlenmiştir. Bunlar ceza mahkemelerinde görülür. Disiplin sorumluluğu açısından ise, Adalet Bakanlığı HSYK’dan müfettişler inceleme yapar. Sunulan rapora göre HSYK’daki 1, 2, 3üncü daireler raporu inceler ve kınama, uyarma, yer değiştirme ve hakimlikten çıkarma cezalarını verebilir. Bunlardan sadece hakimlikten çıkarmaya karşı idare yargı yolu açıktır. Hocaya göre, tüm cezalara karşı dava yolu açılmalıdır; çünkü hukuk devleti onu gerektirir. Ben de hocaya katılıyorum: Bkz. Anayasa m. 125. İki defa yer değiştirme cezası alırsanız bu meslekten çıkarma anlamına gelir. Bu halde yargı yoluna da başvurmak mümkün değildir. Oysa direkt çıkarmaya karşı yargı yoluna başvurulabiliyordu.
Davada Taraflar:
Dava: Subjektif bir hakkı ihlal edilen veya tehlikeye düşürülen veya kendisinden haksız bir talepte bulunulan kimsenin mahkemeden, hukuki koruma istemesi davadır. Mahkemeden hukuki koruma talep eden kişi davacı; kendisine karşı hukuki koruma talep edilen kişi ise davalıdır. Bir subjektif hakkın mahkemeler vasıtaysıyla ileri sürülmesi yetkisine dava hakkı denir. Bu anayasada yer alan hak arama özgürlüklerinin bir biçimidir. Bkz. Anayasa m. 38. Ancak, bir kişi kendi lehine dava açmaya zorlanamaz. Dava açıp açmama konusunda kişinin tasarrfu yetkisi vardır. Dava hakkının da sınırları vardır. 2 sınırı: Birincisi, dava açmak için davacının hukuki yararı olması gerekir. Hukuki yarar bir dava şartıdır yani. İkinci sınır ise, hakkın kötüye kullanılmasıdır. MK’da ikinci maddesindeki bir yansıması olarak, dava hakkı dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılamaz.
Davada Taraflar: Davada kimlerin taraf olacağı konsunda temel olarak iki görüş vardır. Birinci olan maddi taraf görüşüne göre, maddi hukuk bakımından hak sahibi olan davacı, yükümlü olan ise davalıdır. Ancak, bu teoride, sıfat konusu açıklanamamaktadır. Çünkü bu teorinin kabul edilmesi halinde, işin esasına girilip bir kişinin taraf olup olmayacağını maddi hukuk açısından incelenmesi gerekir. Ayrıca bu teori, dava takip yetkisini açıklayamamaktadır. Bazı hallerde, maddi hukuk bakımından hak sahibi olmayan kişilerin de dava açıp davayı devam ettirme veya sonuçlandırma yetkisini sahip olduğu kabul edilmiştir. Ancak bu görüş bunu da açıklayamamaktadır; bu nedenle doktrinde de pek kabul görmez. Kabul gören şekli taraf teorisidir. Bu teoriye göre, bir davada davacı olarak gösterilen kişi davacıdır; davalı olarak gösterilen kişi ise davalıdır. Burada maddi hukuk açısından haklı olup olunmadığına bakılmaz. Bizim sistemimizin kabul ettiği görüş de budur. Özellikle dava takip yetkisini açıklama açısısından da bu görüş daha uygundur. Örneğin iflas halinde, müfrisin yerine iflas idaresi davayı takip edebilir.
Taraf Ehliyeti: Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan davada taraf ehliyetine de sahiptir. Medeni haklardan yararlanma ehliyeti, hak ehliyetidir. Taraf ehliyeti, bir davada taraf olarak gösterilebilme yeteneği olup, maddi hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukukundaki
30
görünüm biçimidir. Hak ehliyetine sahiplik konusunda da, gerçek ve tüzel kişiler açısından iki yönlü inceleyebiliriz. Gerçek kişiler bakımından, MK’da açık düzenleme vardır. Tam ve sağ doğmak koşuluyla taraf ehliyetine sahiptir (cenin de ana rahmine düştüğünden itibaren, sağ doğmak koşuluyla, hak ehliyetine sahiptir). Tüzel kişiler, özel hukuk ve kamu tüzel kişileri olmak üzere incelenir. Özel hukuk tüzel kişileri, ticaret şirketleri, dernekler, vakıfları vb. Bunlar da tüzel kişiliğini kazandığı andan hak ehliyetine; hak ehliyetine sahip olduklarında ise taraf ehliyetine sahip olurlar. Gerçek kişiler yönünden şuna değinmekte fayda var: Ölmüş kişinin taraf ehliyeti bulunmadığı için davada taraf olamaz. Dava sırasında ölüm ayrıca düzenlenmiştir. Kural olarak, davadan önce ölüm olmuşsa, ne ölen kişi adına ne de aleyhine karşı dava açılabilir. Ancak bunun istisnaları vardır: Kadostro Kanunu m. 29. Eğer kodastro tespiti sırasında kişi ölmüş, mirasçıları bilinmiyorsa, ölü kişi adına tespit yapılabilir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer mevzu: Adi ortaklık. Adi ortaklık taraf ehliyetine sahip değildir. Adi ortaklık aleyhine dava açılamaz. Adi ortaklığına mensup tüm ortaklar aleyhine aleyhine veya bunların birlikte dava açması gerekir. Demek ki, burada, davacılar adi ortaklığı oluşturan kişiler veya firmaların hepsidir. (Burada örnek veriyor, detaya gerek yok bence). Adi ortaklık aleyhine dava nasıl açılır? Hepsine ayrı ayrı dava açılması gerekir. Eğer alacak, para alacağı ise, örneğin kira bedeli söz konusu, burada her bir ortak borcun tamamından müteselsilen sorumludur. Dava açan kişi, bunlardan herhangi birine karşı dava açabilir. Ama tahliye ya da müdahelenin meni isteniyor, her biri için dava açılması gerekir.
