İktisat büyüme ve kalkınma ders notu

Cevapla
Ahmet Urgu
Mesajlar: 24
Kayıt: 11 Eki 2016 22:16
İletişim:

01 Kas 2016 14:16

I-İKTİSADİ KALKINMA

Makro iktisat genel olarak ekonomideki kısa dönemli dalgalanmalar, bu dalgalanmalara kaynaklık eden temel unsurlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Makro iktisadi analizin kökeninde veri koşullar altında ortaya çıkan iktisadi dalgalanmalara karşı uygulanacak iktisat politikalarının ortaya konması yer alır. Bu nedenle daha çok ekonomik aktivitelerin talep cephesi üzerinde yoğunlaşmakta ve talepteki uyumsuzlukların, özellikle planlanan yatırımlarla gerçekleşen yatırımlar arasındaki uyumsuzlukların yarattığı dalgalanmalar üzerinde durulmaktadır. Oysa ekonomik faaliyetlerin bütünü açısından bakıldığında, uzun dönemli amaç mevcut kapasitenin üstüne çıkarak ekonominin gelir yaratma yeteneğinin artırılmasıdır. İşte bu konuda iktisadi büyüme ve kalkınma kavramları gündeme gelmekte ve mevcut üretim faktörleri stokunun arttırılmasına yönelik politikalar tartışılmaktadır. Bu noktada emek, sermaye ve teknoloji kapasitesinin arttırılması önem kazanmaktadır.

Bu bağlamda büyüme teorileri ortaya atılmıştır. Ancak büyüme teorilerine geçmeden önce büyüme, kalkınma ve iktisadi gelişme kavramlarını açıklamakta yarar vardır.

Kalkınma, salt üretimin ve kişi başına gelirin arttırılması demek olmayıp, az gelişmiş bir toplumda iktisadi ve sosyo-kültürel yapının da değiştirilmesi ve yenileştirilmesi anlamında kullanılmaktadır. Kalkınmanın temel unsurları arasında kişi başına düşen gelirin arttırılması yanında, genel olarak üretim faktörlerinin etkinlik ve miktarlarının değişmesi, sanayi kesiminin milli gelir ve ihracat içindeki payının arttırılması gibi yapısal değişikliklerde yer almaktadır.

Büyüme, nitelikten çok nicelik bakımından ortaya çıkan bir değişikliktir. Genel olarak üretim ve kişi başına gelirin arttırılması olarak kabul edilebilir. Kalkınma sadece az gelişmiş diyebileceğimiz ekonomilerle ilgili bir kavram olarak kabul edildiği halde, büyüme süreci gelişmiş ve az gelişmiş ekonomiler için kullanılabilmektedir.

Gelişme ise, genel olarak kalkınma kavramı yerine kullanılan bir kavramdır.

Bu bölümde önce iktisadi kalkınma üzerinde duracağız.

KALKINMIŞLIK VE KALKINMAMIŞLIK KRİTERLERİ

Bir ülkenin kalkınmışlık düzeyinin belirlenmesinde birkaç kriter uygulanabilir. Bunlar;

a- Ekonomik Kriterler: En yaygın ekonomik kriter kişi başına GSMH düzeyidir.

Kişi başına GSMH’sı;

599 $ arasındaki ülkeler alt gelir grubu
600- 2199 $ arasındaki ülkeler alt orta grubu

2200- 5999 $ arasındaki ülkeler üst orta grubu

6000 $ ve üstü ülkeler ise üst grubu oluşturur.

Örneğin bu kritere göre Türkiye üst orta grupta yer alan orta gelişkinlikte bir ülkedir.

İkinci kullanılan ekonomik kriter ise kaynak kullanım düzeyidir. Genellikle kaynaklarını tam istihdam düzeyinde ve etkin kullanan ülkeler gelişmiş kabul edilir. Az gelişmiş ülkelerin ise önemli bir GSMH açıkları söz konusudur.

b- Sosyo- Kültürel Kriterler: Burada insanın yaşam kalitesine dair kriterlere bakılır. Eğitim, sağlık, çevre, beslenme gibi.

c- Demografik Kriterler: Burada ise nüfusun yapısı, yerleşkesi, bileşimi gibi kriterler göz önüne alınır.

