aöf hukukun temel kavramları kapsamlı ders notu

Cevapla
Mert Ali
Mesajlar: 130
Kayıt: 09 Eki 2016 15:09
İletişim:

10 Eki 2016 14:45

Aöf Hukukun Temel Kavramları Dersi 1.Ünite Ders Notları

Kurallar, belli durumlarda ne yapılması gerektiğini söyleyen ifadelerdir.. Hukuk kuralları da,insan davranışına yönelmiş kurallardandır ve kişinin belli durumlarda hangi eylemde bulunulması gerektiğini, muhtemel eylemlerinin sonuçlarıyla birlikte ifade eder.Ahlak Kuralları: Ahlak kuralları iyi ve kötü olarak nitelendirildiğinden ahlak kavramı din ile örf ve adet kurallarını kapsar görünümdedir.

Filozoflar öteden beri, insan aklının iki yönünü birbirinden ayırmıştır. Bunların birincisi teorik akıl olarak isimlendirilir ve nesne ve olguları seyretmeye, karşılaştırmaya ve bağlantılandırmaya karşılık gelir. Teorik akıl, nesneler ve olgular üzerine düşünür. Neye inanılması gerektiğine karar verir. Pratik akıl, ne yapılması gerektiğine karar verir. Pratik akıl, amaçlar ve hedefler koyar, projeler üretir, bu amaç ve hedeflere nasıl ulaşılacağını belirler. Dolayısıyla pratik akıl, eylemleri yönlendirir. insanın her eylemi öncesinde pratik akıl devreye girer ve kişi farkında olsun olmasın şimdi ne yapmalıyım?’ sorusuna verdiği yanıta göre eylemde bulunur.

Teorik akıl: Aklın, nesne ve olgular hakkında neye inanılması gerektiğiyle ilgili yapılan düşünmeyi gerçekleştiren yönü. Pratik akıl: Aklın eylemle ilgili düşünmeyi gerçekleştiren, ne yapılması gerektiğine karar veren yönüdür. Ceza mahkemelerinin suç sayılan eylemler için yaptırım olarak öngördüğü cezalar, hapis cezası ile adli para cezasıdır. Bir yıl ve daha az süreli hapis cezaları kısa süreli hapis cezası olarak kabul edilir. Türk Ceza Kanunu’nun 50. maddesine göre kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre, adlî para cezası, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanma, mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılma şeklindeki alternatif cezalara çevrilebilir. Adlî para cezası ise suç oluşturan eylem için mahkeme tarafından belirlenecek gün sayısının, her gün için yine mahkemenin kişinin ekonomik ve diğer kişisel hâllerini dikkate alarak kanunda belirlenen sınırlar çerçevesinde belirleyeceği karşılığıyla çarpılması sonucu bulunan miktardır. Bu ceza devlet hazinesine ödenir Cebrî icra, kelime anlamı itibarıyla, zorla yerine getirme demektir Tazminat: Tazminat, genellikle zararın parasal değerine karşılık gelen bir ödeme yükümlülüğüdür.

Geçersizlik:Hukuk düzeni, hukukî işlemlerin varlık kazanabilmesi için bazı unsurları kurucu unsur olarak kabul eder. Bu unsurların yokluğunda ise söz konusu hukukî işlem ‘yok’ hükmündedir. Böyle bir işleme dayanılarak hak talep edilmesi mümkün değildir. Söz gelimi Türk Medeni Kanunu, resmî memur önünde yapılmayan evlenmenin, yok hükmünde olduğunu belirtir. Aynı şekilde, kamu görevlisi olmayan bir kişinin kamu görevlisiymiş gibi idari bir işlem yapması durumunda yahut yasama, yürütme ve yargı alanlarındaki organ ve makamların, birbirlerinin alanına giren konularda işlem yapmaları durumunda, yapılan işlem yok hükmündedir.

Geçersizliğin Türleri
1-Yokluk
2-Hükümsüzlük(Butlan)
3-iptal Edilebilirlik(Nisbi Butlan)Hükümsüzlük (butlan, mutlak butlan), hukuki işlemin geçerlilik şartlarından kamu düzenini ilgilendirdiği kabul edilenlerin gerçekleşmemesi durumunda ortaya çıkar. Yokluk durumunda işlemlerin hukuk dünyasında hiçbir zaman var olmadıkları kabul edilirken, hükümsüzlükle geçersiz olan işlemler vardır, hukukî işlem olarak varlık kazanmışlardır. Ancak baştan itibaren geçersiz oldukları kabul edilir. Tarafların anlaşması veya zamanın geçmesiyle işlem geçerli hâle gelmez. Bir dava sırasında işlemin bu niteliği fark edilirse, hakim kendiliğinden bu durumu dikkate alır iptal edilebilirlik (nisbî butlan) durumunda ise işlemin yapılmasında ortaya çı-kan hukuka aykırılığın nispeten daha hafif olduğu kabul edilir. Bu durumda hukukî işlem varlık kazanmış ve hukukî sonuç doğurmaya başlamıştır. iptal edilebilir hukukî işlemler, kendiliğinden geçersiz olmamakla birlikte, taraflardan birisinin talebi sonucunda iptal edilebilir. Ancak iptal talebinde bulunmak için öngörülen sürelerin geçmesiyle geçerli hâle gelir. Dava konusu olduğu takdirde, hakim hükümsüzlük durumunda olduğu gibi kendiliğinden iptal kararı veremez
Hukukun işlevler:
1-Barış
2-Güvenlik
3-Eşitlik
4-Özgürlük
Aöf Hukukun Temel Kavramları Dersi 2.Ünite
HUKUKUN UYGULANMASI
Hukukun uygulanması yargı örgütünü oluşturan yargı organlarının kararlarına gerekçe ve dayanak yapacakları hukuk kurallarını kullanmaları anlamına gelir. Demek ki, hukuk kurallarının uygulanmasında en büyük rol kamu görevlilerine aittir. Yaptırımlar sadece yargı organları tarafından değil idari makamlar tarafından da uygulanabilir. Yargı organları, bakmakta oldukları davalarda kararlarını hukuka dayandırmalıdırlar. Bu gerekliliğin yerine getirilebilmesi için yanıtlanması gereken ilk soru, ‘Bu davada uygulanacak hukuk (kuralları) nedir?’ sorusudur.

HUKUKUN KAYNAKLARI
Bununla birlikte hukukun bazı kaynakları, vazgeçilmez ve zorunlu niteliktedir.Yargı organlarının bu kaynakları ihmal etmesi, bizatihi hukuka aykırılık oluşturur.Söz konusu kaynakları ‘Aslî Kaynaklar’ başlığı altında ele alacağız. Bunun yanında yargı kararları oluşturulurken bazı kaynaklar yardımcı niteliktedir. Bağlayıcı olmadıkları gibi, kararlara gerekçe yapılmamaları mümkündür. Bu kaynakları ise ‘Talî Kaynaklar’ başlığı altında inceleyeceğiz.

Hukukun Kaynakları
Yazısız Kaynak: Örf ve Âdet Hukuku
bazı örf ve adet kuralları hukuk tarafından hukuk sistemine ait hukuk kuralları olarak kabul edilir. Bu kurallara ise örf ve âdet hukuku adı verilir
• Örf ve adet hukukuna, teamül hukuk veya yapıla geliş kuralları da denir.
• Ceza hukukundaki kanunilik ilkesi gereği bu alanda örf ve adet hukukuna yer yoktur.

Tali Kaynaklar
A) Yargı Kararları: içtihatlar, benzer sorunlarla karşılaşan hakimlerin en büyük yardımcısıdır. içtihadı birleştirme kararları, Yargıtay ve Danıştay’daki çeşitli dairelerin aynı konuda farklı kararlarının uyumlaştırılması amacıyla verilir. Bu kararlar bağlayıcıdır. Dolayısıyla artık bu kararlar tali veya yardımcı kaynak değil, asli kaynak olarak kabul edilir.
B) Bilimsel Görüşler: Bilimsel görüşler, başka bir ifade ile öğreti (doktrin), eski kullanım itibarıyla bilimsel içtihatlar, hukukçu bilim insanlarının eserlerinde ortaya koydukları görüşlerdir

YER VE KİŞİ BAKIMINDAN UYGULANMA
Mülkîlik ilkesi, özellikle kamu hukuku alanında geçerlidir. Söz gelimi ceza hukuku,ister vatandaş ister yabancı olsun, devletin ülkesinde gerçekleşen olaylara uygulanacaktır. Dolayısıyla ceza kanunlarının suç kabul ettiği eylemler, yabancılar tarafından da işlense, devletin ülkesinde gerçekleştikleri takdirde yargılamaya ve cezalandırmaya konu olacaklardır. Şahsîlik ilkesi ise daha çok özel hukuk sorunlarında geçerlidir. Özellikle aile hukuku alanında devletler, topraklarında bulunan yabancıların kendi hukuk sistemlerince elde ettikleri hakları tanırlar.
Yürürlüğe girme: Dolayısıyla tüzük metninde yürürlük tarihi belirtilmemişse, Resmi Gazete’de yayımlandıktan 45 gün sonra yürürlüğe girerler.
Yürürlükten Kalkma: Dolayısıyla bir kanun, ancak bir kanun ile değiştirilecek veya Genellilik kanunlarda“yürürlük” bağlılığı taşıyan bir madde yer alır. Kaldırılacak, yönetmelik de yine bir yönetmelik ile değiştirilecek veya yönetmeliği çıkaran makam tarafından yürürlükten kaldırılacaktır. Yürürlükten
Kaldırma (ilga) Bir hukuk kuralının, o kuralı daha önceden yaratmış makam veya organ tarafından yürürlükten kaldırılmasına ilga adı verilir. Yürürlükten kaldırılmış hukuk kuralı ise, mülga kanun, mülga tüzük vb.dir. Açık(sarih) ilga ve örtük (zımnî) ilga türleri vardır. İptal kararları Geçmişe Yönelik Uygulanma Sorunu, ilkesel olarak, hukuk kurallarının ancak yürürlüğe girdikten sonra meydana gelen olaylara uygulanmasıdır. Buna geçmişe etkili olmama ilkesi adı verilir.

HUKUK KURALLARININ ÇATIŞMASI
Üstün Kural ilkesi Aynı konuyu farklı şekillerde düzenleyen hukuk kurallarından birisi, normlar hiyerarşisinde daha üstte bulunuyor ise yargıcın bu üstteki kuralı uygulaması gerektiği kabul edilir Özel Kural ilkesi r. Eğer bu hukuk kuralları normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer alıyor iseler aralarında genellik-özellik ilişkisi vardır. Kısaca ifade edecek olursak özel kanun ilkesine göre, aynı düzeyde ve aralarında genellik-özellik ilişkisi bulunan iki hukuk kuralı çatışığında uygulanacak kural, daha özel düzenlemeler içeren kuraldır. Yeni Kural ilkesi aynı konuyu farklı şekillerde düzenleyen aynı düzeyde iki kural bulunduğu takdirde, bunlardan yakın tarihli olan uygulanır
Yorum Teorileri
• Sözel Yorum Teorisi
• Sistematik Yorum Teorisi
• Tarihsel Yorum Teorisi
• Amaçsal Yorum Teorisi
YORUM ARSAÇLARI
• Kıyas
• Evleviyet
• Zıt Kanıt

HAKiMiN TAKDiR YETKiSi VE HUKUK YARATMASI
Hâkim ceza hukuku alanında hukuk yaratmaz ama bu alanda takdir yetkisine sahiptir.


Aöf Hukukun Temel Kavramları Dersi 5.Ünite Ders Notları
HAK KAVRAMI VE TANIMI
Hak kavramı, özel hukuk alanının temel kavramıdır. Hakkı çeşitli şekillerde tanıma tâbi tutmak mümkündür. Hak esasen, hukuk düzeni tarafından kişilere tanınmış olan yetkileri ifade eder.
Bir başka tanımla da hak, “hukuk tarafından tanınan, yararlanılması hak sahibinin iradesine bırakılan ve korunmasını isteme hususunda bireyin yetkili sayıldığı menfaatlerdir.”
Objektif hukuk, öğretide hukukun toplum yaşamını düzenleyen ve Devlet gücü ile yerine getirilen, hukuki yaptırımla kuvvetlendirilmiş olan kuralların bütününü ifade eden haline denilmektedir. Objektif hukuk, sadece “hukuk” sözcüğü ile ifade edilebilir.
Sübjektif hukuk, objektif hukukun kişilere sağladığı yetkileri ifade eden kısmıdır. Subjektif hukuk için, “hak” sözcüğü kullanılabilir.
Hakkı, “hukuk tarafından kişilere tanınmış yetkiler ve yüklenen yükümlülükler” şeklinde tanımlamak da mümkündür.
Hukukta hak sahibi olan varlıklara kişi (şahıs) denilmektedir.
Hak kavramı hukuki ilişkinin özünü teşkil etmektedir. Bazen yetki sözcüğü ile de ifade edilen hakkın niteliğinin ne olduğu hakkında hukukçular arasında öteden beri tartışma mevcuttur. Bu hususta ileri sürülen birçok kuramdan önemli olanlarını, bu kitabın kapsamı nedeniyle sadece saymakla yetineceğiz: Bu kuramlar,
İrade Kuramı, Menfaat Kuramı ve Karma Kuramdır.
!!! Her hak daima bir hukuk kuralına dayanır. Bu hukuk kuralı,
Kanun, Kanun hükmünde kararname, Tüzük, Yönetmelik gibi bir yazılı kural, yahut örf ve adet hukuku gibi yazılı olmayan bir kural olabilir. O halde, hukuk kurallarının korumadığı bir hareket tarzı, bir menfaat, bahşetmediği bir yetki hak olarak nitelendirilemez.

HAKLARIN AYRIMI
Kamu Hakları - Özel Haklar Ayrımı
Haklar doğdukları hukuk kuralının niteliğine göre kamu haklar› ve özel haklar olmak üzere iki alt gruba ayrılır: Kamu hakları kamu hukukundan doğan, vatandaşların Devlet’e karşı sahip olduğu hakları ifade eder. Diğer ifadesiyle kamu hakları, kişiler ile Devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarından doğan haklardır. Bu haklara örnek olarak:
Kişisel özgürlükler,
Seçme hakkı,
seçilme hakkı,
Eğitim ve öğretim hakkı,
Çalışma hakkı,
Dilekçe hakkı gibi haklar sayılabilir.
Kamu hakları kendi içinde genel nitelikli kamu hakları ve özel nitelikli kamu hakları olmak üzere iki alt dala ayrılır.
Özel haklar ise, özel hukuk tarafından hak süjesine tanınan hukuki yetkilerdir.Diğer ifadesiyle özel haklar, kişiler ile kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen özel hukuk kurallarından doğan haklardır. Bunlar medeni haklar olarak da nitelendirilmektedir. Bu haklara örnek olarak
Mülkiyet hakkı, Sınırlı ayni haklar, Alacak hakkı, Fikri mülkiyet hakları, Kişilik hakları sayılabilir. Özel haklar Mahiyetlerine (niteliklerine), Konularına, Kullanılmalarına, Devredilebilmelerine ve Amaçlarına göre. Çeşitli ayırımlara tâbi tutulmaktadırlar.
Kamu Hakları ile Özel Haklar Arasındaki Farklar
Kamu hakları ile özel haklar arasında çeşitli farklar bulunmaktadır. Bunlar arasındaki en önemli fark bu haklardan yararlanmada ortaya çıkmaktadır.
Özel haklardan herkesin yararlanması mümkün iken, kamu haklarından ancak vatandaş olanlar yaralanabilir. Diğer bir ifade ile özel haklardan yararlanabilmek için Türk vatandaşı olma zorunluluğu bulunmadığı halde kamu haklarından yararlanabilmek için bu şarttır.
Ayrıca, özel haklardan yararlanmada vatandaşlar arasında yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi vb. hususlarda eşitlik ilkesi geçerlidir. Ancak kamu haklarından yararlanmada böyle bir eşitlik mevcut değildir.
Örneğin Anayasa’nın 67. maddesinin üçüncü fıkrasına göre ancak on sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halk oylamasına katılma haklarına sahiptir. Yine Anayasa’nın 76. maddesine göre her Türk ancak 25 yaşını doldurmak kaydıyla milletvekili seçilmek hakkından yararlanabilir.
!!! Özel haklardan yararlanmada vatandaşlar arasında yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi vb. hususlarda eşitlik ilkesi geçerli iken, kamu haklarından yararlanmada eşitlik ilkesi geçerli değildir.
Kamu Hakları ve Türleri
Kamu hakları kamu hukukundan doğan ve vatandaşların Devlet’e karşı sahip oldukları haklardır. Kamu hakları, kişilerin toplumla olan ilişkilerini düzenleyen kurallardan doğan haklardan oluştukları için sınır ve kapsamları yönünden henüz oluş halindedirler. Kamu haklarını
genel nitelikli kamu hakları ve özel nitelikli kamu hakları olmak üzere iki alt dala ayırmak mümkündür.

A. Genel Nitelikli Kamu Haklar
Anayasa’nın ikinci kısmında 12. madde ve devamında “Temel Haklar ve Ödevler” başlığı altında düzenlenmiş bulunan kamu haklarına genel nitelikli kamu hakları denilmektedir. Kamu kuruluşları ile hukuken bir ilişkiye girilmeksizin, genel olarak kişilere verilen bu hukuki yetkiler üç kategoride toplanmaktadır: Bunlar,
Kişisel kamu hakları, Sosyal ve ekonomik kamu hakları ve Siyasal kamu haklarıdır.

1. Kişisel Kamu Hakları
Kişisel kamu haklarına “koruyucu kamu hakları (negatif statü hakları)” da denilir.Bunlar, kişinin maddi ve manevi tüm varlığı ile ilgili bulunan ve bu varlığın serbestçe geliştirilmesi amacına yönelik olan; kişinin Devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulamayacak özel alanının sınırlarını çizen hak ve hürriyetlerdir.
Bu haklar Devlet’e negatif bir tutum, kişiye karşı karışmama ödevi yüklerler. Söz konusu haklar, kişiyi topluma ve özellikle de Devlet’e karşı korumak için öngörülmüşlerdir. Kişisel kamu hakları Anayasa’nın ikinci kısmının ikinci bölümünde, “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlığını taşıyan 17-40. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Bu hak ve hürriyetlere örnek olarak, “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”, “kişi hürriyeti ve güvenliği”, “özel hayatın gizliliği ve korunması”, “konut dokunulmazlığı”, “haberleşme hürriyeti”, “yerleşme ve seyahat hürriyeti”, “din ve vicdan hürriyeti”, “düşünce ve kanaat hürriyeti”, “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”, “bilim ve sanat hürriyeti”, “basın hürriyeti”, “süreli ve süresiz yayın hakkı”, “dernek kurma hürriyeti”, “toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı”, “mülkiyet hakkı”, “hak arama hürriyeti” gösterilebilir.

2. Sosyal ve Ekonomik Kamu Hakları
Kişinin toplum hayatı içindeki sosyal ve ekonomik faaliyetleri ile ilgili olan; bireylere Devlet’ten olumlu bir davranış, bir hizmet, bir yardım isteme imkânını tanıyan haklardır. Bu haklara “isteme hakları (pozitif statü haklar›)” da denir.
Bu haklar Anayasa’nın ikinci kısmının üçüncü bölümünde 41-65. maddeler arasında düzenlenmiştir. Bu haklara örnek olarak “ailenin korunması ve çocuk hakları”,“eğitim ve öğretim hakkı”, “çalışma ve sözleşme hürriyeti”, “çalışma hakkı”, “çalışma şartları ve dinlenme hakkı”, “sendika kurma hakkı”“toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı” “grev hakkı ve lokavt”“sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması”, “konut hakkı”, “sosyal güvenlik hakkı” gösterilebilir.
Bu tür haklar Devlet’in bazı hizmetleri yapmasını zorunlu kılar, Devlet’e sosyal alanda birtakım ödevler yükler. Ancak Anayasa’ya göre Devlet’in bu hizmetleri yerine getirebilmesi mali kaynaklarının yeterliliğine bağlıdır.

3. Siyasal Kamu Hakları
Siyasal kamu hakları, kişinin genelde seçim yolu ile yahut diğer herhangi bir biçimde Devlet yönetimine ve siyasal kuruluşlara katılmasını sağlayan haklardır. Bu nedenle bu haklara “katılma hakları (aktif statü hakları)” da denilmektedir. Siyasal kamu hakları, Anayasa’nın ikinci kısmının dördüncü bölümünde 66-74. Maddeler arasında düzenlenmiştir. Bu haklara “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları ile halkoylamasına katılma hakkı”, “siyasal parti kurma hakkı”, “kamu hizmetlerine girme hakkı”, “dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” örnek gösterilebilir.

B. Özel Nitelikli Kamu Hakları
Belli kişilerin kamu kuruluşları ile olan ilişkilerini düzenleyen kamu hakları özel nitelikli kamu hakları olarak nitelendirilmektedir. Devlet memurunun aylık hakkı yahut ücretli izin hakkı gibi haklar kanunlarda öngörülmekte ve taraf iradelerinden bağımsız olarak düzenlenmektedirler.
Kamu Haklarının Sınırlandırılması Anayasa’da düzenlemeye kavuşturulmuş olan “temel hak ve hürriyetler” Anayasa’nın öngördüğü çerçevede sınırlanabilmektedir. Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlemeye göre, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Anayasa, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmadan, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlandırılabileceğini hükme bağlamaktadır. Anayasa’nın m.14/1 hükmüne göre, “Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devlet’in ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”Özel Haklar ve Türleri Özel hukukun kapsamında eşit durumda olan kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kurallarının bahşettiği haklar özel haklardır. Diğer bir ifadeyle özel haklar, özel hukuk tarafından hak süjesine, yani kişiye tanınan hukuki yetkilerdir. Özel haklar, özel hukuktan doğarlar ve kişilerin birbirlerine karşı sahip oldukları hakları ifade ederler. Genellik ilkesi çerçevesinde, kamu haklarının aksine, özel haklardan herkes yararlanır. Bu haklardan yararlanmada kamu haklarına ilişkin Anayasa’daki düzenlemeden farklı olarak yabancılarla vatandaşlar arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Ayrıca Türk Medeni Kanunu (TMK) 8. Maddesinde “insan” kavramına vurgu yaparak her insanın hak ehliyeti olduğunu ve buna göre bütün insanların, hukuk düzeninin sınırları içinde haklara ve borçlara ehil olmada eşit olduklarını hükme bağlamaktadır. Görüldüğü üzere özel haklardan yararlanmada eşitlik ilkesi söz konusudur. Her özel hakkın karşısında kural olarak bir hukuki yükümlülük (bir kişinin bir şeyi yapması, yapmaması ya da vermesi şeklindeki yükümlülük) de yer almaktadır. Örneğin satış sözleşmesinde bir taraf (satıcı) sattığı malı teslim etmekle yükümlüyken diğer taraf (alıcı) da kendi edimi olan para borcunu (malın bedelini) ödemekle yükümlüdür.
Özel haklar da kamu hakları gibi çeşitli ayırımlara tâbidir. Özel haklar :
• Mahiyetlerine (niteliklerine),
• Konularına,
• Kullanılmalarına,
• Devredilebilmelerine ve
• Amaçlarına göre çeşitli ayırımlara tâbi tutulmaktadırlar.

1. Mahiyetlerine (Niteliklerine) Göre Özel Haklar
Özel haklar ileri sürülebileceği çevre açısından mahiyetlerine (niteliklerine) göre
• Mutlak haklar ve
• Nisbi haklar olarak ikiye ayrılır.
Bu esas ayrımın yanı sıra mahiyetlerine göre hakları
• Yararlanma hakları (iktidar hakları; birinci derecede haklar) ve
• Düzenleme hakları (tali haklar; ikinci derece hakları) şeklinde ikiye ayırmak da mümkündür.
Yararlanma hakları, mallar ve kişiler üzerinde iktidar temin eden haklardır.
Diğer bir ifade ile kişinin belli bir konu, bir şey, bir kişi, bir fikir ürünü üzerinde etkide bulunabilmesini ifade eder. Bu haklar sahibine belirli bir davranıştan veya hukuki değerden yararlanma imkânı verirler.
Yararlanma haklarından alacak hakları ve grup hakları sadece belli kişilere karşı ileri sürülebilirler. Bu yapıları itibariyle nisbi haklar kategorisindedir. Yararlanma hakları arasında sayılan hakimiyet hakları ile kişilik hakları ise herkese karşı ileri sürülebildikleri için mutlak haklar kategorisinde sayılmaktadır.
Düzenleme hakları sadece yararlanma haklarını etkileyen haklardır. Bu haklar kişiye özel birtakım yetkiler vererek bu haklara dayanarak kişinin, kendisi ya da başkası için yararlanma hakkı kurma, değiştirme, sona erdirme imkânını elde etmesini sağlarlar. Bu haklar da :
• Yenilik doğuran haklar ve
• Kudret yetkileri olarak iki gruba ayrılırlar.
Yenilik doğuran haklar, tek taraflı bir irade açıklaması (beyanı) ile hukuki bir durumu yaratmakta, değiştirmekte ya da ortadan kaldırmaktadır.
Kudret yetkileri ise bir kişiye, başkasının malvarlığını etkileyecek şekilde hukuki işlem yapmak yetkisini veren haklardır (örneğin temsil).

Mutlak Haklar
Mutlak haklar, sahibine şahıslar (kişiler) ile maddi ve gayri maddi (maddi olmayan) bütün mallar üzerinde en geniş yetkileri veren ve hak sahibi tarafından herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Herkes mutlak haklara uymak ve saygı göstermekle yükümlüdür. Mutlak haklar, hukuk düzeninin belirlediği sınırlar içinde kalmak suretiyle hakkın sahibi tarafından istenilen şekilde kullanılır. Esasen mutlak haklar, hak sahibinin kişi ve mal üzerinde tekel olarak sahip olduğu iktidar ve yetkileri ifade eder. Hak sahibi bu haklardan dilediği gibi yararlanır. Mutlak haklar yalnızca kamu yararı düşüncesiyle ve ancak kanunla sınırlanabilir. Mutlak haklar konularına göre iki grupta incelenebilir:
• Mallar üzerindeki mutlak haklar (hâkimiyet haklar›) ve
• Şahıslar üzerindeki mutlak haklar (kişilik hakları).
Mallar Üzerindeki Mutlak Haklar Mal hukuki anlamda, para ile ölçülebilen ve başkalarına devredilebilen şeyleri ifade eder. Mallar,
• Maddi mallar ve
• Maddi olmayan mallar (gayri maddi mallar) olmak üzere ikiye ayrılır.
Fiziki varlığı olan maddi mallara göre fiziki varlığı olmayan, genellikle fikir ve zeka ürünü olan eserler (heykel, resim, roman, şiir kitabı, roman, beste vb.) maddi olmayan mallardır.
Bu ayırıma uygun olarak mutlak hakları da maddi mallar üzerindeki mutlak haklar ve maddi olmayan mallar üzerindeki mutlak haklar şeklinde ayırıma tâbi tutmak mümkündür.
Maddi Mallar Üzerindeki Mutlak Haklar (Ayni Haklar)
Maddi mallar, fiziki (cismani) varlığı olan, elle tutulup gözle görülebilen şeyleri ifade eder (arsa, konut, kitap, otomobil, uçak, çamaşır makinesi, bilgisayar, elbise vb.).
Hukuk dilinde maddi mallara eşya denilmektedir.
Maddi mallar üzerindeki mutlak haklara “ayni haklar” (eşya üzerindeki haklar) da denir.
Ayni haklar, sahibine tanıdığı yetkinin tam ve sınırsız olup olmamasına göre,
• “mülkiyet hakkı” ve • “sınırlı ayni haklar” olmak üzere iki ana gruba ayrılır.
Mülkiyet Hakkı: Sahibine en geniş yetki veren ayni hak olarak mülkiyet hakkıdır. Mülkiyet hakkı sahibine malik denir. Malik eşyasını bir başkasına satabilir, bağışlayabilir, yahut eşyasını terk ya da tahrip edebilir. Gerçekten TMK m. 683 hükmüne göre, “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.” Bu yönde malik eşyasını, örneğin bir başkasına satabilir, bağışlayabilir yahut onu terk ya da tahrip edebilir. Sonuç olarak mülkiyet hakkı, malike sahip olduğu eşyayı kullanma, ondan yararlanma ve onunla ilgili her türlü maddi ve hukuki tasarrufta bulunma yetkilerini veren tam bir ayni hak niteliği taşımaktadır. Sınırlı Ayni Haklar: Mülkiyet hakkının aksine bir kısım ayni haklar sahibine tam ve sınırsız yetkiler vermez. Bu tür ayni haklara sınırlı ayni haklar denilmektedir.
Mülkiyet hakkının bünyesinde barındırdığı kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkilerinden sadece bir kısmını hak sahibine tanır. Sınırlı ayni haklar, hak sahibine tanıdıkları yetkinin niteliğine göre :
• İrtifak hakları,
• Taşınmaz yükü ve
• Rehin hakları olmak üzere üç gruba ayrılır.
İrtifak hakları, başkasına ait (başkasının mülkiyetinde olan) bir eşyayı kullanma veya ondan yararlanma yetkisini veren ayni haklardır. İrtifak haklar› bir başka kişinin para ile ölçülebilen hak ve borçlarının bütününü ifade eden malvarlığı (mamelek) üzerindeki bir yükümü ifade eder.
İrtifak hakları kendi aralarında
• Ayni irtifak hakları, • Şahsi irtifak hakları ve • Karma irtifak hakları olmak üzere üçe ayrılır.
Ayni irtifak hakları, genellikle iki taşınmazdan birinin diğeri üzerinde haiz olduğu hak şeklinde ortaya çıkar. Hak sahibi olan taşınmaza hakim taşınmaz, üzerine külfet yüklenmiş taşınmaza da yükümlü taşınmaz denir. Şahsi irtifak hakları, bir mal üzerinde kişiler lehine kurulur. Taşınırlar, taşınmazlar, haklar veya bir malvarlığı üzerinde kurulabilen ve hak sahibine konusu üzerinde tam yararlanma yetkisi veren “intifa hakkı” ya da bir binadan veya onun bir bölümünden konut olarak yararlanma yetkisini veren “oturma hakkı” şahsi irtifak haklarına örnek olarak verilebilir.
Karma irtifak hakları ise bir taşınmaz lehine veya belli bir kişi lehine kurulabilen irtifak haklarıdır. Başkasına ait bir arazinin altında (örneğin mahzen) veya üstünde (örneğin bina) inşaat yapma yetkisi veren “üst hakkı” başka birisinin taşınmazında çıkan sulardan yararlanma hakkı veren “kaynak hakkı” da karma irtifak hakları arasında yer alırlar.Taşınmaz yükü, bir taşınmazın malikinin yalnız o taşınmazla sorumlu olmak üzere diğer bir kimseye bir şey vermek veya bir iş yapmakla yükümlü kılınmasıdır. Rehin hakları, güvence teşkil eden haklardır. Rehin hakkı sahibine, alacağının borçlusundan alamaması halinde rehin verilmiş olan şeyi sattırıp paraya çevirmek yoluyla alacağını tahsil etmek yetkisini veren bir sınırlı ayni haktır. Hakkın konusunu teşkil eden eşyanın taşınır veya taşınmaz olmasına göre rehin :
• “taşınır rehni” ve • “taşınmaz rehni” olmak üzere ikiye ayrılır.
Taşınır rehninin türleri yoksa da taşınmaz rehninin üç türü vardır. Bunlar,
• “ipotek”,• “ipotekli borç senedi” ve • “irat senedi”dir.
İrtifak haklarıyla taşınmaz yükü ve taşınmaz rehni ancak taşınmazlar üzerinde kurulabilir ve tapu siciline tescil ile geçerlilik kazanabilir.

Maddi Olmayan Mallar Üzerindeki Mutlak Haklar
Maddi olmayan mallar insan zeka, düşünce ve iradesinin ürünü olan eserlerdir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre eser, sahibinin hususiyetlerini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini ifade etmektedir (m.1/B, a bendi). Bir yazarın romanı, hikâyesi ya da tiyatro eseri, bir bilim adamının yazdığı bilimsel kitap, bir şairin şiir kitabı, bir heykeltıraşın heykeli, bir bestecinin bestesi, bir ressamın yaptığı resim ya da bir sinema filmi bu eserlere örnek verilebilir. İnsan zeka, düşünce ve iradesinin ürünü olan eserler maddi olmayan malları oluşturur.
Eser sahiplerinin, yaratmış oldukları fikir ve sanat eserleri üzerinde, mali ve manevi hakları bulunur.Mali haklar, o eseri çoğaltmak, yaymak ve satmak gibi yetkileri bünyesinde barındırır.
Manevi haklar, eserin kamuya sunulması, esere yapımcısının adının yazılması, eserde değişiklikler yapılabilmesi gibi yetkileri içerir.

Şahıslar (Kişiler) Üzerindeki Mutlak Haklar
Şahıslar üzerindeki mutlak haklar,
• hak sahibinin kendi şahsiyeti üzerindeki mutlak haklar ve
• başkalarının şahsiyeti üzerindeki mutlak haklar olmak üzere ikiye ayrılır:
Hak Sahibinin Kendi şahsiyeti (Kişiliği) Üzerindeki Mutlak Haklar
Bir insanın maddi, manevi ve iktisadi bütünlüğü ve varlıkları üzerinde sahip olduğu mutlak haklara şahsiyet (kişilik) hakları denilmektedir.
Anayasa ile de kamusal haklar arasında güvenceye alınmış olan kişilik hakları, hakkın süjesi olan insanın maddi varlığını ve bu varlığı oluşturan tüm unsurları korumaya yarar.
Kişiliği oluşturan unsurlar; vücut tamlığı, şeref ve haysiyet, aile ve itibarı, isim vb. şeylerdir.
Türk Medeni Kurumu ( TMK ) m. 23 hükmü gereğince, “Kimse hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz. ...”
Başkalarının Kişiliği Üzerindeki Mutlak Haklar
Başkalarının kişiliği üzerindeki haklar istisnai nitelik taşırlar. Hukuk düzenince, özellikle küçük olanları, akıl yönünden zayıf durumda bulunanları koruma gerekliliğinden yola çıkarak bu kişiler üzerinde bir başka kimsenin hak sahibi olmasına müsaade edilmektedir.
Bunlar, anne ve babanın henüz ergin olmayan çocukları üzerindeki yetkilerini ifade eden velayet hakkı, velayet altında bulunmayan küçüğe veya kendisinde kısıtlama sebeplerinden birisi mevcut olan kişiye, mahkeme kararı ile vasi tayin edilen vesayet kurumu ve aynı çatı altında oturan kişilerin çıkarlarını koruma ve iyiliklerini gerçekleştirme ve ev düzenini sağlama konusunda bazı yetkileri bulunan ev başkanıdır.

Nisbi Haklar
Yalnız hukuki işleme veya ilişkiye taraf olan kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır. Nisbi haklar, mutlak hakların aksine herkese karşı değil, ancak belli bir kişiye veya belirli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır. Diğer bir ifade ile nisbi haklar birbiri ile belli bir ilişki içinde olan iki kişi arasında mevcut olur. Bu haklar belirli kişilerden belirli davranışlarda bulunmalarını isteyebilen iktidar haklarıdır. Nisbi haklar alacak hakları ve grup haklarından meydana gelmektedir. Nisbi haklar, özellikle borç ilişkilerinden meydana gelir ve alacaklıya (hak sahibine), karşısındaki kişiden (borçludan) belirli bir davranışta bulunmasını; bir şey vermesini, bir şey yapmasını veya bir şey yapmamasını (bir şey yapmaktan kaçınmasını) istemek yetkisini verirler. Alacak hakları kendi içinde alelade alacak hakları ve güçlendirilmiş (etkisi kuvvetlendirilmiş) alacak hakları olarak ikiye ayrılır:
Alelade Alacak Hakları:
Bu haklar, borçlar hukukundan, tüzel kişilere ilişkin hukuktan, aile, miras ve eşya hukukundan ortaya çıkabilir.
Borçlar hukukunda düzenlenmiş olan alacak haklarının kaynağını genellikle bir borç ilişkisi teşkil eder.
Borç ilişkisinin kaynağı;
• Hukuki işlemler, • Haksız fiiller (hukuka aykırı fiiller), • Sebepsiz zenginleşmedir.
Hukuki işlem, bir ya da birden çok kişinin, hukuki bir sonuç yaratmak üzere irade açıklamasında bulunmasıyla meydana gelir. Taraflarının sayısına göre
• Tek taraflı hukuki işlem (örneğin vasiyetname) ya da
• Çok taraflı hukuki işlem (örneğin sözleşmeler) söz konusu olabilir.
Tek taraflı hukuki işlemlerde bir kişinin sadece kendi iradesini açıklaması ile hukuki işlem meydana gelmektedir (kanunun aradığı şekle uygun olarak vasiyet yapılması; bir kişinin hayır amaçlı malını vakfederek vakıf kurması gibi).
Çok taraflı hukuki işlemler ise tek kişinin değil birden fazla kişinin iradelerini açıklamalarıyla meydana gelebilen hukuki işlemleri ifade eder. Bu tür hukuki işlemlerin uygulamadaki en tipik örneğini karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamalarıyla kurulan sözleşmeler (akit, mukavele) teşkil etmektedir (örneğin; kira sözleşmesi. Kiracı kirasını ödemediği takdirde kiralayan bu kira borcunu ödemesini sadece kiracıdan isteyebilecektir).
Nisbi haklar, hukuk düzeninin izin vermediği, hukuka aykırı zarar verici fiiller (haksız fiiller )den de doğabilirler (örneğin, bir kişinin dükkanına zarar vermek, bir arabaya çarpmak, bir insanı yaralamak ya da öldürmek gibi).
Nisbi haklar, bir kişinin malvarlığının başka bir kişinin malvarlığı aleyhine çoğaldığı sebepsiz zenginleşme den de doğabilir.
Sebepsiz zenginleşme; bir kimsenin malvarlığının, haklı bir neden olmaksızın, diğer bir kimsenin malvarlığının aleyhine çoğalmasıdır.
Tüzel kişiler bakımından da örneğin dernek üyeliği söz konusu olduğunda, üye ile tüzel kişi arasındaki hukuki ilişkiden üye lehine doğan üyelik hakları (grup hakları) da nisbi niteliktedir. Zira bu tür dernek faaliyetine, yönetimine katılma, tesislerden yararlanma gibi haklar sadece derneğe karşı ileri sürülebilecektir.
Aile hukukunda da özellikle eşlerin birbirlerine karşı sahip oldukları aile hukukundan doğan alacak hakları da nisbi niteliktedir (örneğin; “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar” diyerek evlilikte eşlere yükümlülük getiren TMK m.185 hükmü).
Miras hukukunda da nisbi haklardan bahsedilir. Bu tür haklar miras hukukunda sadece mirasçılara karşı ileri sürülebilir (örneğin kendi lehine muayyen mal vasiyeti yapılmış bir kişi, bu hakkını bunu yapan kişinin sadece mirası reddetmemiş mirasçılarına karşı ileri sürebilir).
Güçlendirilmiş Alacak Hakları (Etkisi Kuvvetlendirilmiş Alacak Hakları):
Bu tür alacak haklarında kanun koyucuya alacak hakkının etkisini daha fazla kuvvetlendirme imkânı tanınmaktadır. Bir kısım alacak hakları için tapu kütüğüne şerh verilmesi şartı aranarak bu tür hakların sadece işlemin tarafına değil üçüncü kişilere de ileri sürülebilmesi imkânı getirilmiştir.
Güçlendirilmiş alacak hakları; tapu kütüğüne şerh verilmesi şartı aranarak, sadece işlemin tarafına değil, üçüncü kişilere de ileri sürülebilmesi imkânı getirilmiş, sınırlı olarak kanunda açıkça düzenlenmiş olan haklardır.

Mutlak Haklarla Nisbi Haklar Arasındaki Farklar
Mutlak haklarla nisbi haklar arasındaki farklar şu şekilde sıralanabilir:
1. Mutlak haklar herkese karşı ileri sürülebilirken (mülkiyet hakkı gibi), nisbi haklar belirli bir kişiye yahut kişilere karşı yöneltilebilmektedir (alacak hakkı gibi).
2. Mutlak haklarda, hak sahibinin bu hakkına diğer bütün kişiler saygı göstermek zorundadır. Mutlak haklar karşısında üçüncü kişiler pasif bir görev üstlenirler.Zira mutlak hakları herkesin ihlâl edebilmesi ihtimal dâhilindedir.
Nisbi haklarda ise hak sahibinin karşısındaki kişi, bazen pasif olsa da genellikle aktif bir görevi yerine getirmekle yükümlü bulunmaktadır (bir şeyi yapmak, vermek ya da yapmamak gibi).
Nisbi haklardaki görevin üçüncü kişilerce ihlal edilmesi mümkün değildir. Bir satım sözleşmesinde satıcı alıcıya malı teslim etmek, alıcı da malın bedelini (semeni) ödemek yükümü altına girer.
Bu ilişkide her iki tarafın da bir nisbi hakkı bulunmaktadır. Bir taraf malın teslimini, diğer taraf da malın bedelini karşı taraftan isteme hakkını bu şekilde haiz olur.
Mal teslim edilmeden bir üçüncü şahıs mala, satanın elinde iken zarar verecek olursa, üçüncü kişiden zararın tazminini ancak malı henüz teslim etmemiş olan satıcı isteyebilir.
Çünkü malın mülkiyeti (mutlak hak) hâlâ kendisine aittir. Oysa nisbi hak olarak malın teslimini isteyebilecek alıcının, mala satıcının elinde iken zarar veren üçüncü şahsa karşı böyle bir tazminat talep hakkı bulunmamaktadır.
3. Mutlak haklarla nisbi haklar arasındaki bir başka fark sayılarında ortaya çıkar. Mutlak haklar belli sayıdadır. Kanunda öngörülen mutlak haklar dışında yeni mutlak haklar yaratılması mümkün değildir. Mutlak haklar, maddi mallar üzerindeki mutlak haklar (ayni haklar), maddi olmayan mallar üzerindeki haklar ve kişilik haklarıdır. Nisbi haklarda ise aile hukukunda öngörülmüş bulunan sınırlı sayıdaki nisbi haklar haricinde nisbi haklar çok çeşitlilik göstermektedir. Sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde borç ilişkilerinden doğan nisbi haklar bu şekildedir.
4. Mutlak haklar bir mal ya da kişi üzerinde doğrudan doğruya sahip olunan iktidar hakları iken, nisbi hakların konusunu bir edimin yerine getirilmesi (bir şeyin verilmesi, yapılması ya da yapılmaması) yönündeki talepler teşkil eder.

Konularına Göre Özel Haklar
Özel haklar korudukları menfaatin maddi ya da manevi oluşuna göre
• Malvarlığı (mamelek) hakları ve • Kişilik hakları şeklinde ayrılırlar

1. Malvarlığı (Mamelek) Hakları
Malvarlığı (mamelek), bir kişinin sahip olduğu şeylerin bütünüdür. Malvarlığı hakları, kişilerin maddi menfaatlarini koruyan haklardır. Hukuki açıdan da “malvarlığı hakları”, kişilerin para ile ölçülebilir nitelikte olan, paraya çevrilebilen, kural olarak başkalarına devredilebilen ve miras yoluyla intikal eden hak ve borçlarının bütününü ifade eder.
Malvarlığı hakları aktif ve pasif kısımdan oluşur.Aktif kısma kişinin para ile ifade edilebilen tüm hakları girerken, Pasif kısım kişinin borçlarından oluşur
Taşınır ve taşınmaz eşyalar üzerindeki haklar (örneğin mülkiyet hakkı, sınırlı ayni haklar), Fikir ve sanat eserleri üzerindeki haklar (örneğin telif hakkı), Nisbi haklar (örneğin maddi alacak hakkı), Maddi değeri olan yenilik doğuran haklar malvarlığı hakları arasındadır.
Malvarlığı haklarından, ölçülebilen, tartılabilen ve sayılabilen, başka bir ifade ile biri diğerinin yerine ikame edilebilen haklara “maddi malvarlığı hakları”, Buna karşı fikir ve sanat eserleri üzerindeki haklara da “manevi malvarlığı hakları” denilmektedir.

2. Kişilik (Kişi Varlığı) Hakları
Kişilerin, değerleri para ile ölçülemeyen, paraya çevrilemeyen, başkalarına devredilemeyen ve miras yoluyla da intikali mümkün olmayan, sahibi için sadece manevi bir değer ifade eden haklarına “kişilik (kişi varlığı/şahsiyet) hakları” denilmektedir.Bu haklar kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar olup kişinin ölümü ile sona ererler.Kişilik hakları arasında, kişinin adı, vücut tamlığı, şeref ve haysiyeti, resmi üzerindeki hakları, özgürlüklerine karşı saldırıda bulunmaktan kaçınmalarını herkesten isteme hakkı sayılabilir.
Gerçek kişiler gibi tüzel kişiler de nitelikleriyle bağdaştığı ölçüde kişilik haklarına sahiptirler.
Kullanılmalarına Göre Özel Haklar
Kullanma yetkisi bakımından, hak sahibine bağlılıklarına göre özel haklar,
• Devredilebilen haklar ve • Devredilemeyen haklar şeklinde ikiye ayrılır.

Devredilebilen Haklar
Devredilebilen haklar, sağlararası bir hukuki işlemle başkalarına devredilebilen, miras yolu ile de intikal eden haklardır. Özel hakların büyük bir kısmı devredilen haklar kategorisindedir (mülkiyet hakkı, telif hakkı, kira hakkı, alacak hakkı ).
Bu tür haklar temsilci aracılığıyla da kullanılabilir. Ancak, malvarlığı haklarından bazıları başkalarına devredilemeyecekleri gibi miras yoluyla da intikal etmezler (örneğin intifa hakkı, oturma hakkı, nafaka hakkı).

Devredilemeyen Haklar
Devredilemeyen haklar, sağlararası bir hukuki işlemle başkalarına devredilemeyen, miras yolu ile de intikal etmeyen haklardır. Kişiye bağlı haklar, kişi ile hak arasındaki sıkı ilişki nedeniyle sadece hak sahibi kişi tarafından kullanılabilen haklardır. Bu haklar başkalarına devredilemedikleri gibi, miras yoluyla da intikal etmezler. Malvarlığı haklarının bir bölümü de kişiye bağlı haklardandır (örneğin, ayni haklardan oturma hakkı, yararlanma hakkı ).
Başkalarına devredilemeyen ve miras yoluyla da intikal etmeyen haklardan bir bölümü de sahibine çok sıkı şekilde bağlıdır. Bu tür haklara kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar denilmektedir.
Kişilik hakları bu şekilde kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardır. Bu haklarda hakkın kullanılmasına karar verme yetkisinin başkasına tanınması (yasal temsilci) söz konusu olmaz (örneğin, kişiliği koruyan davalar, nişanı bozma hakkı ).
Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanılamamasının adaletsizliğe ve katlanılması güç bir duruma yol açacağı çok istisnai hallerde bu hakkın yasal temsilci aracılığıyla kullanılması da kabul edilmektedir (örneğin, ayırt etme gücüne haiz olmayan bir kişiye eşi tarafından fena muamelede bulunulması halinde o kişinin yasal temsilcisi eşe karşı boşanma davası açabilecektir).
Hakkın sıkı sıkıya kişiye bağlı olması, hakkın kullanılmasına ancak hak sahibinin karar verebileceği anlamını taşır. Ancak hak sahibi hakkı kullanmaya karar verdikten sonra, bu hakkın kullanılması için bir iradi temsilci aracılık edebilecektir [evli bir kişi boşanmaya karar verdikten sonra, boşanma davasını açıp yürütmek üzere bir avukatı (iradi temsilci) vekil tayin edebilir].

Amaçlarına Göre Özel Haklar
Bir kısım haklar kullanılmalarıyla birlikte yeni bir hukuki durum ortaya çıkarırken bir kısım haklar kullanıldıklarında yeni bir hukuki durum yaratmazlar.
• Yenilik doğuran (inşai) haklar ve • Alelade haklar (yenilik doğurmayan yalın haklar) olarak ikiye ayrılmaktadırlar.
Yenilik Doğuran Haklar
Yenilik doğuran (inşai) hak, özel bir hukuki duruma dayanarak hak sahibinin tek taraşı irade açıklaması (beyanı) ile yeni bir hukuki ilişki kurabilme, mevcut hukuki ilişkiyi değiştirebilme veya ortadan kaldırabilme yetkisini ifade eder.
Yenilik doğuran (inşai) haklar, kural olarak hak sahibi tarafından tek taraflı bir irade açıklamasıyla kullanılır ve bu açıklamanın karşı tarafa ulaşmasıyla da sonuçlarını doğurur.
Sözleşmeye taraf olan kişinin veya üçüncü kişinin irade açıklamasına ihtiyaç yoktur. Yenilik doğuran haklar, çoğunlukla tek taraflı bir hukuki işlemle kullanılmakla birlikte, istisnaen dava yoluyla da kullanılırlar.
Böyle bir durumda yenilik doğuran haklar, tek taraflı bir irade beyanı ile değil, yenilik doğuran (inşai) bir mahkeme kararı ile doğar (örneğin; vasiyetnamenin iptali kararı; evlilik birliğinin iptali kararı; bir derneğin, bir kooperatifin, bir anonim şirketin genel kurulunun aldığı kararın iptaline dair karar).
Yenilik doğuran hakları üç grupta toplanmaktadır:
• Kurucu (yaratıcı) yenilik doğuran haklar
• Değiştirici yenilik doğuran haklar
• Bozucu yenilik doğuran haklar

Kurucu (yaratıcı) yenilik doğuran haklar:
Kurucu yenilik doğuran hakkın kullanılması ile yeni bir hukuki ilişki yaratılır, başka bir ifade ile bir hak kazanılır. Hak sahibi iradesini açıklamak suretiyle yeni bir hukuki ilişkinin doğmasını sağlar.
Bir sözleşme kurulurken taraflardan birinin yapmış olduğu öneriyi (icabı) karşı tarafın kabul etmesi (kabul beyanı), kurucu yenilik doğuran haklardandır.
Değiştirici yenilik doğuran haklar:
Değiştirici yenilik doğuran haklar, tek taraflı irade açıklaması ile mevcut bir hukuki durumun değiştirilmesi sonucunu doğururlar. Örneğin; boşanma davası açmaya hakkı olan eşe tanınan boşanma veya dilerse ayrılık davası açabilme hakkı, seçimlik borçlarda borçlu tarafından seçim hakkının kullanılması, satılanın ayıplı çıkması halinde satış bedelinden (semenden) indirim yapılmasını isteme hakkı.

Bozucu yenilik doğuran haklar:
Bozucu yenilik doğuran haklar, hak sahibi tarafından kullanılmaları ile mevcut bir hukuki durumu ortadan kaldıran haklardır.Boşanma/ayrılık talep etmek; önceki vasiyetname ortadan kaldırılmaksızın yeni bir vasiyetname yapılmak suretiyle önceki (tamamlanmamış) vasiyetnamenin iptali; kira, hizmet, adi şirket sözleşmelerindeki feshi ihbar hakkı, vekaletten azil ya da istifa hakkı gibi.
Alelade Haklar
Hak sahibinin hakkını kullanmasıyla herhangi bir yeni hukuki ilişki doğurmayan haklara alelade haklar (yenilik doğurmayan/yalın haklar) denir.
Kapsamına ergin olmayan çocuğa (küçüğe) öğüt vermek, ihtarda bulunmak, çocuğun mallarını yönetmek, onu temsil etmek haklarının da girdiği sadece anne ve babalara tanınmış olan velâyet hakkı, bu tür hakların örneğini oluşturur.
Esasen anne ve babanın velayet hakkını kullanmalarıyla yeni bir hukuki durum ortaya çıkmadığı gibi, mevcut hukuki durumda bir değişiklik olmaz yahut mevcut hukuki durum ortadan kalkmaz.
Bağımsız Olup Olmamalarına Göre Özel Haklar
Özel haklar, elde edilmeleri yönünden başka bir hakka bağlı olup olmamalarına göre,
• Bağımsız haklar (asıl haklar) ve • Bağımlı haklar olmak üzere ikiye ayrılırlar:

Bağımsız Haklar
Bağımsız haklar (asıl haklar), herhangi bir hakka bağlı olmayan hakları ifade eder.Bu haklar, hak sahibinin doğrudan doğruya sahip olduğu haklar olup, (istisna teşkil eden oturma hakkı, intifa hakkı gibi devredilemeyen bağımsız haklar hariç olmak üzere) başkalarına devredilebilir, miras yolu ile de mirasçılarına intikal eder (örneğin; mülkiyet hakkı, alacak hakkı, fikri haklar).

Bağımlı Haklar
Bağımlı haklar (fer’i haklar/yan haklar) ise bağımsız bir hakka belirli bir bağlılığı olan, asıl hak bulunmaksızın mevcut olmayan hakları ifade etmektedir. Bağımlı haklar, asıl (bağımsız) hakların amacına ulaşmasına yardımcı olmayı (alacaklının kefile karşı sahip olduğu hak), bu hakları güçlendirmeyi, bu haklara güvence vermeyi (ipotek hakkı) ya da o hakların kapsamını genişletmeyi (bir sözleşmede yer alan faiz talepleri) amaçlamaktadır.
!!! Bağımsız haklar, herhangi bir hakka bağlı olmayan haklardır. Bağımlı haklar ise, bağımsız bir hakka belirli bir bağlılığı olan, asıl hak bulunmaksızın mevcut olmayan haklardır.

Aöf Hukukun Temel Kavramları Dersi 6.Ünite Ders Notları
HAKKIN KAZANILMASI
Hakkın Kazanılmasına Yol Açan Sebepler

Bir hakkın bir kişiye bağlanmasına hakkın kazanılması adı verilir.Her hakkın bir sahibi var. Sahipsiz bir haktan söz edilemez.Bir hakkın herhangi bir kişiye bağlanması ve o kişinin hak sahibi haline gelmesi de kendiliğinden olmaz.
Bir hakkın kazanılmasına, başka bir ifade ile hakkın doğumuna yol açan olgular üç tanedir. Bunlar;
• Hukuki olay, • Hukuki fiil ve • Hukuki işlemdir.
1. Hukuki olay, hukuk düzeninin kendilerine hukuki sonuçlar bağladığı olaylardır. Gerçekten kanun koyucu dış dünyada meydana gelen olayların bir kısmına hüküm ve sonuç bağlamıştır (örneğin, doğum ve ölüm).

Hukuki olaylar iki grupta toplanır. Bunlar,

• Geniş anlamda hukuki olay • Dar anlamda hukuki olaydır.
Geniş anlamda hukuki olay, kanun koyucunun kişi iradesi sonucu olup olmadığına bakmaksızın hüküm ve sonuç bağladığı olayları ifade eder
[örneğin; kişiliğin, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlaması ve ölümle sona ermesi); mirasın, miras bırakanın ölümüyle açılması].
Dar anlamda hukuki olay ise kişi iradesi sonucu olan ve hukuk düzeni tarafından kendisine hukuki sonuç bağlanan olaylardır ki, bunlara hukuki fiil denir.

2. Hukuki fiil, hukukun kendisine hukuki sonuç bağladığı insan iradesini (insan davranışlarını) ifade eder. Diğer bir ifade ile hukuki olaylar içinden, sadece insanların davranışlarının ürünü olanlar, hukuki fiilleri meydana getirir.
• Hukuka uygun fiiller (hukuk düzeninin onayladığı fiiller) ve • Hukuka aykırı fiiller (hukuk düzeninin uygun bulmadığı fiiller) olmak üzere ikiye ayrılır.

Hukuka uygun fiiller:
Hukuka uygun fiiller, hukuk düzeninin uygun gördüğü, onayladığı ve kendilerine hukuki sonuçlar bağladığı davranışları ifade eder.
Hukuka uygun fiiller,
• İrade veya iş ve emek açıklamaları,
• Bilgi veya haber verme (tasavvur) açıklamaları ve
• Duygu açıklamaları olmak üzere üç gruptur.

1. İrade veya iş ve emek açıklamaları,
• Hukuki işlem, • Hukuki işlem benzeri fiiller • Maddi fiiller olmak üzere üçe ayrılır:
a. Hukuki işlem, bir veya birden fazla kişinin hukuki bir sonuca yöneltilmiş irade açıklamasıdır. Diğer ifade ile hukukun, kişinin davranışına, onun iradesine uygun sonucu bağlaması halinde hukuki işlem ortaya çıkar
[örneğin, satış sözleşmesi, bağışlama sözleşmesi birer hukuki işlemdir ].Hukuki işlemlerde,
• İrade açıklaması ve • Hukuki sonuç olmak üzere iki unsur bulunur.b. Hukuki işlem benzeri fiillerde, irade açıklaması sadece sonuca yöneliktir, hukuki sonuç bu irade açıklamasından bağımsız olarak meydana gelir.
Örneğin, muaccel bir borcun borçlusunun alacaklının ihtarıyla temerrüde düşeceğini düzenleyen TBK m.117 hükmündeki ihtar hukuki işlem benzeri bir fiildir. İhtarın amacı borçlunun borcunu ödemesine yöneliktir. Ancak borçlunun temerrüde düşmesi şeklinde bir hukuki sonuç kendiliğinden ortaya çıkmaktadır .
c. Maddi fiiller, bir irade açıklamasına yönelik olmayan fiillerdir. Bu tür fiillerde bir açıklama bulunmamaktadır.Maddi fiil söz konusu olduğunda, kanundan dolayı hukuki sonuç ortaya çıkmaktadır.
[örneğin, TMK m.772/3 hükmü gereğince (maddi bir fiil olarak) define bulmuş bir kişi kanundan dolayı değerinin yarısını aşmamak üzere uygun bir ödül isteyebilecektir].

2. Bilgi veya haber verme (tasavvur) açıklamaları ile meydana gelmiş bir olay ilgili kişi ya da kişilere bildirilir. Bu tür bildirimlerden de hukuki sonuçlar ortaya çıkabilmektedir (örneğin, bir kişinin bir başka kişiyi vekil tayin etmesi).

3. Duygu açıklamaları kanun koyucu istisnaen bir duygu açıklamasına da hukuki sonuç bağlayabilmektedir
(örneğin TMK m.578’deki mirastan yoksunluk nedenlerinden birinin varlığı nedeniyle mirasçı olamayacak bir kişiyi, miras bırakan affederse o kişi mirastan mahrum edilemez).
Hukuka aykırı fiiller:
Hukuk düzenini ihlal eden hukuka aykırı davranışlar karşısında kanun koyucu sessiz kalmamış bu davranışlara da hüküm ve sonuçlar bağlamıştır.
Kişinin hukuk düzenince onaylanmayan davranışı, borcun yerine getirilmesini engelliyorsa akde aykırılık, objektif bir hukuk kuralını ihlal ediyorsa kanuna aykırılık ortaya çıkar.
Hukuka aykırı fiiller, herkese veya sadece belirli kişilere genel veya özel nitelikte ödevler yükleyen bir hukuk kuralının (hukuk normunun) ihlâl edilmesiyle ortaya çıkar.
• Haksız fiiller ve • Borca aykırı fiiller olmak üzere ikiye ayrılır.
Haksız fiillerde taraflar arasında önceden mevcut bir hukuki ilişkiye aykırılık söz konusu olmaz. Hatta taraflar arasında bir hukuki ilişki de mevcut değildir.
örneğin, bir kişinin bir başka kişiyi yaralaması; bir kişinin arabasıyla bir başka araca çarpması, göstericilerin bir mağazanın vitrinine ve içindekilere zarar vermesi.
Taraflar arasında daha önceden mevcut bir hukuki ilişkiye aykırı bir davranışta bulunuluyorsa borca aykırılık söz konusu olur. örneğin, bir borçlunun bir sözleşmeden doğan borcunu alacaklısına zamanında ifa etmemesi.

HUKUKİ FİİLLER
Hukuka Uygun Fiiller Hukuka Aykırı Fiiller

İrade, İş veya Emek Açıklamaları Haksız Fiiller Bilgi Açıklamaları Borca Aykırı FiillerDuygu Açıklamaları
*** Hakların doğumu ve kaybı hukuki olaylar, hukuki fiiller ve hukuki işlemler vasıtasıyla olmaktadır. Haklar, özellikle de malvarlığı hakları
• Aslen kazanma ve • Devren kazanma olmak üzere iki şekilde kazanmak olmak üzere iki şekilde kazanılır

Hakkın Aslen Kazanılması

Kişinin o ana kadar kimsenin malı olmayan bir şey üzerinde kendi fiili ile kendi lehine bir hak kurmasına, hiçbir aracı olmadan şey üzerinde ilk defa hak kurmasına, kazanmasına (iktisap etmesine) “hakkın aslen kazanılması” denir.
Diğer bir ifade ile o zamana kadar hiç kimseye ait olmayan ve aslında daha önceden mevcut olmayan bir hakkı, kişi kendi fiiliyle elde etmekte, onun ilk sahibi olmaktadır.
Aslen kazanma hukuki olay, hukuki fiil ya da kanundan kaynaklanır.
Hakların aslen kazanılması, maddi mallar (eşya) üzerinde olabileceği gibi, maddi olmayan mallar veya kişiler üzerindeki haklara ilişkin de olabilir.
Bir yazarın yayımlanmış kitabı üzerindeki telif hakkı, yeni bir buluşa ilişkin patent hakkı yahut anne ve babanın yeni doğmuş çocukları üzerindeki velayet hakkı da bir başkasından devralınmamakta, aslen kazanılmaktadır.
Başkasına ait bir eşyayı zamanaşımı ile kazanma da aslen kazanmadır.
Kanunda öngörülen koşullarla belli bir sürenin geçmesi sonucunda kazandırıcı zamanaşımı ile bir kişinin bir taşınmaz ya da taşınır üzerindeki mülkiyet hakkını kazanması da bir aslen kazanmadır.
Sahipsiz bir taşınmaz üzerinde aslen mülkiyet hakkının kazanılmasını sağlayan “işgal” ve sahipsiz taşınırlar üzerinde bu yolla mülkiyet hakkının kazanılmasına imkan veren “ihraz” hükmü de hukuki fiille aslen kazanmanın örneklerindendir.

Hakkın Devren Kazanılması
Bir kişinin bir hakkı o zamana kadar sahibi olan kişiden elde etmesidir.Devren kazanmada bir hak eski sahibinden yeni bir hak sahibinin malvarlığına geçmekte, bir kişi hakkı kaybederken diğeri devren kazanmaktadır. Hakların devren kazanılması, genellikle bir hukuki işlemle bir başka kişiye geçirilmesi veya miras yoluyla olur. Devren kazanmada, hakkı kazanana “halef” denilmektedir. Hak, bütün alacak (aktifi) ve borçları (pasifi) ile devrediliyorsa, “külli halefiyet” söz konusu olur Örneğin, mirasın intikalinde, mirasçının miras bırakanın haklarına sahip ve borçlarından sorumlu olması. Sadece bir kısım haklar bir kimseden başka bir kimseye devir yoluyla geçiriliyorsa “cüz’i halefiyet” söz konusudur Örneğin, taşınırlarda “teslim”, taşınmazlarda “tescil” ve alacaklarda “temlik” işlemiyle hakların başkasına geçmesi.

Hakların Kazanılmasında İyi niyet
İyi niyet Kavramı

İyi niyet kavramı, bir hak kazanılırken hakkın kazanılmasına engel olan bir sebebin mevcudiyeti veya o hakkı kazanma için gerekli olan bir unsurun yokluğu hakkında gerekli özeni göstermesine rağmen kişide var olan, makul görülebilen bir yanlış bilgi ya da bilgisizliği ifade eder.
Esasen iyi niyet kavramı, bir olayı bilmek veya bilmemek şeklindeki subjektif bir esasa dayanır. İyi niyet, esas itibarıyla bir kişideki dürüstlüğü, kişisel ahlâkı göstermektedir.
Bir hakkın doğumuna veya kazanılmasına engel olan fiili veya hukuki bir unsuru makul bir özür kabul edilecek bir nedene dayanarak bilmeyen veya bilmesi mümkün olmayan kişi iyi niyetli sayılırken,
bu tür bir engeli bilen veya bilmesi gereken kişi “kötü niyetli (suiniyetli)” olacaktır.
TMK m.3’te yer alan “Kanunun iyi niyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyi niyetin varlığıdır” şeklindeki hüküm, içi boş bir genel hüküm niteliği taşır. Bu hüküm ile herkesin iyiniyetli olduğu farz ve kabul edilmiştir.

Bu şekilde de iyi niyet bir karine niteliği kazanmıştır.
Karine, mevcut ve bilinen olgulardan, bilinmeyen bir olgunun varlığı sonucunu çıkarmaktır. İddiasını karineye dayandıran kişi, bu karine dolayısıyla iddiasını ispat yükünden kurtulmakta, ispat yükü karşı tarafa geçmektedir.
İyi niyet sadece kanunun iyi niyeti düzenlediği durumlarda ortaya çıkmaktadır.
İyi niyetli kişi iyi niyetin varlığını ispat etmek zorunda değildir.
İyi niyetin Unsurları :

1. Kişi hatalı (yanlış) bir bilgiye sahip veya bilgisiz olmalıdır.
2. Bu hatalı (yanlış) bilgi veya bilgisizlik kendi kusurundan ortaya çıkmış olmamalıdır. Başka bir ifade ile, mazur görülebilir bir hatalı (yanlış) bilgi veya bilgisizlik bulunmalı; gereken özenin gösterilmesi ihmal edilmiş olmamalıdır.
3.Bu hatalı (yanlış) bilgi veya bilgisizlik; ya yalnız hakkın doğumu veya kazanılması anında bulunmalı ya da devamlı olarak mevcut olmalıdır.

İyi niyetin Sonuçları :
İyi niyetin en önemli sonucu (hükmü), hakların kazanılmasını sağlamasıdır.Bir hakkın kazanılması için gerekli olan unsurlar mevcut olmasa dahi, iyi niyetli davranan kişi, bu hakkı geçerli olacak bir şekilde kazanmış olur.
Ancak bazı istisnai hallerde kişi iyi niyetli de olsa, hakkı kazanması söz konusu olmayacaktır. Bu istisnai haller; iyi niyetin, daha öncelikli korunması öngörülmüş olan yararlarla çatışması nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

Bu istisnai haller,
• Ayırt etme gücü bulunmayan kişinin korunması• Malı çalınanın korunması• Malı elinden rızası olmadan çıkmış olan kişinin korunması
Malvarlığının bir kişinin rızası olmadan elinden çıkması, üç halde söz konusu olur:
a) Malı kaybolmuş kişinin korunması) Malı gasp edilen kişinin korunması
İyi niyetli olma sonuçlarını, diğer örnekler bir yana, özellikle
• Eşya hukuku, • Aile hukuku, • Miras hukuku ve • Borçlar hukukunda göstermektedir.
Eşya Hukukunda
İyi niyetli olma sonuçlarını en çok eşya hukukunda ayni hakların, özellikle de mülkiyet hakkının kazanılmasında gösterir. Mülkiyet hakkı açısında iyi niyetin sonuçları taşınır ve taşınmazlar için ayrı ayrı incelenebilir.

Taşınırlar Üzerinde Mülkiyet Hakkının iyi niyetle Kazanılması

Taşınır mülkiyetinin konusu, nitelikleri itibarıyla taşınabilen maddi şeyler ile edinmeye elverişli olan ve taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen doğal güçlerden oluşur . Taşınırlar üzerindeki mülkiyet hakkının iyi niyetle kazanılıp kazanılamayacağı, o taşınır malın sahibinin elinden rızası ile çıkıp çıkmamasına göre belirlenmektedir.
Sahibinin elinden isteğiyle çıkan taşınırlarda, sahibi tarafından kullanım ödüncü, saklama sözleşmesi vb. hukuki işlemle belli bir süreliğine bir başkasına verilmiş olan eşyaya bırakılmış eşya denir.
Bir kişi bir taşınırını kiraya vermiş ya da rehin olarak bırakmışsa bu eşyalar da sahibinin elinden isteğiyle çıkmış demektir.
Sahibinin elinden isteği olmadan çıkan taşınırlarda ise durum daha farklıdır. Sahibinin elinden isteği dışında çıkan mal (eşya), çalınmış, kaybedilmiş veya iradesi dışında başka herhangi bir şekilde elinden alınmış [örneğin; elinden zorla alınmış (gasp edilmiş)] malı (eşyayı) ifade eder.
Taşınırı çalınan, kaybolan ya da iradesi dışında başka herhangi bir şekilde elinden çıkan zilyet, o şeyi elinde bulunduran herkese karşı 5 yıl içinde taşınır davası (istihkak davası) açabilecektir.

Ancak bir taşınır malı 5 yıl süre ile davasız ve aralıksız iyi niyetle ve malik sıfatıyla (malik olduğu inancıyla) zilyetliğinde bulunduran kişi, zamanaşımı yoluyla bu sürenin sonunda o taşınır malın maliki olur.
Bu durumda kişinin mülkiyet hakkını kazanabilmesi için, iyi niyetli olması, bu iyi niyetin (bir dava açılmadan ve hukuken bir kesinti olmadan) davasız ve aralıksız sürmesi ve 5 yıllık bir sürenin geçmiş olması şartları aranacaktır.
Zilyetliğin irade dışı kaybedilmesi halinde zilyet, bir yıl içinde malı (eşyayı) ele geçirir veya açacağı dava yoluyla onu yeniden elde ederse zamanaşımı kesişmiş olmaz.
!!! Bir eşyayı 5 yıl süre ile davasız ve aralıksız iyi niyetle ve malik sıfatıyla (malik olduğu inancıyla) zilyetliğinde bulunduran kişi, zamanaşımı yoluyla o eşyanın maliki olur.

Taşınmazlar Üzerindeki Mülkiyet Hakkının Kazanılması
Taşınmazlar TMK 704. maddede sayılmıştır.
Bunlar; arazi, tapu kütüğünde ayrı sayfada kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar, kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümlerdir.
Taşınmaz üzerinde ayni haklar (mülkiyet ve sınırlı ayni haklar) kural olarak tapu siciline tescil ile kazanılır.TMK m.7 hükmü gereğince tapu sicili resmi sicillerden olduğu için doğruluğu hakkında bünyesinde bir adi karine barındırmaktadır.Bunun amacı, tapu sicilindeki kayıtlara herkesin doğrudan güvenebilmesini sağlamaktır.
!!! Taşınırlar üzerindeki mülkiyet hakkının iyi niyetle kazanılıp kazanılamayacağı, o taşınır malın sahibinin elinden rızası ile çıkıp çıkmamasına göre belirlenmektedir.

Aile Hukukunda
Aile hukukunda da iyi niyetin sonuçlarına rastlanmaktadır. Örneğin, evliyken yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği mutlak butlan kararı verilmeden önce sona erer ve ikinci evlenmede diğer eş iyi niyetli ise (yani evlendiği kişinin halen evli olduğunu bilmiyorsa) artık ikinci evliliğin butlanına karar verilemez.

Borçlar Hukukunda
Borçlar hukukunda iyi niyetin sonuçları açısından “alacağın devri (alacağın temliki)” örnek verilebilir.
Alacağın devri, bir alacağın alacaklı tarafından yazılı şekilde bir başkasına devredilmesini ifade eder.
Bu devrin gerçekleşebilmesi için borçlunun izninin alınmasına ihtiyaç yoktur. Borçluya, alacağın devredilmiş olduğu haber verilirse borcunu artık yeni alacaklıya ödemesi gerekir. Ancak borcun devredildiği kendisine bildirilmemişse, eski alacaklısına iyi niyetle borcunu ödemekle borcundan kurtulmuş olur.

HAKKIN KAYBEDİLMESİ
Bir hakkın hak sahibinin elinden çıkması, o hakkın hak sahibinden ayrılması hakkın kaybedilmesi demektir. Hakların kaybedilmesi iki grupta toplanabilir.
• Hakkın nisbi kaybı • Hakkın mutlak kaybıdır.
Bir hak sahibi, sahip olduğu bir hakkı bir başka kişiye devretmekle sahip olduğu hakkı kaybetmiş olur. Bu hakkın nisbi kaybını teşkil eder.
Hakların devren kazanılmasına yol açan bir hukuki işlem (örneğin; satış sözleşmesinde satış ile; bağışlama sözleşmesinde bağışlama ile) veya hukuki olay (örneğin; bir kişinin ölümü ile mirasın mirasçılarına geçmesi), eski sahibi bakımından hakkın kaybedilmesi sonucunu doğururlar.
!!! Hak sahibinin, sahip olduğu bir hakkın hukuki işlem, hukuki fiil ya da hukuki olay sonucunda bir başka kişiye devredilmesiyle hakkın nisbi kaybı gerçekleşir.
Bir hakkın kaybı sonucunda hak tamamen ortadan kalkıyorsa hakkın mutlak kaybı söz konusu olur. Hakkın mutlak kaybı da bir hukuki olay, hukuki fiil ya da hukuki işlem sonucu gerçekleşebilir.
Bir HUKUKİ OLAY olan ölümün gerçekleşmesiyle hak sahibinin kişilik hakları, bu tür haklar mirasçılarına intikal edemeyeceğinden tamamen ortadan kalkar. Aynı şekilde hak sahibinin ölümüyle (varsa) sahip olduğu velayet hakkı da son bulur.

Hak konusu şeyin telef olması da o şey üzerindeki hakkı sona erdirir. örneğin; bir kişinin kedisinin ölmesi; arabasının yanarak kullanılamayacak hale gelmesi; teknesinin açık denizde batması.
Kazandırıcı zamanaşımı ile yeni bir kişi hak kazandığında, önceki hak sahibinin hakkı ortadan kalkar. Bu kaybın sebebi, belli bir sürenin geçmesinden yararlanılarak yeni bir hakkın kazanılmış olmasıdır.
Hak düşürücü süre de belli bir süre içinde kullanılması gereken bir hakkın kullanılmaması nedeniyle hakkın sona ermesine neden olur.örneğin; TMK m.606 hükmüne göre mirasçılar miras bırakanın ölümünü öğrendikleri tarihten itibaren 3 ay içinde mirası reddetme hakkına sahiptirler. Bu süre içinde mirası reddetme hakkını kullanmamış mirasçı mirası kayıtsız şartsız kazanmış olur.

Bir HUKUKİ FİİL de hakların mutlak olarak kaybedilmesine yol açabilir. Bir kişinin bir taşınırını terk etmesi de ( örneğin; sahip olduğu bir eşyasını çöpe atması )hakkı sona erdirir.Bu şekilde terkedilmiş bir eşya sahipsiz eşya haline gelir.
TMK m.578 “mirastan yoksunluk” başlığı altında mirasçılık hakkının kaybedileceği halleri saymıştır. Bunlardan birisi de mirasçılardan birinin miras bırakanı öldürmesi halidir. Miras bırakanı ördürmüş bir mirasçı bu hükme göre mirasçılık hakkını kaybetmiş olur. Türk Medeni Kanunu’nda zina bir boşanma sebebi olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Ancak dava hakkı olan eş, diğerini affeder ve süresi içinde dava açmazsa bu hakkını kaybetmiş olur.
Bir HUKUKİ İŞLEM de hakkın mutlak kaybına neden olabilir. Feragat halinde bir hukuki işlemle hak sona erebilir. örneğin; mirastan feragat sözleşmesiyle mirastan feragat eden, mirasçılık sıfatını, dolayısıyla miras hakkını kaybeder.Aynı şekilde kamulaştırma da taşınmaz mülkiyetinin bir hukuki işlemle mutlak kaybına yol açmaktadır.

HAKKIN KULLANILMASI
Hakkın Kullanılması ve Sınırları
Hakkın Kullanılması, kişinin hukuk düzenince korunan menfaatleri (haklar›) çerçevesinde, kendisine tanınan yetkilerinden faydalanmak üzere harekete geçmesidir.
Davranış kuralları, kişilerin haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken hangi kurallara göre hareket edeceklerini gösteren, başka deyişle hakların kapsamını ve içeriğini düzenleyen kurallardır.
Hakkın Kullanılmasında Dürüst Davranma(Dürüstlük Kuralları)
Bu yazılı olmayan kurallar kişiler dışında oluşmuş ve onlara zorla kabul ettirilmiş kurallardır. Dürüstlük kurallarını hakim önüne gelen uyuşmazlıkta tarafların bir talebi olmasa da kendiliğinden uygulamakla yükümlüdür.

Dürüstlük kuralları (objektif iyi niyet kuralları), dürüst, normal, orta zekalı, makul kişilerin, toplum içinde karşılıklı güvene, ahlaka ve dürüstlüğe dayalı davranışları sonucunda ortaya çıkan ve toplumun ihtiyaçlarıyla iş hayatının gereklerine uygun olduğu ölçüde herkesçe benimsenen yazılı olmayan kuralların tümünü ifade etmektedir.

Bir hak sahibi hakkını kullanırken, bir borçlu borcunu ifa ederken bu esaslara uygun hareket etmiş mi etmemiş mi ona bakılacak ve dürüstlük kurallarına uygun davranıp davranmadığı belirlenecektir.

Her hukuki olayda kişilerin haklarını kullanırken veya borçlarını yerine getirirken dürüst davranıp davranmadıklarını hakim takdir edecektir.

Hakim, kişilerin dürüst davranıp davranmadıklarını belirlerken, dürüst, namuslu, makul, hareketlerinin sonuçlarını düşünebilen, sorumluğunun kapsamını bilen bir farazi kişinin ne şekilde hareket edebileceğini göz önünde bulundurarak uyuşmazlık hakkında sonuca varacaktır.!!! Dürüstlük ilkesi, ister kanundan, ister sözleşmeden yahut sözleşme öncesi ilişkiden doğmuş olsun, ortaya çıkan hakların kullanılmasına, bir borç doğmuşsa da borcun ifasına ilişkin olacaktır

Bir hakkın kullanılması, sözleşmeye dayalı olabilir.Sözleşme yapıldıktan sonra, sözleşmeye ilişkin hal ve şartlarda önemli değişiklikler ortaya çıksa ve bu nedenle de borçlunun ifa edeceği edim daha da ağırlaşsa bile ahde vefa ilkesi gereği sözleşmenin aynen ifa edilmesi gerekir. Ancak bu durum mutlak değildir, istisnaları da vardır.

Sözleşme yapılırken önceden öngörülemediği için sözleşmede hükme bağlanmamış olan olağanüstü bir halin sonradan ortaya çıkması halinde sözleşmenin aynı şartlarla yerine getirilmesi borçlunun ciddi şekilde zarar görmesine hatta mahfına yol açacağından, sözleşmedeki mevcut hükümlere göre ifanın istenmesi dürüstlük kurallarına uygun olmaz. Böyle bir durumda hakim borçlunun talebi üzerine sözleşmeyi yeni durum ve şartlara uygun olarak değiştirmeli, sözleşmeden dönülmesine imkân tanımalı ya da dürüstlük kurallarının gerektirdiği hallerde ileriye etkili sonuçlar doğuracak şekilde sözleşmenin feshine karar vermelidir. Bu yaklaşıma Emprevizyon teorisi ( öngöremezlik teorisi ).
!!! Dürüstlük kuralları normal, orta zekâlı, makul, dürüst kişilerin, toplum içinde karşılıklı güvene, ahlaka ve dürüstlüğe dayalı davranışları sonucunda ortaya çıkan ve toplumun ihtiyaçlarıyla iş hayatının gereklerine uygun olduğu ölçüde herkesçe benimsenen kurallardır.

Hakkın kötüye kullanılmasından bahsedebilmek için, bazı koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Bu koşullar şunlardır:
1- Hukuk düzeni (kanun) tarafından tanınmış bir hakkın varlığı, 2- Bu hakkın ( haklı bir menfaatin yokluğu, hakkın sosyal veya ekonomik amacından saptırılması gibi ) açıkça dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması, 3- Hakkın dürüstlük kuralına aykırı kullanılmasından başkalarının zarar görmüş veya zarar görme tehlikesiyle karşılaşmış olmaları.

HAKKIN KORUNMASI
Daha önce de dile getirildiği üzere kısa tanımıyla hak, kişinin hukuk düzenince korunan menfaatleri olduğuna göre hak sahibinin hakkı ihlâl edildiğinde hukuk düzenince korunması gereği ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde modern hukuk sistemlerinde hakların devlet eliyle korunması ilkesi benimsenmiş olup, hak sahibi hakkını devletin yargı organları önünde dava açarak ve bu organların zorlamasıyla elde edebilmektedir.
Kanun ancak çok istisnai hallerde kişinin kendi hakkını doğrudan doğruya korumasına müsaade etmiştir. Bu ihtimal ya hakka saldırana karşı korunmak ya da ileride doğacak bir tehlikeye karşı korunmak amacıyla ortaya çıkabilmektedir.

Talep Hakkı ve Hakkın Devlet Eliyle Korunması
Bir kişinin sahip olduğu talep hakkı, bir kişinin hakkını elde etmek veya hakkına saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla sözlü ya da yazılı olarak karşı tarafa yönelttiği isteme yetkisidir. Diğer bir ifade ile talep hakkı, hukuki ilişkinin içeriğini oluşturan edimin yerine getirilmesini, yükümlü olan kişiden istemek yetkisidir.
Talep hakkı, asıl hakka bağlı bir yetkidir. Mutlak haklarda talep hakkı, mutlak hakkın üçüncü kişi tarafından ihlâl edilmesi ile ortaya çıkar. Nisbi haklardan alacak hakkında talep hakkı; hak sahibinin karşı tarafa hukuki ilişkinin konusuna uygun olarak, bir şeyi vermesi, yapması veya yapmaması için doğrudan doğruya başvurmasını ifade etmektedir.
Dava hakkı, talep hakkını Devletin tarafsız ve bağımsız yargı organları (mahkemeler) önünde ileri sürme ve onlar aracılığı ile yerine getirilmesini isteme yetkisini ifade eder.
!!! Bir kişinin hakkının korunması ya da elde edilmesi, bir uyuşmazlığın halli veya önlenmesi yahut bir kişiye karşı hukuki bir etkinin sağlanması için mahkeme yoluyla Devletin harekete geçmesinin istenmesine dava denir.
Çekişmeli yargı (nizalı kaza) karşılıklı bir uyuşmazlığın söz konusu olduğu, davacı ve davalı arasında gelişenyargı türüdür (boşanma davası, tahliye davası, babalık davası, tazminat davası vb.). Çekişmesiz yargı (nizasız kaza) ise karşılıklı bir uyuşmazlığın bulunmadığı dolayısıyla davalının yer almadığı, usulen görülen yargı türüdür (isim değiştirmek için açılan dava, yaş düzeltilmesi için açılan dava vb.).
Bir kişinin borcunu zamanında ödemeyen borçlusuna karşı açtığı alacak davası çekişmeli yargı örneği iken, bir kişinin mirasçısı olduğu bir kişinin ölümü üzerine mahkemeye başvurup veraset ilamı talep etmesi çekişmesiz yargı örneği teşkil eder.HUKUK DAVASININ TÜRLERİ

Eda Davası Tespit Davas İnşai DavasBelirsiz Alacak DavasıTopluluk Davası
• Eda davası ile mahkemeden, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkûm edilmesi talep edilmektedir. Eda davası, davanın dayandığı hakka göre göre çeşitli isimler almaktadır
örneğin; bir zararın giderilmesi talep edilirse tazminat davası, davalının bir borcunu yerine getirmesi talep edilirse ifa davası, mülkiyet hakkına bağlı olarak bir malın iadesi talep edilirse istihkak davası söz konusu olur.

• Tespit davası ile mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilmektedir.
Maddi olaylar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamayacaktır. Bir hakkın ya da hukuki ilişkinin varlığının tespiti isteniyorsa müspet tespit davası, yokluğunun tespiti talep ediliyorsa menfi tespit davası söz konusu olur.

• İnşai dava (yenilik doğuran dava) ile mahkemeden, yeni bir hukuki durum yaratılması veya mevcut bir hukuki durumun içeriğinin değiştirilmesi yahut onun ortadan kaldırılması talep edilebilmektedir.
Kanunlarda aksi belirtilmedikçe, mahkemenin vereceği inşai hükümler, geçmişte etkili olmayacaktır.

• Belirsiz alacak davası,( yeni bir dava çeşididir ) HMK m.107 hükmüne göre, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilecek;hatta, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilecektir.

• Topluluk davası,( yeni bir dava çeşididir ) HMK m.113 hükmüne göre, dernekler ve diğer tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlâl edilmesinin önüne geçilmesi için dava açabileceklerdir.
Bir davada davalı davayı kabul ederse kural olarak dava sona erer.İkrarda da bir taraf, diğer tarafça ileri sürülen veya aleyhine hukuki sonuç doğuracak nitelikteki bir maddi vakıanın (olgunun) doğruluğunu bildirmektedir. Ancak davalı da, hak sahibinin taleplerini reddetmesini haklı gösterecek sebepler de bulunabilir.Bu gibi durumlarda davaya karşı davalının çeşitli savunma imkânları elinde var demektir.

Savunma, kural olarak üç şekilde yapılır:
• İnkâr Ederek Savunmada, davacının dayandığı olguların, olayların mevcut olmadığı iddia edilir.
• İtiraz Edilerek Savunmada, davacının ileri sürdüğü olaylara, olgulara karşı, davalı da karşı olaylar, olgular belirterek, hakkın mevcut olmadığını iddia etmektedir.
• Def’i ileri sürerek savunma, Def’i davacının ileri sürdüğü olay ve dava konusunun davalı tarafından kabul edilmekle birlikte, davalının edimini yerine getirmekten çekinmesini haklı gösterecek karşı sebeplerin ileri sürülmesini ifade eder.
örneğin; zamanaşımı süresinin geçmesi halinde zamanaşımı def’inde bulunulması; iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde önce karşı tarafın borcunu ödemesinin ileri sürüldüğü ödemezlik def’i ileri sürülmesi (dermeyanı).

Savunmada davalının ileri sürebileceği itirazla def’i arasında iki fark mevcuttur.
1. İtirazdan farklı olarak def’ide hak mevcut olmakla birlikte bazı haklı sebepler dolayısıyla hak artık dava yoluyla hiç veya geçici olarak elde edilemez hale gelmektedir (alacağın zamanaşımına uğramasında olduğu gibi).
2. Usul hukukuna göre itiraz söz konusu olduğunda hakimin itirazı re’sen dikkate alması gerekirken, def’i hakim tarafından re’sen dikkate alınamaması, davalının def’inin varlığını ileri sürmesi gerekliliğidir.
Cebri icra, borçlarını ödemeyen borçluların, devlet gücü ile borçlarını ödemeye zorlanmalarıdır.Hakkın Bizzat Sahibi Eliyle (Kişinin Kendisi Tarafından) Korunması

Kanun çok istisnai durumlarda, kişinin hakkını bizzat kendisinin korumasına izin vermektedir. Bu istisnai haller arasında
• Haklı savunma (meşru savunma / meşru müdafaa),
• Zaruret (ıztırar) hali
• Kuvvet kullanma (ihkakı hak) sayılabilir.

Meşru müdafaa (haklı savunma), bir kişinin kendisine veya malına yönelik bir saldırı söz konusu olduğunda belirli şartlar altında kuvvet kullanarak bu saldırıyı uzaklaştırma hakkına sahip olmasıdır.Ayrıca verdiği zarardan dolayı tazmin yükümlülüğü doğmayacağı gibi bu şekilde işlenen fiilden dolayı kendisine ceza da verilmez.
Zaruret (ıztırar) halinde, bir kişi kendisini veya başkasını açık ya da yakın bir zarar tehlikesinden korumak için diğer bir kişinin mallarına zarar vermektedir.Böyle bir durumda hakim, ortaya çıkan zararı tazmin yükümlülüğünü hakkaniyetegöre belirleyecektir. Evinde çıkan yangından kaçmak için balkondan yan daireye geçip komşusunun kapı ve penceresini kırmak zorunda kalan kişinin durumu bir zaruret halidir. Zaruret halinde bu kişi verdiği zararı hakkaniyete uygun olarak ödemekle yükümlü olacaktır.
Kuvvet kullanma (ihkakı hak), bir kişinin hakkını bizzat kuvvet kullanarak korumasıdır.TBK 64. maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen şartların varlığı halinde hukuka aykırı sayılmamaktadır.

Hakkın Korunmasında İspat Yükü
İspat, bir olayın veya olgunun varlığı veya yokluğu hakkında hakimin kanaat sahibi olmasına yönelik bir ikna faaliyetidir. Bir davada davacı, bir hakkın varlığını, davalı da böyle bir hakkın yokluğunu ileri sürmektedir. Dava, iddia ve savunma olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Davacı talebini çeşitli iddialara dayandırır. Davalı da bu iddialara karşı kendisini savunur.
!!! Bir davada ortaya çıkan en önemli sorun, iddia ve savunma olarak ileri sürülen olguları kimin ispat edeceğidir. Türk Medeni Kanunu da bu önemli sorunu, ispat yükü denilen bir ilkeye bağlamıştır.
İspat yükü ilkesine göre; kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, bir davanın taraflarından her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.
TMK’nın 6. maddesinde hükme bağlanmış olan “taraflardan her birini”, “hakkını dayandırdığı olguların varlığını” ispatla yükümlü tutan ilkenin bazı istisnaları bulunmaktadır. Esasen TMK m.6, “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça” kuralıyla bu istisnaların var olabileceklerini ortaya koymuştur. Böyle bir durumda, istisnalar lehine olan kimse, ispat yükünden kurtulmuş olacaktır. Bu sebeple, ispat yükü istisnai hallede ters çevrilmekte ve iddia edenin değil, karşı tarafın bu iddianın aksini ispat etmesi söz konusu olmaktadır.

Bu istisnalar arasında aşağıda yer verilen hususlar dikkat çekicidir:
• İspat yükünün kanun hükmü ile yer değiştirmesi: Bazı hallerde ispat yükü, bir kanun hükmü ile değiştirilmiş olabilir. Haksız fiillerde, bazı koşulların yanı sıra, haksız fiilde bulunan kimsenin kusurunun da ispat edilmesi zorunlu olduğu halde, sözleşmelerde, edimin ifa edilmemesinde borçlu, kusursuz olduğunu ispat ile yükümlü tutulmuştur.
• Karineler: Karine, kanun tarafından mevcut ve belli olarak kabul edilen bir olaydan, bir olgudan, bilinmeyen bir olayın, bir olgunun varlığı hakkında sonuç çıkarılmasını ifade eder.
!!! Devlet memurları veya noterler, resmî makamlar tarafından tutulan sicillere (nüfus kütüğü, tapu sicili, evlenme sicili vb.) resmi siciller denir.
!!! Noterler veya yetkili makamlar tarafından düzenlenen, mahkeme ilamları, vakıf senedi, miras sözleşmesi vb. yazılı belgelere resmî senetler denir.
!!! İddiasını resmî sicil ve resmî senetlere dayandıran taraf, karineden yararlandığı için iddiasını ispat zorunda kalmayacaktır.

İkrar: Taraflardan birinin iddiasının gerçek olduğunun karşı tarafça kabul edilmesi demek olan ikrar halinde de diğer tarafın ispat yükümlülüğü ortadan kalkar.
Aöf Hukukun Temel Kavramları 7.Ünite Ders Notlar
Özel Hukukun Dalları

• Medeni Hukuk • İş Hukuku • Ticaret Hukuku • Devletler Özel Hukuku

MEDENİ HUKUK
Medeni hukuk, gerçek ya da tüzel kişilerin toplumsal ilişkilerinde ön plana çıkan haklarını konu alır. Temeli Roma hukukunda, Roma vatandaşlarına tanınan özel hukuka dayalı olan medeni hukukta esasen insanın doğumla kazandığı haklar dışında, sonradan elde ettiği haklar da düzenlenir.
Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
1926 tarihli eski Medeni Kanun, 2001 yılında yerini yenisine bırakmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 22.11.2001’de kabul edilmiştir. Yasa toplam dört kitaptan oluşturulmuştur.
Bunlar, • Kişiler hukuku, • Aile hukuku, • Eşya hukuku ve • Miras hukuku kitaplarıdır.
Kişiler Hukuku
Medeni Kanun kişileri, gerçek ve tüzel kişiler olmak üzere ikiye ayırmıştır.Bu sebeple kişiler hukukunda da aynı yapı kullanılır.
Gerçek kişiler hukukunda, önce her insanın hak ehliyeti olduğu belirtilir. Fiil ehliyeti ise ayrıca irdelenir ve fiil ehliyetine sahip olan kimsenin kendi fiilleriyle hak edinebileceği ve borç altına girebileceğinden hareket edilir. Kişiler hukuku, 18. yaşın doldurulmasıyla başlayan erginliği de ele alır.
Kişiler hukuku, kişiler arasındaki hısımlık ilişkilerini de ele alır. Hısımları birbirine bağlayan doğum sayısıyla belli olan hısımlığa kan hısımlığı denir. Eşlerden biri ile diğer eşin kan hısımları, aynı tür ve dereceden kayın hısımları olur.
Kişileri ilgilendiren bir diğer konu da ikametgâhtır. Yeni yasanın yerleşim yeri olarak ifade ettiği bu kavram, bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yeri ifade eder.
Kişiler hukuku, kişinin yerleşim yerini, nasıl değiştirilebileceğini, yasal olarak ne şekilde belirlendiğini de ele alır.Kişiliğin korunması da kişiler hukukunun konusuna girer.
Kişiliğe yönelik saldırıların ne şekilde engelleneceği, ortaya çıkan zararın nasıl karşılanacağı hep kişiler hukukunda incelenir. Doğum, ölüm, gaiplik kararı gibi kişisel durum sicilleri de bu alana girer.
Tüzel kişiler, başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal topluluklarını ifade eder.
Kişiler hukuku, tüzel kişilerin hak ve fiil ehliyetlerini de inceler. Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaratılışı gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler. Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar.Tüzel kişiler hukukunda, onların kuruluşu, malvarlıkları genel olarak ele alındıktan sonra, iki temel tüzel kişi türü ele alınır. Bunlar Dernekler ve Vakıflardır.
Dernekler, en az yedi gerçek kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları, tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır. Derneklerin kuruluşu, organları, işleyişi, sona ermesi ve diğer ayrıntıları bu kapsamda incelenmektedir.
Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. Kişiler hukuku, vakıfları da tıpkı dernekler gibi tüm ayrıntılarıyla ele alır ve inceler. Kuruluşları, vakıf senetleri, işleyişleri ve tasfiyeleri bu kapsamda yer alır.

Aile Hukuku
Aile hukuku, Medeni Kanun’un ikinci kitabıdır ve oldukça kapsamlı bir içeriğe sahiptir.Bu alan öncelikle evlenme ve nişanlanma kavramlarını ele alır. Bu iki yapının oluşum şartları, sonuçları yanı sıra, batıl olan evlilikler de aynı kapsamda incelenir.Boşanma da aile hukukuna dâhildir. Boşanma sebepleri, ayrı yaşama ve nafaka bu kapsamdadır. Evlenme ile ortaya çıkan bir başka konu, mal rejimleridir.Mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı, mal ortaklığı gibi kavramlar mal rejimine dahil edilen konularıdır.
Eşlerin birbirlerinin malları üzerindeki hakları ve ortak edinilen malların hukuki durumu, bu bağlamda irdelenir.Aile hukukunda ele alınan konulardan biri de hısımlıktır. Soy bağının kurulması, kocanın babalığı, tanıma ve babalık kararı, evlat edinme, velayet gerek koşulları gerek sonuçları itibarıyla aile hukuku konusudur.
Ailenin üyelerinden olan çocuğun malları da bu kapsamda görülmüştür. Ana ve baba, velayetleri devam ettiği sürece çocuğun mallarını yönetme hakkına sahip ve bununla yükümlüdürler vekural olarak hesap ve güvence vermezler. Ana ve babanın yükümlülüklerini yerine getirmedikleri durumlarda hâkim müdahale eder.Aile hukuku kapsamındaki yapılardan biri de aile içi nafakadır.
!!! Evlenme, hısımlık, nafaka, aile vakıfları ve vesayet aile hukukunun konuları arasında yer alır.
Ev yönetimi de bir aile hukuku konusudur.Medeni Kanun’a göre, aile bireylerinin eğitim ve öğrenimleri, donanım ve desteklenmeleri ve bunlara benzer amaçların gerektirdiği harcamaların yapılması için kişiler hukuku ve miras hukuku hükümleri uyarınca aile vakfı kurulabilir.
!!! Vesayet, vesayet organları ve kayyımlık, aile hukukunun ele aldığı son konudur.Vesayet organları, vesayet daireleri ile vasi ve kayyımlardır.
Kamu vesayeti, vesayet makamı ve denetim makamından oluşan vesayet daireleri tarafından yürütülür.Vesayet makamı, sulh hukuk mahkemesi, denetim makamı, asliye hukuk mahkemesidir.
Vasi, vesayet altındaki küçüğün veya kısıtlının kişiliği ve malvarlığı ile ilgili bütün menfaatlerini korumak ve hukuki işlemlerde onu temsil etmekle yükümlüdür. Kayyım, belirli işleri görmek veya mal varlığını yönetmek için atanır.
Vesayeti gerektiren haller olan küçüklük, kısıtlamayı gerektiren akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim de aile hukuku içinde incelenir.
Kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen ergin bir kişiye belirli işlerde görüşü alınmak üzere atanan yasal danışmanlık da bir aile hukuku konusudur.

Miras Hukuku
Miras hukuku, kişinin ölümü sonrasında geride kalan malvarlığı üzerindeki hakları ele alır. Bu alan, kendine özgü çeşitli kavramlar içerir. İlk önce mirasçılar tanımlanır.
Yasal mirasçılar, miras bırakanın birinci derece mirasçıları olan altsoyu, altsoyu bulunmayan miras bırakanın mirasçıları, ana ve babasıdır. Altsoyu, ana ve babası ve onların altsoyu bulunmayan miras bırakanın mirasçıları, büyük ana ve büyük babalarıdır. Miras bırakandan önce ölmüş olan büyük ana ve büyük babaların yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır. Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babalardan biri altsoyu bulunmaksızın miras bırakandan önce ölmüşse, ona düşen pay aynı taraftaki mirasçılara kalır.
Evlilik dışında doğmuş ve soy bağı, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar. Evlâtlık ve altsoyunun, evlât edinene mirasçılığı da kan hısmı gibidir. Evlâtlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder. Evlât edinen ve hısımları, evlâtlığa mirasçı olmazlar. Mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası Devlete geçer.
Miras hukuku, mirasçıların yasayla belirlenen paylarının dağıtımı ile de ilgilenir.Bunun dışında miras hukukunun önemli konularından birisi de vasiyettir.
Vasiyet yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve 15 yaşını doldurmuş olmak gerekir. Miras sözleşmesi yapabilmek için ise ayırt etme gücüne sahip ve ergin olmak, kısıtlı bulunmamak gerekir.
Miras hukukunda miras bırakanın tüm malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamalar (saklı pay) da ele alınır.Miras bırakanın mirasçılıktan çıkarma hakkı da bu kapsamda incelenir.Ölüme bağlı tasarruflar, bu alanın önemli konularından bir diğeridir.
Miras bırakanın üzerinde tasarruf etmediği kısım yasal mirasçılarına kalır.Mirasçıların sorumluluğu da aynı şekilde miras hukukunda ele alınan diğer bir konudur.
Her mirasçı, terekedeki belirli malların aynen, olanak yoksa satış yoluyla paylaştırılmasına karar verilmesini Sulh mahkemesinden isteyebilir.
Miras hukuku, paylaşımın ne şekilde yapılacağını da ele alır.

Eşya Hukuku
Eşya hukuku, temelde taşınır ve taşınmaz malların üzerindeki hakları konu alır. Bu alanın temel kavramı mülkiyettir.
Mülkiyet hakkı, bir kimseye, bir eşya üzerinde kullanma, yararlanma, tasarrufta bulunma yetkilerini tanıyan en geniş kapsamlı haktır.
Eşya hukukunda mülkiyet iki başlık altında ele alınır. ( Bunlar Mülkiyetin türleridir )
• Ferdi mülkiyet ve • Birlikte mülkiyettir.
Birlikte mülkiyet ise
• Paylı mülkiyet ve • El birliği mülkiyeti olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Birden çok kimsenin maddi olarak bölünmemiş olan bir şeyin tamamına belli paylarla malik olmasına paylı mülkiyet denir.
Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti ise elbirliği mülkiyetidir (iştirak halinde mülkiyettir).
!!! Elbirliği mülkiyeti, malın devri, topluluğun dağılması veya paylı mülkiyete geçilmesiyle sona erer. Paylaştırma, aksine bir hüküm bulunmadıkça, paylı mülkiyet hükümlerine göre yapılır.
Taşınmaz mülkiyeti, belki de eşya hukukunun en önemli bölümünü oluşturur.Arazi, tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar ve kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler, taşınmaz mülkiyetinin konusunu oluşturur. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.
!!! Taşınır mülkiyetinin nakli için zilyetliğin devri gerekir.
Eşya hukukunun en temel bölümlerinden bir diğeri de sınırlı ayni haklardır.Bunlardan irtifak hakkı, bir taşınmaz üzerinde diğer bir taşınmaz lehine konulmuş bir yük olup, yüklü taşınmazın malikini mülkiyet hakkının sağladığı bazı yetkileri kullanmaktan kaçınmaya veya yararlanan taşınmaz malikinin yüklü taşınmazı belirli şekilde kullanmasına katlanmaya mecbur kılar.
İrtifak hakkı sahibi, hakkının korunması ve kullanılması için gerekli olan önlemleri alabilir ancak, hakkını yüklü taşınmazın malikine en az zarar verecek biçimde kullanmak zorundadır. Yüklü taşınmazın maliki, irtifak hakkının kullanılmasını engelleyecek ya da zorlaştıracak davranışlarda bulunamaz.
Bir başka sınırlı ayni hak olan intifa hakkı, taşınırlar, taşınmazlar, haklar veya bir malvarlığı üzerinde kurulabilir. Aksine düzenleme olmadıkça bu hak, sahibine, konusu üzerinde tam yararlanma yetkisi sağlar. İntifa hakkı, taşınırlarda zilyetliğin devri, alacaklarda alacağın devri, taşınmazlarda tapu kütüğüne tescil ile kurulur.
İntifa hakkı, gerçek kişilerde hak sahibinin ölümü; tüzel kişilerde kararlaştırılan sürenin dolması, süre kararlaştırılmamışsa kişiliğin ortadan kalkmasıyla sona erer.Tüzel kişilerin intifa hakkı, en çok 100 yıl devam edebilir. Bunlar dışında sınırlı ayni hak kategorisinde yer alan oturma hakkı, bir binadan veya onun bir bölümünden konut olarak yararlanma yetkisi verir.

BORÇLAR HUKUKU
!!! Borçlar hukuku, kişiler arasındaki borç ilişkilerini konu alır.
!!! Hukuk sistemimiz içinde borcun kaynağı kural olarak, kanun, sözleşme ya da hukuka aykırı fiil olabilir.
Borçlar hukukunun temel kaynağı durumundaki Türk Borçlar Kanunu, iki temel bölümden oluşur. İlk bölüm genel hükümler olarak adlandırılmıştır ve hemen her borç ilişkisine uygulanabilen hükümlerden oluşur. Bunlara borçlar hukukunun genel ilkeleri denir. Bu ilkeler, bünyesi uygun olduğu ölçüde ilgili borç ilişkilerini düzenler.
Yasanın ikinci bölümü özel hükümler olarak adlandırılmıştır ki burada da, çeşitli sözleşme tipleri ve onlara özgü hükümler düzenlenmektedir.
Borçlar hukukunun genel ilkeleri denildiğinde bazı temel yapılar akla gelir. Bunlardan ilki sözleşmenin kuruluşudur.
!!! Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla, rızaların uyuşmasıyla kurulur.
!!! Borçlar hukukunun en önemli ilgi alanlarından biri, ilk kez yeni Borçlar Kanunu’nda düzenlenen genel işlem koşullarıdır.
!!! Türk Borçlar Kanunu esasen, bireysel sözleşme modeline dayanır.
Ancak, çağımızın sosyal ve ekonomik gelişmeleri, kitlelere yönelik hizmet gereksinimini yaratmış ve yığınlar için üretim zorunluluğu doğurmuştur. Buna bağlı olarak bireysel sözleşme modeli yanında, kitle sözleşmesi veya formüler sözleşme denilen, yeni bir sözleşme modeli ortaya çıkmıştır.
Bankalar, sigorta şirketleri, seyahat ve taşıma işletmeleri, dayanıklı tüketim malları üretimi ve pazarlaması yapan teşebbüsler, bireysel sözleşmelerin kurulmasından önce, soyut olarak tek yanlı kaleme alınmış sözleşme koşulları hazırlamakta ve bunlarla gelecekte kurulacak belirsiz sayıda, fakat aynı şekil ve tipteki hukuki işlemleri düzenlemektedirler. İşte, önceden hazırlanan tipik sözleşme koşulları için genel işlem koşulları terimi kullanılmakta, bu tip sözleşmelere “kitle sözleşme”, “katılmalı sözleşme” ya da “formüler sözleşme” denilmektedir.
!!! Temsil de borçlar hukuku konusudur.
!!! Sözleşme sonrası borcun ikinci kaynağı olan hukuka aykırı (haksız) filler de bu alanın çok önem verilen konularından biridir.
!!! Sebepsiz zenginleşmeden doğan borç ilişkileri de borçlar hukukunda incelenir.
!!! Borçların ifası, borçlar hukukunun konularından bir başkasıdır.
!!! Borç konusunun kurulması ile başlayan borçlar hukuku genel ilkeleri, borç konusu kaynağın işleyişini ve sona ermesini de ayrıntılı olarak ele alır.
• Bu bağlamda, birden çok borçludan her birinin, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirmesi ile oluşan müteselsil borçluluk;
• Bağlanma ve cayma parası, ceza koşulu;
• Kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklının alacağını üçüncü bir kişiye devrine imkân veren alacak devri;
• Borcun üstlenilmesi;
• Borca katılma, borçlar hukukunun ayrıntılı olarak ele aldığı diğer yapılardır.
*** Müteselsil borçluluk, birden çok borçludan her birinin, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirmesi ile oluşur.
Borçlar hukukunun ikinci kısmında, çeşitli sözleşmeler incelenir. Borçlar Kanunu’nda yer verilen sözleşmeler dışında, atipik, karma nitelikli sözleşmeler de borçlar hukukunun konusu olabilir. Borçlar Kanunu’nda yer verilen sözleşmelerin en kapsamlılarından biri satış sözleşmesidir ki,
• Örnek üzerine satış, • Beğenme koşuluyla satış, • Taksitli satış, • Açık artırma yoluyla satış……………. Gibi çeşitleriyle bu kapsam daha da genişlemiştir.
• Mal değişim sözleşmesi, Bağışlama sözleşmesi,
• Kira sözleşmeleri, Ödünç sözleşmeleri,
• Hizmet sözleşmeleri, Pazarlamacılık sözleşmesi,
• Evde hizmet sözleşmesi, Eser sözleşmesi,
• Yayım sözleşmesi, Vekâlet sözleşmesi,
• Kredi mektubu ve kredi emri, Simsarlık sözleşmesi,
• Komisyon sözleşmesi, Havale, saklama sözleşmeleri,
• Kefalet sözleşmesi, Ömür boyu gelir sözleşmesi,
• Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, Adi ortaklık sözleşmesi,
• Kuruluş şartları, hükümleri ve sona ermesine ilişkin ilkeler bazında borçlar hukukunun kapsamında ele alınıp incelenir.

İŞ HUKUKUNUN ALANI
• Bireysel İş Hukuku• Toplu İş Hukuku• Sosyal Güvenlik Hukuku

İŞ HUKUKU

Çalışma yaşamına ilişkin kuralları ele alıp inceleyen iş hukuku, esasen içerdiği konular itibarıyla hem özel hukuk hem de kamu hukuku karakteri taşıyan bir alandır
1. Bireysel İş Hukuku
Bireysel iş hukuku, 4857 sayılı İş Kanunu’nu temel alır.
• İçerdiği özgün hukuki yapılar,
• Bir ikili borç ilişkisinden beklenmeyecek düzeyde kamusal bakış açısı,
• Daha önceleri borçlar hukukunun bir parçası olan iş hukukunu, tümüyle ondan koparmış ve çok kapsamlı bir alan haline getirmiştir.
!!! İş hukukunun en temel özelliği, bir özel hukuk sözleşmesi olan ve Borçlar Kanunu’nda düzenlenen hizmet sözleşmesiyle taraflardan birinin korunmasını amaçlamasıdır.
!!! İş Kanunu’nu, kapsamlı bir iş akdine benzetebiliriz.
İş Kanunu incelendiğinde, eşit koşullarda yapılması halinde işçi aleyhine kararlaştırılabilme ihtimali yüksek hemen her konu düzenlenmiş ve işçi lehine bir alt sınır oluşturulmuştur.
Sözleşmenin niteliği, Ücret, Yıllık izin, Fazla çalışma, Kıdem tazminatı, İhbar tazminatı, Hafta tatili ve Sözleşmenin feshi, İş Kanunu’nda oldukça ayrıntılı düzenlenmiş ve işçinin burada belirtilenlerden daha aşağıda haklarla karşılaşması engellenmiştir.
Örneğin İş Kanunu’na göre fazla çalışma ücreti %50 zamlı ödenmelidir.Bu hüküm sayesinde işçi, imzaladığı bireysel iş sözleşmesinde kendisine %20 zam kabul ettirilmiş olsa da %50 zam talep edebilecektir.
O sebeple İş Kanunu’ndaki düzenlemelerin büyük çoğunluğunu, işçi aleyhine değiştirilemeyen ama lehine değiştirilebilen hükümler (yani nisbi emredici hükümler) olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin işçinin fazla çalışmalarına uygulanacak zam oranının %60 olarak kararlaştırılması halinde, bu işçi lehine yaratılan bir farklılık olduğundan, %50’lik yasal zam oranı değil, kararlaştırılan %60’lık oranı talep edilebilir.
!!! İş Kanunu’nun kapsamına girmeyen işçiler, hizmet sözleşmesi ile çalışıyor olsalar da Borçlar Kanunu hükümlerine tâbi olurlar.
!!! İş hukukunun en önemli özelliklerinden birisi, hiçbir ikili borç ilişkisinde olmadığı kadar taraflardan birinin (işçinin), diğerine (işverenin) bağımlı olmasıdır. İşçi işverenin emir ve talimatlarına uygun hareket etmek zorundadır. Bu durum, verilen talimatlara uygun hareket eden işçinin korunmasını gerekli kılar.
İşçi, bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişidir.
İşveren, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara denir.
İş ilişkisi, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkidir.
İşyeri, işveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddî olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birimdir.
İşveren vekili, işveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere denir.
Alt işveren, bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin işlerinde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran işverene denir.

2. Toplu İş Hukuku
• Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi, • Grev ve Lokavt Kanunu ile düzenlenmektedir.
Söz konusu yasalar, işçilerin Anayasa’dan kaynaklanan örgütlenme hakkını güvence altına almaktadır.
Toplu iş hukukunda, işçi ve memurların sendikal hakları ele alınır. Söz konusu sendikaların kuruluşu, işleyişi ve tasfiyesi dışında, üyelerine sağladıkları haklar, bu bağlamda incelenmektedir.
• Sendikaların kendi iç işleyişindeki sendikal demokrasi, • Bu sendikaların imzaladıkları toplu iş sözleşmelerinin hukuki yapısı ve • Getirdiği haklar toplu iş hukukunun ilgi alanına girer.
Toplu sözleşme süreci, ciddi bir prosedürü barındırdığından, bu alanın en ilgi çekici konularından biridir.
• Bakanlık ile olan ilişkiler, • İş kolları, • İş kolu tespitleri ve itirazları, • Sendika üye kayıt fişleri, • Bakanlık istatistikleri, • Bunlara yapılan itirazlar, • Toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi, • Yetki itirazları önemli hukuksal yapılar olarak görülmekte ve ele alınmaktadır.
!!! İmzalanan bir toplu iş sözleşmesinin yürürlük tarihi, !!! Geriye etkisi, !!! Üye olmadan toplu sözleşmeden yararlanma, !!! Dayanışma aidatı,…...konunun uygulamada önemli yargısal sorunlara ve tartışmalara neden olan diğer yapılarıdır.

3. Sosyal Güvenlik Hukuku
Muhatap aldığı kitle itibarıyla Türkiye’nin kapsamı en geniş hukuk dalı durumunadır. Genel sağlık sigortasının uygulanmaya başlanmasıyla Türkiye’de Sosyal Güvenlik Kurumu ile bağlantısı olmayan neredeyse hiç kimse kalmamıştır.
Sosyal güvenlik sisteminin temel yasası, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’dur. Yasa esasen, sigortalı ve genel sağlık sigortalısı olarak tanımladığı kişileri ve onların bakmakla yükümlü oldukları kişileri muhatap alır.
Bu Kanun’un amacı,
• Sosyal sigortalar ile genel sağlık sigortası bakımından kişileri güvence altına almak,
• Bu sigortalardan yararlanacak kişileri ve sağlanacak hakları,
• Bu haklardan yararlanma şartları ile finansman ve karşılanma yöntemlerini belirlemek,
• Sosyal sigortaların ve genel sağlık sigortasının işleyişi ile ilgili usûl ve esasları düzenlemektir.
Kanun,
• Sosyal sigortalar ile genel sağlık sigortasından yararlanacak kişileri, işverenleri,
• Sağlık hizmeti sunucularını,
• Gerçek kişiler ile her türlü kamu ve özel hukuk tüzel kişilerini ve
• Tüzel kişiliği olmayan diğer kurum ve kuruluşları kapsar ve onların hak ve yükümlülüklerini düzenler.!!! Sigortalı, kısa ve/veya uzun vadeli sigorta kolları bakımından adına prim ödenmesi gereken veya kendi adına prim ödemesi gereken kişidir.
Sigortalılara birtakım sigorta yardımları verilmektedir.Bir kısmı parasal bir kısmi ise sağlık yardımı sunan ve karşılığında çalışanlardan prim alınan sigorta kolları şunlardır;
• İş kazası ve meslek hastalığı sigortası, • Hastalık sigortası, • Analık sigortası, • Malullük sigortası, • Yaşlılık sigortası, • Ölüm sigortası ve • Genel sağlık sigortasıdır.
Bu sigorta kollarının sunduğu yardımlar da farklıdır. Bir kısmı parasal yardım sunarken, bir kısmı sadece sağlık yardımı verir.
Bu kategoride sağlanan parasal yardımlar,
• Geçici iş göremezlik ödeneği, • Sürekli iş göremezlik geliri,• Emzirme ödeneği, • Evlenme yardımı, • Cenaze yardımı, • Malullük aylığı, • Yaşlılık aylığı, • Ölüm aylığı olarak sıralanabilir.
Yapılan yardımların koşulları, yardımların miktarlarını belirleyen ölçütler, sosyal güvenlik hukuku tarafından incelenir.
• İsteğe bağlı sigortalılık, • Borçlanmalar, • Kurumun sigortalılara yapmış olduğu yardımları, • Bu yardımların yapılmasına neden olanlara rücü hakkı, • Prim hesabı ve sorumluluğu, • Sosyal güvenliğin finansmanı bu alanda inceleme konusu olan başlıklar arasındadır.
!!! Sosyal güvenlik hukuku, primli rejim kadar, primsiz rejimi de kapsamına alır.O nedenle sosyal yardım ve sosyal hizmetler de sosyal güvenlik hukuku konusu içinde incelenir.

TİCARET HUKUKUNUN ALANI
• Ticari İşletme Hukuku• Şirketler Hukuku• Taşıma İşleri Hukuku• Kıymetli Evrak Hukuku• Deniz Ticareti Hukuku• Sigorta Hukuku

TİCARET HUKUKU
Ticaret hukuku bir ticari işletmeyi ilgilendiren işlem ve fiilleri konu almaktadır.

1. Ticari İşletme Hukuku
Bu alanda ticari işletme, ticari iş ve tacir kavramları yanında, ticari örf âdet ele alınır. Ticaret Kanunu’nda yer alan hükümlerle, bir ticari işletmeyi ilgilendiren işlem ve fiillere ilişkin diğer kanunlarda yazılı özel hükümler, ticari hükümlerdir. Mahkeme, hakkında ticari bir hüküm bulunmayan ticari işlerde, ticari örf ve âdete, bu da yoksa genel hükümlere göre karar verir.
Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir.
Ticari işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınır, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak kararnamede gösterilmektedir.
Ticaret hukukunun temel süjelerinden biri tacirdir. Tacir, bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye denir.
Bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş olan kimse, fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılır.
Bir ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına ortak sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olur.
!!! Vakıflar, Dernekler, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılırlar.
Tacir ile karıştırılmaması için esnaf, Ticaret Kanunu’nda ayrıca tanımlanmıştır.Esnaf, ister gezici olsun ister bir dükkânda veya bir sokağın belirli yerlerinde sabit bulunsun, ekonomik faaliyeti sermayesinden fazla bedenî çalışmasına dayanan ve geliri çıkarılacak kararnamede gösterilen sınırı aşmayan ve sanat veya ticaretle uğraşan kişidir.
Ticaret unvanı ve işletme adı, konunun önemli kavramlarındandır.

2. Ticaret Şirketleri Hukuku
Şirket, iki veya daha fazla kişinin ortak bir ekonomik amaca erişmek için emek ve sermayelerini bir araya getirmelerini ifade eder.
Ticaret hukukunun ticari şirketlere ilişkin kısmı, ticari şirket olarak tanımlanan,
• Kolektif şirket, • Komandit şirket, • Anonim şirket, • Limited şirket ve kooperatiflerin hukuki yapısı ile ilgilenir.
!!! Ticaret Kanunu’nda, Kolektif ile Komandit şirket şahıs; Anonim, Limited ve Sermayesi paylara bölünmüş Komandit şirket sermaye şirketi sayılır.
Kolektif Şirket ticari bir işletmeyi bir ticaret unvanı altında işletmek amacıyla, gerçek kişiler arasında kurulan ve ortaklarından hiçbirinin sorumluluğu şirket alacaklılarına karşı sınırlanmamış olan şirkettir.
Komandit Şirket, ticari bir işletmeyi bir ticaret unvanı altında işletmek amacıyla kurulan, şirket alacaklılarına karşı ortaklardan bir veya birkaçının sorumluluğu sınırlandırılmamış ve diğer ortak veya ortakların sorumluluğu belirli bir sermaye ile sınırlandırılmış olan şirkettir.
Anonim Şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir.Anonim şirketler genellikle büyük sermaye oluşturma ya da büyük taahhütlerde bulunma amacıyla kurulur.
Anonim şirketler büyük bir sermaye oluşturma ve büyük taahhütlerde bulunabilme amacıyla organize olduklarından, Ticaret Kanunu’nda en ayrıntılı düzenlenen şirket türüdür. Anonim şirketin, esas sözleşmeyle atanmış veya genel kurul tarafından seçilmiş, bir veya daha fazla kişiden oluşan bir yönetim kurulu bulunur.
Anonim şirket, kural olarak, yönetim kurulu tarafından yönetilir ve temsil olunur. Bir tüzel kişi yönetim kuruluna üye seçildiği takdirde, tüzel kişiyle birlikte, tüzel kişi adına, tüzel kişi tarafından belirlenen, sadece bir gerçek kişi de tescil ve ilan olunur.
Ayrıca, tescil ve ilanın yapılmış olduğu, şirketin internet sitesinde hemen açıklanır. Yönetim kurulu üyeleri en çok 3 yıl süreyle görev yapmak üzere seçilir. Esas sözleşmede aksine hüküm yoksa, aynı kişi yeniden seçilebilir.
Anonim şirketin ve şirketler topluluğunun finansal tabloları denetçi tarafından, uluslararası denetim standartlarıyla uyumlu Türkiye Denetim Standartlarına göre denetlenir.
Pay sahipleri şirket işlerine ilişkin haklarını genel kurulda kullanırlar. Genel kurulun oluşumu, yetkileri, toplantıya çağrılması ve karar alma süreci ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Şirketin çıkaracağı pay senetleri, intifa senetleri, tahviller, yedek akçeler yine şirketler hukuku kapsamında yer alan konulardandır.
Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket, sermayesi paylara bölünen ve ortaklarından bir veya birkaçı şirket alacaklılarına karşı bir kolektif şirket ortağı, diğerleri bir anonim şirket pay sahibi gibi sorumlu olan şirkettir.
Limitet Şirket, bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulur. Esas sermayesi belirli olup, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşur. Ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler.

3. Kıymetli Evrak Hukuku
İçeriğinde bir hakkı barındıran ve piyasada dolaşımı mümkün evraklar incelenir.
!!! Kıymetli evrak, ticaret hayatının güven ve çabukluk gereksiniminden doğmuştur.
Kıymetli evraklar sıradan alacaklar dışında ayni hakları da içerebilir.
Kıymetli evrakın en yaygın modelini kambiyo senetleri oluşturur. Poliçe, Bono, Çek bu kapsama girer.
Kıymetli evrakın önemli problemlerinden birisi de kabul edilmemesi ya da ödenmemesidir.

4. Taşıma İşleri Hukuku
ilk kez olarak düzenlenen taşıma işleri hukuku kısmında önce genel hükümlere yer verilmiş, sonrasında ise çeşitli taşıma işlerine değinilmiştir. Bunlar arasında eşya taşıma, taşınma eşyası taşıma, değişik tür araçlarla taşıma ve yolcu taşıma yer alır.

5. Deniz Ticareti Hukuku
Deniz ticaretinin temel unsurlarından biri gemidir. Ticaret Kanunu’na göre, tahsis edildiği amaç, suda hareket etmesini gerektiren, yüzme özelliği bulunan ve pek küçük olmayan her araç, kendiliğinden hareket etmesi imkânı bulunmasa da “gemi” sayılır.
Suda ekonomik menfaat sağlama amacına tahsis edilen veya fiilen böyle bir amaç için kullanılan her gemi, kimin tarafından ve kimin adına veya hesabına kullanılırsa kullanılsın “ticaret gemisi” sayılır. Gemi adamları ise, kaptan, gemi zabitleri, tayfalar ve gemide çalıştırılan diğer kişilerdir.
Deniz ticaret hukukunda, gemi, kaptan, gemi alacakları, çatma, kurtarma, donatanın, gemi adamlarının kusurundan doğan sorumluluk gibi konular ele alınır.Bu hükümler belirli koşullarla yatlar, denizci yetiştirme gemileri gibi sadece gezinti, spor, eğitim, öğretim ve bilim amaçlarına tahsis edilmiş gemilere de uygulanır.
Geminin kimliği, bayrağı, bağlama limanı deniz ticaret hukukunun konuları arasındadır. Türk gemileri için, Denizcilik Müsteşarlığının uygun göreceği yerlerde gemi sicili tutulur.
Deniz ticaret hukuku, geminin mülkiyeti, mülkiyetin kazanılması ve kaybı konularını da ele almaktadır.
Deniz ticaret hukukunun bir diğer ilgi alanı donatma iştirakidir. Gemisini menfaat sağlamak amacıyla suda kullanan gemi malikine donatan denir.
• Zaman çarteri sözleşmesi, • Navlun sözleşmesi, • Yolculuk çarter partisi, • Taşıyanın, gemiyi denize, yola ve yüke elverişli bulundurma yükümlülüğü, • Yükleme ve boşaltma, • Kırkambar sözleşmesi, • Taşıyanın sorumluluğu, • Denizde kurtarma, • Taşıtanın ve yükletenin sorumluluğu, • Denizde taşıma senetleri (konişmento), • Deniz yoluyla yolcu taşıma sözleşmesi, • Deniz kazaları, • Müşterek avarya, • Kurtarma, • Gemi alacakları,• Petrol kirliliği zararının tazmini deniz ticaret hukuku alanında yer alan diğer konular arasındadır.

6. Sigorta Hukuku
Bu alanda sigorta sözleşmesi ve çeşitli sigorta tipleri incelenir. Sigorta sözleşmesi, sigortacının bir prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini zarara uğratan tehlikenin, rizikonun, meydana gelmesi hâlinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği sözleşmedir.
Birden çok kişinin birleşerek, içlerinden herhangi birinin, belli bir rizikonun gerçekleşmesi durumunda doğacak zararlarını tazmin etmeyi borçlanmaları karşılıklı sigortadır. Karşılıklı sigorta faaliyeti ancak kooperatif şirket şeklinde yürütülebilir.
!!! Sigortacının sigorta ettiği menfaati tekrar sigorta ettirmesine reasürans denir.
Sigorta hukuku kapsamında çeşitli sigorta tipleri ele alınır. Bunlardan birisi mal sigortasıdır. Rizikonun gerçekleşmemesinde menfaati bulunanlar, bu menfaatlerini mal sigortası ile teminat altına alabilirler.
Rizikonun gerçekleşmesi sonucu doğan kazanç kaybı ile sigorta edilen malın ayıbından doğan hasarlar, aksine sözleşme yoksa sigorta kapsamında değildir. Mal bağlamında kazancın, makul sınırı aşan kısmı sigorta edilemez.
Sigorta bedeli, sigorta değerinden az olduğu takdirde, sigorta edilmiş menfaatin bir kısmının zarara uğraması hâlinde sigortacı, aksine sözleşme yoksa, sigorta bedelinin sigorta değerine olan oranına göre tazminat öder. Buna eksik sigorta denir.
Aşkın sigortada ise, sigorta bedeli sigorta olunan menfaatin değerinin üstündedir ve aşan kısım geçersizdir. Bu sebeple, sigorta bedeli ile sigorta priminin onu karşılayan kısmı indirilir ve tahsil edilmiş fazla prim geri verilir.
Takseli sigorta, birden çok sigorta, müşterek sigorta, çifte sigorta ve kısmi sigortadan ne anlaşılması gerektiği ticaret kanununda açıklanmıştır.
Hayat sigortasında ise sigortacı, belli bir prim karşılığında, sigorta ettirene veya onun belirlediği kişiye, sigortalının ölümü veya hayatta kalması hâlinde, sigorta bedelini ödemeyi üstlenir.
Grup sigortası denen yapıda ise en az 10 kişiden oluşan, sigorta ettiren tarafından, belirli kıstaslara göre kimlerden oluştuğunun belirlenebilmesi imkânı bulunan bir gruba dâhil kişiler lehine, tek bir sözleşme ile sigorta yapılabilir.
Sözleşmenin devamı sırasında gruba dâhil herkes sigortadan, grup sigortası sözleşmesi sonuna kadar yararlanır. Sözleşmenin yapılmasından sonra grubun 10 kişinin altına düşmesi sözleşmenin geçerliliğini etkilemez.
Sigorta hukukunda yukarıda belirtilen sigorta türlerinin oluşum koşulları ve sonuçları ayrı ayrı ele alınmaktadır.

DEVLETLER ÖZEL HUKUKUNUN ALANI

• Vatandaşlık Hukuku• Yabancılar Hukuku• Kanunlar İhtilafı Hukuku

DEVLETLER ÖZEL HUKUKU
Devletler özel hukuku, yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde uygulanacak hukuktur.
Özel hukukun bu dalı, farklı vatandaşlığa sahip kişiler arasındaki özel hukuk ilişkilerini konu alır. Konuya temel oluşturan çeşitli yasalar bulunmaktadır. Bunlardan birisi, 5718 sayılı Milletlerarası Özel hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’dur.
Devletler özel hukukunun temel konularından birisi kanunlar ihtilafıdır. Bu konuda 5718 sayılı yasa çeşitli hükümler getirmiş ve en sık sorun yaşanan belli konulara ilişkin ihtilafları çözecek hükümler getirmiştir. Bunlardan biri ehliyettir.
Bunun dışında vesayet, kısıtlılık ve kayyımlık, gaiplik veya ölmüş sayılma, nişanlılık, evlilik ve genel hükümleri, boşanma ve ayılık, evlilik malları, soy bağının kurulması, evlât edinme, nafaka, miras, aynî haklar, taşıma araçları, fikrî mülkiyete ilişkin haklara uygulanacak hukuk, sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk, taşınmazlara ilişkin sözleşmeler, iş sözleşmeleri, temsil yetkisi, hakkında kanunlar ihtilafı düzenlemesi olan konulardan bazılarıdır.
Vatandaşlık, devletler özel hukukunun bir diğer konusudur. Vatandaşlık konusundaki haklar Vatandaşlık Kanunu’nda düzenlenir. Bu Kanunun amacı, Türk vatandaşlığının kazanılması ve kaybına dair iş ve işlemlerin yürütülmesine ilişkin usul ve esasları belirlemektir.
Türk vatandaşlığı, doğumla veya sonradan kazanılır. Doğumla kazanılan Türk vatandaşlığı, soy bağı veya doğum yeri esasına göre kendiliğinden kazanılır. Doğumla kazanılan vatandaşlık doğum anından itibaren hüküm ifade eder. Türkiye içinde veya dışında Türk vatandaşı ana veya babadan evlilik birliği içinde doğan çocuk Türk vatandaşıdır. Türk vatandaşı ana ve yabancı babadan evlilik birliği dışında doğan çocuk Türk vatandaşıdır. Türk vatandaşı baba ve yabancı anadan evlilik birliği dışında doğan çocuk ise soy bağı kurulmasını sağlayan usul ve esasların yerine getirilmesi halinde Türk vatandaşlığını kazanır.
Türkiye’de doğan ve yabancı ana ve babasından dolayı doğumla herhangi bir ülkenin vatandaşlığını kazanamayan çocuk, doğumdan itibaren Türk vatandaşıdır.
Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen bir yabancı, kanunda belirtilen şartları taşıması halinde yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığını kazanabilir.
Bir Türk vatandaşı ile evlenme doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Ancak bir Türk vatandaşı ile en az 3 yıldan beri evli olan ve evliliği devam eden yabancılar Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir.
Bir Türk vatandaşı tarafından evlat edinilen ergin olmayan kişi, millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla, karar tarihinden itibaren Türk vatandaşlığını kazanabilir.
Bu konular dışında vatandaşlıktan çıkma, çıkarılma ve vatandaşlığın kaybı konuları ve bunlara bağlanan sonuçlar da devletler özel hukuku kapsamında değerlendirilir. Çok vatandaşlık bu kapsamda ele alınan konulardan biridir.
Devletler özel hukuku kapsamında yer alan başka bir alan da yabancılar hukuku olarak ifade edilir. Bu alana ilişkin temel bir yasa yoktur. Ancak bazı yasalarda yabancıları ilgilendiren hükümlere yer verilmiştir.
• Pasaport Kanunu, • İskan Kanunu,• Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, • Yabancıların İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun ve bu kişilerin çalışma izinlerine ilişkin mevzuatta çeşitli hükümlere yer verilmiştir.
Bu düzenlemeler ve doğurduğu sonuçlar da devletler özel hukuku kapsamında ele alınmaktadır.
Aöf Hukukun Temel Kavramları Dersi 8.Ünite Ders Notlar

KAMU HUKUKU VE DALLARI
Hukuk sistemi bir devletin sınırları içerisinde geçerli olan tüm hukuk kurallarının oluşturulmasını ve uygulanmasını ifade eder. Hukuk bir bütün olmakla birlikte, düzenlediği toplumsal ilişkilerin çeşitliliği nedeniyle hukukun uzmanlık alanlarına ayrılması ve çeşitli başlıklar altında incelenmesi söz konusudur.
Bu tür ayımlar, hukuk kurallarını incelemeyi, yorumlamayı ve nihayetinde bu kuralların öğretilmesini kolaylaştırır. Bu bağlamda, karşımıza çıkan en eski ayrımlardan biri “kamu hukuku-özel hukuk” ayrımıdır.
Kökenleri Roma hukukuna kadar götürülebilecek olan bu ayrım, bazı noktalarda eleştirilmekle birlikte, günümüzde hâlâ geçerliğini korumaktadır.
Kamu hukuku-özel hukuk ayrımının ortaya çıkması, devlet-vatandaş veya yöneten-yönetilen ayrımının ortaya çıkmasıyla yakından ilgilidir.
Peki, biz bir hukuki ilişkinin kamu hukuku ilişkisi mi, yoksa özel hukuk ilişkisi mi olduğuna nasıl karar verebiliriz? Bir başka ifadeyle hangi ölçütlerle bir hukuki ilişkinin kamu hukuku ilişkisi olduğunu anlarız? Günümüze kadar bu konuyla ilgilenen yazarlar farklı noktalardan hareket ederek kamu hukuku-özel hukuk ayrımını yapmayı denemişlerdir.Bu konuda ortaya konan teorilerden biri “menfaat” kavramıyla ilgilidir.
Menfaat ölçütüne göre kamu hukuku - özel hukuk ayırımı yapıldığında,
• Kamu hukuku devlete ait menfaatleri,
• Özel hukuk ise özel kişilere ait menfaatleri düzenleyen hukuk alanları olarak değerlendirilir.
Bir başka teori, hukuki ilişkinin taraflarına göre bir ayrım önerir;
• Eğer hukuki ilişkinin taraflarından biri devletse bu ilişki kamu hukuku ilişkisi,
• Hukuki ilişkinin tarafları bireylerse bu ilişki özel hukuk ilişkisidir.
Buna göre,
• Yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları kamu hukuku kuralları,
• Bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları özel hukuk kurallarıdır.

Bir başka teoriye göre,
• Kamu hukuku kuralları emredicidir, yani bu kurallar hukuki ilişkinin taraflarınca değiştirilemez veya aksi kararlaştırılamaz.
•Özel hukuk ise esas olarak irade serbestisine dayanır, yani bu alanda taraflar hukuki ilişkinin içeriğini ve şartlarını serbestçe kararlaştırırlar.

Benzer bir teoriye göre ise
• Kamu hukuku ilişkisinde kamu, yani devlet tarafı üstün konumdadır ve güç kullanarak zorlama dahil egemenlik yetkilerine sahiptir,
• Özel hukuk ilişkisinde ise taraflar eşit konumdadır ve birinin diğer üzerinde herhangi bir üstünlüğü söz konusu değildir.
Klasik olarak bazı hukuk alanlarının hangi kategori içinde değerlendirileceği tartışmalıdır.
Örneğin iş hukuku, işçi ve işveren arasındaki ilişkileri ilgilendirdiği ölçüde özel hukuk alanına girmekte, ancak devletin işverenin karşısında işçiyi korumak için bu alandaki hukuki ilişkileri düzenlemesi veya söz konusu bu ilişkilere müdahale ediyor olması dolayısıyla kamu hukukuna yaklaşmaktadır.
Medeni usul hukuku ve icra iflas hukuku da aslında devletin müdahalesi olan ve zorlayıcı gücünü kullandığı hukuk alanları olduğu için kamu hukukuna dâhil edilebilir.
Ancak, bu alanlar esas olarak özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümüne ilişkin olduğundan özel hukuk içerisinde değerlendirilir ve bu bölümler hukuk fakültelerinde özel hukuk bölümleri içerisinde yer alır.

Günümüzde hukuki ilişkilerin daha karmaşık hale gelmesi ve
• Çevre hukuku,
• İnternet hukuku,
• Fikir ve sanat eserleri hukuku gibi yeni hukuk alanlarının ortaya çıkmasıyla birlikte kamu hukuku-özel hukuk ayrımı büyük ölçüde anlamını yitirmiş bulunmaktadır.
Kamu hukukunun dalları;
• Uluslararası hukuk, • Anayasa hukuku, • İdare hukuku,• Vergi hukuku ve • Ceza hukukudur.

1. ULUSLARARASI HUKUK
Uluslararası hukuk (Uluslararası kamu hukuku veya Devletler hukuku olarak da anılır), uluslararası toplum üyeleri arasındaki ilişkileri düzenler. Buna göre, uluslararası hukuk süjeleri veya uluslararası toplumun üyeleri esas olarak devletler ve uluslararası örgütlerdir. Bununla birlikte, günümüzde, devlet niteliği kazanmamış örgütlenmiş topluluklar ve hatta uluslararası toplumu ilgilendirdiği ölçüde ve devletler hukukunun çerçevesini çizdiği koruma alanları içerisinde bireylerin de uluslararasıkamu hukukunun süjesi olabileceği kabul edilmektedir.
Uluslararası hukuk, devletlerin birbirleriyle ve diğer devletler hukuku süjeleriyle olan ilişkilerini düzenleyen hukuk alanı olarak tanımlanabilir.
Uluslararası hukukun “hukuk” olma niteliği;
• Milletlerarası üstün bir otoritenin mevcut olmaması,
• Milletlerarası düzeyde,
• Millî düzeydekine benzer bir yasama veya yargı organının bulunmaması ve
• Uygulamada bu hukuk alanında sistemli bir yaptırım düzeninin eksikliği gibi gerekçelerle geçmişte sorgulanmış olmakla birlikte, günümüzde bu hukuk alanı kendine özgü kavram, ilke ve yöntemleriyle kamu hukuku içerinde alt-alan olarak kabul edilmektedir.

Uluslararası hukukun inceleme alanlarının başında uluslararası hukukun kaynakları gelmektedir. Buna göre, uluslararası hukukunun kaynakları arasında uluslararası antlaşmalar başta gelir.
Uluslararası hukuk kişileri arasında yapılan ve uluslararası hukuk çerçevesinde sonuçlar doğurmaya yönelik olarak yapılan bu antlaşmalar tarafların irade uyuşması neticesinde ortaya çıkar.
Uluslararası antlaşmalar ikili veya çok taraflı olabilir. Uluslararası antlaşmaların iç hukuktaki etkisi çeşitli hukuk sistemlerinde farklı biçimde karşımıza çıkar.
Bu bağlamda iki modelden söz edilebilir:
• “Düalist (ikici) model” ve • “Monist (tekçi) model”
Düalist modelde, uluslararası hukuk ile iç hukukun ayrı hukuk sistemleri olduğu, Monist modelde ise, uluslararası hukuk ile iç hukukun aynı hukuk sistemi içerisinde yer aldığı kabul edilir.
Monist modelde uluslararası antlaşmalar;

• yasa düzeyinde, • yasaların üzerinde, • anayasa düzeyinde, • hatta bazı sistemlerde anayasanın üzerinde olabilir.

Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminde, uluslararası antlaşmalar kural olarak yasa hükmündedir (Anayasa, m. 90).

Bununla birlikte, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmalar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda ise uluslararası antlaşma hükümleri esas alınır.
Uluslararası hukukun asli kaynakları; uluslararası örf ve adet ile iyi niyet ilkesi gibi genel hukuk ilkeleri ve iyi komşuluk ilişkileri gibi uluslararası hukuka özgü genel ilkelerdir.
Uluslararası hukukun yardımcı kaynakları ise yargısal kararlar (içtihat) ve doktrin (öğreti) olarak karşımıza çıkar.
Devlet; ülke, insan topluluğu ve egemenlik unsurlarından oluşur.Bu bağlamda, devletin çeşitli boyutları uluslararası hukukun inceleme alanına dahildir.İncelenen konular arasında;
• Ülkenin sınırlarının belirlenmesi, • Halkların geleceklerini tayin etme hakkı, • Devletin egemenlik yetkileri, • Egemenliğin korunması,• Devletlerin ve hükümetlerin tanınması gibi konular sayılabilir.
Uluslararası örgütler ise esas olarak bir kurucu antlaşmaya dayanan ve hukuki kişiliğe sahip örgütlenmelerdir.Birleşmiş Milletler Örgütü ve benzeri uluslararası örgütlere ilişkin meseleler uluslararası hukuk alanında ağırlıklı bir yer tutar.
Uluslararası hukuk kişileri arasındaki ilişkiler uluslararası hukuk alanı içinde karşımıza çıkan bir diğer büyük başlık olarak anılabilir.

Bu bağlamda :
• Diplomatik ilişkiler, • Diplomasi örgütü, • Diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklar, • Konsolosluk ilişkileri ve konsolosluk ayrıcalık ve bağışıklıkları inceleme konusudur.
Uluslararası hukuk kişileri arasındaki ilişkiler bağlamında,
• Devletlerin uluslararası sorumluluğunun içeriği ve şartları,
• Kuvvete başvurma yasağı, bu yasağın sınırları ve istisnaları,
• Silahlı çatışma kuralları ve
• Savaş esirlerinin, yaralıların ve sivillerin korunmasına yönelik insancıl hukuk kuralları önem kazanır.
Son olarak; deniz, göl, kanal ve akarsuların ve hava ve uzayın uluslararası statüsü de uluslararası hukuk alanı içerisinde ayrıca incelenmektedir.

2. ANAYASA HUKUKU
Anayasa bir hukuk sistemindeki en “üstün” yasadır.
1982 Anayasası’nın 11. Maddesine göre: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz.”
Buna göre, “Anayasa’nın üstünlüğü”, en başta yasaların Anayasa’ya aykırı olmaması gerektiğini, yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) yaptığı yasaların Anayasa’ya uygun olması gerektiğini ifade eder.
Dünyada birçok anayasal sistemde, yasaların Anayasa’ya uygun olup olmadığı yargı organı tarafından denetlenmektedir. Bizim anayasal sistemimizde bu görev Anayasa Mahkemesi’ne verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, başka görevleri yanında, Anayasa’ya aykırı yasaları iptal ederek “Anayasa’nın üstünlüğü” ilkesini hayata geçirir.
Yasama organı gibi, yürütme organı da Anayasa ile bağlıdır. İdari yargı, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetlerken aynı zamanda idarenin anayasaya uygun hareket etmesini sağlar. Yargı organı açısından da hukuk sistemindeki en üstün yasa Anayasa’dır. Yargıçlar, yargı yetkisini kullanırlarken Anayasa’nın çizdiği çerçeve içinde hareket ederler.
Bütün bunların ötesinde, Anayasa’nın üstünlüğü, Anayasa’nın yasalardan daha zor değiştirileceği anlamına da gelir. Bunun için Anayasaların bazı maddelerinin değiştirilmesi yasaklanabilir örneğin, 1982 Anayasası’nın 4. maddesiyle ilk üç maddesinin değiştirilmesi yasaklanmıştır.
Anayasada değişiklik yapılması için yasama organında yasaları değiştirmek için aranan çoğunluktan daha fazla bir çoğunluk aranabilir. örneğin, 1982 Anayasası’nın değiştirilebilmesi için beşte üç, üçte iki gibi nitelikli çoğunluklar öngörülmüştür.
Veya Anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmeleri için halkoylamasına sunulmaları şartı getirilebilir örneğin, 1982 Anayasası’nın değiştirilme usulünde, TBMM’de Anayasa değişikliğinin kabul oranına göre söz konusu değişiklik Cumhurbaşkanı tarafından halkoylamasına sunulabilir.Anayasaların çoğunda bir başlangıç bölümü bulunur. Başlangıçlarda,
• Anayasa’nın felsefesi,
• Yapıldığı dönemin siyasal ve toplumsal koşulları,• Yapılış nedenleri,• Dayandığı temel ilke ve değerler ortaya konur.
Çağdaş Anayasaların bazılarında başlangıç bölümünün ardından genel esaslar bölümü gelir. Genel esaslar bölümünde devletin temel nitelikleri ve anayasal rejimin temel ilkeleri tanımlanır. Örneğin
• Devlet modeli (üniter, federal ya da bölgeli),• Din-devlet ilişkileri ve bireylerin devlet karşısındaki konumuna ilişkin ilkeler bu bölümde açıklanır.
1982 Anayasası’nın 1-11 maddeleri de “Genel Esaslar” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde;
• Devletin şekli, • Cumhuriyetin nitelikleri, • Devletin bütünlüğü, • Resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti, değiştirilemeyecek hükümler,• Devletin temel amaç ve görevleri, • Egemenlik, yasama yetkisi, yürütme yetkisi ve görevi, yargı yetkisi, • Kanun önünde eşitlik ve Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğüne ilişkin esaslara yer verilmektedir.

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER
• Negatif Statü ( Koruyucu) Hakları • Pozitif Statü ( İsteme) Hakları• Aktif Statü ( Katılma) Hakları
Anayasalarda yer alan özgürlüklerin bir kısmı,
Konut dokunulmazlığı, İfade özgürlüğü, Din ve vicdan özgürlüğü, Kişi güvenliği……… gibi devletin karışamayacağı, dokunamayacağı, kişiyi devlete ve topluma karşı koruyan haklardır.
Negatif Statü Hakları devlete;
• Dokunmama, • Karışmama, • Müdahale etmeme…… gibi olumsuz anlamda bir görev yükleyen haklardır. Bu hakları güvence altına alan Anayasa bireyleri diğer bireylere ve bireyleri devlete karşı koruyan hukuki bir kalkan işlevi görür.

Aktif Statü Hakları ( katılma hakları, birinci kuşak haklar),
• Seçme, • Seçilme, • Siyasal parti kurma, • Siyasal partiye üye olma……… gibi vatandaşların siyasal süreçlere katılmalarını sağlayan haklardır.
Anayasalarda düzenlenir. Kişi hakları ve siyasal haklar tarihsel olarak ilk ortaya çıkan haklar oldukları için bu haklara “birinci kuşak haklar” ismi de verilir.

İsteme Hakları (pozitif statü hakları, ikinci kuşak haklar),
• Bireye devletten bir hizmet ya da edim isteme olanağı tanır.
• Çalışma, sağlık, sosyal güvenlik hakkı gibi sosyal ve ekonomik nitelikli söz konusu haklar,
• Devlete, sosyo-ekonomik anlamda vatandaşların yararına sorumluluklar yükler,
• Olumlu anlamda bir şeyler yapma görevi verir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan anayasaların çoğunda yer alan bu haklar “ikinci kuşak haklar” olarak da tanımlanır.
!!! Üçüncü Kuşak Haklar, bazı anayasalarda yer alan, çevre, barış, gelişme hakkı gibi son yıllarda güncel hale gelen haklardır.
1982 Anayasası’nın İkinci Kısmı “Temel Haklar ve Ödevler” başlığını taşır. Bu kısım içerisinde temel hak ve özgürlüklere ilişkin “Genel Hükümler” yanında,
• “Kişinin Hakları ve Ödevleri”, • “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” ve • “Siyasi Haklar ve Ödevler” yer alır.
Bu üç hak kategorisi, sırasıyla yukarıda açıkladığımız

• “Negatif statü hakları”, • “Pozitif statü hakları” ve • “Aktif statü hakları” olarak bilinen haklara tekabül eder.
Anayasa, siyasal iktidarı organize eden hukuki belge olma özelliğine sahiptir.Yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluşu, işleyişi ve birbirleriyle ilişkileri Anayasa’da düzenlenir.
!!! Çağdaş anayasaların birçoğunda temel hak ve özgürlükler geniş bir yer tutmaktadır. Günümüz anayasaları, belirtilen hak ve özgürlükleri sıralamanın ötesinde, bu hakların bireyler tarafından kullanımını sağlayacak güvenceleri de içinde barındırır. Anayasa temel hak ve özgürlükleri güvence altına alması yanında, devletin temel yapısını da kurar.
Devletin temel organlarından “yasama”, yasa yapma işlevini yerine getirir. 1982 Anayasası’na göre yasama organı TBMM’nindir. TBMM milletin temsilcilerinden oluşan bir organ olarak millet adına egemenlik yetkisini kullanır. Mevcut anayasal düzenlemeye göre TBMM 550 milletvekilinden oluşan tek meclisli bir yapıdadır.

ANAYASA’YA GÖRE DEVLET ORGANLARI
YASAMA YÜRÜTME YARGI TBMM Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu Bağımsız Mahkemeler
“Yürütme” esas olarak yasalar› uygulamakla ve yasaların verdiği yetki çerçevesinde ülke yönetimine ilişkin siyasal kararları almakla görevli organdır.
1982 Anayasası iki parçalı bir yürütme organı öngörmektedir: Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu, yani Başbakan ve bakanlar.
2007 yılında halkoylaması ile kabul edilen anayasa değişikliği sonrasında şu anda görevde olan Cumhurbaşkanından sonraki Cumhurbaşkanı 2014 yılında doğrudan halk tarafından seçilecektir.
Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri;
• Cezai, siyasal ve hukuki sorumluluğu;
• Bakanlar kurulunun kuruluşu ve görevinin sona ermesi;
• Görev ve yetkileri;
• Başbakanın atanması, görev ve yetkileri;
• Başbakanın ve bakanların siyasal, cezai ve hukuki sorumluluğu;
• Yürütme organının yaptığı kanun hükmünde kararname, tüzük ve yönetmelik gibi düzenleyici işlemler;
• Yürütme organının istisnai olarak başvurabileceği olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali gibi olağanüstü yönetim usullerine ilişkin düzenlemeler anayasa hukukunun bu başlığı altında incelenir.
Türkiye’de, yürürlükteki 1982 Anayasası’nın orijinal halinde öngörülen hükümet sistemi esas olarak “parlamenter sistem”dir.
1982 Anayasası’nın orijinal halindeki parlamenter sistemde, klasik parlamenter sistemden farklı olarak, yürütmenin, yürütme içerisinde de cumhurbaşkanının yetkilerinin arttırıldığı gözlenmektedir.
Bazı yazarlar, Türkiye’deki hükümet sisteminin; “yarı-başkanlık” sistemine, bazıları ise (klasik parlamenter sisteme halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı unsurunun eklenmesiyle ortaya çıkan) “başkanlı parlamenter sistem”e dönüştüğünü savunmaktadır.
Yargı organı yöneticilerin ve yönetilenlerin hukuka uygun davranıp davranmadıklarını denetleyen ve eğer bir hukuka aykırılık varsa buna ilişkin yaptırımı tespit eden organdır.
Yargı organının anayasal konumu bağlamında öncelikle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin meseleler karşımıza çıkmaktadır.

1982 Anayasası’na göre:
• “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
• Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
• Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere talimat veremez; Genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” (m. 138).
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı yanında Anayasa hukukunda ilk derece mahkemeleri ve yüksek mahkemelere ilişkin esaslar da bu başlık içinde düzenlenir.
Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte görevli Anayasa Mahkemesi ve bununla bağlantılı olarak Anayasa yargısı ise Anayasa hukuku içerisinde ağırlıklı bir yer tutar.

1982 Anayasası’na göre, anayasa değişikliği TBMM’nin üye tam sayısının en az üçte biri (1/3) tarafından yazıyla teklif edilebilir.
Değiştirme teklifinin TBMM’de kabul oranına göre (üye tam sayısının üçte ikisi veya beşte üçü) değişikliğe ilişkin yasa Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye geri gönderilebilir veya (mecburi veya ihtiyari olarak) halk oylamasına sunulabilir.
Sonuç olarak şunun altını çizmemiz gerekir: devletin kendisine yüklenen görevleri yerine getirmesi için kullanması gereken yetkilerin kaynağı da Anayasa’dır.
1982 Anayasası’nın 6. maddesinde yer alan şu düzenleme Anayasa’nın bu niteliğini açıkça ifade eder: “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

OSMANLI-TÜRKİYE TARİHİNDE ANAYASALAR
• 1876 Kanun-i Esasi• 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu• 1924 Anayasası• 1961 Anayasası• 1982 Anayasası
!!! Anayasa, devletin kendisine yüklenen görevleri yerine getirmesi için kullanması gereken yetkilerin kaynağıdır.

1876 Kanun-i Esasisi:
• Osmanlı İmparatorluğunda ilan edilen ilk Anayasa’dır.
• Padişahın tek taraflı iradesiyle yapılmış bir ferman Anayasa’dır.
• Anayasa, devletin monarşik ve teokratik yapısını korumaktadır.
• Anayasa ile iki kanatlı bir yasama organı oluşturulmuş (Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan).
• Heyet-i Ayan üyeleri Padişah tarafından seçilip atanır,
• Heyet-i Mebusan üyeleri ise Halk tarafından seçilir.
• Anayasa ile ilk kez -kısmen de olsa- halkı temsil eden bir parlamento kurulmuştur.
• Heyet-i Mebusana ne yasama süreci ne hükümeti denetleme açısından önemli bir yetki verilmemiştir.
• Padişahın sorumsuzluğu ve kutsallığı anlayışı ile yasama-yürütme ilişkilerindeki üstünlüğü bu anayasada sürdürülmüştür.

• Padişahın Heyet-i Ayan üyelerini ve Meclis başkanlarını seçmesi;
• Meclis-i Umuminin ancak Padişahın izniyle yasa önerebilmesi;
• İki Meclis tarafından kabul edilen bir yasayı Padişahın mutlak olarak veto edebilmesi;
• Meclisi toplantıya çağırma ve feshetme yetkisinin Padişaha ait olması;
• Hükümet üyelerinin Padişah tarafından seçilmesi ve bunların yalnızca Padişaha karşı sorumlu olması;
• Meclisin Hükümeti denetleme yetkisinin olmaması... Padişahın sistem içindeki ağırlığını gösteren düzenlemelerdir.
!!! Bu hükümlere bakıldığında 1876 Anayasası’nın anayasal monarşiyi benimsediğini söylemek güçtür.
1876 Anayasası’nı temel hak ve özgürlükler açısından değerlendirdiğimizde ise şu noktaların altını çizebiliriz:
1876 Anayasası yasa önünde eşitlik, kişi özgürlüğü ve dokunulmazlığı, basın özgürlüğü, eziyet, işkence, müsadere ve angarya yasağı gibi çok sayıda hak ve özgürlükle önemli yargısal güvenceleri tanımıştır.
Ne var ki, tanınan bu hak ve güvenceler Anayasa’da Padişaha tanınan sürgün yetkisiyle etkisiz kılınmıştır.
II. Meşrutiyet’in ilanının ardından toplanan Meclis-i Umumi 8 Ağustos 1909 tarihli yasayla Kanun-i Esasi’de çok önemli değişiklikler yapmıştır. Bu nedenle Kanun-i Esasi’nin yeni biçimi bazı yazarlarca “1909 Anayasası” olarak da adlandırılmaktadır.
ÖNEMLİ: 1909 değişiklikleri, 1876 Anayasası’nın ilk biçiminden farklı olarak, Padişahın tek taraflı iradesiyle değil, Meclisin girişimi ve katılımıyla gerçekleştirilmiştir.

Artık bu düzenlemelerle Osmanlı İmparatorluğunda temel esaslarıyla anayasal monarşinin benimsendiği söylenebilir. Söz konusu değişikliklerle Padişahın yetkileri önemli ölçüde sınırlanmıştır.
• Sadrazam ve onun seçtiği Heyet-i Vükela üyeleri Padişah tarafından atanmalarına rağmen Heyet-i Vükela bireysel ve toplu olarak Meclis-i Mebusana karşı sorumlu tutulmuş;
• Bir konuyu görüşmek için Padişahtan izin alma zorunluluğu kaldırılmıştır.
• Meclisin Padişahın daveti olmaksızın kendiliğinden toplanması ve Padişahın iznine gerek olmadan yasa önerebilmesi mümkün hale getirilmiştir.
• Padişahın “mutlak veto” yetkisi “geciktirici veto”ya dönüştürülmüştür.
• 1909 değişiklikleri, Meclisin siyasal sistemde ağırlık kazanmasını sağlamanın yanı sıra toplantı ve dernek haklarının tanınması, basına sansür yasağının konması gibi hak ve özgürlükler alanını genişletici düzenlemelere de yer vermiştir.
• Padişaha sürgün yetkisi veren hükmün metinden çıkarılması da hak ve özgürlüklerin serbestçe kullanılmasını sağlamak açısından önemli bir adımdır.
!!! 1876 yılında ilan edilen Kanun-i Esasi’de yapılan 1909 değişiklikleriyle, Osmanlı İmparatorluğunda temel esaslarıyla anayasal monarşinin benimsendiği söylenebilir.

1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu:

• 24 maddeden oluşan çerçeve bir anayasa’dır.
• “Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu” ilkesi ilk kez bu Anayasa’da ifade edilmiştir.
• Egemenliğin tek ve gerçek temsilcisi olarak TBMM’dir.
• Meclis seçimlerinin 2 yılda bir yapılıyor
• Meclisin kendiliğinden her yıl Kasım ayı başında toplanır.
• Yasama ve Yürütme yetkilerinin Parlamentoda toplanmasını öngören “meclis hükümeti” sistemini benimsemiştir.
• Meclis kendi içinden bir başkan seçer.
• Yürütme görevi de Meclisin kendi üyeleri arasından seçtiği “İcra Vekilleri Heyeti” tarafından yerine getirilir.
• Yargı yetkisine değinilmemiştir.
• Buna karşılık, yerinden yönetime yönelik düzenlemeler bu Anayasa’da geniş yer tutmaktadır.
• Anayasa ülkeyi vilayetlere, kazalara ve nahiyelere ayırmış; bunlardan vilayet ve nahiyelere tüzel kişilik ve idari özerklik tanımıştır.
• !!! 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan en önemli değişiklik cumhuriyetin ilanıdır.

1924 Anayasası:

“Esas Hükümler”, “Yasama Görevi”, “Yürütme Görevi”, “Yargı Erki”, “Kamu Hakları” ve “Çeşitli Hükümler”.olmak üzere altı bölümden oluşmaktadır.

Esas hükümler bölümünde
• Türkiye Devletinin cumhuriyet olduğu;
• Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu;
• TBMM’nin ulusun tek ve gerçek temsilcisi olduğu ve egemenliğini TBMM eliyle kullanacağı belirtilmiştir.
• Yasama ve yürütme erkleri TBMM’de toplanmıştır.
• TBMM yasama yetkisini bizzat kendisi;
• Yürütme görevini ise Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu aracılığıyla yerine getirmektedir.
• Tek meclisten oluşur.
• TBMM 4 yılda bir yapılan genel seçimlerle oluşmaktadır.
• Milletvekillerine serbestçe çalışmalarını sağlamak için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı tanınmıştır.
• Anayasa TBMM’ye, yasa yapmak, yorumlamak, para basmak, genel ve özel af ilan etmek gibi yasamaya ilişkin yetkiler yanında, soru, gensoru, soruşturma gibi hükûmeti denetlemesini sağlayacak araçlar da vermiştir.
• Yürütme organının unsurlarından biri olan Cumhurbaşkanı hem devletin hem de yürütmenin başıdır.

Anayasa, Cumhurbaşkanına
• Başbakanı seçme ve atama,
• Başbakanın seçtiği bakanları atama,
• Gerekli gördüğünde Bakanlar Kuruluna başkanlık etme,
• Başkomutanlığı temsil etme,
• Yasaları yayımlama ve bir kez daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderme gibi yetkiler tanımıştır.
• Cumhurbaşkanı siyaseten sorumsuzdur;
• Cumhurbaşkanının yaptığı işlemleri “karşı imza” kuralına tabidir, yani söz konusu işlemlerin TBMM’ye karşı siyaseten sorumlu olan Başbakan ve ilgili bakan tarafından da imzalanması gerekir.
• Cumhurbaşkanı tarafından atanan Bakanlar Kurulu Meclisten güvenoyu almak zorundadır.
• Başbakan ve bakanların Meclise karşı kolektif ve bireysel sorumlulukları vardır.
• Yargı bağımsız mahkemeler tarafından millet adına kullanılır.
• Mahkemelerin yasayla kurulması, bağımsızlığı, yargı kararlarının bağlayıcılığı, savunma hakkı, yargılamanın herkese açık olması gibi yargı alanına ilişkin belli başlı ilkeler bu Anayasa’da yer almıştır.

Sonuçta, meclis hükümeti sisteminin bazı etkileri devam ediyor olsa da yasama-yürütme ilişkisi açısından bu Anayasa’nın parlamenter sisteme yakın bir düzenleme getirdiği söylenebilir.
• 1924 Anayasası genel ve soyut bir özgürlük ve eşitlik anlayışı öngörmüştür.
• İşkence, eziyet ve zoralım yasağı, düşünce, din, vicdan, sözleşme, dilekçe, yayın, mülkiyet, dernek, toplantıseçme, seçilme, devlet memuriyetine girebilme gibi klasik haklar ve siyasal hak ve özgürlükler genel olarak tanımıştır.
Buna karşılık, ilköğretimin devlet okullarında parasız olması dışında sosyal ve ekonomik haklara hiç değinilmemiştir.
• Anayasa, düzenlediği hak ve özgürlükler için güvenceler öngörmemiş;
• TBMM tarafından yasa yoluyla söz konusu hak ve özgürlüklerin düzenlenip korunacağını varsaymıştır.
• 1921 Anayasası’nın benimsediği biçimiyle yerinden yönetim ilkesi bu Anayasa’da öngörülmemiştir.
1924 Anayasası zaman içerisinde önemli değişikliklere uğramıştır.
• 1928’de Laiklik ilkesi anayasaya girmiştir.
• Devletin dininin İslam olduğu hükmü ile Cumhurbaşkanı ve milletvekili yeminlerinde yer alan “vallahi” sözcüğü metinden çıkarılmış;
• Meclisin şeriat hükümlerini uygulama görevi kaldırılmıştır.
• 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
• Seçme yaşı 18’den 21’e çıkarılmıştır.
• 1937’de CHP’nin altı okunu simgeleyen ilkeler anayasaya eklenmiştir.
• 1945’te anayasanın dili sadeleştirilmiş,1952’deki değişiklikle ise eski haline getirilmiştir.

1961 Anayasası:
• Önceki Anayasalarımıza göre daha ayrıntılı ve uzundur.
• 1961 Anayasası pek çok açıdan Anayasa Hukuk’umuza yenilikler getirmiştir.
• Bu Anayasa, 1921 ve 1924 Anayasalarından farklı olarak bir başlangıç bölümüne yer vermiş ve bunu esas metinden saymıştır.
• Anayasa’nın 2. maddesi cumhuriyetin niteliklerini sıralamıştır.
• Sosyal ve hukuk devletidir.
• 1924 Anayasasına göre çok daha geniş ve ayrıntılı bir hak ve özgürlükler listesi sunmaktadır.
• Önceki anayasadan farklı olarak sağlık, sosyal güvenlik, sendikal haklar gibi sosyal ve ekonomik haklar ilk kez bu Anayasa’da yer bulmuştur.
• Siyasal partiler de bu anayasada “demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru” olarak tanımlanmış ve siyasal partilerin mali denetimleri ile gerektiğinde kapatılmaları görevinin Anayasa Mahkemesi’ne verilmesi gibi bazı yeni düzenlemeler öngörülmüştür.
• TBMM artık egemenliğin tek ve yegane temsilcisi değildir.
• Yasama organının kuruluşu açısından bu Anayasa’nın getirdiği yenilik çift meclis sistemidir.
• TBMM’nin bir kanadı genel oyla seçilen üyelerden oluşan Millet Meclisi;
• Diğer kanadı ise halk tarafından seçilmemiş Cumhuriyet Senatosudur.
• Cumhurbaşkanı seçimi ile meclisin seçim dönemi birbirinden ayrıldı.
• Bir kişi, TBMM tarafından ve TBMM içinden, 7 yıl için, en çok arka arkaya iki kez Cumhurbaşkanı olarak seçilebilir.
• Cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamak amacıyla seçilen kişinin varsa partisiyle ilişiğinin kesileceği ve
• TBMM üyeliğinin son bulacağı belirtilmiştir.
• Meclis üyesi olmayanların da bakan olarak atanması bu Anayasa’yla olanaklı hale gelmiştir.
• Ayrıca gensoru yoluyla hükümetin düşürülmesi zorlaştırılmıştır.
• Milli Güvenlik Kurulu anayasal bir kurum haline getirilmiştir.
• TRT ve üniversitelere özerklik tanınmıştır.
• !!! Hukuk devleti ilkesi ilk kez 1961 Anayasası’nda ifade edilmiştir
• Anayasa Mahkemesi kuruldu
• Yüksek Hakimler Kurulu kuruldu

1961 Anayasası 1971 ve 1973 yıllarında önemli değişikliklere uğramıştır.
• Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmesi;
• Üniversite özerkliğinin zayıflatılması;
• TRT’nin özerkliğinin kaldırılması;
• Devlet Güvenlik Mahkemelerinin oluşturulması;
• Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kurulması
• Sivillerin askeri nitelikte olmayan suçlardan dolayı yargılanmasının olanaklı hale getirilmesi;
• Bütün temel hak ve özgürlükler için geçerli olan genel bir sınırlama maddesi konması;

1982 Anayasası:
• Yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), yeni Anayasa’nın bir kurucu meclis tarafından yapılması ve halkoylamasına sunularak yürürlüğe girmesine karar vermişti.
• Kurucu Meclis, MGK ve Danışma Meclisi olmak üzere iki kanattan oluşmaktaydı.
• MGK, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren başkanlığında kara, hava, deniz kuvvetleri komutanları ile jandarma genel komutanından oluşuyordu.
• Sivillerden oluşan Danışma Meclisi ise MGK tarafından atanmıştı.
• Danışma Meclisine aday olmak için 12 Eylül 1980’den önce herhangi bir siyasal partinin üyesi olmamak şartı aranıyordu.
• MGK, Danışma Meclisinden gelen metni aynen ya da değiştirerek kabul edecek veya reddedecekti.
• Danışma Meclisinin ise MGK’nın değiştirdiği bir metin üzerinde böyle bir yetkisi yoktu.
• Kurucu Meclisin Anayasa yapım sürecinde son sözü söyleyen kanadı MGK idi.
• Oldukça ayrıntılı bir Anayasa’dır.
• Anayasa’nın ayrıntılı olmasının bir nedeni, temel hak ve özgürlüklere ilişkin hükümlerde aşırı sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmasıdır.
• Otorite-özgürlük dengesinde otoriteye ağırlık veren bir Anayasa’dır.
!!! 1982 Anayasası’nın dayandığı temel ilkeler “Cumhuriyetin Nitelikleri” başlığı altında 2. maddede sayılmıştır. Buna göre, “Türkiye Cumhuriyeti,
• Toplumun huzuru,
• Millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
• Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

1982 ANAYASASI’NA GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TEMEL İLKELERİ

• Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı Devlet
• İnsan Haklarına Saygılı Devlet
• Laik Devlet
• Demokratik Devlet
• Hukuk Devleti
• Sosyal Devlet

!!! Hukuk devleti ilkesi, yasama, yürütme ve yargı organlarının eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmaları gerektiğini ifade eder. Buna göre, hukuka aykırılık söz konusu olduğunda, söz konusu organların yaptırımlarla karşılaşması gerekir.

İDARE HUKUKU
İdare, yürütme organının;
• Cumhurbaşkanı,
• Bakanlar Kurulu,
• Başbakan ve bakanlar dışında kalan kısmı ile
• il özel idaresi, belediye, köy, üniversite, TRT, meslek kuruluşları……………..gibi diğer kamu tüzel kişilerini ifade eder.
İdare, toplumun günlük yaşamın sürdürmesine hizmet eden, kamu yararını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetleri gerçekleştirir. Bu anlamda idare hukuku, idarenin kuruluşuna, yapısına, işleyişine ve idarenin yerine getirdiği işlevin düzenlenmesine ilişkin kuralları içerir.
İdare hukukunun asli kaynakları yazılı ve yazısız kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılır. Yazılı kaynaklar arasında
• Anayasa, • Yasalar, • Kanun hükmünde kararnameler,• Uluslararası antlaşmalar, • Tüzükler ve • Yönetmelikler yer alır.
Yazısız kaynaklar ise Örf ve adetler yani gelenek ve göreneklerdir.
Yardımcı kaynakları ise yargı kararları ve doktrindir.
İdare hukukunun konuları arasında idarenin kuruluşu, yani idari teşkilat önemli bir yer tutar. Anayasa’mıza göre, “İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır”. Merkezî idare; başkent teşkilatı
(Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu ve bakanlıklar) ve merkezi idarenin taşra teşkilatından (kamu hizmetinin tüm ülke düzeyinde yürütülmesi amacıyla oluşturulan il, ilçe ve bucaklardan) oluşur.
Yerinden yönetim ise iki biçimde karşımıza çıkar:
• Yer yönünden yerinden yönetim (il özel idareleri, belediyeler, köyler) ve
• Hizmet yönünden yerinden yönetim (üniversiteler, TRT, TÜBİTAK gibi).
Yerinden yönetim kuruluşları devletten ayrı bir kamu tüzel kişiliğine sahiptirler.
İdari teşkilata hakim olan temel ilke idarenin bütünlüğü ilkesidir. İdarenin bütünlüğü iki yöntemle veya hukuki araçla sağlanır:
• Hiyerarşi (yani idare içindeki görevliler arasında altlık-üstlük ilişkisi kurulması) ve
• Vesayet (yani merkezi idarenin yerinden yönetim kuruluşları üzerindeki denetim yetkisi kullanması).
İdarenin, hukuk düzeninde değişiklik yapan irade açıklamalarına idari işlem denir.
İdare tek yanlı ve iki yanlı olmak üzere iki tür işlem yapar.
• Tek yanlı idari işlemler bireysel idari işlemler (örneğin bir kişinin memur olarak atanması) ve düzenleyici işlemler (tüzük, yönetmelik gibi genel ve muhatapları ismen belirlenmemiş olan işlemler) olmak üzere ikiye ayrılır.
• İki yanlı idari işlemler ise idari sözleşmelerdir (orman işletme sözleşmesi yapma, maden imtiyazı tanıma vb.).
İdarenin faaliyetleri açısından temel kavram kamu hizmetidir.
Kamu hizmeti bir kamu tüzel kişisi tarafından veya onun denetimi altında bir özel hukuk tüzel kişisi tarafından kamu yararı amacını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerdir.
Kamu düzenini sağlamaya yönelik kolluk hizmeti idarenin faaliyetleri arasında en önemli faaliyetlerden biri olarak karşımıza çıkar.

Kolluk hizmeti, idarenin kamu düzenini sağamaya yönelik faaliyetidir.Kamu malları ve kamu görevlileri (idari personel ), İdare hukukunun temel konularındandır.
Kamu görevlileri, idarenin insan öğesini oluşturur. Kamu görevlisi kavramı, kamu kurum ve kuruluşlarının genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yürüten kişileri kapsar.
Devlete ait olan mallara “kamu malları” denir. Belediye otobüsü, göl, deniz, maden, parklar kamu mallarından bazılarıdır. Bunlar ipotek edilemezler, satılamazlar, vergiye tâbi değillerdir.
İdarenin kamu malları üzerindeki yetkileri arasında bunları kullanma, koruma, yararlanma ve kamu malı olmaktan çıkarma vb. yetkiler yer alır.
• İlk derece mahkemeleri (İdare mahkemeleri ve Vergi mahkemeleri) ve • Üst derece mahkemelerinden (Bölge idare mahkemeleri ve Danıştay’dan) oluşan idari yargı, idarenin hukuka uygunluğunu sağlar.
İdari yargı alanında iptal, tam yargı ve idari sözleşmelerden doğan davalara rastlanır.
İdare, yargı dışında da birçok yöntemle denetlenmektedir.
İdare, yargı dışı denetim ve yargısal denetim olmak üzere iki yönlü bir denetime tâbidir.
Yargı dışı denetim, idarenin yargı organlar› dışındaki kişi ve kuruluşlarca denetlenmesi anlamına gelir.
Yargı dışı denetim;
• Uluslararası denetim (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ya da diğer uluslararası kuruluşların yaptığı denetim),
• İdari denetim (bir kurum içinde üstün astı denetlemesi şeklindeki hiyerarşik denetim ya da bir idari kuruluşun başka bir idari kuruluşu denetlemesi şeklindeki dış denetim),
• Siyasal denetim (meclisin, hükümet üzerinde gensoru, soru, meclis soruşturması, genel görüşme vb. yöntemlerle yaptığı denetim) ve
• Kamuoyu denetimi (sivil toplum örgütlerinin ve medyanın etkisiyle oluşan denetim) olarak karşımıza çıkar.

CEZA HUKUKU
Suç, hukuk kurallarının yapılmasını veya yapılmamasını yasakladığı eylemdir. Suç, hukuk düzeni tarafından cezai yaptırıma bağlanmıştır.
Ceza, kanunlara aykırı davranan kimseye, mahkemeler tarafından uygulanan yaptırımdır. Ceza hukukundaki ceza türleri esas olarak ikiye ayrılır: hapis cezaları ve adli para cezaları.
!!! Ceza hukuku, suçluların cezalandırılmasını sağladığı için başka kişilerin suç işlemesini de engeller. Bu yanıyla ceza hukuku aynı zamanda koruyucu bir işlev de görür.
5237 sayılı ve 26.09.2004 tarihli Türk Ceza Kanunu’nun 1. maddesinde Ceza Kanunu’nun amacı: !!! “Kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemek...” olarak tanımlanmıştır.
Ceza hukuku, suçları ve yaptırımları gösteren “maddi” ceza hukuku ve suçların ortaya çıkarılıp faillerinin yargılanması (ceza muhakemesi hukuku) ve yaptırımların uygulanması (infaz hukuku) ile ilgili konuları içeren “şekli” ceza hukukunu içerir. Kriminoloji, kriminalistik, viktimoloji ve adli tıp, ceza hukukuna yardımcı disiplinler olarak karşımıza çıkar.
Kriminoloji, suç ve suçluluğu inceleyen bilimdir.
Viktimoloji, suç mağdurlarının durumunu inceleyen bilim dalıdır.
Adli tıp, mahkemelerin gerçeği ortaya çıkarmasına yardım eden tıp koludur.
Ceza hukukunda temel kavramlardan biri olan ceza normu iki unsurdan oluşur: Emir ve yaptırım.
Emir, yapılması veya yapılmaması gereken davranışları gösterirken,ceza, söz konusu emre aykırı davranıldığı takdirde uygulanacak yaptırımları belirler.Ceza Hukukunun İlkeleri
Ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biri kanunilik ilkesidir. Bu ilke iki unsur içerir: Yasada açıkça gösterilmeyen bir fiil suç oluşturmaz ve bir suç için ancak yasada belirlenen ceza uygulanabilir.
Kanunilik ilkesine göre; yasada açıkça gösterilmeyen bir fiil suç oluşturmaz ve bir suç için ancak yasada belirlenen ceza uygulanabilir.
Bu ilkenin çok önemli bazı sonuçları vardır. Bu sonuçlar şu şekilde ifade edilebilir:

• Birincisi, örf ve âdet kurallarıyla suç ve ceza yaratılamaz;
• İkincisi, ceza hukukunda kıyas yasaktır;
• Üçüncüsü, ceza yasaları açık ve belirli olmalıdır;
• Dördüncüsü, aleyhte yasalar geriye yürümez.

!!! Ceza hukuku, suçları tanımlayan hukuk alanıdır. Ceza hukuku söz konusu suçlar için öngörülen yaptırımları ve bu yaptırımların nasıl uygulanacağını da gösterir.
Ceza hukukunda yer alan diğer bir ilke “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesi ”dir. Bu ilkeye göre, suç ve cezaların neler olduğunu herkesin bildiği varsayılır. Dolayısıyla bir suç işleyen kimse, ben bunun suç olduğunu bilmiyordum diyerek cezai sorumluluktan kurtulamaz. Bu noktada kişinin bilmesi gereken, o davranışın hukukun onaylamadığı bir davranış olmasıdır; yoksa cezanın miktarını bilmesi gerekmez.
Cezanın şiddetli bir yaptırım olması ve insan yaşamını önemli ölçüde etkilemesi ceza hukukunda bir başka ilkenin daha kabul edilmesini gerektirmiştir, söz konusu ilke “herkes hüküm giyene kadar masum kabul edilir ilkesidir.
Bu ilkenin doğal sonucu olarak yargılama sürecinde şüphe sanık lehine yorumlanır. Aslen delil yetersizliğinden beraat de yine bu ilkenin bir sonucudur.
Ceza hukukunun bir diğer ilkesi de “ceza sorumluluğunun şahsiliğidir. Bu ilkeye göre, kimse başkasının fiili dolayısıyla cezalandırılamaz. Dolayısıyla babaya çocuğunun fiili, kocaya karısının fiili dolayısıyla ceza verilemez.
Ceza hukukunda bir başka ilke de “ceza kanunlarının geçmişe etkisi” ile ilgilidir.Bu ilkeye göre, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimse cezalandırılmaz. Böyle bir cezaya hükmolunmuşsa cezanın infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden ortadan kalkar.
Son olarak ceza hukukunda “yersellik ilkesinin uygulandığından bahsetmek gerekir. Buna göre, Türkiye’de işlenen suçlar hakkında Türk kanunları uygulanır. Bu bağlamda Türkiye topraklarında, Türk Hava Sahası ve Karasularında işlenen suçlara, bunları yabancı uyruklular işlemiş olsa bile Türk Hukuku uygulanacaktır.

VERGİ HUKUKU
Vergi, kamu giderlerini karşılamak amacıyla devletin veya devletin yetkilendirdiği diğer kamu tüzel kişilerinin, hukuki zorunluluk altında, yasayla belirtilen kurallara göre ve karşılıksız olarak gerçek ve tüzel kişilerin gelir ve malları üzerinden nakdi ya da aynî olarak aldıkları paydır.
Mali hukuk devletin bu para ve malları nasıl elde edeceği ve nasıl kullanılacağına ilişkin kuralları içerir. Bu kapsamıyla mali hukuk iki alt-alanı içermektedir:
Devletin gelirlerine ilişkin “gelir hukuku” ve Devletin giderlerine ilişkin “gider hukuku”.
Günümüzde gider hukuku “bütçe hukuku”; Gelir hukuku ise “vergi hukuku” olarak isimlendirilmektedir.
Geniş anlamda vergi hukuku verginin yanında resim, harç ve şerefiye gibi devletin kamu gücüne dayanarak elde ettiği tüm gelirleri kapsarken, Dar anlamda vergi hukuku yalnız vergilere ilişkin kuralları içerir.
Vergi hukuku kamu hukuku içerisinde bağımsız bir hukuk alanı olarak kabul edilmektedir.Bu bağlamda, vergi hukuku geliştirdiği kendine özgü
“Mükellef”, “Vergi sorumlusu”,“Peçeleme” gibi kavramlar;
“Tarh”, “Tebliğ”, “Tahakkuk”, “Tahsil” gibi işlemlere ilişkin kurallar;
“Uzlaşma”, “Matrah tespit yöntemleri”, “Tevkif at” gibi yöntem ve tekniklerle varlığını sürdürmektedir.
Vergi yükümlüsü, vergi yasalarına göre alacaklı vergi dairesine karşı vergiyi ödemekle sorumlu olan gerçek veya tüzel kişilerdir.
Matrah, verginin hesaplanmasına temel oluşturan değer ya da miktardır.
Tarh, vergi idaresinin, çeşitli biçimlerde belirlediği matraha vergi tarifelerinin uygulanmasıyla vergi borcunun hesaplamasına yönelik idari işlemdir.

VERGİ HUKUKU
Geniş Anlamda Vergiler + Resim + Harç + şerefiye
Dar Anlamda Vergiler
Vergi hukukunun asli kaynakları arasında, diğer kamu hukuku alanlarında olduğu gibi
• Anayasa, • Yasalar ve • Uluslararası antlaşmalar yer alır.
Bunun yanında vergi hukuku açısından
Kanun hükmünde kararnameler, Bakanlar kurulu kararları, Tüzükler, Yönetmelikler, Düzenleyici genel tebliğler, Anayasa mahkemesi kararları ve İçtihadı birleştirme kararları da asli kaynaktır.
Yardımcı kaynaklar arasında ise
Açıklayıcı genel tebliğler, Genelgeler, Sirkülerler, Muktezalar, Yargı kararları ve Öğreti sayılabilir.
Vergi Tahakkuku, verginin tarh edilmesinden sonra tahsil edilebilir duruma gelmesi, yani vergiyle ilgili bir alacak hakkının doğmasıdır.
Vergi tahsili, tarh ve tahakkuktan sonra vergi borcunun vergi yükümlüsü tarafından ödenmesidir.
Takas (ödeşme, sayışma), aynı cinsten, ikisi de muaccel (vadesi gelmiş), karşılıklı iki alacağın birbirine sayışılmasıdır.
Terkin, resmî kütük ve defterlerde yazılı bulunan bir konunun silinmesidir.
Vergi Hukukunun İlkeleri
Vergi hukukunun temel ilkelerinden biri “vergide genelliktir.Diğer bir vergi hukuku ilkesi olan “vergide adalet ”tir.Diğer bir vergi hukuku ilkesi ise “Vergide kanunilik ”tir.

Verginin Türleri
Vergiler ödenme biçimlerine göre ikiye ayrılır.
Vergi, doğrudan devlete ya da kamu tüzel kişilerine (örneğin belediyelere) ödenirse doğrudan vergi adını alır. Eğer yapılan bir işlem dolayısıyla ve belirsiz zamanda ödenen vergiler söz konusu olursa bunlara da dolaylı vergi denir. Emlak ve gelir vergileri doğrudan vergiler; KDV, gümrük vergileri ise dolaylı vergilerdir.
Vergiler konularına göre ise üç grupta incelenir.
Gelir üzerinden alınan vergiler, Servet üzerinden alınan vergiler ve Gider üzerinden alınan vergiler.
Gelir vergisi ve kurumlar vergisi, gelir üzerinden alınan vergilere;
veraset ve intikal vergisi ve emlak vergisi ile motorlu taşıtlar vergisi, servet üzerinden al›nan vergilere;
KDV, özel tüketim vergisi, özel iletişim vergisi, şans oyunları vergisi, damga vergisi ile banka ve sigorta muameleleri vergisi ise gider üzerinden alınan vergilere örnek olarak gösterilebilir
Ahmet Urgu
Mesajlar: 24
Kayıt: 11 Eki 2016 22:16
İletişim:

11 Eki 2016 22:43

HUKUK’UN TEMEL KAVRAMLARI
Hukuk: Köken olarak Arapçadan gelir ve haklar manasına gelir. Toplumu düzenleyen ve devlerin yaptırım gücünü belirten yasaların bütününü oluşturur. Hukuk kuralları din, örf- adet ve ahlak kurallarından beslenir, anacak bire bir aynısını alır demek mümkün değildir. Örneğin, dinen zina yasak sayılırken, Türkiye hukukuna göre yasak değil ama boşanma nedenidir. Ayrıca hukuk kurallarını toplumun diğer kurallarından ayıran en büyük yanı cebri(zor kullanma) yaptırımına sahip olmasıdır.
Doğal hukuk: İnsanın insan olmasından dolayı sahip olduğu haklardır. Örneğin, anayasanın 17. Maddesindeki ve insan hakları evrensel bildirisindeki yaşama hakkı.
Pozitif hukuk: Yürürlükte olan hukuk kurallarıdır.
Anayasa: İktidarı sınırlayan metin( kurallar)dır. Pozitif hukuk kurallarının en üstün gücüdür.
Ana yasaları en başında oluşturan veya toptan değiştiren iktidarlara asli kurucu, kısmi değişiklikler yapan iktidarlara tarihi kurucu denir.
Ana yasalar devletin teşkilatlanmasını belirler; devletin biçimini, rejimini, özelliklerini anayasalarda belirtilir.
Anayasalarda değişiklik yapılması için meclis de 4\3 çoğunluğa ulaşmak gerekir.
TC. Anayasası madde 1: Türkiye devleti bir cumhuriyettir. (rejimi)
Madde 2: TC. devleti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıç ilkelerine dayanan, demokratik, laik sosyal bir hukuk devletidir. (biçimi)
Madde 3: TC. devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe, bayrağı beyaz ay yıldızlı al bayrak, milli marşı İstiklal marşı ve başkenti Ankara’dır.
Madde 4: İlk üç madde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Devlet: Belli toprak parçası üzerinde teşkilatlanmış insan topluluğu.
Hukuk devleti: Hukuk kurallarıyla sınırlandırılmış, koyduğu kurallara halkı gibi kendi de uyan devlet.
Laik devlet: Devlet düzeninin ve toplum kurallarının din kurallarına göre şekillenmediği devlettir. Kısacası din ve devlet işlerinin ayrışması. Ancak Türkiye’de din hizmetleri kamu hizmeti gibi görülmüş, bu bağlamda din işlerini yürütmek üzere Diyanet(dinler) Kurumu oluşturulmuştur.
Demokratik devlet: İnsan haklarına saygılı devlet.
Mülk devlet: Ülke topraklarının padişahın malı sayıldığı ve devleti bağlayan kuralların bulunmadığı devlet. Örneğin Osmanlı.
Polis(kent) devlet: Halkı bağlayan kuralların olduğu, ama devletin hiçbir kurala bağlı olmadığı devlet.
Hukuk devleti ilkeleri: Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınır, bunların nasıl, ne zaman ve kim tarafından ve hangi ölçüde sınırlandırılacağı belirtilir.
HUKUK’UN KAYNAKLARI
YAZILI(ASIL) KAYNAKLAR
Devletin organları tarafından konulmuş bütün hukuk kurallarından oluşur.
NORMLAR HİYARARŞİSİ
ANAYASA
KANUNLAR
TÜZÜK
YÖNETMELİK
1-Anayasa: Normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alır, kanunlara göre daha zor oluşturulur ve değiştirilir. Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluşunu ve işleyişini, vatandaşların devlete karşı temel hak ve hürriyetlerini düzenler.
Anayasayı oluşturan veya köklü değişiklik yapan iktidarlara asli kurucu iktidar, küçük değişiklikler yapan iktidara tali kurucu iktidar denir.
Türkiye anayasasını değişmesi için meclisin 3\1 değişiklik teklifi vermesi gerekir. Yeni anayasanın da kabul edilmesi için meclisin 3\2’sinin kabul etmesi gerekir. Oylamalar gizli yapılır. Kabul gören anayasa Cumhurbaşkanı’na yollanır. Cumhurbaşkanı yeni anayasayı kabul edebilir, halkoyuna sunabilir ve yeniden görüşülmesi için meclise yollayabilir.
2-Kanun: Normlar hiyerarşisinde anayasanın altında yer alır ve anayasalara uygun olarak yasama organı tarafından oluşturulan, genel soyut kurallardır.
Yazılı olması gerekir, örneğin Türkiye’de resmi gazetede yayınlanır. Genellik ilkesine dayanır, yani kanunlar bir kişi için değil, tüm kişiler için çıkarılır. Süreklilik ilkesine de dayanır, kanunlar belli bir süre için değil, belirsiz bir süre için yürürlüğe konur ve kalkana kadar kalır. Tabi ki buna istisna durumla süreli olan kanunlarda çıkarılmıştır. Örneğin aflar kanunlarda süre ile sınırlı bir şekilde verilir.
Kanunların çıkarılması için en az bir milletvekilinin teklif vermesi, teklifin meclissin en az 3\1 tarafından görüşülmesi, en139 milletvekilince onaylanması ve Cumhurbaşkanı tarafından resmi gazetede yayınlattırılması gerekir. Cumhurbaşkanı kanunları yayınlatmak ve beğenmediğini görüşülmek üzere geri yollamakla hükümlüdür. Aynı kanun kendine ikici defa geldiğinde yayınlatmak zorundadır.
Kanunlar yayınladığı tarihten 45 gün sonra yürürlüğe girer, eğer özel olarak tarih belirtilmemişse.
Kanunlar ancak yetkili makamların Anayasa Mahkemesine başvurusu sonucu, Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilebilir.
3-Kanun hükmünde kararnameler: Yasama ve anayasandan aldığı yetkiye göre bakanlar kurulu tarafından çıkarılırlar, kanunlarla aynı yetkiye sahiptirler ve belli konuları düzenlemek için çıkarılırlar.
a- Olağan dönem kanun hükmünde kararnameler: TBMM’den aldığı yetkiyle bakanlar kurulu tarafından çıkarılır. Vatandaşların temel hakları, ödevleri ve siyasi haklara ilişkin düzenlenemezler. Bu kararnameler başbakan ve bakanların imzasının ardından Cumhurbaşkanı tarafından resmi gazetede yayımlanırlar ve mecliste onay oylamasına sunulurlar. Meclis ret edene kadar yürürlükte kalır ve yargı denetimine açıktır.
b- Olağan üstü hal kanun hükmünde kararnameler: Sıkıyönetim ve olağan üstü hal durumlarında normal bakanlar kurulunda değil, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan bakanlar kurulunda çıkarılır. Çıkarılması için TBMM’nin yetki vermesine gerek yoktur, anacak çıkarıldıkta sonra meclisin onayına sunulur ve meclis ret edene kadar yürürlükte kalır. En önemlisi yargı denetimine açık değildir.
4-Uluslar arası antlaşmalar
İki veya daha fazla devlet tarafından sözleşme yapılmış olan, Cumhurbaşkanı onayıyla resmi gazetede yayınlanmış ve kanunlarla aynı değere sahip hukuk kurallarıdır.
Uluslar arası antlaşma yetkisi Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri bakanı ve bakanlar kurulunca özel yetki verilmiş olan kişilere aittir. Cumhurbaşkanının onaylama ve yayımlatma yetkisi vardır sadece.
Uluslararası antlaşmaların çıkarılması için meclisin onay kanunu çıkarması ve yayınlanması gerekir. Bazı konularda buna gerek yoktur, ekonomik, ticari, teknik antlaşmaların meclis tarafından onaylanmasına gerek yoktur, ama yayınlanmalıdır.
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin konulardan uluslar arası antlaşmalar kanunların üstündedir, ama anayasa altında bir değere sahiptir. Zaten bu antlaşmalar anayasaya göre yapılır.
5-Tüzükler
Bakanlar kurulunca çıkarılır, kanunların uygulanmasını göstermek ve emrettiği işleri belirtmek için çıkarılır. Danıştay tarafından yargısal denetimleri yapılır. Cumhurbaşkanı imzalar ve resmi gazetede yayınlattırır. Yayımlanmasında 45 gün sonra yürürlüğe girer.
6-Yönetmelikler
Başkanlık, bankalar kurulu, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri(üniversite,belediye vb.) tarafından ilgili oldukları alandaki kanun ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak amacıyla, kanunlara aykırı olmayan bir şekilde çıkarılan hukuk kurallarıdır. Ülke çapında uygulanacak yönetmeliklerin yargısal denetimini Danıştay, diğerlerini idari mahkemeler yapar. Resmi gazetede yayınlanma zorunlulukları yoktur.
Yardımcı kaynaklar
1-İçtihatlar: Mahkemelerin verdiği kararların kanun gibi sayılmasıdır. İçtihatlar Anglo-Sakson sistemi ülkelerde bağlayıcıdır. Üst ve aynı düzey mahkemelerin benzeri konuda verdiği karalar kanun gibidir, yeni verilecek karar ona uygun olarak verilir.
Ancak Türkiye’nin de içinde bulunduğu Kıta Avrupası Hukuk Sistemindeki ülkelerde içtihatlar bağlayıcı değildir, ama onlardan örnek teşkil alınarak faydalanılabilir. Bağlayıcı içtihatlar ise şunlardır; Anayasa mahkemesi kararları, Uyuşmazlık mahkemesi kararları, Askeri yüksek idare mahkemesi karaları ve içtihattı birleştirme kararları.
2-Doktrin(ÖĞRETİ): Hukuki konularda bilim adamlarının verdiği önerilerdir. Bağlayıcı değildirler, ama mahkemeler karar verirken onlardan faydalana bilir.

KANUN OLAĞAN DÖNEM KHK’Sİ OHAL KHK’Sİ
TÜZÜK
YÖNETMELİK
yetki TBMM Bakanlar kurulu+TBMM’DEN yetki kanunu Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar kurulu(yetki almaya gerek yok) Bakanlar kurulu Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri
konu Sınırlama yok Temel hak ve özgürlükleri düzenleyemez Sınırlama yok Kanun uygulaması göstermek Kanun ve tüzüklerin uygulamasını sağlamak
Cumh.baş.imz. Var Var Var Var Yok
RG’de yayın Var Var Var Var Hepsi için şart değil
TBMM onay Var Var Var Yok Yok
Danıştay inc. Yok Yok Yok Var Yok
Yargısal denetim Anayasa mahkemesi Anayasa mahkemesi Denetim yok Danıştay Danıştay idari mahkemeler



HUKUK AYIRIMI VE DALLARI
Kamu ve özel hukukun karşılıklı özellikleri
1- Üstünlük bakımından kamu hukuku özel hukuktan üstündür. Çünkü kamu hukuku devlet taraflardan biri olan devlet söz konusudur. Ayrıca kamu hukuku devlet-kişi arasındadır, özel hukuk kişiler arasındadır.
2- Kamu hukuk kuralları emredicidir ve tarafların iradesi karışamaz. Özel hukuk da kısmi olarak emredici de olsa, kuralların aksine taraflar kuralları serbest iradeleriyle kararlaştıra bilirler.
3- Kamu hukuk işlemleri kamu yararına yönelmiştir. Özel hukuk işlemleri kişilerin özel çıkarlarının tatminine yönelmiştir.
4- Kamu hukuk işlemleri yaptırıma sahiptir ve iradesini zorla kabul ettirebilir. Ancak özel hukukta bu söz konusu değildir, kimse kimseye zorla yaptırımda bulunamaz.(örneğin kamulaştırma işlemlerinde arazi zorla alınabilir. Ancak kişiler karşılıklı arazi alış-verişinde bulunacaksa zorla yaptırım söz konusu olamaz.)
5- İcrailik bakımından kamu hukuku işlemleri icraidir. Devlet ve kamu tüzel kişileri karar alma ve uygulama yetkisine sahiptir. Özel hukukta söz konusu olamaz karşılıklı kişiler eşit olarak görüldüğü için hiçbir icrai işlemde bulunamazlar. (Örneğin belediye bir yeri yıkma kararı alıp yıktıra bilir. Ancak bir ev sahibi kıracısını çıkarmak istiyorsa dava açmalı ve kazanmalıdır. Kazandıktan sonrada kendisi çıkaramaz icra dairesine başvurması gerekir.)
6- Kamu hukukunda re’sen uygulaması denilen, hiçbir talebe ihtiyaç duymak sızın uygulamalar vardır.(örneğin birisini öldüren kişi hakkında savcı dava açar bunu için mağdur tarafın şikayetine ihtiyaç yoktur.)Özel hukukta re’sen yoktur.(örneğin alıcı satıcıdan bir şey almış parasına vermemişse mağdur taraf mahkemeye başvurmalıdır.)
7- Kamu hukuk işlemleri kanuna uygunluk karnesine sahiptir ve uygulanan kararlar dava açılana kadar hukuka uygun olarak görülür.(örneğin öğrencini okuldan atılması öğrenci mahkemeye şikayet edene kadar hukuka uygun olarak görülür.) Özel hukukta taraflar eşit olduğundan hukuka uygunluk karnesi yoktur ve tarafların kendilerini ispat etmesi gerekir.
HUKUK DALLARI
A- KAMU HUKUKU
Devletler arası ve devletle birey arsındaki ilişkileri düzenleyen hukuk dalı.
a-Uluslararası hukuk: Devletler arası ilişkiyi düzenleyen hukuk dalı.
b-Anayasa hukuku: Devletin kuruluşunu, oluşumunu, teşkilatlanması ve devlet kuruluşlarının bir biriyle ilişkisini düzenleyen hukuk dalı.
c-İdare hukuku: Devletin idari teşkilatlarının kuruluşunu ve işleyişini düzenleyen hukuk dalıdır. İdare kendi içinde ikiye ayrılı;
A- MERKEZDEN YÖNETİM: Devletin iradesi demektir kendi içinde ikiye ayrılı. Başkent teşkilatı (Cumhurbaşkanı, bakanlar kurulu, başbakan), Taşra teşkilatı( valilik, kaymakamlık gibi)
B- YERİNDEN YÖNETİM KURULUŞLARI: Mahalli idare kendi bütçesi vardır ve özek kurumlardır(il özel idareleri, belediyeler ve köylerdir), hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları(üniversiteler, TRT, TÜBİTAK; KİT, YÖK gibi)
d-Ceza hukuku: Suç oluşturan fiil ve davranışları ve bunlara verilecek cezaları belirten hukuktur.
Kanunda suç olarak tanımlanmış davranışlar suç olarak sayılır. Bazı davranışlar hukuka aykırı olarak tanımlanır, bunlar suç değildir ve disiplin cezası gerektirir. Hukuk’a aykırı olarak görülen davranışları karşı disiplin cezasını yetkili kuruluşlar verirler.
Ayrıca burada önemli olan bir diğer nokta ise atanmış kişilerin, seçilmiş kişileri görevinden alamayacağıdır.(Örneğin başbakan veya bakanlar diyelim bir belediye başkanını görevinden alamaz. Ancak dava açabilir ve o belediye başkanı dava süresinde görevden uzaklaştırıla bilir ve suçlu bulunursa görevinden alına bilir.
e-Vergi hukuku: Kamu işlerinin yerine getirilmesi için alınan vergiler alınır. Devletin vatandaşla vergi ilişkisini düzenleyen hukuk dalıdır.
f-Ceza usul hukuku: Suçluların takip edilmesi, yargılanması ve cezalandırılmasında uyulacak usulleri belirleyen hukuktur.
C- ÖZEL HUKUK
Kişilerin bir birleriyle ilişkisini eşitlik ve irade serbestliği esasına göre düzenleyen hukuk kurallarıdır.
a-Medeni hukuk: Kişilerin doğumu, ölümü, reşit olmasını, evlenmesini ve çocukların anne-babayla olan ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır. Kişiyle anne karnına düştüğü andan itibaren ilgilenir.
1-Kişiler hukuku: Burada kişiler iki ye ayrılır gerçek kişiler yani insanlar ve tüzel kişiler vakıflar, denekler gibi belli bir gayeyle bir araya gelmiş insanlardan oluşur. Bu hukuk kişiliğin türlerini, korunmasını, ehliyetlerini, yakınlarıyla olan ilişkilerini ve belli bir yerle olan ilişkilerini düzenler.
2-Aile hukuku: Kişinin aile denilen topluluğun içindeki üyeleriyle aralarındaki ilişkilerini belirler.
3-Miras hukuku: Bir geçek kişinin ölümünden sonra para ile ölçülebilir bütün hak ve borçlarının kimlere nasıl verileceğini düzenler.
4-Eşya hukuku:Kişinin bir eşya üzerindeki hakimiyeti ve tasarrufunun niteliklerini belirler.
b-Borçlar hukuku: Kişiler arası borç ilişkilerini düzenler.
c-Ticaret hukuku: Kişilerin ticari nitelikteki ilişkilerini düzenleyen hukuk dalıdır.
1-Ticari işletme hukuku: Ticari işletmeyi ve tacirin faaliyetlerini düzenleyen hukuk dalıdır.
2-Şirketler hukuku: Şirketlerin işleyişini, ortakların hak ve borçlarını, sona ermelerini düzenler.
3-Kıymetli evrak hukuku: Bono, çek, poliçe gibi kıymetli evraklarla ilişkili işlemleri düzenler.
4-Sigorta hukuku: Sigorta kurumlarının çalışmalarını ve sigorta sözleşmelerini düzenleyen hukuk dalıdır.
d-Devletler özel hukuku: Devlet ve yabancı kişiler ve şeylerin ilişkilerini düzenler.
1-Vatandaşlık hukuku: Bizim gibi kıta avrupası ülkelerde vatandaşlık kan bağına göredir. Vatandaşlık hakkını da sadece gerçek kişiler alabilir. Vatandaşlık hukuku da vatandaşlığın kazanılması, kaybı ve ispatıyla ilgilidir.
2-Yabancılar hukuku: Yabancıların hak ve sorumluluklarını belirler.
3-Kanunlar ihtilafı: Özel hukukta yabancı unsurdan doğan uyuşmazlıkta, hangi ülkenin hukukuna bakılacağını içermektedir.(örneğin bir türk İle yunanın boşanması sonucu çocukların kimde kalacağı gibi)
4-Milletler arası usul hukuku: Yabancı unsurdan kaynaklı özel hukukta doğan uyuşmazlıkta hangi ülkenin hukukuna bakılacağını belirler.
e-İş hukuku: İşçi ve iş veren arasındaki ilişkiyi düzenler. İşçinin korunması ilkesi ön palandadır. Alt dalları , bireysel iş hukuku, toplu iş hukuku ve soysa güvelik hukukudur.,
f-Medeni usul hukuku: Özel hukuk davalarında mahkemeler arasındaki uyuşmazlıkları belirleyen hukuk dalıdır.
g-İcra ve iflas hukuku: Özel hukuktaki uyuşmazlıklarında uyuşmazlığı çözmekle sorumlu mahkemelerin verdiği kararları hangi organların yürüteceğini belirten hukuk dalı.
HAK
HAK KAVRAMI HAKKINDA TEORİLER
A-İRADE TEORİSİ: Hak hukuk düzeni tarafından tanınana ve korunan kişiye ait iradeden başka bir şey değildir. Alman hukukçu Savigny’in teorisidir.
B-MENFAAT TEORİSİ: Hak hukuk tarafından korunan menfaattir. Alman hukukçu Jhering’in teorisidir.
C-KARMA TEORİ: Hak insana irade kudreti tanımak suretiyle korunan menfaattir. Alman hukukçu Jellinek’in teorisidir.
KAMUSAL HAK VE ÖZEL HAK ARSINDAKİ FARKLAR
1- Özel hakta hak sahibi kişi ve karşısında yükümlü bir başka kişi vardır. Hak sahibi hukuk yoluyla yükümlüyü zorlaya bilir. Kamu hakkında ise hak sahibi kimse karşısında kimse yoktur, bazen devlet vardır. Devlete hukuk zoruyla yaptırımda bulunabilir ama devletin yapacakları imkanlarıyla sınırlıdır.
2- Özel haklarda eşitlik vardır. Kamu haklarında ise ayrım yapılır, örneğin seçme hakkı için 18 yaş sınırı vardır.
3- Özel haklardan yabancılarda yaralanabilir, ama kamu haklarının hepsinde bu söz konusu değildir. Örneğin seçme ve seçilme hakkı.
4- Özel haklar yerleşmiş ve gelişmiştir ama kamu hakları daha gelişme aşamasındadır.
KAMU HAKLARI
Bireyin devlet karşısındaki hakları.
1-Negatif statü haklar: Devletin dokunamayacağı, yani kişini dokuma dediği haklardır. Örneğin kişi güvenliği, din hürriyeti, düşünce hürriyeti, mülkiyet hakkı gibi.
2-Pozitif statü haklar: Kişinin devletten bir şeyler istediği, devlete yap dediği haklardır. Örneğin sağlık hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı gibi. Sosyal devlet anlayışından gelmektedir.
3-Aktif statü haklar: Kişinin siyasal katılımını sağlayan haklar. Örneğin seçme-seçilme, siyasi pati kurabilme kamu hizmetine girme, dilekçe hakları gibi.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 8 misafir