Dava ehliyeti: Medeni hukuktaki fiil ehliyetinin medeni usuldeki görünüm biçimidir. Kimler fiil ehliyetine sahipse o kişiler dava ehliyetine sahiptir. Bir kimsenin kendisinin veya yetkili kılacağı bir vekil aracılığıyla bir davayı takip etme ve usul işlemlerini yapabilme ehliyetidir. Medeni hukukta fiil ehliyetine kimler sahiptir konusunda ayrım yapılır: birincisi tam ehliyetliler. Bunlar dava yetkisine sahip olup burada herhangi bir sorun yoktur. Tam ehliyetsizler ise ancak kanuni temsilcileri aracılığıyla davada temsil edilebilirler. Sınırlı ehliyetsizler ise ehliyetsizlik asıldır; ama bazen hallerde ehliyete sahip olduğu kabul edilmiştir. Örneğin küçükler, temyiz kudretine sahipse, sınırlı ehliyetsiz olarak kabul edilirler. Bir diğer örnek, kısıtlılardır. Kısıtlılık nasıl olur: Akıl hastalığı veya zayıflığı varsa; bir günü aşkın ceza almışsa vasi tayin edilir ve dava ehliyeti vasi tarafından kullanılır. İstisnaları nelerdir: Sınırlı ehliyetsizler, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili olarak dava açabilir ve takip edebilirler. Örneğin, velayete ilişkin dava açabilir. Yine bir meslek veya sanatla uğraşması için izin verilenler de, izin verilen konu ile sınırlı olmak üzere, dava açabilirler; sadece davacı değil, davalı da olabilir. Yine, küçüğün tasarruf alanına bir mal bırakılmışsa, bu malla sınırlı olarak, küçük dava ehliyetine sahip olur. Sınırlı ehliyetsizlerin dava açabilmeleri için, mutlaka vasinin sulh mahkemesinden izin alması gerekir. Yani sadece vasi olması yeterli değildir, mahkemeden izin alması gerekir (MK. 462). Sulh mahkemesinden izin belgesi aldıktan sonra dava açabilir. Eğer izin belgesi olmaksızın dava açılmışsa, bir süre verilir ve o süre içinde izin belgesi alınıp getirilmesi istenir. Sınırlı ehliyetlerde ise ehliliyetlik asıl; ehliyetsizlik istisnadır. Yasal danışmanlık:
31
Yasal danışmanlık
MADDE 429.- Kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen ergin bir kişiye aşağıdaki işlerde görüşü alınmak üzere bir yasal danışman atanır:
1. Dava açma ve sulh olma,
2. Taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir aynî hak kurulması,
3. Kıymetli evrakın alımı, satımı ve rehnedilmesi,
4. Olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri,
5. Ödünç verme ve alma,
6. Ana parayı alma,
7. Bağışlama,
8. Kambiyo taahhüdü altına girme,
9. Kefil olma.
Aynı koşullar altında bir kimsenin malvarlığını yönetme yetkisi, gelirlerinde dilediği gibi tasarruf hakkı saklı kalmak üzere kaldırılabilir.
Oy danışmanlığı: Bunun özelliği, bizde dava açamaz. Yani, danışman doğrudan dava açamaz sadece izin verebilir. Diğeri ise yönetim danışmanlığıdır. Yönetim danışmanlığı yapan kimse, bazı hallerde bir kimsenin malvarlığı yönetme yetkisi geri verme ve dilediği gibi tasarruf yetkisi tamamen kaldırılabilir. Bu halde bir yönetim danışmanı atanır. Yönetim danışmanı, dava ile ilgili işlemleri yapabilir. Yönetim danışmanı dava açabilir ama dava açması için vasiden izin gerekir mi hususunda tartışma var. Bir taraf gerek yok; diğer taraf var diyor. Eğer izin gerekseydi maddede öngörülürdü deniyor; dolayısıyla yönetim danışmanı doğrudan, vasiden izin almaksızın dava açabilmelidir.