AZ GELİŞMİŞ ÜLKELERİN ÖZELLİKLERİ

1- Ekonomik Özellikler

a- Kişi başına düşük gelir ve düşük tasarruf sonucu düşük yatırımlar.

b- GSMH içinde tarımın yüksek payı

Burada Colin Clark’ın 3 sektör teorisinin bilinmesinde fayda vardır. Colin Clark’a göre gelişmenin ilk aşamalarında GSMH içinde sektörlerin büyüklük sıralamaları şöyledir.

Tarım
Sanayi
Hizmetler
Ekonomiler kalkındıkça sıralama değişir. Kalkınmanın orta düzeylerinde sıralama şöyle olur;

Sanayi
Hizmetler
Tarım
Ekonomiler kalkınmalarını tamamladıklarında ise en son sıralama şöyle olacaktır.

Hizmetler
Sanayi
Tarım
c- Düşük teknoloji kullanımı ve düşük verimlilik

d- Tarımda küçük topraklarda aile işletmeleri şeklinde üretim sonucu düşük verim

e- Gelir dağılımının bozuk olması

f- İhracatın ağırlıkla tarımsal ürünlerden oluşması gibi.

g- Ekonomik düalizm( ikili yapı)

2- Sosyo- Kültürel Özellikler

a- Düşük eğitim düzeyi

b- Okuma yazma bilmeyenlerin çokluğu

c- Kadınların eğitimsiz olmaları

d- Evlenme yaşının düşük olması

e- Yabancı dil bilenlerin sayısının az olması

f- Kişi başına gazete ve kitap okuma düzeyinin düşük olması gibi

3- Demografik Özellikler

a- Hızlı nüfus artışı

b- Yüksek ölüm ve doğum oranı

c- Bebek ölümlerinin yüksekliği

d- Kadın işgücünün azlığı

e- Nüfusun büyük kısmının tarımda istihdam edilmesi

f- Ortalama yaşam süresinin düşük olması

g- Ücretsiz aile işçiliğinin ve çocuk işçiliğinin yaygın olması gibi

AZ GELİŞMİŞLİĞİN NEDENLERİNİ AÇIKLAYAN YAKLAŞIMLAR

1-Yoksulluğun Kısır Döngüsü Yaklaşımı (Nurkse): Nurkse’a göre “ Fakir ülkeler fakir oldukları için fakirdirler”. Yani yoksulluğun nedeni yoksul olmaktır. Gelişmekte olan ülkeler düşük gelire sahip olduklarından fazla tasarruf yapamazlar. Bu durumda yatırım artışı düşük olur. Yatırımlar az artınca yıllık gelir artışı da düşük olur. Bu nedenle daha fazla tasarruf yapabilecek bir gelire kavuşamazlar.

Sürekli bu kısır döngü içinde döner dururlar. Bu ülkelerin zenginleşmeleri için yabancı tasarruflara yani dış yatırımcılara ihtiyaçları vardır.

2- Kuzey-Güney Diyaloğu Yaklaşımı ( Myrdal): Bu yaklaşıma göre dünyanın kuzey yarım küresinde yer alan zengin ülkeler ile güney yarım küresinde yer alan fakir ülkelerin birbirleriyle ticareti zengin ülkeler lehine olmaktadır. Güney ülkeleri- güney ülkeleriyle ticaret yapmalıdır.

3- Rostow’un Gelişme Aşamaları Kuramı: Rostow’a göre gelişme tarihsel bir süreçtir. Her toplum bu aşamaları kat ederek gelişmeyi sağlayabilir. Bu aşamalar şunlardır:

Geleneksel toplum aşaması
Kalkışa hazırlık aşaması
Kalkış
Olgunluğa geçiş
Yüksek refah toplumu
4- Sosyo-Kültürel Etkenler Yaklaşımı (Beoke): Beoke az gelişmiş ülkeler üzerinde yaptığı çalışmalarda bu ülkelerin ekonomik birimlerinin iktisadi rasyonellikten uzak olduklarını yani Homo Economicus’luk özelliklerini göstermediğini belirtmiştir. Kişilerin “ihtiyaçlarının sınırlı” olduğunu, firmaların daha yüksek kar bekleyişlerine sahip olmadığını ve toplumda kaderciliğin hakim olduğunu söylemiştir. Bu yüzden bu toplumların kalkınmaları için zihniyet değişimi gerekir demiştir.

5- Singer- Prebisch Yaklaşımı: Alman iktisatçı Hans Singer ile Arjantinli Raul Prebisch 1960 yılında yaptıkları bir çalışmada Dünya ticaret hadlerinin az gelişmiş ülkelerin aleyhine seyrettiğini belirtmişlerdir. Az gelişmiş ülkelerin ihraç ürünleri genellikle tarımsal ürünler olup, ithal ettikleri ise sanayi ürünleridir. İhraç malları fiyatlarının, ithal malları fiyatlarına oranı olan küçülmekte olduğunu tespit etmişlerdir.

Bunun nedenlerini ise şunlara bağlamışlardır.

Gıda mallarının (tarımsal ürünlerinin) gelir esnekliğinin (1) bir’den küçük e<1, sanayi ürünlerinin gelir esnekliğinin ise e>1 oluşu
Gelişmiş ülkelerin sanayi ürünlerini oligopolistik piyasa şartlarından satarken, az gelişmiş ülkelerin tarım ürünlerini rekabetçi piyasa şartlarında satıyor oluşu
Teknolojik gelişmelerin tarımda ürün bollaşmasına yol açıp fiyatları düşürürken, sanayi ürünlerinde işlevini geliştirerek fiyat artışına yol açması.
Gelişmiş ülkelerde güçlü sendikalar nedeniyle oluşan ücretlerin sanayi ürün fiyatlarını arttırması.
Bu gibi nedenlerle dış ticaret hadleri gelişmekte olan ülkeler aleyhine seyretmektedir. Bu ülkeler bu olumsuz durumdan kurtulmak ve kalkınmak için “ithal ikameci sanayileşme” modeli izlemelidirler.

6- Emperyalizm ve Sömürgecilik Yaklaşımı

Baran gibi Marksistlere yakın iktisatçılar az gelişmenin gelişmiş ülkelerin uyguladığı emperyalist sömürü politikalarının bir sonucu olduğuna inanırlar.

KALKINMA STRATEJİLERİ

1- Dengeli Kalkınma Stratejisi( Roseinstein-Rodan): Bu kuramda ekonomideki bütün sektörler aynı anda ve dengeli olarak kalkındırılmalıdır. Diğer sektörler geliştirilmeden sadece bir sektörün geliştirilmesi mümkün değildir. Az gelişmiş ülkelerin özellikleri; ancak sektörlerin hepsinde yatırım yapmak suretiyle ekonomik kalkınmaya ulaşmayı gerekli kılar. Az gelişmiş ülkelerin özelliklerinden birisi “ talep yetersizliği”dir. Girişimciler yapacakları yatırımlar için müşteri bulup bulmayacaklarını kestiremezler. “Sürüm Yerleri Yasası”na göre bir malın sürüm (satış ) olanakları nerede müsait ise yatırımlar orada yapılır. Bu nedenlerle diğer sektörleri geliştirip gelirlerini arttırmadan sadece bir sektörün geliştirilmesi mümkün değildir. Eğer girişimciler kendileri ile birlikte diğer girişimcilerinde hatta devletinde yatırım yapacağına inanırsa ekonomide yatırımlar birdenbire artacak milli gelir hızla yükselecektir.

Yine bu ülkelerde yatırımların azar azar artması ve yatırımların içsellik ve dışsallıklardan yararlanamaması nedeniyle bir anda büyük ve çeşitli yatırımlara girişilmesi gerekir. Buna “büyük itiş” teorisi adı verilir.

En sonuncu olarak bu ülkelerde tasarruf eğrileri köşelidir. Belli bir gelire ulaşmadan tasarruf artamaz. Büyük bir hamle ile “ büyük itiş” ile gelirler yükseltilmelidir.

2- Dengesiz kalkınma Stratejisi: Dengesiz kalkınma, ekonominin bazı sektörlerine öncelik verip yatırımları bu sektörlere kaydırmayı gerekli kılan bir modeldir. Bu yaklaşımların ilk temsilcileri Ricordo, Mill ve Marshall’dır. Modern dengesiz kalınma teorisinin öncüsü ise Hirschman’dır. Hirschman’a göre bütün sektörlerde aynı anda yatırım yapmak, ekonomide hem sermaye birikiminin ve hem de girişimci ve yönetici kadronun yeterli olmasına bağlıdır. Bu gelişmekte olan ülkelerde mümkün değildir. Bu nedenle ancak imkanlar seçilecek bir sektörün geliştirilmesi eliyle kalkınmayı mümkün kılar.

Hangi sektöre ve projelere öncelik verilmesi konusunda da Hirschman “sektörler arası öncel ve gerisel bağlılıklara” göre karar verilmesi gerektiğini “ belirtmiştir.

Önsel Bağlılık: Bir sektörün diğer sektörlere sattığı ara mallar toplamının toplam talebe oranı ile ölçülür.

Gerisel Bağlılık: Bir sektörün diğer sektörlerden aldığı ara mallar toplamının , toplam üretime oranıdır.

Hirschman’a göre toplam “toplam sektörler arası bağlılık” katsayısı en yüksek olan sektöre öncelik verilmelidir. Örneğin: Demir- çelik gibi ara mallar üretimi.

3- Tarım veya Sanayi Önceliği Kriteri: Bazı yaklaşımlara göre az gelişmiş ülkeler tarım sektörüne öncelik vererek kalkınmalıdırlar. Bunun nedenleri ise şunlardır:

Yiyecek maddeleri arzının sağlanması
Tarımdan sanayiye işgücü aktarılabilmesi
Sermaye ihtiyacının azlığı
İhracatın geliştirilmesi
Sermaye birikiminin sağlanması
Sanayi ürünlerine talep yaratılması
Sanayiye öncelik verilmesinin nedenleri ise;

Sanayileşmenin, modern ve gelişmiş bir ülkenin sembolü sayılması
İstihdam sorununun çözümü
Dışsal ekonomilerin bulunması
Makine sanayinin önemi
İhraç ürünlerini arttırmak ve kendi kendine yeterli olmak( otarşi)
4-Öncü Sektörler Kriteri: Hangi sektörlerin gelişme hızları daha yüksek ise o sektörler öncü seçilmelidir.(Rostow)

5- Büyüme Kutupları Kriteri( Perroux): Perroux’ya göre yatırımlar önce bir bölgede toplanmaya başlar. Bu bölgeler ekonomik kalkınmanın merkezi haline gelirler. Uzun dönemde kalkınmayı diğer geri kalmış bölgelere aktarma imkanı sağlar.

Myrdal ise büyüme kutuplarının gelişiminin sakıncalarına değinmiştir. Gelişen bölge diğer bölgeleri daha da geriletebilir demiştir.

6- İhracata Dönük Kalkınma Modeli (Modern Karşılaştırmalı Üstünlük):

İthal ikameci kalkınma modelinin alternatifi ihracata dönük kalkınma modelidir. İthal ikameci modelde ülke üstün olmadığı sanayi dallarında korumacılık sayesinde iç talebi karşılayarak üretim yaparken, ihracata dönük kalkınma modelinde üstün olmadığı alanlarda üretim yapmaz. Korumacılık yoktur. Diğer ülkelere göre üstün olduğu malların üretimi ve ihracatı yoluyla kalkınmaya çalışır.

II-İKTİSADİ BÜYÜME

A- Klasik İktisatçılarda İktisadi Büyüme:

İktisadi büyüme sadece günümüze özgü bir kavram değildir. Malthus, Ricardo, ve Marx’ın ekonomik görüşlerinin temelinde büyüme fikri vardır.

Aslında Klasik büyüme teorisi çok sayıda klasik düşünürün fikirlerini yansıtmaktadır. Bununla birlikte teoriye, özellikle başlangıç niteliğindeki katkıyı Ricardo yapmıştır.

Ricardo ücretleri, piyasa ücreti ve doğal ücret olarak ikiye ayırmıştır. Doğal ücreti işgücünün asgari beslenmesini sağlayabilecek ücret olarak tanımlamıştır.

Ricardo modelinde İngiltere’nin 19. YY başlarındaki kötümser koşulları vardır. Özellikle tarım kesiminde düşük verimlilik vardır. Ücretler en az geçim düzeyine kadar düşmüştür. Ayrıca emeğin tamamıda istihdam edilmiş durumdadır.

Bu noktadan hareket eden Ricardo, nüfus artışının tahıl talebini ve dolayısıyla tarımsal üretim çabalarını artıracağını ileri sürmüştür. Böylece önce yoğun tarım metodlarına, sonra gitgide daha kötü nitelikte topraklara başvurulacak, tarımsal mallar daha güç ve daha yüksek maliyetle elde edilebilecek ve sonuç olarak da besin maddelerinin fiyatları yükselecektir. Bu durumda, doğal ücret haddi de yükselerek hem tarım hem sanayi kesiminde karları düşürecektir. Karların azalarak sermaye birikimini olanaksız kılacak düzeye kadar düşmesi (artı değerin yok olması) net yatırımları durduracaktır. Bu durumda ücretler doğal ücretler düzeyinde olduğundan artık nüfus artmamaktadır, net yatırım sıfırdır ve büyüme durmuştur. Bu durumda büyümenin gerçekleşebilmesi için emeğin verimliliğinin artması ve buna bağlı olarak sermaye birikiminin sağlanması gerekecektir. Başkaca büyüme yolu yoktur.

Yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde marjinalist ekolün ve neo-klasiklerin iktisadi analizleri kısa döneme ve makro-statik çerçeveye hapsetmeleri ile büyüme konusundan uzaklaşılmıştır.
B- HARROD- DOMAR BÜYÜME MODELİ

Keynes’in temel makro ekonomik modelini geliştirmeye yönelik ilk girişim Roy Harrod ve Evsey Domar tarafından yapılmıştır.

Keynes’in makro ekonomik modeli kısa dönemli ve statik bir modeldir. Yatırımlar “yatırım harcamaları” yani yatırım mallarına yönelik bir talep olarak değerlendirilmiştir. Kısa dönemde yapılan yatırım harcamaları o dönemdeki çıktı için talep oluşturarak “çarpan” etkisi ile o dönemin gelirini arttırır.

Yatırımların kısa dönemdeki bu etkisine “gelir arttırıcı etki” denir. Ancak yatırımların “olgunlaşma süresi” olarak tanımlanan bir kavram vardır. Olgunlaşma süresi, bir yatırımın yapılmaya başlandığı tarih ile üretime geçtiği tarih arasındaki inşa süresidir. Şüphesiz ki yatırımlar bu süre boyunca devamlı çıktıya talep yaratırlar.

Yatırımlar olgunlaşma süresi sonunda, faaliyete geçtikten sonra ise artık çıktıya talep yaratmayıp, girdi kullanarak çıktı arzı (hasıla) yaratacaktır. İşte bu yatırımların uzun dönemde hasıla yaratma etkisi Keynes’te eksik kalmıştır. Keynes sadece kısa dönemde talep ve gelir yaratma etkisini incelemiştir.

Harrod ve Domar yatırımların uzun dönemde hasıla yaratma etkisini analize katarak, kısa dönemli statik Keynesyen analizi uzun dönemli dinamik bir analiz haline getirmiştir.

Peki, yatırımlar uzun dönemde ne kadar hasıla yaratacaktır? Harrod ve Domar bunu “sermaye- hasıla katsayısı”ile açıklamıştır.

Sermaye - Hasıla Katsayısı: ortalama sermaye hasıla katsayısı, ise marjinal sermaye hasıla katsayısıdır. Bir ekonomide ne kadar sermaye (yatırım) ile ne kadar hasıla elde edildiğini gösterir. Teknolojik bir değişim olmadığı sürece ‘dir.

Örneğin: ise ekonomi 4 birim sermaye ile (1) birim hasıla elde edilebilmektedir.

Verimlilik arttıkça sermayeden daha çok hasıla elde edileceğinden sermaye-hasıla katsayısı küçülür.

iken verimlilik artışı sonucu 4 birim sermayeden 2 birim hasıla elde edilmeye başlandığını düşünelim

olacaktır. Bu durumda sermaye- hasıla katsayısının tersi sermayenin verimliği olacaktır.

bu oranı (g) harfi ile gösterelim g= Sermayedeki artış( DK) yatırım anlamına geleceğinden DK=I olarak yazılabilir. g= Yatırımları eşitliğin sol tarafında gösterirsek, hasıladaki artışın DY=g.I kadar olacaktır. Buradaki (DY) yatırımların uzun dönemde (olgunlaşma süresi sonunda) ne kadar hasıla arttırdığını yani arz yönünü gösterir.

Yatırımlar kısa dönemde ise talep artışı sağlayarak dönem gelirini (DY=) çarpan ile çarpımı kadar arttırıyor idi.

Dengeli bir büyümenin gerçekleşebilmesi için kısa dönemdeki cari çıktı artışının, uzun dönemdeki hasıla kapasitesindeki artışa eşit olması gerekir.

DY==DY=g.I eşitliğinden

=g.I eşitliği elde edilir.

Arzulanan Büyüme Oranı:



=g.I iken denklemin her iki tarafını s ile çarparsak;

DI= g.I.s olacaktır. Bu kez her iki tarafı (I) ile bölersek =g.s olur. Yatırımların artış oran aynı zamanda hasılanın artış oranı ‘ye eşit olacaktır. . Yani büyüme hızı; marjinal tasarruf eğilimi s ile sermayenin (yatırımların) verimliliği (g) nin çarpımına eşittir.

dir. sY bir dönemde gelirin ne kadarının tasarrufa ayrıldığını gösterir. sY=S dir. S=I ise DY=g.I yazılabilir. Buradan da yani sermaye – hasıla katsayısının tersi olan sermayenin verimliliği elde edilir.

Harrod-Domar modelinde sermaye ve emek belli bir oranda kullanılmak zorundadır.

Fiilen gerçekleşen büyüme oranının uygun büyüme oranına eşit olması için; ya ekonomide kullanılmayan bir işgücü stokunun bulunması ya da işgücü arzının uygun büyüme oranına eşit hızda büyümesi gerekir. Bu oldukça güç gerçekleşebilecek bir durumdur. Bu yüzden Harrod-Domar modeline “Bıçak Sırtı” yani dengenin sağlanmasının zor olduğu bir model denir.

İşgücü artışı:

: nüfus artış hızı, (T), teknolojik gelişmedir.

İşgücü artışı ikisinin toplamı kadar olacaktır.

s.g=

s.g yerine değerini koyarsak;

Ekonomide her dönemde sermayenin bir kısmı aşınacağından yatırımların artışından sermayenin aşınma oranı düşülmelidir.

- Aşınma Oranı = + T

= + T + Aşınma Oranı

s.g= + T + Aşınma Oranı

NEO-KLASİK (SOLOW-SWAN) BÜYÜME MODELİ
Solow’un geliştirdiği büyüme modeli Cobb-Douglas tipi bir üretim fonksiyonuna dayanır. Üretim emek ve sermayenin bir fonksiyonudur. Teknoloji ise dışsal olarak üretim üzerinde etkide bulunabilir.

Y=f(K,L),T

Modelde varsayım olarak nüfus ve teknoloji değişmemektedir. Üretimin artış oranı emek ve sermayenin artış oranına bağlıdır.

Modelde;

: Üretimin artış oranı (büyüme hızı)

: Sermayenin artış oranı

: Sermayenin marjinal verimi

: Emeğin artış oranı

: Emeğin marjinal verimi

= Teknolojik değişme oranı. (Teknolojik değişme dışsaldır. Etkilenebilecek bir faktör değildir. Dışsal değişmelere bağlı olarak değişebilir. Buna “Solow Artığı” denilir.

Örneğin:

Sermaye ve emeğin % 10 arttığı bir ekonomide teknolojik değişme olmadığında üretimde % 10 artar. Çünkü Solow’da “ölçeğe göre sabit getiri” sözkonusudur.

MPK + MPL = 1 ‘dir. MPK = 0,4 ise MPL=0,6 olacaktır.

Modelde faktörlerin kullanım yoğunluğu, yani birbirine artanı değişmez kabul edilir. Her iki faktörde aynı oranda artmalıdır. Biri diğerinden fazla artarsa fazla artan kısmı kullanılamaz.

= MPK .

0,10 = 0,4.0,10+0,6.0,10+0

Eğer emek ve sermaye %10 artarken üretim %10’dan fazla artmışsa bunun nedeni dışsal olan teknolojik değişmedir.

Modelde emek ve sermaye artış oranı kadar toplam üretim artacağı için kişi başına üretim artmaz. Kişi başına üretimin artması için kişi başına sermayenin artması gerekir.

Üretim fonksiyonu emek miktarına bölünür. Bu durumda kişi başına üretim , kişi başına sermayenin fonksiyonu olacaktır.



Kişi başına sermaye kullanımının artması kişi başına üretimi (geliri) artırır. Azalan verimlerden dolayı azalarak artar. Kişi başına sermaye kullanımı artarken sermayenin marjinal verimi azalır.

Toplam gelir tüketim ve tasarrufa bölüştürülür.

y=c+s . Kişi başına gelir, kişi başına tüketim ve kişi başına tasarrufa eşittir. Kişi başına gelir artarken tasarruf ve tüketim de artar.

Kişi başına sermaye artarken ve buna bağlı gelir artarken sermaye belli oranda yıpranır.



İşçi başına sermaye K1 kadarsa, işçi başına üretim (Y1) kadardır. Bu düzeyde (A-B) kadar işçi başına tüketim, (B-K1) kadar işçi başına tasarruf yapılmaktadır. İşçi başına yıpranma ise (C-K1) kadardır. Tasarruflar yıpranmadan fazla olduğu için işçi başına sermaye artar. Çünkü tasarruflar yatırıma dönüşmektedir. (S=I) Yapılan yatırım, yıpranandan fazladır. Tasarruflar yıpranmayı aştığı sürece işçi başına sermaye ve buna bağlı olarak işçi başına gelir ve tüketim artar. İşçi başına sermaye K3 gibi bir düzeyde olsaydı yıpranma tasarrufu yani yatırımı aştığı için işçi başına sermaye ve buna bağlı olarak gelir ve tüketim azalırdı. Şekilde görüldüğü gibi ekonomi hep K2 sermaye kullanımı düzeyine yönelmektedir. Bu düzeyde tasarruflar yıpranma kadar olduğu için kişi başına sermaye ve gelir değişmeyecektir. Bu düzeye “Ekonominin Durağan Durum Sermaye Kullanım Düzeyi” adı verilir.



Tasarruflardaki artış durağan durumu ve çıktı düzeyini artırır. Ancak tasarruflardaki artış sürekli olarak çıktıyı artıramaz. Uzun dönem durağan durumu etkileyemez. Geçici etkiler oluşturur.

Modelin Tüketimi Maksimize Eden Tasarruf Oranı

Modelde her alternatif tasarruf oranına tekabül eden bir durağan durum ve her durağan duruma tekabül eden bir üretim düzeyi vardır. Bu alternatif durumlardan tüketimi maksimize edene “sermayenin altın kural düzeyi” denir.




Eğer tasarrufların yıpranma doğrusuyla eşitlendiği düzey, çıktı ile yıpranma arasındaki farkın en yüksek olduğu düzeyde ise tüketim maksimize edilir.

Y’nin eğimi sermayenin marjinal ürününe (MPk) ve dk’nın eğimi marjinal yıpranma oranı (d)’ye eşittir. O halde altın kural düzeyinde MPk=d olacaktır. Bir ekonominin altın kural durağan durumda olabilmesi için, tasarruf oranının sermayenin altın kural düzeyinin gerektirdiği düzeyde olması gerekir.



Nüfus Artışının Büyümeye Etkisi


Sermaye artmadan nüfus artışı olursa, bu işçi başına sermayeyi olumsuz etkiler, yıpranmayı artırır ve çıktıyı azaltır. Teknolojik ilerlemeler ise emek verimliliğini artırır.

D- COOB – DOUGLAS ÜRETİM FONKSİYONU VE BÜYÜME MODELİ

Y=

A= Teknolojik ilerlemenin etkisi

B= Sermaye

a= Sermayenin marjinal verimliliği (üretimdeki payı)

L= Emek

b= Emeğin marjinal verimliliği (üretimdeki payı)

a+b=1 ise ölçeğe göre sabit getiri;

a+b>1 ise ölçeğe göre artan getiri;

a+b<1 ise ölçeğe göre azalan getiri söz konusudur.

Modelde teknik ilerleme etkisi sabit tutulmuştur. Emek ve sermaye artışına bağlı bir üretim fonksiyonu vardır.

E- İÇSEL BÜYÜME TEORİSİ

Solow modeline alternatif olarak 1980’lerin sonlarında Paul Romer ve Robert Lucas tarafından geliştirilmiştir. Daha sonraları “Yeni İçsel Büyüme” adı altında gelişmiştir. Schumpetergil büyüme modeli olarakta adlandırılmıştır.

Solow’un modelinde;

a) Tasarruf düzeyinin büyümeyi sadece geçiş döneminde etkilediği ileri sürülerek, sermaye birikiminin etkisi minimize edilmektedir.
b) Ekonomik büyümenin nedeninin teknolojik ilerleme olduğu ileri sürülerek, teknolojik ilerlemenin etkisi maksimize edilmektedir.
c) Solow modelinde teknolojik ilerleme dışsal olarak kabul edildiğinden belirsizlik söz konusudur.
Bu modelde Solow’dan farklı olarak;

a) Sermayenin bina, makine ve teçhizat gibi fiziksel sermayeden ibaret olmadığı, beşeri sermayeyi (H) kapsadığı kabul edilir.
Bu teori (AK) modeli çerçevesinde örneklendirilmektedir. Bu durumda üretim fonksiyonu beşeri sermayeyi de kapsar.

b) İşçilerin daha fazla sermaye ile çalışmaları bilgi ve becerilerini artırır, dolayısıyla beşeri sermaye işçi başına sermaye ile aynı yönlü değişmektedir.
Tasarruflar sürekli artırıldığında yatırımlar sürekli artar. İşçi başına çıktı sürekli artar. Yani ekonomi dışsal bir teknolojik değişme olmadan da bilgi beceri (içsellik) artışı ile büyür. Tasarruf oranı ne kadar büyükse, büyüme hızı o kadar büyük olur.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir