Açıköğretim-Türk Siyasal Hayatı Ders ÖZETİ

Cevapla
kazu
Mesajlar: 21
Kayıt: 25 Mar 2017 20:55
İletişim:

27 Mar 2017 21:37

▼▼▼ TÜRK SİYASAL HAYATI
////////////////// 1.ÜNİTE/////////////////
*Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi 1876 yılında ilan eden ve ilk Mebusan Meclisini 1877’de açan: II. Abdülhamit
Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyetin amacı : II. Abdülhamit’i tahttan indirmek ve anayasayı yeniden getirmek
*Prens Sabahattin ; siyasal alanda: Ademi merkeziyetçi/federalist bir yönetimi
iktisadi alanda ise; özel teşebbüs’ü savundu.
*1902 yılında düzenlenen Osmanlı Liberalleri Kongresi’ne katılan gruplar: Jön Türk grupları, Ermeni, Bulgar ve Rum örgütleriyle Arnavut ve Yahudi
*Ahmet Rıza, ittihat ve Terakki Cemiyetini, Prens Sabahattin ise önce Osmanlı Liberalleri Cemiyetini, 1906’da da Teşebbüs-ü şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetini kurdu.
*Mehmet Talat Bey ve arkadaşları 1906 yılında Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyetini kurdular.
***Cemiyetin on kurucusundan yedisi asker, üçü ise sivildi
iTC’nin Selanik’te tutunmasının nedenlerinden biri, şehrin 18. yüzyıldan beri Osmanlı imparatorluğu’nun önde gelen ticaret merkezlerinden biri olması
İTC’nin kısa sürede Makedonya’da yayılmasının en önemli nedenlerinden biri; Bölgenin Yunan, Bulgar, Makedon ve Sırp milliyetçiliklerinin merkezî olması
iTC’nin amacı: Yeterince güçlendiğinde istanbul’a giderek II. Abdülhamit’i devirmek ve meşrutiyeti ilan etmek
Kolağası : Osmanlı ordusunda yüzbaşı ile binbaşı arasında yer alan bir rütbe.N
Anayasanın ilanından sonra yapılması gereken ilk iş : Mebusan Meclisi seçimleri
***ilk kez ikinci Meşrutiyet Dönemi’nde Osmanlı toplumu çok partili siyasal hayata geçiyordu.
Anayasada “Meclis-i Umumi” adı verilen genel meclis iki kanattan oluşuyor
1.Kanadı padişahın atadığı üyelerden oluşan “Heyet-i Âyan”
2.Kanadı seçmenlerin oylarıyla seçilmiş milletvekillerinden oluşan “Heyet-i Mebusan”
***Seçimlerle iş başına gelen meclis, Türk, Arap, Arnavut, Kürt, Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp, Ulah ve Musevilerin yer aldığı toplam 281 mebustan oluşuyordu.
***ikinci Meşrutiyet’in ilk parlamentosu 17 Aralık 1908’de, kalabalık bir halk kitlesinin sevinç gösterileriyle Sultanahmet’teki Darülfünun binasında toplandı.
iTC muhalefet grupları :
*Prens Sabahattin’in fikirlerine dayanan Ahrar Fırkası
*Alt düzeyde ulemadan ve tarikat şeyhlerinden oluşan muhafazakâr çevreler
*12 Nisan 1909 tarihinde istanbul’daki bazı askerî birliklerin ani bir biçimde ayaklanması üzerine, eski takvime göre 31 Mart isyanı olarak adlandırılan ayaklanma başladı
*27 Nisan’da ise II. Abdülhamit isyana destek verdiği gerekçesiyle tahttan indirildi ve yerine küçük kardeşi Mehmet Reşat Efendi padişah ilan edildi.
1909-1913 Dönemi Siyasal Yaşam
En önemLi özeLLikLeri: Çeşitli sınıfsal, etnik, dinsel, entelektüel ve mesleki grupların dernekler, siyasal partiler, meslek örgütleri ve dergiler etrafında örgütlenmeleridir..
***iTC’ye karşı canlanan liberal ve muhafazakâr muhalefet, 21 Kasm 1911 tarihinde Hürriyet ve itilaf Fırkası adı altında birleşti.
***iTC’nin baskı yollarına başvurarak kendi adaylarını seçtirmesi nedeniyle “Sopalı Seçimler” olarak anıldı.
Babıâli Baskını ve ittihat ve Terakki iktidarı
Babıâli: Osmanlı Devleti’nde istanbul’da sadaret(Başbakanlık), dâhiliye ve hariciye nezaretleri (içişleri ve Dışişleri bakanlıkları) ile şuûrayi devlet (Danıştay) dairelerinin bulunduğu yapı. Osmanlı hükûmeti.
***Karadağ’ın 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi ve Sırbistan,Bulgaristan, Yunanistan’ın da katılmasıyla Balkan Savaşları başladı.
***Ocak 1913 darbesinden sonra İTC, iç siyasete tamamen hakim oldu.
***10 Haziran 1913’te imzalanan Londra Antlaşması’yla Osmanlı Devleti Midye-Enez hattının batısında kalan tüm Balkan topraklarını kaybetti.
*Babıâli darbesinden sonra sadrazamlığa getirilen; Mahmut şevket Paşa
***Talat Bey, 12 Haziran 1913’te kurulan Sait Halim Paşa kabinesinde bir kez daha Dâhiliye Nazırı oldu.
***1917’de ise sadrazamlığa yükselerek Talat Paşa oldu.
***1914 yılı başlarında rütbesi paşalığa kadar yükseltilen Enver Paşa, yeni kabinede Harbiye Nazırı oldu.
***Cemal Bey paşalığa yükseltildi sırasıyla Nafıa Nazırı ve Bahriye Nazırı oldu.
*Birinci Dünya Savaşı süresince tüm otoriteyi elinde tutan üç kişilik idare: Enver,Talat ve Cemal triumvirası
Türkçülük ideolojisinin Yükselişi
*II. Meşrutiyet’in resmî ideolojisi: Osmanlıcılık
*Osmanlıcılık ideolojisi:Osmanlı idaresi altında yaşayan tüm dinsel ve etnik unsurları Osmanlı vatanı ve Osmanlı hanedanına sadakat temelinde birleştirme ülküsüdür.
*inanç ve dil farkı gözetmeksizin tüm unsurların anayasal, parlamenter bir monarşi içinde eşitliğini öngören; Osmanlıcılık
*Osmanlıcılık benimsediği fikir: ittihad-ı Ânasır (unsurların birliği)
***Osmanlıcılığa en önemli darbeyi Balkan Savaşları vurdu.
Türkçülüğün bu yıllarda sistematik bir fikir akımı olarak gelişmesini sağlayan düşünür, aynı zamanda iTC’nin ideologu olan; Ziya Gökalp’tir.
ZİYA GÖKALP
*Gökalp’in Türk milliyetçiliğine ilişkin fikirleri en olgun ifadesini “Türkleşmek, islamlaşmak, Muasırlaşmak” ve “Türkçülüğün Esasları” adlı iki eserinde bulur.
*Gökalp’in önerdiği Türk milliyetçiliği ortak kültürel değerler, ortak dil ve alışkanlıklara dayalı kültürel bir milliyetçiliktir.
*Gökalp, bir milleti birleştiren unsurlar içinde en çok dile önem verir.
*Gökalp’e göre islamiyet, siyasal bir model olmaktan çok, toplumu birleştiren önemli bir kültürel unsurdur.
*Medeniyet kavramını tüm milletlerce paylaşılan akla dayalı bilgi, teknoloji ve değerler olarak tarif eder.
***Yusuf Akçura, 1904’te yayımladığı Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde, Türk etnik kimliğini öne çıkaran, ırk ve kültür temeline dayalı Türk dünyası formülüyle Pantürkizmin ilk tutarlı ifadesini yazmıştır.
I. Dünya Savaşı ve Osmanlı imparatorluğu’nun Sonu
*28 Haziran 1914’te Avusturya arşidükü Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesiyle Avusturya Sırbistan’a savaş ilan etti.
*Gizli Alman-Türk ittifakı 2 Ağustos 1914 tarihinde imzalandı.
*Osmanl› ordular› Kafkasya, Çanakkale, Hicaz-Yemen, Sina ve Filistin, Irak, Makedonya ve Galiçya cephelerinde savaştılar.
*1918 yılında savaş ittifak Devletleri’nin yenilgisiyle sonuçlanınca, Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’te Mondros Ateşkes Antlaflması’nı imzaladı..
YEREL DiRENiŞ HAREKETLERi VE MERKEZÎLEŞME
*30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri’yle Osmanlı Devleti arasında Mondros Mütarekesi imzalandı.
*Anlaşmanın 1. maddesiyle Karadeniz’e geçiş güvenliğini sağlamak üzere, Boğazların kontrolü itilaf Devletleri’nin eline geçiyordu.
*5. maddeyle, güvenlik amacıyla tutulan az sayıda asker dışında, Osmanlı ordusu tümüyle terhis edilecekti
*7. ve 24. maddeleri ise Anadolu’nun işgaline zemin hazırlıyordu.
*7. maddeye göre itilaf Devletleri güvenliklerine yönelik herhangi bir tehdit durumunda istedikleri stratejik noktaları ele geçirebileceklerdi.
*24. maddeye göre ise Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Diyarbakır ve Sivas vilayetlerinde karışıklık çıkması durumunda bu bölgelerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdi.
***İtilaf Devletleri donanması, 13 Kasım 1918’de istanbul limanına gelerek işgali başlattı.
***Osmanlı Mebusan Meclisi, 21 Aral›k 1918’de, Padişah Vahdettin tarafından feshedildi.
***Yunan ordusu, 15 Mayıs 1919’da izmir ve çevresini işgale başladı.
Manda: I. Dünya Savaşı’ndan sonra, kimi az gelişmiş ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip bağımsızlığa kavuşturuncaya dek Uluslar Birliği (Cemiyet-i Akvam) adına yönetmek üzere kimi büyük devletlere verilen vekilliktir.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (MHC) amacı : Bölgelerini işgalden kurtarmak
***Direniş hareketini yönlendirmek için 1918 yılının sonlarında, Talat Paşa’nın ülkeyi terk etmeden önce verdiği direktif doğrultusunda, Kara Kemal ve Kara Vasıf’ın girişimleri ile Karakol Cemiyeti adıyla bir gizli örgüt kuruldu.
** 10 Temmuz’da I. Edirne Kongresi
** 28 Haziran-12 Temmuz arasında I. Balıkesir ,26-30 Temmuz arasında II. Balıkesir Kongreleri,
** 6-9 Ağustos arasında I. Nazilli Kongresi
** 16-25 Ağustos arasında Alaşehir Kongresi
Mustafa Kemal Paşa ve Yerel Direniş Hareketlerinin Merkezîleşmesi
***Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçtiği ilk günlere rastlayan Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal Paşa’ya liderlik yolunu açması ve direnişi merkezileştirecek ilk adımları atması açısından büyük önem taşır.
***23 Temmuz-7 Ağustos arasında gerçekleşen Erzurum Kongresi, 10 maddelik bir bildirinin yayımlanmasıyla son buldu.
***SİVAS Kongre’de alınan en önemli karar,bütün MHC’lerin merkezî bir yapı altında toplamasıdır
Bu amaçla yürürlükteki Cemiyetler Kanunu’na uygun olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) adıyla bir cemiyet kuruldu.
***Sivas Kongresi’nin kararlarına ilk tepki Erzurum örgütünden geldi
***Karakol Cemiyetinin başkanı Kara Vasıf Bey Alaşehir Kongresi’nde umum kumandan olarak seçilmiş, kongre ayrıca direniş hareketinin siyasal koordinasyonunu sağlamak üzere Encümen-i Müdiran adıyla bir yürütme organı kurmuştu.
***Sivas Kongresi, aynı zamanda Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’yı “Umum Kuva-yi Milliye Başkumandanı” olarak atayıp Vasıf Bey’in unvanını yok saydı.
***Karakol Cemiyeti, 16 Mart 1920’de ingilizlerin istanbul’u işgalinin ardından Kara Vasıf Bey ve önde gelen liderlerin tutuklanarak Malta’ya sürgün edilmesiyle ancak son buldu.
***16 Mart 1920’de istanbul’un işgal güçleri tarafından resmen işgal edilmesi ve kent yönetimine el konulması, son Osmanlı Mebusan Meclisinin dağılması ve 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) toplanması, yerel örgütlerin A-RMHC çatısı altında toplanmasını hızlandırdı.
***TBMM’nin açılmasıyla meclisin tüm üyeleri A-RMHC’nin temsilcisi sayıldılar.
***Heyet-i Temsiliye’nin yerini ise Büyük Millet Meclisi Başkanlığı aldı.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi ve istanbul’un işgali
***Mustafa Kemal Paşa’nın, Sivas Kongresi’ni engellemeye çalışan Damat Ferit Paşa hükûmetiyle tüm ilişkilerin kesilmesi yönünde verdiği talimata uyulması sonucu, etki alanı istanbul ve civarıyla sınırlı kalan hükûmet 1 Ekim 1919’da istifa etti.
***28 Ocak 1920’de kabul edilen Misak-ı Milli, Sivas ve Erzurum Kongreleri’ni
esas alan bir metindir.
***Gelişmelerden rahatsız olan itilaf Devletleri 16 Mart’ta kent yönetimine el koyarak
istanbul’u resmen işgal etti.
**istanbul’un işgal edilmesi ve meclisin dağılmasının yaratt›¤› en önemli sonuçları
ndan biri, A-RMHC’nin, tüzü¤ünün 4. maddesi uyarınca ülke yönetimini üstlenmesidir.
**İstanbul’un işgal edilmesi ve meclisin dağilmasının yarattığı en önemli sonuçlarından biri: A-RMHC’nin, tüzüğünün 4. maddesi uyarınca ülke yönetimini üstlenmesidir.
**23 Nisan 1920’de ilk toplantısın yapan; Birinci Meclis’tir.
***29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edildi.
***TBMM böylece kendisini yasama ve yürütme erkine sahip tek meşru siyasal organ olarak Tanımladı.
***5 Eylül 1920 tarihli Nisab-ı Müzakere Kanunu, meclis üye sayısındaki belirsizliği giderdi.
***TBMM’nin çözmeye çalıştığı sorunlardan biri de büyüyen asker kaçakları sorunu TBMM
bu amaçla 11 Eylül l920’de, “Firariler Hakkında Kanun”la istiklal Mahkemeleri’ni kurdu
***17 şubat 1921’de verilen bir kararla, zorunluluk hâlinde meclisin karar ve onayıyla gerekli yerlerde yeniden kurulmak üzere, Ankara istiklal Mahkemesi dışındaki istiklal Mahkemeleri’nin faaliyetlerine son verildi.
***TBMM’nin en önemli yasama faaliyetlerinden biri,Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’dur.
***20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, rejimin temellerini halk egemenliği ve meclis üstünlüğü üzerinden tanımlayan ilk anayasadır.
*1921 Anayasası’nın özgün yanlarından biri de yerel yönetimlere sağladığı özerklik
1921 Anayasasyasası’nın ilk üç maddesi rejimin temel niteliklerini belirler.
1. madde: Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu ilkesini kabul eder.
2. madde, TBMM’nin milletin tek ve gerçek temsilcisi olduğunu ve yasama, yürütme kuvvetlerinin
TBMM’de toplandığını belirtir.
3. madde; Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti ‘Büyük Millet Meclisi hükûmeti’ unvanını taşır.
***1921 Anayasası’nın 9. maddesi TBMM başkanına, meclis adına imza koyma ve yürütme organı olan Heyet-i Vekile’nin kararlarını onaylama yetkisi veriyordu.
10 Ağustos 1920’de istanbul hükûmeti ile itilaf Devletleri arasında imzalanan; Sevr Antlaşması
***Sevr Antlaşması Osmanlı hükûmeti tarafından imzalanmasına karşın, 16 Mart 1920’den itibaren istanbul’un yapmış olduğu bütün antlaşmaları geçersiz sayan Kanun uyarınca Ankara hükûmeti tarafından geçersiz sayıldı.
***Damat Ferit Paşa hükûmetinin 17 Ekim 1920’de istifa etmesi üzerine yeni hükûmet Ankara ile iş birliği içinde çalışan Tevfik Paşa tarafından kuruldu.
***10 Mayıs 1921’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu (ARMH Grubu) kurdu.
***Kritik askerî durum nedeniyle, 5 Ağustos 1921’de Başkumandanlık Kanunu kabul edildi.
***Başkumandanlık yetkilerinin tartışıldığı bir başka konu da istiklal Mahkemeleri 1922 yılı başlarında mahkemelerin meclis denetimine girmesi ve kaldırılması yönündeki muhalefet arttı.
***Mustafa Kemal Pafla’n›n elinde olağanüstü yetkilerin toplanması karşısında meclis üstünlüğünü savunan bu grup, 1922 Temmuz’unda, ikinci Müdafaa-i Hukuk Grubu adı altında örgütlendiler.
A-RMH Grubu’yla aynı adı paylaştığı için iki grubu birbirinden ayırmak üzere A-RMH Grup:Birinci Grup
Muhaliflerim kurduğu grup: ikinci Grup
***Grup Hüseyin Avni (Ulaş), Vasıf (Karakol), Mehmet Besim (Fazlıoğlu), Süleyman Necati (Güneri), Rıfat (Çalıka), Salahattin (Köseoğlu) ve Emin (Geveci) Beyler tarafından kurulmuştu.
ikinci Grup’un kuruluşunu hızlandıran etmen : Birinci Grup’tan bazı mebusların, meclis çoğunluğunu denetim altına almak ve böylece önemli meseleleri meclisten geçirebilmek için, Selamet-i Umumiye Komitesi adıyla gizli örgüt kurmaları
***Nihayetinde meclisin meşruiyetine gölge düşürmeden,güçlenen muhalefete karşı bir önlem olarak Selamet-i Umumiye Komitesi adı altında gizli bir komite kuruldu.
ikinci Grup’un temel ilkesi: ülkede kanuna dayalı bir yönetimin kurulması
***ikinci Grup’un ilk programı 16 Temmuz 1922’de açıklandı
***8 Temmuz 1922’de, vekil seçimlerinde aday gösterme yöntemi yürürlükten kaldırıldı
***20 Temmuz 1922’de, Başkumandanlık Kanunu’nun, Başkumandan’a olağanüstü yetkiler veren ikinci maddesi yürürlükten kaldırıldı
***Mustafa Kemal Paşa’nın Başkumandanlık unvanı oy birliğiyle süresiz uzatıldı.
***31 Temmuz 1922’de istiklal Mahakimi Kanunu kabul edildi.
Saltanatın Kaldırılması ve Lozan Barış Antlaşması
***Türk ordusunun işgallere son veren kesin askerî zaferi 26 Ağustos 1922’de başlayan Başkumandanlık Meydan Savaşıyla geldi.
***18 Eylül’de Batı Anadolu’daki son Yunan askerleri Erdek’ten çekildi
***11 Ekim 1922’de Mudanya’da ateşkes antlaşması imzalandı.
***Yapılan oylamalar sonucunda saltanat 1 Kasım 1922’de oy birliğiyle kaldırılarak Osmanlı Devleti hukuken sona erdirildi.
***Saltanatın kaldırılması Cumhuriyete geçiş sürecinde çok önemli bir adımdı.
Lozan Görüşmelerine Katılan Devletler: Konferansa ingiltere, Fransa, italya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven devleti katıldı.
***Rusya ve Bulgaristan ise görüşmelerde kendilerini doğrudan ilgilendiren konularla ilgili temsil edildiler. ABD de görüşmelere gözlemci statüsünde katıldı.
***Türkiye’nin, Hariciye Vekili ismet Paşa’nın (inönü) başkanlığında bir heyetle katıldığı Lozan Konferansı, 20 Kasım 1922’de açıldı.
Anlaşmaya varılan en önemli madde : Türk-Yunan nüfus mübadelesiydi.
**Meclis, 6 Mart’ta ismet Paşa başkanlığındaki heyeti Lozan görüşmelerinde yeniden yetkili kıldı. 1 Nisan’da ise meclisin seçimlere gidilerek yenilenmesine karar verildi.
***Türk heyetinin kararlılığı sayesinde kapitülasyonlar kaldırıldı.
***Türkiye ile italya arasındaki anlaşmazlık, Türkiye’ye kabotaj hakkının tanınmasıyla giderildi.
***Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıklar da mutabakatla giderildi.
***Konferans, Musul ve Osmanlı borçlarının ödenmesi sorunlarının çözümü ileri bir tarihe ertelenerek, 24 Temmuz 1923’te sona erdi.
***Lozan Antlaşması, milletvekili seçimlerinden sonra iş başına gelen yeni meclis tarafından 11 Ağustos 1923’te onaylandı
Halk Fırkası’nın Kuruluş Hazırlıkları
***Mustafa Kemal Paşa 7 Aralık 1922’de, Ankara’da verdiği bir basın demecinde barıştan sonra Halk Fırkası adıyla bir siyasi parti kurma kararını açıklamıştır.
***8 Nisan 1923’te, meclisteki Birinci Grup’un bir fırkaya dönüştürülerek Halk Fırkası’nın kurulacağı açıklandı.Kurulacak fırkanın ilkeleri Dokuz Umde bildirisiyle yayımlandı.
***Halk Fırkası’nın kuruluşu Dokuz Umde’nin yayımlanmasından yaklaşık beş ay sonra 23 Ekim 1923’te gerçekleşti.
Seçimler ve Muhalefetin Tasfiyesi
***Meclisin 1 Nisan 1923 tarihli oturumunda, yeni seçimlerle meclisin yenilenmesine karar verildi
***Meclisin seçime gideceği karara bağlanınca yeni bir seçim kanunu düzenlendi. Yapılan yeni düzenlemeler arasında, seçmen yaşının 25’ten 18’e indirilmesi ve oy verebilmek için vergi ödeme koşulunun kaldırılması yer aldı..
***Birinci Meclis 6 Nisan 1923’te son toplantısını yaparak dağıldı. Birinci Grup,adaylarını belirlemek üzere Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında çalışmalarına başladı.ikinci Grup ise seçime katılmama kararı aldı.
**Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan bir değişliklikle ittihatçıların kendi adlarına seçime katılmaları engellendi
***Seçim merkezden belirlenen Birinci Grup adaylarının başarısıyla sonuçlandı.
BU ÖZETİ YAZDIKLARI İÇİN EBRU BEYZA ÖZÇELİK VE
ÖZGE ÖZEKER'E TEŞEKKÜRLER...






////////////////////////3. ÜNİTE YARISI //////////////////////
(ÖZGE ÖZEKER)
GEÇİŞ DÖNEMİ VE DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1946-1960)
Demokrasinin İlk Yılları
*1946 seçimlerinden Demokrat Parti'nin iktidara geldiği 1950 seçimlerine ka¬dar süren dönemde partiler arasında zaman zaman anlaşmazlıklar ortaya çıksa da tek partiden çok partiye geçiş süreci:
- Hem partilerin uzlaşma yo¬lunu tercih etmeleri,
- Hem de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün kararlı politikaları sayesinde başarıyla tamamlandı.
*1946 seçimlerinden sonra, CHP ile DP arasındaki ilişkiler:
- Muhalefetin seçimler¬de baskı ve hile yapıldığını açıklaması,
-Seçim kanununun değiştirilmesini isteme¬si; buna karşılık iktidarın bunu kabul etmemesi yüzünden gerginleşmişti.
*İstekleri yerine getirilmeyen DP 6 Nisan 1947'de yapılan ara seçimlere katılmadı ve bu iki parti arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirdi:
- Başbakan Recep Peker DP'yi ya¬sa dışına çıkıp halkı ayaklanmaya teşvik etmekle,
-Celal Bayar da Peker'i seçimlerde yansız davranmamak, tek parti döneminin baskılarını sürdürmek ve demokrasiye inanmamakla suçladı.
*Devreye giren İnönü 12 Temmuz Beyannamesi’nde hükümet ve muhalefet başkanı ile yaptığı görüşmeleri, iki taraf arasında di¬yalog sağlanması için harcadığı çabaları ve konuyla ilgili görüşlerini açıkladı.
-Ken¬disinin iki parti arasında yansız olduğunu vurgulayan İnönü, bu tartışmada kimin haklı, kimin haksız olduğunu aramanın yararsız olduğunu belirtti ve muhalefete ba¬zı önemli güvenceler verdi.
*İnönü' nün bildirisinin en önemli noktası: Ülkenin geri dönülmez bir biçimde çok partili aşama geçmiş olduğunun bir kez daha vurgulanmasıydı.
*Bu kesin tavır geçiş döneminin başarıyla sonuçlanmasına sağladı.
*DP'nin en çok önem verdiği konuların başında seçim kanununun değiştirilmesi geliyordu.
*DP'nin bu konudaki eleştiri ve uyarıları karşısında CHP yönetimi, 1949'da yeni bir seçim yasası için çalışmalara koyuldu.
*16 Şubat 1950'de kabul edilen yeni seçim yasası muhalefetin isteklerinin büyük bölümünü karşıladı. Yasaya göre:
- Seçimler tek de¬receli,
- Genel ve eşit oyla yapılacak
- Seçimde adli denetim sağlanacak
- Gizli oy - açık sayım esası uygulanacaktı.
*Yasada nispi temsil yerine; liste usulü çoğunluk sistemi benimsen¬di.
*Seçim yasası kabul edildikten sonra seçimlerin 14 Mayıs 1950'de yapılması ka¬rarlaştırılarak, sekizinci dönem TBMM'nin çalışmalarına 24 Mart'ta son verildi.
*14 Mayıs 1950'de yapılan seçime CHP ve DP ülke genelinde seçime katılırken, Millet Partisi (MP) sadece 22 ilde aday gösterdi. Milli Kalkınma Partisi (MKP) ise se¬çime sadece İstanbul'da katıldı.
*Seçim sonuçlarının kesinleşmesinden sonra:
- 22 Mayıs'ta Celal Bayar Cumhur¬başkanlığına,
-Refik Koraltan da Meclis Başkanlığına seçildi.
*DP iktidarı 14 Aralık 1953'te "Cumhuriyet Halk Partisinin haksız iktisaplarının millete iadesi" adıyla bir kanun çıkardı.
-Kanunda CHP'nin mal varlığını, iktidarı döneminde usulsüzlük sonucu el¬de ettiği belirtiliyor,
-Dolayısıyla partinin bütün servetinin hazineye devredileceği hükme bağlanıyordu.
-CHP genel başkanı, kanun tasarısı mecliste görüşülürken,
-DP'yi hukuk dışı bir rejim kurmakla suçladı.
-Ayrıca CHP'liler, mal varlığının hak¬sızca kazanılmış olduğu iddiasının bağımsız mahkemeler önünde incelenmesi ge¬rektiğini savundular.
- Ama tüm bu çabalar sonuç vermedi ve partinin bütün mal varlığı hazineye devredildi.
* Kısa bir süre sonra dönemin CHP dışındaki üçüncü partisi olan Millet Partisi (MP) kapatıldı:
- Bu partinin 27-29 Haziran 1953'te toplanan kongresinde bir çatışma çıkmış ve ilk genel başkan Hikmet Bayur partinin "dinci ve gericilerin eline geçtiğini öne sürerek MP' den istifa etmişti.
- Hikmet Bayur' un is¬tifası bir suç duyurusu olarak kabul edilip parti hakkında soruşturma açıldı. An¬kara 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nde açılan dava sonucunda partinin "dinî esasa da¬yanan ve gayesini saklayan bir cemiyet olduğu" sonucuna varıldı ve MP 27 Ocak 1954'te kapatıldı.
DP İktidarının İkinci Evresi
*2 Mayıs 1954'te yapılan seçimlerle DP iktidarının ikinci evresine geçildi.
*Bu seçimde Türkiye'de ilk ve son kez yaşanan bir olay gerçekleşti ve iktidar partisi bir önceki seçime göre hem oy hem de temsil oranını artırdı.
*DP'den istifa eden yeni milletvekillerinin katılımıyla HP mecliste ana muhalefet partisi konumuna yükseldi ve birçok konuda CHP'yle birlikte iktidara karşı tavır al¬dı.
*Seçime iddialı giren MP ile DP'den kopanların kurduğu HP seçim¬lerde hiçbir varlık gösteremediler.
*Seçimden sonra yeni hükümeti yine Menderes kurdu. CHP ana muhalefetteki yerini tekrar aldı.
NOT: Vatan Cephesi, 1957 seçimlerinden sonra güç birliğine giden muhalefete karşı Demokrat Parti tarafından kurulan, partiye yeni katılımlar sağlamayı amaçlayan, hukuki bir niteliği olmayan siyasi oluşumdur. Vatan Cephesi'ne katılanların listesi her gün düzenli olarak devlet radyosundan ilan edildi.
Siyasette Gerginliğin Artması
*DP, 1957 seçimlerinden zaferle çıkmasına karşın oyları, muhalefet partilerinin top¬lam oylarının gerisinde kalmıştı.
*Seçimden sonra muhalefet partileri iktidarın azın¬lık iktidarına dönüştüğü yolunda propagandaya başladı ve iktidarı düşürme yolla¬rını aramaya koyuldu.
*Muhalefetin bu güç birliği karşısında atağa geçen DP, bir Vatan Cephesi kura¬rak DP'ye katılımları artırma, bu yolla da partiyi güçlendirme çabasına girişti.
* DP bu yeni girişimiyle herhangi bir partiye bağlı olmayan vatandaşlarla, muhalefet partileri üyelerini DP'ye çekmeyi amaçlıyordu.
* Hukuksal bir niteliği olmayan Va¬tan Cephesi'ne katılanların listesi her gün düzenli olarak devlet radyosundan ilan edildi.
*Muhalefet partileri, yayınlanan bu listelerde yer alan isimlerin çoğunun asıl¬sız olduğunu, ölü ve bebeklerin de Vatan Cephesi'ne üye yapıldığını öne sürdüler.
*1959 yılı önemli bir gelişmeyle açıldı ve ana muhalefet partisi CHP'nin 14. Kurultayı, 12 Ocak 1959'da Ankara'da topladı.
* Kurultay, partinin daha önce ortaya atıp savunduğu gö¬rüş ve hedefleri bir anayasa görünümü altında sistemli bir bütün olarak bir araya getiren "İlk Hedefler Beyannamesi"ni kabul etti.
*1960 yılının ilk ayları oldukça gergin geçtikten sonra 7 Nisan 1960'ta DP Mec¬lis Grubu bir bildiri yayınladı.
* Bildiride; CHP'nin ülkedeki bütün yıkıcı grupları çev¬resinde topladığı, halkı ve orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığı öne sürü¬lüyordu.
* Bu bildirinin ardından, iktidarın meclis grubu TBMM Başkanlığına muha¬lefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge verdi.
* Önergede:
- CHP, halkı si¬lahlandırarak iktidara karşı yasa dışı eylemlere yöneltmek ve orduyu kışkırtarak si¬yasete alet etmekle suçlanıyor.
-Bu eylemlerinin soruşturulması isteniyordu.
*Önergeye göre, bazı basın organları hakkında da soruşturma açılacaktı.
*Bu öner¬ge 18 Nisan'da mecliste büyük bir çoğunlukla kabul edildi.
* 27 Mayıs'ta Başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel'in yaptığı ve Milli Birlik Komitesi adı altında toplanmış olan bir su¬bay grubu, emirleri altındaki askerî birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul'daki bazı önemli yerleri ele geçirdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına, yönetime doğrudan el koyduğunu açıkladı.
*27 Mayıs sabahı Cemal Gürsel imzasıyla radyodan yayınlanan bildiride "bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuv¬vetleri memleketin idaresini eline almıştır" deniyordu.
*Bildiride hareketin hiçbir şa¬hıs veya zümreye yönelik olmadığı ve en kısa zamanda, partiler üstü tarafsız bir yönetimin gözetim ve hakemliği altında adil bir seçimin yapılarak yönetimin seçi¬mi kazananlara devredileceği de açıklanıyordu.
*Aynı bildiride Türkiye'nin NATO ve CENTO' ya inandığı ve bağlı kalacağı da belirtiliyordu.
NOT: NATO: (North Atlantic Treaty Organization - Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) 4 Nisan 1949 tarihinde kurulan, merkezi Brüksel'de bulunan, amacı üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini korumak olan uluslararası örgüt. Türkiye NATO'ya 1952 yılında üye olmuştur.
CENTO: (Central Treaty Organization - Merkezi Antlaşma Teşkilatı) Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında 1955 yılında kurulan güvenlik ve savunma örgütüdür. 1979 yılında varlığı sona ermiştir.
27 MAYIS ASKERİ YÖNETİMİ
*** 27 Mayıs 1960'ta Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koyan Milli Birlik Komi¬tesi (MBK) ilk iş olarak TBMM ve hükümeti feshetti ve her türlü siyasal faaliyeti ya¬sakladı.
*** İlk bildiride, hareketin hiçbir şahıs ve zümreye karşı olmadığı açıklanma¬sına rağmen, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Baş¬kanı Refik Koraltan ile bütün Bakanlar Kurulu üyeleri ve DP'nin önde gelen yöne¬ticileri hemen tutuklandılar.
*Mayıs'ta MBK, Orgeneral Cemal Gürsel'e MBK Başkanlığının yanı sıra, Baş¬bakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve Başkumandanlık görevlerini de verdi.
*Gürsel asker ve sivil üyelerden oluşan bakanlar kurulu listesini aynı gün ilan etti.
* Bu ara¬da, Ragıp Gümüşpala Genelkurmay Başkanlığına, Cevdet Sunay da Kara Kuvvet¬leri Komutanlığına atandı.
***İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar'ın başkanlığını yaptı¬ğı bir bilim heyeti toplandı.
-Yeni anayasayı hazırlamakla görevlendirilen bu bilim heye¬ti, ilk iş olarak "Anayasa Komisyonu Raporu" adıyla bir bildiri yayınladı.
- Bildiride, DP iktidarının meşruiyetini yitirdiği ve yeni yönetimin meşru olduğu açıklandı.
***12 Haziran'da 27 maddeden oluşan ve "1924 tarihli ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esa¬siye Kanunu'nun bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştiril¬mesi hakkında “geçici kanun" adlı yasa açıklandı.
Geçici anaya¬sanın giriş bölümünde:
----DP iktidarının anayasayı çiğnediği,
----Kişi hak ve hürriyetleri¬ni ortadan kaldırdığı,
----Muhalefetin denetimini işlemez hâle getirip bir tek parti dik¬tatörlüğü kurduğu,
----TBMM'yi bir parti grubuna dönüştürüp meşruiyetini yitirdiği belirtiliyordu.
.
*4 Temmuz'da siyasal partilerin il ve ilçe merkezleri dışında her ne ad ile olursa olsun örgüt kurmaları yasaklandı.
Böylece partilerin ocak ve bucak örgütleri kapa¬tılmış oldu.
*27 Mayısçılar yaz aylarında ordu içinde geniş bir tasfiye yaptılar.
* Bakanlar Kuruluna, ordu içinde giderek bozulmuş olan hiyerarşiyi düzeltmek üzere,
25 yıllık fiilî hizmet süresini doldurmuş olan su¬bayları resen emekliye sevk etme hakkını verdi.
*Bu yasaya dayanılarak, aralarında 235 general ve amiralin de bulunduğu 4.000'in üzerinde su¬bay emekliye ayrıldı.
* Sonbahar aylarında da üniversitede bir tasfiyeye gidildi ve hükümet "tembel", "yeteneksiz" ve "reform düşmanı" oldukları gerekçesiyle 147 öğretim üyesinin üni¬versiteyle ilişkisini kesti.
* Yapılan toplam 202 oturumun ardından Yüksek Adalet Divanı, Celal Bayar, Ad¬nan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ı oy birliğiyle, 11 sanığı da oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırdı.
*31 sanık ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, 418 sanığa 6 ayla, 20 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezaları verildi.
*123 sanık beraat etti, 5 sanık hakkındaki dava düştü.
Karar açıklandıktan sonra, MBK Menderes, Zorlu ve Polatkan hakkında oy bir¬liğiyle alınan idam kararlarını onayladı. Oy birliğiyle ölüm cezasına çarptırılan Ba¬yar ile oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırılan öteki 11 sanığın cezaları ömür bo¬yu hapis cezasına dönüştürüldü. Zorlu ve Polatkan 16 Eylül 1961'de İmralı adasın¬da idam edildi. İntihara kalkışan Menderes ise bir gün sonra asıldı.
Sivil Yönetime Geçiş Süreci
7 Aralık 1960'ta kabul edilen bir yasayla MBK ve Temsilciler Meclisinden oluşan ve temel işlevi yeni anayasa ile seçim kanununu hazırlamak olan bir Kurucu Meclis kuruldu. 13 Aralık'ta da Temsilciler Meclisi üyelerinin seçi¬mine ilişkin kanun yayınlandı. Temsilciler Meclisi üyelerinin belirlenmesinden sonra, 6 Ocak 1961'de Kurucu Meclis ilk toplantısını yaptı. Yeni anayasa ve seçim kanununun hazırlanmaya başlamasıyla birlikte sivil yönetimine geçiş süreci hız ka¬zanmış oldu.
*12 Ocak 1961'de darbeden sonra faaliyetleri askıya alınan partilerin tekrar faali¬yete geçmelerine izin verildi.
*19 Ocak'ta Sosyalist Parti, 6 Şubat'ta da Mutedil Liberal Parti kuruldu. 11 Şubat günü dört yeni parti daha siyasal arena¬ya katıldı.
Bu partiler: Adalet Partisi, Çalışma Partisi, Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi ve Memleketçi Serbest Parti'ydi.
*Seçime katılabilmek için son tarih olan 13 Şubat günü ise tam yedi parti daha kuruldu.
Bu partiler: Yeni Türkiye Partisi, Tür¬kiye İşçi Partisi, Güven Partisi, Musavat Partisi, Millete Hizmet Partisi, Muhafazakâr Parti ve Cumhuriyetçi Parti idi.
***Bu kadar çok parti kurulmuş olmakla birlikte, DP'nin bıraktığı boşluğu doldur¬maya esas olarak iki parti adaydı: Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP).
*Askerî yönetim, bu iki partiden YTP' ye karşı daha ılımlı bir yaklaşım sergiledi.
*24 Mayıs'ta Cumhuriyet Senatosu üyelerinin seçimi¬ne ilişkin yasa, 25 Mayıs'ta da milletvekili seçimi yasası kabul edildi.
*Milletvekili se¬çimi yasasında, tek dereceli olarak yapılacak seçimlerde nispi temsil sisteminin uy¬gulanacağı hükme bağlandı.
*Her il bir seçim çevresi olarak düzenlenirken millet¬vekili sayısı da 450 olarak belirlendi.
*Bir üst meclis olarak çalışacak olan Cumhu¬riyet Senatosu ise 150 üyeden oluşuyordu ve senatör seçimlerinde çoğunluk siste¬mi benimsenmişti.
*Senatör olabilmek için 40 yaşını bitirmiş ve bir yükseköğretim kurumundan mezun olmak koşulu getirilmişti.
*** 27 Mayıs'ın yıl dönümünde Kurucu Meclis yeni anayasayı kabul etti. Anayasa 9 Temmuzda yapılan halk oylamasından sonra yürürlüğe girdi.
Anayasanın kabul edilmesinden sonra, Kurucu Meclis 21 Temmuzda yaptığı birleşik toplantıda genel seçimlerinin 15 Ekim 196l'de yapılmasını kararlaştırdı.
* 21 Ekim'de, kendisine "Silahlı Kuvvetler Birliği" adını veren ve ordu içinde oldukça etkili olan bir grup subay İstanbul Harp Akademisi'nde bir toplantı yaparak "21 Ekim Protokolü" adıyla bir bildiriyi benim¬sedi.
*Buna göre, TBMM toplanmadan önce duruma el koyulacak, siyasal partilerin faaliyetleri yasaklanacak, seçim sonuçları geçersiz sayılacak, MBK feshedilecek ve iktidar "ulusun gerçek ve yetenekli temsilcilerine" devredilecekti.
*Silahlı Kuvvetler Birliği'nin 21 Ekim protokolü, MBK' yı hemen hareket geçirdi ve 23 Ekim'de Cemal Gürsel, siyasal parti liderleri ve kuvvet komutanlarıyla Çan¬kaya'da bir toplantı düzenledi.
* Siyasal parti liderleri kuvvet komutanlarının önün¬de "Çankaya Protokolü" olarak anılan bir bildiriye imza koydular.
* Buna göre, si¬yasal partiler 27 Mayıs'a karşı çıkmayacak, anayasaya aykırı bir tutum içine girme¬yecek, Yassıada'da çeşitli cezalara çarptırılan kişilerin affı ile Eminsular’ ın ordu¬ya geri dönmesini söz konusu etmeyeceklerdi ve Cemal Gürsel'i cumhurbaşkanı seçeceklerdi.
*Çankaya protokolünün 21 Ekim Protokolüne üstün gelmesiyle 25 Ekim'de TBMM açıldı.
* AP içindeki bir kanadın cumhurbaşkanlığı için Gürsel'e karşı Ali Fu¬at Başgil' i aday gösterme girişimi Genel Başkan Gümüşpala' nın ağırlığını koyması üzerine sonuçsuz kaldı ve Gürsel cumhurbaşkanı seçildi.
**Artık yönetimin sivillere tamamen devri için sıra son adımın atılmasına, yani ye¬ni hükümetin kurulmasına gelmişti ve görev Gürsel tarafından İnönü'ye verildi.
NOT:
Eminsular; 27 Mayısçılar aralarında 235 general ve amiralin de bulunduğu 4.000'in üzerinde subayı emekliye sevk ederek ordu içinde geniş bir tasfiye yaptılar. Emekli subaylar da orduya geri dönmek amacıyla Emekli inkılap Subayları Derneğini kurdular. Bu derneğe bağlı emekli subaylar "Eminsular" olarak anılmıştır.
İKİ DARBE ARASINDA TÜRKİYE (1961-1980)
Hiçbir partinin tek başına hükümeti kuracak sayıda milletvekili çıkaramadığı 1961 seçimlerinden sonra Türkiye koalisyonlarla tanıştı.
1965 seçimlerine kadar ilk üçü CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, sonuncusu da AP listesinden Kayseri'den bağım¬sız seçilen Suat Hayri Ürgüplü' nün başbakanlığı altında art arda dört koalisyon hü¬kümeti kuruldu.
* 9 Şubat 1962'de Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir liderliğinde bir grup subay kendi aralarında bir protokol düzenleyip, 27 Mayıs'ın amacına ulaşmadığı gerekçesiyle yönetimi ele geçirmeye karar verdi.
* Gelişmelerden haberdar olan hükümet Aydemir'i tutuklama kararı alınca Aydemir, 22 Şubat günü Harp Okulu başta olmak üze¬re bazı askerî birlik ve garnizonları hükümete karşı harekete geçirdi.
*Hareketin ge¬lişimi içinde ordunun büyük bölümünün desteğinden yoksun olan Aydemir, İnö¬nü'den sadece emekliye sevk edileceği ve herhangi bir şekilde cezalandırılmaya¬cağı yolunda güvence alınca uzlaşma yolunu seçti.
*Aydemir ve arkadaşları hemen emekliye sevk edilirken, girişime doğrudan katılan veya girişimi destekleyen bazı üst rütbeli subayların da görev yerleri değiştirildi. Hükümet de verdiği sözü tuta¬rak 30 Nisan'da darbecileri affeden yasayı meclisten geçirdi.
*Siyaset ve ekonomiye yaklaşımları farklı iki partinin kurduğu CHP-AP koalisyo¬nu oldukça güç koşullar altında görev yaptı.
*AP' nin Yassıada'da mahkûm edilen DP'lilerin affı konusunda diretmesi ve ordunun bu konuda taviz vermeyen bir tu¬tum sergilemesi koalisyon hükümetinin sonunu getirdi ve İnönü 30 Mayıs 1962'de Cumhurbaşkanı Gürsel'e istifasını sundu.
*Gürsel hükümeti kurma görevini yeni¬den İnönü'ye verdi.
*İnönü de bu kez CHP, YTP ve CKMP ortaklığına dayanan bir bakanlar kurulu oluşturdu.
***Bu hükümet döneminde, Talat Aydemir, ilk darbe girişiminden tam 14 ay son¬ra, 20 Mayıs 1963'te, Harp Okulu ve Zırhlı Eğitim Tank Taburu'nun desteğini arka¬sına alarak yeni bir darbe girişimi başlattı. Aydemir'i destekleyen birliklerin sayısı bir önceki darbe girişimine göre daha azdı. Darbe girişimi bir grup Harp Okulu öğ¬rencisinin Ankara Radyoevini işgal etmesiyle başladı. Radyoda okunan ve Aydemir'in imzasını taşıyan bir bildiriyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koydu¬ğu ve TBMM, siyasi parti ve derneklerin feshedildiği açıklandı.
-Bununla birlikte, darbecilerin gücünün sınırlı olması ve hükümetin darbe giri¬şiminden önceden haberdar olması sayesinde, Aydemir'in bu ikinci darbe girişimi kısa sürede önlendi.
-20 Mayıs gecesi yaşanan silahlı çatışmaların ardından, 21 Ma¬yıs 1963 günü sabaha karşı hava kuvvetlerinin de katılımıyla girişilen karşı harekât sonucunda, başta Harp Okulu öğrencileri olmak üzere darbecilerin tümü etkisiz hâle getirildi.
*Darbecilerin İstanbul kanadı ise daha harekete geçemeden etkisizleştirildi.
*Askerî mahkemede yapılan yargılamalar sonucunda, Talat Aydemir ve al¬tı arkadaşı ölüm cezasına çarptırıldı.
*22 Kasım'da ABD Başkanı John F. Kennedy bir suikast sonucu öldürüldü. Başbakan İsmet İnönü koalisyonun geleceğine ilişkin tartışmaların başladığı bu ortam içinde, Kennedy'nin cenaze tö¬reninde Türkiye'yi temsil etmek üzere ABD'ye gitti. İnönü ABD'de Kennedy'den boşalan başkanlığı devralan Johnson ile görüşmeler yaparken, YTP ve CKMP koa¬lisyondan çekilme kararı aldı. Bu karar üzerine, İnönü 2 Aralık'ta Türkiye'ye döner dönmez hükümetin istifa ettiğini açıkladı.
*Hükümet kurma çalışmalarını yeniden üstlenen İnönü, hiçbir partiyi koalisyo¬na girmeye razı edemeyince bu kez hükümeti meclisteki 33 bağımsız milletvekili¬ni yanına alarak kurdu. Kıbrıs sorunu nedeniyle dış politikada sıcak günler yaşa¬nırken, YTP ülke içinde bir hükümet buhranı çıkmaması için CHP ile birlikte hükümete güvenoyu verdi ve İnönü'nün 27 Mayıs sonrasında kurduğu üçüncü hükümet 1964 yılına girilmeden göreve başlamış oldu.
*1964 yazında Ragıp Gümüşpala' nın ölümü üzerine boşalan AP Genel Başkanlı¬ğına 27 Kasım 1964'te toplanan parti kongresinde Süleyman Demirel seçildi.
*13 Şubat 1965'te bütçesi reddedilen İnönü hükümeti istifa etti.
*Yeni hükümeti Suat Hayri Ürgüplü AP, YTP, CKMP ve MP' nin desteğiyle kurdu ve bu hükümet 1965 seçimine kadar işbaşında kaldı.
*CKMP hiçbir ilde ço¬ğunluğu sağlayamamış ve kazandığı bütün milletvekilliklerini artık oyların toplan¬dığı millî seçim çevresinden çıkarmıştı. YTP' nin genel başkanı Ekrem Alican aday olduğu Sakarya'da, CKMP genel başkanı Alparslan Türkeş de aday olduğu Anka¬ra'da doğrudan milletvekili seçilecek sayıda oy alamamış ama yeni seçim sistemi sayesinde, artık oylarla, millî seçim çevresinden milletvekili seçilmişlerdi. Türki¬ye'nin siyasal yaşamında ilk kez bir sosyalist parti de bu sistem sayesinde 15 mil¬letvekili kazanarak Millet Meclisinde grup kurmayı başarmıştı.
*TİP' in 15 milletveki¬linin 2'si seçim çevrelerinde çoğunluğu sağlayan adaylardan, 13'ü ise artık oylarla milletvekili seçilenlerden oluşuyordu AP tek başına hükümeti kurabilecek sayıya ulaştığı bu seçimin ardından Birin¬ci Süleyman Demirel Hükümeti kurularak göreve başladı.
*Hükümet göreve başladıktan kısa bir süre sonra yeni bir cumhurbaşkanı seçi¬miyle karşı karşıya kaldı. Hastalığı ilerleyince tedavi amacıyla Amerika'ya giden Cemal Gürsel 9 Şubat 1966'da komaya girdi ve görevini sürdürmesine imkân kal¬madı.
*Yeni cumhurbaşkanlığı seçimi süreci Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay'ın görevinden istifa etmesiyle başladı. Sunay 15 Mart'ta cumhurbaşkanlığı kon¬tenjanından cumhuriyet senatosu üyeliğine atandı, 28 Mart'ta da cumhurbaşkanı seçildi.
*1966 sonlarında bu kez CHP'de önemli bir değişim yaşandı ve 18-21 Ekim ta¬rihleri arasında toplanan CHP 18. Kurultayı "ortanın solu" görüşünü benimseyen¬lerin zaferiyle sonuçlandı. Bu görüşün önderliğini yapan Bülent Ecevit partinin ge¬nel sekreterliğine seçildi.
*Bu arada millî bakiye sistemi iktidardaki AP' nin oylarıyla 1 Mart 1968'de yürür¬lükten kaldırıldı, yerine tekrar 196l'de uygulanan barajlı d'Hondt sistemi getirildi. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi barajın anayasada öngörülen serbestlik ilke¬sini zedelediği gerekçesiyle baraj uygulamasını iptal etti. Böylece herhangi bir ba¬rajın olmadığı d'Hondt sistemi uygulanmaya başladı. Bu sistem 1980'deki askerî darbeye kadar yürürlükte kaldı.
***12 Ekim 1969'da yapılan genel seçime 8 siyasal parti katıldı. Türkiye'de çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra, 1950'deki seçime 3; 1954, 1957 ve 1961'de- ki seçimlere 4; 1965'teki seçime de 6 siyasal partinin katıldığı göz önünde bulun¬durulursa bu bir rekor anlamına geliyordu.
*Seçimden sonra Süleyman Demirel partisinin meclisteki çoğunluğuna dayana¬rak hükümeti yeniden kurdu.
* Tüm olay ve sorunlara rağmen Başbakan Süleyman Demirel istifa önerilerini sürekli geri çevirmiş ve güvensizlik oyu almadan hükümetten çekilmesinin söz konusu olmayacağını bil¬dirmişti.
*Bu ortam içinde, 12 Mart 1971 günü, Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst yönetimi hükümete bir muhtıra verdi. Muhtırayı, anayasa ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaş¬tırmanın mümkün olamayacağını belirten Başbakan Demirel hemen istifa etti ve Türkiye 14 Ekim 1973'te yapılan seçimlere kadar sürecek olan ara rejim dönemine girdi.
*Bu dönem içinde: 2’ si Nihat Erim,
1’i Ferit Melen
1’i Naim Talu' nun başbakanlığı altında
dört ara rejim hükümeti kuruldu.
*Partiler açısından en önemli gelişme CHP'de oldu ve parti içindeki anlaşmazlıklar nedeniyle istifa eden İnönü'nün yerine Ecevit genel başkanlığa seçildi.
*Seçimlere, 1969'da olduğu gibi, yine sekiz parti katıldı.
*Bunlardan 6’ sı (AP, CHP, CGP, MHP, MP, TBP) 1969'taki seçime de katılmış olan partilerdi. 1969'daki seçime katılan öteki iki parti (Türkiye İşçi Partisi ve Yeni Türkiye Partisi) artık si¬yaset sahnesinin dışındaydı.
*Buna karşılık, bu kez, sahneye iki yeni parti çıkmıştı: Millî Nizam Partisinin kapatılmasından sonra bu partinin devamı olarak kurulan Millî Selamet Partisi (MSP) ile AP' den kopanların kurduğu Demokratik Parti (DP). Her iki parti de seçimlere oldukça iddialı olarak giriyordu.
*Seçimlerden önce yaşanan propaganda döneminde, artık başında İnönü'nün yerine Ecevit'in bulunduğu CHP, seçmenlere açıkça bir düzen değişikliği yapacak¬larını vaat etti.
*AP ise başlattıkları kalkınma hamlesinin 12 Mart 1971 muhtırasıyla kesintiye uğratıldığını öne sürerek, bu hamlenin sürdürülebilmesi için kendilerine bir fırsat daha tanınmasını istedi. AP ayrıca sağdaki seçmenlerin diğer küçük par¬tilere itibar etmemelerini ve oylarını sağın en büyük partisi AP' de bütünleştirmele¬rini de istedi.
*1973'te yapılan seçimde katılma oranı, 1969'daki gibi, yine düşüktü ve seçmen¬lerin sadece %66,8'i sandık başına gitti. Seçime yenilenmiş, dinamik bir parti görü¬nümüyle giren ve kullandığı sloganlarla geniş kitleleri etkilemeyi başaran CHP, se¬çimlerden birinci parti olarak çıktı.
*1973 seçiminde hiç bir parti çoğunluğu sağlamadığından Türkiye yeniden 12 Eylül 1980 darbesine kadar sürecek olan koalisyonlar dönemine girdi.
*Cumhurbaş¬kanı Korutürk'ün birbiri ardına hükümeti kurmakla görevlendirdiği Ecevit, Demirel ve Talu hükümet kuramayarak görevi iade etti.
*Seçimden birinci parti olarak çıkan CHP'nin yönetimi ve tabanı, partilerini, her ne olursa olsun, hükümette görmek istiyordu.
*Sonunda CHP, Millî Selamet Partisi (MSP) ile anlaştı ve bu iki partinin kurduğu hükümet 7 Şubat 1974'te güvenoyu al¬dı.
*Ama daha ilk günlerden başlayarak hükümetin iki kanadı arasında derin görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Başlangıçta bürokrasinin üst kademelerinde yapılan atama¬lar iki parti arasında sorun yarattı. Koalisyonun MSP kanadına mensup bazı millet¬vekilleri, hükümet programı ve koalisyon protokolünde yer almasına karşın, siya¬sal suçluların affedilmesine karşı oy kullanınca anlaşmazlık büyüdü. Yine de Kıb¬rıs sorunu nedeniyle hükümet bir süre daha ayakta kaldı. Sonuçta, bir uzlaşma yo¬lu kalmayınca, Ecevit 18 Eylül 1974'te cumhurbaşkanına istifasını sundu ve böyle¬ce CHP-MSP koalisyonu sona erdi.
*Yerine kurulan ve TBMM'de parti desteği bu¬lunmayan Sadi Irmak hükümeti, güvenoyu alamamasına karşın, yeni bir hükümet de kurulamadığı için, aylarca işbaşında kaldı.
*Sonuçta Demirel'in temasları sonu¬cunda AP, MSP, MHP ve CGP bir koalisyon hükümeti oluşturma konusunda anlaş¬tılar ve Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti adıyla da anılan bu koalisyon hükümeti 1977 seçimlerine kadar işbaşında kaldı.
*1977 seçimleri 5 Haziran 1977'de gerçekleştirildi.
*Seçim 1969 ve 1973'te uygu¬lanan barajsız d'Hondt sistemine göre yapıldı.
*Seçime koalisyonda yer alan dört partinin yanı sıra muhalefetteki CHP, DP, TBP ile yeniden kurulan TIP olmak üzere toplam sekiz parti katıldı.
*Siyasal, eko¬nomik ve sosyal sorunların ayrıntılı olarak tartışıldığı seçim kampanyası boyunca CHP, sürekli olarak, Ecevit simgesi altında "halkın tek umudu" olduğunu vurgula¬dı.
*AP ise bir önceki seçimde çeşitli partilere dağılmış olan sağ oyları tekrar kendi¬ne toplamak için çaba gösterdi.
* İki yılı aşkın bir süredir işbaşında olan Demirel hükümeti döneminde yaşanan birçok olumsuzluk CHP'nin şansını bir hayli artırıyor¬du. Bunun başında da artan şiddet ve terör olayları geliyordu.
* Genel beklenti CHP'nin seçimden mutlaka birinci parti olarak çıkacağı şeklindeydi. Asıl merak edilen konu, bu partinin Millet Meclisinde tek başına iktidara gelmesine yetecek sayıda sandalyeyi kazanıp kazanmayacağıydı.
*Nispi temsil yönteminin uygulandığı 5 Haziran 1977 milletvekili genel seçimine katılma oranı, bir önceki seçime göre artarak, %72,4 olarak gerçekleşti.
* Beklendi¬ği üzere, CHP seçimden birinci parti olarak çıktı. Oyların %41,3'ünü alan CHP, Mil¬let Meclisinde 213 milletvekili kazandı.
* Bu sayı çoğunluğu sağlamak için gerekli olan sandalye sayısından 13 eksikti. Bir başka deyişle, yine hiçbir parti tek başına iktidara gelememişti ve koalisyonlar dönemi sürecekti.
*Seçimlerin ardından hiçbir partinin gerekli çoğunluğa ulaşamaması nedeniyle 1980 askerî darbesine kadar kısa ömürlü koalisyon ve azınlık hükümetleri birbiri¬ni izledi.
* Önce Ecevit başbakanlığında bir CHP azınlık hükümeti kuruldu.
*Bu hükümet güvenoyu alamayınca yerini Demirel'in kurduğu AP, MSP ve MHP koalis¬yonu aldı. Altı ay geçmeden Ecevit CHP, CGP, DP ve AP' den istifa eden bağımsız¬ları bir araya getirerek bir koalisyon oluşturdu.
*Bu hükümet 1979 sonbaharında ye¬rini MHP ve MSP' nin dışarıdan desteklediği Demirel'in kurduğu AP azınlık hükümetine bıraktı. Siyasi çalkantıların ve ekonomik zorlukların yaşandığı bu dönemde toplumsal gerilim, kutuplaşma ve şiddet giderek arttı. Bu dönem 12 Eylül 1980'de ordunun yönetime doğrudan el koymasıyla kapandı.
NOT:Azınlık hükümeti: parlamenter sistemlerde, parlamentoda çoğunluğu olmayan bir partinin, diğer parti ya da partilerin hükümete fiilen katılmadan dışarıdan destek vermesiyle oluşturduğu hükümet biçimidir.
//////////////3.ÜNİTENİN DEVAMI VE SON////////////
(EBRU BEYZA ÖZÇELİK)
1980’DEN BUGÜNE TÜRKİYE
12 Eylül rejimine biçimini veren anayasa’nın ve diğer temel yasaların milli güvenlik
Konseyi’nin (MGK) istekleri doğrultusunda “demokrasiye Geçiş süreci” söylemiyle yeni bir evreye geçildi.
Milli Güvenlik Konseyi: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren
Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Nurettin Ersin
Hava Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Tahsin Şahinkaya
Deniz Kuvvetleri Komutanı
Oramiral Nejat Tümer ve
Jandarma Komutan› Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşur.
1983 başına gelindiğinde yeni bir model kurgulanmaya başladı.
Kurgulanan modelin belirgin unsuru,
1-Gerçek bir siyasal partiler çoğulculuğu yerine merkez sağ ve merkez sol siyasi yelpazede odaklanacak
2-Yasallık sınırı içerisinde kendi sağ ve solundaki unsurları bu merkez örgütler içerisinde eritecek iki partili bir model yaratmaktı.
İki partili siyasal modelin dayanağını oluşturan temel fikir siyasal yaşamda istikrar gereği idi
*1983 Mayısında MGK siyasal partilerin oluşmasına izin verdi.
*Siyasal Partiler Kanunu’na göre bir parti 30 üye ile kurulabiliyordu. Ama MGK kurguladığı modeli yaşama geçirmek için, ilk etapta kurulacak partiler için önerilen kurucu üyelerin MGK tarafından onaylanacağı hükmünü de yasaya geçici bir madde olarak koymuştu.
*26 Haziran 1983 tarihli MGK kararına göre; en az 30 kurucu üyesi için MGK’nın onayını alamayan siyasal partiler, 6 Kasım 1983 seçimlerine katılamayacaklardı.
*MGK sadece yeni kurulan partilerin kurucu üyelerini belirlemekle kalmıyor, seçime girecek milletvekili adaylarını da belirleme yetkisini elinde tutuyordu.
12 Eylül 1980 öncesinin Adalet Partisi çevrelerince, emekli orgeneral Ali Fuat Esener’in başkanlığında oluşturulan Büyük Türkiye Partisi 21 Mayıs 1983’te ANAP ve HP ile birlikte siyasal yaşama atıldı ve İhsan Sabri Çağlayangil ve 143 eski parlamenter bu partiye katıldı. Kısa bir süre sonra MGK bu partiyi, AP’nin devamı olduğu gerekçesiyle kapattı. Bu partinin yerine kurulan DYP’nin 30 kurucusu birden 8 Temmuz 1983’te MGK tarafından veto edildi.
1983 Haziranında kurulan SODEP’in de 30 kurucu üyesinden, genel başkan Erdal İnönü dâhil 23’ü, 22 Haziran1983’te veto edildi. 9 Temmuz 1983’te SODEP’e 13 veto daha geldi. Böylece MGK’nın kurguladığı modelde yer almayan DYP, SODEP ve kurulmaya çalıştırılan diğer partilerin seçime girmeleri veto yoluyla engellendi.
MDP, HP ve ANAP’ın kurucuları veto engelini aştı ve sadece bu üç parti seçim için onay aldı.
ÖNEMLİ:10 Haziran 1983 tarihli milletvekili seçimi yasasına göre seçimde çifte barajlı nispi temsil yöntemi uygulanacaktı
ÖNEMLİ: Yasaya göre, seçimde oy kullanmak zorunluydu ve oy kullanmayan seçmenlere para cezası uygulanacaktı.
ÖNEMLİ:21 Eylül 1983’te açıklanan ilk vetolara göre MDP’den 74, HP’den 89, ANAP’tan 81 aday veto edilmişti.
21 Eylül 1983’te açıklanan ilk vetoların ardından partiler belirledikleri yeni adaylarını bir kez daha MGK’nın onayına sundular ve nihai aday listeleri MGK’nın denetiminden geçtikten sonra oluştu. Sonuçta üç partinin adaylar›n›n yaklaşık %20’si, bağımsız adayların da %90’ı veto edilmiş oldu.
MDP ve HP, bazı illerde seçim çevresi barajı engeline takılarak milletvekili çıkartamadı. Seçimlerin kesin galibi ANAP oldu. ANAP 400 milletvekilinden oluşan TBMM’de 212 sandalye kazandı
HP 117, MDP 71 milletvekilliği kazandı. Bu arada seçmenlerin %1,1’i bağımsız adaylara oy verdiler ama hiçbir bağımsız aday seçilmeye yetecek düzeyde oy alamadı.
*Cumhurbaşkanı Evren 7 Aralık 1983’te yeni hükümeti kurma görevini ANAP genel başkanı Turgut Özal’a verdi. Özal, bir başbakan yardımcısı, 6 devlet bakanı ve 14 icracı bakandan oluşan bir hükümet modeli taraftarıydı. Fakat bu mevcut yasalara uygun değildi. Bunun üzerine Özal bir geçici bakanlar kurulu listesi oluşturarak Evren’in onayına sundu. Evren listeyi 13 Aralık’ta onayladı. Listenin onaylanmasından sonra birbiri ardına çıkartılan kararnamelerle Özal’ın tasarladığı türden bir bakanlar kurulunun oluşturulmasının önündeki yasal engeller kaldırıldı. Özal da ilk listedeki bakanlar›n unvan ve görev alanlarını değiştirerek yeni hükümet listesini Evren’e bir kez daha sundu ve liste yeniden onaylandı.
*Hükümet programı TBMM’de okunduktan sonra, 22 Aralık’ta güven oylaması yapıldı. 393 milletvekilinin katıldığı bu oylama sonucunda hükümet 65 çekimser, 115 ret oyuna karşılık 213 oyla güvenoyu aldı
*12 Eylül 1980 öncesinin siyasal parti lider ve yöneticileri üzerindeki siyasal yasakların kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin referandumun 6 Eylül 1987 günü yapıldı. Siyaset yasakları kaldırılan Ecevit 13 Eylül’de DSP, Demirel 24 Eylül’de DYP, Türkeş 4 Ekim’de MÇP ve Erbakan 11 Ekim’de RP genel başkanlığına getirildiler.
*Meclis, yeni seçim tarihini 29 Kasım olarak belirledi
*1986 ve 1987’de milletvekili seçim yasasında önemli değişiklikler yapılmıştı. Yapılan değişiklikler;
o Her şeyden önce milletvekili sayısı 400’den 450’ye çıkarılmıştı
o seçim çevreleri yeniden düzenlenmiş ve altıdan çok milletvekili çıkaracak iller birden çok seçim çevresine bölünmüştü.
o Ülke genelindeki %10’luk genel baraj ve seçim çevresi barajları korunmuştu. Ama altı milletvekili çıkacak seçim çevrelerinde baraj hesaplanırken “bölme işleminin bir eksiğiyle yapılacağı ” kuralı benimsenerek en yüksek çevre barajı %20’ye düşürülmüştü.
o Bir başka önemli yenilik de tercihli oyun getirilmesiydi. Buna göre oy verdikleri partinin adayları arasında tercih yapmak isteyen seçmenlerin, partinin o seçim çevresindeki adaylarının en az yarısı için tercih kullanmaları zorunluydu.
*ANAP, 1983’e göre önemli bir oy kaybına uğramasına karşın, yine de seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başardı.
*TBMM ilk toplantısını 14 Aralık’ta yaptı.
*Cumhurbaşkanı Evren açılış konuşmasını yapmak üzere salona girdiğinde SHP ve DYP milletvekilleri ayağa kalkmayarak kendisini protesto ettiler.
*Meclis başkanlığına, ANAP’lıların oylarıyla Yıldırım Akbulut seçildi.
*Hükümeti kurmakla görevlendirilen Özal’ın oluşturduğu bakanlar kurulu listesi Cumhurbaşkanı Evren tarafından 21 Aralık’ta onaylandı.
*Hükümet 30 Aralık’ta yapılan güven oylamasında 153’e karşı 290 oyla güvenoyu alarak çalışmalarına başladı.
*Yeni genel seçimlerinin normal koşullarda 1992 yılının kasım ayında yapılması gerekirken, başbakan Mesut Yılmaz’ın öteki parti liderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra seçimlerin erkene alınması kararlaştırıldı.
*TBMM’nin 24 Ağustos 1991’de yaptığı olağanüstü toplantıda ANAP grubunun verdiği yasa teklifi benimsenerek erken genel seçimlerin 20 Ekim 1991’de yapılması kararlaştırıldı.
*Seçime katılan hiçbir parti tek başına çoğunluğu sağlayamadı.
*16 Kasım’da yapılan ve salt çoğunluğun arandığı üçüncü turda DYP eski genel başkanlarından Hüsamettin Cindoruk TBMM başkanı seçildi.
*Cumhurbaşkanı Özal, 7 Kasım’da yeni hükümeti kurma görevini TBMM’de en çok temsilcisi bulunan DYP’nin genel başkanı Demirel’e verdi.
*Koalisyon protokolü 19 Kasım’da imzalandı.
*Cumhurbaşkanı Özal’ın 20 Kasım’da onayladığı bakanlar kurulu listesi başbakan Demirel dışında 20 DYP’li ve 12 SHP’li bakandan oluştu. Hükümet 30 Kasım’da 164’e karşı 280 oyla güvenoyu alarak çalışmalarına başladı.
*Bakanlar kurulu listesi açıklanmadan, TBMM seçimlerin 24 Aralık 1995’e alınmasına karar verdi. Aynı gün seçim yasasında da önemli değişiklikler yapıldı. Buna göre, milletvekili sayısı 450’den 550’ye çıkartıldı ve bu 550 milletvekilinden 100’ünün seçim çevrelerine bağlı kalmaksızın, partilerin ülke genelinde aldıkları oylar esas alınarak “Türkiye milletvekili” olarak seçilmeleri öngörüldü.
*1987 ve 1991’deki kontenjan milletvekilliği uygulamasına son verildi. Buna karşılık seçim çevrelerinin daraltılması uygulamasından da vazgeçilerek her ilin bir seçim çevresi olması kararlaştırıldı. Sadece, İstanbul üç, Ankara ve İzmir ikişer seçim çevresine bölündü, öteki illerin her biri ise birer seçim çevresi olarak düzenlendi.
*27 Kasım 1995’te partiler aday listelerini açıkladılar. Listeler hemen hemen bütün partilerde karışıklıklara yol açtı Hâlen milletvekili olup listelerdeki yerlerini beğenmeyen küskünler, meclis başkanlığına başvurarak, erken genel seçimleri ertelemek amacıyla tatilde bulunan meclisi toplantıya çağırdılar. Fakat mecliste çoğunluk sağlanamadı ve küskünlerin bu girişimi sonuçsuz kaldı.
*24 Aralık’ta yapılan seçimlere tam 12 parti katıldı. Seçmenlerin çoğunluğu sandık başına giderek oylarını kullandılar. Hiç bir parti tek başına hükümeti kurabilecek sayıda milletvekilliği kazanamazken, seçimlerden en kazançlı çıkan parti RP oldu.
***-1991 genel seçimlerine MÇP ve IDP ile ittifak yaparak katılan ve bir blok hâlinde oyların %16,9’unu alan RP, oylarını artırdı ve RP bu oy oranıyla tam 158 milletvekilliği kazandı.
-Seçime Büyük Birlik Partisi ile ittifak yaparak giren ANAP’ın oy oranıyla 132 milletvekili çıkardı.
-1991 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan DYP’nin oyları da düştü. DYP bu oy oranıyla 135 milletvekili çıkardı.
-DSP 1991’de aldığı oy oranını yükseltti ve 76 milletvekilliği kazandı.
-1991’de SHP ise seçime bu kez CHP çatısı altında birleşerek giren bu partinin oyları geriledi.
-Ülke genelindeki barajı zor aşan CHP 49 milletvekili çıkardı.
-Seçime katılan öteki yedi parti ise ülke barajına takılarak TBMM’de temsil edilme olanağından yoksun kaldı. (Bu partiler Milliyetçi Hareket Partisi, Halkın Demokrasi Partisi, Yeni Demokrasi Hareketi, Millet Partisi, Yeniden Doğuş Partisi, İşçi Partisi, Yeni Parti )
***Yeni meclis çalışmalarına 8 Ocak 1996’da başladı. Mustafa Kalemli 25 Ocak1996’da TBMM Başkanlığına seçildi. Ama seçimlerden sonra ortaya çıkan bölünmüş meclis aritmetiği nedeniyle, yeni hükümetin kurulması bir hayli uzadı ve hükümet ancak Mart 1996’da kurulabildi.
*2000’de yapılması gereken seçimler erkene alındı ve 1999’da yeniden seçime gidildi.
*Seçimden oylarında büyük bir patlama gerçekleştiren DSP ve MHP galip çıktılar.
* DSP oyların %22,2’sini, MHP de %18,0’ini aldı, ANAP, DYP, FP ve CHP’nin oyları önceki yıllara göre bir hayli düştü.
*Seçimden sonra DSP, MHP ve ANAP bir araya gelerek yeni hükümeti kurdular, başbakanlığını da DSP genel başkanı Bülent Ecevit üstlendi.
*Ecevit hükümeti uzunca bir süre işbaşında kaldıktan sonra seçimler bir kez daha erkene alındı ve 2002’de yeniden seçime gidildi.
*1995 ve 1999’de uygulanan seçim sisteminde herhangi bir değişikliğe gidilmeden yapılan 2002 seçimine 18 parti katıldı. DSP, MHP, ANAP, DYP, CHP, HADEP, BBP, MP, İP ve ÖDP önceki seçimlerden bilinen partilerdi.
*Seçimden önce FP kapatılmış ve bu partinin yerine iki parti kurulmuştu: Saadet Partisi (SP), RP ve FP’nin çizgisine sadık kalırken Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) merkeze kayarak, ciddi bir oy kaybına uğrayan merkez partilerin boşluğunu doldurmaya talip oldu.
*Genç Parti (GP), Bağımsız Türkiye Partisi (BTP), Yurt Partisi (YP), Yeni Türkiye Partisi (YTP) yeni kurulup seçime ilk kez katılan partilerdi.
*Önceki seçimlere katılan HADEP ve EMEP, DEHAP çatısı altında ittifak yaparak seçime girdi. DTP de DYP ile ittifak yaptı.
*Bu arada SiP adını Türkiye Komünist Partisi (TKP) şeklinde değiştirerek seçime girdi.
*Seçim AKP’nin mutlak bir başarısıyla sonuçlandı. Oyların çoğunluğunu alan AKP tam 363 milletvekili çıkarırken, CHP 178 milletvekiliyle mecliste temsil edilme hakkını kazandı.
*Seçimden sonra, 18 Kasım 2002’de Abdullah Gül AKP’nin meclisteki çoğunluğuna dayanarak koalisyon hükümetlerine son vererek bir tek parti hükümeti kurdu. Partinin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, üzerindeki siyasal yasak kalkınca, 18 Mart 2003’te Başbakanlığı devraldı.
*2007’de yapılan seçimi oylarını yükselten AKP bir kez daha kazandı. CHP ana muhalefet partisi konumunu korudu, MHP de ülke barajını aştı ve yeniden mecliste temsil edilme imkânı buldu.
Bir kez daha Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında kurulan yeni hükümet 2011 seçimine kadar işbaşında kaldı.
*2011 seçiminde AKP bu kez oyların yarısını (%49,8) aldı ve seçimden yine galip çıktı. CHP ise ana muhalefetteki konumunu korudu, MHP yeniden TBMM’ye temsilci gönderdi.
*Seçimden sonra üçüncü Erdoğan hükümeti kuruldu.


SEÇİM SİSTEMLERİNİN YARATTIĞI ORANTISIZLIKLAR, PARTİ SİSTEMİ VE SEÇMEN TERCİHLERİNDEKİ DEĞİŞİMLER
Türkiye’de partilerin seçimlerde aldıkları oy oranlarıyla TBMM’deki temsil oranları arasında zaman zaman büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılıkları ölçen Gallagher Endeksine göre bu orantısızlıklar en çok 1950’li yıllarda yaşanmıştır. En yüksek sapma %33,2 ile 1954 seçimlerinde yaşanmıştır.
Orantısızlık endeksi değeri 1950’de %29,3, 1957’de de %18,3 düzeyinde gerçekleşmiştir. Nispi temsile geçilmesiyle birlikte endeks değeri 1960 ve 1970’li yıllarda normal düzeylerde seyretmiş ve % 2,1 ile %9,1 arasında değişmiştir. 1980 darbesinden sonra uygulamaya sokulan ülke ve seçim çevresi barajları ile 1987 seçimleriyle birlikte başlayan kontenjan uygulaması orantısızlığı yeniden yükselmiştir.
***ÖNEMLİ***Orantısızlık endeksi “Gallagher Endeksi” olarak bilinir. Bir seçimde partilerin almış oldukları oy oranları ile sandalyelerin dağılımı arasındaki orantısızlığın derecesini ölçmek üzere geliştirilmiştir. Endeks değeri, 0 ile 100 arasında değişir. 0 herhangi bir orantısızlığın söz konusu olmadığını adil bir seçim sistemini gösterir. 100 ise tam bir orantısızlık anlamına gelir.
Liste usulü çoğunluk sistemi ile nispi temsil sistemine eşlik eden ek uygulamalar parti sistemini de doğrudan etkilemiştir.
Etkin parti sayısı, partilerin meclisteki temsil oranlarından yola çıkarak etkin parti sayısını hesaplar ve parti sisteminin niteliği hakkında kesin bir fikir verir. Sistemin klasik tasnife göre tek partili bir sistem mi, iki partili bir sistem mi, yoksa çok partili bir sistem mi olduğunu ölçtüğü gibi daha ayrıntılı bilgi de verir.
Sisteme çok partili sistem denebilmesi için etkin parti sayısının 3’ün üzerinde olması öngörülür.
Oy Salınımı Endeksi: İki seçim arasında bir bütün olarak partiler arasındaki oy kaymalarının oranını gösterir. Seçime katılan bütün partilerin, karşılaştırılan iki seçimdeki oy oranları birbirinden çıkartılarak net kayıp veya kazançları hesaplanır.Endeks net kayıp veya kazançlardan yola çıkılarak hesaplanır. Dolayısıyla bir seçimde, seçmenlerin, bir önceki seçime göre hangi oranda farklı partilere yöneldiğini net olarak ölçer. İki seçim arasında %25 olarak hesaplanmışsa bu söz konusu iki seçim arasında toplam düzeyde her dört seçmenden birinin bir önceki seçime göre tercih ettiği partiyi değiştirdiği anlamına gelir.




4.ÜNİTE
Türk Siyasal Yaşamında Anayasal Geçişler
Anayasalar, temel hak ve özgürlükleri tanımlayarak devlet ile vatandaşlar arasında¬ki ilişkileri ve yasama, yürütme, yargı gibi devletin temel organlarının kuruluş ve işleyiş esaslarını düzenleyen kurallar bütünüdür. Bu kurallar dönemin uluslararası ortamı ve ülkenin siyasal, toplumsal ve iktisadi şartlarından etkilenir. Bu anlamda anayasa yapım süreçleri ve anayasa metinleri bir ülkenin siyasal rejiminden hare¬ketle belirlediği gibi dönemin temel özelliklerini de yansıtır. Osmanlı İmparatorlu¬ğu ve Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakıldığında da bu durum görülür.
İnsanlık tarihinde anayasal nitelikte düzenlemeler eski tarihlere gitmekle birlik¬te, liberal anayasacılık hareketi denildiğinde 18. yüzyılda, temel hak ve özgürlük¬ler ile devletin temel düzenine ilişkin kuralları, bağlayıcı yazılı bir belgede topla¬ma amacı güden hareketler anlaşılır. Bu doğrultuda, 1787 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Anayasası ilk yazılı anayasa olarak kabul edilir. Bu tarihten itibaren Ba¬tı dünyası anayasacılık hareketlerine sahne olmuştur. Osmanlı Devleti'nin de bu hareketlerden etkilendiği görülmektedir.

OSMANLI DEVLETİ'NDE ANAYASACILIK HAREKETLERİ
İlk Anayasal Nitelikte Belgeler
Sened-i İttifak
Osmanlı İmparatorluğu tarihinde anayasal nitelikte ilk belge 1808 tarihli Sened-i İt¬tifak olarak kabul edilir.
Bir giriş, yedi şart (madde) ve bir zeylden (ek) oluşan bu belge, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa'nm âyanları davet ettiği bir toplantıda, bu toplantıya katılanların/temsilci gönderenlerin bazıları tarafından imzalandıktan sonra, padişah II. Mahmut tarafından da imzalanmıştır. Başka bir deyişle Sened-i İttifak, bir yanda merkezî gücü temsil eden aktörler, diğer yanda merkez dışı çev¬re güçleri temsil eden âyanlar arasında yapılan iki taraflı bir anlaşmadır ve bu özel¬liğiyle misak (sözleşme) niteliğindedir.
Bu belgenin giriş kısmında amaç, sarsılan devlet otoritesinin kuvvetlendirilmesi olarak belirtilmiştir. Bu doğrultuda âyanlar, padişahın otoritesini ve onun mutlak ve¬kili sadrazama itaat etmeyi kabul ederken, kendi yönetimlerindeki asayişe ve vergi¬lerin ezici olmamasına dikkat etmeyi taahhüt etmiştir. Vergilerin adil toplanacağı ta-
ahhüdü bu belgenin tarafı olmayan halkın da bazı kazanımları olduğunu göster¬mektedir. Diğer taraftan Sened-i İttifak ile sadrazamın keyfi eylemlerinin önlenmesi, suçu olmayan âyana merkez tarafından müdahale edilmemesi garanti altına alınır.
Sened-i İttifak, imzalayan taraflar ve içeriğindeki bazı özellikler bakımından İn¬gilizlerin 1215 tarihli Magna Carta'sına benzetilebilecek olsa da Magna Carta İngi¬liz feodal beylerinin Kral'a kendi şartlarını dayattıkları bir belgeyken Sened-i İttifak çevre güçlere karşı merkezî devlet otoritesini güçlendirmeyi amaçlayan sadraza¬mın girişimiyle ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan merkezî güç iktidarını kuvvetlendir¬mek için birtakım tavizler de vermiştir. Bu anlamda Sened-i İttifak, padişahın mut¬lak iktidarının sınırlanabileceği fikrini ortaya koyması bakımından önemli bir bel¬ge olarak kabul edilir.
Tanzimat Dönemi
Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşadığı sorunlara çözüm getirmek amacıyla ve Batılı devletlerin etkileri ile 19. yüzyıl başında bazı reform girişimleri yapılır. Bu çerçeve¬de iktidarın yetkilerini ve devlet toplum ilişkilerini düzenleyen metinler de ortaya çıkar. Bunlar arasında en önemlilerinden bir tanesi 1839 tarihli Gülhane Hattı Hü¬mayunu (Tanzimat Fermanı) ise bir diğeri 1856 tarihli Islahat Fermanı'dır.
Gülhane Hattı Hümayun'u padişahın tek taraflı iradesinin sonucu olduğu için, Sened-i İttifak'tan farklı olarak ferman niteliğindedir. Padişah, tebaasına birtakım haklar bahşetmiş, bunlara uyacağına dair yemin etmiş, ancak bunlara uyulmaması¬nı herhangi bir yaptırıma bağlamamıştır. Gülhane Hattı Hümayun'u, içerdiği temel hak ve özgürlükler bakımından eksik de olsa önemli bir liste sunmaktadır. Kanun¬ların üstünlüğüne vurgu yapılan metinde, can güvenliği, şeref, haysiyet ve ırzın ko¬runması, aleni yargılanma hakkı, askerlik hizmetlerinde adalet ve eşitlik, mali güce göre vergi alınması ilkesi, devlet harcamalarının kanunla yapılması ve denetlenme¬si, mülkiyet hakkı, müsadere yasağı ve eşitlik ilkesi gibi konular yer almaktadır.

Islahat Fermanı ise 1856 yılında yapılan Paris Konferansı öncesinde bazı Avrupa devletlerinin baskısıyla ilan edilmiştir. Temel hükümleri Sadrazam Ali Paşa ile İstan¬bul'daki İngiliz ve Fransız elçileri arasında kararlaştırılan belgenin asıl amacı Müslü¬manlar ile gayrimüslimler arasında tam bir eşitlik sağlanmasıdır. Adalet, vergi, asker¬lik, eğitim gibi birçok alanda gayrimüslimler aleyhine olan eşitsizliklere son veril¬miştir. Her ne kadar, yapım sürecinde Avrupa devletleri ile pazarlıklar yapılmışsa da sonuç olarak padişahın tek taraflı iradesini yansıtan bir ferman ile ilan edilmiştir.
İlk Anayasa (1876 Kanun-i Esasi)
19. yüzyılın başından itibaren yaşanan bu gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu'nda mutlak iktidarın sınırlandırılmasına yönelik girişimler olmakla birlikte söz konusu belgeler anayasa olarak kabul edilmemektedir. Islahat Fermanı sonrasında da Av¬rupa devletlerinin değişiklik talepleri devam etmiştir. Hatta Osmanlı İmparatorlu¬ğu'nun iç sorunlarının görüşülmesi için İstanbul'da bir konferans (Tersane Konfe¬ransı) düzenlenmesine karar verilmiştir. İlk anayasa olan Kanun-i Esasi de bu kon¬feransın açılışının yapılacağı gün ilan edilmiştir (23 Aralık 1876). Bu durum her ne kadar dış etkilerin anayasanın kabulündeki rolünü gösterse de anayasanın sadece dış baskılar sonucu kabul edildiğini ileri sürmek için yeterli değildir. Geniş halk kitlelerinin talebi sonucu olmamakla birlikte, meşruti rejime geçilmesinde Genç Osmanlılar hareketinin de önemli bir rolü vardır. Öncesindeki dönemde sadrazam ve padişah değişikliklerinde etkili olan bu hareketin destekçileri, II.Abdülhamit'i tahta geçirirken meşrutiyet rejimine geçileceği sözü almıştır.

Sadrazam Mithat Paşa tarafından hazırlanan 57 maddelik anayasa taslağını (Ka- nun-ı Cedid) ülke koşullarına uygun görmeyen padişah, Sait Paşa'ya Fransız Ana¬yasalarını çevirtmiş ve nazırlarından da bunları değerlendirmelerini istemiştir. Tas¬lakların hazırlanmasının ardından anayasa hazırlamakla görevli resmî bir komisyon oluşturulmuştur. Padişah tarafından atanan 28 üyeden (2 asker, 10 ulema ve 3'ü Hristiyan 16 sivil bürokrat) oluşan bu komisyon, Mithat Paşa ve padişah tarafından hazırlanan taslakların yanı sıra, Belçika, Polonya ve Prusya vb. anayasalardan da yararlanarak asıl anayasa tasarısını hazırlamıştır. Zamanla yarışarak hazırlanan bu metin, 23 Aralık 1876'da padişah tarafından kabul ve ilan edilmiştir.
Kanun-i Esasi'ye göre, ülkesiyle bölünmez bütün olan Osmanlı Devleti'nin res¬mî dili Türkçe, başkenti İstanbul'dur. Saltanat ve hilafet hakkının Osmanoğulları soyuna ait olduğu devletin dini İslam'dır.
Yürütme organı padişah ve Heyet-i Vükeladan (Bakanlar Kurulu) oluşur. Pa¬dişah, yürütmenin başı olduğu gibi, Heyet-i Vükela başkan ve üyelerini (sadra¬zam, şeyhülislam ve vekiller) kendisi seçer, atar ve görevden alabilir. Padişah'm siyasi, hukuki, cezai sorumluluğu bulunmadığı gibi, parlamentodan güvenoyu al¬ması gerekli olmayan Heyet-i Vükelanın da yasama organına karşı siyasi sorum¬luluğu bulunmamaktadır.
Meclis-i Umumi adı verilen yasama organı Heyet-i Âyan ve Heyet-i Mebusan adında iki kanattan oluşur. Dört yıl görev yapmak üzere seçim yoluyla oluşan He- yet-i Mebusan'da, her elli bin erkek nüfusa bir temsilci düşmektedir. Ömür boyu görevde kalan Heyet-i Âyan üyeleri ise 40 yaşını aşan ve seçkin hizmetleri ile tanı¬nan kişiler arasından doğrudan padişah tarafından belirlenir. Ayrıca her iki heye¬tin başkanları da padişah tarafından seçilir. Padişah, Heyet-i Âyan başkanını doğ¬rudan belirlerken, Heyet-i Mebusan başkanı ve iki yardımcısını bu heyetçe göste¬rilen üçer aday arasından seçer ve atar.
Padişah tarafından belirlenmeyen tek kurulun Heyet-i Mebusan olduğu bu sis¬temde, yasama ve yürütme organlarının işleyişinde de padişahın önemli yetkileri olduğu görülmektedir. Heyet-i Vükela, bazı konuları görüşmek için padişahtan izin almak zorundadır. Toplantı yılı kasım ayı başında padişah buyruğu ile açılır ve mart ayında padişah buyruğu ile kapanır. Meclisin tatil ve feshedilmesi de padişa¬hın kutsal hakları arasındadır. Meclis ile hükûmet arasında bir uyuşmazlık çıkması halinde padişahın Heyet-i Mebusan'ı dağıtma yetkisi vardır.
Parlamentonun asıl işlevi olan yasa yapım sürecinde de padişahın ağırlığı gö¬rülmektedir. Kanun teklif etme yetkisi Heyet-i Vükela'ya aittir ve teklif için padişa¬hın oluru gerekir. Şuray-ı Devlette (Danıştay) tasarı haline getirilen metin Heyet-i Mebusan'da görüşülüp kabul edildiği takdirde Heyet-i Âyan'da görüşülerek karara bağlanır. Son olarak tekrar padişah önüne gelen metin onaylandığı takdirde kanun olur. Padişahın mutlak veto yetkisi bulunur. Bu süreç incelendiğinde, seçimle ge¬len tek organ olan Heyet-i Mebusanın yetkisinin, sadece istemediği yasanın çıkma¬sını engellemekten ibaret olduğu görülür.
Temel hak ve özgürlükler ile mahkemelerin statüsü ve yargısal güvencelere iliş¬kin hükümlerde Tanzimat dönemi kazanımları korunmuş, hatta bu kazanımlara önemli katkılar yapılmıştır. Oldukça geniş bir temel hak kataloğunun yanı sıra, yar¬gı yetkisinin tamamen bağımsız mahkemelere bırakıldığı görülmektedir. Bununla birlikte, padişahın ısrarı üzerine eklenen 113. madde ile padişaha hükûmet emrini ihlal edenleri sürgüne gönderme yetkisi verilmesi bu hakları etkisiz kılmaktadır. Nitekim bu alandaki olumlu hükümlerin kağıt üstünde kaldığı görülmüştür.



1876 Anayasası, padişahın zaten sahip olduğu yetkilerin bir anayasa ile meşru- laştırılması işlevini görmüştür. Padişahın yetkilerinin seçilmiş meclis olan Heyet-i Mebusan tarafından tam olarak sınırlanmadığı dikkate alındığında, bu rejim için meşrutiyet nitelemesi tartışmalı bir hâl almaktadır. Ancak, özellikle yargı ve kısmen de olsa yasama işlevi açısından padişahı egemenliğin tek sahibi olmaktan çıkarma¬sı bakımından mutlakiyet rejiminden çıkıldığı da açıktır. Sonuç olarak, bu siste¬min ılımlı, anayasalı ve parlamentolu olmakla birlikte, meşruti, anayasal ve parla¬menter bir sistemin nitelikleri haiz olmadığı söylenebilir. (TANÖR, s. 149)
1876 Anayasası'nın seçimle belirlenen tek meclisi olan 130 üyeli (80 Müslüman - 50 gayrimüslim) Heyet-i Mebusan için seçilme yaşı 25 olarak belirlenmiştir. Oy¬lamaya sadece erkekler katılabildiği gibi, servete ve vergiye dayalı sınırlamalar da yapılmıştır. Seçim iki derecelidir. Basit çoğunluk esasının kabul edildiği seçim sis¬teminde, siyasi partiler bulunmadığından bütün adaylıklar kişiseldir. İlk Osmanlı parlamentosu 19 Mart 1877 günü açılmıştır. Bu meclis, seçimlerin "bu senelik" ol¬duğuna dair hüküm gereğince üç ayı biraz geçen toplantı yılının ardından kendi¬liğinden dağılmış ve 13 Aralık 1877 tarihinde toplanan ikinci meclis için seçimler yenilenmiştir. Aralık'ta toplanan Meclis-i Umumi ise 14 Şubat 1878'de Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) gerekçe gösterilerek II. Abdülhamit tarafından tatil edilmiştir. Pa¬dişahın, bir daha toplantı çağrısında bulunması için ise 30 yıl beklemek gerekmiş¬tir. Böylece, padişahın tek taraflı iradesiyle Kanun-i Esasi askıya alınmış ve tam bir mutlakıyete geri dönülmüştür.
II. Abdülhamit'in uygulamaları kendi muhalefetini de doğurmuş ve özellikle Jön Türk hareketi gerek örgütlülüğü gerekse oluşturduğu kamuoyu ile 1908 yılın¬da ikinci kez meşrutiyetin ilan edilmesinde etkili olmuştur. II. Meşrutiyet olarak ad¬landırılan bu dönemin başında II. Abdülhamit, otuz yıl aradan sonra önce Meclisi toplantıya çağırmış (23 Temmuz 1908) ve ardından Kanun-i Esasi'nin yürürlükte olduğuna dair bir Hatt-ı Hümayun yayınlamıştır (1 Ağustos 1908).
II. Meşrutiyet'in ilanından kısa bir süre sonra Kanun-i Esasi'de önemli değişik¬likler yapılacaktır. Ancak, bu değişiklikler öncesinde uygulamaya yönelik de önem¬li farklılıklar göze çarpmaktadır. Meşrutiyet yeniden ilan edildikten sonra padişah karşısında güçlenen ilk organ hükümettir. Heyet-i Vükela (Kamil Paşa Kabinesi), Osmanlı siyasal hayatında ilk defa bir "hükûmet programı" hazırlayarak kamuoyu¬na sunmuş ve yayınlamıştır.


İttihat ve Terakki Cemiyetince gösterilen adayların çoğunlukta olduğu Meclis 17 Aralık 1908 günü padişah tarafından açılmıştır. Bu dönemde, gerek uzun yıllar meşrutiyet mücadelesi vermiş Ahmet Rıza Bey'in başkanlığındaki Heyet-i Mebu¬san, gerekse Heyet-i Âyan hakimiyet-i milliye (millî egemenlik) kavramını resmen kullanmaya başlamıştır. Ayrıca, oldukça kısa bir sürede Osmanlı siyasi hayatında birçok "ilk"in yaşanmasına tanıklık edilmiştir: İlk güven oylaması, ilk güvensizlik oyu bildiren karar, hükûmet programını meclisin güvenine sunan ilk hükûmet... Ancak sistem tam olarak oturmuş olmadığı için 31 Mart ayaklanmasının ardından bu kazanımlardan geriye dönüş yaşanmaya başlamış ve bu süreç ayaklanmayı bas¬tırmak amacıyla Hareket Ordusu'nun İstanbul'a gelişinin ardından padişahın taht¬tan indirilmesine kadar devam etmiştir. Yeniden göreve gelen Hüseyin Hilmi Pa¬şa, kabine beyannamesini güvenoyuna sunmuş ve bu usul daha sonraki hükümet¬lerce de benimsenerek uygulanmıştır.

1909 Değişiklikleri
1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanı ile Kanun-i Esasi'nin uygulamasında bazı değişik¬likler yapılmaya başlanmışsa da 31 Mart ayaklanmasının bastırılması ve padişah de¬ğişikliğinin ardından Meclis-i Umumi temel hukuki yapının değiştirilmesi yönünde adımlar atmaya başlamıştır. 1909 yılının Ağustos ayında, 1876 Anayasası'nın 21 maddesi değiştirilmiş, bir maddesi kaldırılmış, üç tane de yeni madde eklenmiştir. Ancak, bu değişiklikler Anayasa'nın temel yapısını değiştirecek kadar önemli konu¬larda olduğu için adeta yeni bir Anayasa yapıldığı kabul edilebilir. 1876'da padişa¬hın tek taraflı iradesi söz konusu olduğu hâlde, 1909 değişikliği milletin temsilcile¬ri tarafından yapılmış, padişah sadece kabul edip onaylamıştır. Dolayısıyla 1909 de¬ğişikliği iki yanlı bir iradenin ürünü olarak misak anayasa özelliği taşımaktadır.
1909 değişikliklerinde devletin monarşik ve teokratik yapısı korunurken padi¬şahın gerçekten sınırlanması yönünde adımlar atılmıştır. Artık en önemli kurum Meclis-i Mebusandır. Padişah Meclis-i Umumi önünde anayasaya bağlılık yemini etme yükümlülüğü altına girmiş ve ödenekleri yasaya bağlanmıştır. Meclis-i Mebu- sanın birinci ve ikinci başkanları padişah tarafından değil, bizzat meclis tarafından seçilecektir. Gerek Âyan Meclisi, gerekse Mebusan Meclisi kasım ayı başında padi¬şahın herhangi bir daveti olmaksızın kendiliğinden toplanabilecektir. Yasa yapım süreci de tamamen değişmiştir. Meclis-i Mebusan padişah izni olmaksızın her ko¬nuda teklif verebilir hâle gelmiştir. Teklif üzerine padişah oluru verilmesi ve tekli¬fin Şuray-ı Devlette tasarı hâline gelmesi usulü tamamen kaldırılmıştır. Son olarak, padişahın mutlak veto yetkisi geciktirici vetoya dönüştürülmüştür. Meclisler, aynı metni 2/3 çoğunlukla kabul ettiği takdirde, padişah onaylamak zorundadır. Bakan¬lar Kurulu, padişah önünde sorumlu olmaktan çıkarılıp Meclis-i Mebusan önünde sorumlu hâle getirilmiştir.
Padişahın yürütme alanına ilişkin yetkilerine bakıldığında, artık sadece sadra¬zam ve şeyhülislamı bizzat atayabildiği, diğer vekilleri ise sadrazamın seçimi doğ¬rultusunda usulen atadığı görülmektedir. Sadrazamı belirlerken de herhangi birini değil meclisten güvenoyu alabilecek birini seçmesi gerekmektedir. Parlamenter hükûmet sisteminin bir gereği olarak, padişah yetkilerini sadrazam ve ilgili baka¬nın imzasıyla kullanabilecektir. Bakanlar kurulunun bir konuyu görüşmek için pa¬dişahtan izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır.
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu:
1921 Anayasası ile 1924 Anayasası'nın ilk başlığı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'
Padişaha sürgün yetkisi veren 113. maddenin kaldırılması, sansür yasağı getiril¬mesi, postaya verilen evrakların mahkeme kararı olmadan açılamayacağının kabul edilmesi, kanun dışı tutuklamanın engellenmesi, toplanma ve dernek kurma hak¬larının anayasallaştırılması temel hak ve özgürlükler alanında önemli gelişmelerdir. Bütün bu değişiklikler doğrultusunda, 1909'da Osmanlı Devleti'nin parlamenter, anayasal bir monarşiye geçtiği ileri sürülebilir.
1921 ANAYASASI (TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU)
Osmanlı împaratorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'ndan yenilgi ile çıkmasının ardından, İstanbul işgal edilmiş (16 Mart 1920) ve Meclis-i Mebusan feshedilmiştir (11 Nisan 1920). Bu durum üzerine, kurtuluş mücadelesinin bir parçası olarak 23 Nisan 1920'de Ankara'da olağanüstü yetkileri haiz bir meclis kurulmuştur. Büyük Millet Meclisi (BMM) adı verilen bu Meclisin üyeleri, yeni yapılan seçimler ile belirlenen¬lerin yanı sıra, feshedilen Meclis-i Mebusan üyelerinden belirli bir tarihe kadar BMM'ye katılma iradesi gösterenler ile Malta'da sürgünde bulunan meclis üyelerin¬den oluşmuştur. 20 Ocak 1921'de BMM tarafından kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 23 madde ve bir


Teşkilat-ı Esasiye Kanunu hem uygulandığı süre hem de içerik bakımından kı¬sa ve çoğu maddesi uygulamaya geçmemiş bir anayasadır. Bununla birlikte, Kur¬tuluş Savaşı'nm kazanılmasının ardından sırasıyla saltanatın kaldırılması, cumhu¬riyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması gibi çok köklü hukuki reformlar bu anayasa rejiminde yapılmıştır. Bu köklü değişikliklerden ilki birinci meclis tarafından ya¬pılırken, diğerleri 11 Ağustos 1923'te çalışmalarına başlayan ikinci dönem meclisi tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu meclis üyelerinin çoğunun adaylıklarını ve do¬layısıyla milletvekilliklerini Mustafa Kemal'e borçlu olduğu gözden kaçırılmamalı¬dır. Göreve başlamasının hemen ardından Lozan Antlaşması'nı onaylayan Meclis, yeni bir anayasa yapımına gerek duymaksızın Anayasanın bir maddesini değiştir¬mek suretiyle cumhuriyet rejimini kabul etmiş, ardından da hükûmet sistemiyle il¬gili önemli değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikler 1924 Anayasası sistemine bir geçiş niteliğindedir. 1924 ANAYASASI
Kanun-i Esasi'nin tam olarak yürürlükten kaldırılmamış olması nedeniyle ortaya çı¬kan iki anayasalı dönemi sonlandırmak üzere, kurucu meclis sıfatı taşımadığı hâlde, ikinci dönem meclisi kendisini yeni bir anayasa yapmaya yetkili görmüştür. Bu doğrultuda, Kanun-i Esasi Encümeni (Anayasa Komisyonu), kendiliğinden bir tasarı hazırlayarak Genel Kurula sunmuş, her maddenin kabulü için toplantı yeter¬sayısı olan salt çoğunluğun üçte ikisinin oyu yeterli sayılmıştır.
20 Nisan 1924'te kabul edilen Anayasa'nın temel özelliklerine bakıldığında, ilk maddede Türkiye Devleti'nin cumhuriyet ile yönetildiğine ilişkin hükmün yer aldı¬ğını ve bu maddenin değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ilkesinin kabul edildiği görülmektedir. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun belirtil¬mesi ile millet egemenliğine gönderme yapılırken, egemenliğin kullanımı millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakılmıştır. Meclis yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini ise kendi seçtiği cumhurbaşkanı ve onun belirlediği bakanlar ku¬rulu eliyle kullanacaktır. Yargı yetkisi ise, yine millet adına bağımsız mahkemeler¬ce kullanılacaktır.
Cumhurbaşkanı milletvekilleri arasından bir seçim dönemi (kural olarak 4 yıl) için seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi kendisini seçen meclisin görev süresi¬ne bağlıdır, seçimlerin erkene alınması durumunda cumhurbaşkanının da süresi biter. Bununla birlikte yeniden seçilmek mümkündür. Cumhurbaşkanınca meclis üyeleri arasından seçilen başbakan, yine meclis üyeleri arasından bakanları belir¬ler ve cumhurbaşkanının onayına sunar. Bu şekilde kurulan hükümetin bir hafta içinde programını sunması ve güvenoyu alması gerekmektedir. Bakanlar Kurulu¬nun siyasi sorumluluğu neticesinde düşürülmesi mümkündür. Buna karşılık, yü¬rütmenin yasamayı feshetme olanağı bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğu bulunmadığı için yetkilerini ilgili bakan ve başbakanın imzası (karşı imza) ile kullanabilir. Bu çerçevede, kuvvetler birliği ve meclis hükûmeti sistemi benimsenmiş olduğu hâlde, yasama ve yürütme arasında işlevsel bir ayrım yapıl¬dığı ve bu doğrultuda parlamenter sisteme doğru bir kayış başladığı görülmek¬tedir. 1924 Anayasasının metni dikkate alındığında, cumhurbaşkanının konumu¬nun zayıf, meclisin üstün olduğu düşünülebilirse de, uygulamada cumhurbaşkanı olan kişilerin kimliği ve dönemin özellikleri nedeniyle aksi yönde bir sonuç orta¬ya çıkmıştır. Bunun en önemli gerekçelerinden biri de tek parti rejimidir.
Özellikleri:

Yürütme organı iki başlıdır: Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu.
Devlet başkanı siyasi olarak sorumsuzdur.
Bakanlar Kurulu sorumludur.
Yürütme yasamayı feshedebilir.
Kurucu Meclis: Yeni bir anayasa hazırlamak için oluşturulan kurul.
Salt çoğunluk: Üye
tamsayısının yarısından fazlasını ifade eder.
Parlamenter sistem:
Yasama ve yürütme kuvvetleri arasında iş birliğine dayanan yönetim biçimi.
1924 Anayasası temel hak ve özgürlükler alanında bireyci ve liberal bir anlayı¬şa sahiptir. Özgürlüklerin sınırı, başkalarının özgürlükleridir (m.68). Kişi dokunul¬mazlığı, düşünce, ifade, vicdan, din, basın, seyahat, sözleşme, mülkiyet, toplantı yapma, dernek kurma gibi klasik hakların çoğu "Türklerin tabii hakkı" olarak ka¬bul edilmiştir (m.70). Anayasa'ya göre buradaki Türk kelimesi, Türkiye'de din ve ırk ayırt etmeksizin vatandaşlık bakımından herkesi ifade etmektedir (m.88). An¬cak, "herkes" yerine Türk ifadesinin tercih edilmesi anlamlıdır. Seçme hakkı 18, se¬çilme hakkı ise 30 yaşını bitiren erkek Türk vatandaşlarına tanınmıştır (m.10-11). 1934'de kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanınmasıyla birlikte, seçme yaşı 22'ye çıkarılmıştır. Parasız ilköğretim hakkına yönelik düzenleme (m.87) dışında, sosyal haklarla ilgili tek bir madde bulunmamaktadır. Temel hak ve özgürlüklerin
yasama karşısında korunması için bir güvence olarak Anayasa Mahkemesinin ku¬rulmadığı unutulmamalıdır. Nitekim uygulamada, Anayasa'da tanınan hakların bü¬yük çoğunluğunun kâğıt üstünde kaldığı görülmüştür.
1924 Anayasası ilk hâlinde devletin dini olarak İslam dinini belirtmişse de, 1928 yılında yapılan değişiklikle bu madde Anayasa metninden çıkartılmıştır. 1937 yılın¬da yapılan değişiklikle de devletin laik yapısı anayasa hükmü hâline getirilmiştir. Tek partinin altı ilkesinin (cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laik¬lik, inkılapçılık) devletin nitelikleri olarak anayasallaştırıldığı bu değişiklik, parti- devlet bütünlüğünün önemli bir göstergesidir.
.
1924 Anayasası döneminde tek partili rejimden çok partili hayata geçilirken Anayasa'da bir değişiklik yapılmamıştır. Ancak, kuvvetler birliği anlayışına dayalı bu Anayasa, çoğunluk dışında kalanların, başka bir ifadeyle muhalefetin korunma¬sını sağlayacak mekanizmalardan yoksundu. Çoğulcu değil çoğunlukçu bir de¬mokrasi modeli öngörülmüştü. Meclis'te çoğunluğu elde eden parti herhangi bir denetim mekanizması olmaksızın istediği doğrultuda düzenleme yapabiliyordu. Bu durum uygulamada sıkıntılara yol açmış ve çoğunluk partilerinin diktatörlüğü tehlikesini gündeme getirmiştir. Demokrat Partinin antidemokratik uygulamaları artan bir ivme gösterirken, bu durumdan rahatsızlık duyan orta rütbeli bir grup su¬bay, 27 Mayıs 1960'ta Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koymuştur.
Çok partili hayata geçilirken anayasa değişikliği yapılması gerekir miydi? Tartışınız.
1961 ANAYASASI
İlk aşamada 37 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi (MBK), 1 sayılı Kanun'la 1924 Anayasası'na göre TBMM'ye ait olan bütün yetkileri kendisinin kullanacağını belirtmiştir. Altı ay kadar sonra ise, anayasa ve seçim kanununu yapmak üzere iki kanatlı bir kurucu meclis oluşturulması yoluna gidilmiştir. Türkiye tarihindeki ilk kurucu meclis, o dönemde sayısı 23'e inmiş olan Millî Birlik Komitesi'nin yanı sıra Temsilciler Meclisi'nden oluşmaktadır. Temsilciler Meclisi üyelerini seçecek organ ve kuruluşların dağılımı ise 158 sayılı Kanun'la belirlenmiştir. Buna göre, Devlet başkanı (10 kişi), MBK (18 kişi), iller temsilcileri (75 kişi), CHP (49 kişi), CKMP (25 kişi), barolar (6 kişi), basın (12 kişi), Eski Muharipler Birliği (2 kişi), esnaf teşek¬külleri (6 kişi), gençlik (1 kişi), işçi sendikaları (6 kişi), odalar (10 kişi), öğretmen teşekkülleri (6 kişi), tarım teşekkülleri (6 kişi), üniversiteler (12 kişi), yargı or¬ganları (12 kişi) belirler. Bu üyelerin yanı sıra bakanlar da Temsilciler Meclisi üye¬si sayılmıştır. Üyelerin bir kısmının MBK tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak belirlenmesi, seçimlerin genel oy esasına göre ve tek dereceli yapılmamış olması ve son olarak Demokrat Partinin temsiline imkân verilmemiş olması yapılacak ana¬yasanın bir uzlaşma metni olmasını engeller niteliktedir. Nitekim bu eksikliği gi¬derme amacıyla hazırlanacak metnin halk oylamasına sunulması öngörülmüştür.
Kurucu Meclis, anayasa tasarısı hazırlanması için kendi arasından 20 kişilik bir Anayasa Komisyonu belirlemiştir. Bu Komisyon ise tasarısını hazırlarken, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden öğretim üyelerine hazırlatılan taslakların yanı sıra, son on beş yılda siyasi partiler¬ce üretilmiş metinler, bazı anketler ve Fransız, Alman, İtalyan Anayasaları ile Avru¬pa İnsan Hakları Sözleşmesi metinlerinden de yararlanmıştır (TANÖR, s.374).
Anayasa görüşmelerinin önce Temsilciler Meclisinde, ardından MBK'de yapıla¬cağı belirtilmiştir. Bir uyuşmazlık olması durumunda, iki meclisin eşit temsil edil¬diği bir karma kurul oluşturulacak ve bu kurulun kabul ettiği metin Kurucu Meclis birleşik toplantısında üçte iki çoğunlukla karara bağlanacaktır. Bu hüküm, uyuş¬mazlık çıkması hâlinde sivil tarafın avantajlı olduğuna işaret etmektedir.
Kurucu Meclisin çalışma takvimi de sıkı kurallara bağlanmıştır. Buna göre, Ana- yasa'nın 27 Mayıs 1961 tarihine kadar bitmesi gerekmektedir. Bitmemesi durumun¬da 15 gün ek süre verilebilir. Ancak, bu süre içinde de bitmediği takdirde, yeni bir Temsilciler Meclisi oluşturulacaktır. Kurucu Meclis, ek süreye ihtiyaç duymadan zamanında anayasa metnini kabul etmiştir.
Anayasa'nın kabulünde son olarak halk oylaması yapılması öngörülmüştür. Oy¬lama sonucunda hayır oylarının fazla olması durumunda genel seçimlerle oluşacak yeni bir Temsilciler Meclisinin kabul edeceği metnin halk oylamasına başvurulma¬dan yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. 9 Temmuz 1961 günü yapılan halk oylaması öncesinde propaganda bakımından en azından hukuki olarak bir sınırlama getiril¬memiş olması sonuçlara da yansımış, %80'in üstünde bir katılım oranının yakalan¬dığı oylamada geçerli oyların %61,5'i anayasanın kabul edilmesi yönünde olmuştur.
Bu şekilde kabul edilen 1961 Anayasası 157 madde ve 22 geçici maddenin ya¬nı sıra bir de başlangıç bölümü içeren oldukça kapsamlı ve ayrıntılı bir metindir. Bu metin özellikle üç alanda kendisinden önceki anayasalardan ayrılmaktadır. Bunlar temel hak ve özgürlükler, devlet iktidarının bölüştürülmesi ve anayasanın üstünlüğü ilkesinin koruma altına alınması olarak sayılabilir.
Temel Hak ve Özgürlükler Alan>
1961 Anayasası devlet karşısında bireyi ön planda tutmuştur. Daha önceki anaya¬salarda da büyük oranda yer alan klasik hak ve özgürlükler ayrıntılı olarak düzen¬lenmiş ve bu hakların öznesi "Türkler" değil "herkes" olarak belirlenmiştir. Siyasal hakların da ayrıntılı bir biçimde düzenlendiği 1961 Anayasası'nın en önemli katkı¬larından biri ise sosyal devlet ve sosyal adalet ilkelerinin yanı sıra sosyal haklara da yer vermiş olmasıdır. Temel hak listesi bakımından evrensel standartları yaka¬lamış olan Anayasanın, temel hak ve özgürlüklerin korunması yönünde de özgür¬lükçü bir yaklaşım benimsediği görülmektedir. Temel hak ve özgürlüklerde sınır¬lama yapılması ancak anayasanın öngördüğü sebeplere bağlı olarak kanunla yapı¬labilir. Bu kanun, Anayasa'nın metnine ve ruhuna uygun olmalı ve hakkın özüne dokunmamalıdır (m.11).
1961 Anayasası temel hak ve özgürlükleri tanımanın yanı sıra, bunların etkin bir biçimde korunmasını sağlamaya yönelik olarak etkili bir idari yargı, etkili bir anayasa yargısı ve yargı bağımsızlığı konularına özel bir önem vermiştir.
İktidarm Paylaş>m> ve İşleyişi
1961 Anayasası'nın, önceki anayasalardan önemli bir farkı egemenliğin kullanımı¬nı tek bir organa değil, birden çok organa ait yetki ve görev olarak kabul etmesi¬dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece yasama yetkisini kullanmaktadır ve artık Millet Meclisi (450 üye) ile Cumhuriyet Senatosu (150 üye) adı verilen iki kanattan oluşmaktadır. Her iki meclis de genel oy ile aynı seçmen topluluğu tarafından se¬çilmekle birlikte, Millet Meclisi üyeleri için 30 yaş üstü okuryazar olmak yeterli gö¬rülürken, senato için 40 yaş ve yükseköğrenim görme koşulu aranmıştır. Senato'da seçimle gelen üyeler dışında, cumhurbaşkanınca atanan 15 kontenjan üyesi, eski cumhurbaşkanları ve eski MBK üyeleri de bulunmaktadır. Bakanlar Kurulu, Millet Meclisine karşı sorumludur.
Yürütme yine siyasi olarak sorumsuz cumhurbaşkanı ve sorumlu bakanlar ku¬rulundan oluşmaktadır. Cumhurbaşkanı ve başbakanın TBMM üyeleriarasından
belirlenmesi bir zorunluluk olarak devam ederken, başbakana TBMM dışından bir bakan atama olanağı getirilmiştir. Yürütmenin uzantısı olan idareye yönelik düzen¬lemelerde ise yerinden yönetim ilkesi, yerel yönetim organlarının seçimle oluşma¬sı ile TRT ve üniversiteler gibi özerk kurumlar dikkat çekmektedir.
Bu özelliklerin yanı sıra, demokratik bir sistemde doğal karşılanmaması gere¬ken bir asker ağırlığı göze çarpmaktadır. Yasama organının Senato kanadında MBK üyelerine yer verilmesi, askerî yargının Anayasa'da düzenlenmesi, Genelkur¬may Başkanının Millî Savunma Bakanına değil Başbakana bağlı olması, yarı-sivil yarı-askerî bir Millî Güvenlik Kurulu oluşturulması ve bu Kurula Bakanlar Kuru- lu'na eş düzeyde işlevler yüklenmesi askerin siyaset üzerindeki önemli etkisine işaret etmektedir. Bu özellikler, yasamaya belirli bir üstünlük tanıyan parlamenter rejim olarak tanımlanabilecek 1961 Anayasası sisteminin demokratik ve özgürlük¬çü yapısı ile çelişmektedir (TANÖR, s.402).
Anayasanın Üstünlüğünün Korunması


"Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları¬dır. "Anayasa'nın 8. maddesinde yer alan bu düzenlemenin uygulanması etkili bir anayasa yargısını gerekli kılar. Nitekim 1961 Anayasa'nın en önemli yeniliklerin¬den biri de kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevli Anayasa Mahkemesinin kurulmasıdır. 15 asıl 5 yedek üyeden oluşan Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek mahkeme yargıçları tarafından kendi üye¬leri arasından ve cumhurbaşkanı ile TBMM tarafından seçilmekteydi. Bireylerin doğrudan Anayasa Mahkemesine başvuru imkânı bulunmamakla birlikte, Cum¬hurbaşkanı, TBMM'de temsilcisi olan siyasi partiler gibi sınırlı sayıda kişi veya grubun açacağı iptal davaları ya da mahkemelerce yapılacak itiraz başvuruları üzerine, Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme sonrası kanun hükmünü Ana¬yasaya aykırı bulması hâlinde iptal kararı vermesi mümkündür. O güne kadar mil¬let iradesinin tek temsilcisi olarak kabul edilen TBMM tarafından çıkarılan bir ka¬nunun yargıçlar tarafından iptal edilebilmesi egemenlik anlayışında da önemli bir gelişmeye işaret eder.
Anayasa Değişiklikleri
1961 Anayasası, kendisinden önceki dönemde çoğunluk diktatörlüğüne dönüşen rejimin bir daha ortaya çıkmasını engelleme amacıyla birtakım denge mekanizma¬ları oluşturmuştur. Ancak, ikinci meclis (Senato), Anayasa Mahkemesi, daha güç¬lü bir idari yargı ve özerk kurumlar yürütmenin daha yavaş ve daha az etkin ha¬reket etmesine yol açmıştır. Bu durumdan hoşnut olmayan siyasi iktidarın irade¬sinin, 1961 Anayasası'nın kazanımlarmı törpüleme doğrultusunda olması şaşırtıcı değildir. Özellikle anayasanın yapım sürecine dahil edilmemiş olan Demokrat Parti çizgisindeki partilerin değişiklik talepleri makul görülebilirse de, anayasa ya¬pım sürecinin asli aktörlerinden ordunun da anayasa değişikliği talebinde bulun¬ması dikkat çekicidir.

1969-1974 yılları arasında yedi anayasa değişikliği yapılmış olmakla birlikte, bunlardan en geniş ölçekli olanı 1971 yılı değişikliğidir. Askerin siyasi hayata mü¬dahale ettiği 12 Mart 1971 muhtırasının ardından elliye yakın maddede değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklik, sadece nicelik bakımından değil nitelik bakımından da çok önemlidir. Anayasa'nın temel hak ve özgürlükler, özerk kuruluşlar, asker-sivil ilişkileri, yargı yapılanması ve yargı bağımsızlığı gibi temel alanlarında yapılan de¬ğişiklikler 1982 Anayasası'na giden yolda ilk adımlar olarak görülebilir. Yürütmenin güçlendirilmesi, özerk kurumların yetkilerinin daraltılması ya da kaldırılması, temel hak ve özgürlüklerin daha kolay sınırlanabilir hale gelmesi, bu haklara ilişkin bazı güvencelerin kaldırılması, askerî yargının ve askerin siyasi hayattaki konumunun güçlendirilmesi, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerinden ödün verilmesi bu değişikliklerin ana çizgisini oluşturur. Askere ilişkin hükümler dışında bu değişik¬likler, Demokrat Parti çizgisindeki siyasi partilerin talepleriyle örtüşmektedir.
1982 ANAYASASI
12 Eylül 1980'de Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kez daha yönetime el koymasının ar¬dından, en yüksek rütbeli beş komutanın oluşturduğu Millî Güvenlik Konseyi çıkar¬dığı bir kanunla yasama ve tali kurucu iktidar yetkilerini kullanmaya başlamıştır.
Darbeden on ay kadar sonra yeni bir anayasa yapımı için Kurucu Meclis oluş¬turulmasına yönelik kanun kabul edilmiş ve 1961 Anayasası'nın hazırlık dönemine benzer biçimde bu Kurucu Meclisin de asker ve sivil iki kanattan oluşturulması esası benimsenmiştir. Ancak, sivil kanadı oluşturan Danışma Meclisi gerek yapısı gerekse yetkileri bakımından Temsilciler Meclisinden oldukça farklıdır. 160 üyeli Danışma Meclisinin 40 üyesi doğrudan, 120 üyesi ise valilerin önerdiği üçer aday arasından Millî Güvenlik Konseyi tarafından belirlenmiştir. Dolayısıyla kısmi de ol¬sa seçimle değil, asker tarafından yapılan atama ile oluşmuş bir kuruldur ve Tem¬silciler Meclisi kadar geniş bir kitlenin temsili söz konusu değildir. Üstelik Danış¬ma Meclisinin yetkisi Anayasa taslağını hazırlamakla sınırlıdır. Her konuda son ka¬rar yetkisi Millî Güvenlik Konseyindedir.
Sivil toplumun anayasa hakkında görüş bildirmesine de ciddi sınırlamalar geti¬rilmiştir. Siyasi partiler feshedilmiş, eski siyasi parti yöneticilerinin görüş bildirme¬sine izin verilmemiştir. Dernek, topluluk, tüzel kişilik olarak da beyan yasağı geti¬rilirken, vatandaşların sadece kendileri adına görüş bildirmelerine izin verilmiştir. Darbe sonrası Millî Güvenlik Konseyi Başkanı olan eski Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren'in Anayasa'yı tanıtma gezileri çerçevesinde yapacağı konuşmalar hakkında ise mutlak bir eleştiri yasağı getirilmiş ve bunlar hakkında yazılı ve söz¬lü herhangi bir beyanda bulunulması engellenmiştir (Millî Güvenlik Konseyinin 65, 70 ve 71 sayılı kararları). Bu koşullarda 7 Kasım 1982 tarihinde yapılan halk oy¬lamasına seçmenlerin %91,27'si katılmış ve Anayasa %91,37 oyla kabul edilmiştir. Katılım oranının yüksek olmasında bu oylamaya katılmayanlar için 5 yıl süreli seç¬me ve seçilme yasağı getirilmiş olmasının, kabul oranının yüksekliğinde ise ret ka¬rarı çıkması durumunda ne olacağının belirli olmamasının etkili olduğu düşünüle¬bilir. 1982 Anayasası'nın yapım süreci bu yönden de 1961 Anayasası'nın yapım sü¬recinden farklılaşır. 1961 Anayasası halk oylamasına sunulurken, halk oylaması so¬nucunun olumsuz çıkması hâlinde ne olacağı belirlidir. Yeni bir Temsilciler Mecli¬si seçilecek ve bu Meclis tarafından hazırlanacak anayasa halk oylamasına sunul¬maksızın kabul edilecektir. Oysa 1982 Anayasası'na ilişkin halk oylamasının olum¬suz sonuçlanması halinde ne olacağı belirlenmemiştir. Askerî rejimin devam ede¬ceğine yönelik kanı, bir an önce sivil yönetime geçmek isteyenleri Anayasa'yı onaylamak zorunda bırakmıştır.

1982 Anayasası ile 1961 Anayasası'nın yapım sürecinin benzer ve farklı yönlerini tespit ediniz.
1982 Anayasası'nın temel özelliklerine bakıldığında otorite-özgürlük dengesin¬de otoriteden yana olduğu, devlet organları arasında yürütmeyi, yürütme içinde de cumhurbaşkanını güçlendiren ve 1961 Anayasası'na göre daha az katılımcı bir de¬mokrasi modelinin benimsenmiş olduğu görülür (Özbudun, 2005:57-66). Yasama tek meclise indirilerek kanun yapım süreci hızlandırılmıştır. Millî Güvenlik Kurulu¬nun konumu güçlendirilmiş, askerî yargı detaylı bir şekilde Anayasada düzenlen¬miştir. Üniversiteler ve TRT'nin özerkliklerine son verilirken, hukuk devleti ve yar¬gı bağımsızlığını sağlamaya yönelik ilkelerden büyük ödünler verilmiştir. Cumhur¬başkanının tek başına yaptığı işlemler, Yüksek Askerî Şura ile Hakimler ve Savcı¬lar Yüksek Kurulu kararları, olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri yargı denetimi dışında bırakılırken, 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında ya¬pılan yasama işlemlerinin Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülmesi yasaklanmıştır. Anayasa Mahkemesine başvuru yetkisine sahip olanların sayısı azaltılırken, Mahke¬menin şekil bakımından yapacağı denetime ciddi sınırlar getirilmiştir. Temel hak ve özgürlükler alanında, başta siyasi haklar, sosyal haklar ve ifade özgürlüğü ol¬mak üzere, birçok hak ve özgürlüğün kullanımı bizzat Anayasada sınırlandırılmış ve bunların kanunlarla sınırlanması daha kolay hâle getirilmiştir.
1982 Anayasası halk oylamasında yüksek bir oyla kabul edildiği hâlde, başın¬dan beri ciddi eleştirilerin hedefi olmuştur. Özellikle demokratik katılım yollarının tıkanıklığı, temel hak ve özgürlükler alanı, askerî rejimin izleri ve hukuk devleti il¬kesini ihlal eden hükümler artan bir ivme ile eleştirilmiş ve zamanla bu doğrultu¬da anayasa değişiklikleri talep edilmiştir. Hâlen yürürlükte bulunan 1982 Anayasa- sı'nda bugüne kadar 18 kez değişiklik yapılmış, TBMM tarafından kabul edilen bir tanesi ise halk oylamasında reddedilmiştir. Bunlar arasında en kapsamlı değişiklik¬ler 1995, 2001, 2007 ve 2010 yıllarında yapılanlardır. Bütün bu değişikliklerden sonra, 1982 Anayasası ilk metninden oldukça farklıdır. Bu fark, temel hak ve öz¬gürlükler alanında olduğu kadar, devletin temel organlarının yapısı ve işleyişi ala¬nında da görülmektedir. Burada, özellikle temel hak ve özgürlükler, asker/sivil dengesi, hukuk devleti ilkesi ve hükûmet sistemi ile ilgili önemli bulduğumuz de¬ğişiklikler üzerinde durulacaktır.
Anayasa Değişiklikleri 1987-1993-1995-1999 Değişiklikleri
1987 yılında yapılan ilk değişiklikte (RG.18.05.1987) seçmen yaşı indirilmiş, millet¬vekili sayısı dört yüzden dört yüz elliye çıkarılmış, anayasayı değiştirme usulü nis¬peten kolaylaştırılmış ve en önemlisi 1980 öncesi dönemde siyaset yapmış olan birçok kişiye siyaset yasağı getiren hüküm yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklik¬te, dönemin iktidar partisi olan Anavatan Partisi (ANAP), siyaset yasaklarının kal¬dırılmasının halka sorulması gerektiğini ileri sürerek, bu düzenlemeyi paketten ayırıp halk oylamasına sunmuştur. Kampanya aşamasında ANAP "hayır" yönünde görüş belirtmiş, diğer partiler siyasi yasakların kaldırılması doğrultusunda kampan¬ya yapmıştır. Sonuçta, %50,16 evet oyu ile yasaklar kaldırılmıştır.

1993 yılında halk oylamasına gerek duyulmadan yapılan ikinci değişiklik ile özel radyo ve televizyon kurulmasına engel olan hüküm değiştirilmiştir (RG.10.07.1993).

Aslında, o dönem TBMM'de daha geniş kapsamlı bir anayasa değişikliği çalışması yapılmışsa da diğer hükümler bakımından sonuca ulaşılamayınca acil olması nede¬niyle bu hüküm paketten ayrılmış ve uzlaşma ile kabul edilmiştir.
1995 yılında halk oylamasına gerek duyulmadan yapılan üçüncü değişiklik ile 1982 Anayasası'nın başlangıç bölümünden başlayarak, temel hak ve özgürlükler, yasama, yürütme ve yargı alanlarında oldukça kapsamlı değişiklikler yapılmıştır (RG.26.07.1995). Ancak, bu değişiklikler özellikle siyasal katılım yollarını açma üzerinde yoğunlaşmış, birçok başka hükmün değiştirilmesi konusunda uzlaşma sağlanamamıştır.
Dernekler, vakıflar, sendikalar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve kooperatiflerin siyasi partilerle ilişkileri ve siyasi faaliyetlerine ilişkin yasaklar kaldırılmış, idarenin dernek ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerine son verebilmesi zorlaştırılmış ve bu kararın 24 saat içinde yargıç ona¬yına sunulması koşulu getirilmiştir. Kamu görevlilerine grev ve toplu sözleşme hakkı tanınmadan sendika kurma hakkı tanınırken, yükseköğretim eleman ve öğ¬rencilerinin belli koşullarla siyasi parti üyesi olmalarının yolu açılmıştır.
Bir yanda siyasi partilerin yurt dışında faaliyette bulunmaları, kadın ve gençlik kolları ve vakıf kurmalarına ilişkin yasaklar kaldırılırken, diğer yanda yeni sınırla¬malar getirilmiştir. Siyasi partilerin eylem ve faaliyetleri de denetim altına alınmış, ticari faaliyet yasağı getirilmiştir. Partilerin kapatılmasında "odak olma" unsurunun tespiti Anayasa Mahkemesinin takdirine bırakılmış, kapatılan bir partinin başka bir ad altında kurulması yasaklanmıştır. Partinin kapatılmasına neden olan üyelere beş yıl süreyle başka bir partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve denetçisi olma yasağı getirilmiştir. Siyasi parti kapatma davalarında savunma hakkı için, Anayasa Mahke- mesi'nin kapatılması istenen partinin genel başkanını veya onun tayin edeceği ve¬kilini dinlemesi kuralı konulmuştur. Milletvekilinin parti değiştirmesinin milletve¬killiğinin düşme sebebi olması kaldırılmıştır.
1999 yılında halk oylamasına gerek duyulmadan yapılan 4. değişiklikte (RG.18.06.1999) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda Devlet Güvenlik Mahkemelerinin asker üyelerinin yerine sivil üye atanması usulü kabul edilmiştir. Böylece 1982 Anayasası'nın demokratik usullere aykırı bir biçimde as¬kere tanıdığı ayrıcalıklardan biri kaldırılmıştır.
2001 Değişiklikleri (6. Değişiklik: RG.17.10.2001, 7. Değişiklik: RG.01.12.2001)
2001 yılında, Avrupa Birliği'ne uyum sağlama amacıyla kabul edilen 6. değişiklik paketi bugüne kadar yapılan en kapsamlı değişikliktir. Anayasanın başlangıç dahil 33 maddesinin (13, 14, 19, 20, 21, 22, 23, 26, 28, 31, 33, 34, 36, 38, 40, 41, 46, 49, 51, 55, 65, 66, 67, 69, 74, 87, 89, 94, 100, 118, 149 ile geçici 15. madde) değiştiril¬diği bu paketin amacı Avrupa Birliği'ne uyum doğrultusunda Kopenhag kriterleri¬ni sağlamaktır.
1999 milletvekili seçimlerinin ardından TBMM bünyesinde yer alan partilerin ikişer temsilci ile yer aldıkları bir Partilerarası Uyum Komisyonu kurulmuş ve bu Komisyon Anayasa değişikliği çalışmalarına başlamıştır. 2001 yılma gelindiğinde 37 madde üzerinde anlaşmaya varılmış, ancak TBMM'de yapılan oylamada üç madde reddedilmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 86. madde¬de milletvekillerinin emekliliklerine ilişkin düzenlemeyi halk oylamasına sunmaya karar verince bu hüküm paketten ayrılmış ve 33 maddelik değişiklik halk oylama¬sına gerek duyulmadan uzlaşma yoluyla kabul edilmiştir. Yine 2001 yılı bitmeden yapılan 7. değişiklikte ise, 86. madde yeniden düzenlenmiş ve bu sefer cumhur¬başkanınca da onaylanarak halk oylamasına sunulmadan kabul edilmiştir.
2001 değişikliğinin en önemli kazanımı temel hak ve özgürlükler alanındadır. 1982 Anayasası'nın temel hak ve özgürlükleri sınırlandırma rejimi tamamen değiş¬tirilmiştir. 1982 Anayasası'nın getirdiği çifte sınırlama rejimine son verilmesi ile ge¬tirilen ek güvenceler Anayasa'nın özgürlükler konusuna genel yaklaşımını başka bir ifadeyle ruhunu değiştirmiştir. Benzer bir değişiklik, hakkın kötüye kullanımı¬nı düzenleyen 14. maddede de yapılmıştır. 2001 sonrasında, 1982 Anayasası'nın özgürlük-otorite ilişkisinde özgürlükten yana geçiş yaptığı ileri sürülebilir.
Temel hak ve özgürlükler ile ilgili düzenlemelerde yapılan olumlu değişiklikler şu şekilde özetlenebilir: Toplu olarak işlenen suçlarda hâkim önüne çıkarılma sü¬resi 15 günden 4 güne indirilmiş, yakınlarına haber verme zorunluluğu getirilmiş¬tir (m. 19). Arama, el koyma, konut dokunulmazlığı, haberleşmenin gizliliği gibi konularda, idare tarafından yapılan müdahalelerin 24 saat içinde hakim onayına sunulması ve hâkimin 48 saat içinde karar vermesi esası kabul edilmiştir (m. 20, 21, 22). Düşünce açıklamalarında ve basında, kanunla yasaklanmış dil kullanımını en¬gelleyen hüküm yürürlükten kaldırılmıştır (m. 26 ve 28). Adil yargılanma hakkı anayasaya girmiştir (m. 36). Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları dışında ölüm cezası kaldırılmıştır (m. 38). Taksirli suçlardan hüküm giyenlere de oy hakkı verilmiştir (m. 67). Türkiye'de oturan yabancılara karşılıklılık kaydıyla dilekçe hak¬kı tanınmıştır (m. 74). Siyasi parti kapatma davalarında odak hâline gelme duru¬munun tanımı yapılarak Anayasa Mahkemesinin bu konudaki takdir alanı daraltıl¬mış, parti kapatma yerine devlet yardımından yoksun bırakma yaptırımı uygulana¬bilmesinin yolu açılmıştır. Anayasa Mahkemesinin bir partinin kapatılmasına karar verebilmesi için 3/5 nitelikli çoğunluk aranması da siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmaya yönelik bir başka adımdır (m. 69).
2001 değişikliğinin bir diğer önemli noktası, 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 ta¬rihleri arasında Millî Güvenlik Konseyi tarafından çıkarılan kanunların (838 yasa¬ma işleminin) Anayasaya uygunluk denetiminin yapılmasını engelleyen Geçici 15. maddenin 3. fıkrasının yürürlükten kaldırılmasıdır. Böylelikle, söz konusu tarihler arasında çıkarılan yüzlerce kanunun anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mah¬kemesi önüne taşınmasının yolu açılmış, hukuk devleti ilkesini zedeleyen önemli sorunlardan biri ortadan kaldırılmıştır.
Değişiklikler kapsamında, askerî müdahalelerin siyaset üzerinde etkisini sürdür¬me işlevini de gören Millî Güvenlik Kurulunun üye yapısı değiştirilerek sivil üyele¬re sayıca üstünlük sağlanmış ve kararlarının tavsiye niteliğinde olduğu vurgulana¬rak "öncelikle dikkate alınma" yerine "değerlendirileceği" belirtilmiştir. Bu yaklaşım 12 Eylül ruhunun Anayasa'dan ayıklanması bakımından önemli bir gelişmedir.
Bütün bu değişiklerin uygulamaya geçmesi ilgili kanunlarda da kapsamlı deği¬şiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Nitekim Anayasa değişikliğini takip eden dö¬nemde "uyum paketi" adı verilen bir dizi kanunla çeşitli kanunlarda değişiklik ya¬pılarak Anayasa'nın yeni ruhunun kanunlara yansıtılmasına çalışılmıştır. Bu deği¬şikliğin kapsamı çok geniş olmakla birlikte, eksik bıraktığı hususlar da bulunmak¬tadır. Ancak en önemli getirisi, 12 Eylül'ün temel hak ve özgürlüklere yaklaşımın¬dan uzaklaşma yönünde irade gösterilmiş olmasıdır.
2002 Değişikliği (8. Değişiklik: RG.31.12.2002)
Bu değişiklik, Kasım 2002'de yapılan milletvekili seçimleri sonucunda ortaya çıkan sorunun çözümüne yöneliktir. Seçimden birinci parti konumunda çıkan Adalet ve
Kalkınma Partisinin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan mevzuat nedeniyle aday olamamış, dolayısıyla milletvekili seçilememiştir. Parlamentoda bulunan iki parti¬nin uzlaşması ile hem seçim engeline ilişkin maddede (m. 76) hem de ara seçime ilişkin maddede (m. 78) değişiklik yapılarak iktidar partisi genel başkanının başba¬kan olmasının önündeki anayasal engel kaldırılmıştır.
2004 Değişikliği
2004 yılında yapılan 9. değişiklik, Avrupa Birliği'ne uyum amacıyla iktidar ve mu¬halefet partilerinin uzlaşması ile kabul edilmiştir (RG.22.05.2004). Değiştirilen hü¬kümler arasında, ölüm cezasının tamamen kaldırılması, (m. 15, 17, 38, 87), kadın- erkek eşitliğini sağlamada devletin pozitif yükümlülüğü (m. 10) ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalarm kanunların üstünde olduğuna dair düzenlemeler (m. 90) dikkat çekmektedir. Yükseköğretim Kurulunun oluşumun¬dan Genelkurmay Başkanlığı kontenjanının çıkarılması (m. 131), Devlet Güvenlik Mahkemelerinin anayasal dayanağının kaldırılması (m. 143) ve Silahlı Kuvvetlerin Sayıştay tarafından denetimine getirilen sınırlamaların kaldırılması (m. 160) Anaya- sa'dan orduya sağlanan bazı ayrıcalıkların ayıklanması bakımından önemlidir.
2007 Değişiklikleri (13. Değişiklik: RG.18.05.2007, 14. Değişiklik: RG.16.06.2007, 15. Değişiklik: RG.16.10.2007)
13. değişikliğin amacı, seçilme yaşını 25 yaşa indiren değişiklik ile bağımsız aday¬ların birleşik oy pusulasında yer almasını düzenleyen değişikliğin yapılacak genel seçimlerde uygulanmasının sağlanmasıdır.
2007 yılında yapılan asıl değişiklik, cumhurbaşkanı seçiminde yaşanan krizi aş¬ma amacıyla yapılan 14. değişikliktir. Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde toplantı ye¬ter sayısının ne olması gerektiği yönündeki tartışma, yapılan ilk oylamanın Anaya¬sa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ile sonuçlanınca bir yandan seçimlerin ye¬nilenmesi kararı alınmış, bir yandan da Anayasa Mahkemesi tarafından verilen ka¬rarı ortadan kaldıracak doğrultuda bir anayasa değişikliğine gidilmiştir. Bu değişik¬lik ile hem toplantı yeter sayısının ne olduğu hakkında açık düzenleme yapılırken hem de cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi esası getirilmiştir. Yasama dö¬neminin dört yıla indirildiği bu değişiklikte, cumhurbaşkanının süresi de beş yıl olarak belirlenmiş ve ikinci kez seçilebilmesinin önü açılmıştır.
Parlamenter sistemin gereği olarak yetkisiz ve sorumsuz olan cumhurbaşkanı¬na bu sistemle bağdaşmayan pek çok yetki tanınmış olması, yürütme içinde cum¬hurbaşkanını güçlendiren 1982 Anayasası'nın en çok eleştirilen yanlarından biri ol¬muştur. Buna bir de cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi esasının getiril¬mesi cumhurbaşkanını daha güçlü hâle getirecektir. Yüzde elli oy oranına sahip cumhurbaşkanının, muhtemelen daha az bir oy oranına sahip iktidar partisi karşı¬sında kendi iradesini ön plana çıkarmak istemesi olağan karşılanacaktır. Cumhur¬başkanının tarafsızlığı üzerine kurulu bir sistemde, seçilmek için cumhurbaşkanı¬nın halka ne vaat edeceği ve bu vaatlerini başka bir siyasi görüşten gelen iktidar partisi hükûmeti sırasında nasıl gerçekleştireceği belli değildir. Bütün bu soru işa¬retleri yeni düzenlemelerle hükûmet sisteminde daha köklü değişiklikler yapılma¬sının düşünüldüğünü göstermektedir.
Bu değişiklik, cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan krize bir tepki olarak kısa bir sürede yapılmıştır. Bu nedenle de bazı özensizlikler dikkat çekmektedir. Örne¬ğin, yasama dönemi dört yıla indirildiği hâlde, meclis başkanının süresini düzenle¬yen 94. maddede buna paralel değişiklik yapılması unutulmuştur. Değişiklik met¬ni halk oylaması ile kabul edilmeden önce 11. cumhurbaşkanının yeni seçilen TBMM tarafından seçilmiş olması, geçici hükümlerde 11. cumhurbaşkanının seçi¬mine ilişkin düzenlemeleri anlamsız kılmış, bu doğrultuda halk oylaması öncesin¬de halk oylamasına sunulan metin üzerinde değişiklik yapılmak zorunda kalınmış¬tır (15. değişiklik).
Bu değişiklik, TBMM içinde bir uzlaşmaya dayanmamakla birlikte, halk oyla¬ması sonucunda %68,95 evet oyuyla kabul edilmiştir.


2008 Değişikliği (16. Değişiklik: RG.23.02.3008)
2008 yılında yapılan bu değişikliğin amacı üniversitede türban yasağının aşılması¬dır. Ana muhalefet partisi CHP'nin muhalefetine rağmen, AKP ve MHP'nin uzlaş¬ması ile halk oylamasına gerek kalmaksızın TBMM tarafından kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan bu değişiklik CHP'nin başvu¬rusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir (RG.22.10.2008). Ana¬yasa Mahkemesinin bu kararı yetkisini aştığı gerekçesiyle eleştirilmiştir.
2010 Değişikliği (17. Değişiklik: RG.13.05.2010)
2001 değişikliğinden sonra 1982 Anayasası'nda en kapsamlı değişiklik 2010 yılın¬da yapılmıştır. İki geçici madde (geçici 18 ve 19) ile birlikte toplam 26 maddede (10, 20, 23, 41, 51, 53, 54, 74, 84, 94, 125, 128, 129, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 156, 157, 159, 166, geçici 15) değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliğin asıl ağırlık nok¬tasını Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısı ve yetkilerinin değiştirilmesi oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, askerî yargının görev alanını daraltan düzenlemeler ile geçici 15. maddenin 12 Ey¬lül dönemine cezai, mali ve hukuki yargı bağışıklığı getiren hükmünün yürürlük¬ten kaldırılması 12 Eylül rejimin izlerinin silinmesi bakımından önem taşımaktadır.
Bu paket kapsamındaki bazı değişiklikler, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde yer alan bazı hükümlerin anayasaya eklenmesi ya da bu sözleşme¬lere aykırı olan bazı hükümlerin anayasadan çıkarılması biçimindedir. Bunlar ara¬sında özellikle Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) Sözleşmelerine uyum sağlama amacıyla sendika hakkında iş kolu ayrımı yapan, grev ve lokavt hakkını gereksiz sınırlayan hükümlerin yürürlükten kaldırılması ile memurlara toplu sözleşme hak¬kı getiren düzenlemeler önemlidir (m. 51, 53, 54, 128).
1982 Anayasası'nın hukuk devleti ilkesini zedeleyen bazı hükümlerinde sınırlı da olsa değişiklik yapılmış, kısmen yargı denetimi kabul edilmiştir. Örneğin, Yük¬sek Askerî Şuranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararına karşı yargı yolu açılmıştır (m. 125). HSYK'nın karar¬larına karşı yargı yolu kapalı iken, sadece meslekten çıkarma kararlarına karşı yar¬gı yolu açılmıştır (m. 159). Uyarma ve kınama cezaları ile ilgili disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasına olanak sağlayan hüküm kaldırılmıştır (m. 125). Öte yandan, idari yargı tarafından verilen kararlardan rahatsız olan hükûmet, uygulamayı değiştirmek amacıyla yargı yetkisinin yerindelik denetimi biçiminde kullanılamayacağını "hiçbir surette" ibaresiyle pekiştirmiştir (m. 125). Hukuk dev¬leti ilkesi bakımından bir önemli değişiklik ise yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına yöneliktir. Bu doğrultuda, Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işlerinin kanunla düzenlemesi¬ne ilişkin esaslardan "askerlik hizmetinin gerekleri" ibaresi çıkarılmıştır (m. 156, 157). Askerî yargının görev alanının daraltılması (m. 145) ise, 1961 Anayasası'ndan itibaren sürekli genişleyen askerî yargı alanının demokratik bir hukuk devletinde olması gereken standartlara getirilmesi bakımından oldukça önemlidir. Özellikle, sıkıyönetim hâllerinde askerî mahkemelerin görevli kılınmasına imkân veren dü¬zenlemenin kaldırılması sivil rejimin güçlenmesi bakımından dikkate değer bir ge¬lişmedir. Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanacak kişiler arasına TBMM Başkanı'nm yanı sıra, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı eklenmiş ve bu kararların yeniden incelenebilmesi olanaklı kılınmıştır (m. 148).
Anayasa Mahkemesinin görevleri arasına bireysel başvuru yolunun eklenmesi ve artması beklenen iş yükü nedeniyle de mahkemenin yapısı ve çalışma usulü¬nün değiştirilmesi 2010 değişikliğinin en önemli konularından biridir. Herkese Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edil¬diği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurma hakkı getirilen bu düzenleme ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru sayısının azaltılması amaçlan¬mıştır. Buna paralel olarak, mahkemenin üye sayısı 17'ye çıkarılmış, yedek üyelik kaldırılmıştır. 14 üyenin belirlenmesinde cumhurbaşkanı son söze sahip olmayı sürdürürken üç üye TBMM tarafından belirlenecektir. Cumhurbaşkanının bu alan¬daki yetkilerinin devam etmesinin yanı sıra, TBMM tarafından seçilecek üyelerde nitelikli çoğunluk, başka bir ifadeyle uzlaşma aranmaması eleştirilmiştir.
Benzer bir durum HSYK için de geçerlidir. HSYK'ya ilişkin hükümler sadece hakim ve savcılar ile ilgili görünmekle birlikte aslında yargı bağımsızlığının sağ¬lanması ile ilgilidir. Yargının bağımsız ve tarafsız olması ise adalet mekanizması ile işi olan herkesi doğrudan ilgilendirmektedir. Bu çerçevede 1982 Anayasası ya¬pıldığı günden beri, HSYK gerek yapısı gerekse işleyişi bakımından ciddi eleştiri¬lere uğramış bir kurumdur. Özellikle Adalet Bakanının ve müsteşarının Kurul üye¬liği ve HSYK kararlarına karşı yargı yoluna başvurulamaması en çok eleştirilen konular olmuştur. 2010 değişikliği ile HSYK'nın yapısı ve işleyişi yeniden düzen¬lenmiştir. İktidar partisi yeni düzenlemenin daha demokratik olduğunu savunur¬ken, muhalefet ise yargının siyasallaşmasının önünün açıldığını ileri sürerek deği¬şikliklere itiraz etmiştir.
2010 değişikliğinin 12 Eylül rejimiyle hesaplaşma anlamında en simgesel deği¬şikliği geçici 15. maddenin kaldırılmasıdır. Askerî müdahaleyi yapan generaller başta olmak üzere o dönem görev yapanlar için getirilen yargı bağışıklığını kaldı¬ran bu hükmün 12 Eylül 2010 günü yapılan halk oylaması ile kaldırılmış olması an¬lamlı bir tesadüftür.
Bu Anayasa değişikliğinin yapım sürecine bakıldığında sadece iktidar partisi konumunda olan AKP'nin inisiyatifi olduğu görülmektedir. İktidar partisi, kendi çoğunluğuna dayanarak hazırlamış olduğu teklif metnini TBMM'den geçirmiş ve TBMM'deki diğer partilerin muhalefetine rağmen değişiklik halk oylamasında %57,88 evet oyu ile kabul edilmiştir. Muhalefet partileri değişikliklerin tamamına karşı olmadıkları hâlde, sürece dahil edilmedikleri, uzlaşma arayışında bulunulma¬dığı için de tepki göstermişlerdir.
2011 Değişikliği (18. Değişiklik: RG.29.03.2011)
Anayasa Mahkemesinin sporda tahkim kurulu kararlarına karşı yargı yolunu kapa¬tan kanun maddelerinin anayasaya aykırı olduğuna karar vermesinin ardından, bu kararları etkisiz kılma amacıyla Anayasa'nın 59. maddesine yeni bir fıkra ilave edil¬miştir. Buna göre, spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarda zorunlu tahkim getirilmiş ve tahkim kurulu kararlarına karşı yargı yolu kapatılmış¬ tır. Hukuk devleti ilkesinin istisnalarına bir yenisini ekleyen bu düzenlemenin Meclisteki tüm partilerin uzlaşması ile kabul edilmesi spor kamuoyunun gücünü göstermesi bakımından dikkate değerdir.
1982 Anayasası'nda yapılan değişiklikleri inceledikten sonra, Anayasanın temel özellikle¬rinde ne gibi değişiklikler olduğunu tespit ediniz.

12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde yeni bir anayasa yapılması konusu siyasi partilerin önemli gündem maddelerinden biri olmuştur. Nitekim seçimleri takip eden dönemde yeni anayasa yapım çalışmaları başlamış ve bu amaçla TBMM'de temsil edilen siyasi partilerin eşit temsil edildiği bir "Anayasa Uzlaşma Komisyonu" oluşturulmuştur. 19 Ekim 2011'de göreve başlayan bu Komisyon'un çalışmaları ha¬len devam etmektedir. Uzlaşma sağlanması halinde anayasacılık tarihimizde uzun bir aradan sonra sivil inisiyatifle bir anayasa yapılmış
olacaktır.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 23 misafir