GELİŞİM PSİKOLOJİSİ VII. ÜNİTE – KİŞİLİK GELİŞİMİ

Cevapla
fermander
Mesajlar: 22
Kayıt: 19 Mar 2017 13:32
İletişim:

20 Mar 2017 14:01

7. ÜNİTE - KİŞİLİK GELİŞİMİ
7.1. KİŞİLİKLE İLGİLİ KAVRAMLAR
1-) Kişilik: Bireyi başkalarından ayıran, doğuştan getirilen (Mizaç) ve sonradan kazanılan (Karakter) özellikler bütünüdür. Bireyi “O” yapan özelliklerdir.
2-) Huy (mizaç): Kişiliğin biyolojik ve fizyolojik yönüdür. Kişiliğin bu yönü doğuştan getirilir ve değiştirilemez. Sinirlilik, neşelilik, içe dönüklük, dışadönüklük, soğukkanlılık, utangaçlık gibi.
3-) Karakter: Bireyin toplumun sosyal değerlerine uygun davranış gösterme özelliğidir. Yani kişiliğin ahlaki/toplumsal yönüdür. Yaşantıyla çevreden kazanılır ve eğitimle şekillenir. Dürüstlük, sevecenlik, yalancılık, sahtekârlık, sorumsuzluk gibi.
4-) Tutum: Bir kişinin herhangi bir nesneye veya duruma karşı genel bir duygusunu, değerlendirmesini veya belirli şekilde tepki göstermesini ifade eder.
5-) İstidat (Yatkınlık): Bireyde doğuştan var olan ama ortaya çıkmamış özellikleridir.
6-) Yetenek: Doğuştan insanda var olan istidatların çevrede işlenerek işe yarar hale getirilmesidir. Yani istidatların ortaya çıkmış halidir.
7-) Benlik: Bireyin kendisine ilişkin düşünceleri ve algılarıdır. Bireyin kendisini değerlendirmesidir.
8-) İdeal benlik: Bireyin olmayı istediği benliktir.
9-) Benlik saygısı (Özsaygı): Bireyin gerçek benliği ile ideal benlik arasındaki farktır. Eğer fark az ise bireyin benlik saygısı yüksektir.
7.2. KİŞİLİK KURAMLARI
1- Klasik Psiko-analitik kuram (Sigmund Freud)
2- Modern Psiko-analitik kuram (Adler, Jung)
3- Psiko-sosyal gelişim (Erikson)
4- İnsancıl yaklaşıma göre kişilik (Rogers, Maslow)
7.2.1. PSİKO-ANALİTİK KURAM (S. FREUD)
Freud; kişiliğin belirlenmesinde ilk çocukluk yıllarındaki (0-6 yaş) yaşantıların önemli ve belirleyici olduğunu, çocuk yetiştirmede anne-baba tutumlarının da çok önemli olduğunu belirtmiştir. Ona göre normal gelişimin sağlanabilmesi için, gelişimin her döneminde bireyin temel ihtiyaçlarının doyurulması gerekir. Eğer bu temel ihtiyaçlar karşılanmazsa kişilik gelişimi engellenir.
Freud kişilik gelişiminde cinselliği ve bilinçaltı süreçleri temel almıştır. Freud insanı doğuştan yıkıcı bir varlık olarak kabul eder.
Freud kişiliği açıklamada; topografik ve yapısal kişilik kuramı, kişilik gelişimini açıklamada ise psiko-seksüel kişilik kuramı kullanmıştır.
7.2.1.1. TOPOGRAFİK KİŞİLİK KURAMI
(Bilinç sınıflaması)
1-) Bilinç (şuur): Bireyin o an farkında olduğu duyum ve yaşantıların bulunduğu bölgeye bilinç denir. Bireyin çevresinden (ses) ya da kendisinden gelen (açlık) uyaranların farkında olduğu, tanıdığı, algıladığı yaşantılar bilinç düzeyindedir. Yani bireyin yaptıklarının ve düşündüklerinin farkında olmasıdır. 2-) Bilinç öncesi: Şu anda farkında (bilincinde) olunmayan, ancak biraz düşünüldüğünde veya yeterli bir çaba ile hatırlanarak bilinç düzeyine getirilebilen, zihinsel olayları ve yaşantıları içeren düzeydir. Mesela; çok eski yıllarda tanıdığınız bir arkadaşınızla karşılaştığınızda hemen onun ismini hatırlayamayabilirsiniz. Onun ismi dilinizin ucundadır, fakat bir türlü çıkartamazsınız. Ancak biraz düşündükten sonra o ismi hatırlayabilirsiniz.
3-) Bilinçdışı (bilinçaltı): Bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları ve yaşantıları içerir. Bilinçdışı, bireyin farkında olmadığı ancak davranışlarımızı büyük ölçüde etkileyen bastırılmış istekleri, dürtüleri, düşünceleri, duyguları ve yaşantıları içeren bilincin düzeyidir. Kişinin kendi özel çabası ile bilince çağrılamayan, bilinçlenmesi yasaklanmış yaşantıların tümünü kapsar. Bu yaşantılar ancak özel yöntemler (hipnoz, serbest çağrışım, rüya analizi) ile açığa çıkarılabilir. Freud’a göre rüyalarımız ve dil sürçmeleri bilinçdışının farklı yollarla dışa yansımasıdır.
Bazı geçmiş yaşantılar, zaman içinde unutularak bilinçdışına atılırken, bazı yaşantılarsa toplumsal, dinsel, ahlaki nedenlerle bilinçte bırakılmamış, bastırma veya sansür mekanizması yoluyla bilinçdışına atılmıştır. Yine, toplumun hoş karşılamadığı, yasakladığı isteklerin, dürtülerin, düşüncelerin de bilince çıkarak doyum bulmasına izin verilmemekte veya bastırma savunma mekanizmasıyla bilinçdışında tutulmaktadır. Freud’a göre, bilinçdışında bulunan istekler ve anılar zaman ve yer tanımaksızın eski güçlerini ve enerjilerini sürdürmekte ve çeşitli biçimlerde davranışlar üzerinde etkili olmaktadırlar. Ancak, bireyler bu etkinin farkında değildirler. Dolayısıyla; bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı sürekli bir etkileşim içerisindedir. Freud, kişiliğin büyük kısmının (0-6 yaş arasında) bilinçdışında (bilinçaltında) oluştuğunu belirtir. Freud, Psikanaliz yöntemle kişinin bilinçdışındaki sorunlarını gün ışığına çıkararak çözümlemeye çalışmıştır.
Mesela; uzun yıllar evlenemeyen ve annesini bırakamayan bir erkek, evliliğe karşı birçok akılcı gibi görünen bilinçli düşünceler ileri sürebilir. Fakat bunların altında, bilinçdışındaki bir Oedipal saplantı evlenemeyişinin gerçek dinamik kaynağı olabilir.
7.2.1.2. YAPISAL KİŞİLİK KURAMI
Freud’un topografik kuramı; kendisinin 1923’de yapısal kişilik kuramını geliştirmesiyle kişiliği açıklamada önemini kaybetmiştir.
Freud; kişiliğin belirlenmesinde, bilinçdışı güçlerin ve içsel çatışmaların önemli bir rol oynadığı temel düşüncesinden hareketle, yapısal kişilik kuramını geliştirmiştir. Freud’un kişilik kuramı, kişiliğin yapısının “id, ego ve süperego” olmak üzere üç bileşenden oluştuğunu belirtir. Kişiliğin yapısını oluşturan bu bileşenler, bireylerin gelişiminde farklı dönemlerde oluşmakta olup, karşılıklı etkileşim halinde çalışarak kişiliğin şekillenmesine yol açarlar.
1-) İd (Alt benlik): Kişiliğin ilkel ve temel sistemidir. Kişiliğin tümüyle bilinçdışında olan bileşenidir. Ego ve Süperego ondan ayrımlaşarak gelişir. Diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü id sağlar. İd, İnsanın biyolojik yönüdür. İd, ilkel ve doğuştan getirilen (açlık, susuzluk, cinsellik, saldırganlık, acıdan kaçma, korunma gibi) dürtüleri kapsar. İlk 8 ayda “id” tek başına etkisini sürdürür.
İd’den gelen istek ve arzular ile bilinç dışı kaynaklı duygu ve düşünceler birincil süreçleri oluşturur. Birincil süreçler doğumla kazanılan ve haz ilkesinin hâkim olduğu düşünme yapısıdır. İd haz (arzu) ilkesi’ne göre hareket eder. İd, hiç geciktirilmeden tüm isteklerinin anında yerine getirilmesini bekler. Düşünce bu kısımda etkili değildir. İd’in kaynağı bilinçaltı dürtülerdir. Kişi çoğu kez bu dürtülerinin etkisinin farkında değildir. Bireyde doğuştan bulunan iki temel güdü libido (yaşam/cinsellik) ve thanatos (saldırganlık/ölüm) güdüsü id’den doğar. Bunlar ruhsal enerji kaynağıdır.
2-) Ego (Benlik): Kişiliğin ikinci oluşan bölümüdür. 1.5, 2 yaşla birlikte “ego” belirgin hale gelir. Kişiliğin psikolojik yönüdür. Ego, id’in karşı konulmaz istekleri ile ve süperego’nun sınırlayıcı tutumları arasında arabuluculuk yaparak uzlaşma sağlayan, kişiliğin “yönetici” organıdır. Yani kişiliğin karar (yürütme) verme organıdır. Bu karar işlemlerini gerçekçi (mantık) ilkesine göre yürütür.
Ego; id’in isteklerine doyum bulma çabasını kontrol etmeye ve denetim altında tutmaya çalışır. Mesela; ego gelişmeden önce çocuk, id’in isteklerine, yeri ve zamanı dikkate almaksızın, doyum bulmaya çalışırdı. Ancak, egonun gelişmesiyle birlikte çocuk, id’in isteklerinin nasıl, ne zaman ve nerede doyum bulabileceğine karar vererek, bu istekleri duruma göre erteleyebilir, değiştirebilir veya bastırabilir. Böylece, id’in gerçeği dikkate almayan doyum bulma isteği, gerçeği dikkate alan ego’nun akıl yürütme, problem çözme, erteleme ve karar verme gibi zihinsel etkinlikleriyle (bunlara ikincil süreçler der) doyum bulur. İkincil süreçler ise sonradan kazanılır.
Ego, id’in isteklerine gerçekçi bir biçimde doyum bulmaya çalışmakla birlikte, aynı zamanda dış dünyadaki koşulları ve durumları algılar ve kişiliğin diğer bileşeni olan süperego’nun isteklerini de dikkate alır. Böylece, ego, id ve süperego’nun çatışan isteklerini uzlaştırmaya ve dengelemeye çalışır. Bu nedenle ego, kişiliğin düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı bir bileşenidir.
Ego, bilincin her üç (bilinç, bilinç öncesi, bilinçdışı) katmanında da işlevde bulunur. Ego’nun bilinçli ve bilinçdışı olmak üzere iki yönü vardır. Bilinçli yönü ruhsal yapının yürütme organı, karar verme işlevini üstlenirken, bilinçdışı yönü sorunlarla baş edemediği zaman savunma mekanizmalarına başvurma işlevini gerçekleştirir.
3-) Süperego (Üst Benlik): Kişiliğin en son oluşan bölümüdür. İlk kez 4-5 yaşlarında ortaya çıkar, fakat 6 yaşla birlikte belirgin hale gelir. Kişiliğin sosyal/ahlaksal (vicdan) yönüdür. Çocuğa anne-babası tarafından aktarılan, ödül ve ceza uygulamaları ile şekillenen ve pekiştirilen değerler sistemi süperego’yu oluşturur. Bu değerler sistemi toplumsal kurallar, gelenek ve görenekler, vicdan ve ahlak kurallarıdır. Ego’yu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yöneltmeye çalışır.
Süperego hazdan çok kusursuzluğa ulaşmak ister. Süperego İd’in isteklerini toplumsal kurallara göre değerlendirir ve çoğu zaman bunları reddeder.
Süperegonun başlıca işlevleri:
1) İd'den gelen içgüdüsel dürtüleri (cinsellik ve saldırganlık) bastırmak ve yönlendirmektir.
2) Egoyu gerçekçi amaçlar yerine ahlaki amaçlara yönelmeye ikna etmek.
3) Kusursuz (mükemmel) olmaya çabalamaktır.
Bilinç Düzeyleri ve Kişiliğin Yapısı
Yapısal kişilik kuramına göre, sağlıklı ve uyumlu bir kişilik için egonun, id ile süperego’nun istekleri arasında bir uzlaşma ve denge sağlaması gerekir.
Ancak, bazı durumlarda ego, gerekli uzlaşma ve dengeyi sağlayamaz, bunun sonucunda kişilik yapıları arasında çatışma yaşanır ve sağlıksız bir kişilik yapısı ortaya çıkar. Kendisini tehdit altında algılayan ego, yaşanılan şiddetli kaygıyı azaltmak, bu kaygıdan kurtulabilmek ve kendisini korumak amacıyla savunma mekanizmalarını kullanır. Savunma mekanizmaları, egonun yaşanılan çatışmanın yarattığı kaygıyla başa çıkabilmek ve benlik bütünlüğü korumak için kullandığı çeşitli düşünce, tutum ve davranış biçimleridir.
Kişiliğin bu üç yönü normal şartlarda birbirine karşıt çalışmaz. Ego’nun önderliği altında bir ekip olarak birlikte hareket ederler. Sağlıklı bir kişilik yapısı için denetimin egonun elinde olması gerekir. Bu üçünden biri daha baskın olduğu zaman farklı kişilikler çıkar.
Mesela; kişiliğinin süperego’su diğer kişilik bileşenlerine göre daha baskın olan birey; çevresiyle ilişkilerinde sürekli ahlak kurallarını ve değerlerini dikkate alır, tamamen bu kurallara bağlı hareket eder, büyük ölçüde çekingen ve utangaç kişilik özellikleri gösterir, sürekli cinsel arzularını baskı altında tutarak engeller. Tersi durumda yani id’i baskın olan birey; ahlaki kuralları ve değerleri hiç dikkate almaz, bencilce hareket ederek, uygun olup olmadığına bakmaksızın, isteklerine hemen doyum bulmak ister, ısrarcı olur, başkalarını dikkate almadığı için, çevresiyle ilişkilerinde sürekli uyum sorunları yaşar. Kişiliğinin ego’su baskın olan bireyse sürekli mantıklı, akılcı ve gerçekçi davranışlar sergiler.
7.2.1.3. PSİKO-SEKSÜEL GELİŞİM KURAMI
Freud, kişilik gelişiminde kalıtımsal faktörlerin etkili olduğunu savunur. Freud kişilik gelişiminde cinselliği ve bilinçaltı süreçleri temele almıştır. Freud kişilik gelişimini çeşitli dönemlerle (Oral, anal, fallik, latent, genital) açıklamıştır. Her dönem belli bir kritik gelişimi kapsamaktadır. Bir dönemdeki ihtiyaçlar yeterince karşılanmadığı veya aşırı karşılandığı takdirde, o döneme aşırı bağımlılık oluşmakta, sonraki aşamada oluşacak kişilik gelişimini engellemektedir.
1-) Oral dönem (0–1.5 yaş): Ağız evresi olarak bilinen bu dönemde bebek nesneleri ve çevresini ağzıyla (emme, çiğneme, ısırma) tanır. Zevk alma (haz) bölgesi ağızdır. Bu dönem İd’in egemenliği altındadır. Bebek ihtiyaçları gidermede tamamen dışa bağımlıdır. Doğal dürtülerin doyurulması hemen giderilmesi bebeğin en baştaki beklentisidir. Bebeğin fizyolojik ihtiyaçları karşılanırsa, bebekte dış dünyaya karşı güven duygusu oluşmaya başlar. Bu dönemdeki saplantının en önemli sebebi, annenin bebeğini emzirmeden vaktinden çok önce veya çok geç kesmesidir.
Ağız dönemindeki saplantı ve takılmalar tırnak yeme, dedikodu yapma, sigara kullanma, oburluk, alkol, madde bağımlılığına yol açmakta; şizofreni, mani, melankoli gibi ruhsal bozukluklara neden olmaktadır. Birey gelecekte aşırı bağımlı, edilgen, kötümser, saf, kırıcı, aşağılayıcı, oral sadist ve oral mazoşist gibi kişilik özellikleri gösterir. Oral sadist kişi, başkalarına eziyet etmekten hoşlanan kimsedir. Oral mazoşist kişi, acı duymaktan, eziyet görmekten hoşlanan, kendini değersiz ve aşağı gören kimsedir.
2-) Anal dönem (1,5–3 yaş): Bu dönemde dışkılamanın olduğu organ olan anüs haz kaynağıdır. Çocuk, anüsle ilgili eylemlerden (dışkısını tutma ve bırakma) oldukça fazla haz duyarlar. Bu dönemde çocuk kendisini ve çevreyi ilk kez kontrol etmeyi öğrenir. Özdenetimin temellerinin atıldığı ilk dönemdir. Özdenetimin öğrenilmesi çocukta bağımsızlık duygusunu geliştirir. Fakat çocuk özerk davranma konusunda kendi yeteneklerine karşı kuşku ve utanç duyguları da gösterebilir.
Bu dönemin en önemli konusu ise tuvalet kontrolü eğitimi (özellikle 24-30 ay arası) dir. Çocuğun tuvaletiyle ilgili anne-babanın tutumu çocuğun kişiliğini etkiler. Çocukken baskıcı, katı ve titiz tuvalet eğitimi alanlar cimri, inatçı, yıkıcı, kızgın, aşırı düzenli ve aşırı kontrolcü bireyler olarak gelişebilir. Tuvalet eğitimi gevşek, ilgisiz olan bireyler ise vurdumduymaz, dağınık, disiplinsiz ve düzensiz bireyler olarak gelişebilir. Tuvalet eğitimi iyi olanlar yaratıcı, üretken, girişken ve aktif olurlar.
Bu dönemi olumlu geçiren bireylerde; kendini kontrol etme, uyumlu ilişkileri sürdürme, özgürce seçim yapma, özerkliğini sürdürme, yeni denemelere girişme ve işbirlikçi olma özellikleri gelişir.
2012 KPSS: Kemal Bey çok disiplinli, otoriter bir babadır. Evdeki herkesi sürekli kendi koyduğu kurallara uymaya zorlayan ve koyduğu kuralların tartışılmasına kesinlikle izin vermeyen birisidir. Örneğin, hafta sonlarında, tatillerde bile evdeki herkesin en geç saat 07.00'de kalkmasını ve kahvaltıda hazır olmasını ister. Kemal Bey’in katı, kuralcı oluşu anal dönemden kaynaklıdır.
3-) Fallik (Üretken) dönem (3–6 yaş): Çocuğun ilgi ve haz bölgesi genital bölgedir (cinsel organlardır). Çocuk cinsel organlarını fark eden, cinsel konulara ilgi gösterip soru soran meraklı bir kişidir. Çocuk cinsiyet farklılıklarını bu dönemde görmeye başlar. Cinsel kimliğin temelleri bu evrede atılır. Cinsel gelişim açısından kritik dönemdir. Çocuk bu kimliği oluşturmak için model arayışı içinde olur ve bu model kendi cinsiyetindeki ebeveyni olur.
Çocuklar, karşı cinsten anne-babasına karşı bilinçli olmayan duygusal, cinsel bir yakınlık ve hayranlık duyarlar ve kendi cinsiyetindeki anne-babasının yerini almak isterler. Ancak bu arzu ve isteklerinden dolayı kendi cinsiyetlerindeki anne-babası tarafından cezalandırılacakları beklentisi çocuklarda kaygıya yol açar. Buna bağlı olarak, erkek çocuklar Oedipus, kız çocuklar Elektra karmaşasını (çatışmasını) yaşarlar.
Oedipus karmaşası; Erkek çocuğun annesine karşı özel bir sevgiyle yaklaşmasıdır. Babasıyla bir yarışa girer. Erkek çocuk bir yandan babasına sevgi duyar onun gibi olmak ister, diğer yandan da ondan nefret eder. Bu yüzden önemli bir çatışma durumu yaşar. İğdişlik (Kastrasyon) korkusu; Erkek çocukların kız çocuklarında penisinin olmadığını fark edince kendi penisinin de yok olacağını düşünmesidir. Bu korkunun ana nedeni Oedipus karmaşasıdır. Babası tarafından penisinin kesilerek cezalandırılacağı düşüncesi yatar. Elektra karmaşası; Erkek çocuklarda görülen Oedipus karmaşasının kız çocuklarındaki karşılığıdır.
Hem Oedipus hem Elektra karmaşası çocukların kendi cinsiyetinden ebeveynlerini model almasıyla çözülür. Böylece, çocuklar kendi cinsiyetindeki anne ve babayla özdeşim kurarak cinsel kimliklerini geliştirirler. Bu çerçevede, çocuklar kendi cinsiyetine özgü rolleri, toplumsal kuralları, değerleri, sorumlulukları kavramaya başlar ve böylece kişiliğin Süperegosu gelişir. Bu dönemde çocuk özdeşleşme savunma mekanizmasını sık sık kullanır.
Bu dönemdeki takılmalar sonucu, zamanı geldiğinde anne babadan ayrılamama, anne babadan ayrıldığında suçluluk duyma, eş seçiminde güçlük yaşama, cinsel sapmalar, cinsel soğukluk, çekingen bir yapıya sahip olma gibi durumlar yetişkinlik yıllarında yaşanır.
4-) Gizil (Latent) dönem (6–11/12 yaş): Cinsel dürtülerde durgunluk söz konusudur. Bu dönem ergenlik öncesi durgunluk ve geçiş dönemidir. Fallik dönemin tersine bu dönemde çocuk cinsel konulardan hoşlanmaz. Enerjisini oyuna ve ders çalışma gibi sosyal ve bilişsel etkinliklere verir. Cinsel merak ve isteklerin bastırıldığı (süperego belirgin bir şekilde ortaya çıktığı için) bu dönemde çocuk bastırma ve yüceltme savunma mekanizmalarını sık sık kullanır.
Bu dönemde çocuklar hemcinslerine karşı yakınlık göstermeye başlarlar, hemcinslerle özdeşim kurulur ve hemcinslerle sosyalleşirler. Karşı cinse karşı bir zıtlaşma olunur. Çocuklar yaptıklarıyla övünür, başkalarının beğenisini kazanmaya çalışırlar. Çevresinden beğeni ve destek alan çocuklar kendini yeterli, güvenli ve becerikli görürler. Bu dönemi sağlıklı geçirenler, ergenlik döneminin sorunları ile daha kolay baş edebilirler. Bu dönemi sağlıklı geçirmeyenler ise aşağılık, yetersiz, tedirgin, içe dönük, güvensiz ve obsesif bir kişilik yapısı geliştirir.
5-) Genital dönem (11/12–18 yaş): Bu dönem fırtınalı dönemdir. Daha önceki dönemleri başarıyla atlatmak bu dönemin birey açısından kolay atlatılmasında önemli bir faktördür. Fallik dönemde görülen cinsel dürtülerden kaynaklanan çatışmalar bu dönemde tekrar ortaya çıkabilir. Bireyin çok hızlı bir fiziksel değişim yaşadığı bu dönemde karşı cinse duyulan ilgi doruğa çıkar. Bu nedenle karşı cins ile arkadaşlık ilişkileri kurulmaya çalışılır. Bu dönemde birey kim olduğu, ne olduğu, yaşamın anlamının ne olduğu sorularının yanıtlarını bulmaya çalışır.
7.2.1.4. BAZI BİREYSEL DURUMLAR
1-) Engellenme: Bir hedefe yönelen bir davranışın içsel ve dışsal (çevresel) bir nedenle yapılamamasıdır. Engellenen bireyin içine düştüğü durum ise hayal kırıklığıdır. Engellenme nedenlerine göre iki türlüdür.
a) Çevreden (dışsal) kaynaklanan: Bu engellenme fiziki ve sosyal koşullardan kaynaklanır. Mesela; yağmur yağdığından dolayı pikniğe gidememe fiziki engellenme, çok kızdığı halde babasına karşılık vermeme toplumsal engellenmedir.
b) Bireyden (içsel) kaynaklanan: Bireyin organik ve psikolojik durumundan kaynaklanır. Mesela; ayağından sakat olan birisinin koşucu olamaması organik engellenme, aşırı heyecan nedeniyle sınavda bir soruyu yanıtlayamama psikolojik engellenmedir.
2-) Çatışma: Bir kişinin kendisi için aynı önem derecesine sahip iki farklı istek, duygu, düşünce veya ihtimal karşısında kalması sonucu bunlardan hangisini seçeceğine karar verememesi durumudur.
Çatışmanın olabilmesi için kişinin seçim yapmada kararsız kalması ve iki ihtimalin de önem derecelerinin aynı olması gerekir.
Üç türlü çatışma vardır:
a) Yaklaşma – Yaklaşma Çatışması: İstenen iki durumdan birini seçmek zorunda kalma halimizdir. Mesela; bir kişinin, beğendiği 2 parfümden birini seçmek zorunda kalması.
b) Kaçınma – Kaçınma Çatışması: İstenmeyen iki durumdan birini seçmek zorunda kalma halimizdir. Mesela; bir kişinin hem hasta olup hem de iğne vurulmaktan korkması.
c) Yaklaşma – Kaçınma Çatışması: Aynı durumun bir istenen bir de istenmeyen özelliğe sahip olması nedeniyle o durumu tercih yapmak zorunda kalması halidir. Mesela; bireyin yüzmek istemesi fakat hasta olmaktan korkması nedeniyle kararsızlık yaşaması.
7.2.1.5. EGO SAVUNMA MEKANİZMALARI
Engellenme ve çatışmanın oluşturduğu hayal kırıklığı, gerginlik ve kaygının etkisinden kurtulmak isteyen bireyin, benliğini korumaya yönelik gösterdiği tepkilere savunma mekanizması (uyum mekanizması) denir. Sorunlarla baş edemeyen ego, bilinçdışı yönü sayesinde bu yola başvurmaktadır.
A- Savunma Mekanizmalarının Özellikleri
1. Bir kısmı normal bir kısmı da anormal tepkilerdir.
2. Savunma mekanizmasını kullanan birey bu davranışın gerçek işlevinin farkında değildir. Bu nedenle bilinçsiz davranışlardır.
3. Herkes tarafından zaman zaman kullanılır.
4. Problemlere geçici çözüm getirir. Kesin çözüm götürmez. Daha çok bireydeki kaygıyı azaltmak için kişinin problemi algılama biçimini değiştirmesini sağlar (gerçeklik çarpıtılır).
5. Savunma mekanizmaları, sorunların kalıcı ve akılcı şekilde çözümünü de engelleyebilir.
6. Bu mekanizmaların sürekli kullanılması durumunda, nevroz ve psikoz adı verilen bir takım psikolojik bozukluklar ortaya çıkabilir.
B- Savunma Mekanizmasının İşlevleri
1. Bireyde oluşan kaygıyı ve stresi azaltır.
2. Bireyin benliğini tehditlerden korur.
3. Bireyi çatışmalardan uzak tutar.
4. Hayal kırıklıkların etkisini azaltır.
5. Kişinin kendine olan güveninin azalmasını önler.
6. Bazı sanat ve bilim ürünlerinin ortaya çıkmasına kaynaklık eder (Yüceltme mekanizması).
C- Savunma Mekanizması Çeşitleri
1-) Bastırma (Güdülenmiş Unutma)
Bireyin benliğini rahatsız eden bir isteği, duyguyu veya düşünceyi bilinçaltına bastırarak unutmasıdır. Birinci savunma mekanizmasıdır. Diğer savunma mekanizmalarının temelini oluşturur. Kişiyi rahatsız eden bu şeyler; ürkütücü nesne ve olaylar, acı veren ve utanç duyulan anılar, suçluluk duyguları, kişinin kendisiyle ilgili değersizlik düşünceleri vb. dir. Bunlara ancak özel teknikler (rüya analizi, hipnoz, serbest çağrışım) yoluyla ulaşılabilir.
Mesela; İnsanın alacağı borcunu değil vereceği borcunu (kredi kartı, KYK borcu) unutması. Dişçiden korkan birinin dişçi ile olan randevusunu unutması.
2-) Bahane Bulma (Mantığa Bürüme)
Kişinin başarısızlığını, gerçek nedenin dışındaki kabul edilebilir nedenlerle açıklaması veya yaptıklarını mantıklı gösterme çabasıdır. Kendini haklı çıkarma temeline dayanır.
Mesela; Derse geç kalan bir öğrencinin trafiğin yoğun olduğunu söylemesi. Kötü not olan bir öğrencinin sınavda çalışmadığım yerden soruldu demesi. “Kedi uzanamadığı ciğere mundar der.”
3-) Karşıt Tepki Geliştirme (İkiyüzlülük)
Gerçek duygularımızı göstermek için, içinde bulunduğumuz ortam uygun değilse, gerçek duygularımıza zıt olan ama ortama uygun davranışlar sergilememiz olayıdır. Yani bir kişinin gerçekte hissettiği duyguların tam aksi davranış göstermesidir.
Mesela; Kardeşini kıskanan birinin çevrede onun koruyucusu gibi davranması. Nefret ettiği patronuna işten atılma korkusu nedeniyle iltifatlar yağdırması. Bir üvey annenin komşularının önünde çocuğuna sevmediği halde sevgi gösterileri yapması.
4-) Yansıtma (Projeksiyon) (Başkasını Suçlama)
Yansıtma mekanizmasının iki şekli vardır:
- Birinci şekilde; kişi kendisince olumsuz saydığı özellikleri veya toplumca onaylanmayan, suçluluk duygusu uyandıracak düşünce ve isteklerini başka insanlarda görmesi ya da onlara yüklemek istemesidir. Yani kişi kendisinin kötü özelliklere sahip olmadığını ve bu özelliklerin başkalarında olduğunu söyler.
Mesela; Yalan konuşmayı alışkanlık haline getiren birisinin çevresindeki insanların çok yalan konuştuğunu söylemesi, bencil birisinin çevresindeki insanların bencil olduğunu söylemesi. Rüşvet alan bir memurun “herkes alıyor” demesi.
- İkinci şekilde; kişi yetersizliğinin, başarısızlığının nedenlerini kendi dışındaki eşya, olay veya insanlarda arar, yani burada kişi başkalarını suçlar.
Mesela; Gol yiyen kalecinin arkadaşlarına “bir adamı tutamıyorsunuz” demesi. Bir futbol maçını kaybeden takımın başkanının suçu hakemlerde araması. Alkolik olan bireyin eşine “beni sen bu hale getirdin” demesi.
5-) Gerileme
Kendisi için olumsuz sayılabilecek bir durumla karşılaşan bireyin yaşına uygun olmayan, bulunduğu gelişim dönemine göre daha basit ve önceki gelişim dönemlerine dönerek kendisinden beklenmeyen (özellikle çocuksu) tepkilerde bulunmasıdır.
Mesela; Küçük kardeşini kıskanan bir çocuğun altını ıslatması. Bazı genç kızların, özellikle sevgilileriyle çocuksu konuşması. Yaşlı bir kadının genç kızlar gibi giyinmesi, aşırı makyaj yapması. Birinden borç isteyen ancak alamayan bir yetişkinin küsmesi.
6-) Özdeşim Kurma (Özdeşleşme) (Taklit etme)
Kişi kendisinde olmasını istediği özellikleri (başarı, dış görünüş vb.), bunlara sahip kişilerle özdeşim kurarak sağlamaya çalışması veya başka kişi, kuruluşların başarısından kendine pay çıkarmasıdır.
Mesela; Bireyin başarılı bulduğu kişilere (Atatürk) özenerek onlar gibi olmaya çalışması (giyim, davranış). Bir taraftarın tuttuğu futbol takımının başarısıyla övünmesi.
7-) Yön (Yer) Değiştirme
Gerçek hedefine yöneltildiğinde benlikçe kabul edilemeyen, kaygı yaratan duygu ve davranışların asıl hedefinden daha az kaygı yaratacak farklı bir hedefe yöneltilmesidir. Yani kişinin, öfkesini ve tepkisini olayın gerçek sebebi olan kişiye değil de gücünün yettiği başka hedeflere yöneltmesidir.
Mesela; Hakeme kızan sporcunun formasını yırtması veya topa vurması. Telefonda babasına kızan gencin telefon ahizesini yere atması. “Eşeğini dövemeyen semerini döver” , “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” atasözleri.
8-) Çarpıtma
Bireyin kendi iç dünyasının gereksinimlerine göre, kendi dışındaki olayları ve olguları gerçekçi olmayan bir şekilde değişikliğe uğratarak açıklama eğilimidir. Bireyin olayları ve olayların sonuçlarını kendi işine geldiği gibi yorumlaması ve anlamasıdır.
Mesela; Kötü alışkanlıkları nedeniyle sevilmeyen bir kişinin, “ben çok güzelim, akıllıyım, o yüzden meyve veren ağacı taşlarlar.” diyerek sevilmediğini belirtmesi gibi.
9-) Polyannacılık (Tatlı limon, Aşırı İyimserlik)
Bireyin, hayal kırıklığı yaratan durum veya olaya karşı iyi tarafından bakarak kaygıyı azaltmaya çalışmasıdır. Yani her olumsuz durumda olumlu ve iyi yönler görme eğilimidir. Bardağın dolu tarafını görmeye çalışmaktır.
Mesela; Kitap okuma alışkanlığı olmayan birinin gözlerinin bozulmaktan kurtulduğunu söylemesi. Trafik kazası sonucu arabası zarar gören birisi “cana gelen mala gelsin” demesi. Sınavdan kötü alan birisinin, “olsun bu bana bir ders oldu” demesi gibi.
10-) Saplanma
Kişiliğin bazı yönlerinin gelişiminin belli bir düzeyde durması ve olgunlaşmanın gerçekleştirilememesi durumudur. Freud’a göre bunun temel nedeni Fallik evreye saplanıp kalmadır ve saplanma kişiliğin daha çok duygusal yönüyle ilgilidir. Ayrıca saplanmada çocukluk yıllarında doyurulamamış bir ihtiyacın sonraki dönemlerde doyurulmaya çalışılması vardır.
Mesela; Çözemediği bir problem karşısında hep oturup ağlayan bireyin durumu. Bazı insanlarda anneye aşırı bağlanma nedeniyle evlenememe. Yetişkin olduğu halde oyun oynamayı seven bireyin çocukluk dönemindeki oyunları oynamaya çalışması.
11-) Yüceltme
Toplumca onaylanmayan ilkel nitelikteki dürtü ve isteklerin (saldırganlık ve cinsellik) doğal amaçlarından çevrilerek, toplumca onaylanan etkinliklere (sanat, spor) dönüştürülmesidir. Burada toplumca onaylanan etkinliklere yönelilenen alan ile doyurulmamış asıl motivler (dürtüler) arasında bir bağ vardır. Yani asıl güdüye benzer bir alan ile bu güdüler doyurulmaya çalışılır.
Mesela; Saldırganlıktan hoşlanan birisinin gidip asker, polis, boksör olması. Kendini teşhir etmeyi seven birisinin manken olması. Çocuğu olmayan bir kadının kreşlerde gönüllü olarak çalışması. Benlikte kaygı uyandıran aşırı cinsel dürtülerin şiir, roman yazarak, ressam olunarak yüceltilmesi.
12-) Soyut Kavramlara Bürüme
Bizde kaygı uyandıran duygusal bir durumu soyut kavramların ışığında görerek gerçekle ilişkiyi kesme eğilimidir.
Mesela; yakını ölen bir kimse, bu kimseyi bir daha hiç göremeyeceğini bildiği halde, ölümü iyice soyut bir olay yaparak duyduğu acıyı bastırmaya çalışır.
13-) Hayal kurma (Fantezi, Düş Kurma)
Ulaşılamayan arzulara hayal kurma yoluyla ulaşılarak bir bakıma avunma, telafi etmedir. Burada kişi düş kurma yoluyla kendisini olmasını istediği gibi düşleyerek kendisinde oluşan hayal kırıklığını ve kaygıyı azaltmaya çalışır.
Mesela; Avukat olup hâkim olamayan birisi, hâkim olmayı hayal eder, mahkemelere gider, duruşmalar yapar. Zengin olmak isteyen biri şans oyunlarını oynar ve çeşitli hayaller kurar. Bir gencin, kendini ünlü bir pop sanatçısı olarak hayal etmesi.
14-) Yadsıma (İnkar etme, Reddetme)
Benlik için tehlikeli olarak algılanan, sıkıntı ve kaygı yaratabilecek bir gerçeği yok saymak veya görmezden gelmektir. Birçok olumsuz deneyimlerimizi bilinçaltına atmakla kalmayız, aynı zamanda bunları hiç yaşanmamış gibi yok sayarız. Öfke, kızma en çok yadsınan duygulardır.
Mesela; Öfkesi beli olduğu halde bireyin öfkeli olmadığını söylemesi. Bireyin ölüm döşeğindeki annesinin öleceği fikrini kabul etmemesi. Sınavda kopya çekerken yakalanan bir öğrencinin kopya çekmediğini söylemesi.
15-) Bölünme
Kişinin, etrafındaki tüm insanları ya da kendisini bir gün tümüyle iyi, bir başka gün tümüyle kötü olarak algılamasıdır. Yani aynı kimselerin hem iyi hem de kötü yönlerinin olabileceğini düşünememedir.
16-) Ödünleme (Telâfi)
Kişinin kendisindeki bir eksiklikten dolayı veya bir alandaki başarısızlığından dolayı hissettiği eksikliği veya ezikliği başka bir alanda (başka bir faaliyetle) başarılı olma çabasıyla telâfiye çalışmasıdır.
Ödünleme mekanizması, üstün olma ve beğenilme (sosyal güdü) ihtiyacının herhangi bir şekilde engellenmesi sonucunda ortaya çıkar. Yani bu mekanizmanın temelinde daha çok aşağılık kompleksi yatar. Birey bu durumda sosyal güdüsünü (üstün olma ve beğenilme), başka bir alanda aşırı çaba göstererek doyurmaya çalışır. Bu aşırı çaba tepkileri olumlu da olabilir olumsuz da olabilir.
Mesela; Ufak tefek, çelimsiz bir çocuğun okulda derslerde aşırı çaba sarfetmek yoluyla kendini göstermeye çalışması (olumlu) veya okulda derslerde başarısız olan öğrencinin aşırı yaramaz olma yoluyla ilgiyi üzerine çekmeye çalışması (olumsuz).
Eksikliğinin ya da yetersizliğinin (boyu kısa olan, kilolu olan, bir kolu olmayan, kör veya sağır olan) etkilerini doğrudan gidermek yerine, kişi bir diğer yönünü geliştirerek ya da ilgiyi bir diğer yönüne çekerek de bu eksikliğini ödünleyebilir. Özellikle bedensel kusurlar ilk başta ödünlenir.
Mesela; Derslerinde başarısız olan birinin okul futbol takımında başarılı olmaya çalışması. Çirkin bir bayanın karşı cinsle olumlu ilişkiler kuramaması nedeniyle evlenememesi ancak bu eksikliğini akademik alanda üstün başarı sağlayarak profesör olup telafi etmesi. Şişman bir adamın esprili olmaya çalışması. Âşık Veysel’in körlük nedeniyle hissettiği eksikliği ozanlıkla kapaması.
17-) Bedenselleştirme (Organlaştırma)
Bireyin yaşadığı sıkıntıları, ruhsal belirtilerle ifade etmek yerine, vücudun farklı yerlerinde farklı yakınmalarla ortaya koymasıdır.
Mesela; bedensel (fizyolojik) kaynağa sahip olmayan (psikosomatik rahatsızlıklar) baş, mide ağrıları. Bir öğrencinin, sevmediği öğretmeninin derse girdiğini görünce migreninin tutması.
18-) İdealleştirme
Bireyin sevdiği kişi veya nesneye gereğinden fazla olumlu özellik atfetmesidir. Mesela; Bazı kişilerin sevdikleri sanatçıları, siyasetçileri hep olumlu yönleriyle görüp bu olumlulukları abartmaları.
19-) İlkel İdealleştirme
İyilikleri ve kötülükleri abartmadır. Mesela; Sevgilisinden ayrılan bir kızın, en ufacık bir teselli sözü söyleyen birine çok büyük bağlılık göstermesi
20-) Entelektüelleştirme (Düşünselleştirme)
Sorun entelektüel ve bilimsel düzeyde ele alınır. Mesela; Bireyin çok sevdiği yakının ölümüne neden olan hastalığın fizyolojik, biyokimyasal, çevresel vb. temelleri konusunda ayrıntılı açıklamalar yapması. Babasıyla sorunlar yaşayan gencin bunu Freud’cu yaklaşımla açıklamaya çalışması. Sevgilisi olmayan gencin sevgililer gününün tüketim amaçlı bir gün olduğunu söylemesi.
21-) Özgecilik (Diğerkâmlık)
Herhangi bir maddi-manevi çıkar gözetmeksizin diğer insanlara yararlı olmaya çalışma, kendinden önce hep başkalarını düşünmedir. Bencilliğin tersidir. Mesela; Bir annenin önemli olan çocuklarım, ben ikinci sıradayım demesi.
22-) Asetizm (Çilecilik-Zahitlik)
Özellikle ergenlerde görülen bir savunmadır. Bu evrede, kişisel veya sosyal baskı ve engellemelerden gerçekten etkilenen bir gençte, cinsel dürtüler dayanılmaz bir noktaya gelince, cinsellik başta olmak üzere tüm haz verici faaliyetlerden uzak durur. Bu gibi kimseler özellikle dinsel yönelime girebilirler. Mesela; Hristiyan rahiplerin inzivaya çekilmeleri.
23-) İçselleştirme
Bir kişinin diğer insanın veya grubun bazı özelliklerini ve inançlarını kendi benliğine katarak kişiliğinin bir parçası durumuna getirmesidir. Yani Bir kanı ya da tutumun kişilik özelliği olacak ölçüde benimsenerek özümlenmesidir. Mesela; çocuk, süperego çekirdeğini anne-babasının değer yargılarını içselleştirerek geliştirir.
24-) Dışsallaştırma
Kişi, kendi denetimi altında olan dürtü, çatışma ve başarısızlıkları dış etmenlere bağlar. Yansıtma mekanizmasından farkı: bu mekanizmayı kullanan kişi dış etmenlere müdahale edilemeyeceğine inanır. Mesela; olayları kader (alın yazısı) veya nasip şeklinde değerlendirmek.
25-) Yapma-Bozma
Bireyin, suçluluk duygusuna neden olan davranışlarını onarmaya yönelik tepkiler göstermesidir. Mesela; Kusurlu davranışlarımız için özür dilememiz, bir davranıştan dolayı çok şaşıran, korkan bireyin Allah korusun diyerek tahtaya vurması.
26-) Ketlenme (Kilitlenme)
İstenmeyen durumlar karşısında egonun işlevlerinden bir bölümünün durdurulması veya sınırlandırılmasıdır. Mesela; Olumsuz bir şey karşısında şoka girip hiçbir şey yapmamak.
7.2.2. MODERN PSİKO-ANALİTİK KURAMLAR
7.2.2.1. KİŞİLİK PSİKOLOJİSİ (CARL JUNG)
Jung’a göre insan zihni, onun evrimi tarafından biçimlendirilmiştir; her bireyin gelişimi geçmişiyle bağlantılıdır. Yani birey sadece kendi çocukluğunu değil, kendi türünün geçmişini ve hatta tüm insanlık evrimini içerir. Buna göre bilinçdışı; kişisel bilinç dışı (bireyin kendi bilinçdışı) ve kolektif (ortak) bilinçdışı olmak üzere iki boyutta ele alınmalıdır.
Kişisel bilinç dışı; daha önce bilinçte var olan yaşantılardan oluşur. Bastırılmış ve unutulmuş duygu ve anılar burada yer alır. Kolektif (ortak, ırksal) bilinçdışı ise; insana atalardan aktarılan şeylerden oluşur. İnsanlığın geçmişinde var olan ve evrensel boyuttaki gizli bellek kalıntılarının bireyde bıraktığı izdir. Mesela; bir insanın yılandan veya karanlıktan korkması için yılanla karşılaşmış ya da karanlıkta kalmış olması gerekmez. Yılandan veya karanlıktan korkma eğilimleri, atalarımızın kuşaklar boyu yaşantıları sonucu bize aktarılmış ve beyin dokumuza işlenmiştir. Yani kolektif bilinçdışı tarih boyunca insanın bedeninin (beynin) geçirmiş olduğu evrimle açıklanabilir.
Jung aynı zamanda insanların içe dönük (sıkılgan, şüpheci kişilik) ve dışa dönük (aktif ve güvenli kişilik) yönelimlerle dünyaya geldiklerini savunur. Buna göre, kişilik gelişiminde sosyo-kültürel, biyolojik altyapı ve sosyal etkileşim belirleyicidir.
7.2.2.2. BİREYSEL PSİKOLOJİ (A. ADLER)
Adler’e göre kişiliğin oluşumunda sosyal belirleyiciler önemlidir. Birey toplumla kaynaşarak ve içe içe girerek (uyum sağlayarak) birey niteliğini kazanır. Toplumsal olma, toplumsal ilişkiler kurma insan doğasının temelidir. İnsandaki temel dürtü bilinçli bir kendini anlatma ve gerçekleştirmedir.
Adler, Freud’un bireyin doğuştan var olan güdülerinden güdülendiği görüşüne karşı çıkarak bireyi toplumsal etmenlerin güdülediğini savunur. Adler’e göre birey, sosyal varlıktır ve diğer bireylerle ilişki kurma arayışındadır. Birey kendinden çok, topluma yönelik olarak yaşamalıdır.
Birey bilinçli bir varlıktır ve hedeflerine bilinçli olarak ulaşmak ister. Bireyin davranışlarının arkasındaki yönetici güç “üstünlük ve başatlık” güdüsüdür. Birey çevreyi denetimi altına almaya ve hükmetmeye çalışır. Bu güdü engellendiğinde ise birey “yetersizlik ya da aşağılık kaygısına” girer.
Çünkü insanın doğasında (varoluşunda) eksiklik duygusu vardır. Birey yetersizliğinden ve çevreye olan bağımlılığından dolayı çaresizlik yaşar. Bu nedenle çevreye ve diğer insanlara gücünü ispatlamak ve üstünlük kurmak ister. Yani sürekli kusursuzluk arar ve üstün olma çabası gösterir. Yani kısacası; birey eksiklik ve yetersizlik duygusundan kurtulmak, üstünlük ve kusursuzluğa erişmek için bilinçli eylemlerde bulunur.
7.2.3. PSİKO-SOSYAL GELİŞİM (ERİKSON)
 Erikson, Freud’dan etkilenmiştir. Freud’un kuramını geliştirmiştir. Erikson, kuramında libidoya (cinselliğe) daha az önem vererek egonun ve sosyal güçlerin önemine değinmiştir.
 Erikson, Freud’dan farklı olarak kişilik gelişiminde, biyolojik etmenlerden çok sosyo-kültürel etkenlerin etkisini kabul etmiştir.
 Freud normal dışı davranışlar üzerinde dururken, Erikson daha çok normal davranışlar ve sağlıklı gelişim üzerinde durmuştur.
 Erikson, Freud’dan farklı olarak, kişilik gelişiminde sadece yaşamın ilk yıllarının (0-6 yaş) önem olmadığını, tüm yaşam boyunun kişilik açısından önemli olduğunu ve kişiliğin yaşam boyu devam ettiğini ileri sürmektedir.
 Erikson, Freud’dan farklı olarak, insanın doğuştan yıkıcı değil akılcı-yapıcı bir varlık olduğunu ileri sürmüştür.
 Erikson’a göre benlik gelişimi, belirli zaman dilimleri içerisinde biyolojik temelli ve aşamalı olur (epigenetik ilke). Her zaman bölümünde (evrede) kişilik, belli gelişim özelliklerini kazanmakta, sorunları çözmekte ve her evreye ait psikososyal kriz konularını atlatmaktadır.
 Freud’a göre belli bir dönemde ortaya çıkan sorunlar veya sağlıklı şekilde atlatılamayan bir dönem, sonraki gelişim dönemlerini de etkiler ve bunlar sonraki dönemlerde telafi edilemezler. Erikson’a göre ise birey yaşam boyunca, gelişim dönemlerinin her birinde farklı bir çatışma durumu (psikososyal kriz) yaşar. Bir dönemdeki kriz atlatılmazsa sonraki dönemlerde de devam eder fakat uygun çevre koşullarının oluşması halinde çözüme kavuşturulabilir. Yani gelişim krizleri sonraki dönemlerde telafi edilebilir. Ancak bunun tersi de mümkündür. Yani uygun zaman diliminde kazanılan bir özellik, ilerleyen süreçte olumsuz çevre koşulları nedeniyle kaybedilebilir.
7.2.3.1. KURAMDA TEMEL KAVRAMLAR
1-) Aşamalı oluşum (Epigenetik) ilkesi: Her bireyin kendine özgü önceden belirlenmiş bir taban planı vardır. Bireyin (kişiliğin) parçaları bu taban plana göre belli bir zamana ve sıraya göre gelişir.
Her dönem kendisinden sonra gelen dönem için bir basamak oluşturur ve bir dönem önceki dönemlerin etkisi ile biçimlenir. Önceki dönem sonraki dönemlerde gelişecek olan çekirdek özellikleri içinde taşır. Böylece kişilik gelişmesi, yaşamın ilk günlerinden başlayarak birbiri üzerine binen ve birbirini hazırlayan basamaklardan ilerleyerek oluşur. Bu oluşum süreci içinde her dönemin kendisine özgü gereksinimleri, tamamlanacak görevleri, çözülecek sorunları, özgül bunalımı vardır.
Normal kişilik gelişmesi bu gereksinimlerin zamanında karşılanması, sorunların çözülmesi, görevlerin uygun zamanda tamamlanması, bunalımın atlatılması ile gerçekleşir.
2-) Organ işlev biçimi: Erikson'a göre, belli bir dönemin ağırlık noktası olan bölgeye ilişkin temel işlevler sadece o bölgeyle sınırlı kalmaz, organizmanın bütününe yayılır.
Mesela; Oral dönemde ağız bölgesinin temel işlevi içe almadır; ancak bu dönemde organizma bütün duyu organları ile de bu işlevi kullanmaktadır. Yani yalnız ağız aracılığı ile değil, bütün duyu yolları ile dışarıdan gelen "uyaran besileri" içe alır. Bu uyaran besileri annesinin sevgisi, sesi, ninnisi, yüzü ve çevreden gelen değişik uyaranlardır. Bu durum yalnızca ağız bölgesinin işlevi değildir. Ağız bölgesine özgü bir işlev olan içe alma eylemi, tüm organizmaya yayılarak genel bir davranış biçimi oluşturmaktadır.
3-) Toplumsal işlev örüntüsü: Her dönemin kendine özgü organ işlev biçimi, toplumsal çevre ile sürekli etkileşim içindedir. Mesela; oral döneme özgü içe alma işlevi, annenin verdiği besinleri organizmanın içine aktarır. Çaresiz ve bağımlı olan bebek, ancak çevrenin kendisine bir şey vermesi ile yaşayabilir. Yani beslenme sırasında bebek (alıcı bir organizma) ile anne (verici bir çevre) karşılıklı bir toplumsal ilişki içerisindedir. Başkalarından verileni alma-alabilme ve giderek de verme-verebilme yetilerini kazanır. Dolayısıyla içe alma bir organ işlevi biçimi, alma ve verme ise toplumsal bir işlev örüntüdür. İçe alma, işlev biçimi organizmada yaygın bir psikobiyolojik eğilim; almak ya da vermek de toplumsal alışveriş anlamı taşıyan bir benlik yetisidir.
4-) Psiko (ruhsal)-sosyal dönemler: Erikson, organ işlev biçimlerinin ve toplumsal etkileşmelerle oluşan işlev örüntülerinin gelişmeleri ile her dönemde benliğin (egonun) özel bir bunalımdan (krizden) geçerek, o döneme özgü benlik sorununu çözdüğünü, bir gelişmeyi tamamladığını ve özel bir benlik öğesinin temel taşını kazandığını tanımlar. Her dönem birbirine karşıt iki temel öğe ile adlandırılır.
Mesela; dürtüsel açıdan "oral" adını alan ilk dönem ruhsal-toplumsal açıdan "temel güvene karşı -temel güvensizlik " dönemi adını alır. Buna göre, bu evrede sağlıklı çocuğun kazandığı ilk benlik gücü "temel güven duygusu" dur. Ama bireyde ne denli güven duygusu olursa olsun, bir "temel güvensizlik duygusunun" çekirdeği de karşıt bir öğe olarak bulunur. Önemli olan aradaki dengenin olumlu öğe doğrultusunda gelişmesidir. Aşırı güvensizlik yönünde gelişme ağır ruhsal bozuklukların kaynağı olabilir.
7.2.3.2. PSİKO-SOSYAL KURAM DÖNEMLERİ
1-) Temel güvene karşı güvensizlik / Bebeklik dönemi (0–1 yaş): Bu dönem, Freud’un Oral döneminin karşılığıdır. Sağlıklı kişilik gelişiminde ilk olarak bireyin kendisine, başkalarına ve dış dünyaya güven oluşturması önemlidir. Bu nedenle ilk kazanılması gereken özellik güven duygusudur.
Bu dönemde etkili olan sosyal çevre anne-baba veya onun yerine geçen bakıcısıdır. Bu dönemde bebekler yakın çevresindeki bu bireylere bağlanma eğilimini göstermektedir. Yakın çevredeki anne-babaya veya bakıcıya bağlanma, güven duygusunu etkileyen faktörlerin başında gelmektedir.
Temel gereksinimlerinin karşılanmasında tamamen dışa bağımlı olan bebeği, anne-babası veya bakıcısı yeterince besler, sevgi ve ilgi gösterir ve de onu korursa bebek kendini güvende hissedecektir.
Güven duygusu, bebeklerin temel ihtiyaçları (ilgi, sevgi, beslenme, temizlik gibi) aynı kişiler tarafından, düzenli, tutarlı, sürekli ve zamanında karşılanması halinde oluşur. Böylece bebekte güven duyguları (ve dolayısıyla da umut duygusu) gelişmeye başlayacak; bebek hem kendine hem çevresine karşı güven duyacaktır. Daha sonra da birey bu güven duygusunu tüm yaşamına genelleyecektir. Mesela; güven duygusuna sahip olan birey, yeni kazandığı üniversiteye gittiği zaman, yeni ortamdaki arkadaşlarıyla hemen iletişim kurabilecek ve ortama kolayca uyum sağlayabilecektir.
Tersi durumda ise güvensizlik duygusu gelişecektir. Temel güven duygusundan yoksun olarak yetişmiş çocuklar, ileriki yaşamlarında sosyal ilişki kurmaktan kaçınan, çekingen, kaygılı, kararsız ve kendine güvensiz olma gibi kişilik özellikleri geliştirirler.
Etholojik Kuram (Bağlanma Kuramı) (Bowlby)
Bowlby’e göre özellikle 0-1 yaş döneminde bebekler yakın çevresindekilere bağlanma eğiliminde olmaktadırlar. Çünkü bu bağlanma ile bebek kendini daha güvende hissedecektir. Bowlby’e göre bağlanma, “belirli bir kişiye karşı, özellikle stresli durumlarda yakınlık arama ve sürdürme eğilimi tarafından oluşturulmuş sürekli, duygusal bir bağdır.” Ya da farklı bir ifadeyle bağlanma “çocuk ve bakım veren kişi arasında karşılıklı duygulanımı içeren fiziksel yakınlığı sürdürme isteğidir.”
Bağlanma, biyolojik temelli olan bir yakınlık ve ilişki kurma isteğidir. Yani öğrenilmemiş bir sosyal davranıştır. Bebeğin başlıca bağlanma davranışları ise emme, sokulma, uzanma, bakış, gülümseme ve ağlamadır. Üç türlü bağlanma vardır.
a) Güvenli Bağlanma: İhtiyaçları tutarlı, düzenli, zamanında karşılanan bebeklerin bağlandığı modeldir. Bebeğin bağlandığı bireye güvenin esas olduğu, sağlıklı duygusal bağlanmadır. Güvenli bağlanan bebek, anneden bir süreliğine ayrı kalma konusunda hiçbir sıkıntı çıkarmaz, onun tekrar geri döneceğini bildiği için duyduğu gerilim normal seviyede olur. Yani üzülür, ağlar; anne geri gelince onu sıcak karşılar, sevinir, onunla etkileşim kurmaya çalışır, ancak hırçın davranmaz. Güvenli bağlanan bebekler, anneyi daima bir yabancıya tercih ederler. Fakat yabancılarla da rahat iletişim kurabilirler.
2003 KPSS: Kreşin kapısında annesinden onu öperek ayrılan ve kreşte arkadaşlarına ve öğretmenine hemen uyum sağlayan bir çocuğun davranışı aşağıdaki bağlanma türlerinden hangisine bir örnektir?
A) Kaçınan B) Güvenli C) Kaygılı D) Kuşkulu E) Saplantılı
b) Güvensiz-Kaçınan Bağlanma: Bebekle yeteri kadar ilgilenilmemesi, bebeğin ihtiyaçlarının yeteri kadar karşılanmaması veya düzensiz karşılanması sonucu bu bağlanma modeli oluşur. Bebek artık iletişimin gerekliliğine inanmaz. Annesi onu terk ettiğinde bir sorun yaşamaz, tepki de göstermez; yani ağlamaz, umursamaz görünür. Annesi geri geldiğinde, bir tepki ya da onunla gitme eğilimi de göstermez. Anneyle etkileşim kurmaktan kaçınır. Kendi kendine yetebilmeye aşırı önem verir.
c) Güvensiz - Çelişkili (İkircikli, Dirençli, Kararsız) Bağlanma: Annenin bebeğini sık sık yalnız bırakması yüzünden, bebek her an yalnız kalacağı (terk edileceği) endişesini taşır. Bu nedenle bebek, ayrılık durumuna direnç gösterir ve ayrılmak istemez. Bağlandığı kişiler ortamdan ayrılırken aşırı üzüntü ve öfke duyar, döndüğünde ise ya ona sımsıkı sarılır ya da onu iterek, döverek, huzursuzluk çıkararak tepkilerini gösterir. Yani bebek fiziksel teması eş zamanlı olarak hem arar, hem de buna direnir. Mesela; kucağa alındığında bebek ağlayabilir, aşağıya inmek için de öfkeyle tepinebilir.
d) Örgütlenmemiş (Yönlendirilmemiş) Bağlanma: Bebekler, ayrılık durumunda bazen belli bir davranış kalıbı göstermezler. Bazen yabancı durumlarda kaçınan ve çelişkili bağlanma türlerinin bir karışımı olan bu bağlanma tipini gösterir. Bebek karmaşa ve endişe içinde afallamış yani kararsız tepkiler gösterir.
Ayrılık kaygısı: Bebekler bu dönemde ayrılık kaygısı yaşarlar ve bunun bir göstergesi olarak ağlarlar. Ayrılık kaygısı 8-12 aylıkken ortaya çıkar, 24 aylıkken en üst seviyeye çıkar. Uyku bozuklukları ve okula devam edememe gibi durumlar yaşanır. Güvenli bağlanmayla ayrılık kaygısı ortadan kalkar.
Yetişkin Bağlanma Stilleri
Bartholomew ve Horowitz (1991), Bowlby’nin kuramına dayanarak, benliğe ve başkalarına ait zihinsel modellerin olumlu ve olumsuz olma durumlarının çaprazlanmasından oluşan, dörtlü yetişkin bağlanma stilini geliştirmişlerdir.
Benlik Modeli (Kendini Algılama) Başkaları Modeli (Diğerlerini Algılama) Güvenli
Olumlu
Olumlu Saplantılı
Olumsuz
Olumlu Kayıtsız
Olumlu
Olumsuz Korkulu
Olumsuz
Olumsuz
a) Güvenli Bağlanma:
“olumlu benlik” + “olumlu başkaları”
Bu bağlanma stiline sahip olan kişiler sağlıklı bir kişilik yapılanmasına sahiptir. Hem kendilerine hem de diğer insanlara duydukları saygı ve güven yüksektirler. Güvenli bağlanma stili, kişinin ileri yaşamında içten, samimi ve uzun ilişkiler kurabilme, tutarlı davranışlar sergileme, doğal olma, iyi niyet ve yaşama karşı pozitif bir bakış açısı takınmak gibi beceriler olarak kendini gösterir.
Güvenli bağlanan bireylerin, başkalarıyla kolaylıkla yakın olumlu ilişki kurdukları ve bu konuda daha az kaygı yaşadıklarını, başkalarının onayına daha az gereksinim duyduklarını ve dolayısıyla da özerk kalmayı başarabildiklerini belirtmişlerdir.
b) Saplantılı Bağlanma:
“olumsuz benlik” + “olumlu başkaları”
Bu bağlanma stiline sahip olan kişiler başkalarına karşı olumlu duygular beslerken aynı duyguları kendi benliğine göstermezler. Kendilerini değersiz hisseder ve sevilmeye değer görmezler.
Saplantılı bağlanma stiline sahip kişilerdeki en belirgin özellik kendine güven eksikliğidir; hem reddedilmekten hem de terk edilmekten korkarlar. Eksik olan güven duygusunu başkalarına bağlı kalarak, başkalarının boyunduruğunda onlara hizmet ederek tamamlamaya çalışırlar. Reddedilmek ve terk edilmek bu tarz bireyler için katlanılması güç bir durumdur. Bu nedenle ilişkilerinde kendilerini kanıtlama eğilimi gösterirler.
c) Kayıtsız Bağlanma:
“olumlu benlik” + “olumsuz başkaları”
Kayıtsız bağlanma stiline sahip kişiler olumlu benlik algısı oluşturmak için özerkliklerine oldukça önem verirler, yakın ve sosyal ilişkilerde bağımlı kalmayı reddederler. Bu nedenle bu kişiler, edilgen olarak yakın ilişkilerden kaçınırlar. Bağımsızlığa aşırı değer verirler, yakın ve sosyal ilişkilerin çok da önemli olmadığına inanırlar.
Bunun sonucu hayatın kişisel olmayan alanlarında da (iş yaşamı, boş zamanları faaliyetleri) belli bir şahsa bağlı olmayan boyutlarına odaklanma eğilimi vardır.
d) Korkulu Bağlanma:
“olumsuz benlik” + “olumsuz başkaları”
Güvenli bağlanmanın tersine korkulu bağlanma stiline sahip bireyler kurduğu ilişkilerde hep güven sorunu yaşarlar. Reddedilmek ve incinmek gibi duygulardan kaçma amacıyla ilişkilerine hep bir mesafe koyarlar. Duygularını ifade etmekten, içten ve samimi ilişkiler kurmaktan kaçınırlar.
Sosyal temas ve yakınlık isterler, fakat başka kişilere güvensizlik ve reddedilme korkusu yaşadıkları için sosyal onaya karşı aşırı bir duyarlılık gösterirler. Bu bireyler, reddedilme ihtimalini ortadan kaldırmak için sosyal ortamlardan ve yakın ilişkilerden kaçarak incinmemeyi güvence altına almaya çalışırlar.
2-) Özerkliğe karşı kuşku ve utanç / İlk çocukluk dönemi (1-3 yaş): Bu dönem, Freud’un Anal döneminin karşılığıdır. Bu dönem oyun dönemi olarak da adlandırılmaktadır. Çocuğun yürümeye ve konuşmaya başlaması ile annesine/bakıcısına olan bağımlılığı azalır. Çocuk çevreyi tanımaya ve uyum sağlamaya çalışır. Çocuk özerk bir şekilde davranıp bağımsız eylemlerden zevk almaya başlar.
Çocuğa kendi eylemlerini kontrol etme imkânı verilmesi ve bu tür eylemlerinden dolayı çocuğun ağır şekilde cezalandırılmaması çocuktaki özerklik duygusunun gelişmesini sağlayacaktır. Kendi kendine yemek yeme, eşyalarını toplama, giyinme ve soyunma, giysisini seçme, kendisiyle ilgili konularda söz hakkı verme gibi davranışlarda çocuğa izin ve destek verilmelidir. Böylece çocukta bağımsızlık duygusunun temelleri atılır.
Anne-babanın aşırı kısıtlayıcı, koruyucu ve cezalandırıcı olması, çocuğun kendi kapasitesi hakkında kuşkuya düşmesine ve utanç duymasına neden olacaktır. Ayrıca çocuk çekingen olma, kendi başına karar alamama, saldırganlık gibi davranışlar gösterecektir. İleriki yaşamlarda görülen bağımlı (ipotek) kimlik, inatçılık, cimrilik-eli açıklık, düzenlilik-düzensizlik bu dönemde geçirilen yaşantıların sonucudur.
2012 KPSS: Birgül’ün annesi; bazen ona bir zarar gelir diye, bazen de yapamaz, beceremez diye Birgül’ün yapacağı birçok işi kendisi yapar ve onun yapmasına izin vermez.
Annenin bu aşırı koruyucu tutumu, Birgül’ün öncelikle hangi kişilik özelliğini kazanmasını engeller?
A) Yeterlilik B) Çalışkanlık C) Özerklik D) Özsaygı E) Verimlilik
2013 KPSS: Üç yaşındaki Can, annesinden kendisine omlet yapmasını ister. Annesi Can’a omlet hazırlarken Can da mutfak tezgâhının önüne çektiği taburenin üstüne çıkar. Annesine “Sana yardım etmek istiyorum. Yumurtaları ben kıracağım.” der.
Can’ın bu isteği, Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre aşağıdaki kavramlardan hangisiyle açıklanır?
A) Üretkenlik B) Girişimcilik
C) Kendine güven D) Özerklik
E) Çalışkanlık
3-) Girişimciliğe karşı suçluluk / Okul öncesi dönem (3-7 yaş): Bu dönem, Freud’un Fallik döneminin karşılığıdır. Çocuk bu dönemde, belli amaçlara yönelik girişimler başlatır ve sorumluluk almayı ister. Çocuk çevresinde olup bitenlere daha duyarlı ve meraklı hale gelmiştir. Çocuk çevresindeki olayları anlayabilmek için sık sık sorular sorar, keşfetmeye ve araştırmaya yönelik bir takım girişimlerde bulunmak ister. Çocuğun sorularına anlayabileceği şekilde gerçekçi, net ve açık cevaplar verilmesi gerekmektedir.
Keşfetme ve araştırmaya yönelik girişimlerde çocuk enerjisini çeşitli etkinliklerle ortaya koymak ister. Fakat ciddi düzeyde artan girişkenlikle birlikte, problemli davranışlarda da bir artış görülür. Çünkü bu dönemde çocuğun kas-zihin koordinasyonu yeterince sağlanamamış ve ahlaki sistemi yeterince gelişmemiştir. Bu nedenle çocuğun var olan enerjisinin olumlu hedeflere yöneltilmesi önemlidir.
Çocuğu sorduğu sorular yüzünden azarlamak, cezalandırmak ya da uygun cevaplar vermemek ve araştırma çabalarının önüne geçmek çocuktaki girişimcilik duygusunu köreltecek ve kendini suçlu hissetmesine neden olacaktır. Böylece çocuk kendi kabuğuna çekilecektir. Mesela; “evin bir köşesinde duran eski radyoyu gören Hasan’ın içinde ne olduğunu merak ederek radyoyu sökerek incelemesi” girişimcilik duygusudur.
4-) Başarıya karşı aşağılık/yetersizlik duygusu / İlkokul dönemi (7-11 yaş): Bu dönem, Freud’un Gizil (Latent) döneminin karşılığıdır. Bu dönemde çocuk bir şeyler üretmek, yaptığı işlerde başarılı olmak, yaptığı işlerden beğeni toplamak, çevresi tarafından takdir edilmek isteyecektir. Yaptığı işlerde başarılı oldukça kendisine güven (akademik özgüven) duyacak, kendisine olan güveni arttıkça da çalışma ve başarılı olma güdüleri artacaktır. Aksi halde aşağılık ve yetersizlik duygularına kapılacaktır.
Çocuğu başkalarıyla kıyaslamak, çocuklardan ilgi-yetenek alanlarının dışında başarı talep etmek, gelişim düzeylerine uygun olmayan sorumluluklar vermek olumsuz benlik gelişimine sebep olur.
Bu nedenle sonuca değil, çocuğun yaptığı çabaya vurgu yapmak, çocuğa ilgi, yetenek ve gelişim düzeylerine uygun sorumluluklar vererek cesaretlendirmek gerekmektedir.
2007 KPSS: Bir sınıf öğretmeni, öğrencilerin görsel sanatlar dersinde bazı araç ve gereçleri kullanarak bir şeyler oluşturma girişimlerini desteklemektedir. Öğretmenin bu desteği başarıya karşı-yetersizlik döneminin olumlu sonuçlanmasına yardım içindir.
5-) Kimliğe karşı kimlik-rol karmaşası / Ergenlik dönemi (11/12-18 yaş): Bu dönem, Freud’un Genital döneminin karşılığıdır. Ergenlik dönemini kapsar. “Ben kimim” sorusunun sorulduğu ve kimlik arayışının yoğunlaştığı dönemdir. Yani bu dönemde benlik gelişimi söz konusudur. Benlik; bireyin kendine ait duygu, düşünce ve değerlerinin toplamıdır. Olumlu benlik geliştirmek bu dönemin en öncelikli ihtiyacıdır. Bu dönemde birey, ya bir kimlik kazanır ya da kimlik (rol) karmaşası yaşar.
Birey kendi ilgi ve yetenekleriyle ilgili uyumlu bir kimlik duygusu geliştirmişse, gelecek yaşamıyla ilgili kararlarını başarılı şekilde vermeye başlamış, kendine özgü bir değerler sistemi oluşturarak kişisel ve mesleki planlar oluşturabilmiş demektir. Kimlik krizi ise, bireyin bu türden kararlar alamamış ve gelecekle ilgili herhangi bir plan yapmamış olmasıdır.
Ergen bireyin, kimlik kazanma sürecinde toplumca genel kabul görmüş değer ve amaçlarla karşı karşıya kalması, geçirdiği hızlı fizyolojik değişimlerle baş etmek zorunda olması, aileden bağımsızlık kazanma isteği ve cinsiyetine uygun roller edinmesi, önemli bir sorun teşkil eder. Çünkü bunlar ergenin düşünsel ve duygusal yapısında, köklü bir değişime sebep olur.
Ergen birey, kimlik kazanma sürecinde çevresinde güvendiği kişileri model olarak alır. Ergenin sağlıklı bir şekilde kimliğini kazanmasında, çevresinde uygun model alabileceği yetişkinlerin bulunması önem taşır. Ayrıca ergen birey, kendini toplumda kabul ettirmek amacıyla akran arkadaş gruplarına yönelir. En yoğun ilişki kurduğu kişiler akran gruplarıdır. Bu nedenle akran grupları içinde sevilen ve yetişkinler tarafından onaylanan ergenler, kimlik gelişiminde başarılı olurlar. Aksi halde ergen, kimlik/rol karmaşası yaşar.
2007 KPSS: Lise son sınıfta okuyan Ayşe, küçük yaştan beri mühendis olmayı istemekte ve üniversite planlarını buna göre yapmaktadır. Ancak, babası mühendisliğin kadınlara uygun bir meslek olmadığını öne sürerek Ayşe’yi, kadınlara daha uygun olduğunu düşündüğü öğretmenlik gibi bir meslek seçmeye teşvik etmektedir. Mühendis olma isteğini babasının desteklememesi nedeniyle, Ayşe ne tür bir meslek seçeceği konusunda kararsızlığa düşer. Ayşe’nin bu kararsızlığa düşmesi rol karmaşasına örnektir.
Marcia Kimlik Statüleri
Marcia’ya göre, kimlik statüsünün belirlenmesinde ergenin bunalım geçirme durumunda yaptığı irdeleme ve karar verme gücü başlıca etkenlerdir.
a) Başarılı kimlik statüsü: Başarılı kimlik statüsündeki birey, kimlik krizini başarıyla atlatmış, kendine özgü değerler sistemi geliştirmiş, gelecek yaşamına ilişkin planlar yapmış ve kendi kararlarıyla bir kimliğe bağlanmayı gerçekleştirmiş bir ergendir. Ergen, verdiği kararların doğru olduğuna inanan ve kararlarından dolayı memnun olan bir bireydir. Diğer insanların da kendilerini kabul ettiklerine inanırlar.
b) Ertelenmiş veya Askıya alınmış (moratoryum) kimlik: Kimlik krizini atlatamamış (yani halen kimlik bunalımı yaşayan) ve çözüm yolu bulamayan bireylerin sahip olduğu kimliktir. Bir kriz yaşanmasına rağmen herhangi bir seçeneğe bağlanma olmamıştır. Bu nedenle kimlik oluşumu askıya alınır ve bir kararsızlık, erteleme, bekleme dönemine girilir. Birey, kalıcı tercihlerde bulunmadan önce bazı sosyal rolleri denemiş ve bazı nedenlerle kimlik tercihini ertelemiştir. Ergenlik döneminde görülen umursamazlık, boşvermişlik, vurdumduymazlık, hedefsizlik moratoryumun başlıca belirtilerindendir. Mesela; genç kızların erken yaşta evlenmek istemeleri, erkeklerin erken askere gitmek istemeleri.
2006 KPSS: Üniversite sınavlarına hazırlanmaya başlaması gerektiğini düşünen, ancak seçeceği bölüm konusunda karar vermede zorluk çeken bir lise 2. sınıf öğrencisi bir süre bu konu üzerinde durmamaya karar verir. Bu öğrencinin bölüm seçimi konusunda düşünmeyi ertelemesi psikososyal moratoryumdur.
c) Bağımlı (İpotekli, Erken Bağlanma) kimlik: Bu kimlik statüsündeki birey, kimlik krizi yaşamaz. Çevresindeki olanakları araştırmaz. Birey, kendisiyle ilgili önemli konularda karar alma girişiminde bulunmaz. Kimlik konusundaki tüm kararları anne-baba veya otorite olarak kabul edilen diğer kişiler alır. Yani birey, kendi kimliğiyle ilgili başkasının verdiği kararları kabul etmiştir; bu nedenle kimlik arayışına girmez; kendisi için belirlenen kimliğe girer.
Mesela; bireyin istemediği halde babasının istediği siyasi partiye oy vermesi, sevmediği halde anne-babasının seçtiği kişi ile evlenmesi.
d) Dağınık (Kargaşalı) Kimlik: Bu kimlik statüsündeki bireyler bir kimlik krizi (kimlik bunalımı) yaşamazlar. Meslek ve rol seçimleriyle ilgili bir güdüleri ve endişeleri de yoktur. Bu nedenle bu tip bireyler bir kimliğe bağlanmaktan kaçınırlar. Kimlik edinme konusunda ciddi bir girişimleri olmadığı gibi, bu durum onları rahatsız da etmez. İçinde bulunduğu grupları ve kararlarını sık sık değiştirir ve kararsız davranışlar sergiler. Etkileşimin ve yönlendirmenin zayıf olduğu ailelerde görülür.
2012 KPSS: Savaş, lise son sınıfta olmasına rağmen hâlen ne yapacağına, ne olmak istediğine karar verememiştir. Henüz kendine özgü bir dünya görüşüne ve geleceğiyle ilgili bir plana sahip olmadığı gibi, bunun için bir şeyler yapmaya da çalışmamaktadır. Savaş’ın kendi kimliği ve geleceği ile ilgili henüz karar verememesi ve vermek için de bir çaba göstermemesi, dağınık kimliğin göstergesidir.
Diğer Kimlik Statüleri
a) Ters kimlik: Kimlik oluşumunda ergenin çevresi tarafından kabul edilmesi önemlidir. Ters kimlik, ailesi ve sosyal çevresi tarafından olumlu kabul görmeyen bireyin, ailesi ve sosyal çevresi tarafından istenmeyen bir kimliği seçmesidir. Mesela; ateist bir ailenin dindar oğlu, savcının suçlu oğlu.
b) Gölgelenmiş kimlik: Ailesi ve sosyal çevresi tarafından baskı altında tutulan bireyin, onların istediği davranışları, rolleri (kimliği) istemeyerek seçmesidir. Mesela; Demet mühendislik bölümünü tercih etmek ister, fakat ailesi onun öğretmen olmasını isteyip bu yönde baskı yapar ve Demet, bu baskı sonunda öğretmenliği tercih eder.
MARCİA KİMLİK STATÜLERİNE GENEL BİR BAKIŞ
Başarılmış (Başarılı) Kimlik
Moratoryum (Askıya alınmış) Kimlik
İpotekli (Bağımlı) Kimlik
Dağınık (Kargaşalı) Kimlik
Ergen, çevresindeki
olanakları araştırmış mı?
(Kimlik bunalımı yaşanmış mı?)
EVET
EVET
HAYIR
HAYIR
(Çok istisnai olarak bir arayış vardır.)
Bir kimliğe bağlanma gerçekleşmiş mi?
EVET
HAYIR
EVET
HAYIR
ALT - ÜST Kimlik
Durumu
ÜST KİMLİK
(Olumlu kimlik)
ÜST KİMLİK
(Olumlu kimlik)
ALT KİMLİK
(Olumsuz kimlik)
ALT KİMLİK
(Olumsuz kimlik)
Kendine Bakış Açısı
DEĞERLİ
KARARSIZ
ONAY BEKLEYEN
KAÇINAN
Uyarı: İpotekli kimlikte ergen kendisiyle ilgili kimliği diğer insanların vermesini kendi isteğiyle (baskı yokken) kabul ederken, Gölgelenmiş kimlikte ise birey istemeyerek (baskı sonucu) kendi kimliğini seçmek zorunda kalır.
Sandra Bem’in Cinsiyet Rolleri Yaklaşımı
Cinsiyet rolü, bireyin kendi kimliğini kadın ve erkek olarak algılayıp, cinsiyetinin gerektirdiği davranışı göstermesi demektir. S. Bem, bireyleri kadınsı ve erkeksi özellikleri taşımasına göre 4 gruba ayırmıştır.
a) Kadınsı (dişil): Kadınsı özellikleri daha çok, erkeksi özellikleri daha az taşıyanlardır.
b) Erkeksi (eril): Erkeksi özellikleri daha çok, kadınsı özellikleri daha az taşıyanlardır.
c) Androjen: Hem kadınsı hem de erkeksi özellikleri taşıyanlardır. Her iki cinsiyet özelliklerini yüksek taşıyanlardır.
d) Belirsiz (farklılaşmamış): Ne kadınsı ne de erkeksi özellikleri taşıyanlardır. Her iki cinsiyet özelliklerini belirgin olarak taşımayanlardır.
2011 KPSS: Küçük bir kasabada doğan Fatma, çocukluğunda babasından sık sık dayak yer ve ev işlerinin ağırlığından bunalan annesinin ilgisinden de yoksun büyür. Lisede sınıf arkadaşları hangi bölümde okuyacaklarını uzun uzun araştırırken Fatma’nın tek düşüncesi evden uzaklaşmak olur. Açıkta kalmayacağı bölümleri tercih listesine yazar. Bunlardan birini kazanır ve üniversite eğitimi için İstanbul’a gider. Bu eğitimi sırasında, bazıları birbirine zıt olan çeşitli dinsel ve politik gruplara katılır fakat içlerinde barınamaz. Bir ara sınıf arkadaşı Emine ile eve çıkarlar ancak ona da yakınlık gösteremez, adeta kendisinden uzaklaştırır. Emine eşyalarını toplayıp evi terk ederken Fatma bunu umursamıyormuş gibi davranır çünkü o kimsenin yardımına gereksinim duymuyor ve her konuda kendine yetiyormuş gibi görünmek ister. Gerçekte kendine güvenmeyen, duygusal ama göstermeyi sevmeyen, sıkılgan, isteksiz ve duyarsız biri olarak Fatma’nın böyle görünmesi çok da zor olmaz.
Fatma’nın Bartholomew ve Horowitz göre bağlanma biçimi: Korkulu
Fatma’nın Marcia’ya göre kimlik statüsü: Dağınık
Bem’in cinsiyet rolleri yaklaşımına göre cinsiyet rolü: Belirsiz
6-) Yakınlığa karşı uzaklık (yalnızlık, yalıtılmışlık) / Genç-İlk yetişkinlik (18-35 yaş): Bu dönemde birey, kimlik arayışı (kazanma) çabalarını aşmış artık çevresindeki kişilerle yakın ilişkiler kurmaya, dostluk ve sevgi ilişkilerine girmeye ve sorumluluk almaya hazır hale gelmiştir. Ergenliğe göre çevresiyle daha iyi ilişkiler kurabilme seviyesine gelmiştir.
Bu dönemde birey, karşı cins ile geleceğe ve evliliğe yönelik yakın ilişkiler kurmayı ister. Aynı zamanda bu yaşta kendi kişiliğine ve yeteneğine uygun meslek seçme isteğini de taşır. Eğer birey evlilik, arkadaşlık kurma veya meslek seçimi gibi konularda başarısız olursa, yakın ilişkilere geçemiyor ise yalnızlığa düşer ve insanlardan uzaklaşır.
2004 KPSS: 20 yaşındaki Arzu kimsenin samimiyetine inanmadığı için karşı cinsle ilişki kurmakta zorlandığını söylemektedir. Erikson’a göre Arzu’nun bu sorunu Yakınlık-uzaklık dönemindeki bir aksamadan kaynaklanmıştır.
7-) Üretkenliğe karşı durgunluk / Orta yetişkinlik dönemi (35-65 yaş): Bu dönemde birey, üretken ve yaratıcıdır. Birey gerek kendisi için (anne-baba olmak, çocuk yetiştirmek), gerekse çevresi ve toplum için yararlı işler yapmak ister. Bu dönemde bireyin üreticilik işlevini yerine getirmesinde, genç kuşaklara rehberlik etmesi de önemli bir yer tutar.
Üretken olamayan bireyde hiçbir işe yaramama duygusu gelişir. Birey, durgunluk dönemine girer, çevresine karşı kayıtsız kalır ve aşırı bireyselleşir.
2013 KPSS: 50 yaşındaki İsmail Bey, çocuklarıyla ve yeğenleriyle birlikte zaman geçirmekten hoşlanan, onların gelişimlerine olumlu katkılar yapan biridir. İsmail Bey’in bu davranışı üretkenlikle açıklanır.
2004 KPSS: Atatürk’ün “Öğretmenler! Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.” ifadesi Erikson’un bireyin yaşam sürecindeki Üretkenliğe karşı durgunluk gelişimsel göreviyle örtüşür.
8-) Ego (Benlik) bütünlüğüne karşı umutsuzluk / İleri yetişkinlik-Yaşlılık dönemi (65 yaş ve üstü): Emeklilik dönemidir. Bu dönemde birey, geçmişini, yani tüm yaşamını gözden geçirir; bir nevi yaşam muhasebesi yapar. Verimli ve dolu bir yaşam geçirmiş, yaşamsal amaçlarına ulaşmış olduğunu hisseden bireyler benlik bütünlüğüne ulaşırlar. Bu sayede birey güvenli, mutlu, çevresine ve kendine faydalı, sevgi dolu bir yapıya sahip olurlar. Böylece birey ölümü daha kolay kabullenebilmektedir.
Aksi durumda ise, hayatını boşa geçirdiğine inanan birey, hayatında değişiklik yapmak için çok geç olduğunu düşünür. Bu nedenle kendine güvensiz, uyumsuz, sevgiden mahrum bir yapıya sahip olurlar ve ölümü kabullenmekte zorluk çekerler.
2012 KPSS: 70 yaşındaki Hüseyin Dede sinirli, hırçın ve mutsuz birisidir. Sürekli evdekilere bağırır, çağırır ve hiçbir şeyden memnun olmaz. Mutsuzluğunun nedeni olduklarını düşündüğü için devamlı çevresindekileri suçlar. Hüseyin Dede’nin bu psikolojik durumu umutsuzlukla açıklanabilir.
2007 KPSS: Yaşamının son dönemlerinde, geçmişine dönüp baktığında “keşke” sözcüğünü çok kullanan ve yapmış olduğu seçimlerden memnuniyet duymayan bir birey, Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk krizini yaşamaktadır.
7.2.4. HÜMANİST YAKLAŞIM
Hümanist yaklaşımın üç önemli temsilcisi; Rogers, Maslow ve Combs’tur. Hümanist yaklaşım insanı ele alış açısından gerek davranışçılardan gerekse psikanalistlerden ayrılır. Davranışçılara göre, insan çevresel uyarıcılara karşı otomatik tepki veren pasif bir varlıktır. Birey doğuştan nötrdür. Birey çevreye göre şekillenir. Psikanalistler göre, insan doğuştan tehlikeli ve yıkıcıdır. Oysa hümanistler bunu kabul etmez. Hümanistler insanın özünde iyi olduğunu ve her insanın doğuştan getirdiği bu iyi potansiyelle çevresindekilerle işbirliğine yatkın, yapıcı ve güvenilir bir etkileşime girdiğini ve bu şekilde gelişimini sürdürdüğünü savunur.
Ayrıca hümanist yaklaşım bireysel özgürlüğe önem verir ve öğrenci merkezli eğitimi savunur. Birey çevrenin isteklerine göre değil, kendilerini gerçekleştirme eğilimlerine göre eğitim görmelidir. Hümanist yaklaşımın temelini benlik kavramı oluşturur. Benlik gelişimi bireyin kendisini, farklılıklarını algılaması ve değerlerini hissetmesi sürecidir. Kişinin kendisini değerlendirme sürecidir.
7.2.4.1. ROGERS VE BENLİK KURAMI
7.2.4.1.1. Teröpatik Öğrenme Kuramı
 İnsan gelişme ve kendini geliştirme gizil gücüne sahiptir. Bireyler çevrenin isteklerine ve beklentilerine göre değil, kendilerini gerçekleştirme eğilimlerine göre eğitim almalıdır. Yani her birey ilgi, yetenek ve özelliklerine göre ve özgür bir ortamda eğitim almalıdır.
2012 KPSS: İlköğretim öğrencisi Fatma, babasına sınıf öğretmeninin, arkadaşlarının ve kendisinin istek, ilgi ve ihtiyaçlarına dikkat ettiğini ve yardımcı olmaya çalıştığını söyler. Sınıf öğretmeni burada insancıl yaklaşıma uygun davranmıştır.
 Eğitimde “öğrenmeyi öğretmek” temel alınmalıdır.
 Her insanın doğuştan getirdiği bir özbeni vardır. Bu özben iyiye yönelik ve güzeldir.
 Her insanın amacı mutlu olmaktır. Mutlu olan insan topluma faydalı olur.
 Bireyin mutlu olması, dünyayı kendi algılayış biçimine göre (fenomen alan), ilgi ve becerilerine göre yetiştirilmesine bağlıdır.
 Bireyi yalnızca dıştan değil içten de anlamak gerekir. Böylece bireyin iç dünyasını çözümlemeyi de ön planda tutmaktadır (Fenomenoloji).
2012 KPSS: İsmet Öğretmen derste su içen bir öğrenciyi gördüğünde onu uyarmış ve bu davranışı doğru bulmadığını belirtmiştir. Kemal Öğretmen ise aynı durumda öğrencinin su içmesinin sorun olmadığını düşünerek hiç tepki vermemiştir. İki öğretmenin de aynı uyarıcıya farklı davranışları, kendi öznel gerçeklikleriyle açıklayabiliriz.
7.2.4.1.2. Benliğin Yapısı
1-) Özben (Gerçek benlik): Benliğin merkezini oluşturur. Biyolojik kökenli gerçek içsel yaşantıların kaynağıdır. İnsanların tümü özbenleri açısından bazı yönleri ile birbirlerine benzerlerken bazı yönleri ile de birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Yeme, içme cinsel gereksinmeler gibi fizyolojik özellikler, sevilme, güven duyma, başarılı olma gibi psikolojik özellikler açısından tüm insanlar birbirlerine benzerlerken, müzik, resim, sözel yetenekleri gibi kişisel güçler açısından da birbirlerinden farklıdır. Özben, yapı olarak “iyi” ye yöneliktir. Kötü olarak nitelendirilen tutum, düşünce ve davranışlar temel ihtiyaçların doyurulmaması ve engellenmesi sonucu oluşur.
2-) Benlik bilinci (Benlik tasarımı): Kişinin kendisi hakkındaki düşünceleri ve algılamalarıdır. Benlik tasarımı kişinin kendi görüşüne göre özelliklerinin, yeteneklerinin, duygu, düşünce, inanç ve tutumlarının dinamik bir görüntüsüdür.
Benlik tasarımı dinamik bir yapıya sahiptir, yani kişinin yaşantılarına bağlı olarak değişebilir. Kişinin benlik tasarımı gerçek yaşantılarına uygun olduğu sürece kişi kendisiyle uyumludur.
3-) İdeal Benlik: Bireyin olmak istediklerine ilişkin görüşleri onun ideal benliğini oluşturur. İdeal benlik bireyin sahip olmak istediği özellikleri anlatır.
4-) Benlik saygısı (özsaygı): Benlik bilinci ile ideal benlik arasındaki fark bize bireyin benlik saygısı hakkında bilgi verir. Eğer bu fark yüksekse benlik saygısı düşük, bu fark az ise benlik saygısı yüksektir.
Ayna benlik (ayna teorisi): Kişinin kendi benliğini başkalarının ona ilişkin düşünceleri, değerlendirmeleri ve ona yönelik tepkileri temelinde algılamasıdır. Bu teori “Başkalarının gözünde neysem, oyum!” şeklinde ifade edilir. Mesela; arkadaşları ve öğretmenleri tarafından sınavlardan düşük not alması nedeniyle “Başarısız öğrenci” olarak değerlendirilen bir öğrenci bir süre sonra kendini bu şekilde hissetmeye başlaması.
7.2.4.1.3. Benlik Gelişimi ve Eğitim İlişkisi
Kişinin olumlu benlik bilinci geliştirebilmesi için koşulsuz sevgi/kabul temel şarttır. Koşulsuz sevgi, birey ne yaparsa yapsın, onun sevgiye ve saygıya layık olduğunu kabul eden anlayıştır. Anne-babalar ve öğretmenler çocukları anlamalı, onları kendi öznel yaşantıları içinde ve kendi dünyalarında bir bütün olarak değerlendirmelidir. Anne-babalar ve öğretmenler çocukları yargılamamalı, cezalandırmamalıdır ve çocuklarına “empatik” bir tavırla yaklaşmalıdırlar. Koşulsuz sevgiyle büyüyen kişilerin benlik anlayışları güçlü ve olumlu olur.
Rogers’e göre iyi bir benlik algısı geliştirebilmiş ve ruh sağlığı yerinde olan bireylerin özellikleri:
 Birey başkalarının istekleri doğrultusunda davranmaktan çok, kendi istekleri ve hedeflerine uygun davranır; bu sırada da çevrenin beklentileri ile kendi istekleri arasında uzlaşı sağlar.
 Kendini ve başkalarını olduğu gibi kabul eder.
 Kendine karşı dürüsttür, kendinin olumlu ve zayıf yönlerinin farkındadır.
 Birey kişilik gelişimini değişime açık bir süreç olarak görür. Yani değişik yaşantılara açık olur.
Rogers’e göre sağlıklı bir öğrenme ortamı demek; koşulsuz saygı, empatik anlayış, güven, saydamlık/içtenlik, dürüstlük, ödüllendirme ve demokratik bir sınıf ortamı demektir.
7.2.4.2. MASLOW VE İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ
Maslow her insanın değerli, kendine özgü, duyarlı ve iyiye yönelik bir özbene sahip olduğunu savunur. Olanaklar sağlandığında, her insanın doğuştan getirdiği gizil güçlerinin farkına varacağını ve eninde sonunda kendini gerçekleştireceğini savunur.
Maslow, insan güdülerinin evrensel bir hiyerarşisinin bulunduğunu savunur. Bu ihtiyaçlar hiyerarşisine göre, en alt basamaktaki ihtiyaç kısmen de olsa, giderildikten sonra bir üst basamaktaki ihtiyaç ortaya çıkar. O da giderildiğinde bir üst basamaktaki ihtiyaç ortaya çıkar. Yani bir üst düzeydeki ihtiyacın ortaya çıkabilmesi için, bir alt düzeydeki ihtiyacın giderilmesi gereklidir. Kendini gerçekleştirme güdüsü, diğer ihtiyaçlar giderilmişse ortaya çıkar.
Bu ihtiyaçlardan
- İlk 4 ihtiyaç (fizyolojik, güven, ait olma ve sevgi, saygınlık) temel ihtiyaçlar (hayatta kalma ihtiyaçları)
- Son 4 ihtiyaç ise (bilişsel, estetik, kendini gerçekleştirme, tümüyle insan olma ihtiyaçları) üst düzey (gelişimsel) ihtiyaçlardır.
2013 KPSS: Üçüncü sınıfa devam eden Ali, okulun rehber öğretmenine, “Öğretmenimiz sınıfta daha çok belli arkadaşlarımızla ilgileniyor. Beni görmezden geliyor. Ben de okula gelmek istemiyorum.” diyerek duygularını paylaşmıştır.
Ali'nin okula gitmek istememesinin nedeni, Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ne göre aşağıdakilerden hangisiyle ilişkilidir?
A) Güvende olma
B) Başarılı olma
C) Kendini gerçekleştirme
D) Fizyolojik
E) Ait olma
2012 KPSS: Oya Hanım tiyatroyu çok sever ve fırsat bulduğunda sık sık tiyatroya gider. Son zamanlarda işlerinin yoğunluğundan yeni bir oyuna gidememiştir. Bu yüzden, uzun zamandır tiyatroya gidememenin eksikliğini hissetmekte ve tiyatroya gitmenin bir fırsatını kollamaktadır.
Oya Hanım’ın tiyatroya gitme ihtiyacı, hangi türden bir ihtiyaçtır?
A) Rahatlama
B) Bilme, tanıma
C) Yakınlık
D) Estetik
E) Saygınlık
Kendini gerçekleştiren bireylerin özellikleri
 Kendini ve başkalarını olduğu gibi kabul ederler.
 Gerçeği olduğu gibi algılayıp, içinde bulunduğu ortama kolayca uyum sağlarlar.
 Daha derin kişiler arası ilişkiler kurabilir.
 Olayları objektif algılayabilirler.
 Yaşamdan zevk ve doyum alırlar.
 Özerktir. Yani çevrelerinden bağımsızdırlar.
 Yaratıcıdırlar.
 Kendiliğinden doğal davranışlar sergilerler.
 Kendileri dışındaki sorunlarla da ilgilenirler.
 Demokratik bir kişilik yapısına sahiptirler.
 Düşmanca olmayan bir mizah anlayışına sahiptir.
 İnsanlarla birlikte olmaktan hoşlanırlar.
 Yalnız kalabilme gücüne sahip olabilirler.
 Kültürün ve toplumun etkisine karşı direnebilir.
 Sorumluluklar alabilirler.
Uyarı: Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi, 1990 yılı sonralarında genişletilerek; “bilişsel, estetik ve tümüyle insan (Trancendence: aşkınlık) olma ihtiyaçları” eklenmiştir. Bu ihtiyaçlardan ilk 4’ü temel ihtiyaçlar (hayatta kalma ihtiyaçları), son 4 ihtiyaç ise üst düzey (gelişimsel) ihtiyaçlardır.
Bu ihtiyaçlardan
- İlk 4 ihtiyaç (fizyolojik, güven, ait olma ve sevgi, saygınlık) temel ihtiyaçlar (hayatta kalma ihtiyaçları)
- Son 4 ihtiyaç ise (bilişsel, estetik, kendini gerçekleştirme, tümüyle insan olma ihtiyaçları) üst düzey (gelişimsel) ihtiyaçlardır.
2013 KPSS: Üçüncü sınıfa devam eden Ali, okulun rehber öğretmenine, “Öğretmenimiz sınıfta daha çok belli arkadaşlarımızla ilgileniyor. Beni görmezden geliyor. Ben de okula gelmek istemiyorum.” diyerek duygularını paylaşmıştır.
Ali'nin okula gitmek istememesinin nedeni, Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ne göre aşağıdakilerden hangisiyle ilişkilidir?
A) Güvende olma
B) Başarılı olma
C) Kendini gerçekleştirme
D) Fizyolojik
E) Ait olma
2012 KPSS: Oya Hanım tiyatroyu çok sever ve fırsat bulduğunda sık sık tiyatroya gider. Son zamanlarda işlerinin yoğunluğundan yeni bir oyuna gidememiştir. Bu yüzden, uzun zamandır tiyatroya gidememenin eksikliğini hissetmekte ve tiyatroya gitmenin bir fırsatını kollamaktadır.
Oya Hanım’ın tiyatroya gitme ihtiyacı, hangi türden bir ihtiyaçtır?
A) Rahatlama
B) Bilme, tanıma
C) Yakınlık
D) Estetik
E) Saygınlık
Kendini gerçekleştiren bireylerin özellikleri
 Kendini ve başkalarını olduğu gibi kabul ederler.
 Gerçeği olduğu gibi algılayıp, içinde bulunduğu ortama kolayca uyum sağlarlar.
 Daha derin kişiler arası ilişkiler kurabilir.
 Olayları objektif algılayabilirler.
 Yaşamdan zevk ve doyum alırlar.
 Özerktir. Yani çevrelerinden bağımsızdırlar.
 Yaratıcıdırlar.
 Kendiliğinden doğal davranışlar sergilerler.
 Kendileri dışındaki sorunlarla da ilgilenirler.
 Demokratik bir kişilik yapısına sahiptirler.
 Düşmanca olmayan bir mizah anlayışına sahiptir.
 İnsanlarla birlikte olmaktan hoşlanırlar.
 Yalnız kalabilme gücüne sahip olabilirler.
 Kültürün ve toplumun etkisine karşı direnebilir.
 Sorumluluklar alabilirler.
7.3. ANNE-BABA TUTUMLARI
1-) Demokratik anne-baba
 En sağlıklı ve başarılı aile tutumudur.
 Anne-babalar bir takım isteklerde bulunan ve belirli ölçüde kontrol edenlerdir.
 Çocuk nerede, ne zaman, ne yapacağını ve nasıl davranacağını bilir. Hangi durumlarda cezalandırılacağını ve ödüllendirileceğini bilir.
 Belirlenen sınırlar içerisinde çocuğa söz hakkı ve serbestlik verilir. Konulan kurallara çocuğun körü körüne uyması beklenmez. Çocuğa bu kuralların mantıklı açıklaması yapılır.
 Çocuğa kendisiyle ilgili kararlar söz konusu olduğunda söz hakkı verilir.
 Aile içerisinde duygu ve düşünceler paylaşılır.
 Anne-baba sevgilerini hissettirir ve çocuklarıyla iletişim kurarlar.
Demokratik aile ortamında büyüyen çocuklar kendilerinden memnun, kendine güvenen, girişken, bağımsız, gerçekçi, arkadaş canlısı, sosyal ve kendilerine saygıları yüksek bir kişilik sergilerler.
2-) Otoriter anne-baba
 Bütün kontrol anne-babadadır. Tüm kararları ve yargıları anne-baba alır.
 Çocuklar kontrol edilirken dinlenmezler.
 Çoğunlukla anlayışsız, soğuk ve katı olurlar, ceza ve emirleri fazladır. Çocuğun hata ve yanlış yapma hakkı yoktur.
 Çocuktan kurallara sorgulamadan uyması beklenir.
 Çocuklarıyla az ilgilenirler. Çocuğu anlamaya çalışmazlar.
Otoriter aile ortamında büyüyen çocuklar kendine güveni olmayan, çekingen, pasif, korkak, mutsuzdur. Dıştan denetimlidirler, yani başkalarının kendisini yönlendirmesini beklerler. Başkalarına güvenmezler.
3-) İzin verici (Boş vermeci) anne-baba
 Çocuklara aşırı bir özgür bir ortamı oluşturulur.
 Çocuğun aşırı hareket ve davranış serbestliği vardır. Özgürlük neredeyse sınırsızdır.
 Aile içinde çocuğun hakları sınırsızdır. Hiçbir denetim koşulu yoktur. Her türlü davranış anlayışla karşılanır.
 Kurallar yok denecek kadar azdır. Aile doğruyu ve yanlışı çocuğun yaparak yaşayarak öğrenmesini ister.
 Çocuktan bir şey istemezler, Bırak yapsıncı ailelerdir.
 Cezalandırmadan kaçınırlar.
İzin verici aile ortamında büyüyen çocuklar genellikle tutarsız, bencil ve şımarıktırlar. Devamlı birilerinden hizmet beklerler. Her isteklerinin yapılmasını beklerler.
4-) Yetkinci (mükemmeliyetçi) anne-baba
 Çocukta mükemmellik ve kusursuzluk aranır.
 Anne-baba kendi ideallerini ve gerçekleştiremediklerini çocuktan beklerler.
 Çocuktan kapasitelerinin üstünde başarı beklerler. Çocuklarından beklentileri genellikle gerçekçi değildirler.
 Çocuklarının herkesin parmakla göstereceği bir kişi olmasını isterler. Bu nedenle sık sık çocuklarını başkalarıyla kıyaslarlar.
 Çocuğun göstermiş olduğu başarılarla yetinmezler. Sürekli olarak nasıl daha başarılı olacaklarını çocuklarına anlatırlar.
 Hatalar hoş görülmez. Yanlış yapmaya izin yoktur ve yanlışlara abartılı tepkiler verilir.
 Bir takım kalıp kurallar koyarlar ve çocukların bu kurallara sıkı sıkıya uymasını isterler.
Mükemmeliyetçi aile ortamında büyüyen çocuklar ya aşırı titiz ya da aşırı dağınıktırlar. Kendilerine güvenleri yoktur. Yanlış yapmaktan çekinirler ve korkarlar. Başarısızlıkta kolayca hayal kırıklığı yaşar.
5-) Koruyucu anne-baba
 Çocuğa aşırı özen gösterme eğilimi vardır.
 Aile çocuklarının üzerine titrer, çocuğun her çağrısına cevap verir.
 Çocuklarda öz yeterliliğin bulunmadığına inanırlar. Her türlü kararı çocuğu adına aile alır.
 Çocuklar her zaman anne-babaya bağımlıdırlar.
 Çocuklar sürekli anne-babanın gözetimindedirler.
 Çocuklar büyüse de onların büyüdükleri özellikle anne tarafından kabul edilmez.
Aşırı koruyucu aile ortamında büyüyen çocuk, aşırı bağımlı ve özgüveni gelişmemiş bir kişilik sergiler. İç denetimi gelişmemiştir, daha çok dışsal denetime tabidir. Yani tek başına kararlar alamaz, nerede, ne zaman, ne yapacağını bilemez. Sosyal ortamlara kendini kabul ettirmekte zorlanır.
6-) Tutarsız anne-baba
 Anne-baba çocuklarının davranışlarıyla ilgili tutarsızlık ve dengesizlik sergiler.
 Aynı davranışı anne-baba kimi zaman normal karşılarken kimi zamanda cezalandırabilir. Bu durumda çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamamaktadır.
 Çocuk, anne-babasının o anda neşeli ya da öfkeli oluşuna göre ayarlamaya başlar.
Tutarsızlık durumu bazen de anne-babanın görüş ayrılığından, çocukların cinsiyetinden, yaşından kaynaklanabilir. Böyle bir aile ortamında büyüyen çocuklar, tutarsız bir kişilik sergilerler. Karar vermede güçlükler yaşar. Kaygılı ve kendine güvensiz bir kişilik sergiler. Ya aşırı isyankâr ya da aşırı boyun eğici olurlar.
7-) Reddedici (itici) anne-baba
 Bu tür ailelerde çocuklar ya ailenin isteği dışında dünyaya gelmiştir ya da sonradan aile çocuğu çeşitli nedenlerle istememektedir. Bu nedenle sürekli çocuğa istenmediği mesajı verilir.
 Aile çocuğun istediği her şeyi verir, çocuğu susturmak ya da baştan savmak için her isteğini karşılar. Bu da reddetmenin bir farklı yönüdür.
 Ailenin çocuklarına karşı reddedici davranışları genellikle açık düşmanlık, ilgisizlik, mükemmeliyetçilik veya aşırı koruma şeklinde de görülebilir.
İtici aile ortamında büyüyen çocuklar sevgiden yoksun bir ortamda büyüdükleri için çevrelerinde bulunan insanlara karşı da sevgi duymayı bilmezler.
Her an kin ve nefret duyguları yaşarlar. İnsanlara karşı hoşgörülü olmazlar. Kendilerine iyi davranan ve sevgiyle yaklaşan insanlara karşı hep şüpheyle yaklaşırlar. İnsanlarla iyi ilişkiler kuramazlar ve arkadaş bulmakta zorlanırlar.
Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntü
    Son mesaj
  • Bilgi
  • Kimler çevrimiçi

    Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir