AÖF Ceza Hukuku 5-8.Üniteler Özeti

Cevapla
notcu
Mesajlar: 332
Kayıt: 10 Nis 2018 11:33
İletişim:

16 May 2018 00:24

5. ÜNİTE
KUSURLULUK: Kusur haksızlığın unsuru değil, gerçekleştirmiş olduğu haksızlık nedeniyle fail hakkında kişisel kınama yargısını ifade eder. Kusur, failin haksızlık teşkil eden fiili hakkındaki değer yargısını ifade etmektedir. Bu nedenle kusur, haksızlığın gerçekleştiriliş biçimi olan kast ve taksirden farklıdır. Kast ve taksir, fiilin ifade ettiği haksızlığın bir unsurudur. *****Hareketin ve neticenin ifade ettiği değersizlik haksızlığın esasını, zihniyetin değersizliği ise kusurun esasını oluşturur. Yürürlükteki ceza hukuku fail değil fiil ceza hukukudur. Bundan failin kim olduğuna göre değil işlediği fiil dikkate alınarak cezalandırılacağı sonucu çıkmaktadır. Ceza hukukunun dikkate aldığı kusur hukuki kusurdur, ahlaki kusur değildir. Kusur hukuk normlarıyla ilgilidir. Kusurun temelinde kasten veya taksirle gerçekleştirilen bir haksızlık bulunmaktadır. Kusursuz ceza olmaz ilkesi, ceza hukukunun temel ilkelerindedir. KUSURUN UNSURLARI: Kusur yeteneği, kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama (algılama yeteneği) ve davranışlarını bu doğrultuda yönlendirme (irade yeteneği) kabiliyetidir. Failin kusur yeteneği, bizatihi kusurdan farklıdır. **ALGILAMA YETENEĞİ: İnsanın kendi varlığının bilincinde olarak çevresindeki olguları gözlemleyebilme kabiliyetini ifade eder. Kısacası algılama yeteneği, işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiği bilincine sahip olmak demektir. Haksızlık bilincinin varlığı açısından kişinin gerçekleştirmiş olduğu fiilin suç teşkil ettiğini bilmesi gerekmez; fillinin haksızlık teşkil ettiğini bilmesi veya en azından bunu tahmin etmesi yeterlidir. **İRADE YETENEĞİ: Ceza hukukunda, yönlendirici iradenin ürünü olan, belli bir amaca yönelen ve dış dünyada meydana gelen insan davranışlarına fiil denilmektedir. Fiilin varlığından söz edilebilmesi için gerekli olan bu irade, değerden yoksundur. Kusurun unsurunu oluşturan irade, davranış normlarının anlam içeriğinin bilinmesini, bunların bilincinde olunmasını gerektirmektedir. KUSURLULUĞU ETKİLEYEN HÂLLER: 1. Hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emrin yerine getirilmesi. 2. Zorunluluk hâli dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi. 3. Hukuka uygunluk nedenlerinden meşru savunmanın sınırının heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması. 4. Cebir ve tehdit dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi. 5. Haksız tahrik dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi. 6. Kusurluluğu etkileyen hata hâlleri 7. Yaş küçüklüğü. 8. Sağır ve dilsizlik. 9. Akıl hastalığı. 10. Geçici nedenler, alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olma. (7)YAŞ KÜÇÜKLÜĞÜ: Ceza kanunlarının uygulanmasında “çocuk” deyiminden; “henüz 18 yaşını doldurmamış kişi” anlaşılır. 3 Grupta incelenir. 1. Birinci Grup Yaş Küçükleri: Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu yaş grubuna giren çocuklar hakkında işlediği suçtan dolayı, yakalama, gözaltına alma, tutuklama gibi koruma tedbirlerine başvurulamaz. 12-YAŞ 2. İkinci Grup Yaş Küçükleri: Yaş küçüklüğünün ikinci grubunu fiili işlediği sırada 12 yaşını tamamlamış ve fakat 15 yaşını doldurmamış çocuklar oluşturmaktadır. 12-15 YAŞ 3. Üçüncü Grup Yaş Küçükleri: fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş ve fakat 18 yaşını doldurmamış çocuklar oluşturmaktadır. 15-18 YAŞ (8)SAĞIR VE DİLSİZLİK: Sağır ve dilsizler de üç gruba ayrılmıştır. İlk kategoriyi fiili işlediği sırada henüz 15 yaşını doldurmamış olanlardır. Bunlar hakkında 12 yaşını doldurmamış olan çocuklara ilişkin hükümler uygulanacaktır. İkinci kategoriyi, fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş ve fakat 18 yaşını doldurmamış sağır ve dilsizler oluşturmaktadır. Bunlar hakkında,12-15 yaş arasındaki çocuklara ilişkin hükümler uygulanacaktır. Üçüncü kategoriyi ise, fiili işlediği sırada 18 yaşını doldurmuş ve fakat 21 yaşını dolduramamış sağır ve dilsizler oluşturmaktadır. Bunlar hakkında ise 15-18 yaş arasındaki küçüklere ilişkin hükümler uygulanacaktır. (9)AKIL HASTALIĞI: Şizofreni, mani, melankoli, paranoya, sar’a (epilepsi), histeri, zekâ geriliği, yaşlılık bunaklığı, kleptomani (hırsızlık hastalığı) gibi rahatsızlıkların akıl hastalığı olduğu kabul edilmektedir. Akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış bulunan kişiye ceza verilmez. Bu kişiler hakkında mahkeme tarafından güvenlik tedbirine hükmedilir.
(10)GEÇİCİ NEDENLER, ALKOL VE UYUŞTURUCU MADDE ETKİSİNDE OLMA: Bu konunun anlaşılabilmesi bakımından öncelikle “sebebinde serbest hareket kuramı”nın (actio libera in causa-alic) ele alınması gerekir. Sebebinde Serbest Hareket Kuramı (Actio Libera in Causa): Fail hakkındaki kusur değerlendirmesinde bulunulurken fiilin işlendiği an esas alınır. Dolayısıyla failin işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulabilmesi için fiilin icrası sırasında kusur yeteneğine sahip olması gerekir. Bu bakımdan fiilin işlenmesinden sonra kusur yeteneğinin kaybedilmesi, ceza sorumluluğu üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir. Örneğin cesaretlenmek için alkol alıp kusur yeteneği ortadan kalktıktan sonra silahıyla ateş ederek hasmını öldüren fail, esasen hasmını öldürdüğü anda kusur yeteneği olmadığı için cezalandırılmaması gerekirken alic kuramı sayesinde cezalandırılmaktadır. GEÇİCİ NEDENLER: İstemeyerek alkol veya uyuşturucu madde alma, uyku hâli, ateşli hastalık, zehirlenme, diyabet, gebelik sonrası ortaya çıkan psikozlar gösterilebilir. Geçici bir nedenin varlığının kabulü için gereken ilk şart, bu nedenin meydana gelmesinde failin kastının veya taksirinin bulunmamasıdır. Örneğin yanıltılarak kendisine alkol verilmesi veya zorla uyuşturucu enjekte edilmesi nedeniyle sarhoş olan bir kimsenin, sarhoş olmakta herhangi bir kusuru bulunmadığından cezai sorumluluğundan söz edilemeyecektir. Geçici nedenin ceza sorumluluğuna etkili olabilmesi için varlığı gerekli olan ikinci şart, Geçici nedenin kusur yeteneği üzerindeki etkisi bu yeteneğin tamamen ortadan kalkmasına yol açacak nitelikte ise faile hiç ceza verilmez ayrıca fail hakkında güvenlik tedbiri de uygulanamaz. İradi sarhoşluğun kusur yeteneği üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. *Tasarlanmış sarhoşluk veya uyuşturucu madde etkisi: bir suçu işlemeyi düşünür, tasarlar ve kastettiği bu suçu işlemek hususunda cesaret bulmak ya da kendine bir mazeret veya cezasızlık sebebi hazırlamak düşüncesiyle sarhoş olduktan sonra kararlaştırdığı suçu işler. *Kastî sarhoşluk veya uyuşturucu madde etkisi: Failin alkol veya uyuşturucu maddeyi, sarhoş olmak veya uyuşturucu madde etkisinde kalmak amacıyla kullanması hâlinde kasti sarhoşluk söz konusudur. Burada tasarlanmış sarhoşlukta olduğu gibi, belli bir suçu işleme düşüncesi ve niyeti yoktu. Sadece alkol alma ve etkisine girme kastıyla hareket etmektedir. *Taksirli sarhoşluk veya uyuşturucu madde etkisi: Failin alkol veya uyuşturucu maddeyi, sarhoş olmak veya uyuşturucu madde etkisine girmek amacıyla almamasıdır. Her ne kadar failin alkol alma hareketi iradi ise de fail bu hareketinin sonucunda sarhoş olmayı öngörmemiştir. Ancak özenli davransaydı bu sonucu öngörebilecekti. Kısaca failin bu iradesi neticeye yönelik değildir. Taksirli sarhoşluk da iradi bir hareketin sonucudur. Her üç hâlde de yani sarhoşluk ister kasten ister taksirle ister tasarlanmış olsun, tüm bu hâller iradi sarhoşluk içinde mütalaa edilecek ve failin kusur yeteneğine bir etkisi olmayacaktır.
Hukuka Aykırı ve Fakat Bağlayıcı Bir Emrin Yerine Getirilmesi: Kanunla verilen bir görevin ifası oluşturmaktadır. Ast kendisine verilen emrin hukuka uygun olup olmadığını kontrol etmek yükümlülüğü altındadır. Şayet ast, kendisine verilen emrin hukuka uygun olup olmadığını denetlemeksizin üstün hukuka aykırı olan emrini yerine getirirse sorumlu olur. Anayasanın düzenlemesi doğrultusunda “emrin hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hâllerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur”. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. ZORUNLULUK HÂLİ: “Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” Örneğin organ veya dokunun maddi menfaat karşılığında satılması, satın alınması suç teşkil etmektedir. Ancak “Organ veya dokularını satan kişinin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar göz önünde bulundurularak, hakkında verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir” denilmektedir. Şartları = önce tehlikeye, daha sonra korunmaya ilişkin şartlar
*Tehlike bir kimsenin veya şeyin varlığını, güvenliğini tehdit eden ve bir zarar olasılığı ortaya koyan durumdur. Zorunluluk hâlinde, tehlikenin doğurabileceği zararı önleme düşüncesinin kişinin irade yeteneğini etkileyebileceği varsayılarak işlenen fiil mazur görülmektedir. *Tehlikenin verdiği zarar ağır ve muhakkak olmalıdır. Meydana getireceği zarar ağır olmayan tehlikeler, zorunluluk hâline yol açmaz. Açlıktan ölmemek için ekmek çalmak veya soğuktan donmamak için başkasının konutuna girmek zorunluluk hâline girebilirse de keyif verici bir madde (örneğin sigara) çalmak zorunluluk hâline girmez. Tehlikenin ağır olup olmadığı somut olayın şartlarına göre hâkim tarafından belirlenmelidir. Örneğin tehlike doğal olaylardan (sel baskını, deprem, yangın, fırtına, dondurucu soğuk, salgın hastalıklar gibi), insan psikolojisi veya biyolojisinin gereksinimlerinden (açlık, susuzluk, hastalık gibi), hayvan hareketlerinden (köpek veya kızgın bir boğanın saldırısı gibi) veya insan hareketlerinden (bir futbol maçında tribünde meydana gelen izdihamdan kurtulmak için başkasını ezmek gibi) doğabilir. *Tehlike kişinin gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olmalıdır. Bu itibarla kişinin hayatına, vücut bütünlüğüne, özgürlüğüne, şerefine, mal varlığına ve özel hayatının gizliğine vs. yönelik tehlikelere karşı zorunluluk hâli mümkündür. Örneğin gebelik ananın hayatı için tehlikeli bir nitelik gösterdiği takdirde, anne hayatı pahasına çocuğun doğmasını istese dahi, çocuğu düşürtmek ve anayı kurtarmaktan yana tercihte bulunan doktor zorunluluk hâlinden yararlanır. *Tehlikeye ilişkin bir diğer koşul da tehlikeye bilerek sebebiyet verilmemiş olmasıdır. Tehlikeye bilerek sebebiyet verilmişse zorunluluk hâline ilişkin hükümler uygulanmaz. Bu itibarla, tehlikeye doğrudan kastla, olası kastla veya bilinçli taksirle neden olan kimse zorunluluk hâlinden yararlanamaz. Buna karşılık tehlikeye bilinçsiz taksirle sebebiyet verilmesi hâlinde zorunluluk hâli söz konusu olabilecektir. Örneğin bir kimsenin evini kasten ateşe veren ve daha sonra alevlerden kurtulmak isterken bir başkasını ezen kimse, zorunluluk hâlinde bulunduğunu ileri süremez. Buna karşılık, misafir gittiği evde elinde sigarası olduğu hâlde uyuya kalan ve bu suretle yangına neden olan kimse, yangından kurtulmak için evin kapısını kırdığında zorunluluk hâli çerçevesinde hareket ettiği için mala zarar verme suçundan cezalandırılmayacaktır.
*Zorunluluk hâlinin diğer bir şartı tehlikeden başka suretle korunmak olanağının bulunmamasıdır. Örneğin kaçarak veya gizlenerek tehlikeden kurtulmak mümkünse ya da devletin yardımıyla tehlikeyi bertaraf edebilecek zaman mevcutsa zorunluluk hâlinin bulunduğu söylenemeyecektir. *Korunmaya ilişkin bir diğer koşul tehlike ile korunma arasında bir oranın bulunmasıdır. Eğer değerler mukayese edildiğinde korunan değer, feda edilen değerden üstün değilse veya en azından ikisi birbirine eşit değilse zorunluluk hâlinden söz edilemez. MEŞRU SAVUNMADA Sınırın Heyecan, Korku ve Telaş Nedeniyle Aşılması: Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaşla aşılması kusurluluğu ortadan kaldıran bir hâldir. Kişinin saldırıdan kaynaklanan öfke ve gazabın etkisiyle sınırı aştığı hâllerde ise haksız tahrik hükmü uygulanır. CEBİR VE TEHDİT: Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı bir cebrin veya ağır ve muhakkak bir tehdidin etkisi altında suç teşkil eden bir fiili işleyen kişi, hür bir iradeyle hareket etmiş olmayacağından kusurlu sayılmaz ve cezalandırılamaz. Bu gibi hâllerde cebir ve tehdidi kullanarak başkasına suç işleten kişi, işlenen bu suç nedeniyle fail olarak (dolaylı fail) sorumlu tutulur. Tehdit altında suç teşkil eden bir fiili işleyen kişi fiili iradi olarak ve dolayısıyla kasten gerçekleştirmektedir. Ancak bu irade tehdit nedeniyle zorlanmış bir iradedir. Bu nedenle, kişi bu iradenin oluşum şartları itibariyle kınanamamakta, işlemiş olduğu fiil bakımından mazur görülmektedir. Örneğin A, noter olarak görev yapan B’nin oğlunu kaçırır. Daha sonra B’yi arayarak kendisine bir arsanın satımı hususunda C’nin kendisini yetkilendirdiği vekâletnamesini hazırlamasını ister ve aksi takdirde oğlunu öldüreceğini söyler. Oğlunun hayatı konusunda endişeye kapılan B, kendisinden istenileni yapar ve resmi belge niteliğindeki vekâletnameyi sahte olarak hazırlayarak A’ya verir. Bu olayda B, ağır ve muhakkak bir tehdidin etkisi altında böyle bir belgeyi hazırlayıp A’ya verdiği için özgür iradeyle hareket etmemiştir. Dolayısıyla işlemiş olduğu fiilden dolayı mazur görülecektir. Buna karşılık A, resmi belgede sahtecilik suçunun (dolaylı) faili olarak cezalandırılacaktır. Zorlayıcı cebirde durum farklıdır Zorlayıcı cebirde, kişiye karşı fiziki güç kullanmak suretiyle, onun veya bir üçüncü kişinin iradesi ve davranışları üzerinde zorlayıcı bir etki meydana getirilmesi söz konusudur. Cebre maruz kalan kişi, bu fiziki gücün meydana getirdiği acının etkisiyle belli bir davranışta bulunmaya zorlanmaktadır. Uygulanan güç nedeniyle kişi hâlen icra edilen saldırıdan kurtulmak için istemediği ve haksızlık teşkil ettiğini bildiği hâlde suç teşkil eden bir fiili işlemektedir. Dolayısıyla cebre maruz kalan kişinin iradi karar verme ve hareket etme özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir. Örneğin bir kimsenin kolunun arkaya kıvrılarak, bundan kurtulması için eline verilen taşı mağazanın vitrinine atmak zorunda bırakılması, aynı şekilde bir bayanın saçlarından sürüklenerek başkasına hakaret etmeye zorlanması gibi hâllerde kişi cebrin etkisinde kalarak suç işlemiş olmaktadır. Mağazanın vitrinine elindeki taşı fırlatan kişi, işlediği fiilin bilincindedir ve dolayısıyla mala zarar verme suçunu kasten işlemiştir. Ancak bu kişi kendisine hâlen uygulanmakta olan cebirden kurtulmak için böyle bir fiili işlemek mecburiyetinde bırakıldığı için hakkında kınama yargısında bulunmak mümkün değildir. Cebrin karşı konulamayacak veya kurtulunamayacak nitelikte olması aranmıştır. Tehdidin ise muhakkak ve ağır olması gerekir. HAKSIZ TAHRİK: Kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında kalarak bir suç işlemesidir. Haksız tahrikin etkisi altında suç işleyen failin kusurluluğu ortadan kalkmaz ancak azalır. Örneğin hakaret suçunda “Haksız fiil nedeniyle veya karşılıklı hakaret” Buna göre, hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi hâlinde faile verilecek cezada indirim yapılacağı gibi, ceza vermekten tamamen de vazgeçilebilecektir. Hakaret suçunun kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi hâlinde ise kişiye hiç ceza verilmeyecektir. Aynı şekilde karşılıklı hakaret hâlinde de ceza vermekten tamamen vazgeçilebilecektir. Haksız Tahrikin Şartları: 1- Haksız bir fiilin varlığı, 2- Bu fiilin failde hiddet veya şiddetli elem meydana getirmiş olması, 3- Suçun bu hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olması. Haksız tahrik, ancak haksız fiili gerçekleştiren kişiye karşı işlenen suç bakımından etkili bir faktördür. Örneğin şikâyet veya ihbarda bulunma hakkını kullanan kişiye karşı gösterilen tepkinin suç teşkil etmesi hâlinde, failin haksız tahrikten yararlanması söz konusu olamaz. Haksız tahrik hükümlerinden yararlanabilmek için mutlaka haksız fiilin mağduru olmak gerekli değildir. Haksız fiile maruz kalan kişi ile buna tepki olarak suç işleyen kişi farklı kişiler olabilir. Örneğin sokakta yürürken, küçük bir çocuğun sebepsiz yere dövüldüğünü görüp de hiddete kapılarak çocuğu döven kişiye karşı hakaret suçunu işleyen kişi bakımından da haksız tahrikin varlığını kabul etmek gerekir. Örneğin babanın haksız fiiline öfkelenen kişinin baba yerine oğlunu dövmesi hâlinde,fail haksız tahrikten yararlanamayacaktır. Haksız fiile tepki olarak işlenen suç kasıtlı bir suç olabileceği gibi, taksirli bir suç da olabilir. Haksız Tahrikin Sonuçları: Haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya elemin etkisi altında suç işleyen kişinin cezasında indirim yapılacaktır. İndirim oranının belirlenmesinde, failin durumu, yaşadığı sosyal çevre, olayın oluş şekli, haksız fiilin niteliği, failde meydana getirdiği ruhsal durum ve tahrik eden ile failin davranışları göz önünde bulundurulacaktır. Kusurluluğu Etkileyen Hata Hâlleri: “kusurluluğu etkileyen nedenlerin maddi şartlarında hata” ve “yasak hatası (haksızlık yanılgısı)” şeklinde ikili bir ayrım çerçevesinde ele almak gerekmektedir. **Yasak Hatası (Haksızlık Yanılgısı): “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılamaz”. Haksızlık yanılgısı, kişinin işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmemesidir. Haksızlık yanılgısında failin haksızlığın maddiyatına ilişkin bilgisi tamdır, buna karşılık o hareketine izin verilmediğini bilmemektedir. Failin haksızlığın maddi unsurlarına ilişkin bilgisi tam olduğundan, yanılgının bu türünün kast ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Haksızlık yanılgısı kaçınılmaz olması hâlinde kusurluluğu kaldırır ve failin cezalandırılmasına engel olur. Eğer fiilin haksızlık oluşturduğu hususundaki hata kaçınılabilir nitelikteyse, bu hata failin kusurluluğuna etki etmez ve fail kasten işlediği suçtan dolayı cezalandırılır. “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” şeklindeki hükmün herhangi bir anlamı yoktur. **Kusurluluğu Kaldıran veya Azaltan Nedenlerin Maddi Şartlarında Hata: Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan nedenlerden birinin şartları somut olayda gerçekleşmediği hâlde, şartların gerçekleştiği konusunda yanılgıya düşmektedir. Şayet bu yanılgı kaçınılmaz ise fail bu hatasından yararlanacak ve cezalandırılmayacaktır. Örneğin karşı koyamayacağı cebir altında suç işleyen kişinin kendisine tatbik edilen maddi cebrin varlığı konusunda hata yapması söz konusu değildir. Buna karşılık, tehdit hâlinde kişi tehdidin varlığı konusunda hataya düşebilir. Kişi esasen kendisine yönelik bir tehdit olmadığı hâlde, böyle bir tehdidin bulunduğu düşüncesiyle suç teşkil eden bir fiili gerçekleştirebilir. İşte bu gibi hâllerde düşülen hata kaçınılmaz ise, kişi, maddi şartlarında yanılgıya düştüğü kusurluluğu etkileyen hâlden yararlanacaktır. Aynı şekilde zorunluluk hâlinin, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emrin maddi şartlarında da hataya düşebilir. Örneğin sık sık yer sarsıntılarının yaşandığı bir bölgede oturan bir kimse, yoldan geçmekte olan ağır tonajlı bir aracın meydana getirdiği hafif sarsıntıyı deprem zannederek evden kaçarken komşularının eşyalarına zarar verecek olursa, hatanın kaçınılmaz olduğunun söylenebildiği hâllerde zorunluluk hâlinden yararlanabilecektir. CEZALANDIRILABİLİRLİĞİN DİĞER ŞARTLARI: Bir kişinin cezalandırılabilmesi için haksızlığın unsurlarının gerçekleşmesi ve bunu gerçekleştiren kişinin kusurlu bulunması yeterlidir. Kişinin işlemiş olduğu fiilden dolayı cezalandırılabilmesi için varlığı gerekli olan unsurlara “objektif cezalandırılabilme şartları”; cezalandırılabilme için bulunmaması gereken unsurlara ise “şahsi cezasızlık sebepleri” veya “cezayı etkileyen veya kaldıran şahsi sebepler” denilmektedir. Objektif Cezalandırılabilme Şartları: Suçun yapısında haksızlığın ve kusurluluğun dışında kalan ve failin cezalandırılabilmesi için gerekli olan koşullardır. Bu şarta yapısında yer veren suçlarda işlenen fiil haksızlık oluşturmakla birlikte objektif nitelikteki bu şartlar gerçekleşmedikçe kişiye ceza verilememektedir. Objektif cezalandırılabilme şartları, cezalandırılabilirliğin maddi unsurlarına ait olmalarına rağmen kastın kapsamına girmez. Bunun anlamı, bu şartların suçun işlenmesi sırasında veya daha sonra gerçekleşmeleri durumunda, fail bu şartları bilmiyor olsa veya bunların gerçekleşmeleri daha önceden öngörülemiyor olsa bile fail cezalandırılabilecektir. Buna karşılık, failin bunların varlığına veya gerçekleştiğine inandığı durumlarda, bu şartlar gerçekleşmedikçe, fail teşebbüsten dahi cezalandırılamayacaktır. Örneğin; görevi kötüye kullanma suçu objektif cezalandırılabilme şartına yer veren suçlardan biridir. Buna göre, bir kamu görevlisinin bilerek görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi görevi kötüye kullanma teşkil eder. Kısacası kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı davranmasıyla haksızlık tipi gerçekleşmektedir. Ancak bu hâliyle bu haksızlık cezaya layık değildir, cezalandırmanın gerçekleşebilmesi için ek bir takım şartların gerçekleşmesi aranmıştır. Buna göre, kamu görevlisi, görevinin gereklerine aykırı davranışıyla kamunun zararına neden olduğu veya üçüncü kişilerin mağduriyetine yol açtığı ya da üçüncü kişilere haksız kazanç sağladığı takdirde cezalandırılacaktır. İşte kamunun zararı, kişilerin mağduriyeti veya üçüncü kişilerin haksız kazanç sağlamasına yol açmadıkça, kamu görevlisi görevinin gereklerine aykırı davranmış olmasına rağmen görevi kötüye kullanmadan cezalandırılmayacaktır. Şahsi Cezasızlık Sebepleri ve Cezayı Kaldıran Şahsi Sebepler Şahsi cezasızlık sebepleri, suçun işlenmesi anında var olan ve failin cezalandırılmasına engel olan şahsa bağlı sebeplerdir. Örneğin: mal varlığına karşı suçların belli akrabalar arasında işlenmesi şahsi cezasızlık sebebi olarak kabul edilmiştir. Buna göre; “(1) Yağma ve nitelikli yağma hariç, bu Bölümde yer alan suçların; a) Haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin, b) Üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlâtlığın, c) Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin, Zararına olarak işlenmesi hâlinde, ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmaz.” Örneğin altsoy üstsoyuna karşı işlediği hırsızlıktan dolayı cezalandırılmayacaktır. Şahsi cezasızlık sebeplerine Cumhurbaşkanının görevine ilişkin suçlardan sorumsuzluğunu ve milletvekillerinin yasama sorumsuzluğunu da örnek olarak gösterebiliriz. Cezayı kaldıran şahsi sebepler ise suçun işlenmesi anında bulunmayan, ancak suç işlendikten sonra ortaya çıkan, kişiye hiç ceza verilmemesini veya kişinin daha az ceza almasını sağlayan sebeplerdir. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu ve yöneticiler hakkında cezaya hükmedilmeyeceği belirtilmiştir. İşte buradaki etkin pişmanlık hâli cezayı kaldıran bir şahsi sebeptir. Cezayı kaldıran şahsi sebepler, suçun icrasına başlandıktan sonra veya tamamlandıktan sonra ortaya çıkan ve ceza sorumluluğu üzerine etkili olan sebeplerdir. Şahsi cezasızlık sebeplerinin ve cezayı kaldıran şahsi sebeplerin varlığı hâlinde cezalandırma mümkün olmamakta, bu sebeplerin yokluğu cezalandırılabilirliğin şartını oluşturmaktadır. Objektif cezalandırılabilme şartlarının varlığı cezalandırmayı mümkün kılarken, şahsi cezasızlık sebepleri ve cezayı kaldıran şahsi nedenlerin varlığı cezalandırılmamayı sağlamaktadır. Şahsi cezasızlık sebepleri ve cezayı kaldıran şahsi sebepler şahsa bağlı olduklarından, sadece ilgili oldukları kişi bakımından kendilerine bağlanan sonucu doğururlar. Dolayısıyla iştirak hâlinde işlenen suçlarda bu sebeplerden diğer suç ortaklarının yararlanması mümkün değildir.
6.ÜNİTE
TEŞEBBÜS: Suçun icraya başlanmasıyla tamamlanması arasında söz konusu olan hukuki bir durumdur. Teşebbüs hâlinde kalmış fiilinden dolayı kişinin cezalandırılmasının nedeni, gerçekleştirilen fiilin suçun konusu bakımından oluşturduğu tehlike veya zarar olarak belirlenmiştir. Teşebbüse ilişkin hükümler, bağımsız bir ceza normu niteliğine sahip olmayıp ancak belli bir suçun tanımlandığı norma bağlı olarak uygulanabilirler. Teşebbüste, biri tamamlanamamış suça, diğeri ise teşebbüse ilişkin olmak üzere iki normun biraya gelmesiyle uygulanabilen suçun özel bir görünüş biçimi söz konusudur. TEŞEBBÜSÜN ŞARTLARI: Teşebbüsün tamamlanmış suça göre farklı olan yönü, suçun maddi unsurlarından fiil veya netice yönünden tamamlanamamış olmasıdır. Teşebbüste öncelikle failin kastının hangi suçu işlemeye yönelik olduğunun belirlenmesi, daha sonra ise kastedilen suçun icrasına başlanıp başlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. a- Kasten işlenen bir suçun ve bu suçu işlemeye yönelik kastın varlığı b- İcra hareketi niteliğindeki fiillerin gerçekleştirilmesi, c- Suçun icrasına yönelik elverişli hareketlerin gerçekleştirilmiş olması ve d- İcra hareketlerinin failin elinde olmayan nedenlerle tamamlanamaması veya fail tarafından icra hareketleri tamamlanmış olmasına rağmen neticenin gerçekleştirilememesi. Kasten İşlenen Bir Suçun ve Bu Suçu İşlemeye Yönelik Kastın Varlığı: Suça teşebbüse ilişkin hükümler kasten işlenen suçlar bakımından uygulanır. Teşebbüste kast, belli bir suçun işlenmesine ve tamamlanmasına yöneliktir. Örneğin failin hedef gözeterek mağdura bıçakla karın bölgesine bir kez vurduktan sonra bıçağı içeride çevirmek suretiyle ilerleterek sağ böbreğinin alınmasına ve karaciğer ile kalın bağırsakta birden fazla yaralanmaya neden olması, çevredekilerin müdahalesi nedeniyle eylemine devam edememesi hâlinde, failin kastı öldürmeye yöneliktir. İcra Hareketi Niteliğindeki Fiillerin Gerçekleştirilmesi: Teşebbüs için icra niteliğindeki hareketlerin gerçekleştirilmesi arandığından, prensip olarak hazırlık hareketlerinin cezalandırılması mümkün değildir. Bununla birlikte kanun koyucu değişik gerekçelerle hazırlık hareketlerini bağımsız suç olarak tanımlayabilmektedir. Örneğin suç işlemek için örgüt kurma, işlenmesi amaçlanan suçlar için hazırlık hareketi niteliğinde olmasına rağmen cezalandırılmıştır. Buna göre, teşebbüs için, kanun koyucunun hazırlık hareketlerini bağımsız bir suç olarak cezalandırdığı hâller dışında, hazırlık hareketlerinin ötesine geçen bir takım faaliyetlerde bulunulması gerekmektedir. Kanun bu noktayı “doğrudan doğruya icraya başlama” olarak belirlemiştir. Suç, doğrudan doğruya icraya başlama olarak nitelendirilebilecek hareketlerin gerçekleştirildiği anda işlenmeye başlamıştır. Ceza hukuku sorumluluğu bu andan itibaren doğar. Suç tipiyle yakın bağlantı içinde olan, özellikle suçun konusunu tehlikeye sokan hareketlerin işlenmeye başlandığının tespit edilmesiyle birlikte doğrudan doğruya icraya başlanma ve dolayısıyla teşebbüs vardır. Örneğin yağmada malın alınmasına yönelik muhtemel direnci kırmaya yönelik cebir ve tehdidin gerçekleştirilmesiyle icra hareketlerinin başladığını kabul etmek gerekir. Buna karşılık, bir binada hırsızlık yapmaya karar veren failin, kapıyı açmaya çalışırken yakalanması hâlinde, henüz suçun konusuyla yakın bağlantı içinde olan, suçun konusunu tehlikeye sokan bir hareketi gerçekleştirmediğinden, hırsızlığa teşebbüs etmiş olmaz. Kapıyı açmaya çalışması, mala zarar vermeye ve konut dokunulmazlığını ihlale teşebbüs teşkil etmekle birlikte, hırsızlık için hazırlık hareketi niteliğindedir. Neticeli suçlarda, bu neticenin gerçekleşmesine sebebiyet veren fiile zorunlu olarak bağlı olan hareketler de icra hareketi sayılmalıdır. Buna karşılık, serbest hareketli suçlarda, genel yaşam deneyimine ve olayların olağan akışına göre hareketin kanuni tarifteki neticeyi gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığına bakılarak icra hareketinin bulunup bulunmadığı hususunda karar verilmelidir. Buna göre, örneğin karşısındaki hasmını öldürmek için silahı doğrultup nişan almak icra hareketini oluştururken, hasmını öldürmek için zehir alınması belirleyici bir niteliğe sahip olmadığı için hazırlık hareketi sayılacaktır. Elverişli Hareketlerin Gerçekleştirilmiş Olması: Somut olayda, failin sahip olduğu özel bilgi de elverişliliğin değerlendirilmesinde etkili olabilir. Örneğin, hemofili hastası olduğu bilinen bir kişinin hafif de olsa kanamalı bir şekilde yaralanması veya şeker hastası olduğu bilinen bir kişiye şeker verilmesi gibi olaylarda hareketin kasten öldürme suçu bakımından elverişli olduğunda herhangi bir şüphe yoktur. Bu çerçevede, av tüfeğiyle öldürme kastıyla yapılan atışlarda hareketin elverişli olup olmadığının değerlendirilmesinde objektif ölçütlere göre, atışın silahın etki alanında yapılıp yapılmadığı esas alınmalıdır. Somut olayda elverişsizlik ile elde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasını veya neticenin gerçekleştirilememesini birbirine karıştırmamak gerekir. Örneğin fail, mağdura silahıyla öldürmek maksadıyla ateş etmiş, ancak aradaki camın kurşungeçirmez olması nedeniyle başarılı olamamıştır. Burada hareketler işlenmek istenen suç bakımından elverişlidir, ancak netice failin elinde olmayan bir nedenle gerçekleşmemiştir. Fail bu gibi hâllerde teşebbüsten dolayı cezalandırılacaktır. Elverişlilik sadece kullanılan araç bakımından değil, suçun konusu da dâhil olmak üzere bütün fiil yönünden bulunmalıdır. Suçun konusunun yokluğu hâlinde “işlenemez suç”tan bahsedilir. Elverişlilik, teşebbüs boyutuna varmış hareketin bulunup bulunmadığının belirlenmesiyle ilgili iken, konunun yokluğunda icra hareketinin elverişliliği bakımından şüphe bulunmamaktadır. Örneğin A, gece vakti öldürmek maksadıyla evine girdiği ve yatar vaziyette gördüğü hasmı B’ye öldürmek maksadıyla silahla birkaç el ateş eder. Bilahare yapılan tespitte, A’nın ateş ettiği sırada B’nin zaten kalp krizinden daha önce ölmüş olduğu belirlenir. İşte bu gibi hâllerde, işlenemez suçtan söz edilmelidir. Buna karşılık, gerçekleştirilen hareketlerin suçun kanuni tarifindeki unsurları gerçekleştirmeye uygun ve elveriş olmadığı hâllerde ise, icrasına başlanmış bir suçun varlığından bahsedemeyiz. Failin Elinde Olmayan Sebeplerle İcra Hareketlerini Tamamlayamaması veya İcra Hareketlerini Tamamlamasına Rağmen Neticeyi Gerçekleştirememesi: Suçlar, icra hareketlerinin veya neticenin gerçekleştirilmesiyle tamamlanırlar. Eğer bir suçun kanuni tanımında suçun tamamlanmış sayılabilmesi için hareketin dışında neticeye unsur olarak yer verilmemişse (sırf hareket suçu), bu suç icra hareketlerinin gerçekleştirilmesiyle tamamlanır. Bu tür suçlar bakımından teşebbüs kanuni tarifteki icra hareketlerinin tamamlanması safhasına kadar söz konusu olur. Failin elinde olmayan sebeplerle suçun icra hareketlerini tamamlayamaması teşebbüsün ilk görünüm şeklini oluşturmaktadır. Örneğin hakaret suçu, hakaret teşkil eden hareketlerin icrasıyla birlikte tamamlanır. Dolayısıyla bu suç, hakareti oluşturan ifadelerin sözlü olarak söylendiği hâllerde teşebbüse elverişli değildir. Buna karşılık hakareti oluşturan fiil veya olgular bir mektup vasıtasıyla gerçekleştiriliyorsa, mektup muhatabına ulaşıncaya kadar suçun icrası devam ettiği için teşebbüs söz konusu olacaktır. Neticeli suçlarda teşebbüs iki şekilde gerçekleşebilir. İlk olarak fail elverişli hareketlerle suçun icrasına başlamıştır ve fakat elinde olmayan nedenlerle bu hareketleri tamamlayamamıştır. Örneğin kasten öldürme suçunu işlemek üzere silahını çekip hedef gözeterek tetiğe basmak üzere olan failin üzerine üçüncü bir şahsın atlayarak ateş etmesini engellemesi gibi. İkinci olarak fail icra hareketlerini tamamlamış, ancak elinde olmayan nedenlerle neticeyi gerçekleştirememiş olabilir. Bu durumda kanuni tarifte öngörülen neticeyi gerçekleştirmeye elverişli hareketler icra edilmiş, ancak beklenen olmamış, yani failin elinde olmayan nedenlerle netice meydana gelmemiştir. Örneğin fail kasten öldürmek için silahını ateşlemiş, isabet kaydetmiş ve fakat ağır yaralanan mağdur ölmemiştir. Bu tür hâllerde icra hareketlerinin tamamlanmış sayılabilmesi için failin isabet kaydetmesi gerekli değildir. İsabet kaydetmese dahi suçun icra hareketleri tamamlanmış, fakat failin elinde olmayan (iyi nişan alamaması, silahın ayarının bozuk olması veya mağdurun sakınması gibi) nedenlerle neticeyi gerçekleştirememiştir. TEŞEBBÜSTE CEZANIN BELİRLENMESİ: Teşebbüs hâlinde suçun tamamlanmış şekline göre indirimli ceza uygulanacaktır. Teşebbüs hâlinde kalmış suçlarda, suçun o ana kadar gerçekleştirilen şekliyle meydana getirdiği zararın veya tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak cezada hangi oranlarda indirim yapılacağı belirtilmiştir. Buna göre, hâkim, somut olayda teşebbüs hâlinde meydana gelen zararın veya tehlikenin ağırlığını dikkate alarak, eğer kanunda suç için ağırlaştırılmış müebbet hapis öngörülmüşse, bunun yerine 13 yıldan 20 yıla kadar hapse, müebbet hapis cezası öngörülmüşse, bunun yerine 9 yıldan 15 yıla kadar hapse hükmedebilecektir. Diğer hâllerde, yani diğer süreli hapis cezalarında ise dörtte birden dörtte üçe kadar cezada indirim yapılacaktır. GÖNÜLLÜ VAZGEÇME: İcra hareketlerinin tamamlanmaması veya neticenin gerçekleşmemesi failin elinde olan nedenlerden (suçun icrasından gönüllü vazgeçmesinden) kaynaklanmışsa teşebbüsten söz edilemez. Gönüllü vazgeçme olarak nitelendirilen bu durum “Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz”. Suçun icrası sürecindeki bütün aşamalarda gönüllü vazgeçme mümkündür. Gönüllü vazgeçme hukuki mahiyeti itibariyle, cezayı kaldıran şahsi bir sebeptir. Gönüllü vazgeçmenin suç teorisindeki yeri, haksızlık ve kusurdan sonraki aşamadır. Dolayısıyla vazgeçme teşebbüsü oluşturan icra hareketlerinden sonra gerçekleşen, teşebbüs aşamasındaki haksızlığın unsurlarını ve bu haksızlıkla ilgili olarak failin kusurluluğunu etkilemeyen, sadece varlığı hâlinde teşebbüs aşamasındaki haksızlıkla ilgili olarak failin cezai sorumluluğunu kaldıran bir hareketi oluşturmaktadır. Gönüllü vazgeçme ancak icrası tamamlanmamış suçlar bakımından söz konusu olabilir. Gönüllü vazgeçme, failin iradi olarak icra hareketlerini sürdürmemesini veya icra hareketlerini tamamlamasına rağmen kendi çabasıyla neticenin gerçekleşmesini engellemesini gerektirmektedir. Nitekim kanun koyucu bu hususu maddede “suçun icra hareketlerinden vazgeçme” veya “suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önleme” şeklinde ifade etmiştir. Gönüllü vazgeçme ilk olarak icra hareketleri safhasında mümkündür. Örneğin hasmını öldürmek için silahını çekip ateş etmek üzere nişan almış olan failin, mağdurun olay sırasında ortaya çıkan çocuklarına acıyarak eylemini gerçekleştirmekten vazgeçmesi hâlinde durum budur. Fail işlemeyi kastettiği suçun icra hareketlerini tamamladığı, fakat amacına ulaşamadığı hâllerde gönüllü vazgeçme mümkün değildir. Örneğin failin öldürme kastıyla ateş edip isabet kaydedemediği veya failin icra hareketlerine devam etme imkânının bulunmadığı hâllerde, mevcut hâliyle objektif olarak gönüllü vazgeçmeye uygun bir teşebbüs bulunmamaktadır. Fiilin icrasının imkânsız hâle geldiği hâllerde gönüllü vazgeçme mümkün değildir. Örneğin kullanılan maymuncuğun kilit içerisinde kırılması gibi. Gönüllü Vazgeçmenin Sonucu: Ceza sorumluluğunun kalkması, sadece teşebbüs aşamasındayken icrasından gönüllü olarak vazgeçilen suç bakımından söz konusudur. Bu noktaya kadar işlenen fiiller eğer başkaca bir suçu oluşturuyorsa, failin bundan kaynaklanan sorumluluğu saklıdır. Örneğin kasten öldürme suçunun icrasından gönüllü olarak vazgeçildiği hâllerde, o ana kadar tamamlanan hareketler kasten yaralama suçunu oluşturacaktır. ETKİN PİŞMANLIK: Suçun tamamlanmasından sonra failin gönüllü olarak yol açtığı zararı veya sebebiyet verdiği neticeyi gidermeye yönelik olarak gerçekleştirdiği davranışlara denir. Kanun koyucu sadece tamamlanmamış suçlar için gönüllü vazgeçmeye ceza sorumluluğunu kaldıran bir sonuç bağlamıştır. Dolayısıyla etkin pişmanlık cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebebi oluşturmaktadır. Buna göre, gönüllü vazgeçme gibi etkin pişmanlık da haksızlığın unsurları ve kusurluluk dışında yer almaktadır. İŞTİRAK: Tek ve çok failli olarak ikiye ayrılır. Örneğin suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve rüşvet suçu çok failli suçlardandır. Bir kişi tarafından işlenebilen bir suçun işlenişine birden fazla kişinin katıldığı hâl suça iştirak olarak adlandırılan hukuki kuruma vücut verir. Örneğin kasten öldürme suçu tek kişi tarafından işlenebilecek bir suç olarak formüle edilmiştir. Ancak somut olayda bu suç birden fazla kişinin katılımıyla işlenebilir. İşte bu gibi hâllerde suça iştirakten bahsedilir. Gerçekleştirmiş olduğu hareketler nedeniyle fail addedilenler suçu işleyen olarak kabul edilmiş, suçun oluşumunda nedensel bir katkısı olmakla birlikte fail sayılamayanlar ise şerik olarak nitelendirilmiştir. Böylelikle suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince sadece suçu işleyenler, yani failler cezalandırılabilecekken, kanunlardaki iştirake ilişkin hükümler sayesinde suçun işlenişine şerik olarak katılanların da cezalandırılabilmeleri mümkün hâle gelmiştir. TCK’nın iştirake ilişkin hükümleri kasten işlenebilen suçlar bakımından uygulanabilir niteliktedir. Bu nedenle, Kanun’daki kasten işlenen suçlara katılanların sorumluluk statülerini belirleyen iştirak hükümlerinin taksirle işlenebilen suçlarda uygulanması mümkün değildir. İŞTİRAK ŞEKİLLERİ: Suça iştirak, faillik ve şerikliği kapsayan üst bir kavramdır. Şeriklik de kendi içinde azmettirme ve yardım etme olarak ikiye ayrılmaktadır. Fiil hâkimiyeti, gerçekleştirdiği katkıyla tipe uygun oluşum sürecini yönlendirmek şeklinde anlaşılmalıdır. Buna göre, fiile hâkim olan, suçun oluşum sürecini yönlendiren kişi faildir. Fiil, olaya yön veren iradenin bir eseri olarak görülmekle birlikte, faillik için sadece bu yönlendirici irade yeterli görülmemekte, bilakis suçun işlenişine olan katkının nesnel ağırlığı da belirleyici olmaktadır. Bu nedenle, sadece suça olan objektif katkısının önemine göre de suçun oluşum sürecine hâkim olanlar faildirler. Suçun icrasının şekillendiricisi veya belirleyici rol oynayanı olarak, planlı bir şekilde yöneterek veya yön vererek kim fiile hâkim ise o faildir. Buna karşılık, fiile hâkim olmadan yardımcı aktör olarak suçun işlenmesine yol açan veya teşvik eden kişi ise şeriktir. Fiil hâkimiyetinin, “harekete hâkimiyet”, “iradeye hâkimiyet” ve “fonksiyonel hâkimiyet” olmak üzere üç görünüm şekli bulunmaktadır. Harekete hâkimiyet, fiili bizzat gerçekleştiren, harekete hâkim olarak suçu icra eden kişide mevcuttur (doğrudan fail). İradeye hâkimiyet, suç teşkil eden fiili başkası aracılığıyla işleyen, doğrudan hareket edeni üstün irade ile yönlendiren arkadaki kişide bulunur (dolaylı fail). Fonksiyonel hâkimiyet, suç teşkil eden fiili biriyle veya başkalarıyla müştereken gerçekleştirende bulunur (müşterek faillik). Suçun işlenişine katkısı olan kişi, suç üzerinde gerçekleştirdiği hareketiyle bu üç türden birine uygun düşen bir hâkimiyet kurmuşsa fail, aksi hâlde şeriktir. FAİLLİK: Müşterek (birlikte) - Müstakil (tek veya doğrudan) - Dolaylı faillik… Suçun kanuni tanımında yer alan fiili başkasını araç olarak kullanarak gerçekleştiren kişi de faildir. Maddede öngörülen bu üç faillik türüne doktrinde yan yana faillik de eklenmektedir. Müstakil Faillik: Kanuni tanıma uygun olan haksızlığı davranışlarıyla tek başına bizzat gerçekleştiren kişi doğrudan faildir. Diğer bir deyişle, suçun objektif ve sübjektif tüm unsurlarını tek başına gerçekleştiren kişi müstakil (doğrudan) faildir. Müşterek Faillik: Birden fazla kişinin birlikte suç işleme kararına bağlı olarak suçun icra hareketlerini gerçekleştirip suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurmaları hâlinde söz konusu olan iştirak şekli müşterek failliktir. Müşterek faillikten söz edilebilmesi için iki unsurun bir arada bulunması gerekmektedir: a- Birlikte suç işleme kararı (sübjektif unsur), b-Fiilin birlikte icrasına gerçekleştirilen katkı (objektif unsur). Müşterek faillik ancak birlikte suç işleme kararıyla hareket edilen hâllerde söz konusu olabilir. Müşterek faillik suça katılanların birbirini tanımasını gerektirmez. Müşterek faillik için bir suçun işlenişine katılanların tamamının kasten hareket etmesi ve eğer suç tipinde öngörülmüş ise diğer sübjektif unsurları (amaç veya saik) gerçekleştirilmesi de gerekmektedir. Müşterek faillik için, birlikte suç işleme karanının yanı sıra fiilin birlikte icra edilmesi de gerekmektedir. Müşterek faillik, bir fiili takım hâlinde ve işbölümüne dayalı olarak gerçekleştirme esasına dayanmaktadır. Bu işbölümü, fiilin işlenişini ya mümkün kılar ya kolaylaştırır ya da fiilin başarısızlıkla sonuçlanma riskini önemli ölçüde bertaraf eder. Her fail ayrı ayrı fiil üzerinde hâkimiyet kurmuş ise müşterek faillikle ilgili bir kuşku ortaya çıkmaz.*** Örneğin, A ve B, C’yi dövmeyi kararlaştırırlar ve yolda karşılaştıkları C’yi sopayla dövüp hastanelik ederler. Burada her bir fail, fiili bizzat icra etmiş, her biri fiil üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Bu nedenle, A ve B müşterek fail olarak sorumlu olacaklardır. Örneğin yağma suçunu birlikte işlemeyi kararlaştıran iki kişiden birinin mağduru tutması, diğerinin onun eşyasını alması durumunda olduğu gibi. Suçun işlenişine olan katkının önemi olay anına göre belirlenmelidir. Örneğin A ve B bir iş hanında soygun yapmaya karar verirler. Yüksek yakalanma riskini bertaraf etmek için C’yi hanın girişinde gözcü olarak görevlendirirler. Bu olayda C, A ve B’nin fiili gönül rahatlığıyla işleyebilmesini mümkün kıldığından, fiil üzerinde fonksiyonel bir hâkimiyet kurmuştur ve bu nedenle müşterek fail olarak sorumlu olacaktır. Suçun işlenişine olan fonksiyonel katkıların hem zaman olması şart değildir. Suçun icrasının başladığı andan tamamlanma aşamasına kadar farklı faillerce gerçekleştirilen birbirini takip eden icra hareketlerinin bulunması müşterek faillik bakımından yeterlidir. Örneğin A’nın maymuncukla evin kapısını açması, ardından B’nin eve girip hırsızlığı gerçekleştirmesi gibi. ***Uzak bir pozisyondan olay yerinde etkili bir konumda olan faili telefon ve telsiz gibi iletişim araçlarıyla koordine eden veya suçun işlenişi anında telefonla talimat veren kişi de bizzat müşterek faildir. Dolaylı Faillik: Bir suçun, bir başkasını araç olarak kullanmak suretiyle işlendiği hâllerde dolaylı faillikten söz edilir.. Dolaylı faillikte arkadaki kişi aracının iradesi üzerinde hâkim bir pozisyona sahiptir. Bu kişi aracı olarak kullanılan kişinin iradesine hâkim olarak bir suçun işleniş sürecini elinde tutmakta, onun davranışlarını yönlendirmektedir. Dolaylı fail, araç durumundaki kişinin iradesi üzerindeki hâkimiyetini, bu kişideki bildiği veya sebebiyet verdiği bir noksandan veya durumdan faydalanarak kurmaktadır. Bu noksan, aracının, hataya düş(ürül)mesinden veya cebir veya tehditle irade yeteneğini ortadan kaldırılmasından veya kusur yeteneğinin bulunmamasından kaynaklanabilir. Arka plandaki kişi, aracı durumundaki kişinin içinde bulunduğu bu geçici veya devamlı noksandan yararlanarak onun davranışlarını yönlendirir, iradesi üzerinde hâkimiyet kurar. ***Arka plandaki şahıs, tehdit veya cebir yoluyla bir diğerini suç işlemeye zorlarsa, işlenen suç bakımından zorlayan dolaylı fail olarak cezalandırılacaktır. ***“Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hâllerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır. Cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidin etkisi altında kalarak suç işlemek zorunda kalan kişi kusurlu sayılamadığı için cezalandırılamayacak, buna karşılık cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi dolaylı fail olarak sorumlu tutulacaktır. Aracının hataya düşürülerek bir fiili işlemeye yöneltildiği hâllerde, arka planda olan ve aracıyı aldatarak hataya düşüren kişi, aracının işlemiş olduğu fiil onun belirlemiş olduğu şartlar çerçevesinde işlendiği için aynı zamanda fiile hâkimdir. Örneğin A, uzağı iyi göremeyen B’ye bir ağaç kütüğü diye hasmı C’ye ateş ettirir ve sonuçta C ölür. Olayda tipik fiil bakımından C’ye ateş ettiğini bilmediğinden B’nin kastı yoktur. Başka bir anlatımla burada B’nin tipikliğin maddi unsurlarında yanılgısı söz konusudur ve bu konuda yanılgısı olmayan, konu hakkındaki bilgisiyle üstün durumda olan A, B üzerinde hâkimiyet kurmaktadır (bilgi hâkimiyeti yoluyla fiile hâkimiyet). Bu olay bağlamında B araç konumuna indirgendiğinden kasten öldürmenin faili değildir, ancak B’nin taksirli fiilinden dolayı sorumluluğu saklıdır. Arkadaki kişinin fiili icra edenin hataya düşmesine sebebiyet vermediği, onda mevcut olan hatadan yararlandığı hâllerde de dolaylı failliğin gerçekleştiğini kabul etmek gerekmektedir. ***Örneğin A eğlence olsun diye bostan korkuluğuna ateş etmek istemektedir. B, A’nın bostan korkuluğu sandığı şeyin aslında arazi sahibi C olduğunu görmesine rağmen silahını ona uzatır ve sonuçta C ölür. Burada A’nın hatasında B’nin bir etkisi yoktur. Ancak ondaki mevcut hatadan yararlanmış, onu hatası konusunda uyarmamak suretiyle iradeye hâkimiyet dolayısıyla da fiile hâkimiyet sağlamıştır. İradeye hâkimiyet, örgüt organizasyonundan kaynaklanan zorlama gücünden yararlanılarak da gerçekleştirilebilir. Dolaylı failliğin bu türünde örgüte dâhil olan kişi, örgüte hâkim olan hiyerarşideki emir-komuta zinciri çerçevesinde araç konumuna indirgenebilmektedir. Böyle bir örgüte üye olan kişi, örgüt yapısı içerisinde kendisinden istenileni yerine getirmeye şartsız olarak hazır bir vaziyettedir. Bu durumda sorumluluk tamamıyla dolaylı faildedir ve bu kişi de fiili icra edene emri veren arkadaki kişidir. Buna karşılık emri alan örgüt üyesinin tercihte bulunma imkânına sahip olduğu hâllerde, buna rağmen fiili işlemesi söz konusu ise artık azmettirmeyi kabul etmek gerekir. TCK’nın suç işlemek amacıyla örgüt kurmayı cezalandıran örgüt yöneticilerinin örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı fail olarak cezalandırılacağı kabul edilmiştir. İradeye hâkimiyet dolayısıyla dolaylı faillik kusur yeteneğinin bulunmamasından kaynaklanabilir. Örneğin on yaşındaki bir çocuğa hırsızlık yaptırıldığında çocuğu bu fiili işleten kişi dolaylı fail olarak cezalandırılacaktır. Benzeri bir durum algılama yeteneğini ortadan kaldıran veya irade yeteneğini önemli ölçüde etkileyen bir akıl hastalığıyla malul olan bir kişiye suç teşkil eden bir fiilin işletildiği hâllerde de söz konusudur. Yan Yana Faillik: Birden fazla kişi bilinçli ve iradi bir ilişki olmadan hareket etmekte, tek başına neticeyi gerçekleştirmeye uygun şartları bizzat oluşturmaktadır. Örneğin A, B ve C, ortak hasımları D’yi öldürmek üzere tamamıyla birbirlerinden habersiz bir şekilde tesadüfen aynı yerde ve zamanda pusu kurarlar ve D olay yerinden geçerken aynı anda ateş ederek onu öldürürler. İşte burada A, B ve C arasında yan yana faillik ilişkisi vardır. Birlikte suç işleme kararıyla böyle bir fiili işlemiş olsalardı, bu durumda da müşterek faillik söz konusu olurdu. ŞERİKLİK: Bir suçun işlenişine katılan, fakat gerçekleştirmiş olduğu katkıyla suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde hâkimiyet kuramayanlara şerik denilmektedir. TCK, iştirakte şeriklik statüsü olarak azmettirme ve yardım etmeye yer vermiştir. Fail ile doğrudan ilişki hâlinde olan, kısacası fail tarafından gerçekleştirilen haksızlığa bir katkı sağlayan fiili nedeniyle şerikin sorumluluğu bağlılık kuralı sayesinde gerçekleşmektedir. Suçun işlenişine şerik olarak katılanlar, bağlılık kuralının gereklerinin gerçekleşmesi hâlinde sorumlu olurlar. TCK’nın esas aldığı sisteme göre iştirakten dolayı sorumluluğun doğumu için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir, ayrıca bu fiili işleyen kişinin kusurlu addedilmesi gerekli değildir. İştirakten dolayı cezai sorumluluğun söz konusu olabilmesi için asıl fiilin niteliklerini belirleyen ve suçun işlenişine iştirak edenlerin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılacağını belirten bu ilkeye “niteliksel bağlılık kuralı” denilmektedir. Örneğin azmettirilen kişinin üçüncü grup yaş küçüğü olduğu hâllerde, bu yaş grubundaki çocukların cezalarında kusur yeteneklerinin tam anlamıyla gelişmemiş olduğu kabulüyle indirim öngörülmüştür. Bu indirimden sadece fiili işleyen çocuk yararlanacaktır, azmettiren yetişkinin bu indirimden faydalanması mümkün değildir. Örneğin etkin pişmanlığın söz konusu olduğu bir suç tipinin iştirak hâlinde işlendiği hâllerde, sadece etkin pişmanlık gösteren suç ortağı bundan yararlanacak, diğer suç ortakları bundan yararlanamayacaktır. Bağlılık kuralının şeriklerin sorumluluğu bakımından üstlenmiş olduğu fonksiyonu yerine getirebilmesi için asıl fiilin tamamlanması gerekli değil ise de en azından icrasına başlanmış olması (teşebbüs) gerekmektedir. Buna “niceliksel bağlılık kuralı” denilmektedir. Şeriklerin sorumluluğu failin şahsına ve işlediği fiile bağlılık arz etmektedir. Ancak bu sorumluluğun belirlenmesinde azmettirenin ve yardım edenin kastı, yani iradesi de belirleyicidir. Şerikler icrasına kasten katıldıkları fiile, kısacası azmettirdikleri veya yardım ettikleri esas fiile göre sorumlu tutulurlar. ***Örneğin A, B’nin kardeşi C’ye karşı işlemeyi düşündüğü kasten yaralama suçunda kullanması için ona silahını veriyor. Burada A, B’nin kardeşine karşı işlemeyi düşündüğü suça silah tedarik etmek suretiyle iştirak ediyor. Esasında suça şerik olarak katılan A ile mağdur C arasında kardeşlik bağı yoktur. Fakat olayda suçun faili olan B ile mağdur C kardeştir. Olayda, A’nın sorumluluğu, bağlılık kuralı gereğince, B’nin şahsına ve işlediği fiile bağlılık gösterdiğinden, kasten yaralamanın nitelikli şeklinden dolayı olacaktır. Ancak somut olayda A, C’nin B’nin kardeşi olduğunu bilmeyebilir. Bu durumda A kasten yaralamanın temel şekline katılma kastıyla hareket ettiğinden, kasten yaralamanın temel şeklinden sorumlu tutulacaktır. Azmettirme: Belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin başkası tarafından bu suçu işlemeye karar verdirilmesini ifade etmektedir. Azmettirmede bir başkasının fiiline katılmadan suçun işlenmesinde manevi müsebbiplik söz konusudur. Bir kişiye belli bir suçu işleme kararının verdirilmesi azmettirmenin ilk şartını oluşturmaktadır. Eğer kişi daha önce suç işlemeye karar vermiş ise azmettirme söz konusu olmaz. Bu durumda, manevi yardım söz konusu olur. Belli bir suçu işleme konusunda kararını vermiş bir kişiyi, planladığı suç yerine başka bir suç işleme konusunda karar değiştirtme hâlinde de azmettirme söz konusu olabilir. Örneğin hırsızlık yapmayı planlayan bir kişinin dolandırıcılığa ikna edilmesi gibi. ***Suçun icra tarzına ilişkin (zaman, yer ve araç) faildeki kararın şeriklerce değiştirilmesi, yeni bir suç işleme planı anlamına gelmediği ve mevcut planın icra tarzını değiştirdiği için azmettirme kapsamında değerlendirilmez, tipik bir yardım etme olarak değerlendirilir. Örneğin, silahla yağma işlemeye karar vermiş bir kişiye daha uygun olduğuna ikna ederek yanına bıçak almasının sağlanması hâlinde olduğu gibi. Azmettirme esas fiilin işlenmesine azmettirmeye azmettirme şeklinde de gerçekleşebilir. Buna zincirleme azmettirme denir. Azmettirmenin diğer bir şartını azmettirenin kasten hareket etmesi oluşturmaktadır. Azmettirme kastının, ilki azmettirenin kendi fiiliyle ilgili, diğeri azmettirilen fiile ilişkin olan iki yönü bulunmaktadır. Azmettirme kastı, ilk olarak, failde suç işleme kararının verdirilmesine ilişkin olmalıdır. Azmettirenin olası kastla hareket etmesi yeterlidir. Azmettiren, açıklamalarının, tasvirlerinin ve hareketlerinin diğer kişinin suç işleme kararı almasını sağlayacağını öngörüp kabullenmişse olası kastla azmettirmeden söz edilir. Azmettirenin kastı belli bir fiile ve suç işlemeye karar verdirilecek belli kişiye yönelik olmalıdır. Azmettirme belli bir kişi çevresine yönelmemişse, kime suç işleme kararının verdirilmek istendiği belirlenemiyorsa azmettirmeden söz edilemez. Suç işlemesi istenen kişinin belli olmaması hâlinde, diğer şartların da gerçekleşmesi kaydıyla suç işlemeye tahrik suçu söz konusu olur. Fail, azmettirenin istediğine göre daha fazlasını işlemişse, azmettiren kastının kapsamı dışında kalan suçlardan sorumlu değildir. Şeriklerin cezalandırılabilmesi için esas fiilin en azından teşebbüs aşamasına varmış olması aranmaktadır. Bu nedenle mevzuatımızın mevcut hâli ile sonuçsuz kalmış bir azmettirmenin cezalandırılması mümkün değildir. Azmettiren işlenen suçun cezasıyla cezalandırılacaktır. Azmettirme üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleşmişse, azmettirene verilecek süreli hapis cezaları üçte birden yarısına kadar artırılacaktır. Çocukların suça azmettirildiği hâllerde ise üstsoy ve altsoy ilişkisi aranmaksızın, azmettirenin cezasında fıkrada öngörülen oranlarda artırım yapılacaktır. Azmettirenin cezasının artırılmasını öngören bu düzenleme sadece azmettirene süreli hapis cezalarının verildiği hâllerde uygulama kabiliyetini haizdir. Azmettirenin belli olmaması hâlinde, azmettirenin ortaya çıkmasını sağlayan fail ve diğer şeriklerin cezasında indirim yapılması öngörülmüştür. Cezada indirim yapılmasını gerektiren bu şahsi sebebin gerçekleşmesi hâlinde fıkrada öngörülen oranlarda cezada indirim yapma konusunda hâkime takdir yetkisi verilmiştir. Bu hükmün uygulanabilmesi için kişiliğe ilişkin olarak verilen bilginin maddi gerçeğin ortaya çıkmasını sağlaması gerekir. Yardım Etme: Yardım eden, hareketleriyle failin suç tipini gerçekleştirmesini teşvik etmekte ve kolaylaştırmaktadır. Yardım etme, bağlılık kuralı da dikkate alınarak, başkası tarafından işlenen bir suça kasten destekte bulunmak şeklinde tanımlanabilir. Faillik ve azmettirme olarak nitelendirilemeyen her türlü katkı, yardım etme kapsamında değerlendirilebilir. Yardım etmenin ilk şartını, yardım etme niteliğindeki hareketlerin gerçekleştirilmesi oluşturmaktadır. Suç tipinin gerçekleştirilmesini mümkün kılan, kolaylaştıran, yoğunlaştıran veya garantileyen fiiller yardım niteliğindeki katkıyı belirtir. Suçun icrasına başlanmasından tamamlanmasına kadarki yardımlarla da suça iştirak mümkündür. *** “suçun işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak”, ilk maddi yardım şeklini oluşturmaktadır. Suçun işlenmesinden önce veya icrası sırasında, suçun icrasını kolaylaştıran ve mümkün kılan taşınabilir elverişli her türlü vasıtanın teminini araç sağlama olarak değerlendirmek gerekir. “Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak” diğer maddi yardım şeklini oluşturmaktadır. “Suç işlemeye teşvik etmek” manevi nitelikli yardım şekillerinden ilkini oluşturmaktadır. Suç işleme fikri ve düşüncesi bulunan ve fakat suçu işleyip işlememe noktasında kararsızlığı bulunan bir kişinin suça yöneltilmesi teşviktir. Teşvik etme, suç işleme niyet ve düşüncesi olan ve fakat kararsız olan kişinin suça yöneltilmesini gerektirmesi itibariyle, bir kişide suç işleme kararı verdirmeyi ifade eden azmettirmeden ayrılmaktadır. “Suç işleme kararını kuvvetlendirmek” diğer bir manevi yardım şeklidir. Burada, suç işleme kararını vermiş kişinin cesaretlendirilmesi söz konusudur. Suç işleme kararı vermiş kişiyi cesaretlendiren, kararın icra safhasına geçirilmesini sağlayan tavsiye ve telkinlerde bulunmak, suç işleme kararını kuvvetlendirmektir. “fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmekten” ibarettir. “Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek”, son manevi yardım şeklini oluşturmaktadır. Suçun nasıl işleneceği hususuna ilişkin bir talimat verme söz konusu olduğundan, zorunlu olarak katkının suçun icrasına başlanmadan önce gerçekleştirilmesi gerekir. Suçun icrası sırasında gerçekleştirilen talimat verme ve yol gösterme niteliğindeki hareketler, fiil üzerinde hâkimiyet kurulduğu anlamına gelir ve dolayısıyla müşterek fail olarak sorumluluğu gerektirir. Bir kişinin suçun işlenişine yardım eden olarak katılmaktan dolayı cezalandırılabilmesi kasten hareket etmesine bağlıdır. Bu yardım eden olarak sorumluluğun diğer şartını oluşturmaktadır. Sorumluluğunun doğumu bakımından, olası kast yeterlidir. Yardım edilen esas fiilin teşebbüs aşamasına kadar gelmesinin istendiği veya önceden suçun tamamlanmayacağının bilindiği hâllerde (sonuçsuz kalmış yardım etme), yardımda bulunmadan dolayı sorumluluk söz konusu olmaz. Ayrıca failin, yardım edenin kastının dışına çıktığı hâllerde kural olarak aşkın kısımdan yardım eden sorumlu tutulmaz. Bir suçun icrasına yardım eden olarak katılan şerik, işlenen suçun gerektirdiği cezaya göre öngörülen oranlarda indirimli ceza alır. Buna göre yardım eden kişiye işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, 15 yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası verilir. Süreli hapis cezasını gerektiren bir suçun icrasına yardım edilmesi hâlinde, ceza yarı oranında indirilecektir. Ancak süreli hapis cezasını gerektiren suçlara yardımda bulunmaktan dolayı yarı oranında indirilerek verilecek ceza toplamda 8 yılı geçemeyecektir. İştirak Hâlinde İşlenen Suçlarda Gönüllü Vazgeçme: İştirak hâlinde işlenen suçlarda suça katılanlardan birinin gönüllü vazgeçmesi diğerleri bakımından etkili değildir. Birlikte suç işleme kararına dayanarak fiil üzerinde hâkimiyet kuran müşterek faillerden birinin gönüllü vazgeçmesi mümkündür. Müşterek faillerden biri suçun icrası safhasındayken gönüllü olarak vazgeçebilir. İÇTİMA: “kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır” işlenen her bir suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmedilecek ve verilen her bir ceza bağımsızlığını koruyacaktır. Buna gerçek içtima denilmektedir. Ceza hukukunda kural gerçek içtima, istisna ise suçların içtimaıdır. Ortada birden çok suç bulunmasına rağmen faile tek ceza verilmesinin öngörüldüğü hâllerde suçların içtimaından söz edilir. TCK’da suçların içtimaı başlığı altında bileşik suç, zincirleme suç ve fikri içtima konuları düzenlenmiştir. Bileşik suç, gerçekte suçların içtima şekillerinden birisi değildir. Zira bileşik suç hâlinde ortada birden çok suç yoktur, tek suç vardır. Zincirleme suç ve fikri içtima hâllerinde suçlar çoktur. Bu hâllerde fail, birden çok suç işlemesine rağmen, bu suçların hepsinden dolayı ayrı ayrı cezalandırılmamaktadır. Buna göre ortada tek suçun bulunduğu hâllerde suçların içtimaından bahsetmek mümkün değildir. Aynı şekilde failin birden çok suç işlediği her durumda, teknik anlamda suçların içtimaından bahsedilemez. Fikri içtima ve zincirleme suça ilişkin kanuni düzenlemelerin bağlantı noktasını, fiil tekliği ve fiil çokluğu ayrımı oluşturmaktadır. Zincirleme suçun varlığı için bir suç işleme kararına bağlı olarak, aynı mağdura karşı aynı suçun birden çok işlenmesi aranmaktadır. Zincirleme suç hâlinde, hem birden çok fiil hem de birden çok suç vardır. Fikri içtimada, birden çok suç tek fiille işlenmektedir. Fikri içtimada birden çok suç tek fiille işlenirken, zincirleme suçta aynı suçun birden çok defa işlenmesi ancak birden çok fiille mümkün olabilecektir. Fiil Tekliği ve Fiil Çokluğu: Hareketin tek olduğu hâllerde, fiilin de tek olduğu hususunda herhangi bir duraksama yoktur. Örneğin A, eline aldığı silahla B’ye tek el ateş eder ve öldürür. Burada doğal anlamda hareket tektir ve bu hareketle (fiille) kasten öldürme suçu işlenmiştir. Örneğin fırlatılan bir taşla vitrin camının kırılması ve içerideki kişinin yaralanması hâlinde hareket tektir. Fakat biri kasten mala zarar verme diğeri kasten yaralama olmak üzere iki ayrı suç işlenmiştir.*** Doğal anlamda birden fazla hareketin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturduğu hâllerde, tek hareketin varlığını kabul etmek gerekmektedir. Buna hukuki anlamda hareketin (fiilin) tekliği denilmektedir. Doğal anlamda hareketin tek olduğu hâllerde, hukuki bakımdan da hareket her zaman tektir. Bir suçun kanuni tanımında birden fazla hareketin tek hareket olarak birbiriyle ilişkili olarak düzenlendiği hâllerde hukuki anlamda tek fiilin varlığından söz edilir. Çok hareketli suçlar, bileşik suçlar, mütemadi (kesintisiz) suçlar ve seçimlik hareketli suçlar bu grupta yer almaktadır. Örneğin yağma suçunda, cebir veya tehdit ile malın alınması şeklinde doğal anlamda iki hareket bulunmasına rağmen, suçun kanuni tanımında bu hareketler ortak bir değerlendirmeye tabi tutularak tek fiil kabul edilmiştir. Kısacası yağma suçunu oluşturan birden çok hareket, hukuki olarak tek fiili oluşturmaktadır. Çok hareketli bir suç olan yağma suçu aynı zamanda bileşik bir suçtur. Örneğin resmi belgede sahtecilik suçu, resmi bir belge sahte olarak tanzim edilerek, gerçek bir belge üzerinde değişiklik yapılarak veya sahte olduğu bilenen bir belge kullanılarak işlenebilir. Resmi bir belgeyi sahte olarak tanzim eden kişi aynı zamanda bu belgeyi kullanmışsa, ortada doğal anlamda birden fazla fiil olmasına rağmen, bunlar birlikte değerlendirilmek suretiyle hukuki anlamda tek fiil olarak kabul edilir. Kanun koyucu, çok uzun süren davranışları tek suç olarak kabul edebilir (kesintisiz suç). Suç işlemek için kurulmuş bir örgüte üye olmak, eziyet ve işkence gibi suçlar bir bütün oluşturan tipik faaliyetlerin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Örneğin işkence suçu “bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar”ın sistematik olarak işlenmesini gerektirmektedir. Görüldüğü gibi kanuni tanımda suçun oluşması için niteliği tanımda belirtilen davranışların bulunması aranmaktadır. Dolayısıyla kişilerin aşağılanmasına yol açan tek bir davranış bu suçu oluşturmayacaktır. Örneğin kasten öldürme fiilinin çok sayıda bıçak darbesiyle veya kurşunla işlendiği hâllerde, bütün darbeler tek hareket olarak değerlendirilecektir. Örneğin, A, amcası olan B’yi tehdit etmek amacıyla çalıştırdığı bakkala gider. Bakkalda B’ye yönelik tehditte bulunduğu sırada B’nin oğlu C ve D, A’yı engellemeye çalışır. A bu kez kendisini engellemek isteyen C ve D’ye ‹bırakın, yoksa sizi de öldürürüm› der. İşte burada olay bir bütün hâlinde değerlendirilmek suretiyle ortada hukuki anlamda tek fiilin bulunduğu ve bu tek fiille birden fazla kişinin tehdit edildiği kabul edilir (aynı neviden fikri içtima). Zincirleme Suç: Zincirleme suç hâlinde ortada birden çok fiil ve birden çok suç vardır. Ortada birden fazla fiil ve fiil sayısınca suç var ise de bu suçların aynı kişiye karşı bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlendiği hâllerde, faile işlemiş olduğu suç sayısınca değil tek ceza verilecek ve bu cezada belli bir oranda artırım yapılacaktır. Buna göre, zincirleme suça ilişkin hükümler sadece kanunda gösterilen hâller bakımından sonuç doğururlar. Zincirleme Suçun Şartları: 3’ü objektif, 1’i sübjektif olmak üzere dört şartı bulunmaktadır. Hareketlerin hukuki anlamda tek fiil oluşturduğu hâllerde birden çok fiilden bahsedilemeyecektir. Buna göre, aynı suçu meydana getiren hareketlerin tekrarlanması hâlinde, yani hareketlerin hukuki anlamda birlik arz etmesi durumunda, her fiilin bağımsız olarak suç teşkil etmesi şartı gerçekleşmediğinden zincirleme suç oluşmayacaktır. Örneğin, failin mağduru on bıçak darbesiyle öldürdüğü hâllerde, hukuki anlamda tek fiil söz konusudur ve zincirleme suç söz konusu olmaz. Aynı şekilde hırsızlık yapmak için eve giren failin evden çeşitli kişilere ait eşyaları alarak dışarı çıkması veya eşyaların hepsini birden değil de birer birer dışarıdaki araca taşıması ya da evde bulunan birçok eşyayı kırması hâlinde de gerçekleştirilen hareketler aynı suçun icra hareketleri olduğu için zincirleme suç gerçekleşmez. Buna karşılık, A’ya ait eve, fırsattan istifade farklı günlerde girip hırsızlığın yapıldığı hâllerde, birden fazla fiilin ve birden fazla hırsızlığın oluştuğunu, ancak bunun zincirleme şekilde işlendiğini belirtmek gerekir. Zincire dâhil olan suçlardan birisi tamamlanmış diğerleri teşebbüs derecesinde kalmışsa, zincirleme suçun da tamamlandığı kabul edilerek, ceza artırımı bunun üzerinden yapılır. Zincirleme suçun ikinci koşulu, birden fazla fiillerin hepsinin aynı suçu oluşturmasıdır. Bu husus kanunda “aynı suçun birden fazla işlenmesi” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre, fiillerden bazıları farklı suçları oluşturuyorsa, zincirleme suç hükümleri uygulanmayacak, fail işlediği suç sayısınca cezalandırılacaktır. “bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır”. Örneğin, aynı mağdura karşı ve aynı suç işleme kararıyla önce hırsızlık suçunun temel şeklini işleyen fail, daha sonra bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinden birisini veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinden birisini işlerse, hırsızlık suçları arasında zincirleme suçun varlığı kabul edilebilecektir. Buna karşılık, aynı suç işleme kararı çerçevesinde icra edilse bile, önce hırsızlık, daha sonra da yağma, dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarının işlenmesi hâlinde zincirleme suçun varlığından söz edilemez ve bu durumda her suçtan dolayı fail ayrı ayrı cezalandırılır (cezaların içtimaı). ***Zincirleme suçun oluşumu bakımından, birden çok aynı suçun farklı zamanlarda işlenmesi gerekir. Bu unsuru, bir suç tüm unsurlarıyla gerçekleştikten sonra diğer suçun işlenmesi şeklinde anlamak gerekir. Örneğin fail bir hırsızlık suçunu işledikten sonra diğerini işlemelidir. Burada ikinci hırsızlık suçu birincisini zaman olarak hemen takip edebileceği gibi, ikisi arasında belli bir zaman aralığı da bulunabilir. Zincirleme suçun diğer şartı, birden fazla aynı suçun bir kişiye karşı işlenmiş olmasıdır. Suçun mağdurunun farklı kişiler olması hâlinde zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır. Zincirleme suç hükümleri, mağdurunu toplumu oluşturan herkesin oluşturduğu suçlarda da uygulanır. Aynı suçun bir suç işleme kararının icrası kapsamında birden çok defa işlenmesi zincirleme suçun sübjektif unsurunu oluşturmaktadır. Bu unsur, birden çok bağımsız suç arasındaki sübjektif bağın varlığını göstermekte ve birden fazla suça tek ceza verilmesinin en önemli gerekçesini oluşturmaktadır. Zincirleme Suçun Sonucu: Zincirleme suçun şartlarının gerçekleştiği tespit edildiğinde, işlenen suçlardan dolayı faile sadece bir suçun cezası verilecektir. “Ancak, bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır”. Buna karşılık zincirleme şeklide işlenen suçlar kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarından ibaretse, zincirleme suç hükümleri değil gerçek içtima hükümleri uygulanacaktır. FİKRİ İÇTİMA: Bir (aynı) fiille birden fazla suçun işlenmesini ifade etmektedir. Fikri içtimaın iki şartı bulunmaktadır: fiilin tek olması ve tek fiille birden çok suçun işlenmesi. Burada işlenen birden çok suç farklı suçlar olabileceği gibi, aynı suç da olabilir. Suçların farklı olması hâlinde farklı neviden fikri içtima, aynı olması hâlinde ise aynı neviden fikri içtima vardır. Örneğin failin bir kişinin camını kırmak için atmış olduğu taşla aynı zamanda odada bulunan bir kişinin yaralanmasına da sebebiyet verdiği hâllerde farklı neviden fikri içtima (mala zarar verme ve kasten veya taksirle yaralama suçları); buna karşılık silahla yapılan tek atışla iki kişinin yaralanmasına veya ölümüne sebebiyet verildiği hâllerde ise aynı neviden fikri içtima söz konusudur. Farklı neviden fikri içtimada ortada birden çok suç bulunmasına rağmen fail, bu suçların hepsinden değil, sadece en fazla cezayı gerektiren suçtan cezalandırılmaktadır. Fikri İçtimaın Şartları: Fikri içtimaın iki şartı vardır: Fiilin tekliği ve bu tek fiille birden çok suçun işlenmesidir. Farklı neviden fikri içtimada tek fiille farklı suçlar işlendiği hâlde, aynı neviden fikri içtimada aynı suç birden çok defa işlenmektedir. Dolayısıyla fiilin tekliği ve suçların çokluğu her iki fikri içtima şekli bakımından ortak koşullardır. Fikri içtimada fiil tüm suçlar bakımından tamamıyla örtüşebilir ve aynı olabilir. Örneğin silahla yapılan tek atışla hasmın öldürüldüğü, seken kurşunun olay yerinin hemen yakınındaki diğer bir kişiyi yaraladığı hâllerde kasten öldürme ve taksirle yaralama suçu bakımından fiil tamamıyla aynıdır. İşlenen suçlar bakımından kısmen örtüştüğü hâllerde de fikri içtima söz konusu olabilir. Örneğin tehdit yoluyla yağma suçunu işlemeye karar veren fail, mağduru korkutmak için silahıyla bir el ateş eder. Bu şekilde direncini kırdığı mağduru yağmalar. Ancak mağduru korkutmak için silahla yaptığı atış sonucunda duvardan seken kurşun, diğer tarafta evinin balkonunda oturmakta olan diğer kişinin yaralanmasına sebebiyet verir. Bu gibi hâllerde yağmayı oluşturan fiilin bir parçasını oluşturan tehdide yönelik hareket, bir başka suçun oluşumuna sebebiyet vermektedir. İşte fiilin işlen suçlar bakımından kısmen örtüştüğü bu gibi hâllerde de fikri içtima hükmü uygulanır. Fikri içtimaın diğer şartını, tek fiille birden fazla suçun oluşumuna sebebiyet verilmesi oluşturmaktadır. Tek fiille birden fazla farklı suçun oluşumuna (farklı neviden fikri içtima) sebebiyet verilmesi mümkün olduğu gibi tek fiille aynı suç birden fazla işlenmiş (aynı neviden fikri içtima) de olabilir. Farklı neviden fikri içtima “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre, farklı neviden fikri içtimada, tek fiilin farklı suçları oluşturması, yani en azından iki farklı suçun bulunması zorunludur. Yine bir fiilin birden fazla farklı suçu oluşturması zorunludur. “Farklı suç”tan maksat, farklı suç tiplerini düzenleyen hükümlerdir. Kanunda belirtildiği şekliyle bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin dışında kalan suçlar farklıdır. Bu suçlar aynı kanunda bulunabileceği gibi, farklı kanunlarda da bulunabilir. Tek fiille işlenen farklı suçlardan bazıları genel ceza kanunlarında, bazıları da yan ceza kanunlarında yaptırım altına alınmış olabilir. Bu durumda da fikri içtimaın varlığı kabul edilmektedir. Bir fiille aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlendiği hâllerde aynı neviden fikri içtima söz konusudur. Örneğin, bir sözle birden çok kişiye karşı cinsel tacizde bulunulması, bir fiille birden çok kişinin hakarete uğraması veya tehdit edilmesi veya hürriyetinden yoksun kılınması, bir gazete ilanı ile birden çok kişinin dolandırılması hâllerinde aynı neviden fikri içtima söz konusudur. Buna göre, “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” Örneğin, kapı üzerlerine kitlenmek suretiyle birden fazla kişinin hürriyetinden yoksun bırakıldığı hâllerde, suçun konusunu hürriyetinden yoksun bırakılan her bir kişi oluşturmaktadır. Dolayısıyla suçun konusu farklılık göstermekte ve aynı neviden fikri içtimanın şartları gerçekleşmektedir. Örneğin, birden fazla kişinin müşterek maliki olduğu bir taşınıra karşı işlenen hırsızlık suçunda, suçun konusu tektir. Suçun konusunun müşterek maliklere ait olması nedeniyle birden fazla kişinin mağdur olması, aynı neviden fikri içtimanın kabulü için yeterli değildir. Bunun için tek fiille farklı konular üzerinde aynı suçun işlenmiş olması gerekmektedir. “kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” denilmek suretiyle, sözü geçen suçlar zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtimaın kapsamı dışında tutulmuştur. Bu durumda, fıkrada sayılan bu suçlar, aynı fiille birden çok kişiye karşı işlendiği takdirde gerçek içtima kuralı uygulanacak, yani her bir suçtan dolayı fail ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Örneğin bir kimse attığı tek kurşunla iki kişiyi birden öldürürse veya yaralarsa ya da tek bir tehditle birden çok kişinin malını alırsa ya da elektrik vererek aynı anda iki kişiye birden işkence ederse, mağdur sayısınca suçun varlığı kabul edilecek ve her bir suçtan dolayı cezalandırılacaktır. Fikri İçtimaın Sonuçları: Farklı neviden fikri içtimada, işlenen suçlardan hangisinin cezası daha ağır ise fail sadece bundan dolayı cezalandırılır. Gerçek içtimada işlenen suçlardan her birinin cezası ayrı ayrı uygulanacaktır. Dolayısıyla fikri içtimada fail daha avantajlı bir konumdadır, zira diğerinin cezası ağır yaptırımı gerektiren suçun cezası içerisinde eriyecektir. Aynı neviden fikri içtimanın sonucu ise zincirleme suçla aynıdır; faile tek suçtan ceza verilecek ve fakat bu ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar arttırılacaktır. GÖRÜNÜŞTE İÇTİMA: Görünüşte içtimada suçların içtimaı sadece görünüştedir. Özel norm genel normun tüm unsurlarını kapsamanın yanı sıra, ayrıca bazı özel unsurları da bünyesinde bulunduran normdur. Buna bir suçun temel şekli ile nitelikli şekilleri arasındaki ilişki (örneğin hırsızlık suçunu düzenleyen 141. madde ile 142 ve 144. maddeler arasındaki), özgü suç ile genel suç arasındaki ilişki (örneğin zimmet suçu (m. 247, Bankacılık Kanunu m. 168), güveni kötüye kullanma suçuna göre özel normdur) ve genel ve özel kanun arasındaki ilişki (örneğin mala zarar verme suçu (m. 151) ile 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanununla suç hâline getirilen Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abidelerin veya kabrinin yıkılması suçları arasındaki) örnek olarak gösterilebilir. Görünüşte içtima, tüketen norm-tüketilen norm ilişkisi çerçevesinde de gerçekleşebilir. Örneğin 42. maddede düzenlenen bileşik suç hâlinde tüketen-tüketilen norm ilişkisi vardır. Buna göre, biri diğerinin unsurunu veya nitelikli hâlini oluşturması sebebiyle tek fiil sayılan suça bileşik suç denir. Bu gibi hâllerde suçların içtimaı hükümleri uygulanmaz. Örneğin yağma suçu (m. 148), cebir veya tehditle malın alınmasından oluşan çok hareketli bir suçtur. Bileşik suçta her biri bağımsız suçları oluşturan (kasten yaralama veya tehdit ile hırsızlık) hareketler, yeni bir suç tanımında tek fiil olacak şekilde bir araya getirilmiştir. Dolayısıyla bu gibi hâllerde ortadaki tek fiilden ve dolayısıyla tek suçtan dolayı sorumluluk gündeme gelecektir.
7. ÜNİTE
CEZA HUKUKU YAPTIRIMLARININ TÜRLERİ, AMAÇLARI VE NİTELİKLERİ: Yaptırım, bir haksızlığın gerçekleştirilmesine bağlanan hukuki sonuçları ifade eder. Yaptırımlar, haksızlık teşkil eden fiilin işlenmesiyle bozulan dengeyi yeniden tesis etme amacı güderler. TCK’da suç teşkil eden haksızlığı gerçekleştiren kişiye uygulanabilecek iki tür yaptırım öngörülmüştür. Bunlar ceza ve güvenlik tedbiridir. Bu yaptırımlardan cezanın uygulanabilmesi için failin işlediği suç nedeniyle kusurlu bulunması gerekir. Ceza hukukunun temel prensiplerinden birisi de, kusursuz ceza olmaz prensibidir. Ceza, işlediği suçtan dolayı kusurlu bulunan, yani işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiği bilincine sahip olmasına rağmen, tercihini haksızlığı işlemekten yana kullanan kişiye uygulanabilen bir yaptırımdır. Ceza, kişiye böyle bir tercihte bulunması dolayısıyla verilmekte ve yaptığı bu tercih nedeniyle pişmanlık duymasını sağlamak amacıyla uygulanmaktadır. Cezanın uygulanmasıyla kişinin hukuk kurallarına riayet eden, toplumun değerleriyle barışık, yani yeniden sosyalleşmiş bir kişi hâline gelmesi amaçlanmaktadır. Güvenlik tedbirinin temelinde kusur değil, toplumu faile karşı koruma amacı bulunmaktadır. Güvenlik tedbiri bir suç işlemek suretiyle gösterilen tehlikelilik durumundan toplumun korunması veya toplumdan kişinin korunması, yani kişinin ıslahı amacıyla uygulanabilmektedir. Cezanın temelinde kusur yattığı hâlde, güvenlik tedbiri tehlikelilik esasına dayanır. Ceza kişiyi işlediği suçtan pişmanlık duymak amacını güttüğü hâlde, güvenlik tedbiri esas itibariyle toplumu korumak amacıyla uygulanırlar. Ceza yaptırımı ve infazı insan onuruyla bağdaşır nitelikte olmalıdır. “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.’’ CEZALAR: Suç karşılığı uygulanan cezalar; hapis ve adli para cezasından ibarettir. hapis cezası kişinin özgürlüğüne, adli para cezası ise mal varlığı değerlerine yöneliktir. Her iki cezanın birlikte öngörüldüğü suçların genellikle işlenmesi suretiyle ekonomik bir kazancın da sağlandığı suçlar olduğu görülmektedir. Örneğin dolandırıcılık, parada sahtecilik, uyuşturucu madde ticareti ve banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçlarının karşılığında hapis ve adli para cezası birlikte öngörülmüştür.
Hapis Cezası: Hükümlünün ceza infaz kurumuna kapatılarak özgürlüğünün kısıtlanması şeklinde uygulanan cezaya hapis cezası denilmektedir. Süresiz (müebbet) ve süreli hapis cezası olmak üzere ikiye ayrılır. Müebbet hapis cezası da infaz rejimindeki farklılık nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hukuk sistemimize ölüm cezasının kaldırılması üzerine ve onun yerine geçmek üzere kabul edilmiştir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarında çektirilir. Bu kurumlar iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fiziki engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, belirli hâllerde başka odalarda bulunan hükümlülerle ve çevre ile temasın söz konusu olduğu, hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslardan bazıları şöyledir: Hükümlü tek kişilik odada barındırılır, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır, hükümlüyü sadece eşi, altsoyu, üstsoyu, kardeşleri ve vasisi 15 gün aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilir ve bu kişilere 15 günde bir kez olmak ve süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir, cezasının infazına hiçbir surette ara verilemez. Müebbet hapis cezası da hükümlünün hayatı boyunca devam eder. Bu ceza için özel bir infaz rejimi öngörülmemiştir. Bu ceza süreli hapis cezasına uygulanan rejime göre infaz edilir. Süreli hapis cezası, kanunda aksi belirtilmeyen hâllerde 1 aydan az 20 yıldan fazla olamaz. Süreli hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda belirlenen sonuç ceza, 30 yıldan fazla olamayacaktır. Kısa süreli ve uzun süreli hapis cezası olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. 1 yıl veya daha az süreli hapis cezası kısa süreli hapis cezasıdır. 1 yıldan fazla süreli hapis cezaları uzun sürelidir. Hapis Cezasının Sakıncalarını Gidermeye Yönelik Kurumlar Bir Cezaya Mahkûmiyete Engel Olan Kurumlar: İlk olarak bazı hafif suçlardan kaynaklanan uyuşmazlıkların mahkeme önüne gelmeden çözülmesini öngören düzenlemelere yer verilmiştir. Bunlardan birisi ön ödemedir. Yalnızca adli para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı üç ayı aşmayan suçların failinin, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak tebligat üzerine on gün içinde, adli para cezası sabit ise bu miktarı, değilse aşağı sınırını; hapis cezasının aşağı sınırının karşılığı olarak her gün için yirmi Türk Lirası üzerinden bulunacak miktarı; hapis ve adli para cezasının birlikte öngörülmesi hâlinde bir önceki hükümlere göre bulunacak para miktarını, soruşturma gideriyle birlikte devlet hazinesine ödediği takdirde hakkında kamu davası açılmayacaktır. Şüpheli savcılığın tebligatında belirtilen süre içinde belirlenen para miktarını devlet hazinesine ödemediği takdirde, hakkında kamu davası açılacaktır. Önödeme teklifi kovuşturma evresinde hâkim tarafından da yapılabilir. Bu aşamada sanık, hâkim tarafından yapılan bildirim üzerine saptanan para miktarını yargılama giderleriyle birlikte devlet hazinesine öderse kamu davasının düşmesine karar verilir(kovuşturma evresi). Cezai uyuşmazlığın mahkeme önüne gelmeden çözülmesini öngören diğer bir kurum uzlaşmadır. a) soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar. b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, TCK’da yer alan; kasten yaralama, taksirle yaralama, konut dokunulmazlığının ihlali, çocuğun kaçırılması ve alıkonulması ve ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması suçlarında şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur. Ancak soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda uzlaştırma yoluna gidilmesi kabul edilmemiştir. Keza uzlaştırma kapsamına giren bir suçun bu kapsamda olmayan bir suçla birlikte işlenmesi hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmayacaktır. Uzlaştırma girişiminin başarılı olması ve şüphelinin edimini yerine getirmesi hâlinde hakkında dava açılmaz ve kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir. Ön ödemeye veya uzlaşmaya tabi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan suçlarda, ön ödeme veya uzlaşma usulü uygulanmadan düzenlenen iddianameler, mahkeme tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına iade edilecektir.
Hafif suçlardan dolayı dava açılmasını önleyen diğer bir kurum kamu davasının açılmasının ertelenmesidir. Cumhuriyet savcısı, uzlaşma hükümleri saklı kalmak üzere, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olup üst sınırı 1 yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yeterli şüphenin varlığına rağmen, kamu davasının açılmasının 5 yıl süreyle ertelenmesine karar verebilir. Ancak bu kararın verilebilmesi için şüphelinin, a) daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezası ile mahkûm olmamış bulunması, b) yapılan soruşturmanın kamu davası açılmasının ertelenmesi hâlinde şüphelinin suç işlemekten çekineceği kanaatini vermesi, c) kamu davası açılmasının ertelenmesinin, şüpheli veya toplum açısından kamu davası açılmasından daha yararlı olması, d) suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekir. Erteleme süresi içinde kasıtlı bir suç işlenmediği takdirde kovuşturmaya yer olmadığına kararı verilir. Erteleme süresi içinde kasıtlı bir suç işlenmesi hâlinde kamu davası açılır. Erteleme süresince zaman aşımı işlemez. Kamu davasının açılmasının ertelenmesinin kabul edildiği özel hâllere yer verilmiştir. Örneğin “kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak” suçunun cezası 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olmasına rağmen, bu suçu işleyen kişiler hakkında başlatılan soruşturmada şüpheli hakkında, beş yıl süreyle kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilmesi öngörülmüştür. Hukuk sistemimizde suç işleyen kişi hakkında bir ceza mahkûmiyetinin verilmesine engel olan diğer bir müessese de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder. Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecektir. Ancak bu kararın verilebilmesi için; a) sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) suç işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, d) sanığın kabul etmesi gerekir. Bu kararın verilmesi hâlinde sanık beş yıl süreyle denetim süresine tabi tutulur. Denetim süresi içinde kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Denetim süresi içinde mahkeme kararıyla bir yıldan fazla olmamak üzere sanık hakkında denetimli serbestlik tedbiri olarak belli yükümlüklere tabi tutulmasına karar verilebilir. Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmez ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranılırsa, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesine karar verilir. Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenir veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılırsa mahkeme hükmü açıklar. O hâlde hükmün açıklanmasının geri bırakılması hâlinde, davanın düşmesine veya hükmün açıklanmasına karar verilinceye kadar dava derdest olmaya devam etmektedir. Hapis Cezasının İnfaz Kurumunda Yerine Getirilmesine Seçenek Kurumlar Kısa Süreli Hapis Cezasının Seçenek Yaptırımlara Çevrilmesi: Kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi hâkimin takdirine bağlıdır. Mahkeme hem kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilip çevrilmeyeceği, hem de seçenek yaptırıma çevirmeye karar verdikten sonra bunlardan hangisine çevrileceği hususunda takdir yetkisine sahiptir. Seçenek yaptırıma çevirmenin ilk koşulu, ortada kısa süreli hapis cezasına mahkûmiyetin bulunmasıdır. 1 yıl veya daha az süreli hapis cezasını ifade etmektedir. Bu koşula taksirli suçlar bakımından bir istisna getirilmiştir. Buna göre taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa, bu ceza diğer koşulların varlığı hâlinde seçenek yaptırımlardan birisi olan adli para cezasına çevrilebilecektir. Ancak failin bu suçu bilinçli taksirle işlememesi gerekir. Bilinçli taksirle işlenen suçlarda genel kural uygulanır ve bu suçlarda hükmedilen bir yıl veya daha az süreli hapis cezaları seçenek yaptırımlara çevrilebilir.
İki hâlde hâkimin seçenek yaptırımlara çevirme konusundaki takdir yetkisini kaldırmıştır. Buna göre, daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla; a) mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile b) fiili işlediği tarihte 18 yaşını doldurmamış veya 65 yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlardan birisine çevrilmesi zorunludur. Kısa süreli hapis cezası, seçenek yaptırım olarak; adli para cezasına; mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine; en az iki yıl süreyle bir meslek ve sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya; sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda, mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek veya sanatı yapmaktan yasaklanmaya; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olarak kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya, çevrilebilir. Kısa süreli hapis cezasının bir günü için 20 ila 100 Türk lirası arasında takdir edilecek para miktarı gün sayısı ile çarpılarak adli para cezası belirlenecektir. Ancak suçun kanuni tanımında hapis cezası ile adli para cezası seçenek olarak öngörülmüş ve hâkim hapis cezasına hükmetmişse, bu ceza artık adli para cezasına çevrilemeyecektir. Diğer seçenek yaptırımlar ise kanunda tedbir olarak nitelendirilmiştir. Hâkim kısa süreli hapis cezasını seçenek yaptırımlara çevirmeye karar verdikten sonra, bu seçenek yaptırımlardan hangisine çevireceğini de belirleyecektir. Hapis cezasının bu seçenek yaptırımlardan sadece birisine çevrilmesi mümkündür. Kısa süreli hapis cezasının, bir kaç seçenek tedbire birlikte veya adli para cezası ve seçenek tedbirlere birlikte çevrilmesi mümkün değildir. İrtibat olmalıdır ikisi arasında. Örneğin kısa süreli hapis cezası, ehliyet veya ruhsat belgesinin geri alınması yaptırımına çevrilirken, işlenen suçun ehliyet veya ruhsatın sağladığı yetkinin kötüye kullanılması veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak işlenmiş olması gerekir. Bu itibarla hırsızlık suçunu işleyen fail hakkında hükmedilen kısa süreli hapis cezası, ehliyetin geri alınması tedbirine çevrilmemelidir. Buna mukabil gittiği futbol maçında taşkınlık yaparak diğer seyircileri yaralayan fail hakkında hükmedilecek kısa süreli hapis cezası, onun belirli yerlere gitmekten (futbol maçlarının oynandığı stadyumlara gitmekten) yasaklanması tedbirine çevrilebilir. Futbolla ilgisi olan ve sürekli taraftarı olduğu takımın maçlarına giden birisinin stadyum dışında bir kimseyi kasten yaralaması veya futbolla ilgisi olmayan bir kimsenin böyle bir suçu işlemesi hâlinde, bu kişilerin mahkûm olduğu kısa süreli hapis cezası belli yerlere (stadyuma) gitmekten yasaklanma tedbirine çevrilmemelidir. Hüküm kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcılığınca yapılan tebligata rağmen 30 gün içinde seçenek tedbirin gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp da devam edilmemesi hâlinde, hükmü veren mahkeme kısa süreli hapis cezasının tamamen veya kısmen infazına karar verir ve bu karar derhal infaz edilir. Bu durumda, asıl mahkûmiyet kısa süreli hapis cezası olarak kalır. Hükmedilen seçenek tedbirin hükümlünün elinde olmayan sebeplerle yerine getirilememesi durumunda, hükmü veren mahkemece tedbir değiştirilir. Kısa süreli hapis cezasından çevrilen adli para cezasının ödenmemesi hâlinde asıl mahkûmiyet yine hapis cezası olarak kalmaktadır. Hapis Cezasının Ertelenmesi: Ertelemenin birinci koşulu, hükmedilen hapis cezasının belli bir ağırlığı geçmemiş olmasıdır. İşlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası ertelenebilir. Ancak bu sürenin üst sınırı, fiili işlediği sırada 18 yaşını doldurmamış veya 65 yaşını bitirmiş kişiler bakımından üç yıldır. Bu sürelerin üzerinde hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde erteleme yoluna gidilemez. Yine bu süreler, suçun kanuni tanımında gösterilen soyut ceza miktarına göre değil, yapılan yargılama sonunda hükmedilen sonuç cezaya göre belirlenir. Örneğin 17 yaşındaki bir çocuğun işlediği yağma suçundan dolayı yargılama sonunda hükmedilen cezası üç yıl veya daha az ise bu ceza diğer koşulların da varlığı hâlinde ertelenebilecektir. Hâlbuki yağma suçunun basit hâli için kanun 6 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası öngörmektedir.
Erteleme yalnızca hapis cezaları bakımından uygulanabilen bir kurumdur. Bu nedenle adli para cezalarının ertelenmesi mümkün değildir. Eğer mahkûmiyet kararında hem hapis hem de adli para cezasına birlikte karar verilmişse, yalnızca hapis cezasının ertelenmesine karar verilebilir. Ertelemenin ikinci koşulu, kişinin daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmasıdır. Dolayısıyla ertelemeye konu hapis cezasına ilişkin suçun önceki mahkûmiyete konu suçtan sonra işlenmiş olması şart olmadığı gibi, ikinci suçun ilk mahkûmiyetten sonra belli bir süre içinde işlenmiş olması da gerekli değildir. Ancak önceki mahkûmiyetin ertelemeye engel olabilmesi için kesinleşmiş olması şarttır. Önceki mahkûmiyetin taksirli bir suçtan kaynaklanması hâlinde, ne kadar cezaya mahkûm olunursa olunsun, bu durum ertelemeye engel teşkil etmez. Yine önceki mahkûmiyete konu olan suç kasten işlenmiş olmakla birlikte bu suçtan dolayı adli para cezasına hükmedilmişse veya kısa süreli hapis cezasına hükmedilip de bu ceza adli para cezasına veya seçenek yaptırımlara çevrilmişse ya da hükmedilen hapis cezasının süresi üç ay veya daha aşağı ise bu mahkûmiyet de ertelemeye engel teşkil etmeyecektir. Ertelemenin üçüncü koşulu, kişinin suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması gerekir. Zararın giderilmesi ertelemenin dördüncü koşulu olarak kabul edilmelidir. Bu koşul gerçekleşinceye kadar cezanın infaz kurumunda çektirilmesine devam edilir. Koşulun yerine getirilmesi hâlinde, hâkim kararıyla hükümlü infaz kurumundan derhal salıverilir. Denetim süresi en az bir yıl olmak zorundadır. Şayet fail bir yıldan fazla hapis cezasına mahkûm olmuşsa, denetim süresi en az mahkûm olunan ceza süresi kadar olacaktır. Denetim süresi içerisinde denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmişse, bu kapsamda hükümlünün; a) bir meslek veya sanat sahibi değilse bu amaçla bir eğitim programına devam etmesine, b) bir meslek veya sanat sahibi ise bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, c) 18 yaşından küçük ise, bir meslek veya sanat edinmesini sağlamak amacıyla gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmesine karar verilebilir. Yine denetim süresi içinde uzman kişi görevlendirilmişse, bu kişi kötü alışkanlıklardan kurtulmasını ve sorumluluk bilinciyle iyi bir hayat sürmesini temin hususunda hükümlüye öğütte bulunur, hükümlünün davranışları, sosyal uyumu ve sorumluluk bilincindeki gelişme hakkında üçer aylık sürelerle rapor düzenleyerek hâkime verir. Denetim süresi yükümlülüklere uygun ve herhangi bir kasıtlı suç işlenmeden geçirilirse, ertelenen hapis cezası infaz edilmiş sayılır. Ertelemenin düşmesi için kasıtlı suçun denetim süresi içinde işlenmesi yeterli olup, bu suçtan dolayı verilen hükmün de denetim süresi içinde kesinleşmesi aranmaz. Yine denetim süresi içinde işlenen taksirli suçlar erteleme kararını düşürmez. Koşullu(Şartlı) Salıverilme: mahkûm olduğu hapis cezasının belli bir kısmını infaz kurumunda çeken hükümlünün, kalan cezasını toplum içinde çekmesini öngören bir kurumdur. Hapis cezasını infaz sırasında bireyselleştirmekte, hükümlüyü yeniden sosyalleşmeye özendirmektedir. Hükümlünün iyi hâlli olması gerekir. Cezaevinde kendisine uygulanan programların gereklerine uygun davranan hükümlü, kalan cezasının toplum içerisinde çekilmesine hazır hâle gelmektedir. Koşullu salıverilmeden yararlanabilmenin iki koşulu vardır: a) mahkûm olunan hapis cezasının belli bir kısmının infaz kurumunda geçirilmesi, b) kurumdaki infaz süresinin iyi hâlli olarak geçirilmesi, gerekir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar 30 yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar 24 yılını, diğer süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde koşullu salıvermeden yararlanabilirler. Çocuğa karşı işlenen bir suçtan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar 39 yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar ise 33 yılını infaz kurumunda çektikleri takdirde koşullu salıvermeden yararlanabilirler. Cinsel saldırı suçundan, cinsel istismarı suçundan, reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan dolayı hapis cezasına mahkûm olanlar hakkında da koşullu salıverilme süreleri ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar 39 yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar 33 yılını, süreli hapis cezasının ise dörtte üçünü infaz kurumunda iyi hâlli olarak çektikleri takdirde koşullu salıvermeden yararlanabilirler. Koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında, hükümlünün 15 yaşını dolduruncaya kadar infaz kurumunda geçirdiği bir gün, iki gün olarak dikkate alınır. “kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır” İyi hâlin tespiti disiplin kurulunun görüşü alınarak cezaevi idaresi tarafından saptanır. Koşullu salıverilmenin uygulanabilmesi için hükümlünün talebine veya rızasına gerek yoktur. Koşullu salıverilme konusunda karar verecek merci, hükmü veren mahkeme, hükümlü başka yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemedir. Koşullu salıverilen hükümlünün tabi tutulacağı bir denetim süresi vardır. Bu süre infaz kurumunda geçirilmesi gereken sürenin yarısı kadardır. Çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki suçlarından dolayı hapis cezasına mahkûm olanlar hakkında, cezanın infazı sırasında ve koşullu salıverildikleri takdirde denetim süresi içinde infaz hâkimi tarafından aşağıdaki tedavi veya yükümlülüklerden bir veya bir kaçına karar verilecektir: a) Tıbbi tedaviye tabi tutulmak, b) Tedavi amaçlı programlara katılmak, c) Suçun mağdurunun oturduğu ve çalıştığı yerleşim bölgesinde ikamet etmekten yasaklanmak, d) Mağdurun bulunduğu yerlere yaklaşmaktan yasaklanmak, e) Çocuklarla bir arada olmayı gerektiren bir ortamda çalışmaktan yasaklanmak, f) Çocuklar hakkında bakım ve gözetim yükümlülüğünü gerektiren faaliyet icra etmekten yasaklanmak. Bu tedavi ve yükümlülüklere karar vermek bakımından hâkime takdir yetkisi verilmemiştir. Yukarıda belirtilen suçların failinin çocuk olması hâlinde sözü geçen tedavi ve yükümlülüklere karar verilemez. Denetim süresi içinde işlenen kasıtlı bir suçtan dolayı koşullu salıverilme kararının geri alınabilmesi için, bu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm edilmesi de gerekir. Koşullu salıverilmenin geri alınması da ancak mahkeme kararıyla mümkündür. Mahkeme kararını dosya üzerinden verir ve bu kararlara karşı itiraz yolu açıktır. Koşullu salıverilmenin geri alınması kasten işlenen suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olunmasından kaynaklanıyorsa, geri alma kararını hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi verir. Hükümlünün bağlı tutulduğu yükümlülükleri yerine getirmemesi nedeniyle geri alma kararı verilecekse, bu karar koşullu salıverilme kararına esas teşkil eden hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi veya koşullu salıverilme kararını vermiş olan mahkeme tarafından verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınması hâlinde hükümlünün; a) sonraki suçu işlediği tarihten itibaren kalan cezasının aynen, b) yükümlülüklerine aykırı davranması hâlinde, bu yükümlülüklere uymama tarihi ile hak ederek salıverilme tarihi arasındaki süreyi geçmemek koşuluyla takdir edilecek bir sürenin, ceza infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Koşullu salıverilme kararının geri alınmasından sonra aynı hükmün infazı ile ilgili bir daha koşullu salıverilme kararı verilmez. Hapis Cezasının Özel İnfaz Şekilleri: Hafta sonları infaz, geceleri infaz ve konutta infazdır. (1) Hükmü veren mahkeme veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkeme, altı ay veya daha az süreli hapis cezasının; a) Her hafta cuma günleri saat 19.00’da girmek ve pazar günleri aynı saatte çıkmak suretiyle hafta sonları, b) Her gün saat 19.00’da girmek ve ertesi gün saat 07.00’de çıkmak suretiyle geceleri, Ceza infaz kurumlarında çektirilmesine karar verebilir. (2) Mahkûmiyete konu suç nedeniyle doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukukî sorumlulukları saklı kalmak üzere; a) Kadın veya 65 yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları altı ay, b) 70 yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları bir yıl, c) 75 yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları üç yıl, veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine hükmü veren mahkemece veya hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemece karar verilebilir. (3) Cezanın özel infaz usulüne göre çektirilmesi kararı, infaza başlandıktan sonra da verilebilir. (4) Cezanın özel infaz usulüne göre çektirilmesine karar verilenler hakkında koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz. (5) Bu infaz usulünün gereklerine geçerli bir mazeret olmaksızın uyulmaması hâlinde, cezanın baştan itibaren infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. (6) Bu madde hükümlerine göre verilen kararlara itiraz yolu açıktır.”
Adli Para Cezası: TCK gün para cezası sistemini kabul etmiştir. 3 Aşamada belirlenir. İlk olarak adli para cezasının gün unsurunun belirlenmesi gerekir. Buna göre adli para cezasının gün birimi “5 günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde 730 günden fazla” olamaz. Bir suçun karşılığında adli para cezası hapis cezasına seçenek olarak öngörülmüşse, adli para cezasının gün birimi belirlenirken alt ve üst sınırlar değil, ilgili suçun tanımındaki hapis cezasının alt ve üst sınırı esas alınır. İkinci aşama bir gün karşılığı ödenmesi gereken para miktarı belirlenmelidir. “en az 20 ve en fazla 100 Türk Lirası” Üçüncü aşamada ilk aşamada belirlenen gün birimi ile ikinci aşamada belirlenen bir günün karşılığında takdir edilen para birimi çarpılarak sonuç adli para cezası belirlenir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi hâlinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceği belirtilir. Ancak mahkemenin hükmünde, adlî para cezası takside bağlanmamış olsa da, ödeme emrinin tebliğinden itibaren bir aylık süre içinde adlî para cezasının üçte birini ödeyen hükümlünün isteği üzerine geri kalan kısmının birer ay ara ile iki eşit taksitte ödenmesine izin verilir. İlk taksitin süresinde ödenmemesi hâlinde, verilen ikinci takside ilişkin izin hükümsüz kalır. Adlî para cezasını içeren ilâm Cumhuriyet Başsavcılığına verilir. Cumhuriyet savcısı otuz gün içinde adlî para cezasının ödenmesi için hükümlüye bir ödeme emri tebliğ eder. Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine otuz gün içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Belirtmek gerekir ki, adli para cezasının ödenmemesi hâlinde hükümlü hakkında hapis cezası verilmemektedir. Hükümlü sadece adli para cezasını ödemesi için tazyiken hapsedilmekte ve kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaktadır. “adlî para cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan adlî para cezasıdır” Adlî para cezası yerine çektirilen tazyik hapsinin süresi üç yılı geçemez. Birden fazla hükümle adlî para cezalarına mahkûmiyet hâlinde bu süre beş yılı geçemez. İnfaz edilen hapsin veya kamuya yararlı işte çalışmanın süresi, adlî para cezasını tamamıyla karşılamamış olursa, geri kalan adlî para cezasının tahsili için ilâm, Cumhuriyet Başsavcılığınca mahallin en büyük mal memuruna verilir. Çocuklar hakkında hükmedilen adlî para cezasının ödenmemesi hâlinde, çocuklar hakkında tazyik hapsi uygulanmaz. GÜVENLİK TEDBİRLERİ: Güvenlik tedbiri, bir suçun işlenmesine bağlı olarak hükmedilebilen, işlenen suçla bağlantılı olarak ortaya çıkan tehlikeliliği esas alan, uygulanabilmesi için kişinin işlediği suçtan dolayı mutlaka kusurlu addedilmesini gerektirmeyen yaptırımdır. Ceza yaptırımından farklı olarak, güvenlik tedbirinin uygulanabilmesi için kişinin işlediği suç nedeniyle kusurlu olması şart değildir. Ancak işlediği suç dolayısıyla kişinin kusurlu sayılmaması hâlinde, yalnızca güvenlik tedbiri uygulanabilir. Güvenlik tedbiri işlenen suçla bağlantılı olarak ortaya çıkan tehlikelilik esasına dayanır. 1. Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma, 2. Eşya müsaderesi, 3. Kazanç müsaderesi, 4. Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri, 5. Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri, 6. Mükerrirlere ve diğer özel tehlikeli suçlara özgü güvenlik tedbirleri, 7. Sınır dışı edilme, 8. Tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirleri. Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılma: İki koşulun birlikte gerçekleşmesi gerekir. Bunlar, işlenen suçun kasıtlı bir suç olması ve bu suçtan dolayı kişinin hapis cezasına mahkûm edilmesidir. “Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten, b) Bu bent, Anayasa Mahkemesinin 8.10.2015 tarihli ve E. 2014/140, K. 2015/85 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. İptal kararı 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu bent hükmü şöyleydi: “Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasî hakları kullanmaktan,” c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan, d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasî parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan, e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, yoksun bırakılır.” Burada sayılan hak yoksunlukları için kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyet yeterlidir. Mahkemenin ayrıca suç işleyen kişinin bu haklardan yoksun bırakıldığına karar vermesi gerekli değildir. Ancak hak yoksunluğunun doğabilmesi için mahkûmiyet kararının kesinleşmesi şarttır. Kasten işlemiş olduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezası tamamen veya kısmen toplum içinde infaz edilen kişilerle ilgili olarak belli haklardan yoksunluğun bazen kendiliğinden doğmayacağı, bazen de mahkeme kararıyla belli hakların kullanılmasına izin verilebileceği kabul edilmiştir. Buna göre mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından hak yoksunluğu söz konusu olmayacaktır. Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen hükümlünün bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmesine mahkeme tarafından karar verilebilecektir. Örneğin kasten işlediği suçtan dolayı hapis cezasına mahkûm olan ve bu cezası ertelenen bir avukatın veya doktorun denetim süresi içinde mesleğini kendi bürosunda veya muayenehanesinde icra etmesine mahkemece karar verilebilir. Müsadere: Bir eşyanın mülkiyetinin devlete geçmesini sonuçlayan bir ceza hukuku yaptırımıdır. TCK’da da müsadere bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle müsadereye hükmedilebilmesi için bir suçun işlenmiş olması zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesi gerekmemektedir. Eşya ve kazanç müsaderesi olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Eşya müsaderesinin konusunu kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan, suçun işlenmesine tahsis edilen, suçun işlenmesinden meydana gelen veya suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanıp da niteliği itibariyle kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olan eşya oluşturmaktadır. Eşya müsaderesinin söz konusu olabilmesi için işlenen suçun kasıtlı bir suç olması gerekir. Taksirle işlenen suçlarda eşya müsaderesine hükmedilemez. Bir eşyanın müsadere edilebilmesi için iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmaması da gerekir. Kişinin suçun işlenmesine iştirak etmemesi, suçun işlenmesinden haberdar olmaması durumunda, sahibi olduğu eşya bir suçun işlenmesinde kullanılmış olsa bile, müsadere edilemez. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, suçun icra hareketlerine henüz başlanmamış ise sırf bu nedenle müsadere edilmeyecektir. Ancak bu eşyanın niteliği gereği kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması hâlinde kime ait olduğuna bakılmaksızın müsaderesine hükmedilecektir. Bir suçun işlenmesine bağlı olarak eşya müsaderesine konu olabilen bir eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir. Buna kaim değerin müsaderesi denilir. Kazanç müsaderesinde güdülen amaç suç işlemek yoluyla kazanç elde edilmesinin önüne geçmektir. Kazanç müsaderesi, özellikle uyuşturucu madde ticareti, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama gibi ekonomik çıkar elde etmek amacıyla işlenen suçlara karşı etkin mücadele edilmesinde önemli bir yaptırım niteliğindedir. Bir güvenlik tedbiri olan kazanç müsaderesinin konusunu bir suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançlar oluşturmaktadır. Kuşkusuz kazanç müsaderesine de ancak kasten işlenen bir suçtan dolayı hükmedilebilir. Mağduruna iade edilebilecek mallar müsadereye konu olmaz, eşya malik veya zilyede iade edilir.
Örneğin hırsızlık suçunun konusunu oluşturan eşyanın maliki veya zilyedi belli ise müsadere edilmeyip, bu kişilere verilmesi gerekir. Çocuklara Özgü Güvenlik Tedbirleri: Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış ve 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu çocuklar hakkında ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir. Çocuk Koruma Kanunu “(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan; a) Danışmanlık tedbiri, çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili sorunlarının çözümünde yol göstermeye, b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine, c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara yerleştirilmesine, d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna, bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına, e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya, yönelik tedbirdir. (2) Hakkında, birinci fıkranın (e) bendinde tanımlanan barınma tedbiri uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur. (3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar verilebilir.” Akıl Hastalarına Özgü Güvenlik Tedbirleri: Ceza verilemeyeceği, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunacağı belirtilmiştir. Akıl hastasının sağlık kuruluşundan salıverilmesine ve dolayısıyla hakkında uygulanan güvenlik tedbirinin sona erdirilmesine mahkeme veya hâkim tarafından karar verilir. Ancak mahkeme bu kararı, akıl hastasının yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca düzenlenen rapor üzerine verir. Suçta Tekerrür ve Mükerrirlere Özgü Güvenlik Tedbirleri: Tekerrür, bir kişinin işlediği suçtan dolayı verilen hüküm kesinleştikten sonra yeniden bir suç işlemesi hâli olarak tarif edilebilir. Tekerrür için 18 yaşını doldurmuş failin hapis veya adli para cezasına mahkûm edilmesi gerekir. Tekerrürün ilk koşulu, kişinin önceden işlediği suç nedeniyle kesinleşmiş bir ceza mahkûmiyetinin bulunmasıdır. Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için kişi daha önce işlediği bir suçtan dolayı hapis veya adli para cezasına mahkûm edildikten sonra yeni bir suç işlemelidir. Bu itibarla daha önce işlediği suçtan dolayı kişi hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmesi hâlinde tekerrür hükümleri uygulanmaz. Yine fiili işlediği sırada 18 yaşını doldurmamış olan kişilerin işlediği suçlar dolayısıyla da tekerrür hükümleri uygulanmaz. Tekerrürün ikinci koşulu, önceki suça ilişkin mahkûmiyet hükmü kesinleştikten sonra belli bir süre içinde yeni bir suçun işlenmiş olmasıdır. TCK’da süresiz bir tekerrür sistemi kabul edilmemiştir. Bu nedenle tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için, sonradan işlenen suçun belli bir süre içinde işlenmesi gerekmektedir. Buna göre; “Tekerrür hükümleri, önceden işlenen suçtan dolayı; a) 5 yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren 5 yıl, b) 5 yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezasına mahkûmiyet hâlinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren 3 yıl, geçtikten sonra işlenen suçlar dolayısıyla uygulanmaz.” Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için önceki suç ile sonraki suçun aynı suç veya benzer nitelikte suç olması gerekli değildir. Örneğin ilk suçun hırsızlık, ikinci suçun kasten yaralama olmasıyla, önceki ve sonraki suçların her ikisinin de hırsızlık olması arasında fark yoktur. Önceki mahkûmiyet kasten işlenen bir suçtan kaynaklanmışsa, tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için sonraki suçun da kasıtlı, (taksirli ise ikincisinin de taksirli) bir suç olması gerekir.
Kasıtlı suçlarla taksirli suçlar arasında tekerrür hükümlerinin uygulanması kabul edilmemiştir. Yine “sırf askeri suçlarla diğer suçlar arasında” da tekerrür hükümleri uygulanmaz. TCK’da milli tekerrür sistemi esas alınmıştır. Kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, dolandırıcılık, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ile parada veya kıymetli damgada sahtecilik suçlarıyla ilgili olarak yabancı ülke mahkemelerinden verilen hükümler tekerrüre esas alınacaktır. Bunların dışında kalan suçlara ilişkin yabancı ülke mahkemelerince verilen kararlar tekerrüre esas olmazlar. Mükerrirler hakkında uygulanacak denetim süresi en fazla 5 yıl olabilir. Mükerrirler, cezanın infazı tamamlandıktan sonra devam eden denetim süresi içinde, kendilerine yüklenen yükümlülüklere ve yasaklara aykırı hareket ederseler, infaz hâkimi kararıyla disiplin hapsine tabi tutulurlar. Disiplin hapsinin süresi 15 günden az ve 3 aydan fazla olamaz. Sınır Dışı Edilme: “İşlediği suç nedeniyle iki yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkûm edilen yabancının, cezasının infazından sonra derhal sınır dışı edilmesine de hükmolunur”. Bu düzenlemesi itibariyle sınır dışı edilme yabancılar bakımından bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiştir. “İşlediği suç nedeniyle hapis cezasına mahkûm edilen yabancı, koşullu salıverilmeden yararlandıktan ve her hâlde cezasının infazı tamamlandıktan sonra, durumu, sınır dışı işlemleriyle ilgili olarak değerlendirilmek üzere derhal İçişleri Bakanlığına bildirilir.” Yapılan değişiklikle, yabancı hükümlünün cezasının infazı tamamlandıktan sonra sınır dışı edilip edilmemesi İçişleri Bakanlığının takdirine bırakılmış ve böylece sınır dışı edilme bir güvenlik tedbiri yaptırımı olmaktan çıkmış, idari tedbire dönüşmüştür. Tüzel Kişiler Hakkında Güvenlik Tedbirleri: Bu ilkeye bağlanan ilk sonuç, kimsenin başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağıdır. İlkenin diğer bir sonucu da, tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımının uygulanamayacak olmasıdır. Tüzel kişinin kendisi suç işleyemez ve dolayısıyla bir suçun faili olamaz. Ne fiil ehliyeti ne de kusur ehliyeti vardır. Bu itibarla tüzel kişiye ceza yaptırımının uygulanması mümkün değildir. Çünkü ceza yaptırımı ancak işlediği suç teşkil eden haksızlıktan dolayı kusurlu bulunan gerçek kişiye uygulanabilir. Güvenlik tedbiri tehlikelilik esasına dayanır ve bir tüzel kişinin organ veya temsilcisi olan gerçek kişiler tarafından işlenen suç nedeniyle tüzel kişi yarar sağlayabilir ve bu durum tüzel kişiyi hukuk toplumu bakımından tehlikeli hâle getirebilir. Tüzel kişiler hakkında uygulanabilecek güvenlik tedbirleri olarak faaliyet izninin iptali ve müsadereye (eşya ve kazanç müsaderesi) yer verilmiştir. Bu güvenlik tedbirlerinden faaliyet izninin bir tüzel kişi hakkında uygulanabilmesi için şu koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir: • bir kamu kurumunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette bulunan özel hukuk tüzel kişisinin bulunması, • bu tüzel kişinin organ veya temsilcisi olan gerçek kişilerin iştirakiyle kasıtlı bir suçun işlenmesi, • bu suçtan dolayı tüzel kişinin organ veya temsilcisi olan gerçek kişiler hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş olması, • suçun, faaliyet izninin verdiği yetkinin kötüye kullanılmak suretiyle işlenmiş olması, • suçun işlenmesiyle tüzel kişinin bir yarar sağlamış olması, • işlenen suçtan dolayı tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirinin uygulanacağının kanunda belirtilmiş olması. Özel hukuk tüzel kişileri hakkında öngörülen ikinci güvenlik tedbiri müsaderedir. Tüzel kişiler hakkında ceza uygulanamaz sadece faaliyet izninin iptali ve müsadere güvenlik tedbirleri uygulanabilir. CEZANIN BELİRLENMESİ VE BİREYSELLEŞTİRİLMESİ: İşlenen suç için kanunda öngörülen soyut cezanın olayın özelliklerine göre hâkim tarafından hüküm verilirken somutlaştırılmasına ve bu süreçte fiilin ve failin özelliklerinin gözetilerek cezanın failin kişiliğine uydurulmasına cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi denilmektedir. Bir suç karşılığında hapis cezası ile adli para cezası seçimlik olarak öngörülmüşse, ilk olarak hâkimin hangi ceza türünü seçeceğini belirlemesi gerekir. Seçimlik cezalardan hangisinin uygulanacağı suçlunun kişiliği dikkate alınarak belirlenir. Bazen seçimlik cezalardan hangisinin tercih edileceğini kanun koyucu kendisi yapmakta ve hâkimin takdirine bırakmamaktadır. Örneğin tekerrür hâlinde sonraki suç için kanunda hapis ve adli para cezası seçimlik olarak öngörülmüşse hapis cezasına hükmolunacaktır.
Örneğin TCK’da yağma suçunu işleyen kişilerin 6 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacakları öngörülmüştür. Bu durumda hâkimin ilk olarak alt ve üst sınırlar arasındaki bir cezayı, temel ceza olarak belirlemesi gerekir. Suç karşılığında hapis cezası ile adli para cezasının seçimlik olarak öngörüldüğü ve hâkimin adli para cezasını seçtiği hâllerde, adli para cezasının gün unsuru genel hükme göre değil, diğer seçimlik ceza olan hapis cezasının alt ve üst sınırlarına göre belirlenecektir. Ceza belirlenirken; olası kast/ bilinçli taksir→ cezanın artırılmasına neden olan nitelikli hâller→cezanın indirilmesini gerektiren nitelikli hâller→teşebbüs→iştirak→zincirleme suç→haksız tahrik→yaş küçüklüğü→akıl hastalığı→cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin hükümler→takdiri indirim nedenleri sırayla uygulanır. Cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine hâkim olan en önemli prensip, çifte değerlendirme yasağıdır. Buna göre cezanın belirlenmesinde bir husus ancak bir defa göz önünde bulundurulabilir. Örneğin yağma suçu cebir veya tehditle işlenebilen bir suçtur. Bu suçtan dolayı temel ceza belirlenirken suçun bu işleniş şekli göz önünde bulundurulmaz. İfade edelim ki çifte değerlendirme yasağı sadece suçun unsurları bakımından geçerli olduğu gibi diğer hâller bakımından da geçerlidir. Örneğin teşebbüs aşamasında kalan bir suçta, suçun konusu bakımından meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı teşebbüs nedeniyle ceza belirlenirken göz önünde bulundurulacağından, bu durum temel cezanın belirlenmesinde “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı” kriteri bağlamında dikkate alınmamalıdır. Cezanın belirlenmesi sürecinde son olarak takdiri indirim nedenleri uygulanarak ceza belirlenecektir. Takdiri indirim nedenlerinin varlığı hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine 25 yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların ise altıda birine kadarı indirilir. Süreli hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı belirlenen sonuç ceza, 30 yıldan fazla olamaz. Örneğin çocuğun cinsel istismarı suçunu işleyen fail hakkında verilebilecek en fazla ceza, 30 yıl hapis olabilecektir. Ceza 30 yıla ulaştığında hâlen cezada artırımı gerektiren hâller varsa, artık bunlar göz önünde bulundurulmayacaktır. Kanunda açıkça yazmadıkça cezaların artırılması, azaltılması ve değiştirilmesi mümkün değildir. Örneğin gözaltı, gözlem altında bulunmak veya tutukluluk) nedeniyle geçirilmiş süreler mahsup edilir (indirilir). Adli para cezasına hükmedilmesi hâlinde, bir gün yüz Türk Lirası sayılmak suretiyle, bu cezadan indirim yapılır. DAVANIN VE CEZANIN DÜŞMESİ 1. Sanığın veya Hükümlünün Ölümü: Sanık, ceza muhakemesinde kovuşturmanın başlamasından hükmün kesinleşmesine kadarki süreçte suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade etmektedir. Hükümlü ise işlediği suçtan dolayı hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunan kişidir. Sanık, hakkında açılan dava henüz sonuçlanmamış kişidir. Bu kişinin ölümü hâlinde açılan kamu davası düşer. Sanığın öldüğünü belirleyen mahkeme, resen davanın düşmesine karar verir. Hükümlünün ölümü ise henüz infaz edilmemiş hapis ve adli para cezasını ortadan kaldırılır. Ancak, adli para cezası kısmen veya tamamen infaz edilmiş ise artık devletten geri istenemez. Buna karşılık hükümlünün sağlığında verilmiş olup da kesinleşen müsadere ve yargılama giderleri hükümlünün mirasçılarından istenebilir. 2. Af: Af bir yargı işlemi olmayıp, yasama ve yürütme tarafından gerçekleştirilen bir işlemdir. Ancak af, etkisini yargılama makamının baktığı davalar ve verdiği kararlar üzerinde doğurmaktadır. Af, genel ve özel af olmak üzere ikiye ayrılır. Af, kamu davasını düşürüyor ve hükmolunan cezaları bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırıyorsa genel aftır. Buna karşılık af davayı ve mahkûmiyeti ortadan kaldırmıyor sadece hapis cezasının infaz kurumunda çektirilmesine son veriyor veya bu cezanın infaz kurumunda çektirilecek süresini kısaltıyor veya adli para cezasına çeviriyorsa özel aftır. Genel af ve özel af müsadere olunan şeylerin ve ödenen adli para cezasının geri alınmasını gerektirmez. Genel af nedeniyle davanın düşmesi hâlinde, işlenen fiil haksızlık niteliğini koruduğu için, bu fiil nedeniyle uğranılan zarardan dolayı tazminat davası açılması mümkündür. Af yetkisi yasama organına aittir. TBMM üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile af kanunu (genel-özel) çıkarabilir. Cumhurbaşkanı ise sadece sınırlı hâllerde özel af yetkisine sahiptir. Buna göre Cumhurbaşkanı da, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedenlerine bağlı olarak mahkûmların cezalarının infaz edilmemesini sağlayabilir. 3. Zaman Aşımı: Dava ve ceza zaman aşımı olmak üzere iki türü vardır. Dava zaman aşımı, bir suçla ilgili olarak soruşturma ve kovuşturma yapılmasına engel olurken; ceza zaman aşımı kesinleşmiş mahkûmiyet hükmünün infazını engellemektedir. Bir başka ifadeyle dava zaman aşımının gerçekleşmesi hâlinde artık açılan davaya devam edilememekte, davanın düşmesine karar verilmekte; ceza zaman aşımı hâlinde ise kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü infaz edilememektedir. Belirtmek gerekir ki dava ve ceza zaman aşımı re’sen uygulanır ve bundan şüpheli, sanık ve hükümlü vazgeçemezler. Dava Zaman Aşımı: Suçun işlendiği tarihten itibaren belli bir zamanın geçmesi hâlinde, sanık hakkında kamu davasının açılmasına veya açılmış bulunan davaya devam edilmesine engel olan zaman aşımına, dava zaman aşımı denmektedir. Dava zaman aşımının gerçekleşmesi hâlinde sanık hakkında artık kovuşturmaya devam edilemez ve davanın düşmesine karar verilir. Dava zaman aşımı kural olarak bütün suçlar bakımından geçerlidir. Ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet veya 10 yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçların yurt dışında işlenmesi hâlinde dava zaman aşımı uygulanmaz. “soykırım, insanlığa karşı suçlar, örgüt” ve “işkence” suçlarının da dava zaman aşımına uğramayacağı kabul edilmiştir. a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda 30 yıl, b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda 25 yıl, c) 20 yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda 20 yıl, d) 5 yıldan fazla ve 20 yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda 15 yıl, e) 5 yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda 8 yıl, geçmesiyle düşer. “Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.” “suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zaman aşımı bakımından hapis cezası esas alınır”. “Tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, teşebbüs hâlinde kalan suçlarda son hareketin yapıldığı günden, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden, çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun 18 yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlar.” “Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hâllerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zaman aşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar.” “Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hâllerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zaman aşımı durur.” “Bir suçla ilgili olarak; a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi, c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi, d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi, hâlinde, dava zaman aşımı kesilir.” “Dava zaman aşımı kesildiğinde, zaman aşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zaman aşımını kesen birden fazla nedenin bulunması hâlinde, zaman aşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.”. “Kesilme hâlinde, zaman aşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.” Ceza Zaman Aşımı: Kişinin işlediği suçtan dolayı yargılanıp belli bir cezaya mahkûm olmasına ve bu cezası da kesinleşmesine rağmen; kesinleşme tarihinden itibaren belli bir zamanın geçmesi nedeniyle devletin cezanın infazından vazgeçmesine ceza zaman aşımı denilmektedir. Ceza zaman aşımının dolmuş sayılabilmesi için “a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarında 40 yıl, b) Müebbet hapis cezalarında 30 yıl, c) 20 yıl ve daha fazla süreli hapis cezalarında 24 yıl, d) 5 yıldan fazla hapis cezalarında 20 yıl, e) 5 yıla kadar hapis ve adli para cezalarında 10 yıl.” ‘’ Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle ceza infaz edilmez.” Yukarıda belirtilen ceza zaman aşımı süreleri “hükmün kesinleştiği veya infazın herhangi bir suretle kesintiye uğradığı günden itibaren işlemeye başlar ve kalan ceza miktarı esas alınarak süre hesaplanır.” “(1) Mahkûmiyet hükmünün infazı için yetkili merci tarafından hükümlüye kanuna göre yapılan tebligat veya bu maksatla hükümlünün yakalanması ceza zaman aşımını keser. (2) Bir suçtan dolayı mahkûm olan kimse üst sınırı iki yıldan fazla hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlediği takdirde, ceza zaman aşımı kesilir.” Ceza zaman aşımının durmasıyla ilgili “(1) Birden fazla mahkûmiyeti olan kişi bu mahkûmiyetlerden birine ilişkin cezayı infaz kurumunda çektiği sürece, diğer cezaları açısından ceza zaman aşımı işlemez. (2) Cezanın infazının ertelenmesi veya durdurulması hâlinde, bu cezaya ilişkin zaman aşımı işlemez.” 4. Şikâyetten Vazgeçme: soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda, şikâyet hakkına sahip olan mağdur veya suçtan zarar gören kişinin, bu hakkını usulüne uygun şekilde kullandıktan sonra şikâyetinin geçersiz sayılmasına yönelik olarak yaptığı irade açıklamasıdır. Kovuşturma yapılabilmesi şikâyete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür. Şayet şikâyetten vazgeçme soruşturma evresinde gerçekleşmişse kovuşturmaya yer olmadığı kararının verilmesi gerekir. Şikâyetten vazgeçme kural olarak hükmün kesinleşmesine kadar mümkündür. Şikâyetten vazgeçme fiili işleyen herkes hakkında sonuç doğurur. Kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez” Şikâyetten vazgeçen mağdur veya suçtan zarar gören vazgeçtiği sırada uğradığı zararların tazminini isteme hakkından da açıkça vazgeçmişse, artık hukuk mahkemesinde bu nedenle dava açamaz. TÜRK CEZA KANUNUNUN YER BAKIMINDAN UYGULANMASI: “Türkiye’de işlenen suçlar hakkında Türk kanunları uygulanır.” Buna göre, kim tarafından ve kime karşı işlenmiş olursa olsun, Türkiye’de işlenen suçlara Türk kanunları uygulanacaktır. Failin ve mağdurun vatandaşlığına bakılmaksızın, ülkesinde suç işlenen devletin ceza kanununun uygulanmasını ifade eden bu ilkeye mülkilik (veya ülkesellik) prensibi denilmektedir. Örneğin Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan failin açtığı ateş sonucu Edirne’deki bir şahıs öldürüldüğünde ya da Edirne’den yapılan atışla Bulgaristan sınırları içerisindeki bir kişi öldürüldüğünde suç Türkiye’de işlenmiş sayılacaktır. Fail Türkiye’de imal ettiği uyuşturucu maddeyi yurt dışına ihraç ettiğinde veya yurt dışında imal ettiği uyuşturucuyu Türkiye’ye ithal ettiğinde suç Türkiye’de işlenmiş sayılacaktır. Suçun kanuni tanımında yer alan icra hareketlerinin tamamı Türkiye’de gerçekleştirilebileceği gibi, bir kısmı da gerçekleştirilebilir. Türkiye’de işlenmiş sayılacağı belirtilmiştir. Buna göre; “Suç; Türk kara ve hava sahaları ile Türk karasularında, Açık denizde ve bunun üzerindeki hava sahasında, Türk deniz ve hava araçlarında veya bu araçlarla, Türk deniz ve hava savaş araçlarında veya bu araçlarla, Türkiye’nin kıt’a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgesinde tesis edilmiş sabit platformlarda veya bunlara karşı, İşlendiğinde Türkiye’de işlenmiş sayılır.” “Türkiye’de işlediği suçtan dolayı yabancı ülkede hakkında hüküm verilmiş olan kimse, Türkiye’de yeniden yargılanır.” Bu düzenlemeyle, Türkiye’de işlenen suçlar bakımından non bis in idem kuralına (bir suçtan dolayı iki defa yargılanamama) geçerlilik tanınmamıştır. Örneğin bir Fransız vatandaşı, kendisi gibi Antalya’da tatilini geçirmekte olan Alman turiste karşı cinsel saldırı suçunu işlemiş ve ülkesi Fransa’ya kaçmıştır. İşlediği bu suçtan dolayı Fransa’da yargılanmış, üç yıl hapis cezasına mahkûm olmuş ve bu cezası infaz edilmiştir. Cezası infaz edilen Fransız vatandaşı tatilini geçirmek üzere yeniden Türkiye’ye geldiğinde, işlediği suçtan dolayı Türkiye’de yeniden yargılanacaktır. Yargılama sonunda Türk mahkemesi tarafından üç yıldan fazla hapis cezasına hükmedilecek olursa, bu suçtan dolayı Fransa’da infaz edilen üç yıllık ceza düşülecek ve kalan ceza infaz edilecektir. Türkiye’de İşlenen Suçlara Türk Kanunlarının Uygulanamayacağı İstisnai Hâller: Cumhurbaşkanının görevi sebebiyle işlediği suçlardan dolayı sorumlu tutulamayacağını ve milletvekillerinin yasama sorumsuzluğu kapsamına giren fiillerden dolayı sorumlu tutulamayacaklarına ilişkin hükümler bu bağlamda ele alınabilir. Cumhurbaşkanı’nın, hem Başbakan ve ilgili bakanlarla birlikte imzaladığı kararlardan, hem de resen verdiği karar ve emirlerden dolayı sorumlu tutulamayacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın görevi dolayısıyla işlediği suçlar nedeniyle hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılması mümkün değildir. Örneğin Cumhurbaşkanı’nın görevi kötüye kullanma, zimmet, irtikâp, rüşvet gibi görevi dolayısıyla bir suç işlemesi hâlinde ceza sorumluluğu bulunmamaktadır. Bunun tek istisnasını vatana ihanet teşkil eden fiiller oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanı görevi dolayısıyla işlediği ve esasen suç teşkil eden bir fiilden dolayı vatana ihanet etmekle suçlanabilir. Cumhurbaşkanı tarafından işlenen bir suçun vatana ihanet olup olmadığını nitelendirme yetkisi münhasıran TBMM’ne aittir. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı vatana ihanetten dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tam sayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlanabilir. Cumhurbaşkanı’nın kişisel suçlarından dolayı ise, her vatandaş gibi sorumluluğu bulunmaktadır. Ancak Cumhurbaşkanı hakkında bu suçlardan dolayı yargılamanın görevi sona erdikten sonra yapılması gerekir. Cumhurbaşkanının görevi dolayısıyla işlediği suçlardan dolayı sorumsuzluğunu öngören bu müessesenin hukuki niteliği, bir şahsi cezasızlık sebebi oluşturmasıdır. Yasama sorumsuzluğu, mutlak dokunulmazlık, kürsü dokunulmazlığı şeklinde isimlendirilen bu müessesenin kabul edilmesinin nedeni, millet iradesinin herhangi bir cezalandırılma baskısı altında kalmadan yasama organı içinde serbestçe ifade edilmesini sağlamaktır. Milletvekillerine tanınan yasama sorumsuzluğunun hukuki niteliği, bir şahsi cezasızlık sebebi oluşturmasıdır. Türk ülkesinde suç işlemesine rağmen ceza hukukuna ilişkin kanunların uygulanmayacağı diğer kişi grubunu diplomatlar oluşturmaktadır. Diplomatik muafiyet de, bir hukuka uygunluk sebebi değil, suçun işlendiği yer kanunu bakımından bir şahsi cezasızlık sebebidir. Zira diplomasi memurları, uluslararası sözleşmeler gereği, görev yaptıkları yabancı ülkenin adli ve idari makamlarının müdahalesinden masun tutulmuşlardır. Bu nedenle suç işledikleri ülkede diplomatlar hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılamaz. Bu bağlamda diplomatlar bulundukları ülkede hiçbir sebep ve bahane ile tutuklanamaz ve hapsedilemezler. Bu kişiler “istenmeyen kişi” (persona non grata) ilan edilerek, ülkeyi bir an önce terk etmeye zorlanırlar. Türkiye’de suç işlemesine rağmen hakkında Türk kanunlarının uygulanmayacağı son kişi grubunu yabancı asker kişiler oluşturmaktadır. Yurtdışında İşlenen Suçlara Türk Kanunlarının Uygulanması: Mülkilik ilkesi mutlak olarak uygulandığında, bir devlet ancak kendi ülkesinde işlenen suçları yargılayabilecek, yurtdışında işlenen suçlara karşı herhangi müdahalede bulunamayacaktır. Örneğin yurt dışında suç işleyen vatandaşını veya yurt dışında vatandaşına karşı suç işleyen bir yabancıyı yargılayamayacaktır. Faile Göre Şahsilik İlkesi: devlet, yurt dışında suç işleyen vatandaşını cezalandırma yetkisine sahiptir. Yurt dışında suç işleyen Türk vatandaşlarının hangi koşullarda Türkiye’de yargılanabilecekleri 1. Suç, bir Türk vatandaşı tarafından işlenmelidir. Failin vatandaşlığı fiilin işlendiği zamana göre belirlenmelidir. Fiilin işlenmesinden sonra Türk vatandaşlığından çıkılması önemli değildir. Mağdurun vatandaşlığı da önemli değildir, Türk vatandaşı veya yabancı olabilir. 2. Suçun yurt dışında, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik alanı dışında işlenmiş olması gerekir. 3. Yurt dışında işlenen suç, TCK’nın 13. maddesinde sayılan suçlardan birisi olmamalıdır. Kanunun 13. maddesinde sayılan suçların yurt dışında işlenmesi hâlinde, suçun failine ve mağduruna bakılmaksızın Türk kanunlarına göre yargılama yapılabilecektir. 4. Yurt dışında işlenen suçun, Türk kanunlarına göre aşağı sınırı bir yıldan az olmayan hapis cezasını gerektiren bir suç olması gerekir. Böyle bir durumda fail hakkında Türkiye’de resen yargılama yapılacaktır. Buna karşılık yurt dışında işlenen suçun Türk kanunlarına göre aşağı sınırı bir yıldan az hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, fail hakkında Türkiye’de yargılama yapılabilmesi için ya suçtan zarar gören şahsın ya da yabancı hükümetin şikâyetine bağlıdır. Bu durumda şikâyet, vatandaşın Türkiye’ye girdiği tarihten itibaren altı ay içinde yapılmalıdır. Türk vatandaşının yurtdışında işlediği fiilin Türk kanunlarına göre suç oluşturması yeterlidir. Bununla birlikte suçun mağdurunun yabancı olması hâlinde, fiilin suçun işlendiği ülke kanunlarına göre de suç oluşturması aranacaktır. Yurt dışında Türk vatandaşı tarafından işlenen suça Türk kanunlarının yalnızca adli para cezası veya hapis ile adli para cezasının seçimlik olarak öngörülmesi hâlinde, bu suçtan dolayı Türkiye’de soruşturma ve kovuşturma yapılamayacaktır. 5.Failin Türkiye’de bulunması gerekir. Failin Türkiye’de bulunması bir kovuşturma şartını oluşturmaktadır. Failin Türkiye’de bulunmaması hâlinde kovuşturma yapılamayacaktır. 6. Yurt dışında işlediği suçtan dolayı Türk vatandaşı hakkında yabancı ülkede hüküm verilmemiş olmalıdır. Şayet böyle bir suçtan dolayı Türk vatandaşı hakkında yabancı ülkede hüküm verilmiş ise, artık Türkiye’de yeniden yargılama yapılamayacaktır (non bis in idem). Buna karşılık yurt dışında işlediği suçtan dolayı Türk vatandaşı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı (takipsizlik kararı) verilmiş veya henüz yargılama devam etmekte ise, Türkiye’de yargılama yapılabilecektir. 7. Yurt dışında işlenen suç nedeniyle Türkiye’de yargılama yapılabilmesi için, Türk kanunlarına göre bu suç bakımından aranan soruşturma ve kovuşturma şartlarının gerçekleşmiş olması gerekir. Örneğin bu suçun soruşturması ve kovuşturması mağdurun şikâyetine bağlı ise şikâyet şartı gerçekleşmiş olmalıdır. Mağdura Göre Şahsilik İlkesi: Türkiye’nin veya Türk vatandaşının ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisinin zararına bir suç işlenmesi hâlinde bu suçtan dolayı Türkiye’de yargılama yapılabilmesi için şu koşulların gerçekleşmesi aranmıştır: 1. Suç, bir yabancı tarafından, yani Türk vatandaşı olmayan bir kimse tarafından işlenmiş olmalıdır. Fail çifte vatandaşlığa sahipse ve bunlardan birisi Türk vatandaşlığı ise, bu madde hükmü uygulanmaz. 2. Suç, yurt dışında, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik alanı dışında işlenmiş olmalıdır. 3. Suç, TCK’nın 13. maddesinde sayılan suçlardan birisi olmamalıdır. 4. Yurtdışında işlenen suç, Türk kanunlarına göre aşağı sınırı en az bir yıl hapis cezasını gerektiren bir suç olmalıdır. Şayet yurtdışında yabancı tarafından işlenen suçun Türk kanunlarına göre cezası bir yıldan az hapisse veya yalnızca adli para cezasını veya hapisle adli para cezasının seçimlik olarak öngörüldüğü bir cezayı gerektiriyorsa, bu suçtan dolayı Türkiye’de yargılama yapılamaz. 5. Yurt dışında işlenen suçun Türkiye’nin zararına veya bir Türk vatandaşının ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisinin zararına işlenmiş olması gerekir. 6. Fail Türkiye’de bulunmalıdır. 7. Yurt dışında işlenen suçun Türkiye’nin zararına bir suç olması hâlinde, fail hakkında Türkiye’de yargılama yapılabilmesi için Adalet Bakanının talebi gerekir. Ancak bu suç rüşvet veya nüfuz ticareti suçu ise Adalet Bakanının talebine gerek yoktur, resen kovuşturma yapılır. Yurt dışında, yabancı hakkında Türkiye’nin zararına işlediği suçtan dolayı hüküm (mahkûmiyet, beraat, düşme kararları) verilmiş olması, Türkiye’de yeniden yargılanmasına engel teşkil etmemektedir. Ancak Türkiye’de yeniden yargılama yapılabilmesi için Adalet Bakanının talebi gerekir. 8. Yurt dışında işlenen suçun bir Türk vatandaşının veya Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisinin zararına işlenmesi hâlinde, suçtan zarar görenin şikâyeti gerekir. Ayrıca böyle bir suçtan dolayı Türkiye’de yargılama yapılabilmesi, fail hakkında yabancı ülkede hüküm verilmemiş olması şartına bağlıdır (non bis in idem). Yabancı tarafından yurtdışında işlenen suçun mağdurunun yabancı olması hâlinde, belli koşullarda Türkiye’de yargılama yapılabileceği kabul edilmiştir (ikame yargı ilkesi). Bu koşullar şunlardır: A. Suçun faili ve mağduru yabancı olmalıdır. B. Suç yabancı bir ülkede işlenmiş olmalıdır. C. Suç, TCK’nın 13. maddesinde yazılı suçlardan birisi olmamalıdır. D. Suç, Türk kanunlarına göre aşağı sınırı üç yıldan az olmayan hapis cezasını gerektiren bir suç olmalıdır. E. Suçun işlendiği ülke ile Türkiye arasında suçluların geri verilmesi anlaşmasının bulunmaması veya geri verilme isteminin suçun işlendiği ülkenin veya failin vatandaşı bulunduğu devletin hükümeti tarafından kabul edilmemiş olması gerekir. F. Adalet Bakanı talepte bulunmalıdır. Koruma ve Evrensellik İlkesi: Devletin, yabancı bir ülkede, kim tarafından işlendiğine bakılmaksızın, kendi varlığına, yüksek çıkarlarına karşı bir suç işlenmesi hâlinde bu suçları cezalandırmasına imkân tanıyan ilkeye koruma ilkesi denilmektedir. Belli suçların yurt dışında kim tarafından ve kime karşı işlenmiş olursa olsun, faillerinin Türkiye’de Türk kanunlarına göre yargılanabileceği öngörülmüştür. Bu suçlar şunlardır: 1. TCK’nın İkinci Kitap, Birinci Kısım altında yer alan suçlar ki bunlar; soykırım, insanlığa karşı suçlar, örgüt, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçları, 2. Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar, Milli Savunmaya Karşı Suçlar, Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk ve Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar, 3. İşkence suçu, 4. Çevrenin kasten kirletilmesi 5. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, 6. Parada sahtecilik, para ve kıymetli damgaları imale yarayan araçların üretimi ve ticareti, mühürde sahtecilik, 7. Fuhuş, 8. Deniz, demiryolu veya havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması ya da bu araçlara karşı işlenen zarar verme suçları. Yabancı Ülkede İşlenen Suçlardan Dolayı Türkiye’de Yargılama Yapılırken Yabancı Ülke Kanununun Göz Önünde Bulundurulması: adalet ilkesi gereği, Türk kanunları uygulanmak suretiyle belirlenen somut cezaya yabancı ülke kanununun göz önünde bulundurulması suretiyle bir sınırlama getirilebilecektir. “Yabancı kanunun göz önünde bulundurulması” “(1) Türkiye’nin egemenlik alanı dışında işlenen suçlar dolayısıyla Türkiye’de yargılama yapılırken, Türk kanununa göre verilecek olan ceza, suçun işlendiği ülke kanununda öngörülen cezanın üst sınırından fazla olamaz. (2) Ancak suçun; a) Türkiye’nin güvenliğine karşı veya zararına olarak, b) Türk vatandaşına karşı ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisi zararına olarak, işlenmesi durumunda, yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz. SUÇLULARIN İADESİ: İade, ceza hukuku alanında milletlerarası adli yardımlaşmanın türlerinden birisidir. Bir devlette suç işleyip de başka bir devlete kaçan kişinin, işlemiş olduğu suçtan dolayı yargılanabilmesi veya hükmolunan cezanın infazı amacıyla talepte bulunan devlete teslim edilmesini ifade etmektedir. İade, uluslararası hukuka göre bir hak olarak kabul edilen “sığınma hakkı”nın istisnasını oluşturur. İade hukukunun asıl kaynağını devletlerarasında yapılan ikili ve çok taraflı sözleşmeler oluşturmaktadır. İADENİN KOŞULLARI: İade ancak yabancı bir ülkede, yani Türkiye’nin egemenlik alanı dışında işlenen suçlardan dolayı söz konusu olabilir. Türkiye’de suç işleyen bir kimsenin, ister Türk vatandaşı ister yabancı olsun, geri verilmesi mümkün değildir. Yabancı ülkede işlenen ve iadeye konu olan suçun failinin yabancı olması ve bu kişi hakkında işlediği iddia edilen suçtan dolayı ceza soruşturması veya kovuşturması başlatılması ya da mahkûmiyet kararı verilmiş olması gerekir. Yabancı ülkede suç işleyip de Türkiye’de bulunan Türk vatandaşının iadesi mümkün değildir. Uluslararası sözleşmeler gereği, siyasi suç olmasına rağmen terör suçları, soykırım ve insanlığa karşı suçlar, devlet başkanının kendisine veya aile bireylerine yönelik kasten öldürme veya yaralama suçları siyasi suçların iade edilmezliği prensibinin dışında tutulmaktadır. İadesi talep edilen kişinin, talep tarihinde on sekiz yaşını doldurmamış olması, uzun zamandan beri Türkiye’de bulunuyor olması veya evli bulunması gibi kişisel hâlleri nedeniyle, iadenin kişinin kendisini veya ailesini, fiilin ağırlığı ile orantısız şekilde mağdur edecek olması durumunda iade talebi kabul edilmeyebilir. Geri Vermede Usul: Talepte bulunan devlet bir talepname düzenleyerek, geri verme talebini sanık veya hükümlünün bulunduğu devlete iletir. Talepnamede iadesi istenen kişinin açık eşkâli, uyruğu ve kimliğine ilişkin diğer bilgiler, geri vermenin sebebini oluşturan fiil ve hukuki niteliği, fiilin işlendiği yer ve zamanı, ihlal ettiği kanun hükümleri, öngörülen ceza, talepte bulunan devletin hukuka uygun olarak verilmiş ve infazı mümkün mahkûmiyet hükmü, tutuklama kararı veya yakalama emri ve delillerin özeti yer almalıdır. Türk hukuku bakımından talepname ilk önce Dışişleri Bakanlığına, oradan Adalet Bakanlığına yani 6706 sayılı Kanun’un ifadesiyle Merkezi Makam’a ulaşır. Gerekli şartları taşıyan talepler, yetkili ağır ceza mahkemesi nezdindeki Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Cumhuriyet Başsavcılığı, iade talebine ilişkin karar vermek üzere ağır ceza mahkemesinden talepte bulunur. İade talebi hakkında karar vermeye, kişinin bulunduğu yer ağır ceza mahkemesi yetkilidir. Kişinin bulunduğu yer belli değilse, Ankara ağır ceza mahkemesi yetkilidir. Rızaya dayalı iade usulü uygulanarak verilen iade kararının yerine getirilmesi, Merkezî Makamın onayına bağlıdır. Mahkemenin kararına karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Yargıtay bu başvuruları üç ay içinde sonuçlandırır. Kararın kesinleşmesi hâlinde iade evrakı karar ile birlikte Merkezî Makama gönderilir. İlgili devletin geçici tutuklama talebi, Merkezî Makam tarafından iade amacıyla yakalanması ve Cumhuriyet Başsavcılığına sevki için İçişleri Bakanlığına gönderilir. Yakalanan kişi, geçici tutuklama hususunda karar verilmek üzere en geç yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkimi önüne çıkarılır. Sulh ceza hâkimi geçici tutuklanması talep edilen kişiye, rızaya dayalı iade imkânı ile bunun hukukî sonuçları hakkında bilgi verdikten sonra talep hakkında karar verir. Geçici tutuklama süresi ilgili milletlerarası antlaşma hükümlerine göre belirlenir. Mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde kişi, en fazla kırk gün geçici tutuklu kalabilir. KİTAP SONU ÖZETİ 7.ÜNİTE Ceza hukuku yaptırımlarının türlerini, amaçlarını ve niteliklerini açıklayabilmek. Genel olarak yaptırım, bir haksızlığın gerçekleştirilmesine bağlanan hukuki sonuçları ifade eder. TCK’da suç teşkil eden haksızlığı gerçekleştiren kişiye uygulanabilecek iki tür yaptırım öngörülmüştür: Ceza ve güvenlik tedbir. Bu yaptırımlardan cezanın uygulanabilmesi için failin işlediği suç nedeniyle kusurlu sayılabilmesi gerekir. Cezalar, hapis ve adli para cezasıdır. Bunlardan hapis cezası kişinin özgürlüğüne, adli para cezası ise mal varlığı değerlerine yöneliktir. Hükümlünün ceza infaz kurumuna kapatılarak özgürlüğünün kısıtlanması şeklinde uygulanan cezaya hapis cezası denilmektedir. Hapis cezası, süresi ve infaz şartları göz önünde bulundurularak süresiz (müebbet) ve süreli hapis cezası olmak üzere ikiye ayrılır. Hükümlünün hayatı boyunca devam eden müebbet hapis cezası da infaz rejimindeki farklılık nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Süreli hapis cezası da kısa süreli ve uzun süreli hapis cezası olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hapis cezasının sakıncalarını gidermeye yönelik olarak, önödeme, uzlaşma, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi, hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme gibi kurumlar geliştirilmiştir. Bir suçun işlenmesine bağlı olarak hükmedilebilen ceza hukuku yaptırımlarından diğeri de güvenlik tedbiridir. Güvenlik tedbirinin uygulanabilmesi için kişinin işlediği suç nedeniyle kusurlu olması şart değildir. TCK’da yer alan güvenlik tedbirleri şunlardır: 1. Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma (m. 53), 2. Eşya müsaderesi (m. 54), 3. Kazanç müsaderesi (m. 55), 4. Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri (m. 56), 5. Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri (m. 57), 6. Mükerrirlere ve diğer özel tehlikeli suçlara özgü güvenlik tedbirleri (m. 58, İnfaz K., m. 108), 7. Sınır dışı edilme (m. 59), 8. Tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirleri (m. 60). Ceza kanunu dışında bazı özel kanunlarda da güvenlik tedbirlerine yer verilmektedir. Cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesini anlatabilmek: İşlenen suç için kanunda öngörülen soyut cezanın olayın özelliklerine göre hâkim tarafından hüküm verilirken somutlaştırılmasına ve bu yapılırken fiilin ve failin özelliklerinin gözetilerek cezanın failin kişiliğine uydurulmasına cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi denilmektedir. Davanın ve cezanın düşmesine neden olabilecek sebepleri listeleyebilmek: Suç teşkil eden fiilin işlenmesiyle devlet ile fert arasında doğan cezalandırma ilişkisi, bazı nedenlerin ortaya çıkmasıyla düşebilmektedir. Bazı hâllerde davayı bazı hâllerde ise cezayı düşüren bu sebepler, işlenen fiili suç olmaktan çıkarmamakta, sadece devletin yargılama ve ceza verme yetkisini ortadan kaldırmaktadırlar. TCK’da düzenlenen dava ve cezayı üşüren sebepler, sanığın veya hükümlünün ölümü, af, zaman aşımı ve şikâyetten vazgeçmedir. Türk Ceza Kanununun uygulama alanını gösterebilmek: Mülkilik prensibine göre, bir suç hakkında Türk kanunlarının uygulanabilmesi için, o suçun Türkiye’de işlenmiş olması gerekmektedir. Suç oluşturan fiilin kısmen veya tamamen Türkiye’de işlenmesi veya neticenin Türkiye’de gerçekleşmesi hâlinde suç, Türkiye’de işlenmiş sayılır. Mülkilik ilkesi gereğince Türk kanunlarının uygulanması bakımından Türk ülkesinin ne anlama geldiğinin de belirlenmesi gerekir. Zira ancak Türk ülkesi sayılan bir yerde fiilin kısmen veya tamamen işlenmesi veya neticenin gerçekleşmesi hâlinde suç hakkında Türk kanunları uygulanabilecektir. TCK’nın 8. maddesinde Türk ülkesinin anlamı açıklanmış ve suçun hangi hâllerde Türkiye’de işlenmiş sayılacağı belirtilmiştir. Türkiye’de işlenen suçlar hakkında Türk kanunlarının uygulanacağına ilişkin kurala gerek iç hukuk gerek uluslararası hukuktan kaynaklanan bazı istisnalar getirilebilmektedir. Bu gibi hâllerde suç teşkil eden bir fiil işlenmesine rağmen, kişi hakkında ceza hukukuna ilişkin Türk kanunları ya hiç uygulanmamakta, ya da işlenen suç hakkında Türk kanunları değil, bir başka ülke kanunu uygulanmaktadır. Devletler, genel olarak, ceza kanunlarının yer bakımından uygulanması konusunda mülkilik ilkesini esas almakla birlikte, yurt dışında işlenen suçlara da belli ilkeler çerçevesinde kendi kanunlarının uygulanmasını kabul etmektedirler. Faile göre şahsilik ilkesi, milli kanunun vatandaşı izleyeceği esasına dayanır. Vatandaşın ülke içinde olduğu kadar yurt dışında da ülkesinin kanununa uygun hareket etmesi gerektiği kabul edilir. Mağdura göre şahsilik ilkesi devletin vatandaşını koruma görevini yurtdışında da sürdürdüğü esasına dayanır. Bu nedenle devlet, yurtdışında vatandaşına karşı suç işleyen yabancıyı belli şartların gerçekleşmesi hâlinde kendi kanununa göre yargılayabilmektedir. Devletin, yabancı bir ülkede, kim tarafından işlendiğine bakılmaksızın, kendi varlığına, yüksek çıkarlarına karşı bir suç işlenmesi hâlinde bu suçları cezalandırmasına imkân tanıyan ilkeye koruma ilkesi denilmektedir. Uluslararası toplum dünyanın neresinde ve kim tarafından işlenirse işlensin, faili hangi devlet vatandaşı olursa olsun, belirli suçları işleyen kişileri elinde bulunduran devlete ya yargılama yapma ya da bu kişileri iade etme yükümlülüğü getirmektedir. Devletler bu yükümlülüğü, bu konuda yapılan uluslararası sözleşmelerle üstlenmektedirler. İşlenen suçların tüm toplumları ilgilendirmesi nedeniyle bu ilkeye evrensellik ilkesi denilmektedir. Suçluların geri verilmesi kavramını anlayabilmek ve geri vermenin şartlarını ifade edebilmek: Geri verme, ceza hukuku alanında milletlerarası adli yardımlaşmanın türlerinden birisidir. Bu kavram, bir devlette suç işleyip de başka bir devlete kaçan kişinin, işlemiş olduğu suçtan dolayı yargılanabilmesi veya hükmolunan cezanın infazı amacıyla talep de bulunan devlete teslim edilmesini ifade etmektedir. Bu kurumun amacı bir ülkede suç işledikten sonra diğer bir ülkeye kaçan kişinin cezasız kalmasını ve böylece bir ülkenin yabancı suçlulara sığınak teşkil etmesini önlemektir.
8. ÜNİTE
KASTEN ÖLDÜRME SUÇU: “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” Korunan Hukuki Değer: Bu suçla korunan hukuki değer, “yaşama hakkı”dır. Yaşama hakkı üzerinde tasarruf edilmesi mümkün olmayan doğal, dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez bir haktır. Tipikliğin Maddi Unsurları: Fiil: Kasten öldürme suçu serbest hareketli bir suçtur. Yaşayan bir insanın hayatını sonlandırmaya yönelen herhangi bir hareketin icrası, suçun fiil unsurunu oluşturur. Kasten öldürmenin işlenmesinde kullanılan aracın bir önemi yoktur. Suçun icrasında yumruk, tekme, bıçak, silah, zehir, taş, sopa, demir çubuk, otomobil ve hatta köpek gibi saldırgan hayvanlar da araç olarak kullanılabilir. Hatta fail cebir veya tehditle mağduru kendisini öldürmeye zorlayarak, öldürme fiilini bizzat kendisine dahi işletebilir. Bu suç bakımından önemli olan fiilin ölüm neticesini meydana getirmeye elverişli olmasıdır. Örneğin tabanca, bıçak, zehir gibi araçlar bir insanı öldürmeye elverişli araçlardır. Fiilin icrasında kullanılan araçla ölüm neticesinin meydana getirilmesinin imkânsız olduğu hâllerde, fiilin elverişliliğinden söz edilemez (elverişsiz teşebbüs). Örneğin ateşli silahlar kasten öldürme bakımından elverişli araçlardandır. Ancak failin, tetiğine basmasına rağmen tutukluk yapması nedeniyle ateş almaması, silahın elverişliliğini ortadan kaldırmaz. Örneğin kalp krizi geçirmek üzere olan bir kimsenin ilacını almasını, yaralanan kişiyi bir odaya kapatarak hastaneye gitmesini, boğulmak üzere olan kişiyi kurtarmak isteyenleri zorla veya tehditle engelleyen kişi de kasten öldürmeden sorumludur. Örneğin tasarlayarak, eziyet çektirerek, yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle öldürme fiilinin icra edilmesi hâlinde, failin cezası ağırlaşacaktır. Netice: bu suçun oluşabilmesi için bir insanın öldürülmesi gerektiğinden söz edilmiştir. Ölüm, mağdurun yaşamının doğal anlamda sona erdirilmesidir. Mağdurun biyolojik ölümünün ya da beyin ölümünün gerçekleşmesi hâlinde, suçun netice unsuru gerçekleşmiş olur. Öldürmeye yönelik fiilin icrasına rağmen kişinin ölmemesi de mümkündür. Örneğin fail, elindeki silahla ateş etmesine rağmen isabet ettirememiş veya isabet ettirmesine rağmen mağduru öldürememiş olabilir. Bu gibi hâllerde kasten öldürme suçu tamamlanmış olmaz. Bu ihtimalde kasten öldürmeye teşebbüs söz konusudur. Örneğin failin yaralamak kastıyla gerçekleştirdiği fiilin sonucunda mağdur ölmüş olabilir. Bu gibi hâllerde, failin sorumluluğu kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinden birisi olan 87. maddenin 4. fıkrası bağlamında değerlendirilmelidir. Keza ölüm neticesi failin özen yükümlülüğüne aykırı bir davranışı sonucunda da meydana gelebilir. Bu durumda ise taksirle ölüme sebebiyet verme suçu söz konusu olacaktır. Nedensellik Bağı ve Objektif İsnadiyet: Kasten öldürme suçunun oluşumu bakımından ölüm neticesi ile failin fiili arasında nedensellik bağının kurulabilmesi gerekmektedir. Ölüm neticesinin tek sebebini failin fiilinin oluşturduğu hâllerde nedensellik bağına ilişkin bir tartışma söz konusu olmaz. Örneğin, failin öldürmek amacıyla silahla yaraladığı kişi, hastanede kendisine mikroplu (örneğin Hepatit B virüsü taşıyan) kan verilmesine bağlı olarak veya hekimin uyguladığı yanlış tedavi sonucu ya da hastaneye kaldırılırken yolda ambülansın kaza yapması nedeniyle ölmüş olabilir. Bu gibi durumlarda mağdurun ölümüyle kimin fiili arasında nedensellik bağının kurulacağı ve ölüm neticesinden kimin sorumlu tutulacağı ceza hukuku doktrininde ve uygulamasında çetin tartışmalara ve çok sayıda nedensellik teorisinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Hareket ile netice arasında doğal anlamda nedensellik bağının varlığının belirlenmesi, bu neticenin faile yüklenebilmesi için gerekli ve fakat yeterli değildir. Neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi de gerekir. Fail işlediği fiille ölüm tehlikesine yol açmış olmakla birlikte, ölüm bu tehlikenin olağan sonucu olarak değil de bir başka fiile bağlı olarak ortaya çıkmışsa meydana gelen netice faile objektif olarak isnat edilemeyecektir. Fail: Kasten öldürme suçu, fail bakımından bir özellik göstermeyen, herkes tarafından işlenebilen bir suçtur. Bununla birlikte, fail ile mağdur arasında belli derecede akrabalık ilişkisinin varlığı, suçun nitelikli hâli olarak kabul edilmiştir. Bu suçun oluşabilmesi için fiilin, fail tarafından bir başka kişiye karşı işlenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir kimsenin kendi kendini öldürmesi, yani intihar etmesi, bu suçu oluşturmayacağı gibi bir başka suçu da oluşturmaz. Bir kimsenin intiharına yardım etmek veya intihara teşvik etmek ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna karşılık, mağdurun talebi üzerine öldürülmesi hâlinde de kasten öldürme suçu gerçekleşir. Mağdur: Suçun mağduru öldürülen insandır. Öldürülenin yakınları ise mağdur olmayıp, bu suçtan zarar gören kişilerdir. Suçun mağduru olmak bakımından, öldürme fiiline maruz kalan kişinin yaşının, cinsiyetinin, ırkının, sosyal konumunun, dininin, milliyetinin bir önemi yoktur. Suçun mağdurunun altsoy (çocuk, torun), üstsoy (baba, dede), kardeş veya eş olması hâlinde, fail daha ağır cezalandırılmaktadır. Suçun Konusu: Suçun konusunu belli bir insanın hayatı oluşturur. Bu nedenle öldürmeye yönelik fiilin ilk önce yaşayan bir insanın bedeni üzerinde icra edilmesi gerekir. İnsanın hayatının henüz başlamadığı veya sona erdiği hâllerde bu suç işlenemez. İnsan hayatının insanın anasından sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başladığını kabul etmek gerekir. Dolayısıyla ana rahminde bulunan cenin veya fiilden önce ölmüş bir insan bu suçun konusunu oluşturmaz. Henüz doğmamış cenine yönelik müdahaleler çocuk düşürtme gibi başkaca suçların oluşumuna sebebiyet verir. Öldürme fiili ancak yaşayan insana karşı gerçekleştirilebilir. Biyolojik ölümü veya beyin ölümü gerçekleşmiş olan kişiler bu suçun konusunu oluşturmazlar. Failin fiilinden evvel yaşamını kaybetmiş bulunan kişilere karşı bu suç işlenemez. Örneğin geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetmiş bulunan kişiye karşı öldürmek amacıyla ateş edilmesi hâlinde, kasten öldürme suçu işlenmiş olmaz. Tipikliğin Manevi Unsuru: Bu suçun manevi unsuru kasttır. Önemli olan husus, öngörülen ölüm neticesinin gerçekleşmesine yönelik olarak fiilin icra edilmiş olmasıdır. Olası kast hâlinde failin cezasında indirime gidilir. Doğrudan kast ile olası kast arasındaki fark, ölüm neticesinin gerçekleşmesine yönelik öngörünün mutlak mı, muhtemel mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Örneğin failin kapının arkasında bulunan hasmını öldürmek amacıyla onun yanında başkalarının da bulunduğunu bildiği hâlde hedef gözetmeksizin tarama şeklinde ateş etmesi hâlinde, meydana gelen tüm neticeler bakımından failin kastı doğrudandır. Zira böyle bir durumda öldürülmek istenilen kişinin yanı sıra başkalarının da öleceği muhakkaktır. Örneğin failin öldürmek istediği kişiye ateş etmesine rağmen, onu değil yanında bulunan şahsı öldürmüş olması hâlinde ölen kişi bakımından failin kastının olası kast olduğu söylenebilir. Zira fail, gerçekte öldürmek istediği kişinin yanında bulunan diğer kişiyi de vurabileceğini öngörmüş ve fakat hasmını öldürmek amacından vazgeçmeyerek meydana gelebilecek diğer ölüm neticesini de kabullenmiştir. Failin öldürdüğü canlının insan olduğunu bilmemesi hâlinde, suçun maddi unsurlarında (suçun konusunda) hata söz konusudur. Failin böyle bir hataya düşmekte taksiri varsa, yani gerekli özeni göstermiş olsaydı ateş ettiği canlının bir insan olabileceğini öngörebilirdi denilebiliyorsa, fail taksirle öldürmeden sorumlu tutulur. Failin öldürdüğü kişinin gerçekte öldürmek istediği kişi olmaması hâlinde ise, suçun maddi unsurlarında bir hata söz konusu değildir. Örneğin bir kimseyi öldürmek isteyen kişi, bu amaçla mağdura sert bir cisimle vursa ve onun öldüğünü sanarak yaksa, suya atsa, toprağa gömse veya yüksek bir yerden atsa ve mağdur bu hareketler sonunda ölse, nedensellik bağındaki yanılmanın sorumluluğa etkisi olmadığından, fail kasten öldürmeden dolayı cezalandırılır. Suçun Hukuka Aykırılık Unsuru: Kasten öldürme daha ziyade meşru savunma çerçevesinde hukuka uygun olarak işlenmektedir. Bir kimse gerek kendisinin gerek başkasının hakkına yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile kasten öldürme fiilini işlerse, hukuka uygun hareket ettiği için cezalandırılmayacaktır. Meşru savunmada bulunan kişi savunmanın sınırını aştığı takdirde, fiil aşkın kısım itibariyle hukuka aykırılık vasfını devam ettirir. Bu durumda şayet sınırın aşılması failin taksirinden ileri gelmişse, yani savunmasını saldırıyı defedecek ölçüde yapmada özensiz davranmışsa, bu takdirde fail taksirle öldürme suçundan dolayı cezalandırılır ve fakat cezasında altıda birden üçte bire kadar indirim yapılır. Buna karşılık, failin savunmasını ölçülü yapmakta özensiz davranması onun içinde bulunduğu durum nedeniyle mazur görülebilecekse, hiç ceza verilmez. Zira haksız bir saldırı karşısında kalan kişi bu saldırı nedeniyle korku, heyecan ve telaşa kapılır. Maruz kaldığı saldırı karşısında böyle bir psikolojik durumun içine düşen kişiden savunmasını ölçülü şekilde yönlendirmesi beklenemez ve ölçülü savunma yapmaması nedeniyle kusurlu sayılamaz. Buna karşılık, meşru savunmada sınır kişinin maruz kaldığı saldırı nedeniyle içine düştüğü korku, telaş veya heyecandan dolayı değil de böyle bir saldırıya maruz kalınmasına duyulan öfke nedeniyle aşılmışsa, failler bu mazeret sebebinden yararlanamazlar. Mağdurun talebi üzerine bir başkası tarafından öldürülmesi veya öldürülmesine sözlü veya yazılı rıza göstermesi hâlinde de kasten öldürme suçu gerçekleşir. Suçun Nitelikli Hâlleri: Kasten öldürmenin nitelikli hâlleri: “(1) Kasten öldürme suçunun; a) Tasarlayarak, b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek, c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silâh kullanmak suretiyle, d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı, e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı, g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla, i) Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle, j) Kan gütme saikiyle, k) Töre saikiyle, İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” Örneğin bir kimsenin töre saikiyle, gebe olduğunu bildiği kızını, tasarlayarak öldürmesi hâlinde dört nitelikli hâl birlikte gerçekleşmiş olur. Bu durumda fail hakkında dört defa değil, tek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilecektir. Ancak kararda olayda uygulanan nitelikli hâllerin hepsi de gösterilmelidir. Örneğin öldürdüğü kişinin babası olduğunu bilmeyen faile, üstsoyu öldürme nitelikli hâlinden ceza verilemez. Kusurluluk: Kasten öldürme fiilini işleyen kişinin, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunmaması hâlinde cezalandırılması mümkün değildir. Bu yetenekler kişinin yaşının küçük olması, akıl hastası olması veya geçici bir sebeple ortadan kalkabilir ya da önemli derecede azabilir. Örneğin zorunluluk hâlinin veya cebir ve tehdit altında olmanın şartlarının gerçekleştiği hâllerde meydana gelen öldürme fiilleri bakımından faili mazur görmek gerekir. Bir kimsenin zorunluluk hâli veya cebir nedeniyle öldürülmesinin mazur görülebilmesi, ancak bir başka yaşamın korunması nedeniyle mümkündür. Kusurluluğu etkileyen bir sebep olarak haksız tahrik hâli kasten öldürme suçunun işlenmesi bakımından da söz konusu olabilir. Şayet bir kimse haksız bir fiilin meydana getirdiği öfkenin etkisi altında kalarak bu haksızlığı gerçekleştiren kişiyi öldürürse, haksız tahrikin kusurunu azaltması nedeniyle cezasında indirim yapılır. ***Teşebbüs: Kasten öldürme suçu mağdurun ölümüyle tamamlanır. Şayet fail elverişli hareketlerle kasten öldürme suçunu doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamazsa, bu suça teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur. Örneğin fail, ateş etmek istediği silahın tutukluk yapması veya bir başka şahsın elini tutması nedeniyle suçun icra hareketlerini elinde olmayan sebeplerle tamamlayamamış olabilir. Keza fail silahla ateş etmesine rağmen isabet ettirememesi veya isabet ettirmesine rağmen mağdurun hastanede yapılan müdahaleyle kurtulması nedeniyle icra hareketlerini tamamlamasına rağmen, neticeyi (ölüm neticesi) gerçekleştirememiş olabilir. Her iki hâlde de kasten öldürme suçu teşebbüs aşamasında kalmış olur. Kasten öldürme suçunun doğrudan doğruya icrasına başlanılıp da neticenin gerçekleştirilemediği hâllerde, suç teşebbüs aşamasında kalmış olur. Örneğin başka şehirde yaşayan hasmını öldürmek üzere memleketinden hareket eden kişinin yolda yapılan aramada üzerinde öldüreceği şahsın evinin krokileri ve hatta cinayette kullanacağı silah bulunsa bile, bu kişinin öldürmeye teşebbüsten cezalandırılması mümkün değildir. Hatta bu kişi, hasmının gelip geçtiği yolda pusuda beklerken polis tarafından yakalansa da durum aynıdır. Zira pusuda beklemek henüz suç tipine yakın bir hareket değildir. Kasten öldürmenin temel şeklinin teşebbüs aşamasında kalmış olması hâlinde, failin cezası, oluşturduğu tehlike veya verdiği zarar dikkate alınarak dokuz yıldan 15 yıla kadar hapis cezası olacaktır. Örneğin kasten öldürme suçu tasarlayarak, altsoy veya üstsoya karşı veya kan gütme ya da töre saikiyle işlenmişse, kasten öldürmeye teşebbüsten dolayı faile verilecek ceza 13 yıldan 20 yıla kadar hapistir. Kasten öldürme suçunun icrasına başlayan fail, icra hareketlerinden gönüllü olarak vazgeçer veya icra hareketlerini bitirmesine rağmen mağdurun ölmesini kendi çabalarıyla önlerse, kasten öldürmeye teşebbüsten cezalandırılmaz. Bu durumda failin cezası işlemek istediği suça göre değil, gerçekleşen neticeye göre belirlenir. Örneğin fail, mağdura silahını doğrultmuş ve fakat ateş etmekten gönüllü olarak vazgeçmişse, ruhsatsız silah taşımaktan ve mağdura silahın doğrultulmuş olması onun ruh sağlığını etkilemişse kasten yaralama suçundan cezalandırılır. Fail ateş edip mağduru yaraladıktan sonra vazgeçmiş ve mağduru hastaneye götürerek iyileşmesini sağlamışsa, fail kasten yaralamadan cezalandırılır. ***İştirak: Kasten öldürme fiiline iştirak eden kişiler, suçu birlikte işlemeye karar vermişler ve her birisi de fiil üzerinde fonksiyonel hâkimiyet kurmuş ise müşterek faildirler. Müşterek failliğin bulunduğu hâllerde öldürme neticesini kimin meydana getirdiğinin bir önemi yoktur. Örneğin A ve B, birlikte C’yi öldürmeyi kararlaştırırlar. Her biri eline silah alarak C’nin geçeceği yolda pusu kurar ve birlikte C’ye ateş ederler. Bu olayda yalnızca A’nın silahından çıkan kurşunların C’ye isabet ettiği ve B’nin silahından çıkan kurşunlardan hiçbirisinin C’ye isabet etmediği saptanır. Silahından çıkan kurşunlardan hiçbirisi C’ye isabet etmeyen B de suçun müşterek failidir. Hatta B’nin tabancasının tutukluk yapması nedeniyle silahını hiç ateşleyememesi hâlinde de durum aynıdır. Kasten öldürme suçu bir başkasının iradesi üzerinde hâkimiyet kurulmak suretiyle, yani dolaylı fail olarak da işlenebilir. Örneğin ceza sorumluluğu olmayan bir çocuğa kasten öldürme suçunun işletildiği hâllerde, çocuğu bu suçu işlemeye yönlendiren kişi(ler) dolayı faildir. Kasten öldürme suçuna bir başkasını azmettiren veya bu suçun işlenmesine kanunda belirtilen şekillerde maddi ya da manevi yardımda bulunan kişiler ise bu suça şerik olarak iştirak etmiş olurlar. Kasten öldürme suçunun işlenmesi için silah tedarik eden, suçun işleneceği yere faili aracıyla götüren, suçun işlenmesinden sonra cesedi veya silahı yok edeceği vaadinde bulunan, bir kimseyi bu suça teşvik eden kişiler suça maddi ve manevi yardımda bulunmuş olurlar. ***İçtima: Kasten öldürme suçu zincirleme suç şeklinde işlenebilir. Örneğin failin öldürmek amacıyla ateş edip ağır yaraladığı kişiyi, ertesi gün hastaneye giderek öldürmesi hâlinde, kasten öldürme suçunun zincirleme suç şeklinde işlendiği söylenebilecektir. Kasten öldürme suçu aynı neviden fikri içtima şeklinde de ortaya çıkabilir. Bu içtima şekli bakımından önemli olan husus, kasten öldürme suçunun birden çok kişiye karşı tek bir fiille işlenmesidir. Örneğin atılan bir bomba ile birden çok kişinin öldürülmesi hâlinde durum böyledir. Keza bir kalabalığın üzerine otomatik tüfeklerle ateş açılması hâlinde de fiilin tek olduğunu kabul etmek gerekir. Zincirleme ve aynı neviden fikri içtimaya bağlanan sonuçlar kasten öldürme suçunda geçerli değildir. Mağdur sayısınca suç oluşacak ve her birinden dolayı fail ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Örneğin failin vitrin camının arkasında bulunan kişiyi öldürmek amacıyla ateş etmesi hâlinde, camın kırılması suretiyle mala zarar verme ve camın arkasındaki kişinin öldürülmesi (veya teşebbüs edilmesi) nedeniyle kasten öldürme suçları tek bir fiille işlenmiş olur. Bu gibi hâllerde, failin tek fiille işlediği birden çok farklı suçtan yalnızca en ağır cezayı gerektirenden dolayı cezalandırılacaktır. Yukarıda verilen ve suçlardan birisinin mutlaka kasten öldürme suçu olması gereken örneklerde, fail yalnızca kasten öldürme suçundan cezalandırılacaktır. Diğer hafif suç, ağırın cezası içinde eriyecektir. Yaptırım ve Kovuşturma Usulü: Kasten öldürme suçunun temel şeklinin cezası müebbet hapis, nitelikli hâllerinin cezası ise ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Bu cezaların yanı sıra, fail hakkında belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma ve suçun işlenmesinde kullanılan eşyanın veya bu suçu işlemek için alınan paranın (kiralık katil tutulması hâlinde) müsaderesi gibi güvenlik tedbirleri de uygulanabilecektir. TAKSİRLE ÖLDÜRME: Kasten öldürmede fail, mağdurun yaşamını sona erdirmek amacıyla hareket ettiği hâlde; taksirle öldürmede, failin fiilinin yönelik olduğu netice ölüm değildir. Taksirle öldürme, failin başka amaçlarla gerçekleştirdiği davranıştan ölüm neticesinin doğabileceğini dikkatsiz ve özensiz davranması nedeniyle öngörmemesi suretiyle işlenmektedir. (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Suçun Unsurları: Taksirle öldürme suçunun tipik haksızlık alanında incelenmesi gereken konuların, özen yükümlülüğüne aykırı bir davranışın bulunması, bu davranışın ölüm neticesine sebebiyet vermesi ve neticenin öngörülebilirliğini de içine alan neticenin objektif isnat edilebilirliği olduğu söylenebilir. ***Fail: Taksirle öldürme suçunun faili herkes olabilir. Bu suçun faili olabilmek için bir özellik aranmamaktadır. ***Mağdur: Bu suçun mağduru da herkes olabilir. Suçun mağduru taksirle ölümüne sebebiyet verilen kişilerdir. Taksirle öldürülen kişilerin yakınları ise suçtan zarar gören olabilirler. ***Suçun Konusu: başka bir insanın hayatı oluşturur. Bu nedenle suç işlendiği anda insanın hayatta olması gerekir. ***Dikkat ve Özen Yükümlülüğünün İhlali: Suçun tipikliği, icrai veya ihmali bir davranışın icrası sırasında gerekli dikkat ve özeni göstermemek suretiyle bir kişinin ölümüne sebebiyet verilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla ölümü meydana getiren davranış taksirli olmalıdır.
***Mağdurun Ölmesi: Suçun oluşumu, taksirli davranış sonucunda bir insanın ölmüş olmasına bağlıdır. Bu itibarla, dikkat ve özene aykırı davranışın varlığına rağmen ölüm neticesinin gerçekleşmemesi hâlinde, taksirle öldürmeden söz edilemez. ***Nedensellik Bağı ve Objektif İsnadiyet: Mağdurun ölümü, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmanın sonucu olmalıdır. Şayet olayda, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık teşkil eden bir davranış söz konusu değilse veya netice, dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali sonucu gerçekleşmemişse artık taksir söz konusu değildir. Objektif özen yükümlülüğünün ihlali ister icrai ister ihmali davranışla gerçekleştirilsin, ölüm neticesi failin fiilinin eseri olmalı, yani objektif olarak ona isnat edilebilmelidir. Failin içinde bulunduğu grupta yer alan ortalama bir insan tarafından öngörülebilir olması, neticenin objektif olarak öngörülebilir olduğunu gösterir. Örneğin masanın üzerinde ilaç tabletlerini bırakan bir anne, bu ilaçları sadece kendi çocuğunun değil, eve kabul ettiği komşunun çocuğunun da yiyebileceğini öngörür. Buna karşılık annenin, bu ilaçları eve giren hırsızın şeker zannederek ağzına atabileceğini ve sonrasında öleceğini öngörmesine imkân yoktur. Eğer neticenin meydana gelmesi öngörülebilir değilse, gerçekleşen neticenin özene aykırı bir davranışın sonucu olduğu kabul edilemez. Suçun Hukuka Aykırılık Unsuru: Hukuka aykırılık unsuru bakımından taksirle öldürme suçu ile kasten öldürme suçu arasında esaslı bir farklılık yoktur. Taksirle bir insanın ölümüne neden olunduğunda, bu fiil karine olarak hukuka da aykırıdır. Kusurluluk: Kınama yargısında bulunabilmek için öncelikle kişinin kusur yeteneğinin bulunması gerekir. Öngörme, yapılan hareketin sonucu olarak bir olayın gerçekleşebileceğini tahmin etmek, akla getirmek, dikkate almak, göz önünde tutmak demektir. Eğer fail neticeyi öngörme imkânına sahip olduğu hâlde, öngörmemişse taksirli sorumluluğu kabul edilecektir. Örneğin araç sürücüsü kendisine uygulanan cebir veya tehdit nedeniyle aracını hızlı sürmek zorunda kalmış ve kazaya neden olmuşsa, kusurunun ortadan kalkması nedeniyle cezalandırılamaz. Keza zorunluluk hâlinde kalan bir kimse de taksirle birsinin ölümüne neden olabilir. Bu durumda da failin kusurunun yokluğu nedeniyle cezalandırılması söz konusu olmaz. Taksirli öldürme suçunda failin kusurlu kabul edilebilmesi için öngörebileceği bir neticeyi öngörmemiş olması ve özen yükümlülüğünü yerine getirme imkânının bulunması gerekir. Taksirle Öldürme Suçunda Cezayı Ağırlaştıran Hâller: Bütün taksirli suçlarda olduğu gibi, taksirle öldürme suçunun da bilinçli taksirle işlenmesi hâlinde, failin cezasında üçte birden yarısına kadar artırılacaktır. Fiil, birden fazla kişinin ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Şahsi Cezasızlık Sebebi veya Cezada İndirimi Gerektiren Şahsi Sebep: “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.” Failin ölümüne neden olduğu kişi nedeniyle duyduğu acı ve üzüntü, ona artık bir cezanın verilmesin gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına neden olmalıdır. Örneğin, trafik kazasında kaybettiği eşi nedeniyle üzüntü değil, büyük bir mutluluk duyan failin bu cezasızlık sebebinden yararlanması kabul edilmeyecektir. Yaptırım ve Kovuşturma Usulü: Taksirle bir insanın ölümüne neden olmanın cezası iki yıldan altı yıla kadar hapistir. Şayet taksirli davranış sonucunda birden çok kişi ölmüş veya bir veya birden çok kişi ile birlikte bir veya birden çok kişi yaralanmışsa failin cezası iki yıldan 15 yıla kadar hapistir. Taksirle öldürme suçu, bilinçli taksirle işlenmediği takdirde, hükmedilen hapis cezasının miktarı ne olursa olsun, diğer koşulların bulunması hâlinde, seçenek yaptırım olarak adli para cezasına çevrilebilecektir. Ancak hapis cezasından çevrilen adli para cezası hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmeyecektir. Taksirle öldürme suçu takibi şikâyete bağlı olmayan re’sen kovuşturulan suçlardandır.
KASTEN YARALAMA: “kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, cezalandırılır.” Tipikliğin Maddi Unsurları: Fail: suçun belli kişiler tarafından işlenmesi, cezada artırım yapılmasını gerektiren nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Örneğin kamu görevlisi tarafından görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi. Mağdur: Mağdur, ancak hayatta olan kişiler olabilir. Bu nedenle, henüz doğmamış olan ceninler, bu suçun mağduru olamazlar. Suçun Konusu: Suçun konusunu, fail dışında, yaşayan başka bir insanın vücudu oluşturur. Dolayısıyla kişinin kendisini yaralaması, kasten yaralama suçunu oluşturmaz.Fiil: Kasten yaralama suçu serbest hareketli bir suçtur. Örneğin, kişinin saçından sürüklenmesi, yumruklanması, taşla vücuduna vurulması, çimdiklenmesi, tekmelenmesi, yakıcı bir aletle dağlanması gibi hareketler vücuda acı vermek suretiyle işlenen kasten yaralamayı oluşturmaktadır. Örneğin tehdit yoluyla bir kişinin korkuya sevk edilmesi, sürekli ve ağır gürültüyle bir kişinin uykusuz bırakılması, kişinin korkutulması nedeniyle uyuyamaması örneklerinde olduğu gibi, kişinin vücut dokunulmazlığının manen etkilendiği hâllerde de kasten yaralamanın oluştuğunu kabul etmek gerekir. Kasten yaralama, sağlığın bozulmasına neden olarak da işlenebilir. Bir mikrobun bulaştırılması, bir ağrıya sebebiyet verilmesi veya var olan ağrının devam ettirilmesi sağlığın bozulmasıdır. Kişinin psikolojisinin bozulması kasten yaralama kapsamında değerlendirilmelidir. Örneğin korkutmak suretiyle kişinin psikolojisinin bozulması hâlinde de kasten yaralama suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Kişinin, sürekli ve rahatsız edici bir şekilde takip edilerek depresyona sokulması kasten yaralama kapsamında değerlendirilmelidir. Suç, algılama yeteneğinin bozulmasına neden olmak suretiyle de işlenebilir. Algılama yeteneği, insanın çevresindeki olguları gözlemleyebilme yeteneği, kısacası idrak kabiliyetidir. Bir kimsenin yiyecek veya içeceğine sarhoş edici veya uyuşturucu madde karıştırılarak, onu ne yaptığını bilmez hâle getirilmesini bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Nedensellik Bağı ve Objektif İsnadiyet: Kasten yaralama suçunda netice, yaralamaya yönelik fiilin sonucu olarak kişinin acı çekmesi, sağlığının veya algılama yeteneğinin bozulmasından ibarettir. Örneğin, fail mağduru silahla ayağından yaralar. Yaralı hâlde hastaneye kaldırılan mağdur, hastanedeki yanlış tedavi sonucu gelişen kangrenden ayağını kaybeder. Bu gibi hâllerde, organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olma şeklinde ortaya çıkan ağır netice ile failin fiili arasında nedensellik bağının varlığına rağmen, doğrudan failin fiilinin ihtiva ettiği rizikonun veya tehlikenin gerçekleşmesini oluşturmayan bu netice faile isnat edilemez. Bu gibi hâllerde, bu ağır netice ile bağlantılı olarak mağdura hastanede müdahale eden sağlık görevlilerinin sorumluluğu gündeme gelecektir. Tipikliğin Manevi Unsurları: Kasten yaralama suçu, doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla da işlenebilir. Failin, fiilinin yönelik olduğu kişiye acı vereceğini, sağlığını bozacağını veya algılama yeteneğini etkileyeceğini bilerek hareket ettiği hâllerde doğrudan kastından söz edilir. Somut olayda, failin, kasten yaralama maksadıyla mı, yoksa öldürme maksadıyla mı hareket ettiği hususu, mağdurdaki yaraların sayısı, yeri ve her birinin yaşamsal tehlike oluşturup oluşturmadığına bakılarak belirlenir. Hukuka Aykırılık Unsuru: Kasten yaralamayı oluşturan fiillerin bir hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde gerçekleştirildiği hâllerde suç oluşmaz. Suçun Nitelikli Hâlleri: ilki daha az cezayı gerektiren nitelikteki hâldir. İkincisi ise cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli hâllerdir. ***Daha Az Cezayı Gerektiren Nitelikli Hâl: “Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur”. ***Cezada Artırım Yapılmasını Gerektiren Nitelikli Hâller: Kasten yaralamanın üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı işlenmesi… Belli yakınlara karşı işlenen yaralama, fiilin haksızlık içeriğini artırmaktadır. Kanun koyucunun üstsoy, altsoy, eş veya kardeş grubunda yer alan kişileri daha etkin bir şekilde koruyabilmek bakımından, bu kişilere karşı işlenen fiili nitelikli hâl olarak kabul ettiği de düşünülmeye değerdir. Kasten yaralamanın, kamu görevlisine karşı yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi diğer bir nitelikli hâli oluşturmaktadır. Fiilin görev sırasında işlenmiş olması şart değildir. Örneğin emekli bir hâkimin, daha önce hakkında mahkûmiyet kararı verdiği bir kişi tarafından bu sebebe bağlı olarak dövülmesi hâlinde, bu nitelikli unsur gerçekleşir. Kasten yaralamanın kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi diğer nitelikli hâli oluşturmaktadır. Örneğin bir kolluk görevlisinin zor kullanmak için şartların bulunmadığı bir ortamda görevinin ifası sırasında muhatabına karşı üniformasının kendisine sağladığı güçten yararlanarak kasten yaralama niteliğindeki fiilleri gerçekleştirmesi hâlinde bu nitelikli hâl uygulanacaktır. Kasten yaralamanın silahla işlenmesi suçu nitelikli hâle getiren diğer durumdur. Silah deyiminden; ateşli silahlar, patlayıcı maddeler, saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet, saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler, yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler anlaşılır. Örneğin tabanca, sopa, bıçak gibi bilinen aletlerin yanı sıra, somut olayda fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli taş, tahta gibi vasıtaları da silah olarak kabul etmek gerekir. Suçun Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Hâlleri: Kasten yaralama suçunun oluşumu için, bir kişinin vücuduna acı veren, sağlığını veya algılama yeteneğini bozan bir fiilin kasten ve hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştirilmesi yeterlidir. Buna göre, bir kimsenin yüzüne bir tokat atıldığında, bu tokadın kişinin kulağını sağır edip etmemesinden bağımsız olarak, kasten yaralama suçunun oluştuğunda şüphe yoktur. Bu tokat, mağdurun kulağını sağır ettiğinde de kasten yaralama suçu gerçekleşmiş olacaktır. Ancak, bu örnekte kasten yaralamayı oluşturan fiil, kasten yaralama suçunun oluşumu için varlığı gerekli ve yeterli olan neticeden daha ağır bir neticeye daha sebebiyet vermektedir. “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlığını taşıyan bu maddeye göre; “(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun; a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, b) Konuşmasında sürekli zorluğa, c) Yüzünde sabit ize, d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz. (2) Kasten yaralama fiili, mağdurun; a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına, d) Yüzünün sürekli değişikliğine, e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine, Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az olamaz. (3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması hâlinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır. (4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hâllerde sekiz yıldan 12 yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise 12 yıldan 16 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Netice sebebiyle ağırlaşan suçlar, yapısı itibariyle, kast-taksir kombinasyonunun söz konusu olduğu suçlardır. Kusurluluğu Etkileyen Hâller: Kasten yaralama suçu kusurluluğu etkileyen hâller bakımından bir özellik göstermez. Bu kapsamda, zorunluluk hâli, cebir ve tehdidin etkisi altında olma, haksız tahrik, kusurluluğu etkileyen nedenlerin maddi şartlarında hata, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma gibi durumların somut olayda şartlarının oluşması hâlinde bu suç bakımından uygulanmaları mümkündür. Örneğin, maruz kaldığı silahlı saldıran kurtulabilmek için aracıyla geri manevra yapan kişinin acele ile aracın arkasındaki kişiyi görmeyerek yaralanmasına sebebiyet verdiği hâllerde, zorunluluk hâlinin tartışılması gerekir.
Teşebbüs: Kasten yaralama, vücuda acı verilmesi, sağlığın veya algılama yeteneğinin bozulması neticelerinden birinin gerçekleşmesiyle tamamlanır. Örneğin, failin hasmına vurmak için elindeki sopayı sallamasına rağmen mağdurun aniden kenara çekilmesi nedeniyle isabet kaydedememesi hâlinde yaralamanın teşebbüs aşamasında kaldığını kabul etmek gerekir. İştirak: İştirak hâlinde yaralamada faillerden birinin birlikte suç işleme kararının kapsamı dışına çıkarak kasten yaralamanın nitelikli hâlini veya kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlini gerçekleştirdiği hâllerde suç ortaklarının bu neticeler bakımından en azından olası kastla hareket ettikleri tespit edildiği durumlarda bu neticelerden sorumlu tutulabilirler. Kasten yaralama azmettirme ve yardım etme bakımından özellik arz etmez. İçtima: Bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda aynı kişiye karşı gerçekleştirilen yaralamayı sonuçlayan fiiller zincirleme kasten yaralamayı oluşturur. Kasten yaralama sonucu ölüme neden olma ile kasten yaralamanın diğer şekilleri fiil tekliği hâlinde birleşebilirler. Örneğin önce kasten yaralamanın temel şeklini işlemek için mağdura saldıran, daha sonra saldırısını bıçakla sürdüren, bacağına saplanan bıçağın ana damarı kesmesi nedeniyle mağdurun bitkisel hayata girmesine ve daha sonra da ölmesine neden olan kişi, hukuki anlamda yalnızca 87. maddenin 4. fıkrasının tipikliğini gerçekleştirmiş olur. Yaptırım ve Kovuşturma Usulü: Kanunda, kasten yaralamanın temel şekli için bir yıldan üç yıla kadar hapis öngörülmüştür. Kasten yaralamanın basit tıbbi müdahale ile gidebilecek şekilde tezahür ettiği hâllerde, dört aydan bir yıla kadar hapse veya adli para cezasına hükmedilebilecektir. CİNSEL SALDIRI SUÇU: “(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır. (3) Suçun; a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, c) Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından, d) Silâhla veya birden fazla kişi tarafından birlikte, e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır (4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. Korunan Hukuki Değer: Cinsel saldırı suçuyla korunan hukuki değer, bireyin cinsel özgürlüğüdür. Cinsel özgürlük ise, genel olarak kişilerin cinselliğini yaşama konusunda özgür iradesiyle tercihte bulunabilme hakkını ifade etmektedir. Hukukun, ahlak kurallarının, örf ve âdetin belirlediği sınırlar içerisinde kişilerin cinsellik bakımından kendi vücutları üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilme hakkı, suçla korunan hukuki değeri oluşturmaktadır. Tipikliğin Maddi Unsurları: Fail: Cinsel saldırı suçu, faili bakımından bir özellik arz etmez ve herkes tarafından işlenebilir. Suçun faili erkek olabileceği gibi kadın da olabilir. Buna göre, cinsel davranışlarla kadın veya erkek diğer bir kişinin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi bu suçun failidir. Mağdur: Suçun mağduru yaşayan ve yetişkin herkes olabilir. Bu husus 102. maddenin 1. fıkrasında “bir kimsenin cinsel dokunulmazlığının” ihlâlinden bahsedilmek suretiyle vurgulanmıştır. Suçun mağduru kadın veya erkek herkes olabilir. Mağdurun, evli ya da bekâr olması suçun oluşumu açısından önemsizdir. 18 yaşından küçüklere yönelik cinsel davranışlar cinsel istismar olarak 103. madde kapsamında ayrıca cezalandırılmaktadır. Küçüğün ergin kılınması, 18 yaşından küçüklere yönelik cinsel davranışın niteliğini değiştirmez. Suçun Konusu: Maddede cinsel davranışlarla vücut dokunulmazlığının ihlâl edilmesinden bahsedilmektedir. Bu durumda suçun konusu, cinsel davranışlardan etkilenen kişinin vücududur. Fiil: Cinsel saldırının temel şekli, vücut dokunulmazlığını ihlal eden cinsel davranışlarla işlenebilir. Buna göre, tipik bir fiilin varlığından bahsedilebilmesi, vücut dokunulmazlığını ihlal eden cinsel bir davranışın gerçekleştirilmesine bağlıdır. Ancak vücut dokunulmazlığını ihlal eden cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması daha az cezayı gerektiren nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir. Kişinin vücudu üzerinde iradesi hilafına cinsel arzuları tatmin amacıyla temas hâlinde gerçekleştirilen ve sarkıntılık boyutunu aşıp süreklilik arz eden okşama, vücudunun çeşitli yerlerini elleme, sarılıp öpme, mahrem yerlerini sıkma şeklindeki hareketler cinsel saldırının temel şeklini oluşturur. Fiilin icrası sırasında cebir kullanılmış ise, bunun kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerine yol açtığı durumlarda, fail ayrıca neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralamadan sorumlu tutulacaktır. Fail, mağduru bilincinden yoksun hâle getirip o bu hâldeyken cinsel saldırı teşkil eden hareketleri gerçekleştirebilir. Örneğin, failin mağdurun içkisine ilaç katıp veya uyuşturucu madde ile bayıltıp cinsel saldırı fiillerini gerçekleştirmesi gibi. Bunun dışında, çaresizlik, uyku veya hastalık hâli gibi nedenlerle mağdurun cinsel saldırıya karşı koyamayacak bir durumda bulunduğu sırada gerçekleştirilen cinsel saldırılarla da suç işlenebilir. Cinsel saldırının mağdurun kendini savunamayacak durumda olmasından yararlanılarak işlenmesi, cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir. Cinsel saldırının temel şekli, vücut dokunulmazlığını ihlâl eden cinsel davranışlarla tamamlanan sırf hareket suçudur. Dolayısıyla suçun tamamlanması için herhangi bir neticenin gerçekleşmesi aranmamıştır. Tipikliğin Manevi Unsurları: Tipikliğin manevi unsuru kasttır. Failin kastı, mağduru, cinsel davranışı, vücut dokunulmazlığının ihlâlini kapsamalıdır. Failin tipikliğin maddi unsurlarına ilişkin yanılgısı, yanılmasaydı gerçekleştirdiği davranış suç teşkil etmeyecekti diyebildiğimiz hâllerde, kastını kaldıracak, dolayısıyla suç oluşmayacaktır. Örneğin, eşi yerine, o zannederek başka bir kişi üzerinde cinsel davranış teşkil eden hareketleri gerçekleştiren kişinin bu yanılgısı kastını ortadan kaldıracağından cinsel saldırı suçu oluşmayacaktır. Suçun Hukuka Aykırılık Unsuru: Cinsel dokunulmazlık kişinin üzerinde tasarrufta bulunabileceği hukuki değerler kategorisinde yer aldığından, ilginin rızası, hukuki sınırlar içinde kalmak kaydıyla cinsel davranışları hukuka uygun hâle getirecektir. İlgilinin rızasının fiili hukuka uygun hâle getirebilmesi, ilgilinin rıza göstermeye ehil olması, fiilin icrasından önce vücudu üzerinde gerçekleştirilecek davranışlara onay vermiş olması ve nihayet gerçekleştirilen davranışın rızanın sınırları içinde kalmış olmasına bağlıdır. Buna göre, ilgilinin rızaya ehil olmadığı veya rızası bulunmakla birlikte rızanın sınırının kasten aşıldığı hâllerde cinsel saldırı suçu oluşacaktır. Suçun Nitelikli Hâlleri: Cezanın artırılmasını gerektiren ilk nitelikli hâl, suçun vücuda organ veya sair cisim sokularak işlenmiş olmasıdır. Nitelikli cinsel saldırıyı oluşturan vücuda organ veya sair cisim sokma, bizzat fail tarafından gerçekleştirilebileceği gibi, fail tarafından üçüncü bir şahsa işlettirilebilir veya zor kullanarak bizzat mağdurun kendisine icra ettirilebilir. Fail fiili bizzat gerçekleştirmemişse dolaylı faillik söz konusu olacaktır. Cezanın artırılmasını gerektiren diğer nitelikli hâl, suçun beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumdaki kişiye karşı işlenmesidir. Cezanın artırılmasını gerektiren diğer bir nitelikli hâl, suçun kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesidir. Cezanın artırılmasını gerektiren başka bir neden, suçun üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı işlenmesi ya da fiilin üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından işlenmesidir. Cinsel saldırının gerçekleştirilmesinde mağdurun direncini kırmada sağlayacağı kolaylık dikkate alınarak, fail ile mağdur arasındaki belli derecedeki akrabalık ilişkisi cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Cezanın artırılmasını gerektiren diğer bir nitelikli hâl, suçun silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesidir. Cezada artırım yapılmasını gerektiren son hâl, suçun insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmesidir.
Suçun Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Hâlleri: Cinsel saldırı sonucunda mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölmesi, suçun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlini oluşturmaktadır. Örneğin failin mağduru cinsel davranışa karşı koymasını engellemek, onu bayıltıp etkisiz hâle getirebilmek için kafasına sert bir cisimle vurmuş, cinsel saldırıyı gerçekleştirmiş ve fakat darbenin sonucunda mağdur beyin kanaması geçirerek bitkisel hayata girmiş veya ölmüş ise, cinsel saldırının neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâli gerçekleşmiş olacaktır. Teşebbüs: Cinsel saldırı, sırf hareket suçudur. Dolayısıyla cinsel saldırının temel şekli cinsel arzuları tatmin amacıyla vücut dokunulmazlığını ihlâl eden davranışların gerçekleştirilmesiyle tamamlanır. Suçun oluşumu failin cinsel arzularını tatmin etmesine bağlı değildir. Cinsel saldırının icrasına başladıktan sonra gönüllü olarak icra hareketlerinden vazgeçen fail bu suça teşebbüsten dolayı cezalandırılmayacaktır. Gönüllü vazgeçme anına kadar gerçekleştirilen hareketler başka bir suçu oluşturuyorsa, fail sadece bu suçtan dolayı cezalandırılacaktır. İştirak: Cinsel saldırının temel şekli bakımından cinsel arzuları tatmin amacıyla vücut dokunulmazlığını ihlâl eden davranışları gerçekleştiren kişi faildir. Bu davranışları birlikte suç işleme kararının icrası kapsamında gerçekleştirenler müşterek fail olarak sorumlu tutulacaklardır. Örneğin, mağdureyi kandırarak onu cinsel saldırıyı gerçekleştirecek diğer faillerin yanına götüren, cinsel saldırı gerçekleştirilirken varlığı ile mağdurenin mukavemetinin kırılmasına neden olan veya diğer failin saldırısını kolaylıkla gerçekleştirmesi için mağdureyi tutan kişi de müşterek faildir. Zira bütün bu hâllerde, kişinin suçun işlenmesine yönelik katkısı cinsel saldırının kolaylıkla gerçekleştirilmesini mümkün kılmıştır (fonksiyonel hâkimiyet). İçtima: Cinsel saldırıda bulunmak için kullanılan cebrin kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerine yol açması hâlinde, fail ayrıca kasten yaralamadan dolayı cezalandırılacaktır. Örneğin mağdurun önce kaçırılarak bir yere kapatıldıktan sonra cinsel saldırıya maruz kalması hâlinde bu durum gerçekleşir. Fail cinsel saldırı suçunu işlemek için mağdurun konutuna girmişse, ayrıca konut dokunulmazlığını ihlâlden de sorumlu tutulur. Örneğin failin cinsel arzularını tatmin amacına yönelik olarak mağdurun vücudu üzerinde elini tutması, yanağından öpmesi, saçını okşaması, bacağını sıkması gibi birden çok davranışta bulunması hâlinde, tüm bu davranışlar tipik olarak tek fiil kabul edilecektir. Yaptırım ve Kovuşturma Usulü: Cinsel saldırı suçunun temel şeklinin soruşturulması ve kovuşturulması mağdurun şikâyetine bağlıdır. Cinsel saldırının cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli şekli, eşler arasında işlenen dışında, re’sen soruşturma ve kovuşturmaya tabidir. Cinsel saldırının temel şekli 5 yıldan 10 yıla kadar; daha az cezayı gerektire nitelikli şekli için 2 yıldan 5 yıla kadar; daha fazla cezayı gerektiren nitelikli hâli için 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası öngörülmüştür. HIRSIZLIK SUÇU: Mal varlığına Karşı Suçlar bölümünde düzenlenen ilk suç hırsızlıktır. “zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almaktır”. Bu fiili işleyen kişiye, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilecektir. Korunan Hukuki Değer: hırsızlık suçunun hem zilyetliği, hem de mülkiyeti koruduğunu kabul etmek daha doğru gözükmektedir. Tipikliğin Maddi Unsurları: Fail: Kanuni tanımına göre, hırsızlık suçunun faili suça konu malın maliki dışında herkes olabilir. Malın maliki ile zilyedi bulunan kişinin farklı olması hâlinde, malın maliki tarafından zilyedi bulunan kişiye karşı bu suç işlenemez. Zira hırsızlık suçunun konusunu oluşturan eşyanın “başkasına ait olması” gerekir. Mağdur: Bu anlamda hırsızlık suçunun mağduru da malı çalınan kişidir. Malı çalınan kişinin mutlaka malın maliki olması gerekmez. Bir malın zilyedinden malın alınması da bu suçu oluşturur. Ancak çalınan mal üzerindeki zilyetliğin hukuka uygun şekilde tesis edilmiş olması gerekir. Bu itibarla, hırsıza karşı da hırsızlık suçunun işlenemez. Hırsıza karşı işlenen hırsızlık suçunun mağduru, malın gerçek zilyedi veya maliki olan kişidir. Malın zilyedi şayet malın maliki değilse, suçun mağduru malın zilyedi olur. Bu durumda malın sahibi suçtan zarar gören kişidir. Örneğin fotoğraf makinesini arkadaşının yapacağı seyahatte kullanması için ona ödünç veren kişi, fotoğraf makinesinin çalınması hâlinde bu suçun mağduru değil, zarar görenidir. Fotoğraf makinesinin zilyedi bulunan kişi, bu makineyi bir başkasına rızasıyla verecek olursa, makineyi alan kişinin hırsızlık suçunu işlediği söylenemez. Ancak burada makineyi üçüncü bir kişiye aradaki hukuki ilişkiye aykırı bir şekilde devreden kişi bakımından güveni kötüye kullanma suçu gündeme gelir. Ancak zilyedinin rızası üzerine makineyi alan kişi bakımından herhangi bir suç oluşmamıştır. Örneğin suçun, kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak işlenmesi hâlinde ceza ağırlaşmaktadır. Ancak yaşayan bir insan bu suçun mağduru olabileceğinden, ölmüş kişiye karşı bu suç işlenemez. Zira ölümle eşya üzerindeki zilyetlik de sona erer. Örneğin trafik kazasında hayatını kaybetmiş kişinin üzerindeki veya otomobilindeki eşya veya paraların alınması hâlinde, suçun mağduru ölen kişi değil, onun mirasçıları olan gerçek kişilerdir. Suçun Konusu: Hırsızlık suçunun konusunu “başkasına ait taşınır bir mal” oluşturmaktadır. Zira suçun fiil unsurunu oluşturan “alma”, başkasına ait taşınabilir bir mal üzerinde icra edilmelidir. Taşınır olma ve başkasına ait olma, suçun konusunu oluşturan malın vasıflarını oluşturmaktadır. Bu niteliklere sahip olmayan bir eşyaya karşı hırsızlık suçu işlenemez. Hırsızlık suçunda alınan malın başkasına ait olması gerektiğine göre, herhangi bir kimseye ait olmayan, sahipsiz mallar hırsızlık suçunun konusunu oluşturmazlar. Bunlar niteliği gereği mülkiyete konu oluşturamayan (örneğin vahşi hayvanlar, denizdeki balıklar) mallar olabileceği gibi, sahibi tarafından kesin ve mülkiyetten feragat anlamına gelebilecek şekilde terkedilmiş mallar da olabilir. Bu mallar “başkasına ait” olmadığı için hırsızlık suçunun konusunu oluşturmazlar. Ancak “arı oğulu başkasının taşınmazına uçmuş olmakla sahipsiz duruma gelmez”. Yine yakalanan ve üzerinde mülkiyet tesis edilmiş olan balıklar ve vahşi hayvanlar ile unutulmuş mallara karşı da hırsızlık suçu işlenebilir. Çünkü bu hâllerde malın sahipsiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Malın sahibinin nerede olduğunu bilmediği ve egemenlik alanı dışına çıkması nedeniyle ona sahip olma imkânı da kalmamış bulunan eşya kaybedilmiş sayılmak gerekir. Eğer malın nerede olduğu sahibi tarafından biliniyor veya az çok tahmin edilebiliyorsa bu eşya kaybedilmiş değil, unutulmuş bir eşyadır ve bu eşyanın alınması hâlinde hırsızlık suçu oluşur. Çünkü unutulmuş eşya sahibinin egemenlik alanındadır ve hâla bu eşya üzerinde tasarruf etme imkânı bulunmaktadır. Haberdar etmeksizin, malik gibi tasarrufta bulunursa, kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf suçunu işlemiş olur. Bu fiili işleyen kişi hakkında, şikâyet üzerine, bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmedilecektir. Örneğin bir taksi şoförünün araçtan biraz önce inen müşterisinin koltuğunda düşürdüğü cüzdandaki paraları alması hâlinde hırsızlık suçu oluşur. Zira burada unutulmuş bir eşya vardır. Buna karşılık yolda yürürken başkasına ait cüzdanı bulan kişinin, cüzdanda sahibinin kimliği olsa bile, bu cüzdanı sahibine veya yetkili mercilere vermeksizin içindeki paraları harcaması hâlinde 160. maddedeki suç oluşacaktır. Zira burada kaybedilmiş bir eşya söz konusudur. Fiil: Hırsızlık suçunun fiil unsurunu, başkasına ait taşınabilir bir malı bulunduğu yerden “almak” oluşturmaktadır. Malın alınmasıyla birlikte suç da tamamlanır. Bu nedenle hırsızlık, sırf hareket suçudur. Örneğin, lokantada müşteriye yemek yediği tabaklar, kitap dükkânına giren kişiye raflardaki kitaplar, giysi almak için mağazaya giren müşteriye kabinde denemesi için verilen elbiseler veya ayakkabılar, kuyumcuya giden kişiye bakması, incelemesi veya parmağına, koluna veya boynuna olup olmadığını denemesi için tezgâhın üzerinde teşhir edilen ziynet eşyaları, yine telefoncu veya herhangi bir eşya satıcısı tarafından tezgâh üzerinde müşterilerin beğenisine, incelemesine sunulan eşyalar, sözü geçen müşterilere emanet edilmiş, onların zilyetliğine bırakılmış değildir. Bu itibarla, bu tür eşyaların bulundukları yerden alınması hâlinde fiil hırsızlık suçunu oluşturacaktır. Aynı şekilde fail, mağdurun cebine koyduğunu gördüğü telefonu, onun cebinden el çabukluğu ile alacak olursa hırsızlık suçunu işlemiş olur. Buna karşılık, failin, gerçekte niyeti telefonu alıp gitmek olmasına rağmen, mağdura kısa bir görüşme yapıp vereceğini veya baktıktan sonra iade edeceğini söyleyerek telefonu alıp olay yerinden uzaklaştığı hâllerde, fiilin hırsızlık değil, dolandırıcılık olduğunu kabul etmek gerekir. Buna karşılık, mağdurdan cep telefonunu ertesi gün iade etmek üzere isteyen ve fakat geri getirmeyen kişinin fiili, güveni kötüye kullanma teşkil eder. Örneğin küçük ve kolayca gizlenebilen eşyalarda, fail, eski zilyedin egemenlik alanında bulunsa bile, eğer o eşyaları elbisesine ya da çanta, küçük valiz gibi kolayca taşınabilen bir mahfaza içine saklamışsa, kural olarak bu eşyalar üzerinde fiili hâkimiyeti elde etmiş olur. Çünkü bu durumda, eski zilyedin eşya üzerindeki egemenlik yetkisi ortadan kaldırılmıştır. Eski zilyet, eşya üzerindeki hâkimiyetini engelsiz bir şekilde yeniden ele geçirebilmek için, hırsızın kişisel alanına müdahale etmek zorundadır. Örneğin evdeki bir televizyonun alınması hâlinde, bu televizyon üzerinde fiili hâkimiyeti fail, evi terk eder etmez tesis etmiş olur. Kısa bir süre de olsa, bir mal failin egemenlik alanına geçtikten sonra, onun eşyalarla birlikte yakalanması veya aldığı eşyadan yararlanmaya zaman bulup bulamaması suçun tamamlanması bakımından önemsizdir. Bununla birlikte failin aldığı eşyayı götürmesi sırasında sürekli takip edilmesi nedeniyle eşya üzerinde zilyetliğini tesis edemediği hâllerde, suçun tamamlandığını söylemek mümkün değildir. Çalmak istediği taşınır malı bulunduğu yerden aldığı ve fakat kesintisiz takip gibi herhangi bir nedenle üzerinde hakimiyet kuramadığı hâllerde, hırsızlık teşebbüs aşamasında kalmıştır. Tipikliğin Manevi Unsurları: Hırsızlık suçu, ancak kasten işlenebilir, taksirle işlenemez. Fail, öncelikle, suçun konusunu oluşturan malın bir başkasına ait olduğunu bilmelidir. Failin kastı bakımından malın başkasına ait olduğunun bilinmesi yeterli olup, bu malın şahıs olarak kime ait olduğunun bilinmesi önemli değildir. Fail A’ya ait olduğunu zannederek B’ye ait bir malı çalsa da hırsızlık suçu oluşur. Kişinin başkasının sanarak kendi malını alması hâlinde de suç meydana gelmeyecektir (işlenemez suç). Failin kastı fiili de kapsamalıdır. Fail başkasına ait olan taşınır malı bulunduğu yerden aldığını, yani başkasının mal üzerindeki zilyetliğini kaldırarak kendi zilyetliğini tesis ettiğinin de bilincinde olmalıdır. Failin, başkasına ait taşınır malı bulunduğu yerden almasına zilyedinin rızasının bulunmadığını da bilmesi gerekir. Rızanın yokluğu, hırsızlık suçunda tipikliğin olumsuz unsurunu oluşturmaktadır. Örneğin failin arkadaşının bir ihtiyacını karşılamak amacıyla fiili işlemesi hâlinde de hırsızlık suçu gerçekleşmiş olur. Buna karşılık, failin başkasına ait malı yararlanmak maksadıyla değil de tahrip etmek maksadıyla alması hâlinde, bu suç değil, mala zarar verme suçu düşünülmelidir. Yarar sağlamak maksadına malın geçici veya sürekli olarak kullanılması da girer. Ancak malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi hâlinde “kullanma hırsızlığı” gerçekleşir. Bu durumu Kanun özel olarak düzenlemiş, bu maksatla işlenen hırsızlık suçunun takibini şikâyete bağlı tutmuş ve verilecek cezanın yarı oranında indirileceğini öngörmüştür. Hukuka Aykırılık Unsuru: Tipik olarak hırsızlığı oluşturan fiil, görevin ifası çerçevesinde gerçekleştirilmişse hukuka uygundur. Örneğin kolluğun üst veya ev araması neticesinde suç deliline el koyarak sahibinin karşı çıkmasına rağmen bu eşyayı alması veya haciz memurunun borçlunun karşı çıkmasına rağmen haczedilen malları alarak götürmesi görevin ifası hukuka uygunluk sebebini oluşturacağından, hırsızlık suçu oluşmayacaktır. Bir hukuka uygunluk sebebi olan rıza, hukuka aykırılığı değil, ondan daha önceki bir safha olan fiilin tipikliğini ortadan kaldırmaktadır. Suçun Nitelikli Hâlleri: “(1) Hırsızlık suçunun; a) Kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında, b) …, c) Halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında, d) Bir afet veya genel bir felâketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında, e) Adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında, f) ..., İşlenmesi hâlinde, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) Suçun; a) Kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak, b) Elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle, c) Doğal bir afetin veya sosyal olayların meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanarak, d) Haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle, e) Bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle, f) Tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı hâlde resmî sıfat takınarak, g) Büyük veya küçük baş hayvan hakkında, h) Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Suçun, bu fıkranın (b) bendinde belirtilen surette, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimseye karşı işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranına kadar artırılır. (3) Suçun, sıvı veya gaz hâlindeki enerji hakkında ve bunların nakline, işlenmesine veya depolanmasına ait tesislerde işlenmesi hâlinde, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, ceza yarı oranında artırılır ve onbin güne kadar adli para cezasına hükmolunur.” TCK’nın “suçun gece vakti işlenmesi” başlığını taşıyan 143. maddesine göre; “Hırsızlık suçunun gece vakti işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” TCK’nın “daha az cezayı gerektiren hâller”; “(1) Hırsızlık suçunun; a) Paydaş veya elbirliği ile malik olunan mal üzerinde, b) Bir hukukî ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla, İşlenmesi hâlinde, şikâyet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.” TCK’nın “malın değerinin az olması” başlıklı 145. maddesine göre; “Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” TCK’nın “kullanma hırsızlığı” başlıklı 146. maddesine göre, “Hırsızlık suçunun, malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi hâlinde, şikâyet üzerine, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir. Ancak malın suç işlemek için kullanılmış olması hâlinde bu hüküm uygulanmaz.” Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Hırsızlık: “Hırsızlık suçunun işlenmesi sonucunda haberleşme, enerji ya da demiryolu veya havayolu ulaşımı alanında kamu hizmetinin geçici de olsa aksaması hâlinde, yukarıdaki fıkralar hükümlerine göre verilecek ceza yarısından iki katına kadar artırılır. Kusurluluk: Hırsızlık suçunda fail hakkında işlediği haksızlıktan dolayı kınama yargısında bulunabiliyorsa cezalandırılacak, aksi takdirde ceza verilmeyecektir. Örneğin fail, yaşının küçüklüğü veya maruz kaldığı akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğine sahip değilse, ceza sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Örneğin kleptomani hastalığına yakalanan kişi, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğine sahip olmasına rağmen, maruz kaldığı bu hastalık nedeniyle davranışlarını algılamaları doğrultusunda yönlendirememektedir. Bu hastalığa maruz kalan kişi ufak tefek eşyaları çantasına atmaktan kendini alıkoyamamaktadır. Dolayısıyla bu kişiye işlediği hırsızlık fiilinden dolayı kusuru bulunmadığı için ceza verilemez. “Hırsızlık suçunun ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için işlenmesi hâlinde, olayın özelliğine göre, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir”. Bu maddede düzenlenen zorunluluk hâlinde, genel zorunluluk hâlinden farklı olarak, faile hiç ceza vermemek veya cezasında indirim yapmak konusunda olayın özelliğine göre karar vermek bakımından hâkime takdir yetkisi tanınmıştır. Örneğin çocuğunun açlıktan ölmemesi veya sağlığının kötüleşmemesi amacıyla bir marketten yiyecek şeyler çalan anne hakkında ceza verilmeyebilecektir. Zira anne veya babanın çocukları söz konusu olduğunda irade yeteneklerinin daha çabuk etkilendiğini kabul etmek gerekir. Bir kimsenin cebir veya tehdit altında hırsızlık suçunu işlemesi hâlinde kişiye ceza verilmeyecektir. Teşebbüs: Hırsızlık suçu, malın alınmasıyla, yani failin, mevcut zilyedin mal üzerindeki fiili hâkimiyetini sona erdirip kendi fiili hâkimiyetini kurmasıyla birlikte tamamlanır. Bu durumda hırsızlık suçuna teşebbüs ancak malın alınmasına kadar mümkündür. Suçun icra hareketlerine başlayan failin, elinde olmayan sebeplerle mal üzerinde fiili hâkimiyetini kuramaması hâlinde suç teşebbüs aşamasında kalmış olur. Örneğin evden yapılan hırsızlıklarda, failin aldığı eşya ile evi terk etmeden mağdurun uyanması nedeniyle eşyayı bırakıp kaçması hâlinde, hırsızlık suçuna teşebbüs söz konusudur. Failin mağdurun cebindeki parayı almak üzere elini cebine sokması ve parayı alamadan mağdurun fark etmesi nedeniyle yakalanması hâlinde suç teşebbüs aşamasında kalmış olur. Fakat mal üzerinde fiili hâkimiyet kurulduktan sonra, failin bu fiili hâkimiyetini mağdur, kolluk kuvveti veya başkalarının müdahalesi nedeniyle güvenceye kavuşturma fırsatını bulamamış olması suçun tamamlanmadığı anlamına gelmez. Bu durumda suç tamamlanmıştır. Hırsızlık suçuna teşebbüsle ilgili olarak tartışılması gereken diğer bir husus da suça konu çalınmak istenen malın esasen yerinde bulunmaması hâlinde ne şekilde hareket edileceğidir. Suçun konusunun somut olayda bulunmaması hâlinde suçun işlenmesi mümkün değildir. Bu durumda konu yokluğu nedeniyle işlenemez suç vardır. Bu gibi hâllerde, suçun konusu bakımından mutlak-nispi elverişsizlik ayrımının yapılarak, nispi elverişsizliğin bulunduğu hâllerde failin cezalandırılması yoluna gitmek doğru değildir. Örneğin hırsızlık için el sokulan cebin boş olması, girilen evde çalınacak bir şeyin bulunmaması, açılan kasanın boş çıkması hâlinde failin hırsızlığa teşebbüsten dolayı cezalandırılmaması gerekir. İştirak: Hırsızlık suçuna iştirak bir özellik göstermez. İştirakin her şekliyle bu suça katılmak mümkündür. Yakın akrabalardan birisine karşı akraba olmayan kişilerle birlikte iştirak hâlinde hırsızlık suçunun işlenmesi hâlinde, bu şahsi cezasızlık sebebinden yalnızca ilgili akraba yararlanacaktır. Diğer suç ortakları kendi iştirak statülerine göre cezalandırılacaktır. İçtima: Hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konuta girilmesi veya bir eşyaya zarar verilmesi hâlinde, her bir suçtan (hırsızlık, konut dokunulmazlığını ihlal, mala zarar verme) dolayı fail ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Hırsızlık suçu, aynı suç işleme kararı çerçevesinde aynı kişiye karşı müteaddit defalar işlenirse, zincirleme suç kuralı uygulanmalıdır. Örneğin markette tezgâhtar olarak çalışan bir işçinin, toplamda 500 TL almaya karar verdiği kasadan, patronun paranın çalındığını anlamaması için, her akşam 100 TL çalarak beş günde kararını icra etmesi hâlinde zincirleme suç uygulanacaktır. Örneğin bir otogardaki emanetçide bulunan çok sayıda yolcunun valizinin alınıp götürülmesi hâlinde, tek fiil ve tek suç vardır. Zira bu durumda emanetçideki tüm eşyaların zilyedi eşyaların emanet edildiği kişidir. Yine eve giren hırsızın, evde yaşayan birden çok kişinin eşyasını alması hâlinde de tek suç vardır. Zira bu eşyalar üzerinde evde kalan herkesin müşterek tek zilyetliği söz konusudur. Şahsi Cezasızlık Sebebi veya Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep: Hırsızlık suçunun; haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin, üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlâtlığın ya da aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin zararına olarak işlenmesi hâlinde, ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmaz. Hırsızlığın; haklarında ayrılık kararı verilmiş olan eşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamakta olan amca, dayı, hala, teyze, yeğen veya ikinci derecede kayın hısımlarının zararına olarak işlenmesi hâlinde, ilgili akraba hakkında şikâyet üzerine verilecek ceza, yarısı oranında indirilir. Cezayı Azaltan Şahsi Sebep: Etkin Pişmanlık: Hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi hâlinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir. Etkin pişmanlığın kovuşturma başladıktan sonra ve fakat hüküm verilmezden önce gösterilmesi hâlinde, verilecek cezanın yarısına kadarı indirilir. Kısmen geri verme veya tazmin hâlinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası aranır. Yaptırım ve Kovuşturma Usulü: Hırsızlık suçunun temel şekli için, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Suçun 142. maddenin 1. fıkrasında sayılan nitelikli hâllerinden birisiyle işlenmesi hâlinde üç yıldan yedi yıla kadar hapis; 142. maddenin 2. fıkrasındaki nitelikli hâllerden birisinin bulunması hâlinde ise beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilecektir. Ancak suçun 142. maddenin 2. fıkrasının “b” bendinde belirtilen kapkaççılık ve yankesicilik suretiyle işlenmesinin mağdurunun beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimse olması hâlinde verilecek ceza üçte biri oranında artırılacaktır. Hırsızlık suçlarında en ağır ceza suçun sıvı veya gaz hâlindeki enerji hakkında ve bunların nakline, işlenmesine veya depolanmasına ait tesislerde işlenmesi hâli için öngörülmüştür. Bu hâlde ceza beş yıldan on iki yıla kadar hapistir. Şayet bu fiil bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmişse ceza yarı oranında artırılacak ve onbin güne kadar adli para cezası verilecektir. Hırsızlık suçunun temel ve nitelikli hâlleri resen soruşturulur. Ancak bu suçta Kanunun 144. ve 146. maddelerinde belirtilen ve daha az cezayı gerektiren hâllerin bulunması hâlinde suçun takibi şikâyete bağlı tutulmuştur. Yine Kanunun 167. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen akraba tarafından işlenmesi hâlinde de ilgili akraba hakkında ceza verilmesi için şikâyet şartı aranmıştır. Hırsızlık suçunun işlenmesinde kullanılan eşya, örneğin evden çalınan eşyaların yüklendiği kamyonet, şartları gerçekleştiği takdirde müsadere edilir (m. 54). Suçun konusunu oluşturan eşyanın müsadere edilebilmesi için, bu eşyaların mağdura iade edilememesi gerekir. Hırsızlık suçunun işlenmesi nedeniyle yararına haksız menfaat sağlanan tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine (m. 60) hükmolunur. 8.ÜNİTE KİTAP ÖZETİ Kasten öldürme, taksirle öldürme ve kasten yaralama suçlarını açıklayabilmek: Bir başkasını öldüren kimse, bu neticeye kasten veya taksirle sebebiyet verip vermediğine göre kasten öldürme veya taksirle öldürmeden sorumlu olur. Kasten öldürme veya taksirle öldürme suçlarıyla korunan hukuki değer, “yaşama hakkı”dır. Suçun konusunu belli bir insanın hayatı oluşturur. Bu nedenle öldürmeye yönelik fiilin yaşayan bir insanın bedeni üzerinde icra edilmesi gerekir. İnsanın hayatının henüz başlamadığı veya sona erdiği hâllerde bu suç işlenemez. İşlediği fiilin bir insanı öldürebileceğini öngörmesine rağmen, fiilini icra eden kişi kasten hareket etmiş olur ve meydana gelen ölüm neticesine kasten öldürme hükümleri uygulanır. İcrai veya ihmali bir davranışın icrası sırasında gerekli dikkat ve özeni göstermemek suretiyle bir kişinin ölümüne sebebiyet veren kimse ise taksirli öldürme suçunu işlemiştir. Bu suçta ölümü meydana getiren davranış taksirlidir. Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, kasten yaralama suçunu işlemiştir.
Cinsel saldırı ve hırsızlık suçlarının unsurlarını değerlendirebilmek: Cinsel davranışlarla bir kişinin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi cinsel saldırı suçunu işlemiştir. Cinsel saldırı suçuyla korunan hukuki değer, bireyin cinsel özgürlüğüdür. Suçun mağduru yaşayan ve yetişkin herkes olabilir. Suçun faili de herkes olabilir. Suça ilişkin tipikliğin manevi unsuru kasttır. Failin kastı, mağduru, cinsel davranışı, vücut dokunulmazlığının ihlâlini kapsamalıdır. Cinsel saldırıdan bahsedebilmek için fiilin mağdurun rızası olmaksızın gerçekleştirilmesi gerekir. Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak hırsızlık suçunu oluşturur. Hırsızlık suçunun konusunu taşınır ve başkasına ait mal oluşturur. Malın alınmasıyla birlikte suç da tamamlanır. Bir malın alındığından bahsedebilmek için, öncelikle alınacak malın başkasının zilyetliğinde bulunması, ikinci olarak da mal üzerindeki bu zilyetliğe son verilerek yeni bir zilyetliğin kurulması gerekir.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 25 misafir