Dava ehliyeti, dava şartıdır. Hakim dava ehliyetinin bulunup bulunmadığını resen gözetir. Dava ehliyeti açısından, temsilcisin açması gereken bir davayı küçük, davayı açarsa – hoca açıkça söylemiyor ama sanırım dava devam ederken 18 yaşını doldurmuş olursayı soruyor- ve de hem hakim fark etmez hem de taraflar itiraz etmezse, davaya devam edilir mi? Dava görülürken eksik olan dava şartı tamamlanmışsa, dava görülmeye devam edilir. TMK 115. Maddesi. Tabi bu genel bir hükümdür, tüm dava şartlarına ilişkindir. Eksiklik giderilmişse, dava şartı artık karşılandığı için dava reddedilmez.
Davada kanuni temsil: Bir davada iradi ve kanuni temsil söz konusu olur. İradi temsil, vekalet akdi ile olur. Kural olarak vekalet bizde, avukata verilir. Avukat dışındaki kimseler, iradi temsil yetkisi yoktur. Bunun istisansı da vardır. Örneğin kadastro davasında eşler birbirini temsil edebilirler. Özel düzenlemeler istisnadır yani. Kanuni temsil ise, tam ehliyetsizler ve sınırlı ehliyetsizler bakımından geçerli olup, dava haklarını kullanamayan kanunu temsilcileri; tüzel kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilir. Eğer dava küçük ile velinin menfaati çatışıyorsa, kayyum tayin edilir; çocuğu kayyum temsil edilir. Tüzel kişiler ise, yetkili organları
32
tarafından temsil edilirler. Yetkili organ, şirketler açısından TTK’daki hükümlere tabidir. Anonim şirketi, yönetim kurulu temsil eder. Ticari temsilcinin de davada temsilci olarak kabul ediyor yargıtay, her ne kadar bu konuda tartışma olsa da. Tüzel kişilik, dava sırasında sona ermişse nasıl olur? Artık böyle bir şirket yok, ne olacak, ne yapılır? Uygulama şöyle: Eğer o davada, davacının yararı varsa, davacıya süre ve yetki belgesi veriliyor ve deniyor ki git bu şekilde ihyasını sağla, sicil kaydını bu davaya özgü olarak sağla, şirket yeniden sicile kayıt ediliyor ve dava, tasfiye olduğu için şirketi temsilen bir kayyum atılır ve bu şekilde dava görülür. Kanuni temsil hallerde, dava ehliyeti olmayan kişi dava açmışsa bu dava hemen iptal edilmez, gerçek kanuni temsilciye bir süre verilir ki icazet versin. Buna göre dava ya görülür ya da dava usulden reddedilir.
Dava takip yetkisi: Dava takip yetkisi, aslında talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. 6100 sayılı HMK ile usul kanununa girmiştir. Aslında türk hukukunda benzer hükümler vardı. HMK 53. Maddede düzenlenmiştir bunlar. Bu yetki, kanunda belirtilen istisnalar dışında, maddi hukukta tasarruf yetkisine göre tayin edilir. Bir kişi iflas etti. İflas eden kişinin aslında tasarruf ehliyeti vardır; ancak kanun bunu sınırlandırmış ve dolayısıyla tasarruf yetkisini ortadan kaldırmıştır. İşte bazı durumlarda, kanun koyucu, aslında eee o hak üzerinde, mesela, o davanın tarafı olarak o dava konusu üzerinde hak sahibi olmamasına rağmen bazı kişilere o davayı takip etme hakkı tanımıştır. Örnek: İcra iflas 245. M: iflasın açılmasıyla müflisin malvarlığı iflas masasını oluşturur. İflas masasına konu olacak hak ve borçlar bir bütün olarak intikal eder. Bu bütünlük içerisinde müflise karşı bazı taraf açabilir ya da müflis bazı dava açabilir. Bu konuda alacaklılar karar verir: Müflisin taraf olduğu şu şu davaları takip edelim veya etmeyelim. Veya müflis yerine biz dava açalım diyebilirler. Müflisin bir malvarlığı vardığıdır başkasında, istihkak davası açıp o malvarlığının iflas masasına geri dönmesini isteyebilirler. İflas masası temsilcisi bu davayı acsın diyebilir. Ama bazen de, davayı kazanma şansı çok zayıf, bu davayı alacaklılardan biri istermi diye sorarlar. Biri kabul eder, elde ettiği şeylerden kendisi alır, kalan masaya gider. İşte burada aslında, dava kanusu üzerinde hak sahibi müflis. Ama kanun kendisine böyle bir yetki verdiği için artık o davayı takip edebiliyor. Taraf ve dava ehliyeti olan kişinin zaten davayı takip yetkisi vardır. Dava takip yetkisi, dava şartıdır; hakim bunu resen gözetir.
Temsil ve izin belgesinin verilmesi: 54. Maddede konu düzenlenmiştir. Kanunun temsilcinin gerekli niteliğe sahip olması dava şartıdır. Temsil ve izin belgeleri dava başında ibraz edilebileceği gibi, ibraz edilmeyebilir de. Edilmezse 54e bak:
Temsil veya izin belgelerinin verilmesi
MADDE 54 - (1) Kanuni temsilciler, davanın açılıp yürütülmesinin belli bir makamın iznine bağlı olduğu hâllerde izin belgelerini, tüzel kişilerin organları ise temsil belgelerini, dava veya cevap dilekçesiyle mahkemeye vermek zorundadırlar; aksi takdirde dava açamaz ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamazlar. Şu kadar ki, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mahkeme, kanuni temsilcilerin veya tüzel kişilerin organlarının, yukarıda belirtilen eksikliği gidermeleri şartıyla dava açmalarına yahut davayla ilgili işlem yapmalarına izin verebilir.
(2) İzin belgesinin alınması için mahkemeye müracaat edilmesi gerekiyorsa ilgiliye, müracaatı için kesin süre verilir. Bu süre içinde mahkemeye başvurulması hâlinde bu konuda karar verilinceye kadar beklenir.
(3) Süresi içinde belgelerin ibraz edilmemesi veya mahkemeye başvurulmaması hâlinde, dava açılmamış veya gerçekleştirilen işlemler yapılmamış sayılır.
33
Demek ki belge açılması gerekiyorsa, bu davanın açılması için mahkeme izin verebilir. Verilen süreye rağmen diğer mahkemenin vereceği kararı beklemek gerekir. Burada süre aşsa da temsilcinin sorumluluğu yoktur. İkinci mahkemenin izne dair kararını beklemek gerekir.
Davada taraflardan birinin ölümü: Dava sırasında dava taraflarından biri ölür ve davaya konusu mirasçılara geçmeyecek bir hak ise, dava konusuz kalacaktır. Ancak mirasçılara geçen bir hak olup, mirasçılar da mirası reddetmezse, davayı birlikte devam ettirmeleri gerekir yani zorunlu dava arkadaşlığı söz konusudur. Ölen davalı tarafta ise, mirasçılarda mirası reddetmedi ve bir para borcu söz konusu ise, davalar arasında para borçlarda ihtiyari dava arkadaşçılığı; bunlar dışındaki zorunlu dava arkadaşlığı vardır.
Ölü kişiler alehine dava açılmış ve öldüğü bilinmiyorsa, acaba mirasçılara karşı davaya devam edilebilir mi? HMK 124’üncü maddesinde buna ilişkin bir düzenleme yapıldı:
Tarafta iradî değişiklik
MADDE 124- (1) Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.
(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.
(3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.
(4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.
4. fıkra uyarınca, mirasçılarına dava yöneltilebilir ve davaya devam edilebilir.
Dava arkadaşlığı: Bir davada davacı veya davalı tarafta birden fazla kişi bulunabilir. Birden çok kişi birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Davacılar ve davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması. Yine, ortak bir işlemle hepsinin bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmesi. Demek ki, birden çok kişi bazı hallerde birlikte dava açabilecekleri gibi, kendilerine karşı da birlikte dava açılabilir.
İhtiyari dava arkadaşlığı
MADDE 57- (1) Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:
a) Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.
b) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.
c) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması.
34
İhtiyari dava arkadaşlarının davadaki durumu
MADDE 58- (1) İhtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder.
Örneğin, müşterek mülkiyet söz konusu ise, iştirak halinde mülkiyet değilse (bu ölüm halinde terekenin durumu iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi) ve adi ortaklık. A kişisi öldü, terekesi iştirak halinde, henüz intikal yapılmadı, iştirak halinde olduğu için mirasçıların hepsinin birlikte davaya taraf olması zorunludur. Diyelim ki, taşınmazla ilgili bir dava var: Bu taşınmazla ilgili veraset ilanını koydular ve tapuda işlem yaptılar. Üç mirasçılar ise, herbiri 1/3 miras hakkına sahiptir. Bu müşterak mülkiyet anlamına gelir. Burada aralarındaki dava arkadaşlığı ihtiyari dava arkadaşlığıdır. İhtiyari dava arkadaşlığında, hepsine karşı dava açılabileceği ayrı ayrı davalar da açılabilir. Birden fazla kimse, birlikte dava açmak zorunda olmadığı durumlarda söz konusu olabilir. Bunlar isterlerse birlikte açabilir ya da birlikte dava edebilir. İhtiyari dava arkadaşlığının söz konusu olması, ancak kanunda açıkça öngörülmesi gerekir. İhtiyari dava arkadaşlığı rastgele kimselerin bir araya gelip dava açması anlamına gelmez. Örneğin, bir kimseden değişik sebeplerle alacakları var, bunların bir araya gelip dava açması olmaz. Ama davanın temelini oluşturan maddi vaka ve hukuk sebebi aynı ise rastgele kişiler bir araya gelip dava açabilirler. Mesela, işçilerin iş akdi feshedilmiş. Bu işçiler de dava açılıyor. Eğer aynı sebeple feshedilmişse, birlikte açabilir. Ama hiç ilgisi yoksa, bunlar birlikte dava açamazlar, davayı sürdüremezler. Uygulamada bu alanda gevşek yaklaşımlar vardır. Dava arkadaşlığı, usul ekonomisi ilkesine uygundur. Ayrı ayrı dava açılması yerine tek bir dava ile sonuç alınabileceği için usul ekonomisi ile uygundur. Dava arkadaşlarının en önemli özelliği, ihtiyari dava arkadaşlığında dava arkadaşlığı birbirinden bağımsızdır; dava arkadaşlarından herbiri diğerinden bağımsız olarak hareket eder. İhtiyari dava arkadaşları, davacılar tek bir dilekçe ile dava açarken; davalarda aynı dilekçede davalı olarak gösterilirler. Kural olarak ihtiyari dava arkadaşları birlikte hareket ederler. Duruşmada birinin yaptığı açıklamaya diğerleri muvafakat edebilir ancak etmek zorunda değildir. Dava arkadaşları sadece biçimsel, şekli anlamında davada birlikte taraf olarak yer alırlar. Esas bakımından dava arkadaşlarının davaları birbirinden bağımsızdır. Bunun en önemli sonucu, her dava arkadaşı kendi davası bakımından diğerinden bağımsız olarak hareket edebilir. Dava arkadaşlarından biri davasından feragat edebilir örneğin. Dava arkadaşlarından birinin ileri sürdüğü kişisel savunma aracından, sadece bunu ileri süren yararlanabilir; diğerleri bunu ileri sürmemişse bundan yararlanamaz. Örneğin, üç tane ihtiyari dava arkadaşı var, üçü hakkında dava açıldı, birisi zaman aşımı definde bulundu, diğerleri bulunmadı. Zaman aşımı defininde bulunan bundan yararlanılır; diğerleri için zaman aşımı defini bulunulmamış gibi dava görülmeye devam edilip sonuçlandırılır. Dava arkadaşlarından herbiri yalnız başına vakayı inkar edebilirler. İlk itirazda bulunabilir, yemin teklif edebilir. İhtiyari dava arkadaşlığında, tahkikat ve delilerin değerlendirilmesi safhası tektir; yani tüm taraflar yönünden birlikte değerlendirilir deliler. Hükümde her dava arkadaşı için verilen karar ayrıca gösterilir; mahkeme dava arkadaşları için aynı hükmü vermek zorunda değildir; farklı farklı hükümleri verebilir. Dava arkadaşlarından herbiri hükme karşı tek başına kanun yoluna başvurabilir. Herbiri için kanun yolu süresi, hükmün kendisine tebliği ile başlar. Süre boyunca kanun yoluna başvurulmazsa, o hüküm kesinleşir.
35
Zorunlu dava arkadaşlığı: Elbirliği mülkiyetinin geçerli olduğu hallerde zorunlu dava arkadaşlığı söz konusu olur. Elbirliği mülkiyetine, iştirak halinde mülkiyet de denir.
Mecburi dava arkadaşlığı
MADDE 59- (1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.
Mecburi dava arkadaşlarının davadaki durumu
MADDE 60- (1) Mecburi dava arkadaşları, ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu tür dava arkadaşlığında, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır. Ancak, duruşmaya gelmiş olan dava arkadaşlarının yapmış oldukları usul işlemleri, usulüne uygun olarak davet edildiği hâlde duruşmaya gelmemiş olan dava arkadaşları bakımından da hüküm ifade eder.
Örneğin, terekeye ilişkin davaların bütün mirasçılar tarafından birlikte açılması zorundadır. Para borcu dışındaki taleplerin bütün mirasçılara karşı birlikte yürütülmelidir. Kira sözleşmelerinde, birden fazla kiracı veya kiralayan bulunması halinde açılacak tahliye davasında taraflar arasındaki ilişki zorunlu dava arkadaşlığıdır; zira tahliye borcu bölünemeyen bir borçtur. Burada maddi hukuktan kaynaklanan bir zorunluluk söz konusudur. Dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkıdır. Zorunlu dava arkadaşları ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine birlikte dava açalıabilir. Bu tür davalarda, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır. Sadece birine karşı dava açılırsa, hakimin davayı hemen reddetmeyip, diğerlerine davaya gelmesi için süre vermesi gerekir. Zorunlu dava arkadaşlığında, ortada tek bir dava vardır. Bu nedenle dava arkadaşlarının birlikte hareket zorunludur. İçlerinden bazılarının yapacağı işlemler sonuç doğurmaz. Bu kişiler dava konusu üzerinde ancak hep birlikte tasarruf edebilirler. Feragat, kabul, sulh gibi işlemleri birlikte yapmaları gerekir. İkrar ve yemin gibi işlemleri ancak hep beraber yerine getirilmesi gerekir. Sadece birinin ikrarı örneğin, sonuç doğurmaz. Yine burada tek bir dava söz konusu olduğu için, dava sonunda bütün arkadaşlar için tek bir hüküm verilir. Biri hakkında davanın kabulen; diğeri için reddine karar verilemez. Bu tür davada, hakim davaların ayrılmasına karar veremez. Dava arkadaşları hükmü, ancak hep birlikte kanun yoluna götürebilirler. Zorunlu dava arkadaşlığında, duruşmaya gelen dava arkadaşlarının usul işlemleri, usulune uygun olarak duruşmaya davet edilen fakat gelmeyen dava arkadaşları hakkında da hüküm ifade eder.
Davanın İhbarı: Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye rücu hakkı olduğunu veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceği hallerde o taraf üçüncü kişiye davayı ihbar edebilir. Davayı ihbarının söz konusu olması için, derdest bir dava olmalı, ihbar edilecek kişi davanın tarafı olmamalı, rücu hakkı bulunmalı ve ihbar tahkikat sonuçlanıncaya kadar yapılmalıdır. İhbarın söz konusu olabilmesi, ya üçüncü kişinin tarafa ya da tarafın üçüncü kişiye rücu hakkı olmalıdır. Dava ihbar edilen kişi de bu davayı başka bir kişiye dava edebilir. İhbar, mahkemece tahkikatın bitimine kadar yapılabilir. Niye ihbar edilir? Bir trafik kazası nedeniyle zarara uğrayan kişi trafik kazasına karışan aracın işleteni hakkında tazminat davası açabilir. Bu davayı açtı ve kendisi kendi aracıyla giderken münübüse çarptı hem kendisine hem de aracına zarar geldi. Araç sahibi, işleten şirkete (şoförün çalıştığı şirket) dava açtı. Burada davalı işleten şirket, şoföre davayı ihbar ediyor ki, davada gelsin de savunmada yer alsın da düşük ceza alalım. Rücunun mümkün olduğu yerde, ihbar
36
söz konusudur. İhbar yazılı olarak yapılır. İhbar sebebenin gerekçeli olarak yazılması ve davanın hangi aşamada olduğunun belirtilmesi gerekir. İhbar için, adi yazılış/yazılı olması geçerlilik şartıdır. İhbarin illa da mahkeme aracılığıyla yapılması zorunlu olmayıp, noter aracılığıyla da yapılabilir. İhbarda bulunulan kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf olan yanında davaya katılabilir. Yani mutlaka ihbarı yapan kişinin yanında davaya katılması gerekmez; menfaati varsa diğer tarafın yanında davaya katılabilir. İhbar edilen davada sadece feri müdahil olarak yer alabilir. İhbarın usul hukukuna bağlı sonuçlarının doğması için şekil şartının yerine getirilmesi gerekir. Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi(ihbar edilenin bir başkasına ihbar etmesi) gibi zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.
İhbar ve şartları
MADDE 61- (1) Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücuedeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir.
(2) Dava kendisine ihbar edilen kişinin de aynı şartlarda bir başkasına ihbarda bulunması mümkündür ve bu şekilde ihbar tevali ettirilebilir.
İhbarın şekli
MADDE 62- (1) İhbar yazılı olarak yapılır; ihbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir.
(2) Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi gibi zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.
İhbarda bulunulan kişinin durumu
MADDE 63- (1) Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir.
İhbarın etkisi
MADDE 64- (1) İhbar edilen davada verilen hükmün ihbar eden kişiye etkisi hakkında 69 uncu maddenin ikinci fıkrasıhükmü kıyasen uygulanır.
Davaya Müdahiller:
Asli müdahale
MADDE 65- (1) Bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabilir.
(2) Asli müdahale davası ile asıl yargılama birlikte yürütülür ve karara bağlanır.
Fer’î müdahale
MADDE 66- (1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabilir.
Fer’î müdahale talebi ve incelenmesi
MADDE 67- (1) Müdahale talebinde bulunan üçüncü kişi, yanında katılmak istediği tarafı, müdahale sebebini ve bunun dayanaklarını belirten bir dilekçeyle mahkemeye başvurur.
(2) Müdahale dilekçesi, davanın taraflarına tebliğ edilir. Mahkeme, gerekirse taraflarla birlikte üçüncü kişiyi de dinlemek üzere davet eder, gelmeseler dahi müdahale talebi hakkında karar verir.
Fer’î müdahilin durumu
37
MADDE 68- (1) Müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahil, davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip edebilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir.
(2) Mahkeme, katıldığı noktadan itibaren, taraflara bildirilen işlemleri müdahile de tebliğ eder.
Fer’î müdahalenin etkisi
MADDE 69- (1) Müdahilin de yer aldığı asıl davada hüküm, taraflar hakkında verilir.
(2) Fer’î müdahilin, tarafla rücu ilişkisinde, asıl davadaki uyuşmazlık hakkında yanlış karar verildiği iddiası dinlenilmez.Ancak, müdahil, zamanında ihbar yapılmadığı için davaya geç katıldığını veya yanında katıldığı tarafın iddia ve savunma imkânlarını kullanmasını engellediğini ya da kendisince bilinmeyen iddia ve savunma imkânlarının, tarafın ağır kusuru sebebiyle kullanılamadığını belirterek, yanında katıldığı tarafın yargılamayı hatalı yürüttüğünü ileri sürebilir.
1. Davaya feri müdahale: ihbar edilen veya edilmeyen üçüncü bir kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan kişinin yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla tahkikat sona erinceye kadar davaya feri müdahil olarak katılabilir. Feri müdahil olmanın şartları:
1. Derdest bir dava bulunmalıdır.
2. Davanın taraflarından bağımsız üçüncü bir kişi olmalıdır
3. Feri müdahilin davaya müdahale etmekte hukuki yararı bulunmalıdır. Yani kendisine karşı rücu hakkı söz konusu olmalıdır. Ancak bu takdirde hukuk yararı olduğu kabul edilir.
4. Feri müdahele tahkikat sona erinceye kadar mümkündür. Sona erince feri müdahil olarak davaya katılmak mümkün değildir.
5. Üçüncü kişi, kimin tarafında katılacağını, müdahele sebebini ve bunun dayanaklarını bir dilekçeyle mahkemeye başvuracaktır.
Uygulamadaki problem: Dahili davalı: Aslında bizim sistemimizde, sonradan bir kişinin davaya dahil edilmesi, kanunda açıkça öngörüldüğü hususlar dışında mümkün değildir. Müdahale talebinin reddi ilişkin karar, tek başına kanun yoluna götürülemez. Müdahale talebini mahkeme reddedebilir. Ancak esas hükümle birlikte, müdahale talebinin reddine ilişkin karar da kanun yoluna götürülebilir. [Davanın esasına ilişkin bir karar verilmişse hüküm anlamına gelir; usulen bir karar verilmişse, şekli anlamda karar verilmişse buna karar denir.]
Feri müdahilin bir özelliği vardır: hükmü tek başına temyiz edemez. Ancak, yanında katıldığı kişi temyiz etmişse, feri müdahilin de temyiz hakkı doğar.
Feri müdahil talebi kabul edilirse ne olur? Artık kimin yanında davada yer alırsa, onunla birlikte iddia ve savunmada bulunma hakkını elde eder. Taraf konuma geçmez, ancak tarafın yardımcısı olarak davayı sürdürebilir. Yanında bulunulan kişinin yapamayacağı işlemleri feri müdahilin yapmasının mümkünü yoktur. Feri müdahil davanın tarafı olmadığı için onun lehine veya aleyhine hüküm kurulamaz. Ancak kurulmuşsa, bu hükmü tek başına temyiz edebilir. Hüküm aleyhine kurulan herhangi bir kişi de hükmü temyiz edebilir.
38
Feri müdahil tek başına davanın konusu üzerinde tasarrufta bulunamaz. Davadan feragat edemez, kabul edemez ve sulh gibi işlemleri yapamaz. Ayrıca feri müdahil davayı tek başına ıslah edemez, çünkü ıslah sadece davanın taraflarına tanınmış bir haktır. Feri müdahil davayı ancak katıldığı yerden itibaren davayı takip edebilir; daha önceki işlemlere itiraz edemez.
Feri müdahilin etkisi: Müdahilin yer aldığı davada hüküm taraflar hakkında verilir. Müdahil ile taraf arasında görülecek rücu davasında, ilk davada verilen kararın etkisi düzenlenmekte, m. 69. Feri müdahil asıl tarafa yardımcı olmasına rağmen davayı kaybetmiş olabilir. Bu durumda, asıl taraf feri müdahile rücu edebilir. İşte bu anda, feri müdahilin davada yaptığı savunma ve mahkemenin kararı önemli olacaktır, zira bunların açılacak rücu davasında etkisinin ne olacağı/ölçüde sorgulanacaktır.
Feri müdahilin önemi yetki konusu açısından önemlidir. İleride rücu davası açıldığında, ilk davada tespit edilen hususlar, gerekçede yer alan hususlar rücu davasını derece etkiler, geçerliliği var mıdır yok mudur, etki derecesi nedir, bu açıdan önemlidir. Kesin hüküm davanın tarafları açısından hüküm ifade eder. Feri müdahil davanın tarafı olmadığı için, kesin hükümün etkisi söz konusu değildir. Ancak özellikle mahkemenin gerekçesinde yer alan hususlar, sonradan açılacak rücu davasında da geçerliliğini koruyabilir. Trafik kazası örneğinde, olayın meydana gelmesinde ilk mahkeme kusur oranını tespit etsin ve bunu gerekçede yer veriyor. Eğer kusur taraflar bakımından yarı yarıya olsun. İşleten, çalışanına karşı rücu edeceği zaman, ilk davada tespit edilen kusur oranı dikkate alınacak mı, bağlayıcı mı? Feri müdahil olan kişi ilk davada yer almış ve savunma imkanı elde etmişse, ilk davada tespit edilen hususlar yeni açılan davada da bağlayıcı olaraktır. Yarı yarıya olan kusur oranı rücu davasında da geçerli olacaktır. Dolayısıyla, rücu davasında feri müdahil, benim kusurum yok diyemeyecektir. Feri müdahilin yetkisi, önceki davada verilen hükmün sadece hüküm fıkrasıyla değil hükmün dayandığı maddi ve hukuki unsurlarla da geçerli olacaktır. Bu açıdan müdahilin yetkisi, kesin hükme göre daha geniştir. Kesim hükümde, hüküm fıkrası temel teşkidir; oysa feri müdahilde bu daha geniştir. Feri müdahil ilk davada verilen hükmün ve hükmün dayandığı vakaların yanlış olduğunu ileri süremeyecektir. Kesin hükmün aksine müdahilin yetkisi mutlak değildir. Feri müdahil, davaya etki edebildiği ölçüde müdahale edebilecektir. Feri müdahil önceki işlemlere itiraz edemez. MADDE 69 (2) Fer’î müdahilin, tarafla rücu ilişkisinde, asıl davadaki uyuşmazlık hakkında yanlış karar verildiği iddiası dinlenilmez.Ancak, müdahil, zamanında ihbar yapılmadığı için davaya geç katıldığını veya yanında katıldığı tarafın iddia ve savunma imkânlarını kullanmasını engellediğini ya da kendisince bilinmeyen iddia ve savunma imkânlarının, tarafın ağır kusuru sebebiyle kullanılamadığını belirterek, yanında katıldığı tarafın yargılamayı hatalı yürüttüğünü ileri sürebilir.
Müdahilin etkisi, mahkeme tarafından kendiliğinden gözönünde tutulmalıdır; çünkü bu etki çelişkili kararlar verilmesini önleyeceği gibi usul ekonomisi açısından da faydası olacaktır.
Asli müdahale:
MADDE 65- (1) Bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabilir.
(2) Asli müdahale davası ile asıl yargılama birlikte yürütülür ve karara bağlanır.
Feri müdaahaleden farklıdır, çünkü burada bir dava açılıyor, bir dava şeklinde ileri sürülebiliyor. Davacı ve davalı arasında bir dava var, bu dava devam ederkenüçüncü bir kişi
39
çıkıyor ve diyorki dava konusu olan şey benimdir bunun üzerinde ben hak iddia ediyorum. Bunu ayrı bir dava yolu ileri sürecek ve asli müdahil bu davayı, ilk davanın taraflarına karşı sürecek. Doktrinde buna mecburi/şekli dava arkadaşlığı denmektedir. Şartları:
1. Görülmekte olan bir yargılama bulunması gerekir.
2. Asli müdahil üçüncü bir kişi olacak.
3. Asli müdahil ayrıca bağımsız bir dava açmalıdır.
4. Asli müdahil, önceki dava konusu üzerinde hak iddia etmelidir.
5. Asli müdahil, ilk davanın görülmekte olduğu mahkemede bu davayı açmalıdır
6. Bu dava, önceki davanın taraflarına karşı açılması gerekir.
7. Asli müdahil dava açaken, dava harcını ödemek zorundadır.
İlk dava ile asli müdahale davası birbirinden bağımsızdır. Davalardan birinden feragat diğerinden feragat sonucu doğurmaz. Asli müdahil davanın tarafı olduğundan davası üzerinde tek taraflı olarak tasarruf edebilir. Davasından feragat edebilir. Mahkeme asli müdahale davası hakkında ayrı hüküm verir. Asli müdahil bu hükmü dava yoluna tek başına götürebilir. Burada üstünde durulması gereken bir husus da, bir diğerinin sonucu beklemek gerekir mi gerekmez mi olabilir, bekletici sorun var mıdır? Böyle bir dava açılmışsa, bu davanın kabulu halinde önceki davanın önemi kalmaz, asli davanın sonucu beklenmelidir.
Cumhuriyet savcısının davada yer alması: MADDE 70- (1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça öngörülen hâllerde, hukuk davası açar veya açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alır. Bunun temelinde kamu düzenin korunması amacı yatar. Ancak kamu düzenini ilgilendiren her halde cumhuriyet hukuk davasında yer alma hakkı verilmemiştir; bunun için kanunda açıkça yazması gerekir.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir