AÖF Uluslararası örgütler ders notu



ULUSLARARASI  ÖRGÜTLER 1. ÜNİTE ÖZETİ

 ULUSLARARASI ÖRGÜTLERİN TARİHSEL GELİŞİMİ

*1648 yılında Avrupa’da 30 Yıl Savaşlarını sona erdiren Westphalia Antlaşması bir yönüyle dünyanın en kanlı savaşlarından birini bitirirken, diğer yandan uluslarara­sı sistemi kökünden değiştiren bir egemenlik anlayışını da dünya sisteminde ha­kim kılmıştır.

*Evrensel imparatorluklara karşı ülkesel “ulus-devletin” zaferini sim­geleyen bu barış antlaşması, uluslararası alanda devletlerin egemenliğini ve eşitli­ğini ilkesel bir temel kural hâline getirmiştir.

*Egemen eşitlik il­kesi etrafında yeniden oluşan yeni düzene Fransız îhtilali’ nin yükselttiği milliyetçi­lik hareketi de yeni bir ruh vermiş ve dünya sistemine “uluslar sistemi” ya da “ulus­lararası sistem” denmeye başlanmıştır.

*1618-1648 yılları arasında Protestarı-Katolik karşıtlığı esasında yaşanan 30 Yıl Savaşları sonrasında Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’na bağlı prenslikler bağımsız siyasi birimler hâline gelmiştir

*Bir başka deyişle uluslararası örgütlerin ortaya çıkışında Westphalia Ant­laşması ve onun getirdiği egemenlik ve eşitlik anlayışı belirleyici olmuştur.

* Bu ne­denle ülkesel, egemen ve eşit ulus devletlerden oluşan yeni uluslararası sisteme Westphalian sistem denmiştir

*Ülkesel devlet ya da bir başka şekilde söylenişiyle teritoryal devlet; evrensel imparator­luklara karşı sınırlı bir toprak (ülke ya da vatan) üzerinde kurulmuş ve kendi siyasi varlığını bu ülkeden alan bir devlettir.

*Çok uluslu imparatorluklar için ülkesel bir sı­nırlılık söz konusu değilken, ülkesel devlet için ülkesi siyasi kimliğinin bir parçasıdır. Ülkesel devlet toprak açısından genişlese bile bu genişleme ülkesel devletin çekirde­ğinde yer alan vatan ya da ülkeyi değiştirmez. Genelde ülkesel devlet sömürgeler el­de ederek genişler. Ülkesel devletin çok uluslu evrensel bir egemenlik iddiasındaki im­paratorluklara karşı zaferi dünya siyasi ve ekonomik sistemini esaslı biçimde değiş­tirmiştir.

*Fransız İhtilali ile birlikte ve özellikle devamında Napolyon Savaşlarıyla milliyetçilik akımı Doğu Avrupa’ya doğru yayılmaya başlayınca ülkesel devlet millî bir nitelik de kazanmış ve ülkesel ulus-devlet modeli Avrupa’da egemen bir siyasi model ve siyasal toplum olarak karşımıza çıkmıştır. Ülkesel ulus-devlet, millet ve vatan olguları esasın­da toprak ve insan açısından sınırlılık taşımaktadır. Belirli bir toprak ve belirli bir grup insan sadece bu yeni siyasi modelin kurucu unsurudur.

*19. yüzyılda Napolyon Savaşları sonrasında 1815 Viyana Kongresi ile ortaya çı­kan “Avrupa Uyumu” düzeni içinde artan işbirliği ortamı uluslararası örgütlerin ku­rulması için uygun bir iklim yaratmıştır.

*1815 yılında Ren Nehri’nde Seyrüsefer için kurulan “Merkezi Komisyon” bu anlamda hem ilk kurulan uluslararası örgüttür hem de çağdaş uluslararası örgütlerin öncülü niteliği taşımıştır. Bu örgüt bugüne kadar da varlığını korumuştur.

*1821 yılında Elbe Nehri, 1856 yılında da Tuna Neh­ri için de benzer örgütler kurulmuştur. 1818 yılında Alman Devletleri aralarında Zollverein adı verilen bir gümrük birliği oluşturmuştur.

*Söz konusu gümrük birliği teknik bir işbirliği anlaşması olarak ortaya çıkmış ve 1835 yılında ortaya çıkacak olan Alman Siyasi Birliği’nin de temelini atmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısı iletişim, ulaşım ve ticaretle ilgili konularda pek çok teknik örgütün kurulduğu bir dönem­dir. Bu örgütler esas olarak ticaretin gelişimiyle ortaya çıkan ihtiyaçları gidermek üzere devletlerin aralarında yaptıkları düzenlemeler şeklinde ortaya çıkmıştır.

*Buna karşılık Birinci Dünya Savaşı’ nın  ortaya çıkması önlenememiştir. Ulus- devletlerin rekabeti, güç peşinde koşma stratejisi ve askerî bir tırmanma içinde or­taya çıkan siyasi gerginlikler Avrupa’yı 1914 yılında bir büyük savaşa sürüklemiş­tir. Dolayısıyla uluslararası örgütlerin barışın korunması konusunda yetersizliği or­taya çıkmıştır. Bu açıdan Birinci Dünya Savaşı sonrasında savaşı bitiren 1919 Paris Barış Konferansı sonrasında 1920 yılında kurulan Milletler Cemiyeti çok önemli bir girişimdir.
Bu girişimin arkasında dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın libe­ral görüşleri ve daha sonra idealizm olarak adlandırılacak bir uluslararası politika yaklaşımı vardır.

*Wilson, uluslararası hukukun ve uluslararası kurumların hâki­miyeti altında, evrensel ilkelerin uluslararası sisteme yön vermeye başlaması durumunda barışın ka­lıcı olabileceğini savunmuştur. Wilson’un fikirleri etrafında ve ça­basıyla kurulan bu örgüte ABD iç siyasetinden kaynaklanan neden­lerle ABD üye olmamış ve baş­langıcından itibaren bu durum ör­gütü sorunlu bir durum içine sok­muştur. Her ne kadar bu evren­sel uluslararası örgüt başarılı ola­mamış ve iki savaş arası dönemin temel sorunlarına hukuk ve dip­lomasi yoluyla çözümler üretememişse de bir büyük siyasi ulus­lararası örgüt modelini yaratmış­tır. Sınırlı ve teknik nitelikli uluslararası örgütleri aşan hatta çatısı altında toplayan bu model, İkinci Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler olarak yaşama geçirilecek ve bu şekilde uluslararası örgütler alanında yeni bir dönem başlayacaktır.

*1818 yılında kurulan Zollverein, diğer adıyla Alman Gümrük Birliği ile Alman eyaletleri bir araya gelerek daha geniş bir pazara üretim yapma olanağına kavuşmuşlardır.

*Wilson ilkeleri; ABD Başkanı Woodrow Wilson 1918 yılında ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada vurguladığı on dört maddelik ilkeler ile Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşlerini ortaya koymuştur.

* Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) (League of Nations: LON) Birinci Dünya Savaşı’nm ardından İsviçre’de 10 Ocak 1920 tarihinde kurulmuştur. Ülkeler arasında yaşanabilecek sorunları barışçıl yollarla çözmeyi amaçlayan bu örgüt günümüzdeki Birleşmiş Milletler’ in de temelini oluşturmaktadır. Yaklaşık 20 yıl faaliyet gösteren örgüt İkinci Dünya Savaşı’ nın çıkmasını engelleyememesi üzerine 18Nisan 1946 tarihinde dağılmıştır.

ULUSLARARASI POLİTİKADA ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

*Caporaso ve Pelowski, öncekine göre daha kapsayıcı (coğrafi veya işlevsel ola­rak) yeni yapıların ve işlevlerin uluslararası ilişkilerde ortaya çıkmakta olduğunu ve bunun uluslararası politikanın doğasını değiştirdiğini belirtmektedir.

* Gilpin ise bu değişimi büyük devletlere bağlamakta, başat aktörler olarak büyük devletlerin çıkarları ve bu aktörler arasındaki güç dengesinin ekonomik, teknolojik ve diğer gelişmeler sonucunda değişmekte olduğunu, uluslararası sistemin ve politikanın değişimini de bunun belirlediğini ileri sürmektedir.

* Uluslararası örgütler, gündemi belirleyebildikleri ve koalisyon oluşturma sürecinde katalizör rolü gördükleri gibi zayıf ve küçük devletlerin siyasal inisiyatif kullanma ve bağlantı stratejisi uygulama zemini olarak da rol oynamaktadırlar.

* Uluslararası ilişkiler disiplini içinde Liberalizm ve Realizm iki temel ve karşıt yaklaşımdır.

Bu iki temel uluslararası ilişkiler yaklaşımı aynı zamanda uluslararası politika alanında gelişen farklı teorileri de belirlemiştir.

Buna karşılık liberalizmin uluslararası ilişkiler alanı içinde karşıt yaklaşımı olan realizm ise devlet merkezli ve çıkar, savaş ve güç esaslı bir anlayışı benimsemiştir. Liberalizmin uluslararası bütünleşme ve dolayısıyla örgütler alanında artan etkisi öte yandan realizmi uluslararası örgütler alanının tamamen dışına itememiştir.

Rea­lizm özellikle güvenlik alanında önemini ve etkisini korumuştur. Bir başka deyiş­le uluslararası örgütlerin tümünün liberalizmin etkisi altında ortaya çıktığını iddia etmek doğru olmayacaktır. Özellikle kolektif güvenlik örgütlerinin realizmin temel varsayımlarını doğrulayan ve liberalizmin öngördüğü anlayıştan farklı bir doğaya sahip olduğunu ifade etmek gerekir.

* İş birliğinden daha çok var olmak, güvenlik için­de gelişmek hedeflerini sağlamaya yönelmiş olan egemen devletler, uluslararası sistemde algıladıkları tehditleri dengelemek ve kendilerini güvenlik altına almak için güvenlik örgütleri oluşturmaya yönelmişlerdir.

*Bunlardan özellikle kolektif güvenlik örgütleri, bir tehdide karşı ve devletlerin varlığını ya da çıkarlarını koru­mak üzere oluşturdukları örgütlerdir.

Realizm uluslararası sistemin anarşik ve kaotik bir yapıda olduğunu ileri sür­mektedir. Realistler, sadece çıkar dürtüsü ile hareket ettiği varsayılan devletlerin askerî güç kullanma eğiliminde olduğunu tespit etmişlerdir. Bu açıdan askerî güç kullanımını engelleyecek olan ise bir başka devletin ya da devlet grubunun den­geleyici/caydırıcı bir askerî gücü ortaya koymasıdır. Realizm güç dengesi olgusu­nu, uluslararası sistemde askerî güç kullanılmasını ortadan kaldırabilecek tek me­kanizma olarak açıklamaktadır. Güvenlik krizi içinde kendini bir saldırıya maruz kalmak tehlikesi altında hisseden egemen devletler, düşman olarak algıladığı dev­letlerin gücünü dengelemek, saldırı riskini azaltmak ve kendi güvenliğini tesis et­mek için kolektif güvenlik örgütleri tesis ederler.

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER VE KARŞILIKLI BAĞIMLILIK

*Günümüzde uluslararası aktör devlettir.

*Bugün devletin yanı sıra çoku­luslu şirketler, hükümet dışı örgütler ve çeşitli ulusötesi baskı grupları, küresel elit­ler de uluslararası aktörler olarak uluslararası sistem kapsamı içinde etkinlik kazan­maktadır.

*Gelişen teknoloji ve buna bağlı olarak çağımızın ulaşım, haberleşme im­kânları bu değişimi daha da hızlandırmakta ve dünyayı ve dünya siyasetini olduk­ça değiştirmektedir.

*Keohane ve Nye artık dünyanın “küresel bir kasabaya” dönüştüğünü, yukarıda saydığımız uluslararası aktörler arasındaki sosyal ekonomik alışverişin ulusal sınır­ları çoktan aştığını ve ulusal sınırların gittikçe ortadan kalktığını belirtmektedir.

* Ke­ohane ve Nye’a göre uluslararası aktörler çeşitlenmekte ve bunlar arasında artan etkileşim, karşılıklı bağımlılık yaratmakta ve dünya söz konusu karşılıklı bağımlılık ağı içinde bütünleşmektedir. Bu bağlamda iç politika, dış politika ayrımı da öne­mini yitirmektedir. Bir diğer önemli nokta da askerî gücün önemini yitirmesidir.

* Gelişen teknoloji, iletişim, artan kitlesel üretim ve ortaya çıkan yeni güç merkezleri, insanın eski çağlarda sahip olduğu kendi kendine yeterlilik özelliğini kırmıştır. Böylece tüm bu değişiklikler halkların artan bir şekilde birbirine bağlanması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Günümüzde dünyanın ulaştığı bu bütünleşme boyutuna “karşılıklı bağımlılık” (interdependance) adı verilmektedir.

*Siyasal toplum, hukuki bir kavram olan “devlet” çatısı altında birleşmiş insanlar topluluğudur.

*Söz konusu toplumsal grup kategorisini belirleyici olan en önemli ölçüt, bu toplumsal grubun ortaya çıkardığı iktidarın en üst iktidar olmasıdır. Bodin’in tanımıyla diğer iktidar odaklan tarafından sınırlandırılmamış bir iktidar ki Bodin buna “egemenlik” demektedir. Toplumdaki tüm diğer iktidar odaklan “egemen”den kaynaklanmaktadır. Bodin’in tanımladığı anlamda saf bir egemenlikten günümüzde söz etmek mümkün değildir.

*Dougherty ve Pfaltzgraff bu durumu, bilardo topları ve örümcek ağı örneği ile açıklamışlardır.

İŞLEVSELCİLİK VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

* Bir uluslararası bütünleşme teorisi olarak işlevselciliğin en önemli yazarı David Mitrany’dir.

* Mitrany eserlerinin çoğunu iki savaş arası dönem ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında yazmıştır.

*Mitrany, “ulusötesi (transnational) bağların”, ulusla­rarası bütünleşme üzerindeki etkisini incelemiş ve uluslararası örgütleri bu çer­çevede incelemiştir.

*Mitrany, uluslararası örgütleri ilerleyen tek­nolojinin yarattığı “karşılıklı bağımlılık” olgusunun bir sonucu olarak görmekte­dir.

*Mitrany’e göre uluslararası örgütler, uluslararası düzeyde işbirliği yapılmak­sızın gerçekleştirilmesi imkânsız olan işlevler üzerine kurulmuştur. Yine Mit­rany, uluslararası örgütlerin bir işlev görmek üzere inşa edildiklerini belirtmek­tedir. Mitrany açısından devletin hukuki yapısı, insanların doğal ekonomik ve sosyal faaliyetlerini kısıtlamaktadır ve söz konusu faaliyetlerin belli fonksiyon­lar üzerine kurulacak uluslararası örgütler yoluyla yeniden doğal akışları yönün­de serbest kalmaları sağlanabilir.
Mitrany’e göre uluslararası örgütlerin yerine getireceği işlevleri yaratan ise ihti­yaçlardır. İhtiyaçlar, gelişen teknoloji çerçevesinde toplumlararası ilişkilerde şekil­lenmektedir. Örneğin uçağın icadı ve havacılığın gelişmesi, havacılıkla yapılan ta­şımacılıkta eşgüdüm ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Söz konusu eşgüdüm bir ulusla­rarası örgütün yerine getireceği işlev olacaktır. Devletler gelişen teknolojinin yarat­tığı yeni ihtiyaçların ortaya çıkardığı işlevleri yerine getirmek için örgütler kurarlar ve söz konusu işlevle ilgili egemenlik yetkilerini bu örgütler içinde birleştirirler.

*Rothhwell de uluslararası örgütler konusunda Mitrany’nin bu tespitine benzer bir değerlendirme yapmaktadır. Rothwell’e göre, birden fazla devletin karşılıklı, çok yönlü işbirliği ile karşılanabilecek ihtiyaçların giderilmesi için uluslararası ör­gütler ortaya çıkmıştır. Yine Rothwell, söz konusu ihtiyaçların ister hava taşımacı­lığını kolaylaştırıcı önlemler, ister uluslararası sağlık önlemleri, isterse barışın ko­runması olsun, teknolojik gelişmelerle dünyada oluşan değişim ve insanlar arası etkileşimin artması sonucu oluşan yeni istekler, olanaklar ve tehlikeler sonucunda doğduğunu belirtmektedir.

*Uluslararası işlevsel bütünleşmeye bu çerçevede Uluslararası Telekomünikas­yon Birliği’ni (UTB) örnek gösterebiliriz. 1844 yılında Samuel Morse’un ilk telgraf mesajını göndermesiyle iletişim alanında yeni bir elektronik çağ başlamıştır. Bu Yeni Çağ devletlerin telgraf sistemlerini uyumlu hâle getirmelerini zorunlu kılmış­tır. Telgraf iletişiminde devletler arası eşgüdümü ve iletişim sisteminin sağlıklı ça­lışmasını gözetmek üzere 20 devletin bir araya gelmesiyle 1865’de UTB kurulmuş­tur. Bir yandan UTB elektronik iletişimin gelişmesini yaygmlaştırırken öte yandan bu alanda büyük bir endüstrinin doğmasını da kolaylaştırmıştır. Telekomünikas­yon alanındaki hızlı gelişmeler sonucu telgraftan radyo frekanslarına geçilmiş ve bu seferde radyo frekanslarının karışması yani interferans sorununu gidermek üze­re UTB yeni bir işlev daha kazanmıştır.

* Ulusötesicilik (transnasyonalizm), uluslararası ilişkilerde tabiiyet, vatandaşlık, millî kimlik esasından bağımsız olarak hareket eden çıkar gruplarının, ulusal sınırları aşarak kurduğu toplumsal ve ekonomik bağların uluslararası sistemi ve devletin yapısını değiştirmekte olduğuna ilişkin bir görüşü ifade eder.

*Bugün uydu haberleşmesi ve bilgisayar teknolojileri, bu işlevi daha da önemli hâle getirmiş ve iletişim alanında ulusal egemenliği oldukça sınırlandırmıştır. Ha­berleşme alanında ortaya çıkan böyle bir teknik sorun, uluslararası işbirliğini zo­runlu kılmıştır. Söz konusu örnek bize Mitrany ve Rothwell’in sözünü ettiği tekno­lojik gelişme, değişen ihtiyaçlar, örgütlerin değişen ve artan işlevleri ve uluslarara­sı işbirliği zincirini açıkça göstermektedir. Bu tip örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Hastalıklar ile mücadele için Dünya Sağlık Örgütü, sosyal haklar alanında Ulusla­rarası Çalışma Örgütü, denizlerde seyrüseferi düzenlemek için Uluslararası Deniz­cilik Örgütü, uçakların uçuşları ve rotalarını düzenleme konusunda Uluslararası Si­vil Havacılık Örgütü vb.

*Mitrany’nin fonksiyonel işbirliği ve örgütlenme konusundaki tespitleri daha sonra uluslararası rejim teorisyenleri tarafından da kullanılmıştır.

*Söz konusu teorisyenlere göre, uluslararası rejim bir kurallar bütünüdür.

*Devletler, sorun çıka­bilecek herhangi bir alanda ortak kurallar belirlemekte ve bu alanı söz konusu ku­ralların doğurduğu “rejim” veya “kurallara” göre yönetmektedirler.

Örneğin; Antark­tika’nın keşfinden sonra, Antarktika’dan yararlanma konusu 12 ülke tarafından 1959 yılında imzalanan bir antlaşmayla düzenlenmiştir.
Bugün söz konusu antlaş­manın tarafı olan devlet sayısı 46’yı bulmuştur.
Söz konusu antlaşma ile ortaya çı­kan ve Antarktika’dan devletlerin yararlanma esaslarını belirleyen rejim, bu konu­da çeşitli kurallar koymuştur.

Antarktika Antlaşması örneğinin de gösterdiği gibi, rejimlerin mutlaka bir örgüt çatısı altında düzenlenmesi de zorunlu değildir. Dola­yısıyla uluslararası örgütler bir bakıma rejimlerin gelişerek yapılandırılmış bir özel formu olarak ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası Rejim Teorisi, uluslararası ilişkiler disiplini içinde liberalizm gele­neği içinde ortaya çıkan bir teoridir.
Buna göre belirli alanlarda genel kabul gören “kurallar, ilkeler, karar alma süreçleri” olarak rejimler devletlerin ve hükümetlerin algıları, davranışları, tutumları ve eylemleri üzerinde belirleyici olmaktadır.
İlk baş­ta devletler arası ilişkiler içinde ortaya çıkan bu rejimler zaman içinde özerklik ka­zanmakta ve devletlerin bireysel karar alma ve eyleme geçme süreçlerinden ba­ğımsız bir özne olarak belirleyicilik kazanmaktadır.

*Mitrany birbirinden bağımsız olarak, farklı ihtiyaçları karşılamak, farklı işlevleri görmek üzere ortaya çıkan uluslararası örgütlerin zamanla birbiriyle ilişkilendirilebileceğini ve bu şekilde küresel ve evrensel nitelikte bir kurumlar ve kurallar ağı­nın ortaya çıkacağını ileri sürmektedir. Mitrany’e göre örgütler arası bu ilişkilenme süreci sonucunda kapsayıcı bir şemsiye örgütü ortaya çıkaracaktır.

*Mitrany bu şekilde, ilerde ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz Birleşmiş Milletler (BM) örgütü ve bu örgüt çatısı altında ortaya çıkmakta olan yeni örgütsel ağı işa­ret etmiştir. BM sistemi içinde faaliyet gösteren tüm örgütleri, sağlıktan haberleş­meye, taşımacılıktan çalışma hayatına kadar işlevsel bir örgütlenme ve dünyada barışı sağlayacak bir işbirliği ağı olarak görmüştür.

*Mitrany’nin koordinasyon sağ­layacak şemsiye örgüt kavramıyla işaret ettiği örgüt, bu nedenle Birleşmiş Milletler Örgütüdür. Mitrany, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan bu uluslararası işbirliği sisteminin gelişip dünya toplumu oluşumu yönünde ilerleyeceği görüşünü ileri sürmüştür.

*Uluslararası rejimler, devletlerin tek başlarına çözemeyecekleri sorunlu alanları düzenlemek için egemenlik devri yoluyla oluşturdukları hukuki kurallar ve mekanizmalardır.

*Bugün birçok alan uluslararası rejimler yoluyla düzenlenmiş durumdadır. Bu bağlamda Young, “bir uluslararası rejimler dünyasında yaşıyoruz” saptamasını yapmaktadır.

GÜVENLİK TOPLUMU VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

*          İşlevselcilik uluslararası örgütlerin ortaya çıkış ve gelişiminde daha çok teknik ih­tiyaçların belirleyiciliğini ön plana çıkarırken uluslararası sistemde güvenlik ile ba­rışın korunması yönündeki kaygıların da uluslararası örgütlerin ortaya çıkışında et­kili olduğunu gözlemlenmektedir. “Güvenlik toplumu” modeli bu kaygıların ışığın­da ortaya konan önemli bir model olmuştur.

*          Kari Deutsch savaşın imkânsız hâle geldiği bir uluslararası toplum modeli olarak “güvenlik toplumu” modelini ileri sür­müştür.  Deutch’un güvenlik toplumu yaklaşımı geleneksel güvenlik yaklaşımının oldukça dışında yer alır. Deutch, bir bakıma liberal varsayımlar üzerinden bir gü­venlik örgütü önerir.

*Deutsch’un hareket noktasını siyasal toplum kavramı oluşturmaktadır. De utsch’a göre siyasi toplum, siyasi iletişim kanallarına, belli bir zorlama mekanizma­sına ve ortak değer yargılarına sahip bir sosyal gruptur. Bu özelliklere sahip sosyal grubun zorunlu olarak bir devlet çatısı altında birleşmiş olması gerekmez.

*          Bir siya­si toplumun başarılı olabilmesi, bulunduğu siyasal ve sosyal coğrafyada barışı ha­kim kılabilmesine bağlıdır. Deutsch barışın hakim olduğu ve sosyal değişimi barış­çıl süreçlerle gerçekleştiren siyasal toplumlara “güvenlik toplumu” demektedir.

Güvenlik toplumunda, üyeler aralarındaki sorunları şiddete başvurmadan çözerler. Deutsch’un tanımladığı şekliyle güvenlik toplumu farklı devletlerin hukuki bağım­sızlıklarını devam ettirirken bir siyasal toplum ruhuyla bütünleştikleri bir bütündür.
Duverger, siyasal toplumu içinde toplumsal dönüşümleri barındıran bir top­lumsal kategori olarak görmekte ve sosyolojik bir varlık olarak siyasal toplumun dışsal bir sürekliliği korumakla birlikte, sürekli bir yapısal değişim içinde olduğu­nu vurgulamaktadır. Duverger, siyasal toplum tiplerine, kabile, İlk Çağ kenti, feo­dal beylikler ve ulus devleti örnek olarak göstermiştir.

*”Güvenlik toplumu” yaklaşımı, ortak değerlerin oluşturulmasına hizmet edecek biçimde toplumsal kesimler arasında iletişim ve paylaşım olanaklarının artırılmasını öngörmektedir.

*Güvenlik kavramı ile daha çok ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması kastedilmektedir.

*Güvenlik toplumunda devletler arasında ortak değer yargıları hakimdir ve dev­letler kendilerini bu ortak değerler üzerinde yükselen siyasi açıdan meşru bir var­lık olarak kabul edilen bir geniş siyasal ailenin parçası hissederler. Güvenlik top­lumu, sorunların çözümünde siyasi ve hukuki kurumların ve kuralların yaratıldığı bir örgütsel çerçeveyi de beraberinde getirir. Bu açıdan bazı uluslararası örgütler bir güvenlik toplumunun üst yapı kurumları olarak ortaya çıkarlar. Bir başka de­yişle güvenlik toplumu önce gelişir, sonra bu toplumun örgütsel çerçeveleri ve normları ortaya çıkar.

*Deutsch bu bağlamda güvenlik toplumunun varlığı için üç önemli koşul say­mıştır.
Bunlar: -Güvenlik toplumunun parçası olan toplumların ortak değer yargılarına sa­hip olması ve özellikle de hükümetlerinin olaylar karşısında tutum alışlarını belirleyen değerlerin birbiriyle uyumlu olması,

-Güvenlik toplumu üyelerinin birbirlerinin bir konu karşısındaki olası tavır­larını öngörme kapasitesine sahip olması,

-Güvenlik toplumunun parçası olan hükümetlerin birbirlerinin ihtiyaçlarına cevap verebilme kapasitesine sahip olmalarıdır.

NATO:
Deutsch’un ilham aldığı uluslararası toplum Atlantik Topluluğudur ve örgüt de ilerde ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütüdür (NATO).
Deutsch açısından Atlantik Topluluğunun varlığı bir örgüt olarak NATO’nun ortaya çıkmasından daha öncedir.
Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği siyasi ve ekonomik an­layış karşısında Atlantik Topluluğu, Atlantik’in iki yakasında birbirine daha da yakın­laşmış ve örgütsel bir yapıyı ortaya çıkarmak durumunda kalmıştır.
NATO, Atlantik Topluluğunu var eden ortak değerlere sahip devletlerin ve toplumların Sovyetler ve Doğu Bloku karşısında kapsamlı bir örgüt olarak ortaya çıkmıştır.
Bu nedenle kolek­tif bir güvenlik örgütü olmakla birlikte NATO, Deutsch’a göre bir güvenlik toplumu­nun üst organıdır.
NATO kendisini var eden ortak değerleri Kuzey Atlantik bölgesin­de hakim kılarak yine bu bölgede barışı kalıcı şekilde tesis etmiştir.
ULUSLARÜSTÜLÜK VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

*Uluslarüstülük, devletlerin kesin ve geri dönülmez şekilde ulusal egemenliklerinin önemli bir kısmını devrederek kurdukları bir örgütle, Avrupa Birliği deneyimiyle ortaya çıkmıştır.

*Avrupa Birliği örneği dışında genelde uluslararası örgütler devlet­lerin işbirliği aracı olarak görülmüştür.

*Hükûmetlerarası örgütler olarak adlandırı­lan bu tip uluslararası örgütler, uluslarüstülüğün öngördüğünden farklı olarak üye devletlerin egemenlik alanlarında büyük bir daralma yaratmaz.

*Her ne kadar hükûmetlerararası uluslararası örgütlerin gelişimiyle devletler egemenlik yetkilerinde bir aşınmayla karşılaşsalar da bu durum uluslarüstülükten farklı olarak devletin varlığı ve egemenliğini ikame eden devlet benzeri yeni bir örgütün ortaya çıkma­sına neden olmaz.

*Buna karşılık Avrupa Birliği ve onu var eden uluslarüstülük an­layışı uluslararası bütünleşme sürecinde ulus-devleti aşan yeni bir tip siyasal varlı­ğın doğuşunu işaret etmektedir. Bu yönüyle de uluslarüstülük ve Avrupa Birliği hem uluslararası örgütler alanının içindedir hem de dışında kabul edilebilir.

Uluslarüstülük anlayışı Ernest B. Haas tarafından neofonksiyonalizm (Yeniişlevsel- cilik) olarak adlandırılan bir teori içinde ve özelde Avrupa Birliği’nin gelişimini açık­layacak şekilde ortaya konmuştur. Haas söz konusu teoriyi, Avrupa da İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan kömür-çelik sektörlerindeki bütünleşme hareketinden (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu: AKÇT) tüm ekonomiyi kapsayan global ekono­mik bir bütünleşme modeline geçiş örneğini gözlemleyerek oluşturmuştur.
Haas’m araştırmalarını başlatan ve bu araştırmalara rehberlik eden soru “daha ge­niş bir siyasal topluma” barışçı yollardan nasıl ulaşılabileceğidir. Dolayısıyla daha en başından Haas, klasik hükûmetlerarası bir uluslararası örgüt teorisi ortaya koymaktan çok, ulus-devleti aşan bir ulusüstü yeni siyasal varlığın ortaya çıkış koşullarını anla­maya ve açıklamaya çalışarak yola çıkmıştır. Bu durum Haas’m çalışmalarını klasik uluslararası örgütler teorilerinden çok farklılaştırmıştır. Yine bu açıdan uluslarüstülük, uluslararası örgütler alanında devrimci bir kavram olarak belirmiştir.

ULUSLARÜSTÜLÜK VE AVRUPA BİRLİĞİ

*Avrupa’da kökeni çok eskilere giden ve günümüze yaklaştıkça olgunlaşan bir “Av­rupa Birliği ve Avrupa Federasyonu” düşüncesi vardır.

*Tarih boyunca Avrupa’da beslenerek gelişen bu düşünce, belki de Avrupa bütünleşmesini diğer bütünleşme hareketlerinden ayıran en önemli özelliktir. Söz konusu düşünce, tarih boyunca Avrupa’da bütünleşme hareketlerinin ruhu olmuştur.

*Ancak Avrupa’da var olan bu federalist ruhun aksine, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kuruluncaya kadar, uygulamalar genelde çoğulcu bir nitelik sergilemiştir.

*Bununla birlikte, söz konusu dönemde birtakım federalist girişimler de vardır; fakat bu girişimlerin ba­zıları kalıcı olmamış bazıları ise çok dar kapsamlı kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası, dünya üstündeki gücünü ve hakim durumunu kaybeden Avrupa, Rusya ile ideolojik kopukluğunun da başlaması ile birlikte, Avrupa bütünleşmesi yönün­de yeni planlar hazırlamaya başlamıştır. AKÇT’nin kurulmasına kadar Avrupa’da “Avrupa Hareketi”, “Briand Planı”, “OEEC”, “Brüksel Paktı”, “Avrupa Konseyi” gibi hükûmetlerdışı veya hükûmetlerararası örgütler ortaya çıkmıştır. Bu örgütlerin tü­mü Avrupa’da birlik fikrine katkıda bulunmuştur.

*Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaya çıkan Avrupa ortak pazarı, bütünleşme­nin derinleşmesiyle daha ileri bir ekonomik entegrasyona doğru ilerlemiştir. Bu yolda önemli bir antlaşma Avrupa Tek Senedi Antlaşması’ dır.

*Tek Sened bir yö­nüyle Avrupa ortak pazarını tamamlarken diğer yandan siyasi konuları da bu uluslarüstü bütünleşme alanına dahil etmiştir.

*Avrupa Tek Senedi Roma Antlaşmala­rında önemli değişiklikler yapan bir antlaşmadır.
Tek Sened, 28-29 Haziran 1985 tarihlerinde Milano’da toplanan Avrupa Konseyinin (Devlet ve Hükûmet Başkan­ları Zirvesi) çağrısı üzerine görüşülmeye başlanmıştır.

*Avrupa Tek Senedi 2-3 Ara­lık 1985 tarihli Lüksemburg Zirvesi’nde kabul edilmiş, 17 Şubat 1986’da Lüksem- burg’da, 28 Şubat 1986’da Lahey’de üye devletlerce imzalanmış ve onay işlemleri tamamlandıktan sonra 1 Temmuz 1987’de yürürlüğe girmiştir.

*Tek Avrupa Senedi’nin Avrupa Birliği yönünde ortaya çıkardığı kazanımlar, Maastricht Antlaşması ile çok daha ileriye taşınmıştır. Maastricht Antlaşması Avru­pa Toplulukları’ ndan Avrupa Birliği’ne geçişi sağlamıştır.

*Bu geçiş aynı zamanda uluslarüstü bütünleşmenin siyasi alanlara sirayet etmesi anlamını da taşımaktadır.

*Avrupa Ekonomik Parasal Birliği ve Euro, Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politika­sı bu geçişin somut düzenlemeleri olarak Maastricht Antlaşması’yla ortaya çıkmış­tır.

*Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa’da yepyeni bir siyasi yapı ortaya çıkar­ken Avrupa Toplulukları, bütünleşmeyi siyasi yönde derinleştirerek bu büyük sis­temsel değişime uyum sağlamaya çalışmıştır. “Avrupa Birliği Antlaşması” Maas- tricht’te 7 Şubat 1992’de on iki üye devlet tarafından imzalanmıştır.

Onay aşamasında ise bazı zorluklar ortaya çıkmıştır. Lüksemburg, Belçika, İs­panya, Yunanistan, İtalya, İngiltere, Hollanda, Portekiz, Almanya Antlaşma’yı refe­randuma sunmaksızın parlamentolarında onaylarken İrlanda, Fransa ve Danimarka referanduma gitmiştir. İrlanda’da yapılan referandum söz konusu üç referandum içinde en sorunsuzu olmuştur. İrlanda’da referanduma katılan halkın %69,05’i olum­lu, %30,95’i olumsuz oy kullanmıştır. Fransa ise Anayasası’ndan kaynaklanan “ege­men yetkilerin devri” ile ilgili sorunları, yaptığı anayasa değişikliği ile aştıktan son­ra referanduma gitmiş; ancak sonuçlar beklenenin aksine son derece şaşırtıcı ol­muştur. Avrupa bütünleşmesinin ilk gününden itibaren, söz konusu sürecin Alman­ya ile birlikte liderliğini yürüten Fransa’da, oyların sadece %51,05’i Maastricht Ant­laşmasının lehine çıkmıştır.

Oylamaya katılan Fransızların %48,95’i Avrupa’da siya­si bütünleşme yönünde atılan bu adıma karşı çıkmıştır. Maastricht Antlaşması’nı parlamentosunda ilk onaylayan Danimarka’nın 2 Haziran 1992’de yaptığı referan­dum Topluluk içinde büyük sarsıntı yaratmıştır. Danimarka halkı %49,3’e karşı %50’7 ile Antlaşma’yı reddetmiştir. Edinburgh Zirvesi’nde, ekonomik ve parasal bir­lik ile ortak dış politika ve güvenlik politikaları konularında Danimarka’ya ödün ve­rilmiş, ve sonrasında Danimarka’da yapılan ikinci referandum, bu kere %56,8’e kar­şı %43,2 ile Maastricht Antlaşması’nm onaylanmasıyla sonuçlanmıştır. Tüm bu geliş­meler sonucunda Maastricht Antlaşması 29 Ekim 1993’te Brüksel’de toplanan Avru­pa Konseyinin bildirisi ile 1 Kasım 1993 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.

Avrupa bütünleşmesi Maastricht Antlaşmasından sonra da hazırlanan yeni re­vizyon antlaşmalarıyla değişime ve bütünleşmeyi daha ileri bir aşamaya taşıma ça­basına sahne olmuştur. Maastricht Antlaşmasından sonra 1999 yılında yürürlüğe Amsterdam Antlaşması, 2003 yılında yürürlüğe giren Nice Anlaşması ile üye dev­letler Avrupa Birliği’ni her yönüyle değiştirmeye ve bütünleşmeyi daha ileri götür­meye devam etmişlerdir.Bütünleşmenin derinleşmesi sürecinde en köklü değişim Lizbon Antlaşması’yla yapılmıştır.

////////////////   2.ÜNİTE ////////////////

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

***Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması, 26 Haziran 1945’te San Francisco Konferansı’nın genel oturumunda oy birliği ile kabul edilmiş ve 24 Ekim 1945’te yürürlüğe girmiştir.

***Konferansa katılan 50 devletin yanı sıra Polonya da kurucu üye olarak kabul edilmiştir

***Genel Kurul ilk toplantısını 10 Ocak 1946’da Londra’da yapmıştır.

BiRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN KURULUŞU VE ÜYELERİ
***BM’nin kuruluşu yolundaki ilk adım, 14 Ağustos 1941 Atlantik Bildirisi’dir

***24 Eylül 1941’de Müttefikler arası bir toplantıda 8 devlet daha bu bildiride açıklanan genel ilkelere katıldılar. 1 Ocak 1942’de ise 26 Müttefik devlet Washington’da Birleşmiş Milletler Bildirisi’ni imzaladı.

***Konferans 25 Nisan-26 Haziran 1945 tarihleri arasında çalıştı.

Savaş ilan etme koşulunu yerine getiren devletler;
Avustralya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Çekoslovakya, Dominik Cumhuriyeti,Ekvador, El Salvador, Etiyopya, Filipinler, Fransa, Guatemala, Güney Afrika Birliği, Haiti, Hindistan,Hollanda, Honduras, Irak, Iran, Kanada, Kolombiya,Kosta Rika, Küba, Lübnan,Liberya, Lüksemburg,Meksika, Mısır, Nikaragua, Norveç, Panama, Paraguay, Peru, Suudi Arabistan,Suriye, fiili, Türkiye,Uruguay, Venezuela, Yeni Zelanda, Yugoslavya ve Yunanistan.

***Polonya, hangi hükûmet tarafından temsil edileceği sorunu nedeniyle çağrılamadı.

***Arjantin, Beyaz Rusya, Danimarka ve Ukrayna da konferansın daveti üzerine bu devletlere katıldılar.

***51 devletle kurulan BM’nin üye sayısı hızla artmıştır.

***Üye sayısı 1965’te 117’ye,2002’de 191’e ve 2006’da Karadağ’ın katılmasıyla 192’ye ve 2011’de Güney Sudan ile 193’e yükselmiştir. Bunun nedeni, bağımsız devlet sayısında yaşanan artıştır.

***Japonya 1956’da, Batı ve Doğu Almanya ayrı ayrı 1973’te üyeliğe kabul Edilmiştir.

***4. maddeye göre, Antlaşma’nın getirdiği yükümlülükleri kabul eden ve örgüte göre bu yükümlülükleri yerine getirme yeterliğine ve iradesine sahip olan tüm barışsever devletlere açıktır

***Zorlama önlemleri uygulanmasına ilişkin yükümlülüklerin kendi sürekli tarafsız devlet statüsüne aykırı olacağını düşünen isviçre, ancak 2000’lerde bu görüşünü değiştirmiş ve 2002’de üye olmuştur.

***Üye olmak isteyen devletin bu talebinin hem Genel Kurul’da hem de Güvenlik Konseyi’nde onaylanması gerekir

***ilk oylama Konsey’de yapılır. Konsey’in olumlu tavsiyesi üzerine, Genel Kurul başvuran devleti üyeliğe kabul eder

***2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı BM üyesi ülkelerden 69’u tanınmış, sürekli üyelerden Rusya ise BM üyeliğine izin vermeyeceğini açıklamıştır

***Üyelikten çıkarma ise 6. maddeye göre mümkündür.

***Gecikmiş olan tutar, geçen iki tam yılda yapması gereken ödemeler toplamını geçerse, bu üye Genel Kurul’da oy kullanamaz. Ama Genel Kurul bu üyenin oy kullanmasına izin vermeye karar verebilir.

BiRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN TEMEL AMAÇLARI VE İLKELERİ

Örgütün amaçları

*  Uluslararası barış ve güvenliği korumak

*Ulusların hak eşitliği ilkesine ve self-determinasyon hakkına saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışının sağlamlaştırılması için elverişli her türlü önlemi alma Burada geçen en önemli kavram self-determinasyon hakkıdır (halkların kendi kaderini/geleceğini tayin etme hakkı).

*Ekonomik, toplumsal, düşünsel ve insancıl nitelikteki uluslar arası sorunları çözerek ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine karşı saygıyı geliştirerek ve teşvik ederek uluslar arası işbirliğini geliştirmek

* Uluslar›n ortak amaçlara doğru harcadıkları çabaların uyumlaştığı bir merkez olmak sadece örgüt olarak BM’nin değil, tüm devletlerin uyması gereken temel ilkeler niteliğindedir.

Tüm devletlerin uyması gereken temel ilkeler

1. Üyelerin egemen eşitliği : Tüm sistemin temelinde bu ilke yer almaktadır.

2. Üyeler BM Antlaşması’ndan doğan yükümlülüklerini iyi niyetle yerine getireceklerdir.Bir uluslararası antlaşmaya taraf olan her devlet bu yükümlülüğü zaten kabul etmiştir.

3. Üyelerin uluslararası uyuşmazlıklarını barışçı yollarla çözeceklerini belirtmektedir.
Ayrıca çözüm, barış, güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmayacak bir şekilde sağlanacaktır.

4. Kuvvet kullanmanın yasaklanması ilkesi

5. ikinci ilkeyi destekler niteliktedir. Buna göre, üyeler örgütün girişimlerine her türlü yardımı yapacak, aleyhine yaptırım ya da zorlama önlemi alınan devlete yardım etmekten kaçınacaklardır.

6. Üye olmayan devletlerin de uluslararası barış ve güvenliğin korunmasının gerektirdiği ölçüde bu ilkelere uygun hareket etmesinin sağlanmasını öngörmektedir. Bu tartışılan bir ilkedir.

7. Antlaşma’ nın hiçbir hükmünün, özü bakımından bir devletin ulusal yetkisinde bulunan işlere örgütün karışmasına izin vermediğini belirtir

***Devletlerin egemen eşlitliği ilkesi ile ulusal yetki alanında bulunan konulara karışılmaması ilkesi çoğu zaman birlikte değerlendirilir ve birbirini destekleyen ilkeler olarak görülür

***ilk zamanlarda self-determinasyon hakkı iddialarına karşı vasi devletler bu toprakların yönetiminin iç işlerini oluşturduğu, dolayısıyla BM’nin 7. ilke kapsamında ulusal yetkiye giren böyle bir konuya müdahale etmemesi gerektiğini savundular.

BiRLEŞMiŞ MİLLETLER’İN YAPISI VE YÖNETİMİ

BM AntlaŞması’nın 7. maddesine göre örgütün altı ana organı : Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Vesayet Konseyi, Uluslar arası Adalet Divanı ve Sekreterlik

Genel Kurul:
*Genel Kurul, BM üyesi olan tüm devletlerin katıldığı, en geniş kapsamlı ana organdır.
*Her üye devleti temsilen en fazla beş kişi Genel Kurul çalışmalarına katılır ve her devlet bir oya sahiptir. Bu kısıtlamanın amacı, daha fazla olanağa sahip, daha büyük temsilcilik bulundurabilen, daha fazla kişi çalıştırabilen devletlerin avantajlı konuma geçmesini engellemektir.
*Genel Kurul olağan olarak her yıl Eylül-Aralık ayları arasında toplanır.
*Her oturum süresi için bir başkan seçilir.

Çalışmaların büyük kısmı, tüm üyelerin temsil hakkına sahip olduğu komiteler;
1. Komite veya Siyasi işler ve Güvenlik Komitesi
2. Komite veya Ekonomik ve Mali işler Komitesi
3. Komite veya Toplumsal, insancıl ve Kültürel işler Komitesi
4. Komite veya Vesayet işleri Komitesi (Özerk olmayan ülkeler dahil)
5. Komite veya idari işler ve Bütçe Komitesi
6. Komite veya Hukuk işleri Komitesi
7. Özel Siyasi Komite.

***Genel Kurul’da BM’nin resmî dilleri olan ingilizce, Fransızca, ispanyolca, Rusça ve Çince
Kullanılabilir.

***Genel Kurul’un geçici gündemini Genel Sekreter hazırlar ve olağan toplantılardan
en az 60 gün önce üye devletlere gönderir.

BM Genel Kurulu’nun 2/3 çoğunlukla karar aldığı önemli konular
*Uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına ilişkin konular;
Güvenlik Konseyi’ne, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e ve Vesayet Konseyi’ne üye seçilmesi;
yeni üye kabulü; üyelerin hak ve ayrıcalıklarının durdurulması;
üyelikten çıkarma;
*Vesayet rejiminin işlemesi ile ilgili konular; bütçe konuları;
BM Antlaşması’nın değiştirilmesi – Genel Kurul ayrıca bu konulara kendisi ekleme

***BM sisteminde, Asya, Afrika, Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Karayipler ile Batı Avrupa ve diğerleri olmak üzere 5 coğrafi grup vardır. Bunun tek istisnası Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’dır.

***UAD üyeleri coğrafi temsile göre değil,belirli hukuk sistemleri temsil edilecek şekilde Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nde ayrı ayrı oylamalarla seçilir.

***Olağan vesayet anlaşmalarını onaylamak Genel Kurul’un görevidir.

***Uzmanlık kurumları ile yapılan anlaşmaları, BM’nin sahip olacağı ayrıcalık ve bağışıklıkları belirleyen ve üye devletlerdeki statüsü ile ilgili anlaşmaları onaylar.

***Genel Kurul’un görev ve yetkilerini Antlaşma’ nın 10. maddesi belirlemektedir.
***Genel Kurul’un görüşmeler sonunda aldığı kararlar üye devletler için bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir

***Genel Kurul örgütün diğer organlarının raporlarını alır ve inceler.

***Ekonomik ve Sosyal Konsey ile Vesayet Konseyi üzerinde tam denetimi vardır

***Ekonomik, toplumsal, kültür, eğitim ve sağlık alanlarında uluslar arası işbirliğini geliştirmek, herkesin insan haklarından ana özgürlüklerden faydalanması için çalışmalar yapmak vb. görevler asıl olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından yerine getirilir.

***Bir antlaşma yapılıp yapılmayacağına Genel Kurul karar verir.

***Uluslararası hukukun geliştirilmesi için ise Uluslararası Hukuk Komisyonu’nu kurmuştur.

***Raporlarını alır ve denetimlerini yapar. Bunun tek istisnası Güvenlik Konseyi’dir.

Güvenlik Konseyi

***Güvenlik Konseyi 1965 yılına kadar 11 üyeden oluşuyordu. Ancak özellikle 1955’ten sonra yeni bağımsız olan devletlerin BM’ye üye olmaları sonucunda hem üye sayısı artmış hem de Asya ve Afrika devletlerinin kendilerinin yeteri ölçüde temsil edilmediklerini savunmuşlardır.

***23. maddede ismen verilmiş olan ABD, Sovyetler Birliği, Çin, ingiltere ve Fransa’dır.

***1991 yılından itibaren Sovyetler Birliği’nin sandalyesini Rusya Federasyonu devralmıştır.Geri kalan on üye, Genel Kurul tarafından üçte iki oy çokluğu ile ve iki yıl için seçilir. Süresi dolan devlet bir dönem geçmeden tekrar seçilemez.

***Konsey’de oylama yöntemi 5 sürekli üyeye (P5) avantaj sağlayacak şekilde düzenlenmiştir.
Buna göre, Konsey’in karar verebilmesi için olumlu oylar içinde beş sürekli üyenin oyu da dahil olmak üzere toplam 9 oy gereklidir.

***Sürekli olmayan üyelerin, 23. maddeye göre, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına katkıda bulunabilecek orta büyüklükte devletler arasından ve adil bir coğrafi temsil sağlayacak şekilde yapılması gerekmektedir.

***BM Antlaşması’nın 24. maddesine göre, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunmasından birincil sorumlu organdır. Bu görevi yerine getirebilmek için her zaman toplanabilecek şekilde çalışır.

***Barış gücü kurulması da ilk önce Genel Kurul tarafından başlatılmış olmasına karşın bugün Konsey’in yetkisinde olan bir alandır.

***Konsey misyonun kurulmasına karar verir, görev tanımını yapar ve bundan sonra hazırlıkları Genel Sekreter yürütür.

***Misyonun komutanını atayan da Konsey’dir.

***11 Eylül 2001’den önce El-Kaide ve onunla bağlantılı eylem ve suçlar için özel komite oluşturan Konsey, bu saldırıdan sonra 1373 sayılı kararı alarak üye devletlere genel bazı yükümlülükler getirdi

***İlk kez 1373 sayılı karar ile üye devletler için terörizmle mücadele konusunda herhangi bir eylemle bağlantılı olmayan bazı yükümlülükler getirdi

Konsey’e yöneltilen en önemli eleştiriler: Veto yetkisi nedeniyle karar almasında doğan sorunlar, çalışma yönteminin diğer üye devletlerin gündemdeki konuları izlemesine izin vermeyen bir şekilde düzenlenmesi ve barış gücüne katkıda bulunan devletlere söz konusu misyona ilişkin olarak kararlara katkıda bulunma hakkı tanınmaması

ECOSOC, Dünya üzerinde barışın tesis edilebilmesi amacı çerçevesinde çatışma çıkmasına neden olabilecek ekonomik ve sosyal sorunların ortadan kaldırılması için faaliyet göstermektedir.

***Veto 1945’ten beri sürekli dile getirilen ve Konsey’in 1950-1990 arasında hiçbir zorlama önlemi kararı alamamasına neden olan en başta gelen sorundur. Aynı zamanda,
daha kuruluş aşamasında sorun yaratacağı bilinen bir durumdur.

Ekonomik ve Sosyal Konsey

***Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) örgütün ekonomik, toplumsal ve kültürel konulardaki çalışmasını yürütmek üzere düşünülmüş ve küçük devletlerin isteği üzerine kurulmuş bir organdır.

***Hâlen 3 yıl için seçilen 54 üye devletten oluşmaktadır

***Türkiye 2012’ye kadar üye olarak seçilmiştir.

***BM’nin kaynaklarının %70 kadarını ECOSOC kullanmaktadır.

***Çalışma alanında incelemeler yapmak, raporlar hazırlamak, antlaşmalar hazırlamak, Genel Kurul’a tavsiyelerde bulunmak ana görevleri arasındadır.

***Konsey yıl boyu birçok kısa oturum ve hazırlık toplantısı yapar.

ECOSOC’un iki çok önemli görevi:
*Uzmanlı kuruluşları denilen örgütlerle işbirliği anlaşmaları yapmak ve ilişkileri sürdürmektir.
* Sivil toplum örgütleriyle iletişim kurmak, işbirliği yapmak,

***Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Çalışma Örgütü, Uluslararası Telekomünikasyon Örgütü, IMF vb. örgütlerin kendileri de birer uluslararası örgüttür.

***Amaçları BM’nin amaçları ile örtüştüğünden onunla özel işbirliği ilişkisi kurarlar. UNICEF ve UNESCO aslında BM’nin kurduğu örgütlerdir

2010 itibariyle örgütler
• BM Gıda ve Tar›m Örgütü (FAO),
• Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO),
• Tarımsal Kalkınma Uluslararası Fonu (IFAD),
• Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO),
• Uluslararası Para Fonu (IMF),
• Dünya Denizcilik Örgütü (IMO),
• Uluslararası Telekomünikasyon Örgütü (ITO),
• Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO),
• BM Endüstriyel Kalkınma Örgütü (UNIDO),
• Evrensel Posta Birliği (UPU),
• Dünya Sağlık Örgütü (WHO),
• Dünya Entelektüel Mülkiyet Örgütü (WIPO),
• Dünya Bankası Grubu,
• Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO),
• Dünya Turizm Örgütü (WTO).
***BM’nin amaçları için bu örgütlerden gelecek bilgi ve verileri kullanmak ECOSOC bu amaçla bir alt-organ kurmuştur.

***Tüm sivil toplum örgütlerini 3 kategoride toplar:
1)  Genel danışma statüsü. 2) Özel danışma statüsü. 3) Listedeki örgütler.

***Antlaşma ile insan hakları konusunda görevlendirilen ECOSOC bu görevi insan Hakları Komisyonu’nu kurarak yerine getirmiştir.

1948 insan Hakları Evrensel Bildirisi’ni hazırlayan bu Komisyon, 1966 Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Haklar Sözleşmesi olmak üzere bu alanda birçok önemli belgeye imza atmıştır. Ama özellikle 1990’ların ikinci yarısında Komisyona yönelik eleştiriler de artmıştır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi:

***BM insan Hakları Komisyonunca Haziran 1948’de hazırlandı.

***Yapılan kimi değişikliklerin ardından, 10 Aralık 1948’de Genel Kurulun Paris’te yapılan oturumunda kabul edildi.

***İnsan haklarına sistemde daha üstün bir yer vermek isteyen Genel Kurul, 2006’da ECOSOC’un bu organını kaldırarak yerine kendisine bağlı insan Hakları Konseyi’ni kurmuştur

Vesayet Konseyi

***Antlaşma’da tanımlanan Uluslararası Vesayet Sistemi’nde kendisine verilen görevleri yerine getirmek üzere kurulmuştur.

***Sistemin ana amacı, vesayet altındaki topraklarda yaşayanların geliştirilmesi ve özellikle özerklik ya da bağımsızlık elde etmek üzere ilerlemelerinin sağlanmasıdır.

BM Antlaşması 77. Maddesi’ne göre;

• Eski manda rejimi altındaki ülkeler,
• II. Dünya Savaşı’nı kaybeden devletlerin sömürgeleri
• Rejime bağlanmak isteyen ülkeler Vesayet Konseyi kapsamına alınmaktadır.

***Vesayet Konseyi’nin üyeliği belirli bir sayıya bağlı değildir.

***Güvenlik Konseyi’nin 5 sürekli üyesi, vesayet altındaki toprakları yöneten tüm devletler ve diğer ilgili devletler ile bunlara eşit sayıda Genel Kurul tarafından seçilen üyelerden oluşmuştur.

***1 Ekim 1994’te geriye kalan son BM vesayeti altındaki toprak olan Palau’nun da bağımsızlığını alması üzerine Vesayet Konseyi 1 Kasım 1994’te çalışmalarını askıya almıştır

Uluslararası Adalet Divanı

***BM’nin ana yargı organıdır.

***92. maddede açıkça söylendiği gibi, büyük ölçüde MC’nin ana yargı organı olan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı (USAD) model alınarak düzenlenmiştir.

***Merkezi de Lahey’dedir.

***BM Antlaşması’nın XIV. Bölümü UAD’ı düzenler. Ama UAD Statüsü as›l BM Antlaşması’ndan ayrı ve onun eki olarak hazırlanmıştır.

***UAD her biri farklı uyruktan 15 yargıçtan oluşur.

***Görev süresi 9 yıldır ve süresi dolan yargıç tekrar seçilebilir.

UAD’nın iki görevi
• Devletler tarafından kendisine sunulan hukuksal uyuşmazlıkları uluslararası hukuka göre
çözüme kavuşturmak.
• Yetkili BM organlarına gerekli durumlarda danışma görüşü vermek.

***Divan üyeleri kendi ülkelerini temsil etmezler, bağımsız olmak zorundadırlar.

***Hiçbir devletten ya da kurumdan emir almazlar

***Statü’nün 36. maddesine göre Divan, bir antlaşmanın yorumlanması, uluslar arası hukuka ilişkin herhangi bir sorun, varlığının saptanması durumunda uluslar arası bir yükümlülüğün ihlalini oluşturacak bir olgunun var olup olmadığının belirlenmesi,böyle bir durumda sağlanacak tazminatın niteliği ve miktarına ilişkin tüm hukuksal uyuşmazlıklarda yetkilidir.

***UAD’ın yargı yetkisini kabul etmek isteğe bağlıdır.

***Yetki itirazlarını karara bağlamak da Divan’ın görevidir.

***Yargı yetkisini kabul edip Divan önüne giden devletler için kararları bağlayıcıdır.

***Sadece devletler UAD önünde davaya taraf olabilirler.

Divan’ın yargı yetkisi 4 ayrı şekilde kabul edilebilir:
1. Devletler bir bildirimde bulunarak Divan’ın zorunlu yargı yetkisini önceden kabul edebilirler.

2. Başka bir uluslararası antlaşmanın uyuşmazlık durumunda UAD’ı yetkili kılması durumunda, o hükme çekince koymamış devletler doğan uyuşmazlıklar için UAD’ın yetkisini kabul etmiş olurlar.

  1. Devletler bir uyuşmazlık çıktıktan sonra aralarında tahkimname adı verilen bir antlaşma yaparak sorunu Divan’a götürebilirler. Bu durumda, tahkimnamede sorun tanımlanır ve Divan’a cevaplaması için belirli sorular sorulur.4. Divan’ın yargı yetkisini bu yollardan herhangi biriyle tanımamış olan bir devlet, uyuşmazlığın tarafı olan diğer devletin tek taraflı olarak UAD’a başvurması durumunda eğer Divan önüne gidip uyuşmazlığın özününe ilişkin olarak kendi görüşlerini savunursa, sadece o dava için yargı yetkisini kabul etmiş olur***UAD, önüne gelmiş olan uyuşmazlıkları Statü’nün 38. maddesinde say›lan kaynakları kullanarak çözer. Bunlar; uluslararası antlaşmalar, uluslararas› teamül (yapı lagelifl) ve hukuk genel ilkeleridir

    Sekreterlik ve Genel Sekreter

    ***Sekreterlik örgütün yönetsel organıdır.

    ***Başında Genel Sekreter bulunur.

    ***Genel Sekreter, Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine Genel Kurul tarafından seçilir.

    ***Genel Sekreter seçimi zamanla oluşan kural ve geleneklere göre yapılır.

    ***5 yıllık en fazla iki dönem kuralı bile uygulamada ortaya çıkmış ve Genel Kurul tarafından kural olarak kabul edilmiştir

    ***Sekreterlik çalışanlarını Genel Sekreter atar.

    ***Hem Genel Sekreter hem de çalışanlar sadece örgüte karşı sorumludurlar.
    .
    ***99. maddeye göre, Genel Sekreter uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye sokacağına inandığı her konuda Güvenlik Konseyi’nin dikkatini çekebilir. Bu yetki MC’de bulunmayan çok önemli bir yetkidir.

    ***ilk Genel Sekreter Lie 1950 Kore savaşındaki rolü nedeniyle Sovyetler Birliği ile ters düşünce süresi dolduğu zaman tekrar seçilemedi ve 1953’e dek görevi geçici olarak yürüttü

    ***Hammarskjöld, görevi siyasi olarak en çok geliştiren kişidir denebilir. Genel Sekreter olarak belirli sorunlarda özel temsilci atamak, ara buluculuk yapmak, mekik diplomasisi işletmek gibi adımları ilk kez o attı

    ***Sekreterlik’ e 102.maddeyle verilen bir başka önemli görev, üye devletlerin yaptıkları tüm antlaşmaları kaydettirmeleri ve bunların yayınlanmasıdır. Burada amaç gizli antlaşmaları önlemek ve dileyen herkesin antlaşmalara ulaşabilmesini sağlamaktır.

ULUSLARARASI BARIŞ VE GUVENLiĞiN KORUNMASI
Ortak Güvenlik Sistemi
Uluslararası barış ve güvenliğin korunması örgütün amaçlarından biri ve en başta gelenidir.

*** “Uluslararası ilişkilerinde” denmesi, 2/7’de sözü edilen iç işlerine karışmama ilkesiyle
bağlantılıdır.

***Toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlık ile BM ilkeleri ise bu yasak ile korunan değerleri vurgulamaktadır.

***Yasağı kısıtlayıcı bir anlamda yorumlanmaması gerektiği görüşü ağır basar. Bununla birlikte, insancıl müdahale gibi ağır insan hakları ihlallerinin sistematik hâle gelmesi durumunda başvurulan müdahale yollarının bu yasağı ihlal etmeyeceği, çünkü hem toprak bütünlüğü ve siyasal
bağımsızlığın korunması hem de BM ilkelerinin ihlal edilmemesi koşullarını yerine getirdiği görüşleri ileri sürülmektedir

***Yasağın istisnası, 51. madde ile getirilen meşru savunma hakkıdır.

***Üye devletlerden birine başka bir devletten bir silahlı saldırı gerçekleşmesi durumunda,Güvenlik Konseyi harekete geçene kadar, bu saldırıya uğrayan devletin doğal olan tek başına ya da başka devletlerle birlikte kendini koruma hakkı zarar görmez

*Meşru savunma; Hakkının doğal olması önemli bir saptamadır

*Meşru savunma; ortak güvenlik sistemi harekete geçene kadar geçici olarak kullanIlan bir hakt›r.

*Meşru savunma; Saldırıya uğrayan devlet bu hakkını ister tek başına ister başka devletlerle, yani müttefikleriyle kullanabilir.

***NATO gibi askerî savunma örgütleri 51. maddedeki bu hükme dayanarak kurulmuşlardır.

***Konsey VI. ve VII. Bölüm çerçevesinde yetkilerini kullanır. VI. Bölüm uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözümüne ilişkindir ve bu çerçevedeki yetkileri tavsiyeden ibarettir.

***Konsey, ilk önce 39. maddeye göre barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu ya da saldırı eylemi gerçekleştiğini belirler

***Konsey hiç saldırı eylemi belirlememiştir. Bunun en önemli nedeni, Konsey’in diplomatik çözüm yollarını kapatmak, bir tarafı saldırgan ilan ederek onu masadan uzaklaştırmak istememesidir

***1950’de Kore olayında karar verilmesine olanak veren, SSCB’nin Konsey toplantılarını protesto ediyor olmasıydı
.
Barış Güçleri

***Barış güçleri uygulaması BM Antlaşması’nda yazılı olmayan bir yöntemdir.

***II. Dünya Savaşı’ndan sonra küçük gözlemci gruplarla başladı.

***1949’da israil ile komşuları arasındaki ateşkesi gözetmek üzere kurulan BM Ateşkes Gözetim
Örgütü’dür.

***İlk asker içeren barış gücü ise yine Orta Doğu’da, 1956 Süveyş krizinden sonra ateşkesi gözetmek üzere Genel Kurul tarafından oluşturulan BM Acil Durum Gücü (UNEF) olmuştur.

***Amaçları, silahlı çatışma olan bir bölgede daha fazla çatışmayı önlemek, ateşkes varsa bunu gözetmek, askerden arındırılmış bir bölgeyi tutmak, dış müdahaleyi önlemek vb. amaçlardır.

***Barış güçleri ilke olarak yerleştirileceği devletten izin alınarak yerleştirilir. Bu rıza geri alınırsa barış gücü de geri çekilir.

***İlke olarak Konsey’in 5 sürekli üyesinden asker alınmaz.

***Barış gücü meşru savunma dışında kuvvet kullanmaz.

*** Tarafları belli bir çözümü kabul etmeye zorlamaz.

***Misyonun görev tanımını yapmak, süre dolunca gözden geçirmek, değiştirmek veya misyona son vermek, kurucu organın yetkisindedir.

***Tarafsızlığı genel kabul gören tek silahlı güçtür.

***1990’larla birlikte barış gücüne talep arttı, görevleri çeşitlendi ve sivil unsurlarda içermeye başlad›.

***Kanada, Hollanda, Belçika ve Japonya önemli asker katkısında bulunan devletlerdi.
Günümüzde bu ağırlık Hindistan, Pakistan, Ürdün gibi gelişmekte olan devletlere kaymıştır.

***Giderek artan talebin karşılanması ve barış güçlerinin mümkün olan en kısa sürede yerleştirilebilmesi için 1998’den itibaren bir anlaşmalar sistemi kuruldu

İnsan Haklarının Korunması

***BM Antlaşması 7 farklı yerde insan haklarına gönderme yapar. Ama bu göndermeler
“insan haklar› ve temel özgürlükler” derken, hiçbir yerde bunlar› saymaz ya da tanımlamaz.

***En genel biçimde, bu hakların “ırk, cinsiyet, dil ya da din” gözetilmeksizin uygulanması gerektiğini söyler

BM’de bu hükümlere işllerlik kazandırmak için iki tür denetim veya izleme mekanizması
bulunmaktadır.
*Birinci ve daha fazla bilinen tür, belirli konularda hazırlanan sözleşmeler ve güvence mekanizmalarıdır.
* ikincisi ; BM antlaşmasının kendisine dayalı olarak kurulan ve tüm dünyada temel insan hakları ve temel özgürlüklerin sağlanmasını izleyen ‘sözleşme dışı’ yöntemlerdir.

***Sözleşme dışı yöntemleri insan Hakları Komisyonu yürütüyordu. Bu Komisyon ECOSOC tarafından BM Antlaşması gereği kurulmuştu ve birçok önemli belgeye de imza atmıştı.

***Nisan 2001’de ABD sürpriz bir şekilde BM insan Hakları Komisyonu’ndan çıkartılınca ABD’nin bu kuruma yönelik eleştirileri artmıştır.

***BM’ye üye olan her devletin tabi olduğu sözleşme dışı mekanizmalar, BM Antlaşmasının kendisinden kaynaklanan, üstü kapalı yetkiyle oluşturuldu.

***BM’deki insan hakları çalışmalarının ikinci yöntemi, özel konularda sözleşmeler yapılması olmuştur.

***Antlaşma’da ECOSOC’a bağlı olarak kurulması öngörülen insan Hakları Komisyonu ilk önce 1948’de insan Hakları Evrensel Bildirisi’ni hazırlamıştır. Daha sonra 1966 Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi yapılmıştır.

Bugün BM sisteminde insan haklarına ilişkin toplam 16, “çekirdek” insan hakları sözleşmeleri denilen 8 sözleşme vardır. Bunların ikisi 1966 sözleşmeleridir. Diğerleri şunlardır ;

• 1965 Irk Ayrımının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi,
• 1979 Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi,
• 1984 işkence ve diğer insanlık dışı Muamelenin Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi,
• 1989 Çocuk Hakları Sözleşmesi,
• 1990 Göçmen işçiler ve Ailelerinin Haklarının Korunması Sözleşmesi,
• 2006 Engellilerin Hakları Sözleşmesi.

BiRLEŞMiŞ MiLLETLER-TÜRKiYE iLiŞKiLERi

Türkiye’nin BM içindeki tutumu üç dönem;
1. Kuruluştan 1960’ların başına kadar kayıtsız şartsız bir biçimde Batı’yla birlikte hareket etmiştir.
2. Kıbrıs Sorunu’nda müttefiklerinin tutumundan dolayı hayal kırıklığına uğramış ve kayıtsız şartsız Batı’yla birlikte hareket etmeyi bırakmıştır.
3. 1990 sonrasında, BM’nin tekrar canlanmaya başlamasıyla birlikte Türkiye de daha faal bir üye olmuştur.

***Türkiye 18 Mayıs 2011’de 2015-16 dönemi için Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine bir kez daha aday olmuştur.

***Türkiye bunlardan birincisinde kararı ilk uygulayan devletlerden biri olmuş, ikincisine ise asker göndermiştir.

***2005’te Genel Sekreter’in gözetiminde ispanya ile birlikte Medeniyetler ittifakı girişimini başlatmıştır. Bu girişim çerçevesinde oluşturulan Dostlar Grubu ABD’nin de katılımıyla 2010’da 120 devlete ulaşmıştır.

***Güvenlik Konseyi’nin zorlama önlemi niteliğindeki ilk operasyonu olan Kore’deki operasyona Türkiye tugay seviyesinde katılmış, 1950-53 aras›nda dönüşümlü olarak 15.000 personel görevlendirmiştir.

***ikinci olan 1990 Kuveyt’in işgaline karşı yapılan operasyonda da Türkiye ön safta yer alan devletlerden biri olmuş ama asker katkısında bulunmamıştır.

*** İnsan hakları konusunda ise Türkiye 2000’lerde atılım yapmış görünmektedir.

*** O zamana kadar taraf olmadığı çekirdek BM insan hakları sözleşmelerine 2000’lerde taraf olmaya başlamıştır.

***1979 Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne

***1985’te, 1984 işkencenin Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ne ise 1988’de zaten taraf olmuştu.

***1989 Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ise 1995’te taraf olmuştur.

***1972’de imzaladığı 1965 Irk Ayrımı Sözleşmesi’ni 2002’de, 1966 ikiz Sözleşmeleri
2003’te onaylamıştır.

***1990 Göçmen işçiler Sözleşmesi’ne 2004’te, 2006 Engellilerin Hakları Sözleşmesi’ne ise 2009’da taraf olmuştur

Temelde bu üç nedenle Türkiye sözleşmelere uzun süre taraf olmamıştır.

*Türkiye, self-determinasyon hakkının her iki sözleşmeye de konulmasına karşıydı ve bu tekliflere ret oyu vermişti
*Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinde isteğe bağlı bir bildirimle olsa dahi bireysel başvuruya izin verilmesine Türkiye karşıydı.
*Ayrıca azınlıklara ilişkin 27. maddeye de karşıydı.

***Türkiye 2006’da insan Hakları Konseyi kurulurken oluşturulan bir başka mekanizma olan Evrensel Periyodik inceleme (Universal Periodic Review) çerçevesinde 2010’da incelenmiştir

/////////////////////// 3. ÜNİTE ///////////////////////

Kolektif Güvenlik Örgütleri:
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü,
Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü(North Atlantic Treaty Organization NATO)

Bir Soğuk Savaş ittifakı olarak doğmuş, 40 yıl boyunca ABD ve SSCB arasındaki
ideolojik bölünmenin ve bu çerçevede ortaya çıkan “dehşet dengesi” olgusunun
sembollerinden biri olmuştur.

oğuk Savaş’ın bitiminden sonra, SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın olmadığı bir dünyada “düşman”sız kalan NATO, kendisini “yeni dünya düzeni” olarak adlandırılan Soğuk Savaş sonrası uluslararası ortama adapte etmeye çalışmıştır.

NATO 1991 ve 1999’da kabul ettiği stratejik konseptlerle yeni görev alanları benimsemiş ve evvelce Kuzey Atlantik bölgesi olarak tanımlanan coğraş alanın dışında da hareket etmeye başlamıştır.1990’larda Balkanlar’da gerçekleştirilen askerî harekâtlar bu yeni yaklaşımın ilk uygulamaları olmuştur.

Nükleer/konvansiyonel silahlarla donanma nasıl paylaşılacaktı? Özellikle nükleer ve kimyasal silahların terörist grupların ve istenmeyen ülkelerin eline geçmesi nasıl engellenecekti? Güvenlik sorunları ve bunların ortadan kaldırılmasına yönelik girişimler 20 yıllık süreçte Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır

KUZEY ATLANTiK ANTLAŞMASI ÖRGÜTÜ
II. Dünya Savaşı’nın bitmesi (1945), 1930’ların başlarından itibaren tüm dünyayı etkileyen çatışma
ve istikrarsızlık ortamının nihayet son bulacağı yönündeki ümitlerin yeşermesine yol açmıştır. Fakat bu iyimser beklentiler kısa sürede yerini belirsizlik ve karamsarlığa bırakmıştır.

Doğu Bloku ülkeleri ile Batı ittifakı (NATO) arasında 1947’den 1991’e kadar
devam etmiş olan uluslararası siyasî ve askerî gerginlik Soğuk Savaş  olarak adlandırılır

Faşizm tehlikesi nedeniyle nihai hesaplaşma sürecini erteleyen iki ideolojinin ve onların en güçlü temsilcilerinin yani ABD ve SSCB’nin yeni bir güç mücadelesine girmelerine, uluslararası sistemde iki kutupluluğa dayanan bir yapının doğmasına ve  Soğuk Savaş olarak isimlendirilen yeni bir tür gerginliğin başlamasına neden olmuştur.

Batılı devletler, Bolşevik Devrimi sonrasında yaşanan iç Savaş esnasında “devrimi evinde boğma”ya çaba göstermişler

Savaş sırasında ABD ve ingiltere’yle varılan uzlaşmanın aksine, SSCB tara-
fından Nazilerden kurtarılan ülkelerde demokratik seçimlerin yapılmaması ve ko-
münist partilerin zorla iktidarı ele geçirmeleri, ABD ile SSCB arasındaki ilişkilerin
kopma noktasına gelmesine yol açmıştır.

Sonucu ise iki devletin kendi ekonomik, siyasal, askerî ve ideolojik alt-sistemlerini yaratarak Soğuk Savaş’ı başlatmaları olmuştur. işte NATO bu mücadele ortamının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Soğuk Savaş’ın başlaması açısından en önemli örneği, Müttefiklerin
Savaş sonrasında uluslararası sistemini şekillendirdikleri uluslararası konferanslarda ve özellikle Yalta ve Potsdam Konferanslarındaki görüş ayrılıklarıydı.

Bu konferanslarda iki ülke arasında beliren anlaşmazlıklar ve bu anlaşmazlıkların en
önemlisini oluşturan “işgalden kurtarılan ülkelerin nasıl yönetileceği sorunu” Savaş
ertesinde ilişkilerin bozulmasında çok önemli bir rol oynamıştır.

Yalta ve Potsdam Konferansları
4-11 şubat 1945 ta-rihleri arasında Stalin, Roosevelt ve Churchill’in katılımıyla gerçekleştirildi. Konferansta ele alınan konuların özellikle üçü önemlidir
+ Dumbarton Oaks Konferansı’nda ele alınan Birleşmiş Milletler örgütü konusu görüşülerek, büyük devletlere Güvenlik Konseyinde sürekli üyelik ve veto yetkisi verilmesi kararlaştırılmıştır
+ Almanya’nın 4 işgal bölgesine ayrılması kararlaştırılmıştır.
+ Polonya hükümeti sorunuydu.

Yalta Konferansı sonrasında egemen olan iyimser hava 1945 ilkbaharından
itibaren tedrici bir biçimde bozulmaya başlamıştır. Almanya’nın şilen ikiye ayrıl-
ması sürecinin başlaması ve SSCB tarafından işgal edilen ülkelerde komünistle-
rin aşamalı olarak iktidarı ele geçirmeleri, buna ek olarak özellikle ekonomik
çöküntü nedeniyle italya’da ve Fransa’da komünist partilerin güçlenmeye başla-
maları, ABD ve SSCB’nin liderlik ettiği bloklar arasındaki ayrışma sürecinde bü-
yük rol oynamıştır.

Berlin Bunalımı SSCB ile ABD’nin çok açık bir biçimde karşı karşıya geldikleri bir olay olmuş, bir anlamda Soğuk Savaş’ın başlangıcını teşkil etmiştir.

Berlin Bunalımı kadar, 1947’de yaşan iki önemli olay daha Soğuk Savaş’ın artık
tüm boyutlarıyla ortaya çıktığının göstergesiydi. Bunlardan ilki, 12 Mart 1947’de
ABD Başkanı Harry Truman’ın ilan ettiği Truman Doktrini’dir.

Diğer bir gelişme ise ekonomik sorunlarının ortadan kalkmaması
Marshall Planı adıyla anılacak olan Avrupa’nın Yeniden İmarı Planı’nı ilan etmesidir. Plan’a dahil olan 16 ülkeye altı yıl boyunca yaklaşık 20 milyar dolar tutarında ayni yardım yapmış, böylece Batı Avrupa’nın II. Dünya Savaşı’nın getirdiği çöküntü ortamından kurtulmasını ve siyasi istikrara kavuşmasını sağlamıştır

Savaş sonrası Avrupa’nın yeniden yapılandırılması için Marshall Planı çerçevesinde Avrupa Ekonomik işbirliğiÖrgütü (OECC) kurulmuş,örgüt sonradan Ekonomik işbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) dönüşmüştür.

1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması’nın imzalanmasıyla Brüksel Antlaşması Örgütü veya Batı Birliği’nin yükümlülüklerini yürütme görevi NATO’ya devredilmiştir. 1954 Paris Anlaşmaları ile Federal
Almanya Cumhuriyeti ve italya, Brüksel Antlaşması’na taraf olmuşlar ve örgütün adı  Batı Avrupa Birliği  olarak değiştirilmiştir.

====bir askerî örgüt de kurulmuştur.

ABD= Vandenberg Kararı’ndan sonra yeni bir güvenlik örgütü kurma yolunda görüşmeler yapılmaya başlanmıştır. Birkaç ay süren görüşmeler sonucunda NATO’nun kurulmasını sağlayan Kuzey Atlantik Antlaşması üzerinde uzlaşıya varılmıştır. 4 Nisan 1949’da 12 devlet tarafından bağıtlanan bu antlaşmayla Soğuk Savaş’ın ilk örgütlü askerî bloku oluşturulmuştur

Böylece, ABD Avrupa’ya güvenlik getirme karşılığında uluslararası sistemin bu
eski merkezini askerî kontrolüne almış, üye devletlerdeki askerî yapılanmasının
zeminini hazırlamıştır.

NATO’NUN YAPISI VE YÖNETiMi

NATO’nun en yetkili karar organı Kuzey Atlantik Konseyi’dir.

Konsey’de Daimi Temsilci tarafından temsile dilir.
Daimi Temsilciler,kendilerine bağlı siyasi ve askerî kurmay heyeti ile birlikte çalışmalarını yürütürler. Yılda iki kez ya da gerek görüldüğünde daha sık olmak
üzere Konsey, Dışişleri Bakanları düzeyinde toplanmaktadır.

+Konseyde kararlar oybirliği ile (konsensüs/uzlaşma usulü) alındığından, her   üyenin veto yetkisi vardır.
+Konseyin toplantılarına NATO Genel Sekreteri başkanlık etmekte
+NATO’nun en üst düzeydeki memuru olan Genel Sekreterdir

NATO’nun en üst düzeydeki memuru olan Genel Sekreter,
NATO’da danışma ve karar alma süreçleri ile kendisine bağlı olarak çalışan Uluslararası Personel’in genel idaresinden sorumludur ve örgütün sözcüsüdür.

Uluslararası Personel ise birer Genel Sekreter Yardımcısının başkanlığındaki 5ana  birimden oluşur..
1)Siyasal işler,
2)Savun-ma Planlama ve Harekatlar,
3)Savunma Destek,
4)Lojistik ve Sivil Savunma Planlaması,
5)Bilim ve Çevre işleri

NATO’nun kurumsal yapısından ayrı fakat örgüt içi işbirliği ve danışma bakımından yardımcı kuruluşlar olarak NATO Parlamenterler Asamblesi
ve AtlantikAntlaşması Konseyi(uluslararası dernek) faaliyet göstermektedir.

1995’te kurulan
Asamble, NATO üyelerinin parlamentolarından gelen temsilcilerden oluşur.

Asamble’ye 9 Türk parlamenter katılmaktadır.

1954’te kurulan Dernek ise
bir hükûmet dışı örgüt olarak NATO eylem ve amaçla-
rının desteklenmesi çerçevesinde yayın, toplantı vb. faaliyet gösterir.

====Sivil Yapı=====
+Savunma Planlama Komitesi
+Daimi Temsilciler’den oluşur

yılda iki kez Savunma Bakanları düzeyinde toplanarak ortak savunmayla ilgili en
önemli konuları görüşür.

Komite, kendi alanıyla ilgili olarak NATO’nun askerî yetkililerine görüş ve öneriler sunmaktadır.

Komiteye kurmaylık hizmeti veren başlı-
ca alt birim Savunma inceleme Komitesidir

Nükleer Planlama Grubu
NATO üyelerinin Savunma Bakanları’ndan oluşmakta olup, nük-
leer silahlar ve maddelerle ilgili konuları ele almaktadır.

NATO Genel Sekreteri
başkanlığında toplanan grubun çalışmaları için ön hazırlığı, kendisine bağlı bir alt komite olan Kurmay Grubu (Staff Group) yapar.

====Askerî Yapı======

Askerî yapının en üstünde Askerî Komite(Military Committee) yer almaktadır
Konsey ve Savunma Planlama Komitesi’ne bağlı çalışmaktadır.
Komiteye bağlı olan Uluslararası Askerî Personel ise Haberalma, Harekât, Plan ve Politika, işbirliği ve Bölgesel Güvenlik ile Lojistik gibi alt birimler-
den oluşmaktadır.

2002’den sonra ise biri operasyonel diğeri işlevsel olmak üzere iki stratejik komutanlık biçiminde örgütlenmeye geçilmiştir. Buna göre operasyonel komutanlık,SACEUR’un komutasındaki Mütteşk Harekât Komutanlığı’dır
(Allied Command Operation-ACO)

ACO, ittifakın gerek Avrupa gerekse Atlantik bölgesindeki tüm
harekâtlarından sorumlu olan komutanlıktır.

Bu komutanlığa bağlı olarak, merkezi Hollanda’da bulunan Kuzey Müşterek Kuvvet Komutanlığı
ile merkezi italya’da bulunan Güney Müşterek Kuvvet Komutanlığı kurulmuştur.

NATO’nun askerî kapasitesinin yeni koşullar uyarınca dönüştürülmesinden so-
rumlu olan -işlevsel- komutanlık ise merkezi Norfolk, Virginia’da (ABD) bulunan
Mütteşk Dönüşüm Komutanlığı’dır

NATO’da Karar Alma Mekanizması

Karar aşamasında, “sessizlik süreci” olarak isimlendirilen bir süre zarfında hiçbir üye itirazını dile getirmezse, o karar alınmış sayılır.
Bu her üyenin karar alma sürecinde “veto” hakkına sahip olduğu anlamına gelir

TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİ

1953’e kadar geçen dönem
Türkiye’nin bu yöndeki bitmez tükenmez çabalarına sahne olmuştur. Türkiye’nin
NATO üyesi olma çabasının temel nedenleri ise şu şekilde özetlenebilir:
• 1945 Sovyet notalarının da büyük etkisiyle SSCB’den tehdit algılanması sonucu NATO üyeliğiyle ulusal güvenliğin sağlanabileceği düşüncesi.
• Türk egemen elitinin NATO üyeliğini cumhuriyetin ilanından beri benimsenen Batıcı dış politikanın doğal bir sonucu olarak görmesi.
• Türkiye’nin Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde ABD’den almaya başladığı ekonomik ve askerî yardımların NATO’ya üye olunması halinde devam edeceği hatta daha da artacağı inancı.
• II. Dünya Savaşı sonrasında liberal şkirlerin Türk aydınları arasında kök salması sonucunda kamuoyunda NATO üyeliğinin bu ideolojik değişimin doğal bir uzantısı olarak görülmesi.
• Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişimine paralel bir biçimde oluşan ulusal burjuvazinin Batı ile bütünleşmeyi ve bu bağlamda NATO üyeliğini desteklemesi

NATO’nun kurulmasından ve kendisinin üye olamamasından sonra Türk hükû-
meti nihai hedeş olan NATO üyeliğini hem sağlayabilmek hem de belirli ölçüde
ikame edebilmek için Dönemin Dı-şişleri Bakanı Necmettin Sadak tarafından ortaya atılan alternatif bir Akdeniz Paktı’nın kurulmasıydı.Türkiye’nin bu
girişimi ABD’den gerekli desteği sağlayamaması nedeniyle kısa sürede gündemden düşmüştür.

Daha sonra NATO üyeliğini sağlamak için yeniden girişimde bulunmak isteyen hükûmet 11 Mayıs 1950’de üyelik başvurusu yapmıştır. Ardından Türkiye’nin NATO üyeliğini sağlama yolunda attığı ilk adım Kore’ye asker göndermek olmuştur. Menderes hükûmeti Kore Savaşı’nı Türkiye’nin “Hür Dünya” ile birlikte yer alarak NATO üyeliğinin sağlanması açısından kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak görmüştür. Bukararın alınmasından bir hafta geçmeden Türkiye 1 Ağustos 1950’de ikinci başvurusunu yapmıştır

Türkiye NATO üyeliğinin yerini alacak bir Akdeniz Paktıdır
Akdeniz savunma planlamasına katılımını içeren notayı kabul ettiğini bildirmiştir

Kominform:
Dünya komünist partileri arasında işbirliği ve dayanışma sağlamak amacıyla Sovyetler Birliği Komünist Partisi önderliğinde kurulan Kominterndir
SSCB, Bulgaristan, Macaristan, Çe
koslavakya, Polonya, Romanya, Yugoslavya, Fransa ve itayla

NATO Bakanlar Konseyi toplantısında 18 şubat 1952’de
Türkiye ve Yunanistan NATO üyesi oldular

NATO’nun Genişlemesi
4 Nisan 1949’da Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması ile kurulan
NATO’nun 12 kurucu üyesi bulunmaktaydı
Bu ülkeler; ABD, Kanada, ingiltere,
Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Fransa, Norveç, Danimarka, Portekiz, izlanda ve
italya idi.

Türkiye ve Yunanistan 1952 yılında NATO’ya katıldılar

NATO, 1982 yılında ispanya’yı üyeliğe kabul etti

NATO’nun Görev Alanı
içlerinden birine ya da birkaçına karşı gerçekleşecek bir silahlı saldırıyı,
örgüte üye tüm taraşara yönelik bir saldırı olarak kabul ederek, BM şartı’nda ifade
edildiği hâliyle bireysel ya da kolektif meşru savunma haklarını kullanacaklardır. Aynı antlaşmanın 6. maddesine göre ise Örgütün görev alanı, üye devletlerin ülkeleri (toprakları, karasuları, hava sahaları) ve bunların Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde kalan adalarını, uçak ve gemilerini kapsamaktadır.

NATO’nun, antlaşmada tarif edilen bu alan dışında çeşitli eylemleri ya da girişimleri
Olmuştur Bu ise alan dışılık sorunu olarak bilinmektedir. ilk kez 1958
Lübnan müdahalesi sırasında ortaya çıkmıştır.

Yeni Stratejik Konsept’le petrol gibi temel
kaynakların akışının engellenmesi gibi yaşamsal çıkarlar söz konusu olduğunda
görev alanı dışında müdahale edilebileceği benimsenmiştir

Barış için Ortaklık
BiO projesi, 1994 Brüksel Zirvesi’nde
açıklanmıştır. Projenin genel amacı, Soğuk Savaş’ın ardından Avrupa’da ortaya
çıkan güç boşluğunu NATO temelinde gidermektir

2012 itibariyle BiO programının 22 ortağı bulunmaktadır.

NATO-Akdeniz Diyaloğu Girişimi
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Akdeniz’deki güvenlik ve işbirliği konuları
na da ağırlık vermeye başlayan NATO 1994’te “Akdeniz Diyaloğu” girişimini başlatmıştır.yedi üyesi bulunur

NATO-AB ilişkileri
AB, siyasal ve ekonomik
bütünleşmenin yanı sıra askerî alanda da bir bütünlük oluşturma çabasına girişti.
Bu konudaki başlıca gelişme, 1991’de imzalanan Maastricht Antlaşması’nda,
Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası oluşturulmasıve bunun için de uzun zamandır işlevsiz olan Batı Avrupa Birliği’nin(BAB) görevlendirilmesidir.

1992’de alınan kararlarla (Petersberg Görevleri)
BAB’ın, barış gücü, kriz önleme, insani yardım operasyonlarında yer alması kabul
edildi. Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) anlayışı dâhilinde NATO,
AB ve BAB’ın ortak politikalara yöneldiği bu süreçte, operasyonel güçten yoksun
olan BAB’ı güçlendirmek amacıyla NATO’nun girişimiyle 1994’te Birleşik Ortak
Görev Gücü oluşturulması kararlaştırıldı.

Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’
NATO’ya üye olup AB üyesi olmayan, dolayısıyla siyasi karar alma
mekanizmasının dışında yer alan Türkiye için önemli bir sorun olmuştur

2002’deki AB Kopenhag
Zirvesinde, Kıbrıs adasının AB Acil Müdahale Gücü’nün görev alanı dışında bırakı
lması koşuluyla Türkiye AGSP’nin NATO imkân ve kabiliyetlerinden yararlanması
önündeki itirazını kaldırmıştır.

NATO’nun Lizbon Zirvesi ve Yeni Stratejik Konsept
• Güvenlik Çevresi
• Savunma ve Caydırıcılık: (Söz konusu karar gere-ği Malatya’da bir NATO radar tesisi kurulmuştur)
• Kriz Yönetimi:
•işbirliği Yoluyla Güvenlik Bu başlık altında, Silahlanma Denetimi, Silahsızlanma ve
Kitle imha Silahlarının Yayılmanın Önlenmesi,
• Reform ve Dönüşüm:

Lizbon’da yayınlanan Zirve Bildirisi’nde yer alan ve yeni Stratejik Konsept’te
benimsenen hususlar dışındaki en önemli konu Afganistan’da yürütülmekte olan
NATO operasyonu oldu

Lizbon Zirvesi’nde alınan kararlar, 20-21 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirilen Chicago Zirvesi’nde de teyit edilerek, bu kararlar doğrultusunda yapılan çalışmalar gözden geçirildi. Bu zirve sonrasında yayınlanan bildiride, ayrıca, “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin yakından izlendiği de ifade edildi.

KOLEKTiF GÜVENLiK ANLAşMASI ÖRGÜTÜ
SSCB’nin dağılmasının ardından, eski Sovyet coğ-rafyasında güvenliğin sağlanması konusunda en önemli rolü “ardıl devlet” sıfatıyla Rusya Federasyonu oynamıştır.

RF, ilk olarak 7 Mayıs 1992’de
kendi ordusunu kurmaya girişmiştir

Yanı sıra 15 Mayıs 1992’de BDT Devlet Başkanları tarafından Taşkent’te Kolektif Güvenlik Antlaşması imzalanmı ştır. 5 yıllık bir süre için imzalanan bu anlaşma, 4. maddesinde düzenlenen “taraşardan birine yönelecek saldırının, tüm taraf devletlere yönelmiş olacağının kabul edilmesi” ilkesi nedeniyle tipik bir ortak savunma (ittifak) örgütü niteliği taşımaktadır

Yakın çevre: SSCB’ninyıkılmasının ardından Rusya Federasyonu (Baltıkdevletleri dışındaki) eski
Sovyet coğrafyasını yaşamsal çıkar alanı ilan etmiştir. Zira, bu coğrafyadaki gelişmeler
RF’nu ekonomik, askerî ve toplumsal açılardan
doğrudan etkilemektedir. Söz konusu gelişmeleri denetlemek amacını güden dış politikaya “yakın çevre”
(near abroad) adı verilmiştir

KGAÖ, 7 Ekim 2002 tarihinde altı Bağımsız Devletler
Topluluğu ülkesi (Rusya Federasyonu, Kazakistan,
Kırgızistan, Tacikistan, Beyaz Rusya ve Ermenistan)
tarafından kurulan askeri ittifaktır. ittifaka 2006’da Özbekistan’da katılmıştır.

Özellikle, ABD’nin terörizme karşı verdiği savaş eliyle bölgeye girmesi, üye devletleri daha sıkı işbirliğine yöneltmiştir. 14 Mayıs 2002’de Moskova toplantısında Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ)’nü kurma kararı alınmış,r

Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün Yapısı ve Yönetimi
KGAÖ’den söz ederken ilkin bunun askerî bir ittifak olduğunun altını çizmek gerekir.
Kolektif Güvenlik Antlaşması’nın 4. maddesi tıpkı NATO’nun 5. maddesi gibi
düzenlenmiştir: “Taraf devletlerden biri bir devlet ya da devlet grubunun saldı-
rısına uğradığında, bu saldırı tüm üye devletlere yapılmış sayılacaktır”. KGAÖ’ne,
2 Aralık 2004’te BM Genel Kurulu tarafından gözlemci statüsü tanınmıştır.

Kolektif Güvenlik Konseyi (KGK), devlet başkanlarından oluşan örgütün en üst düzey organıdır.
Örgütün gündemini belirler, amaçlarına ulaşabilmek ve üye devletler arasında eşgüdüm sağlayabilmek için kararlar alır.

Konsey aynı zamanda KGAÖ şartı’nın yorumlanması konusunda üye devletler arasında çıkacak olası yorum farkları karşılıklı bilgi alış verişi ve görüşmeler yoluyla giderilemediği durumlarda
buna son verecek tek organdır

KGK yılda iki kez toplanır. Toplantılara dışişleri ve savunma bakanlarıyla, güvenlik konseyi
başkanları, KGAÖ Genel Sekreteri, üye devletlerin ilgili temsilcileri ile davetliler katılırlar
KGK’ye ülkesinde toplantı yapılan devlet başkanı başkanlık eder.

Danışma ve Yürütme Organları, Dışişleri Bakanları Konseyi, Savunma Bakanları
Konseyi ve Güvenlik Konseyi Sekreterleri Komitesi’nden oluşur

Bir başka danışma ve yürütme organı da Daimi Konseydir. Daimi Konsey üye devletlerin ulusal prosedürleri uyarınca atanmış tam yetkili temsilcilerinden oluşur.

Askerî ve Güvenliğe Özgü Organlar, Ortak Karargâh, Devletlerarası Askerî-Ekonomik
işbirliği Komisyonu ve Yasadışı Göçle Mücadele Eşgüdüm Konseyi’dir.

Sekretarya
örgütün diğer organlarının işleyişine ilişkin hizmet sunar. Daimi
Konsey’le birlikte karar taslaklarını ve örgütün diğer organlarının belgelerini hazırlar.
Nihai olarak KGK tarafından onaylanacak örgütün bütçesinin taslağını hazırlama
görevi de sekretaryadadır. Sekretarya Moskova’dadır.

en üst düzey yöneticisi  Genel Sekreter,
üye devlet vatandaşları arasından DBK’nın önerisi üzerine KGK tarafından üç yıllığına atanır

Bu görevi 2003’ten bu yana üç dönemdir Rus general Nikolay Borduja üstlenmektedir

Parlamentolararası Asamble,
BDT içerisinde üye devletlerin yasama organları arasında eşgüdümü sağlamak ve işbirliğini arttırmaya yönelik bir yapılanma 1999’da sağlanmıştır.

Asamble’nin, uyuşturucu
ticareti ve terörizme karşı mücadele konularında çaba sarf etmesi öngörülmüştür.
Asamble üye devletlerin parlamenter temsilcilerinden oluşur

Üç daimi komisyonu vardır: Savunma ve güvenlik konuları; siyasi konular ve uluslararası işbirliği;
sosyo/ekonomik ve hukuki konular.

Parlamento toplantılarını St. Petersburg’ta yapar.

KOLEKTiF GÜVENLiK ANTLAşMASI ÖRGÜTÜ’NÜN işLEVi
Üç alanda etkinlik yürüttüğü söylenebilir: Üye devletlerin dış politikalarında uyum,
savunma politikalarında eşgüdüm sağlamak ve askerî konularda işbirliği yapmak

Örgütün izlediği politikalar değerlendirildiğinde özellikle başka iki uluslararası örgütle
işbirliğine önem verdiği göze çarpmaktadır.
Bunlardan biri NATO, diğeri de Şanghay İşbirliği Örgütü’dür
KGAÖ’nün de en temel kaygılarından birinin uluslararası terörizm olduğu söylenebilir

Son askerî bölge Merkezî Asya’dır. Bu bölge RF dışında Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan
ve Tacikistan’ı kapsar.

////////////////  ÜNİTE 4 /////////////////////

ULUSLARARASI PARA FONU

II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulacak, uluslararası ekono­mik sistemin temelini oluşturan Bretton Woods Anlaşması’nın 22 Temmuz 1944 tarihinde imzalanmasının ardından 27 Ara­lık 1945 tarihinde Uluslararası Para Fonu (International Mone- tary Fund: IMF) faaliyetlerine başlamıştır. Gerçekleştirdiği ilk mali yardımda 1947 yılında Fransa’ya 25 milyon dolar kredi sağlamıştır. Başlangıçta 29 ülkeyle yola çıkan IMF bünyesin­de Doğu Bloku ülkeleri yer almamıştır. Türkiye de 11 Mart 1947 tarihinde IMF’ye katılmıştır.

Uluslararası parasal sistemin merkezinde yer alan ABD doları re­zerv para olarak uluslararası ödemelerin gerçekleşmesini sağlamıştır. Ancak 1963’te başlayan Vietnam Savaşı ile ABD’nin Soğuk Savaş harcamaları ekonomik yapısının bozul­masına yol açmıştır. ABD doları, Bretton Woods Sistemi’nin temelinde yer aldığı için, doların değeri ulusal para sistemleri için büyük bir önem kazanmıştır. ABD dolarına olan güvenin azalmaya başlaması sonucunda 1971 yılında doların altınla olan bağlantısının kesilmesiyle sistem fiilen çökmüştür.
1970’lerden itibaren dünya ekonomisinde başlayan yeni küreselleşme döne­minde IMF’nin de yeni görevleri olmuştur.

Buna göre uluslararası eko­nomik sistemle entegre olan ülkelerde:
Mali disiplin sağlamalı,
Özel mülkiyet korunmalı,
Kamu harcamaları azaltılmalı,
Kamu teşebbüsleri özelleştirilmeli,
Vergi reformu gerçekleştirilmeli,
Ticaret serbestleştirilmeli,
Finansal reform gerçekleştirmeli,
Uluslararası ticaretin önündeki engeller kaldırılmalı,
Sermaye hareketleri serbest bırakılmalı,
Yoksul ülkelere yardımcı olmalıdır.

1989 yılında Berlin Duvarı’nm yıkılışı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla IMF artık küresel bir örgüt hâline gelmiştir. Böylece IMF’nin görevleri arasına eski Do­ğu Bloku ülkelerinin kapitalizme geçiş sürecini yönetmek/yönlendirmek de gir­miştir.

Yapısı ve Yönetimi:

2012 yılında 187 ülke IMF üyesidir. IMF, Birleşmiş Milletlerin uzmanlık kuruluşla­rından birisidir. Buna karşılık idari ve mali açıdan bağımsız bir örgüt olarak faali­yet göstermektedir. IMF bir Fon olduğu için her üye bu fona katkıda bulunur. Bu da Fonun sermayesini oluşturur. Üyelerin sermayeye katılım paylarına kota denir. Kota hem IMF’nin yönetimine katılımlarını hem de üyelerin Fon kaynaklarından yararlanmasında temel kriter olarak kullanılmaktadır. Üyelerin Fon sermayesine katkıları, ulusal gelirleri, dış ticaret hacimleri, döviz rezervleri, ihracat çeşitliliği ile dış ödemeleri göz önünde bulundurularak belirlenir.

Yönetim Kurulu (Guvernörler Konseyi)

IMF’nin en üst karar alma organıdır. Her ülke bir guvernör ve alternatifini seçerek konseye gönderir. Genelde üye ülkelerin maliye bakanları ve merkez bankası baş­kanları bu görevi yüklenirler. Guvernörler Konseyi, IMF’nin Kurucu Anlaşması’nm yorumlanması ile ilgili konularda nihai hakemdir. İcra Direktörleri Kurulu üyeleri­ni atma yetkisine sahiptir.
IMF ve Dünya Bankası Grubu Yönetim Kurulu yıllık toplantıları Eylül veya Ekim ayında gerçekleşir. Toplantılar, alışıldığı için iki yıl üst üste Washington’da, üçüncü yıl başka bir üye ülkede gerçekleştirilmektedir. Yıllık toplantıları her yıl üyeler ara­sından dönem başkanlığı esasına göre bir Guvernör başkanlığında gerçekleşir.

Bakanlar Komitesi

IMF Yönetim Kurulu’na tavsiyelerde bulunan iki bakanlar komitesi bulunmaktadır: Uluslararası Para ve Finans Komitesi (IMFC) ve Kalkınma Komitesi. IMFC 187 gu­vernör arasından seçilen 24 üyeden oluşur. IMFC bir yılda iki kez toplanır. Komi­te, küresel ekonomiyi etkileyen ortak konularda Guvernörler Konseyi’ne tavsiye­lerde bulunur. Kalkınma Komitesi ise yükselen ve gelişmekte olan ülkelerde eko­nomik kalkınma ile ilgili konularda IMF ve Dünya Bankası Guvernörler Konseyi­ne danışmanlık yapmakla görevlidir. Bu komitede de genellikle finans ve kalkın­ma bakanlarından oluşan 24 üye vardır.

İcra Direktörleri Kurulu

İcra Kurulu IMF’nin günlük işlerini yürütür. 187 ülke Kurulda 24 üye ile temsil edilir. En yüksek kotaya sa­hip 5 ülke birer temsilci bulundururken diğer ülkeler, iki yılda bir grup temsilcilerini seçerek gönderirler.
Kurul, Guvernörler Konseyi’nin yetki verdiği alan­larda faaliyet gösterir. İcra Direktörleri Kurulu 5 yıllık bir dönem için IMF Başkanı’nı (Genel Direktör) seçer. Başkanın oy hakkı yoktur. Fonun Guvernörler Konse­yi ve İcra Kurulunda kararlar oy çokluğu ile alınır. An­cak Fonun yapısında yapılacak değişiklikler, yeni üye­lerin katılımı, kota miktarlarında değişiklik gibi önemli konularda toplam oy gücünün %85’i aranmaktadır. Bu durum ABD’ye %15’ten fazla oy gücüne sahip olması nedeniyle adeta bir veto olanağı yaratmaktadır.

Amaçları ve Fonksiyonları

IMF’nin temel amacı, uluslararası parasal ve finansal sistemin istikrarını sağlamak­tır. Dolayısıyla uluslararası finansal sistemi etkileyecek krizlerin etkilerini azaltabil­mek için üye ülkeler ile birlikte çalışır, onlara yardımcı olur. Fonun amaçları IMF’yi kuran Anasözleşme’nin 1’nci maddesinde;
-Uluslararası parasal işbirliğini teşvik etmek,
-Uluslararası ticaretin dengeli büyümesini ve yaygınlaşmasını kolaylaştırmak,
-Kur istikrarını desteklemek,
-Çok taraflı bir ödemeler sistemi kurulmasına yardım etmek,
-Ödemeler dengesi güçlükleri yaşayan üyelere yeterli koruma önlemleriyle beraber kaynaklar sunmak olarak belirtilmiştir.
IMF Anasözleşmesi’yle Fona, üye ülkelerin ödemeler dengesi açıklarını azaltıl­masını sağlama, dış ödeme güçlüğü çeken ülkelere finansal destek verme, döviz kurlarında istikrarı teşvik etme, üyelerin devalüasyona başvurmalarına engel olma, dövize ilişkin işlemleri serbest bıraktırma ve çok taraflı ödemeler sistemi kurma gö­revleri verilmiştir.

IMF’nin üye ülkeler, bölgesel ekonomiler ve küresel ekonomi üzerine temel ra­porları yılda iki kez yayımlanan Dünya Ekonomik Görünüm, Bölgesel Ekonomik Görünüm ve Küresel Finansal İstikrar Raporu’dur

IMF, özellikle dört alanda teknik yardım ve eğitim sağlar:
-Para ve maliye politikaları, para politikası araçları, bankacılık sisteminin de­netim ve yeniden yapılandırılması ve merkez bankalarının yapısal gelişimi,
-Maliye politikası ve yönetimi (vergi ve gümrük politikaları ve yönetimi, büt­çe hazırlama, harcama yönetimi, sosyal güvenlik ağlarının tasarımı, iç ve dış borç yönetimi vb.)
-İstatistiksel verilerin gerçeği yansıtması,
-Ekonomik ve mali mevzuat.

IMF Kaynaklarından Yararlanma

IMF kredileri, üye ülkelerin ödemeler dengesi sorunlarının çözümüne yardımcı olmak ve ekonomilerin istikrara ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme seviye­sine kavuşabilmesi amacıyla verilir. Burada amaç ülkenin uluslararası ödemelerini gerçekleştirebilmesidir. IMF, üyelerine sunduğu kaynaklar:
IMF üyelerinin kota ödemelerinden,
Altın varlıklarının satışından,
Verilen kredilerden elde edilen faiz gelirlerinden oluşmaktadır.

IMF üyelerine mali yardım sağlarken bu kredilerin Fonun amaçları doğrultu­sunda kullanılması ve ödemeler dengesi açıklarını gidermesi şartını arar. Burada öne sü­rülen şartlar daha önce ifade ettiğimiz Washington konsensüsü ile belirlenen ilke­lerle uyumludur. IMF’nin bu politikasına şartlılık politikası denir. Sağlanan mali destekler arttıkça Fonun öne sürdüğü şartlar da gi­derek ağırlaşmaktadır. Fondan kaynak ta­lep eden ülke, ödünç süresi içinde izleyeceği ekonomi politikasının içeriğini ve alacağı istikrar önlemlerini açıklayan bir niyet mektubunu IMF İcra Direktörleri Kuruluna sunar. Niyet mektubu IMF tarafından uygun görüldükten sonra ülkeye verilecek kredi dilimleri bir takvime bağlanır. Dilimlerin sırayla serbest bırakılma­sı, ülkenin belirlenen ekonomi politikalarını uygulamasıyla mümkün olur.

Özel Çekme Hakları (Special Drawings Rights: SDR) Bretton Woods sabit kur sistemi desteklemek için 1969 yılında IMF tarafından oluşturulmuştur. Dünya tica­retinin ve ekonomik gelişmenin desteklenmesi için Fonun temel rezervleri olan ABD doları ve altın rezervlerinin yetersiz kalması üzerine üye ülkeler arasında öde­me sistemini sağlayacak SDR, her ülkenin kotası karşılığında SDR tahsis edilmesiy­le oluşturulur.

Ana Kredi İmkânları:
IMF’nin Stand-by Düzenlemesi (SBA) gelişmekte olan ülkeler için temel kredi aracıdır. Ülkenin sunduğu niyet mektubundaki taahhütler stand-by (destekleme) düzenlemesinin içeriğini oluşturur ve bu belge ekinde niyet mektubu ile birlikte IMF İcra Direktörleri Kurulunun onayına sunulur. SBA bir veya iki yıllık makroekonomi politikalarını kapsar.Onay alındıktan sonra ülkeye verilecek kredi dilimleri bir takvime bağlanır. SBA sürecinde izlenecek politikaların denetimi için perfor­mans kriterleri belirlenir ve SBAda belirlenen hedeflere ne ölçüde ulaşıldığını be­lirleyebilmek için “program gözden geçirmeleri” gerçekleştirilir.
Bir diğer imkân Genişletilmiş Fon Kolaylığı’dır. Bu imkândan daha çok ekono­milerinde yapısal sorunlar nedeniyle ödemeler dengesi güçlükleri yaşayan ülkeler yararlandırılır.

DÜNYA BANKASI GRUBU

Bretton Woods Konferansı’nda belirlenen amaçlardan birisi de savaş sonrası tahrip olmuş ekonomileri yeniden inşa etmektir.
Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası (IBRD) bu amaçla kurulmuştur. İlk defa Economist WORLD BANK dergisinde IBRD’ye atfen Dünya Bankası ifadesinin kulla­nılmasıyla bu kavram yerleşmiştir.

1950 yılından sonra yoksul ülkelerin borçlarını ödemekte zorlanmaları nedeniyle Uluslararası Kalkınma Birliği kurulmuş, doğru­dan yabancı sermaye yatırımlarının artmasıyla özel sektör yatırımlarını destekleyen Uluslararası Finans Kurumu, Banka üyesi ülkelerde yatırım yapanlara risk sigor­tası sağlayan Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı ile anlaşmazlıklarda hakemlik ro­lü üstlenen Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözümü İçin Uluslararası Merkezinin de katılımıyla Dünya Bankası Grubu oluşmuştur.

Günümüzde Dünya Bankasının 188 üyesi vardır. Dünya Bankası üyesi olabil­mek için IMF üyesi olmak gerekmektedir.

Yapısı ve Yönetimi:

Dünya Bankası, 188 üye ülkeden oluşan bir kooperatif gibi yapılanmıştır. Bu üye ülkeler ya da hissedarlar, politikaları yapan Guvernörler Kurulunda genellikle maliye ve kalkınma bakanları aracılığıyla temsil edilirler. Guvernörler Kurulu Dünya Bankası Grubu ve Uluslararası Para Fonu Yıllık Toplantıları aracılığıyla yılda bir kez toplanır. Banka faaliyetleri Guvernörler Kurulunun yetki verdiği 25 kişiden oluşan İcra Direktörleri Kurulu ta­rafından yürütülür. Aynı Guvernörler Kurulu, Banka üyelerinin katıldığı Uluslara­rası Kalkınma Birliği ve Uluslararası Finans Kurumu için de geçerlidir.

İcra Direktörleri Kurulu:
Krediler ve garantiler, yeni politikalar, Banka bütçesi, ülke yardım strate­jileri ve borçlanma ve finansal kararların onaylan­ması da dahil olmak üzere Bankanın denetimi gibi faaliyetler için haftada en az iki kez toplanmakta­dır. Kurul en büyük beş hissedar olan Fransa, Al­manya, Japonya, İngiltere ve ABD’nin birer ve di­ğer üye ülkelerden seçilmiş 20 icra direktöründen oluşur (Çin, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan kendi temsilcilerini seçer). İcra Direktörleri Kurulu beş yıllık bir dönem için Dünya Bankası Grubu Başkanı’nı belirler. Başkan, Bankanın genel yöne­timinden sorumludur.

Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası

1944 yılında kurulan Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası (IBRD), Dünya Bankası Grubunu oluşturan beş kuruluştan biridir. IBRD, orta gelirli ülke­lere sürdürülebilir bir büyüme hızı yakalamak, yoksullukla mücadele etmek gibi amaçlarla kredi sağlar. IBRD’nin temel faaliyet alanları:
Özel yatırımcıların kârlı bulmadıkları uzun vadeli insani ve sosyal kalkınma ihtiyaçlarını destekleyen alanlara kredi sağlamak,
Kriz dönemlerinde, krizden en çok etkilenen yoksul kesimlere destek sağlamak,
Yapısal uyum politikaları ve kurumsal reformları (sosyal güvenlik, yol­suzlukla mücadele vb.) desteklemek,
Özel sermaye yatırımları için elverişli ortam oluşturmak,
Yoksul ülkelere hibe sağlamaktır.

IMF ve IBRD yönetiminde ağırlıklı oy sistemi mevcuttur. Banka yönetiminde her ülkenin 250 sabit oyuna ilave olarak sermayeye katılımı ölçüsünde oy gücü vardır. Bu nedenle aynı IMF’de olduğu gibi başta ABD olmak üzere beş ülkenin oy gücü toplam oyların yaklaşık %40 ını oluşturmaktadır.

IBRD Finansmanları:

IBRD, genel bütçeli kuruluşlara doğrudan, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile be­lediyelere hükûmet garantisi altında kredi vermektedir. Bu bağlamda, özel sektö­re doğrudan kredi verilmesi mümkün değildir.
IBRD bir ülke dâhilinde, genellikle üç ila dört yıllık bir süre için faaliyetlerine yol gösteren Ülke Ortaklık Stratejisi (Country Partnership Strategy: CPS) hazırlar. Ortaklık Stratejisi İcra Direktörleri Kurulunun onayından geçtikten sonra ülkeye Dünya Bankasının önerdiği yardım paketi uygulamaya girer. Türkiye için son stra­teji 2008 – 2011 mali yıllarını kapsamaktadır. Türkiye 1950’den itibaren çok sayıda IBRD kredisi almıştır.

Uluslararası Kalkınma Birliği:

Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA), Dünya Bankası Gru­bunun 1960 yılında ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’ın önerisiyle kurulan, dünyanın en yoksul ülkelerine faizsiz kredi ve hibe programları sağlayan kuruluşudur. IDA’nın kaynakları bağışta bulunan gelişmiş ekonomilerdir (dönör ülkeler). Bağışçı ülkeler her üç yılda bir taahhütlerini yeni­lerler.Bağışların yanında IBRD ve IFC’nin katkıları ile kredilerin geri ödemeleri diğer IDA kaynaklarını oluşturur.
IDA’nın günümüzde 172 üyesi bulunmaktadır.
Kuruluşundan bu yana yaklaşık 240 milyar dolar kredi sağlayan IDA’nın kredileri düşük faizli, 25 ila 40 yıl vadeli, 5 ila 10 yıl geri ödemesiz kaynaklardır. IDA tarafından finanse edilen projeler ilköğretim, te­mel sağlık hizmetleri, temiz su ve arıtma, çevre koruma, istihdam, altyapı ve kurum­sal hizmetlere yöneliktir. IDA kaynaklarından geçmişte yararlanan Çin, Mısır, Güney Kore ve Türkiye gibi ülkeler günümüzde bağışçı ülkeler arasında yer almaktadır.
Uluslararası Finans Kurumu:

Uluslararası Finans Kurumu (IFC), diğer kurum 1ar ile birlikte Dünya Bankası Grubunun faali­ yetlerini destekler ancak yasal ve mali açıdan bağımsızdır. Dünya Bankası Grubu Başkanı aynı zamanda IFC Başkanı’dır.IFC gelişmekte olan ülkeler de özel sektöre destek vermeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle hükûmet garantisi aranmaksızın, geliş­mekte olan ülkelerdeki özel sektör kuruluşlarına kredi sağlayarak veya sermayele­rine katılarak, piyasalardan sağlamakta güçlük çektikleri finansmanı sağlamaktadır.
IBRD üyesi ülkeler IFC’ye katılabilir. Günümüzde 184 üyesi vardır. Türkiye 19 Aralık 1956 tarihinde IFC üyesi olmuştur.

Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı:

Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (Multilateral Investment Gua- rantee Agency: MIGA), gelişmekte olan bir üye ülkeye herhangi bir MIGA üyesi bir ülkede yatırımcılar tarafından yapılan ulusla­rarası yatırımlar sigortalanır. MIGA 15 yıla kadar (bazı projelerde 20 yıldır.) sigorta garantisi sağlar. MI- GA’nın 2012 yılında 177 üyesi vardır.

MIGA yatırımcıların karşılaşabileceği riskleri aşağıdaki gibi kategorize etmiştir:

– Dövize çevrim ve sermaye transferlerinin kısıtlanması: Yatırımcının yerel pa­ra biriminin (sermaye, faiz, anapara, kâr, işletme payı ve diğer ödemeler) yatırım yapılan ülke dışına transfer için dövize çevirememesinden doğan za­rarlara ve döviz temininde aşırı geçikmelere karşı sigorta sağlanır.
– Kamulaştırma: Yatırım yapılan ülke hükümeti kararıyla yatırımın mülkiyeti­ne ilişkin haklarını kısıtlayan veya ortadan kaldıran eylemlerinden doğan zararlara karşı koruma sağlar.
– Savaş, terörizm ve sivil düzensizliğin yarattığı riskler: İhtilal, ayaklanma, hükûmet darbesi, sabotaj ve terör eylemleri dâhil, yatırım yapılan ülkede siyasi amaçlı sa­vaş eylemleri ve iç kargaşa nedeniyle maddi varlıkların hasar görmesi, tahrip edilmesi veya kaybolmasından doğan zararlara karşı koruma sağlar.
– Sözleşmenin ihlali: Yatırım yapılan ülke hükümetinin yatırımcı ile arasında­ki sözleşmeyi ihlal etmesi veya bu sözleşmeye uymamasından doğan zarar­lara karşı koruma sağlar.

Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözümü İçin Uluslararası Merkez :

Dünya Bankası artan yabancı sermaye yatırımlarının kar­şılaştığı sorunlara çözüm üretebilmek için hazırladığı “Devletler ile Diğer Devlet Vatandaşları Arasındaki Yatı­rım Uyuşmazlıklarının Çözümüne Dair Anlaşma” adlı uluslararası anlaşma ile Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözümü İçin Uluslararası Merkez (International Centre for Settlement of Investment Disputes: ICSID) oluştu­rulmuştur. Sözleşmenin yürürlüğe girebilmesi için gerekli 20 ülkenin imzası ile ICSID, 14 Ekim 1966 tarihinde uluslararası tüzel kişiliğe kavuşarak çalışmalarına başlamıştır. ICSID, Dünya Bankası ile yakın ilişki içinde fakat bankadan bağımsız bir uluslararası örgüt olarak kurulmuştur. IBRD üyesi ülkeler ICSID ‘e katılabilir. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’ne taraf di­ğer ülkeler ICSID Yönetim Kurulunun 2/3 kabulüyle alınan davetle üye olabilir.

ICSID’ın dört önemli organı vardır: Yönetim Kurulu (İdari Konsey), Sekretarya, Arabulucular Paneli ve Hakemler Paneli.

Diğer taraftan uluslararası yatırım sözleşmelerinde, sözleşme­nin taraflarından birisini devlet veya bir kamu tüzel kişisi oluşturmaktadır. Dolayı­sıyla ortaya çıkan anlaşmazlıklarda ulusal mahkemelerin yetkisi, anlaşmazlığın ta­rafı olan devletin iç hukukuna bağlıdır. Konunun ICSID hakemliğinde çözülebil­mesi için devletin buna onay vermesi gerekmektedir. ICSID Sözleşmesi’ni onayla­yan hiçbir devlet, Merkezin yargılama yetkisini peşinen kabul etmiş sayılmaz.

DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ

Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması:

Dünya Ticaret Örgütünün temelini oluşturan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel An­laşması (General Agreement on Tariffs and Trade: GATT) 30 Ekim 1947 tarihinde im­zalanmış ve 10 Ocak 1948de yürürlüğe girmiştir. 1948 yılından 1 Ocak 1995’e kadar geçen sürede Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması, uluslararası ticareti dü­zenleyen ve üzerinde anlaşılan tek uluslararası çok taraflı sözleşme olmuştur.

GATT 1947, genel ve özel nitelikteki amaçlara ulaşabilmek için başlıca dört te­mel ilkeden (kuraldan) hareket etmiştir. Bunlar:

En Çok Kayrılan Ülke İlkesi:İlke, her GATT üyesinin tüm taraflara, aynı gümrük tarife oranının uygulamasını ve ayırımcı işlemde bulunulmamasını öngörür. Bölgesel bir­leşmeler ve ticaret anlaşmaları en çok kayrılan ülke ilkesine getirilen bir istisnadır.

Tarifeler Yoluyla Koruma İlkesi: İlkeye göre GATT’a taraf ülkeler, sanayilerini sadece gümrük tarifeleri ile koruyacaklar ve bu amaçla diğer önlemlere başvurma­yacaklardır.

Ulusal İşlem İlkesi: Bu ilke, iç pazara ilişkin düzenleme ve uygulamalar yönünden ithal ve yerli mallar arasında ayrım yapılmamasını öngörür.

Gümrük Vergilerinin İndirilerek Konsolide Edilmesi İlkesi: GATT, öncelikle gümrük tarifelerinin indirilmesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu oran­ların üzerine ülkeler çıkamaz, üye ülkeler bakımından bağlayıcıdır. Oranlar önem­li ticaret ortaklarıyla telafi amacıyla müzakere edilmeksizin arttırılamaz.

GATT Döneminde Yapılan Tarife İndirim Görüşmeleri:

GATT kapsamında yapılan tarife indirim turlarına Çok Taraflı Ticaret Görüşmeleri diğer bir deyişle Ticaret Turu (Raund) denir.
Bu turlarda GATT hükümlerine aykırı kısıt­lama önlemlerinin alınmasının durdurulması standstill, bu önlemlerin kaldırılması ise rollback olarak isimlendirilir. GATT’a taraf ülkeler arasında yapılan gümrük ta­rife indirim turları aşağıda açıklanmıştır.

Cenevre Turu 1947: Cenevre’de yapılarak ticareti kısıtlayıcı önlemlerin kaldırılması kararlaştırılmıştır.
Annecy Turu 1949: Fransa’nın Annecy kentinde 13 GATT üyesi ülke 5.000 adet ürünün tarife­lerinde önemli indirim gerçekleştirmişlerdir.
Torquay Turu 1950-1951: Güney İngiltere’nin Torquay kentinde 38 ülke katılmıştır. 1948’deki seviyelerine göre yüzde 25 oranında indirim sağlanmıştır.
Cenevre Turu 1956: Cenevre’de tamamlanan 26 ülkenin katıldı­ğı turda, 2.5 milyar dolar değerindeki ürünlerde tarife indirimi gerçekleştirilmiştir.
Dillion Turu 1960-1962: 26 ülke katılmış ve iki bölüm hâlinde yapılmıştır. Birinci Bölüm AET üyesi ülkeler ile tek bir tarife indirimine yö­nelik olmuştur. İkinci Bölüm, genel tarife şeklinde gerçekleşmiştir.
Kennedy Turu 1964-1967: Tur’a 62 ülke katılmıştır. Kennedy Turu sonucunda sınai mal gümrük vergilerinde yüz­de 36 oranında global indirim gerçekleştirilmiştir.
Tokyo Turu 1973-1979: Tok­yo’da başlamıştır. Tokyo Turu’na GATT’a üye olan ve olmayan 99 ülke katılmıştır. Görüşmelerin sonuçlarından en önemlisi, 14 Haziran 1983 tarihinde Brüksel’de im­zalanan Armonize Mal Tanımı ve Kodlama Sistemi Hakkında Uluslararası Sözleş­menin (kısaca Armonize Sistem) 1 Ocak 1988’de yürürlüğe girmesidir. Böylece, dün­ya üzerinde uygulanmakta olan üç temel fakat birbirlerinden farklı (Brüksel Tarife Nomenklatörü: BTN, Birleşmiş Milletler Uluslararası Standart Ticaret Sınıflandırması: SITC ile ABD’nin uyarladığı TSUS) gümrük nomenklatürleri ortadan kalkmıştır.
Uruguay Turu 1986-1993: Tur sonunda kapsamlı bir tarım reformu kabul edilmiş, mik­tar kısıtlamaları tekstil ve konfeksiyon ürünlerinde kaldırılmıştır. Tur, eski GATT düzenine oranla daha kapsamlı ve kurallara bağlı ancak uyulması daha zor bir uluslararası ticaret düzeni getirmiştir.

Uruguay Turu’nun dünya ticaret sistemine kazandırdığı en önemli katkı, anlaşmazlıkların çözümüne ilişkin mutabakat zaptı ile üye ülkeler arasında WTO kapsamındaki uyuşmaz­lıkların çözümüne yönelik sistemin güçlendirilmesi ve WTO bünyesinde bir Anlaşmazlık­ların Çözüm Organı’nın kurulmasıdır.

Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’ndan Dünya Ticaret Örgütüne:

WTO’nun kurulmasıyla GATT’m yapısı değişmiştir. WTO, üyesi olan ülkeler tarafından yönetilen bir uluslararası kuruluştur. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi diğer uluslararası kuruluşlardan farklıdır.

WTO, dünya ekonomisinde mal ve hizmetler ticaretinin daha fazla serbestleşti­rilmesine yönelik olarak üye ülkeler arasında sürekli müzakereler yapılmasını amaçlamaktadır. WTO, her bir üye ülkenin ticaret politikalarını periyodik olarak incelemektedir. Örgüt, üye ülkeler arasındaki ticari anlaşmazlıkların, hukuki araç- lardaki kurallara uygun olarak çözülmesinden de sorumludur.

WTO, GATT’tan değişik bir yapıya sahiptir. İki kuruluş arasındaki farklılıklar şöyledir:

GATT, herhangi bir kurumsal yapısı olmayan ve kuruluşundaki amacı 1940 yılında Uluslararası Ticaret Örgütünü kurmak olan ve bu amaçla çeşitli ku­ralları içeren çok taraflı bir anlaşmadır.
GATT geçici olarak oluşturulmuştur. 50 yıla yakın bir faaliyetten sonra Ge­nel Anlaşma’ya taraf olan ülkeler GATT’ı sürekli bir anlaşmaya çevirmek is­temişlerdir.
GATT kuralları sadece mal ticaretini, WTO mal ticaretinin yanında, hizmet­ler ticareti ile ticari nitelikteki fikrî mülkiyet haklarını da kapsamaktadır.
GATT anlaşması çok taraflı iken 1980’lerde yeni anlaşmalarla selektif bir ya­pıya dönmüştür. WTO’yu oluşturan anlaşmaların tamamı çok taraflıdır ve ta­ahhütler üyelerin tamamını bağlamaktadır.
WTO, GATT’a göre anlaşmazlıkların çözümünde daha hızlı çalışan, otoma­tik mekanizmalara sahiptir.

Hizmet Ticareti Genel Anlaşması:

Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (The General Agreement on Trade in Services: GATS) 1986-1994 yıllarında yapılan Uruguay Görüşme Turunda GATT’a dahil edil­miş ve 1.1.1995 tarihinde resmî olarak faaliyete geçirilen Dünya Ticaret Örgütü bünyesine aktarılmış olan hizmet ticaretini düzenleyen ilk çok taraflı anlaşmadır.

GATS kapsamında hizmetler sektörü 12 kategoride ifade edilmektedir:
Mesleki hizmetleri,
İletişim hizmetleri,
İnşaat ve ilgili mühendislik hizmetleri,
Dağıtım hizmetleri,
Eğitim hizmetleri,
Çevre hizmetleri,
Finansal hizmetler,
Sağlıkla ilgili ve sosyal hizmetler,
Turizm ve seyahatle ilgili hizmetleri,
10. Eğlence, kültür ve spor hizmetleri,
11. Taşımacılık hizmetleri,
12. Başka yere dahil olmayan diğer hizmetler.

Buna göre WTO üyesi ülkeler taahhüt listelerini bildirerek GATS kapsamında çok taraflı ticaret müzakereleri yürütmektedir.
Ticaretle Bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları Anlaşması:

Uruguay Turu Nihai Senedi’nin kabul edilmesiyle birlikte 1 Ocak 1995 tarihinde o zamana kadar uluslararasında düzenlenmeyen fikrî ve sınai mülkiyet haklarını ko­ruyan Ticaretle Bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları (Trade Related Intellectual Pro- perty Rights: TRIPS) Anlaşması yürürlüğe girmiştir.

TRIPS Anlaşması, ülkeler arasın­daki iç düzenleme farklılıklarını gidermeyi, kapsam, koruma süresi, tanınan haklar ve şekil yönünden hakkın kazanılmasında ortak normları ve asgari standartları sağ­lamayı amaçlamıştır. TRIPS, ne tür markaların korunacağını bunun yanı sıra ticari ta­sarımların da hizmet markaları olduğunu ve bu markaların sahiplerine verilecek hakların ne olacağını tanımlamıştır.

Doha Kalkınma Gündemi:

Doha Müzakereleri, BM Binyıl Hedefleri ile uyumlu olarak özellik­le En Az Gelişmiş Ülkelerin ve Gelişme Yolundaki Ülkelerin kal­kınma çabalarına destek olabilecek bir süreç olarak başlamıştır.

GYÜ’ler ve EAGÜ’ler lehine alınan kararlar sonucunda yeni tur gö­rüşmeleri, bir kalkınma turu olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple Doha Turu’na Doha Kalkınma Gündemi (Doha Development Agenda) denilmektedir.

EKONOMİK İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA ÖRGÜTÜ

Marshall Yardımı ve OEEC’nin Kuruluşu:
İkinci Dünya Savaşı’nm sona ermesiyle birlikte, Savaş’tan tahrip olarak çıkmış Av­rupa’nın yeniden imarı konusunda ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa ara­sında 1947 yılı Mart ayında Moskova’da bir dizi görüşmeler yapılmıştır.
ABD Dışişleri Bakanı George Catlett Marshall, Avrupa’nın Yeniden İmarı Programı (European Recorery Program: ERP) ile ilgili görüşünü açıklamış ve 5 Haziran 1947 tarihinde ABD’de Harvard Üniversitesinde verdiği konferans sırasında görüşlerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur.

Türkiye’nin de dahil olduğu 16 Ba­tı Avrupa ülkesinin katılımı ile 12 Tem­muz 1947’de Konferans açılmıştır. Kon­ferans sonunda Avrupa Ekonomik İş­birliği Komitesi ile Gıda ve Tarım, Ener­ji, Demir-Çelik, Ulaştırma, Kereste, İş­gücü, Ödemeler Dengesi ile Finans Ko­miteleri kurulmuştur.
3 Nisan 1948’de Başkan Truman, Ekonomik İşbirliği Yasası’m onaylanmıştır.
16 ülkenin temsilcileri tarafından Marshall Yardımı’mn koordinasyonunu yürüte­cek daimi bir kuruluşun oluşturulması için hazırlanan Avrupa Ekonomik İşbirliği Söz­leşmesi, 16 Nisan 1948 tarihinde imzalanmıştır. Böylece, Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (Organization for European Economic Cooperation: OEEC) kurulmuştur.

OEEC’nin amacı, Avrupa’daki üye devletler arasında güçlü bir Avrupa yaratmak için ekonomik bir işbirliği sağlamaktır. OEEC’nin kurucu üyeleri şunlardır: İngilte­re, İrlanda, Fransa, Avusturya, İzlanda, İsveç, Danimarka, İtalya, Norveç, Hollanda, Belçika, Türkiye, İsviçre, Portekiz, Lüksemburg ve Yunanistan. Batı Almanya, üç işgal bölgesi yerine üyeliğe kabul edilmiş, İspanya 1959 da OEEC ye üye olmuştur.

Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütünden Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütüne:

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organization for Economic Cooperation and Development: OECD), 1961 yılında OEEC’nin yerine geçerek tüm batılı sana­yileşmiş ülkeleri bir çatı altında toplayan uluslararası işbirliği kuruluşuna dönüş­müştür

OECD’yi kuran Anlaşma, 14 Aralık 1960 tarihinde Paris’te imzalan­mış, 30 Eylül 1961’de yürürlüğe girmiştir.
OECD’nin kurulmasıyla birlikte, OEEC’nin isminde yer alan Avrupa kelimesi çıkarılmış, bunun yerine kalkınma kelimesi eklenmiştir.
OECD’nin kurucu üyeleri, OEEC’nin 18 Avrupalı üyesi ile Kanada ve ABD’dir. Japonya 28 Nisan 1964’de, Finlandiya 28 Ocak 1969’da üye olmuşlardır. Avustral­ya-Yeni Zelanda OECD’ye katılmıştır. Di­ğer üyeler şunlardır: Avustralya, Avusturya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandi­ya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngilte­re ve ABD.MeksikaÇek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Güney Kore, Slovak Cumhuriyeti üye olmuştur. OECD 34 üyeli bir örgüt hâline gelmiştir.

OECD, ekonomik büyüme, mali istikrar, ticaret ve yatırım, teknoloji, yenilik, gi­rişimcilik ve kalkınma alanlarında işbirliği yoluyla refahın sağlanması ve yoksul­lukla mücadele konularında hükümetlere yardımcı olmaktadır.Herkes için iş imkânı yaratılması ve sosyal eşitlik ile etkin ve sağlıklı bir yönetişimin gerçekleş­tirilmesi OECD’nin diğer amaçlarını oluşturmaktadır.

OECD de üyeleri birbirine bağlayan ve ortak karar almaya sevk eden temel ne­den, ortak sorunlar karşısında üyelerinin çıkarlarını ön planda tutma arzusu ile pi­yasa ekonomisine ve demokrasiye bağlılık ilkesidir.
OECD’de en yüksek karar organı Konseydir. Konsey, üye ülke büyükelçilerinin katılmasıyla oluşur. AB temsilcisi de Konseye katılır. Konsey, yılda bir defa ilkba­harda bir üye ülkenin ilgili bakanının başkanlığında toplanır. Türkiye OECD’nin kuruluşundan günümüze ilki 1986 yılında, diğeri de 2012 yılında olmak üzere iki kez Konsey Başkanlığı görevini yapmıştır.

Konseyin altında 14 üyeden oluşan Yürütme Komitesi (Executive Committee) vardır. Genel Sekreter, OECD’nin faaliyetlerinin yürütülmesinden sorumludur ve Konseye başkanlık eder. Dört yardımcısı vardır.
OECD Konseyi dört tip karar kabul etmektedir. Bunlar; doğrudan üye ülkelere yönelik kararlar, muhtelif konularda OECD bünyesinde oluşturulan anlaşmaların onaylanması amacını taşıyan kararlar, örgüt çalışmalarının devam ettirilmesi ile il­gili iç düzen kararları (resolutions), OECD üyesi olmayan ülkelere veya diğer ku­ruluşlara dilek yöneltmeye ilişkin kararlar.

Kararların alınmasında oy birliği esastır. Üyelerden birinin olumsuz oyu kararı engeller. Çekimser oy kullanılması durumunda karar, sadece olumlu oy veren ül­keler bakımından geçerli olmak üzere kabul edilir. Hukuki yükümlülük getirmesi­ne rağmen Konsey kararlarının müeyyidesi yoktur.

ÜNİTE=5

 

Bölgesel Uluslararası Örgütler: Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Avrupa’nın en geniş katılımlı iki örgütüdür. Her ikisi de Avrupa’da demokrasinin gelişmesinden insan ve azınlık haklarının korunmasına kadar geniş kapsamlı bir faaliyet alanına sahiptir.

AVRUPA KONSEYİ

5 Mayıs 1949’da kurulan Avrupa Konseyi 47 üye ülkesiyle Avrupa’nın en geniş katılımlı örgütlerinden biridir. Merkezi Strazburg’da olan örgütün temel amacı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve bireylerin korunmasına dair benzer belgeleri temel alarak Avrupa çapında ortak demokratik ilkelerin gelişmesini sağlamaktır.

Avrupa Konseyi’nin Tarihçesi

Bu koşullarda 5 Mayıs 1949’da Belçika, Danimarka, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İsveç ve Britanya Londra Antlaşması’na imza atarak Avrupa Konseyini kurdular. Bu ülkeler, Avrupa Konseyi Statüsü olarak da geçen Londra Antlaşması’nın ön sözünde halklarının ortak mirasını oluşturan manevi değerlere ve gerçek bir demokrasinin temelini oluşturan bireyin özgürlüğüne, siyasi özgürlüğe ve hukukun üstünlüğüne bağlılıklarını belirttiler ve örgütün amacını da ortak mirasları olan bu idealleri ve ilkeleri hayata geçirmek olarak belirlediler. Bu amaçla Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 1950’de imzalandı ve 1953’te yürürlüğe girdi. 1959’da da AİHS’ye istinaden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kuruldu Kuruluşunun hemen ardından aynı yıl Türkiye, Yunanistan ve İzlanda Avrupa Konseyi’ne üye olmuşlardır. Batı Almanya 1951’de, Avusturya 1956’da, Kıbrıs 1961’de, İsviçre 1963’te ve Malta da 1965’te örgüte katılmıştır. Soğuk Savaş sona erdiğinde eski Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan yeni devletlere ve Doğu Avrupa devletlerine kapısını açan Avrupa çapındaki ilk örgüt de Avrupa Konseyi olacaktır. Avrupa Konseyi üyeliği hem yeni devletlerin yeni rejimlerinin meşru kabul edildiğinin bir nevi göstergesi hem de AB ve/veya NATO’ya üyeliğin temelini hazırlayan bir başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir AB’nin 1993 Kopenhag Kriterleri’ne göre AB’ye aday bir ülkenin AİHS’yi tüm maddeleri ile çekincesiz kabul etmiş olması gerekir. Aday ülkenin Avrupa Konseyi’nin çocuk haklarına, ayrımcılığın önlenmesine ve ulusal azınlıkların korunmasına yönelik antlaşmalarına imza atıp atmadığı da önemli bir adaylık kriteridir çünkü Kopenhag kriterleri aday ülkelerde azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmamasını, ırk ayrımcılığının olmamasını, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olmasını aramaktadır ve bu antlaşmalar bu bağlamda önemli bir referans noktası oluşturmaktadır. Avrupa Konseyi ve AB arasındaki bu işbirliği 2005’te resmî bir nitelik de kazanmış ve iki örgüt arasında bir Mutabakat Belgesi imzalanmıştır.

Avrupa Konseyi Kurumları

Bakanlar Komitesi

Avrupa Konseyi’nin karar verme organıdır ve üye ülkelerin Dışişleri Bakanlarından veya onların Strazburg’daki temsilcilerinden oluşur. AİHM kararlarının icrasını takipten de sorumludur. Ayrıca örgüte yeni üyelerin kabulüne karar veren organdır. Avrupa Konseyi bünyesinde imzaya açılan antlaşmaların nihai hâlini veren de Bakanlar Komitesidir. Bir antlaşmanın kabul edilmesi için temsilcilerin üçte ikisinin oyu gereklidir. Antlaşmanın imzaya açılma tarihini de Bakanlar Konseyi belirler. Antlaşmalar sadece onları onaylayan devletleri bağlar. Üye ülkelere yönelik tavsiye kararları alma yetkisi de Bakanlar Komitesine aittir.

Parlamenter Asamble

Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi üye ülkelerin parlamentolarından seçilen temsilcilerden oluşur. Yılda dört kez toplanan Parlamenter Asamble her sene kendi içinden bir Başkan seçer. Seçilen Başkan en fazla üç dönem başkanlık yapabilir. Parlamenter Asamble’de ülkeler nüfuslarına oranla temsil edilir. Tam ve yedek olmak üzere 636 üyeye sahip Parlamenter Asamble’de ayrıca 18 de gözlemci bulunur. Gözlemciler Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerin temsilcileridir; oy hakları yoktur fakat Parlamenter Asamble Başkanı’nın onayıyla söz hakkına sahiplerdir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’ni oluşturan parlamenterler, ülkelerinin ulusal meclislerinden atanır. Kendilerini seçen 800 milyon Avrupalıyı burada temsil ederler. Parlamenter Asamble içinde de günümüzde beş siyasi grup bulunmaktadır. Bunlar, Sosyalist Grup, Avrupa Halklarının Partisi, Avrupa İçin Liberallerin ve Demokratların İttifakı, Avrupalı Demokrat Grubu ve Birleşik Avrupa Soludur. Bütün siyasi gruplar Avrupa Konseyi’nin temel ilkeleri olan siyasi çoğulculuğa, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne bağlı olmalıdır. Asamble üyeleri hangi gruba bağlı olacaklarını seçmekte özgürdür. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin yasama yetkisi yoktur. Bir danışma meclisi niteliği gösterir. AİHM yargıçlarını ve İnsan Hakları Komiseri’ni seçme yetkisi Asamble’dedir. Eğer bir üye devlet sürekli olarak yükümlülüklerini aksatıyorsa o üye devletin ulusal delegasyonunu onaylamama ve geri çevirme yetkisine sahiptir. Ayrıca bu devletin üyeliğinin askıya alınmasını da talep edebilir.

Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi

Avrupa Konseyinin demokrasinin yerel ve bölgesel yönetimlerdeki önemine istinaden kurduğu, Avrupa Konseyi içinde yerel ve bölgesel yönetimleri temsil eden danışman organdır. Kongre yılda bir kez Strazburg’da toplanır. Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi temsilci heyetlerinde ülke coğrafyalarının, politik yapılarının, yerel ve bölgesel yönetim modelinin ve kadın-erkek oranının dengeli bir biçimde temsil edilmesi koşulu aranır.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 1950’de imzaya açılmış, 1953’te yürürlüğe girmiştir. Bu gelişmeyi takiben 1959’da Strazburg’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kurulmuştur. AİHM, AİHS ile güvence altına alınmış olan medeni ve siyasi hakların çiğnenmesinden şikâyetçi olan bireylerin veya devletlerin başvurularını değerlendiren bir uluslararası mahkemedir. 1998’den beri tam zamanlı bir mahkeme olarak işlemektedir ve bireyler doğrudan AİHM’ye başvurabilmektedir. AİHS ve AİHM Avrupa’da demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü koruyan ve destekleyen en etkili araçlardan biridir. AİHS’nin imzacı devletleri, bu uluslararası antlaşmayla birlikte sadece kendi vatandaşlarının değil, kendi yargı alanı içindeki herkesin siyasi ve medeni haklarını korumakla yükümlüdür. Bu haklar yaşama hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, cezaların yasallığı, özel hayatın ve aile hayatının korunması, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, dernek kurma ve toplanma özgürlüğü, evlenme hakkı olarak kısaca sayılabilir. Yine Sözleşme’ye göre işkence, kölelik ve zorla çalıştırma yasaktır. Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanmanın cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanması gerekir; yani ayrımcılık yasaktır. Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapma hakkına sahiptir. protokoller sadece kendilerini imzalayan ve onaylayan devletleri bağlamaktadır. AİHS ile kurulan insan hakları denetim mekanizmasına yönelik en önemli değişikliklerden biri 11. Protokol’le gerçekleşir. 1998’de yürürlüğe girdi. 11. Protokol izlenen usulü umulduğu gibi hızlandırmıştır fakat AİHM’nin iş yükünün yapılan değişikliklere rağmen aşılamayacağı da kısa sürede ortaya çıkmıştır. Bu sorun üzerine 2000’de AİHM’nin etkinliğini sürekli kılmak yönünde bir tartışma süreci başlatılacaktır.  Bu sürecin sonunda 14. Protokol Bakanlar Komitesi tarafından 2004’te kabul edilir ve 2010 itibarıyla da yürürlüğe girer. Aşağıda AİHM hakkında verilen bilgilerin hepsi 14. Protokol’le yapılan değişiklikleri kapsamaktadır. AİHM, AİHS’ye taraf devlet sayısına eşit yargıçtan oluşur. Tüm Avrupa Konseyi üyeleri AİHS’yi onayladıkları için bu sayı 47’dir. Yargıçlar Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi tarafından her üye ülkenin sunduğu üç aday arasından oy çokluğuyla seçilir. Yargıçların atandıkları ülkenin vatandaşı olma şartı yoktur. Yargıçların görev süresi 9 yıldır ve tekrar seçilmeleri mümkün değildir. Yargıçlar üye ülkeler bazında seçilseler de ülkelerini temsil etmezler; tamamen bağımsızdırlar ve bağımsızlıkları ile tarafsızlıklarını zedeleyecek herhangi bir görev üstlenemezler. Ayrıca hiçbir yargıç, diğer yargıçlar tarafından gerekli koşulları yerine getirmediğine üçte iki çoğunluk ile karar verilmedikçe görevden alınamaz. AİHM’ye bireyler ve devletler dava başvurusunda bulunabilir. Bu başvuru Avrupa Konseyi üyesi ve AİHS’yi onaylamış devlet veya devletlere karşı yapılabilir. Bireysel başvuru her gerçek kişi, hükûmet dışı kuruluş veya kişi gruplarını kapsamaktadır. AİHM’ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir. Başvurunun konu bakımından Sözleşme veya Protokollerinin hükümleriyle bağdaşmaması, dayanaktan açıkça yoksun veya bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olması hâlinde başvuru kabul edilmeyecektir. 14. Protokol’le yapılan önemli değişikliklerden biri de başvurunun kabul edilebilirlik koşullarına başvuran kişinin önemli bir zarar görmüş olmasının eklenmesidir. Ancak AİHS ve Protokollerde belirtilen insan hakları na saygı ilkesi gereğince başvurunun esası hakkında incelemeye gerek bulunması ve başvuru konusu olayın ulusal mahkemelerce yeterince incelenememiş olması durumlarında “önemli bir zarar görme” şartı aranmayacaktır. Başvuru kabul edildikten sonra Mahkeme, başvuruyu taraşarın temsilcileriyle birlikte inceler.  Dostane çözüm durumunda Mahkeme, olayların ve kabul edilen çözümün kısa bir özeti ile sınırlı bir kararla başvuruyu kayıttan düşürür. Mahkeme aksine karar vermediği sürece duruşmalar kamuoyuna açıktır. Eğer Mahkeme AİHS ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili tarafın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder. AİHM kararının infazını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi denetleyecektir.

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri

İnsan Hakları Komiseri 1999’da Avrupa Konseyi’ne bağlı bağımsız bir kurum olarak kurulmuştur. Temel amacı Avrupa Konseyi üyesi devletlerin insan haklarına saygısını ve insan haklarına ilişkin farkındalığını geliştirmektir.

Avrupa Konseyi Uluslararası Sivil Toplum Örgütleri Konferansı

Sivil toplum, Avrupa Konseyi’nin insan haklarının ve demokrasinin korunması ve geliştirilmesi misyonunun en önemli bileşenlerinden biri kabul edilmektedir. Bu nedenle sivil toplumun temsilcisi kabul edilen uluslararası sivil toplum örgütleri 1952’den beri Avrupa Konseyi için bir nevi danışma kurumu statüsündedir.

Avrupa Konseyi’nin Faaliyetleri

Avrupa Konseyi’nin en temel faaliyet alanlarını insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, demokrasi ve hukukun üstünlüğü misyonları çerçevesinde gerçekleştirdiği planlar, projeler ve eylemler oluşturmaktadır. Terörle mücadele, sosyal uyum, eğitim, kültür gibi konular da faaliyet alanlarını biçimlendirir.

Venedik Komisyonu

Venedik Komisyonu Avrupa Konseyi’nin anayasal konularla ilgili danışma organıdır. Uzun adı Hukuk Yoluyla Demokrasi Avrupa Komisyonu olan Venedik Komisyonu 1990’da, bir başka ifadeyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin anayasa hazırlama sürecinde acil yardıma ihtiyaç duydukları bir dönemde kurulmuştur. Üyelerini anayasa hukuku ya da uluslararası hukuk alanlarında uzman akademisyenler, anayasa mahkemesi yargıçları ya da çeşitli ülkelerden parlamenterler oluşturur.

 Avrupa Komisyonu İzleme Mekanizması

Avrupa Konseyi izleme mekanizmasının birimlerini her biri bir Avrupa Konseyi antlaşmasına dayanan şu komiteler oluşturur: İşkencenin Önlenmesi Komitesi, Sosyal Haklar Komitesi, Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu, Ulusal Azınlıkların Korunması, Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI), İnsan Ticaretine Karşı Uzmanlar Grubu, Terörizmin Şnansması ve Kara Para Aklanmasıyla Mücadele Tedbirlerinin Değerlendirilmesi Komitesi (MONEYVAL). Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme

1992’de imzaya açılmış, 1995’te de yürürlüğe girmiştir.

Avrupa Konseyi ve Türkiye

Türkiye Avrupa Konseyi’ne 1949’da, kurulduktan kısa bir süre sonra katılmıştır ve 1952, 1958, 1965, 1972, 1987, 1992 ve 2010 yıllarında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığı’nı yürütmüştür. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nde Türkiye 12 asil, 12 yedek üyeyle temsil edilmektedir. Ocak 2010 tarihinde, Türkiye Heyeti Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu iki yıllığına Parlamenter Asamble Başkanı seçilmiş, görevi 2012’de sona ermiştir. Türkiye, AİHS’yi 1950’de imzalamış, 1954’te onaylamıştır. AİHM’ye bireysel başvuru hakkı ise 1987’de tanınmıştır. 2010 itibariyle Türkiye Avrupa Konseyi bünyesindeki 210 antlaşmanın 71 tanesine taraf değildir. Taraf olmadığı antlaşmalar arasında Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ile Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı da vardır. Özetle, Türkiye’nin AB’ye adaylık süreciyle birlikte yaptığı mevzuat değişikliklerinin yarattığı olumlu havaya rağmen insan ve azınlık haklarının hâlâ Türkiye ile Avrupa Konseyi arasındaki en gergin konuyu oluşturduğunu söylemek mümkündür.

AVRUPA GÜVENLİK VE İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

Avrupa-Atlantik bölgesinin Vancouver’dan Vladivostok’a kadar uzanan geniş coğrafyasının en geniş katılımlı uluslar arası örgütü Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’dır. 2010 itibarıyla 56 üye ülkenin yer aldığı örgüt, 1973’te yola Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) olarak çıkmış, Soğuk Savaş’ın ardından bölgesinde doğan yeni ihtiyaçlarla birlikte yeni bir kurumsallaşmaya giderek 1995’te Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) (Organization for Security and Co-operation in Europe: OSCE) adını almıştır. AGİT’i diğer uluslararası örgütlerden ayıran en önemli özelliği, bir örgütün devletlerden ayrı varoluşunu temellendiren en önemli belge olan kurucu bir antlaşmaya sahip olmaması, dolayısıyla klasik bir uluslararası örgüt portresi çizmemesidir.

AGİT’in Tarihçesi

1962-Küba Krizi’yle dünya iki kutuplu Soğuk Savaş düzeninin en kritik dönemlerinden birini yaşadı ve nükleer bir savaşın eşiğine geldi. Ancak ilginç bir şekilde bu kriz olumlu bir sonuç doğurarak iki kutup lideri ABD ve SSCB arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının da başlangıcı oldu. Soğuk Savaş artık “soğuk” veya “savaş” olmaktan çıkmış; daha çok iki süper güç arası rekabete dönüşmüştü. 1972’de ön görüşmeler başladı ve ardından bütün Avrupa devletlerinin ve ABD ile Kanada’nın da katılımıyla 1973’te Helsinki’te Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı toplandı. Doğu ve Batı arasında bir diyalog ve müzakere platformu oluşturmak amacıyla düzenlenen Konferans’ın ilk önemli çıktısı iki yıl süren müzakere sürecinin ardından 1 Ağustos 1975’te imzalan Helsinki Nihai Senedi oldu. Helsinki Nihai Senedi hem bu sürecin en önemli çıktısı hem de Yumuşama döneminin en önemli sembollerinden biri olacaktı.

1975-Helsinki Nihai Senedi

Yasal bir belge olmadığı için katılan devletlere yönelik yasal bir bağlayıcılık veya Nihai Senet’te belirlenen ilkelerin ihlali durumunda herhangi bir yaptırım uygulama yetkisi söz konusu değildir. Katılan devletler sadece Helsinki Nihai Senedi aracılığıyla siyasi taahhütlerde bulunmuşlardı r. 1975-Helsinki Nihai Senedi katılımcı 35 devletin arasındaki ilişkilere rehberlik edecek bir İlkeler Bildirisi içermektedir:

  1. Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı
  2. Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma
  3. Sınırların ihlal edilmezliği
  4. Ülke bütünlüğünün korunması
  5. Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü
  6. İçişlerine karışmama
  7. Düşünce, din ve vicdan özgürlüklerini de kapsamak üzere insan hakları ve temel özgürlüklere saygı
  8. Halkların eşitliği ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması
  9. Devletler arasında işbirliği
  10. Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi

Bu 10 ilke dışında Helsinki Nihai Senedi “Üç Sepet” adı verilen üç ayrı boyuta sahiptir. Bunlar siyasi ve askerî boyut, ekonomi ve çevre sorunları boyutu ile insani boyuttur.

Siyasi ve Askerî Boyut

Karşılıklı güvenin inşası için şeffaflığa önem verilmektedir. Bu amaçla sayılan önlemler, devletlerin büyük çaplı askerî harekâtlarının ve askerî kuvvet kaydırmalarının önceden duyuru konusu yapılması ve devletlerin karşılıklı olarak birbirlerinin askerî harekâtlarına gözlemci olarak davet edilmesidir. Karşılıklı güven inşasının bir diğer anahtar kavramı da silahsızlanmadır.

Ekonomi, Bilim, Teknoloji ve Çevre Alanlarında İşbirliği Boyutu

Katılımcı devletler arasındaki ticaretin geliştirilmesi, sanayide işbirliğine gidilmesi ve ortak çıkara yönelik projeler üretilmesi, bilim ve teknolojide işbirliği ile ortak çevre sorunlarına eğilinmesi bu sepetin öngördüğü işbirliğini sağlamak için sayılan önlemlerdir.

İnsani Boyut

Halklar arasındaki temasın geliştirilmesi, sınır değişiklikleri nedeniyle bölünen ailelerin birleştirilmesi, farklı devletlerin vatandaşlarının evliliklerinin kolaylaştırılması, devletler arasındaki seyahatlere dair önlemlerin esnekleştirilmesi gibi konular bu sepet dâhilinde yer almaktadır. Helsinki Nihai Senedi’yle II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da oluşan sınırların ihlal edilmezliği kabul edilmiş ve bu sınırların meşruiyeti tanınmıştır. Siyasi/askerî, insani ve ekonomik/çevresel olmak üzere üç boyutu kapsayan Helsinki Nihai Senedi’nin en önemli yönü, devletlerarası ilişkilere rehberlik etmek üzere kabul edilen ve AGİK’in anayasasını oluşturan ilkelerdir.

“Konferans”tan “Teşkilat”a

1975-1989 arasında AGİK düzenlenen seminerle ve toplantılarla devam etse de heyecanını ve pırıltısını kısa sürede kaybetti. 1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgali Helsinki Nihai Senedi’nin sadece siyasi taahhütlerden öteye gitmediğini gösterirken 1980’de ABD Başkanı Reagan’ın Soğuk Savaş söylemini alevlendirmesiyle birlikte iki blok arasındaki güvenlik temelli işbirliği umutları da geri plana düştü. SSCB’nin dağılması ve Doğu Bloku’nın çözülmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni devletler, devletler arasındaki yeni çatışmalar ve ulusal azınlık sorunları AGİK’i yepyeni güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya bıraktı. Hem NATO hem eski Varşova Paktı üyelerini hem de tarafsız devletleri kapsayan AGİK, bu niteliğiyle ortaya çıkan bu karmaşada farklı taraşarı bir araya getirebilme olasılığına sahip yegâne örgütlerden biriydi. AGİK’in Soğuk Savaş sonrası dönüşümünün yönünü çizen temel belge 1990- Paris Şartı oldu. Kasım 1990’da imzalanan “Yeni Avrupa için Paris Şartı”, adından da anlaşılacağı üzere Avrupa’da yeni bir demokrasi, barış ve birlik döneminin başladığına işaret ediyordu. Cepheleşme çağının ve Avrupa’nın bölünmüşlüğünün son bulduğu ilan edilirken katılımcı devletler insan hakları ve temel özgürlüklere dayalı demokrasiye sarsılmaz bir bağlılık göstereceklerini ve serbest ekonomiye geçeceklerini beyan ediyorlardı. Ekonomik özgürlük, toplumsal adalet ve çevreye karşı sorumluluk refah için vazgeçilmez kabul edilirken serbest pazar ekonomisine yeni geçecek olan ülkelerle işbirliğinin de altı çiziliyordu. Paris Şartı aynı zamanda AGİK’in yeni bir kurumsallaşma sürecine girmesinin de başlangıç noktasıydı. Serbest Seçimler OŞsi, Kıdemli Memurlar Komitesi, Çatışmaları Önleme Merkezi ve AGİK Sekretaryası yeni AGİK birimleri olarak ortaya çıktı ve AGİK Parlamenter Asamblesi’nin kurulması kararı alındı. 1994’te gerçekleştirilen Budapeşte Zirvesi’nde örgütün adının değişmesine yönelik alınan kararla birlikte bu yeni kurumsallaşma süreci tamamlanacaktı. 1995’te AGİK yerini Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatına (AGİT) bıraktı. Budapeşte Zirvesi aynı zamanda AGİT’in etnik ve bölgesel çatışmalarla daha yakından ilgileneceğinin de ilanı oldu.

1996-Lizbon ve 1999-İstanbul Zirveleri’nde de AGİT’in kurumsal yapısı gelişmeye ve faaliyet alanlarının tanımlanmasına devam edildi. 1996-Lizbon Zirvesi’nde hem 21. Yüzyıl Avrupası İçin Ortak ve Kapsamlı Güvenlik Modeli bildirisiyle AGİT’in güvenlik ve istikrarın sağlanmasındaki rolü güçlendirildi hem de AGİT Medya Özgürlüğü Temsilciliği kurularak insani boyut odağı genişletildi. 1999-İstanbul Zirvesi toplandığında AGİT artık saha operasyonlarının sayısı artmış ve ölçeği genişlemiş bir uluslararası örgüttü. Ulusal azınlıklara mensup kişilerin hakları da dâhil insan haklarına tam saygının başlı başına bir amaç olduğu, egemenlik ve toprak bütünlüğüne zarar vermediği, aksine onu güçlendirdiği vurgulandı. İnsan hakları, temel özgürlükler, demokrasi ve hukuk devleti AGİT’in kapsamlı güvenlik kavramının merkezinde yer almaktadır, denildi ve düşünce ve inanç özgürlüğü de dâhil insan hakları ve temel özgürlüklerin ihlali, hoşgörüsüzlük, saldırgan milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadele edileceğinin altı çizildi. Cinsiyet eşitliği, kadına karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması, kadın ve çocuklara karşı şiddetin önlenmesi de AGİT’in ele alacağı hususlar olarak sayıldı. de, Soğuk Savaş sonrasında asıl olarak siyasi ve askerî güvenlik boyutu ile insani boyutun AGİT’in iki temel faaliyet alanı olarak geliştiğini söylemek mümkündür.

AGİT’in etkin faaliyet gösterdiği bölgeyse Viyana’nın doğusudur.

AGİT’in Yapısı ve Faaliyetleri

AGİT bölgesine olan yakınlıkları ve kültürel, ekonomik, tarihî ve siyasi ilişkileri nedeniyle bazı Akdeniz Ülkeleri (Mısır, Fas, Tunus, Ürdün, Cezayir ve İsrail) ile Japonya, Kore Cumhuriyeti ve Tayland örgüte üye olmamakla beraber, “İşbirliği Ortakları” adı altında AGİT içinde özel bir statüye sahiptirler.

Müzakere ve Karar-Alma Organları

Zirveler: Katılan devletlerin devlet ve hükûmet başkanlarının periyodik toplantılarıdır. Bugüne kadar 7 AGİT zirvesi yapılmıştır; bunlar sırasıyla Helsinki (1975), Paris (1990), Helsinki (1992), Budapeşte (1994), Lizbon (1996), İstanbul (1999) ve Astana (2010) zirveleridir.

Bakanlar Konseyi: Katılan devletlerin Dışişleri Bakanlarından oluşur. Devlet ve hükümet başkanları zirvesinin olacağı yıllar hariç her sene bir kez toplanır Bugüne kadar 7 AGİT zirvesi yapılmıştır; bunlar sırasıyla Helsinki (1975), Paris (1990), Helsinki (1992), Budapeşte (1994), Lizbon (1996), İstanbul (1999) ve Astana (2010) zirveleridir.

Bakanlar Konseyi: Katılan devletlerin Dışişleri Bakanlarından oluşur. Devlet ve hükümet başkanları zirvesinin olacağı yıllar hariç her sene bir kez toplanır

Güvenlik İşbirliği Forumu: Silahların kontrolü, silahsızlanma ve güvenlik artırıcı önlemlerle ilgilenir.

Ekonomi ve Çevre Forumu: AGİT’in ikinci sepetine ilişkin ve yılda bir kez toplanan Ekonomi ve Çevre Forumu’nda güvenliğin ekonomik ve çevresel boyutları ele alınır.

Operasyonel Yapı ve Kurumlar

AGİT’in en önemli niteliklerinden biri de AGİT’İn esnekliğini korumak ve bir AGİT bürokrasinin doğmasını engellemek amacıyla AGİT kurumlarının bir merkezde toplanmamasıdır.

Dönem Başkanlığı: Her sene Bakanlar Konseyinde belirlenen bir devlet AGİT dönem başkanlığı görevini yürütür.

AGİT Genel Sekreteri ve AGİT Sekretaryası: AGİT Genel Sekreteri, Dönem Başkanı’nın temsilcisidir ve AGİT’in en yüksek idari sorumlusudur. Bakanlar Konseyi tarafından üç senede bir atanır;

AGİT Troykası: Dönem başkanı, bir önceki dönem başkanı ve bir sonraki dönem başkanından oluşur. Troyka’nın işlevi dönem başkanlığına tavsiyelerde bulunmakla sınırlıdır. AGİT’in geçmişini, bugününü ve geleceğini temsil eder.

AGİT Parlamenter Asamblesi: 56 ülkeden 320 üyeden oluşmaktadır. Temel amacı katılımcı devletlerin parlamentoları arasındaki diyalogu etkin hâle getirmektir.

Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları OŞsi (ODIHR): AGİT’in insani boyuta yönelik ilgisinin en açık temsilcisidir. Merkezi Varşova’dadır. 1990’da Doğu Bloku’nun yıkılmasının ardından ortaya çıkan yeni devletlerin demokratikleşme sürecinde AGİT’in oynadığı rol nedeniyle Serbest Seçimler OŞsi olarak kurulmuştur. O günden günümüze seçim gözlemciliği en önemli faaliyet alanlarından biridir. Fakat 1992’de kurumun amaçları genişletilmiş ve Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları OŞsi (ODIHR) adını almıştır. Sadece seçim gözlemciliği değil, demokratikleşme, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, hoşgörü ve ayrımcılığın önlenmesi de faaliyet alanları hâline gelmiştir. Ulusal insan hakları kurumlarının geliştirilmesi, ulusal yasal kurumlara teknik destek verilmesi, sivil toplumun ve sivil toplum örgütlerinin gelişiminin desteklenmesi ve gazetecilerin eğitimi konularında son derece aktiftir. Terörle Mücadele Eylem Planı uyarınca uluslar arası terörle mücadele antlaşmalarının ve protokollerinin uygulanmasında katılımcı devletlere teknik destek ve danışmanlık hizmeti vermek görevi de ODIHR’ye verilmiştir. Terörle Mücadele Eylem Planı uyarınca uluslararası terörle mücadele antlaşmalarının ve protokollerinin uygulanmasında katılımcı devletlere teknik destek ve danışmanlık hizmeti verir.

Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği: AGİT, Soğuk Savaş sonrasında azınlık sorunlarının çözümü ve azınlık haklarının gelişimi için önemli bir referans noktasıdır. Yüksek Komiser’in görev süresi 3 senedir fakat bir dönem daha yenilenebilir. Bağımsızlık, tarafsızlık, gizlilik ve işbirliği Yüksek Komiser’in görevinin temel nitelikleridir.

Yüksek Komiser’in açık çatışmaya dönüşmüş gerilimlere müdahalesi söz konusu değildir.

Medya Özgürlüğü Temsilcisi: Bu makam, ifade özgürlüğünü ve onun bir boyutu olan medya özgürlüğünü temel bir insan hakkı olarak kabul eden katılımcı devletlerin, bu kabulle içine girdikleri siyasi taahhüdü ne ölçüde yerine getirdiklerini değerlendirmek üzere 1996’da kurulmuş, ilk temsilci 1997’de atanmıştır. Merkezi Viyana’dadır. Üç sene için atanan temsilcinin görevi bir dönem daha uzatılabilir. Medya Özgürlüğü Temsilci’nin ilk görevi katılımcı devletlerde medyada yaşanan gelişmeleri takip etmek ve ifade özgürlüğünün ihlaline ilişkin durumlarda erken uyarıda bulunmaktır. İkinci göreviyse katılımcı devletlerin AGİT’in ifade özgürlüğü ve özgür medyaya ilişkin ilke ve taahhütlerine tam uyum sağlaması için bu devletlere yardımcı olmaktır.

AGİT Misyonları

AGİT, güvenliği sağlamak ve demokrasi ve insan haklarının gelişmesine katkıda bulunmak için gerekli gördüğü katılımcı ülkelerde misyonlar kurmak üzere bir mekanizma geliştirmiştir. Bu misyonlar AGİT saha operasyonları olarak da adlandırılır. Bu mekanizma 1992’de Yugoslavya kriziyle birlikte ortaya çıkmıştır. AGİT’in yasal bir yaptırım gücü yoktur.  Fakat hangi amaçla kurulmuş olursa olsun bütün misyonlar için İnsani Boyut önceliklidir. Hepsinin temel görevi demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün inşasını sağlamaktır. AGİT misyonları geniş bir coğraŞ alanı kapsamaktadır fakat daha önce de belirtildiği gibi bu coğraŞ alan asıl olarak Viyana’nın doğusudur. Misyonlar genelde Daimi Konsey’in kararı ve katılımcı devletlerin onayıyla kurulur. AGİT, 2010 itibarıyla yaklaşık 3000 kişinin çalıştığı toplam 18 misyon yürütmektedir.

AGİT ve Türkiye

Türkiye 1973’ten beri AGİT’in katılımcı devletlerinden biridir ve aktif olarak tüm zirvelerde ve faaliyet alanlarında yer almaktadır; 1999-İstanbul Zirvesi’ne de ev sahipliğ i yapmıştır. AGİT Parlamenterler Asamblesi’nde 8 koltuğa sahip olan Türkiye’nin AGİT Daimi Temsilciliği Viyana’dadır. AGİT ve Türkiye arasındaki en problemli alanı insan ve azınlık hakları, özelinde de Kürt sorunu oluşturmaktadır.

ÜNİTE=6

 

Bölgesel Ekonomik Bütünleşmeler

LATİN AMERİKAN ENTEGRASYON BİRLİĞİ

Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Ekvator, Meksika, Paraguay, Peru, Uruguay ve Venezuela’dan oluşan on bir üyeli Latin Amerika Entegrasyon Birliği (ALADI/ LAIA, Latin American Integration Association), 1980’de imzalanıp, 1981 yılında yürürlüğe giren Montevideo Anlaşması ile kuruldu. Kuruluş amacı bu on bir üye arasında ekonomik işbirliğinin sağlanmasıdır. ALADI, Latin Amerika’da bir ortak pazar oluşturulmasını amaçlayan ve 1960 yılında kurulan Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği’nin (LAFTA) yerini alan bir örgüttür. LAFTA çerçevesi, fazla ilerleme sağlanmasına olanak tanımamıştır. ALADI ise bu deneyimin ardından daha esnek bir yapı olarak düşünüldü. Buna göre, örgüt serbest ticareti destekleyecek sınırlı bir role sahip olacak, ortak pazar için ise bir zaman çizelgesi düşünülmeyecekti. Bu doğrultuda üyeler, 1984’te, Bölgesel Gümrük Tercihi çerçevesini benimsediler ve bunu 1987 ve 1990’da genişlettiler. ALADI ile Latin Amerika’daki bütünleşme çabalarına, üye ülkelere ticaret, tarifeler ve teknolojik işbirliği alanlarında hareket serbestisi tanıyan bir perspektif getirildi. Buna göre örgüt, serbest ticareti destekleyecek sınırlı bir role sahip olacak, ortak pazar için ise bir zaman çizelgesi düşünülmeyecekti. İkinci ve önemli diğer bir fark da ALADI’ye üye ülkelerin, kendi aralarında kısmi anlaşmalar imzalayabilmelerine olanak sağlanmasıydı.ALADI içinde ekonomik düzeylerine göre üye ülkeler üçe ayrılmıştır. Brezilya, Arjantin ve Meksika çok gelişmiş ülkeler; Şili, Kolombiya, Peru, Uruguay ve Venezüella orta gelişmişlikte ülkeler; Bolivya, Ekvator ve Paraguay ise az gelişmiş ülkeler olarak sınışandırılmıştır. ALADI’nin LAFTA’dan farklı bir diğer özelliği, üye ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre, aşamalı olarak bu bütünleşmeye katılmalarına olanak tanımasıdır. Böylelikle, bütünleşmenin gelişmiş ülkeleri olan Brezilya, Arjantin ve Meksika’nın dışında kalan ve daha az gelişmiş ülkeler olan And Ülkeleri’nin, LAFTA’dan çekilmelerine gerek kalmamış ve genel olarak Latin Amerika’da bütünleşmenin hızlanmasını sağlayacak bir ‘’bölge-altı’’ bütünleşme oluşturulmuştur. ALADI’yi kuran antlaşma, oldukça esnek bir biçimde, katılmak isteyen ülkelere katı kurallar koymadan örgüte üyelik olanağı sağlamıştır. And Ülkeleri; Venezuela, Kolombiya, Ekvator, Peru, Bolivya, Arjantin ve Şili ülkelerinden oluşur. Kurumsal yapısı da LAFTA’dan farklıdır. ALADI’nin dört temel organı, Dışişleri Bakanları Konseyi, Değerlendirme ve Uyum Konferansı, Temsilciler Komitesi ve Genel Sekreterlik’tir. Bütünleşme sürecine ilişkin temel kararları Konsey alır. Bu kararların denetim ve değerlendirmesini yapan organ ise Değerlendirme ve Uyum Konferansı’dır. Temsilciler Komitesi üçüncü ülkelerle ilişkileri yürütür. Genel Sekreterlik ise teknik ve idari işlerle ilgilenen organdır. ALADI içinde, tüm bölgeyi kapsayacak şekilde yürürlükte olan anlaşma ise Bölgesel Tarife Tercihi (Regional Tariff Preference-RTP)’dir.

GÜNEY ORTAK PAZARI

AB ve NAFTA’dan sonra dünyanın üçüncü büyük ortak pazarı olarak kabul edilen Güney Ortak Pazarı – MERCOSUR, (Mercado Comun del Cono Sur/ MERCOSUL, Mercado Comum do Sul, Southern Common Market) Arjantin, Brezilya, Uruguay ve Paraguay tarafından imzalanan 26 Mart 1991 tarihli Asuncion Antlaşması ile kuruldu. Örgütün Genel Sekreterliği Uruguay’ın başkenti Montevideo’dadır. Tam üyelik sürecinde, üyeliğinin onaylanması beklenen Venezuela’nın yanı sıra, Bolivya, Şili, Kolombiya, Ekvator ve Peru ortak üye (associate member) statüsündedirler. Bir ortak pazar olarak MERCOSUR’un da temel amacı bölge içi gümrük tarifelerinin kaldırılması ve mal, hizmet ve sermayenin serbestçe dolaşımının sağlanmasıdır. Ticaretin giderek serbestleşmesi ile üyeler arasında diğer ekonomi politikalarının da uyumlulaştırılması hedeşenmiştir. Latin Amerika’nın uzun ve başarısızlıklarla dolu ekonomik bütünleşme tarihinde MERCOSUR bir istisnadır. Blok içi ihracat artışından en fazla yararlanan ülkeler Arjantin ve Brezilya’dır. Örgütün ortak üyeleri Bolivya, Şili, Kolombiya, Ekvator ve Peru serbest ticaret anlaşmalarına katılabilmekte ancak gümrük birliğinin dışında yer almaktadırlar. Şili’nin 1996’da MERCOSUR ile imzaladığı serbest ticaret anlaşması ihracatını önemli ölçüde arttırmıştır. Avrupa Birliği ile MERCOSUR arasında Aralık 1995’te imzalanmış bir Bölgelerarası İşbirliği Anlaşması mevcuttur. Bu anlaşmaya göre düzenli olarak bakanlar düzeyinde gerçekleştirilen toplantılarla, iki bölge arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

KUZEY AMERİKA SERBEST TİCARET ANLAŞMASI

ABD’nin ekonomik işbirliği için başvurduğu ilk ülke kuzey komşusu Kanada olacaktı. İki ülke arasındaki görüşmeler, bir ikili işbirliği anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlandı. 1988’de onaylanan “Kanada-Birleşik Devletler Serbest Ticaret Bölgesi Antlaşması” 1989 yılı Ocak ayında yürürlüğe girdi. Anlaşma, bu iki gelişmiş ülke arasında belirli mal ve hizmet alanlarında bir serbest ticaret alanı yaratarak, ticaretin önündeki tarife ve tarife dışı engelleri kaldırmaya yönelikti. 1992’de bir anlaşma metninde mutabık kalınması ve söz konusu metnin 1992 yılı Ağustos ayında imzalanmasıyla sonuçlandı. Böylece Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (The North American Free Trade Agreement: NAFTA) ortaya çıkmış oldu. engelin de aşılmasının ardından ülkelerin yetkili organlarınca onaylanan anlaşma, 1 Ocak 1994’te yürürlüğe girdi ve dünyanın en büyük ekonomik işbirliği alanlarından biri hayatiyet kazandı. NAFTA, taraf üç ülke ABD, Kanada ve Meksika arasında belirli malların ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanması amacıyla tarife ve tarife dışı düzenlemelerin 15 yıl içerisinde ortadan kaldırılmasına dayanan bir anlaşmadır. Nitekim 1 Ocak 2008’den itibaren anlaşmada belirlenen mal ve hizmetlerle ilgili tüm kısıtlamalar tamamen kaldırılmıştır. NAFTA belirli mal ve hizmet alanlarında bir serbest ticaret alanı yaratan kısıtlı bir ekonomik entegrasyondur. ABD ve Meksika arasındaki en önemli sorunlardan biri Meksika’dan ABD’ye yönelik yasadışı iş gücü göçüdür. Anlaşma çok gevşek bir ekonomik entegrasyon modeline dayandığından, doğal olarak uluslarüstü hiçbir kurum ya da mekanizma da oluşturulmamıştır. anlaşmada iki kurumsal organın oluşturulduğu da görülmektedir: Bu organlardan birincisi, anlaşmanın 2001. maddesi çerçevesinde oluşturulan Serbest Ticaret Komisyonu’dur. Komisyonda taraf devletler bakan seviyesinde temsil edilmektedirler. Kararlar -komisyon aksi yönde bir karar almadıysa- oy birliğiyle alınmaktadır. Yılda düzenli olarak en az bir kere toplanan komisyonda, taraf devletlerin temsilcileri dönüşümlü olarak başkanlık yapmaktadırlar. Komisyonun temel görevleri ise antlaşmanın uygulanmasını denetlemek, taraf devletler arasında çıkabilecek anlaşmazlıkları çözmek, kurulabilecek komiteleri ve çalışma gruplarını idare etmek ve anlaşmanın uygulanmasıyla ilgili etkide bulunabilecek diğer hususları gözden geçirmektir. İkinci organ ise anlaşmanın 2002. maddesi doğrultusunda oluşturulanSekreteryadır. Sekretarya, anlaşmaya taraf üç ülkede oluşturulan ulusal sekretaryaların birleşiminden oluşmaktadır. ABD sekretaryası Washington’da, Kanada sekretaryası Ottowa’da, Meksika sekretaryası ise Mexico City’de bulunmaktadır. Sekretaryanın temel görevi ise, ulusal endüstriler ya da hükûmetler arasındaki ticari anlaşmazlıkları zamanında ve yansız bir biçimde çözmektir.

AVRUPA SERBEST TİCARET BİRLİĞİ

İngiltere gibi, Avusturya, Danimarka, Şnlandiya, İsveç, İsviçre, İzlanda, Norveç ve Portekiz gibi ülkeler de kendi ekonomik durumları ve dış politika tercihleri nedeniyle AET’den yapılan çağrıya olumlu yanıt vermediler. Fakat uluslararası ekonomik işbirliği çabalarının başarılı sonuçlar verdiği, üstelik söz konusu ülkelerin girmeyi reddettiği AET üyesi ülkelerin AKÇT’nin kurulduğu 1951 yılından beri, ekonomik işbirliğini derinleştirerek büyük ekonomik kazanımlar elde etmeleri, farklı ilkelere de dayansa, Avrupa’da yeni bir uluslararası işbirliği platformu kurulmasının önemini gözler önüne sermekteydi. Bu düşünce çerçevesinde hareket eden ülkeler, 21 Temmuz 1959’da yapılan bakanlar düzeyindeki bir konferansta, bir serbest ticaret bölgesi kurulmasını kararlaştırdılar. Kararın ardından 7 ülkenin temsilcileri 20 Kasım 1959’da Avrupa Serbest Ticaret Birliği (European Free Trade Association: EFTA)’nin kuruluş metnini oluşturdular. 4 Ocak 1960’da ise EFTA Konvansiyonu Stockholm’de imzalandı ve 3 Mayıs 1960’da yürürlüğe girdi. Stockholm Konvansiyonu taraf ülkeler arasında sanayi mallarının serbestçe mübadelesini sağlamak amacıyla bütün engellerin kaldırılmasına dayalı bir yapı kurmaktaydı. Gözetilen temele amaçlar; tam istihdamın sağlanması, hayat seviyesinin yükseltilmesi, ekonomik istikrarın korunması ve dünya ticaretinin gelişmesine katkıda bulunmaktı. Bunların yanı sıra, ülkeler arası ticarette adil rekabetin sağlanması ve üye ülkelerde üretilen ham madde arzının dengelenmesi de amaçlanmıştır. EFTA’nın temel fonksiyonu, üye ülkeler arasındaki ticareti serbestleştirerek rekabeti sağlamaktır. AET’den farklı olarak serbestleştirme hizmet ve sermaye alanlarını içermediği gibi tarımsal mallar da kapsamda yer almamaktadır. İngiltere’nin üstelik EFTA üyesi olan Danimarka’yla birlikte AET’ye üye olarak 1973’te örgütten ayrılması sonucunda, EFTA’nın AET karşısında erime süreci başlamıştır. 1986’da kurucu üyelerden Portekiz de EFTA’dan ayrılarak AET’ye katıldı. 1995’de Şnlandiya, İsveç ve Avusturya’nın da EFTA’dan ayrılarak AB’ye katılmasıyla örgüt önemini çok büyük oranda kaybetti. Bütün bu gelişmelere rağmen, 1980’lerde EFTA ile AET arasında başlayan ortak bir Avrupa ekonomik alanı yaratma yönündeki görüşmelerin, 1 Temmuz 1994’te imzalanan Avrupa Ekonomik Alanı Antlaşması’yla sonuçlandırılması, söz konusu antlaşmaya taraf olmayan İsviçre dışındaki EFTA ülkelerinin AB’ye farklı bir biçimde de olsa bağlanmasına sebebiyet verdi. Böylece örgüt etkisizliğini neredeyse tamamen yitirme tehlikesini bir şekilde aşmış oldu. Avrupa Ekonomik Alanı, EFTA üyelerinin AB üyesi olmadan AB Tek Pazarı’ndan yararlanmalarını sağlamaktadır. Örgütün gevşek işbirliği ilkesi üzerine inşa edilmesi, kuruluşundan günümüze kadar hayli zayıf ve küçük bir örgütsel yapıya sahip olması sonucunu doğurdu. Örgütün, temel organları şunlardır:

 Konsey: Temel görevi Stockholm Konvansiyonu’nun uygulanmasını gözetmek, sorunların çözümünü sağlamak ve diğer ülkeler ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerin yürütülmesidir. Konsey’de her üye ülkenin bir oy hakkı mevcuttur. Kararlar ve tavsiyeler genelde oy birliği ile alınmaktadır ve bağlayıcıdırlar. Bazı durumlarda karar almak için sadece basit çoğunluk aranır. Yılda iki defa ticaret ya da dışişleri bakanları seviyesinde toplanmaktadır. Dönüşümlü başkanlık sistemi uygulanmakta, her altı ayda bir başkanlık üye ülkelerden birisine sırayla geçmektedir.

Komiteler: Parlamenterler Komitesi: EFTA üyesi ülkelerin parlamenterlerinden oluşan bu organın temel işlevi, üye ülke halklarının örgütle daha doğrudan bir bağ kurabilmesini sağlamaktır. Avrupa Parlamentosu ile de ilişkiler kurarak AB ve EFTA arasındaki bağları daha da güçlendirilmesi hedeşenmiştir.

Danışma Komitesi: Üye ülkelerin işçi ve işveren sendikalarının temsil edildiği sosyal bir forum işlevini görmektedir. Üye ülkelerin her biri 6’şar temsilci göndermektedir.

Sekreterya: Genel OŞsi Cenevre’de bulunan genel sekreter, örgütün aktivitelerini koordine etmek ve örgütün tüm kaynaklarının kullanımından sorumludur.

Gözetim Otoritesi: Avrupa Ekonomik Alanı’nın oluşturulmasından sonra bu alan içinde yer alan EFTA ülkelerinde Avrupa Ekonomik Alanı Anlaşmasının dayandığı özgürlüklerin uygulanmasını gözeten bir EFTA organıdır. Merkezi Brüksel’de bulunan Otorite, EFTA ülkelerinden bağımsız hareket etmektedir

Mahkeme: Mahkeme, Avrupa Ekonomik Alanı kurallarının uygulanması amacıyla EFTA üyesi (İsviçre dışında) ülke mahkemelerine tavsiye görüşleri sunmak, herhangi bir Avrupa Ekonomik Alanı kuralının uygulanması ya da yorumlanması, EFTA üyesi ülkeler arasındaki uyuşmazlıkların çözüme bağlanması gibi görevlere sahiptir. Üç yargıçtan oluşan mahkeme üyeleri üç katılımcı EFTA ülkesinden birer tane olmak üzere 6 yıllığına görev yapmaktadırlar.

ASYA-PASİFİK EKONOMİK İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ

1967’de Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) kurulmuştur. 1970’lerin sonlarındanitibaren bölgesel işbirliğini daha da genişletmek ve sadece Uzak Doğu’yu değil, tüm PasiŞk bölgesini içine alan daha geniş bir örgütlenmenin sağlanması Şkirleri dile getirilmeye başlanmış, 1980’lerde bu yöndeki girişimler daha da artmıştır. Dünya üzerinde neo- liberal politikaların güç kazanması, bölge ülkelerinin neo-liberal dışa açık ekonomi modelini benimsemeleri ve kalkınmalarını ihracata dayandıran bir ekonomik anlayışa sahip olmaları, Avrupa Birliği gibi bir uluslararası entegrasyon modelinin başarısı ve giderek ulusüstü bir yapıya dönüşmesi, bölge ülkelerini bu konuda cesaretlendiren olgular olarak önemlidir. Kasım 1989’da Avustralya’nın Canberra kentinde yapılan dışişleri bakanları düzeyindekitoplantı sonucunda 12 Asya-PasiŞk ülkesi APEC’in kurulmasını kararlaştırdılar. Örgütünkurucu üyeleri; Avustralya, Brunei, Kanada,  Endonezya, Japonya, Güney Kore, Malezya, Yeni Zelanda, Şlipinler, Singapur, Tayland ve ABD idi. Örgüte daha sonra sırasıyla 1991’de Çin, Honkong, Tayvan, 1993’te Meksika ve Papua Yeni Gine, 1994’te Şili, 1998’de ise Peru, Rusya ve Vietnam katıldı. Örgütün kuruluşu 1989’a kadar gitse de, temel hedeşerinin ne olacağının belirlenmesi bile 1994 yılını bulmuştur. Örgütün bir sekretaryasının olması 1992’de Bankok toplantısında kararlaştırılmış ve Singapur’da küçük bir sekretarya kurulmuştur. Bu durum, Örgüte egemen olan ve günümüze kadar süren bir anlayışı göstermesi açısından önemlidir.  APEC’in temel hedeşeri 1994’te Endonezya’nın Bogor kentinde yapılan toplantı da kararlaştırıldı. Bogor Hedeşeri olarak adlandırılan bu temel hedeşer şunlardır:

  • Ticaretin ve yatırımın serbestleştirilmesi,
  • İktisadi ve ticari faaliyetlerin kolaylaştırılması,
  • Ekonomik ve teknik işbirliği.

Bogor Hedeşeri’nin hayatiyet kazanması amacıyla 1995’te Japonya’nın Osaka şehrinde yapılan toplantıda bir eylem ajandası kabul edildi. Osaka Eylem Ajandası şu alanları kapsamaktadır: Gümrükler, gümrük dışı kısıtlamalar, hizmetler, yatırım, standartlar ve uyum, gümrük mevzuatları, Şkrî haklar, rekabet politikası, kamu alımları, [piyasa] düzenleme/düzenleyici kurallarının gözden geçirilmesi, Dünya Ticaret Örgütü yükümlülükleri, anlaşmazlıkların uyuşturulması, iş adamlarının hareketliliği, bilgi toplama ve analiz. Osaka Eylem Ajandası çerçevesinde üye ülkeler, söz konusu alanlarda Örgütçe belirlenmiş hedeşere ne kadar ulaşabildiklerini “ülkesel eylem planları” ile bildirmektedirler. Nitekim 1996’da Manila’da yapılan APEC toplantısında üye ülkeler ilk ülkesel eylem planlarını sunmuş, ilk kolektif eylem planı da hazırlanmıştır. Zayıf bürokratikleşmesine rağmen Örgüt, faaliyetlerini yürütebilmek için çeşitli komiteler ve çalışma grupları oluşturmuştur. Örgüt’ün üst düzey komiteleri şunlardır:

Ticaret ve Yatırım Komitesi: 1993’te kurulan bu Komite, APEC’in temel hedeŞ olan ticaretin ve yatırımların serbestleştirilmesinin koordinasyonuyla yükümlüdür.

 Ekonomik Komite: 1994’te kurulan ve yılda iki defa toplanan bu komite ise üye ülkeler arasındaki serbest ticareti ve yatırımları engelleyen olguların kaldırılması görevini yürütmektedir.

Üst Düzey Yetkililer Ekonomik ve Teknik İşbirliği İcra Komitesi: 1998’de kurulan ve 2005’te daha da güçlendirilerek dönüştürülen bu komite, Osaka Eylem Planı’nda yer alan ve APEC’in ekonomik ve teknik işbirliği ajandasında sıralanan eylemlerin koordinasyonu ve yönetiminden sorumludur.

Bütçe ve Yönetim Komitesi: Komite, Üst Düzey Yetkililer Ekonomik ve Teknik İşbirliği İcra Komitesi toplantılarında karara bağlanan bütçe, işletme ve yönetim konularında danışmanlık görevini yerine getirmektedir. APEC kurulduğu ilk 10 yıllık dönemde daha çok ekonomik meseleleri gündemine alırken 2000’li yıllarda siyasal ve sosyal meseleleri de gündemine almıştır. APEC Zirveleri devlet ve hükûmet başkanları düzeyinde her yıl farklı bir ülkede yapılmaktadır. Bunlara ek olarak düzenli bir biçimde, eğitim, enerji, çevre ve sürdürülebilir kalkınma, maliye, insan kaynakları yönetimi, bilim ve teknolojide bölgesel işbirliği, küçük ve orta işletmeler, telekomünikasyon ve bilgi endüstrisi, turizm, ticaret, taşımacılık ve kadın sorunları konularında üye ülkelerin ilgili bakanları toplanarak görüşmeler yapmaktadırlar. APEC açısından bir başka önemli kurum da İş Dünyası Tavsiye Konsülü’dür. Konsül, iş dünyası perspektiŞnden bakarak yıllık bir rapor hazırlamaktadır. Rapor, APEC coğrafyasındaki iş ve yatırım ortamını geliştirmeye dönük tavsiyeleri ihtiva etmektedir. Konsül yılda 4 kez toplanmakta ve bakanlar düzeyinde yapılan toplantılara bir temsilci göndermektedir.

AVRASYA EKONOMİK TOPLULUĞU

Avrasya Ekonomik Topluluğu (EAEC/EurASEC) bu Şkir çerçevesinde ortaya çıkan örgütlerden biri oldu. Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Belarus; Rusya Federasyonu ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmek amacıyla yeni örgütlenme içinde yer almak isteyen ülkeler olarak bu hareketin içinde yer aldılar. Bu ülkelerin amacı Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra karşı karşıya kaldıkları büyük ekonomik sorunları aşabilmek ve Rusya ile yakın işbirliğinin kendilerine sağlayacağını düşündükleri siyasal ve askerî avantajları da kullanabilmekti. Avrasya Ekonomik Topluluğu’nun kurulma süreci, 6 Ocak 1995’te Rusya ile Belarus arasında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’yla başlamaktadır. Bu anlaşmaya 20 Ocak’ta Kazakistan da katıldı. Anlaşma, “tüm engellerin ortadan kaldırılmasıyla katılımcı ülkelerin arasında malların serbestçe dolaşımının sağlanması”, “üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük politikası izlenmesi” ve “serbest piyasa ekonomisi ilkeleri ile ortak mevzuat çerçevesinde aynı tip düzenleme mekanizmalarının oluşturulması”na dayanmaktaydı. Söz konusu anlaşmayı 29 Mart 1996’da, bu sefer Kırgızistan’ın da katılımıyla sayısı dörde çıkan ülkeler tarafından imzalanan, Ekonomik ve İnsani Alanlarda Entegrasyonun Derinleştirilmesi Anlaşması izledi. Anlaşma’yla, taraf ülkeler Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) çerçevesinde entegrasyonun derinleştirilmesi yönündeki iradelerini bir kez daha yinelerken yeni oluşumun BDT’yi ikame etme amacı taşımadığını da vurgulamış oluyorlardı. Avrasya Ekonomik Topluluğu’na Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan ve Özbekistan üyedir. 7 Ekim 2005’te St. Petersburg’da yapılan Orta Asya İşbirliği Örgütü (Central Asian Cooperation Organization: CACO) toplantısında örgütün feshedilerek, Avrasya Ekonomik Topluluğu ile birleşmesi kararı alındı. 2002’de kurulan Orta Asya İşbirliği Örgütü üyelerinden bir tek Özbekistan Avrasya Ekonomik Örgütü üyesi değildi. Özbekistan’ın da 25 Ocak 2006’da üye olmasıyla örgütün üye sayısı 6’ya çıktı. Günümüzde yukarıda belirtilen tam üye 6 ülke dışında Moldova, Ukrayna ve Ermenistan örgüte gözlemci statüsünde üyedirler. Ayrıca Avrasya Ekonomik Topluluğu, örgütsel olarak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda gözlemci statüsüne sahiptir. Avrasya Ekonomik Topluluğu’nun örgütsel yapısı şu şekildedir:

Devletlerarası Konsül: Üye devletlerin devlet ve hükûmet başkanlarınca oluşturulan Devletlerarası Konsül, örgütün en yüksek karar organıdır. Konsülün temel fonksiyonları şunlardır:

  • Üye devletlerin genel çıkarlarıyla ve toplulukla ilgili temel konularda karar almak,
  • Strateji belirlemek, entegrasyonla ilgili konuları değerlendirmek ve topluluğun hedefleri ve amaçlarını gerçekleştirmek için karar vermek.

Konsülde tüm taraşarın oydaşmasıyla karar alınması esastır. Konsül, devlet başkanları düzeyinde yılda en az bir kere, hükûmet başkanları düzeyinde ise en az iki kere toplanmaktadır Bütçeye katkı oranı farklılık göstermektedir: % 40 Rusya, % 15 Belarus, % 15 Kazakistan, % 15 Özbekistan, %7.5 Kırgızistan ve %7.5 Tacikistan.

Entegrasyon Komitesi ve Sürekli Temsilciler Komisyonu: Üye ülke hükûmetlerinin temsilcilerinden oluşan Entegrasyon Komitesi, örgütün ana idari organıdır. Komite çalışmalarını icra ederken, kendi toplantılarının yanında rutin işleri de yürüten Sürekli Temsilciler Komisyonu tarafından asist edilir. Komisyon üye ülke devlet başkanları tarafından atanan elçilerden oluşmaktadır. Entegrasyon Komitesi en azından üç ayda bir Almatı ya da Moskova’da toplanmaktadır. Komitenin en önemli görevleri şunlardır:

  • Örgüt organları arasında işbirliğini sağlamak,
  • Devletlerarası Konsül’ün toplantı gündemiyle ilgili öneriler, karar taslakları ve belgeleri hazırlamak,
  • Örgüt bütçesin hazırlanması ilgili öneriler yapmak ve bütçenin icrasını takip etmek,
  • Konsül tarafından alınan kararların uygulanmasını takip etmek,
  • Örgütün sektörel işbirliği kurumlarının aktivitelerine danışmanlık yapmak.

Komisyonun temel görevleri ise şunlardır:

  • Örgütün düzenli ve etkili bir biçimde çalışmasını sağlamak,
  • Üye ülkeler arasında işbirliğini güçlendirmek ve entegrasyonu derinleştirmek için taraşar arasında uyumu sağlamak,
  • Örgüt ile üye devletlerin ilgili kurumları ve örgütleri arasında karşılıklı etkileşimi sağlamak.

Sekreterya: Sekretarya Örgüt’ün sürekli organlarından biridir ve Örgüt çalışmasının koordinasyonu ile Devletlerarası Konsül’e ve Entegrasyon Komitesi’ne bilgi sağlanması ve teknik destek verilmesinden sorumludur.

Parlamentolararası Asamble: Örgüt yapısı içinde üye ülke parlamenterleri tarafından oluşturulan Asamble, Devletlerarası Konsül’e ve Entegrasyonu Komitesi’ne tavsiyelerde bulunmak ve soruşturmak, Topluluk Mahkemesi’ni soruşturmak gibi yetkileri haizdir.

Topluluk Mahkemesi: Örgüt’ün kurucu anlaşmasında, üye ülkeler arasındaki uyuşmazlıkları çözmek ve hukuksal kuralların tek biçimde uygulanmasını sağlamak amacıyla bir yargısal organ oluşturulması da bağıtlanmıştı.  Topluluk Mahkemesi tam olarak kurulana kadar yargı fonksiyonunun BDT Ekonomik Mahkemesi tarafından yerine getirilmesi kararlaştırıldı. Bu bağlamda BDT ve Avrasya Ekonomik Topluluğu arasında yapılan bir anlaşmayla yargı fonksiyonunun BDT çatısı altında yürütülmesi taraşarca bağıtlandı. Günümüze kadar da mahkemenin kurulması yönünde bir adım atılmadı. Dolayısıyla mahkeme Avrasya Ekonomik Topluluğu’nun hayatiyet bulamayan bir organı durumundadır.

KÖRFEZ İŞBİRLİĞİ KONSEYİ

Özgün adı Körfezin Arap Devletleri İçin İşbirliği Konseyi (GCC) olan bu bölgesel örgüt, 25 Mayıs 1981’de Abu Dabi’de kuruldu. Üyeleri Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, SuudiArabistan Krallığı, Umman Sultanlığı, Katar ve Kuveyt’dir. Körfez İşbirliği Konseyi kurucuantlaşmasının 4. maddesi, örgütün amacını, altı üye devlet arasında, tüm alanlarda koordinasyon ve bütünleşmenin sağlanması olarak tanımlamıştır. Yine aynı maddeye göre, üye devletlerin vatandaşları arasında işbirliği, ilişki ve bağların güçlendirilmesi; ekonomi, Şnans, ticaret, gümrük uygulamaları, turizm, yönetim gibi alanlarda benzer ve uyumlu düzenlemeler oluşturulması; endüstri, madencilik, tarım, su ve hayvan kaynakları gibi alanlarda bilimsel ve teknolojik ilerlemenin desteklenmesi; bilimsel araştırma merkezlerinin, ortak girişimlerin kurulması ve özel sektörde de işbirliğinin sağlanması temel amaçlardandır.Kurumsal açıdan bakıldığında, KİK’in beş temel organı bulunmaktadır.  Yüksek Konsey en üst düzey karar alma organıdır ve üye ülkelerin devlet başkanlarından oluşur. Yüksek Konsey’in başkanlığı her yıl, alfabetik sıraya göre dönüşümlü olarak yürütülür. Yılda bir kez düzenli olarak toplanır. Yüksek Konsey, GCC’nin temel politikalarını belirler, alt birimlerce hazırlanan raporları ve önerileri inceleyerek kararlar alır, Genel Sekreteri atar ve Genel Sekreterlik bütçesini onaylar. Diğer bir önemli organ olan Danışma Konseyi ise her üye ülkeden seçilen beş uzmandan oluşur ve amaçlara uygun olarak Konsey tarafından belirlenen konularda çalışmalar yapar. Üye ülkelerin dışişleri bakanlarından oluşanBakanlar Konseyiörgütün amaçları doğrultusunda projeler ve öneriler hazırlar. Genel Sekreterlik ise Yüksek Konsey tarafından atanır ve örgütün yürütme organıdır. Örgütün üyeler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek üzere, bir de Anlaşmazlıkların Çözümü Komisyonu vardır. Ortak Pazar, üye ülkelerin vatandaşları arasında serbest dolaşım, ikamet, çalışma izni, sosyal güvenlik, mülk edinme, sermayenin serbest dolaşımı, eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve vergi alanlarında ortak uygulamalar ile ekonomik ve parasal birlik hedeflerini içermektedir. KİK’in en önemli ticaret ortakları sırasıyla AB, Japonya ve ABD’dir. En çok ihracat yaptıkları ülkeler Japonya, Kore, Çin, Singapur ve Tayland iken ithalat ortaklarının başında AB ve ABD gelmektedir.

AFRİKA BİRLİĞİ ÖRGÜTÜ

Bugün Afrika Birliği (OAU/ African Union-AU) adını almış olan bu geniş ölçekli bölgesel örgütün ortaya çıkışı, kıtaya özgü çok derin ekonomik ve insani sorunların çözülmesi amacıyla 1960’lardan beri devam eden bütünleşme çabalarının geldiği nihai noktayı temsil etmektedir. Afrika Birliği Örgütü ilk olarak 25 Mayıs 1963’de, otuz iki bağımsız Afrika devletinin devlet ve hükûmet başkanları tarafından Addis Ababa’da kurulmuştur. Bu yapının Afrika Birliği’ne dönüşme süreci ise, örgüt üyesi devlet ve hükûmet başkanlarının 9 Eylül 1999’da Sirte’de yayımladıkları bir deklarasyonla başlamıştır. 1999’daki girişimin ardından, 2000’deki Lome Zirvesi’nde Birliğin Kurucu Antlaşması kabul edildi. 2001’deki Lusaka Zirvesi’nde, Birlik Antlaşması’nın uygulanması için yol haritası saptandı ve nihayet 2002 Durban Zirvesi’nde, Afrika Birli-ği’nin 1. Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi toplanarak 53 ülkenin katılımıyla Afrika Birliği resmen kurulmuş oldu. Sonuç olarak Afrika Birliği, 1963’te kurulan Afrika Birliği Örgütü ve 1994’te kurulmuş olan Afrika Ekonomik Topluluğu’nu da içine alan uluslararası bir örgüt olarak ortaya çıktı. Kurucu Antlaşma’ya göre Birliğin vizyonu, Afrika’yı, bütünleşmiş, zenginleşmiş ve barış içinde yaşayan, kendi toplumları tarafından yönetilen ve küresel alanda dinamik bir güç olarak kendi kendini temsil eden bir seviyeye çıkarmaktır. Afrika’nın küresel bir aktör olabilmesi için siyasal ve sosyo-ekonomik bütünleşmesinin hızlanması şarttır. Antlaşma’ya göre, ekonomik açıdan en temel meseleler sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması, Afrika ekonomilerinin bütünleştirilmesi, Afrika toplumlarının yaşam standartlarının yükseltilebilmesi için tüm insani gelişme alanlarında işbirliğinin desteklenmesi, mevcut ve gelecekte kurulması muhtemel bölgesel ekonomik topluluklarının politikalarının, son tahlilde Birlik amaçlarına ulaşılması açısından uyumlaştırılmasıdır. Devlet ve Hükûmet başkanlarından oluşan Genel Kurulörgütün en yüksek organıdır, yılda bir kez toplanarak örgütün politikalarını saptar. Yürütme işlevini görenBakanlar Konseyiüye hükûmetlerin atadığı bakanlardan oluşur ve Genel Kurul’a karşı sorumludur. Komisyon, başkan, başkan yardımcısı, sekiz komiser ve ilgili memurlardan oluşur. Afrika Birliği’nin rutin çalışmalarını yürüten temel organdır, Birliği temsil eder, ortak pozisyonlarının taslaklarını hazırlar, stratejik planları ve çalışmaları yaparak Konsey’in dikkatine sunar. Sürekli Temsilciler Komitesi, üye ülkelerin sürekli olarak temsil edilmek üzere seçtikleri kişilerden oluşur ve Konsey’in çalışmalarının altyapısını hazırlamakla görevlidir. Pan-Afrika Parlamentosu, ulusal parlamentolardan seçilen 265 üyeden oluşur ve Afrika halklarının örgütteki demokratik temsilini sağlama amacındadır. Genel sekreterliksüreklidir, merkezî Addis Ababa’dadır. İmzalanan antlaşmaların uygulanması ve örgütün kuruluş ilkelerinin gerçekleştirilmesine yardımcı olur. Adalet Divanı henüz kuruluş aşamasındadır. Ana amacı insan hakları ve iyi yönetişim ilkelerinin yerleştirilmesidir. Bir ceza mahkemesi olarak çalışması da planlanmaktadır.

ÜNİTE=7

 

Sui Generis Örgütler

BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU Kuruluş Süreci

SSCB’nin dağılma sürecinin tamamlanması kimi araştırmacılara göre 8 Aralık 1991’de imzalanan Minsk Anlaşması’yla olmuştur. Bu tarihte Belarus’ta bir araya gelen Rusya, Belarus ve Ukrayna yöneticileri  SSCB’nin dağıldığını, Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT)’nun kurulduğunu ilan etmişlerdir. Bağımsız Devletler Topluluğu 8 Aralık 1991 tarihinde Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Belarus’un Bağımsız Devletler Topluluğunu kuran anlaşmayı imzalayarak Sovyetler Birliği’ne son vermesiyle kurulmuştur. 21-22 Aralık’ta o dönemde Kazakistan’ın başkenti olan Almaata’da imzalanan Protokol’le BDT’nin kuruluş süreci tamamlanmıştır. Ardından, Garbaçov, 25 Aralık’ta yaptığı televizyon konuşmasıyla görevinden istifa etmiştir Genel olarak, o dönemde BDT’yi oluşturan cumhuriyetler arasında kesintisiz bağlar kurmak bir zorunluluktur İkincisi, BDT siyasi açıdan da bir zorunluluktu. Üçüncüsü, toplumsal açıdan da bir zorunluluktu. Son olarak, askerî açıdan yaşanan zorunluluktan söz edilebilir. SSCB’nin yıkılma süreci içerisinde, geride kalan ülkeler arasında sıkı bir iletişim zorunluluğu BDT’nin doğmasına yol açmıştır. Genel olarak BDT içerisinde RF’nin ağırlığından ve bu yapıyı kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme çabalarından söz edilebilir. İkinci olarak, üyeler arasındaki çatışmaya varan anlaşmazlıklar vardı. Anlaşmazlıklardan biri RF ile Moldova arasında ve Transdinyester bölgesi konusundaydı. Çıkan çatışmalar 21 Temmuz 1992’de RF’nin Moldova’nın toprak bütünlüğünü kabul etmesiyle sona erdi. Bir başkası RF ile Ukrayna arasında Karadeniz Donanması’nın paylaşımına ilişkin anlaşmazlıktı. Bu anlaşmazlık çatışmaya yol açmadıysa da çözüme kavuşması 1997’yi buldu. Kafkaslar’da yaşanan anlaşmazlıklar daha az karmaşık değildi. Gürcistan, başından başlayarak toprak bütünlüğü sorunuyla uğraştı. Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri bağımsızlıkları için Merkezi Tişis Yönetimi’ne karşı savaştılar. Çatışmalar, 14 Temmuz 1992’de Güney Osetya ve 20 Haziran 1994’ten başlayarak Abhazya sınırına Rus askerlerinin konuşlanmasıyla sona erdirildi. Başlangıçta böyle bir girişime uzak duran Gürcistan’ın BDT üyeliği, bu süreç içerisinde RF’ye olan bağımlılık nedeniyle 22 Ekim 1993’te gerçekleşti. Azerbaycan’la Ermenistan arasında Karabağ üzerine yaşanan çatışmalar zaman zaman katliam noktasına geldi. SSCB döneminde Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge olan Karabağ’ın tarihî Ermeni toprağı olduğunu savunan Ermenistan, bölgede SSCB’den arta kalan silah ve personelin de yardımıyla Karabağ’ın da içinde bulunduğu Azeri topraklarını işgal etti. Sonuçta işgal edilen toprak parçası Azerbaycan ülkesinin % 20’sine ulaştı. Çatışmalar Mayıs 1994’te sona erdiyse de bir çözüm söz konusu değildi. Orta Asya’da en önemli çatışmalar Tacikistan’da yaşandı.

Bağımsız Devletler Topluluğu’nun Yapısı ve Yönetimi

1993’te kabul edilen BDT Şartı’nın birinci maddesinde topluluğun eşit haklara sahip bağımsız uluslararası hukuk öznelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulu olduğu kabul edilmiştir. Şart’ın 2. maddesinde amaçlar sıralanmıştır:

  • Siyasal, ekonomik, ekolojik, insani, kültürel ve diğer alanlarda işbirliği,
  • Ortak ekonomik alan, devletlerarasında işbirliği ve bütünleşme çerçevesinde üye devletlerin dengeli ekonomik ve toplumsal kalkınmasını sağlamak,
  • Uluslararası hukukça benimsenmiş evrensel ilke ve normlarla AGİK belgeleriyle uyumlu biçimde insan hakları ve özgürlüklerinin sağlanması,
  • Uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında üye devletler arasında işbirliği,
  • Silahlanma ve askerî harcamaların azaltılması, nükleer ve diğer kitle imha silahlarının ortadan kaldırılması ve evrensel/kapsamlı bir silahsızlanma için etkin önlemlerin alınması,
  • Üye devlet vatandaşlarının iletişim ve dolaşım özgürlüklerinin sağlanması,
  • Diğer hukuksal alanlarda karşılıklı hukuki yardım ve işbirliğinin sağlanması,
  • Üye devletler arasında anlaşmazlık ve çatışmaların barışçıl yöntemlerle çözümü.

Topluluğun temel organları şunlardır:

Devlet Başkanları Konseyi (DBK), Topluluğun en üst düzey organıdır. Olağanüstü durumlar dışında yılda iki kez toplanır. Kararlar oydaşmayla (consensus) alınır.

Hükûmet Başkanları Konseyi, üye devletlerin yürütme organlarını bir araya getirir. Ekonomik, toplumsal, siyasal alanlarda işbirliğini geliştirmek ve DBK’nin bu doğrultuda verdiği görevleri yerine getirmek işlevine sahiptir. Ekonomik Birlik Anlaşması’nın uygulanması ve ortak pazarın yaratılması için faaliyetlerde bulunur. 1993 yılında DBK, Ekonomik Birlik Anlaşması’nı onaylamıştır.

Dışişleri Bakanları Konseyi (DİBK), DBK’nin 4 Eylül 1993 tarihli kararıyla üye devletlerin dışişleri politikalarının eşgüdümünü sağlamak amacıyla kurulmuştur. 2 Nisan 1999’da alınan başka bir kararla bu Konsey Örgüt’ün temel yürütme organlarından biri niteliğini kazanmıştır. DİBK şu görevleri üstlenir DBK ve HBK kararlarının uygulanması; üye devletlerin dış politikalarının eşgüdümü ve diplomatik misyonlar arasında işbirliğinin sağlanması; insani ve hukuki alanlarda işbirliğini arttırmak; anlaşmazlık ve çatışmaların barışçıl yollarla çözümünü sağlayarak topluluk içinde barış, anlayış ve istikrarı kurmak; üyeler arasında dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerini inşa etmektir. DİBK ayrıca barışı koruma faaliyetleriyle de uğraşmaktadır. Savunma Bakanları Konseyi ile bu alanda işbirliği yapmaktadır.

Savunma Bakanları Konseyi, 14 Şubat 1992 tarihli DBK kararıyla kurulmuştur. Ermenistan, Kazakistan, RF, Tacikistan ve Özbekistan tarafından imzalanmıştır. 22 Ocak 1993’te Kırgızistan katılmıştır. 15 Nisan 1994’te Konseyin yapısı ve işlevi belirlenmiş, bu belgeyi Azerbaycan, Belarus, Gürcistan da imzalamışlardır. Gürcistan 2006’da SBK’den ayrılmıştır.

Sınır Birlikleri Komutanları Konseyi, 6 Temmuz 1992’de Ermenistan, Belarus, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, RF, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Ukrayna tarafından imzalanan DBK kararıyla kurulmuştur. Azerbaycan gözlemci sıfatıyla yer almaktadır.

Parlamentolararası Asamble, 27 Mart 1992’de Alma Ata’da Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, RF, Tacikistan ve Özbekistan Parlamento Başkanları’nın imzasıyla kurulmuştur. 1993-1995 arasında Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova; 1999’da Ukrayna katılmışlardır. Yasama süreçlerinin BDT çerçevesinde uyumlaştırılması kaygısını taşımaktadır. BDT içinde yolsuzluklarla mücadeleden bilimsel/kültürel işbirliğine, oradan insan hakları konusunda düzenlemelere çeşitli alanlarda eşgüdüm için çalışmalar yapmaktadır. Önemli görevlerinden biri de barışı koruma alanındadır: “Sıcak bölgelerde” barışın korumasını gözlem altında tutar. BM ve AGİT’le birlikte Karabağ, Transdinyester, Abhazya ve Tacikistan’da etkin görevler üstlenmiştir.

Ekonomi Mahkemesi, DBK ile 6 Temmuz 1992’de kurulmuştur. Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, RF, Tacikistan ve Özbekistan taraftır. BDT içerisinde ekonomi alanındaki ilişkileri düzenlemeyi ve ortaya çıkan sorunları çözüme kavuşturmayı amaç edinmiştir.

Yürütme Komitesi2 Nisan 1999’da yeniden yapılandırılarak BDT’nin işlevini yerine getirmesinde en önemli organlardan biri hâline gelmiştir. Komite’nin başındaki sekreter BDT’yi diğer uluslararası örgütlerle temasta temsil etmektedir. BDT çatısı altında 66’sı işbirliğine yönelik toplam 82 organ vardır. 25 Ocak 2000’de kurulan Ekonomi Konseyi de önemli organlardan biri olarak değerlendirilebilir. BDT üzerine yapılan tartışmalardan biri de onun uluslararası hukuktaki statüsüne ilişkindir. BDT diğer uluslararası örgütler gibi bir yapıya sahip değildir. “örgüt”ten daha yoğun bir birlikteliği nitelemektedir. Topluluk içerisinde yer alan devletler bazı organlara katılırken bazılarına katılmayabilmektedir. Ayrıca BDT içerisinde, belirli alanlara yönelik (KGAÖ gibi) uluslararası örgütlerden de söz edilebilmektedir. Bütün bunlar göz önüne alındığında BDT’nin kendine özgü (sui generis) bir yapıya sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bağımsız Devletler Topluluğu’nun İşlevi

2008’de RF ile yaşanan çatışmanın ardından 18 Ağustos 2009’da Gürcistan BDT’den ayrılması topluluğun bütünlüğüne yönelik çok ciddi bir darbe niteliğini taşımaktadır. 2008 Güney Osetya Savaşı ile başlayan ve Rusya ile aralarında çıkan savaş sonrası Gürcistan BDT’den ayrılmaya karar vermiştir. 15 Ağustos 2008 tarihinde Gürcistan Meclisi, BDT’den ayrılma kararını onaylamış ve üyelik resmen 17 Ağustos 2009 tarihinde sona Ermiştir BDT’ye Mart 1994’te BM Genel Kurulunda gözlemci statüsü verilmiştir (Purtaş, 2005: 87). işbirliğinin en çok ilerleme kaydettiği alan savunma ve güvenlik olmuştur. Tüm BDT üyeleri katılmasalar da KGAÖ, 2000’lerde bölgede ortak savunmayı hedeşeyen en önemli yapı hâline gelmiştir.

ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ Kuruluş Süreci

Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk yılları, SSCB ile en azından “yoldaşlık” temelli iyi ilişkilerin söz konusu olduğu dönemdir. Bu dönem kısa sürede yerini rekabete bırakmıştır. Çin ve SSCB arasında Kore Savaşı’yla başlayan müttefiklik, sınır sorunları dâhil pek çok nedenle kısa sürede bozulmuştur. BDT’nin tüm üyelerini kapsamasa da 1 Ocak 2012’de yürürlüğe giren Avrasya Birliği projesi küçümsenmeyecek önemdedir. Avrasya Birliği, Rusya Federasyonu, Kazakistan ve Belarus arasında mal, sermaye ve iş gücü dolaşımını serbest kılan bir “tek ekonomik bölge”yi kurmuştur.

Çin ve RF, ŞİÖ içinde ortak çıkarları için birlikte hareket ederek ABD liderliğindeki NATO’yu politik ve askerî yeteneklerle Orta Asya’da dengelemek amacındadır. Rusya Federasyonu’nun (RF) dünyaya, Batı’ya ya da en azından Batı sistemine bakışı tümden değişmiştir. Ekonomik olarak “kapitalist” sisteminin parçası olmak için ciddi adımlar atılmıştır. Ancak kısa zamanda ortaya çıktığı gibi RF askerî ve siyasi anlamda SSCB döneminin tarihsel sürekliliğini de tümden terk etmiş değildir. Özellikle NATO’nun Orta ve Doğu Avrupa politikası çerçevesinde neredeyse tüm eski mütteŞklerini kendi tarafına çekerek aşama aşama RF’nin “burnunun dibine kadar” sokulması ve Yeltsin’in deyimiyle “Soğuk Barış”ın RF’yi endişelendirmesi gibi etkenler, bu ülkenin bölgesel ve uluslararası politikasını “eski bir süper güce yakışır şekilde” sürdürme refleksini hep tetikte tutmasını sağlamıştır. Zira ABD, kalan tek süper güç olduğu düşüncesiyle ve tek kutuplu dünya özlemleriyle hegemonik politikalar güderken RF de kendi etki alanlarına, pazara ve zayıf da olsa zamanla güçlendirilebilecek müttefiklere ihtiyaç duymaktaydı ve/veya mecbur kalmıştı. Öte yandan, Çin de artık kimilerine göre binlerce yıldır içinde durduğu kabuğu kırmaya ve ekonomik ve hatta siyasi olarak sınırlarının dışıyla da aktif olarak ilgilenmeye başlamıştır. Bu durumda, bölgesinden başlayacak her türlü iyi ilişki platformu uluslararası sahaya daha güvenle çıkmasını sağlamakla kalmayacak, yeni ekonomi politikaları için gerekli ham madde ve pazar arayışlarına da yanıt verecektir.

Tüm bu sürecin gelişimi çerçevesinde ve Soğuk Savaş sonrasının koşullarında 1996’da birbirlerini “stratejik ortak” ilan eden iki ülke, 1999’da yaptıkları ortak tatbikatla da ikili ilişkilerini yeni bir safhaya taşıdılar. Bu çerçevede bu iki ülke bölgesel yapılanmalarda başı çekecek iki lider ülke olduklarını gösterme şansını elde ettiler. İkilinin devlet başkanlarına Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan liderlerinin de katılmasıyla 26 Nisan 1996’da Şangay’da imzalanan Sınır Bölgelerinde Askeri Güveni Derinleştirme Antlaşması’yla “Şangay Beşlisi (Shanghai five)” olarak anılan yapı kuruldu. 2001’de tekrar Şangay’da yapılan zirveye Özbekistan’ın da katılımıyla yapılanmanın bir hükûmetler arası örgüt şeklinde kurumsallaşması kararı alındı ve 15 Haziran 2001’de yayımlanan bildiriyle de altı üyeli Şangay İşbirliği Örgütü SCO) resmen kurulmuş oldu. ŞİÖ’nün kurucu ülkeleri RF ve Çin, Örgüt’ün kuruluşundan bir ay sonra Temmuz 2001’de İyi Komşuluk, Dostluk ve İşbirliği Antlaşması da imzalamıştır. Orta Asya ülkelerinin bir taraftan Çin, Rusya ve Hindistan, batıdan Avrupa, güneyden ise ABD’nin ilgi odağı hâline gelmesi Orta Asya bölgesinin güvenliğinin dünya gündemine oturmasına neden olmuştur.

Şangay İşbirliği Örgütünün Amaç ve İlkeleri

Örgüt, “Şangay Ruhu” olarak atıf yapılan kurucu ilkelerini, karşılıklı güven, karşılıklı fayda, dayanışma, kültürel farklılığa saygı ve ortak bir geleceğe yönelme olarak belirtmektedir. Örgütün “dış ilişkileri”nin esası da bağlantısız ilkeleri esas alma, kimseyi hedef almama ve açıklıktan yana olma olarak sıralanmaktadır. Ana amaçlarsa “karşılıklı güveni ve üyeler arası iyi ilişkileri güçlendirmek; siyaset, ticaret, ekonomi, bilim ve teknoloji, kültür, eğitim, enerji, ulaşım, turizm, çevre koruma vb. alanlarda etkin işbirliğini artırmak; bölgede barış, güvenlik ve istikrarı sağlamak, korumak ve sürdürmek için ortak çaba göstermek ve yeni demokratik,adil ve makul bir siyasi ve ekonomik uluslararası düzen kurmaya yönelmek” olarak ifade edilmiştir.

Şangay İşbirliği Örgütü’nün Yapısı ve Yönetimi

Örgütün en üst karar alma organı olan Devlet Başkanları Konseyi, yılda bir kez (Rus alfabesine göre sırayla) üye ülkelerden birisinin başkentinde toplanmakta ve ev sahibi ülke devlet başkanı da bir anlamda o yıl için dönem başkanlığı yürütmektedir. Örgütün genel siyasasını belirleyen, makro kararları alan ve tüm önemli konularda diğer örgüt organlarına direktişer veren bu Konseyin yanı sıra bir de üye devlet hükümet başkanlarından oluşanHükumet Başkanları Konseyi bulunmaktadır. Yıllık bütçeyi onaylama yetkisine de sahip olan Konsey, yılda bir kez toplanarak üyeler arası işbirliğini çeşitli boyutlarıyla ele almaktadır. İşbirliği stratejileri belirleme ve işbirliği alanlarında gerekli kararları alma yetkisi de bu organa verilmiştir. Onun da altında yine düzenli toplantılar yapan ve örgütün dış ilişkilerini yürütenDışişleri Bakanları Konseyi yer almaktadır. Üyeler arası ilişkileri koordine eden ve ŞİÖ’nün bu çerçevede işleyişini yürüten ise Ulusal Koordinatörler Konseyidir. Nihayet, ŞİÖ’nün sürekliliğinin aracı ve sembolü olarak bir uluslararası örgüt olmasını sağlayan bir deSekretarya vardır. Örgütün tüm rutin “bürokratik” işleyişinden sorumlu olan Sekretarya, Devlet Başkanları Konseyi’nden başlayarak diğer ana organlarda alınan kararların uygulanması, yürütülmesi ve gözetlenmesinden sorumludur. Pekin’de bulunan ve örgütün tüm resmî belgelerinin depozitörü de olan Sekretarya’nın başında, Devlet Başkanları Konseyi tarafından 3 yıllığına atanan ve (şimdilik?) zayıf/sembolik de olsa örgütü bir anlamda temsil eden Genel Sekreter bulunmaktadır. Örgütün daimi iki organından bir diğerininBölgesel Anti-Terör Yapısı ( RATS) olması, yani örgütün sıralanan amaçları arasında sadece “terörle mücadele”nin özel bir daimi yapılanmaya konu olması, kuşkusuz meseleye atfedilen önemin bir göstergesidir. Yapı’nın ana çalışma konuları, “ayrılıkçılık” ve “dinî köktencilik”le birlikte 2006’da ilan edilen politika çerçevesinde uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleyi de kapsayacak şekilde genişletilen “terörle mücadele” olarak tanımlanmıştır. ŞİÖ’nün “diyalog partneri” olarak ilişki kurduğu ülkeler Belarus, Sri Lanka ve Türkiye’dir. 6-7 Haziran 2012 tarihlerinde Pekin’de düzenlenen Devlet Başkanları Konseyinde Türkiye diyalog partneri olarak ilan edilmiştir. Altı üyeli ŞİÖ’de ayrıca Moğolistan, Hindistan, Pakistan ve İran da gözlemci statüsüne sahiptir. İleride örgüte üye olabilecekleri düşünülen bu ülkeler dışında Belarus ve Sri Lanka da “örgütün amaç ve ilkelerini paylaşan ve karşılıklı yarar ilkesine dayalı ilişkiler tesis etmek isteyen devlet ya da örgüt” olarak tanımlanan “diyalog partnerleri” durumundadır. Nihayet Afganistan, ASEAN, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Türkmenistan da “konuk katılımcılar” olarak ilgili örgüt zirvelerine davet edilmektedir. ŞİÖ de BM Genel Kurulu, Avrupa Birliği, ASEAN, Bağımsız Devletler Topluluğu ve İslam Konferansı Örgütü gibi uluslararası platformlarda gözlemci statüsü elde etmiş durumdadır. ABD’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne gözlemci üye olma başvurusu 2005’te reddedilmiştir. Temel olarak orta ve uzun vadede ABD karşısında bir denge/karşı-güç oluşturma amaçlı olduğu düşünülen bu yaklaşımın işe bölgesinden başladığı, yani en azından yakın çevrelerini ve bölgelerini ABD’nin hegemonik tek-kutuplu dünya anlayışına kaptırmama anlayışıyla hareket ettiği düşünülmektedir.

Şangay İşbirliği Örgütü’nün İşlevi

Ekonomik ilişkilerden siyasî ve kültürel yakınlaşmaya, ortak tehdit olarak tanımlandığı şekliyle “terörle mücadele”den ortak askerî tatbikatlara kadar geniş bir yelpazede yürütülen ve olgunlaştırılan işbirliği faaliyetleri, kuşkusuz en azından bölgesel bazda ortak hareket etme ve hatta mütteŞklik ilişkisi kurma anlamına gelmektedir. Örgütün iki ana ülkesi olan RF ile Çin’in özelde bölge, genelde de dünya siyasetine bakışlarının ne dereceye kadar örtüştüğü ya da örtüşmeye devam edeceği ciddi bir soru işareti olarak görülmektedir Bu durum örgütün en temel zayışığıdır. Dünya petrol üretim ve kullanım pazarının yarısından fazlasını elinde bulunduran ve Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan’ın gözlemci olarak bulunduğu örgüt, ABD’ye karşı etkili bir kutup oluşturmaktadır. Dönemin Rusya Devlet Başkanı Putin, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Ağustos 2007 Bişkek Zirvesi’nde “tek kutuplu dünya kabul edilemez” diyerek bir anlamda birliğin misyonunu da belirtmiştir.  Şangay Beşlisi’nin Özbekistan’ın katılımıyla örgüte dönüşmesi ve terörle mücadele organının merkezinin Taşkent’te olmasından da görüldüğü üzere her bir üye ŞİÖ için/açısından farklı bir önem ve anlam taşıyabilmektedir.

İSLAM İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ

Kuruluşu, Gelişim Süreci ve Üyeleri

1926’da toplanan ilk konferansa Türkiye, Rusya, İran ve Afganistan gibi önemli Müslüman nüfusun yaşadığı ülkeler delege göndermemiştir. Takip eden konferanslarda da tüm İslam dünyasını temsil edecek katılım olmamıştır. Bu nedenle İslam ülkelerini tek çatı altında toplamaya yönelik girişimler başarısız kalmıştır. İslam dünyasında birlik ve dayanışmaya yönelik başarısız girişimlerin ardından filistin Sorunu ve buna bağlı olarak kutsal mekânların İsrail’in kontrolüne girmesi, Müslüman ülkelerin bir araya gelmesine ve güçlü bir dayanışma sergilemesine önemli katkı sağlamıştır. Arap devletleri ile İsrail arasındaki 6 Gün Savaşı (1967) sonunda İsrail’in topraklarını Müslümanlar için kutsal sayılan Kudüs’ü de (Mescidi Aksa’yı da) içine alacak şekilde genişletmesi ve 21 Ağustos 1969’da Mescidi Aksa’yı kundaklama girişimi İslam ülkelerinin tepkisine neden olmuştur. 22-25 Eylül 1969’da Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanan ve 24 ülkenin katıldığı 1. İslam Zirvesi’nde, İslam ülkeleri tepkilerini daha güçlü bir şekilde ifade etmişlerdir. Katılımcı ülkeler söz konusu dayanışmayı sürekli kılabilmek için bir genel sekreterliğin faaliyete geçirilmesine karar vererek İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) temellerini atmışlardır. 2011’de Astana’da toplanan Zirvede İslam Konferansı Örgütü İslam İşbirliği Örgütü’ne dönüşmüştür. Mart 1970’de Cidde’de, 1. İslam Dışişleri Bakanları Konferansı toplanmıştır. Bu Konferans’ta İKÖ Genel Sekreterliği’nin faaliyete geçirilmesi kararlaştırılmıştır. Aralık 1971’de Karaçi’de toplanan 2. İslam Dışişleri Bakanları Konferansı’nda ise İKÖ Sözleşmesi hazırlanmıştır. Sözleşme, Şubat-Mart 1972’deCidde’de toplanan 3. İslam Dışişleri Bakanları Konferansı’nda onaylanarak yürürlüğe girmiştir. İKÖ Sözleşmesi, 1 Şubat 1974’te Birleşmiş Milletler’e tescil ettirilerek uluslararası hukukun bir parçası hâline gelmiştir. 28-30 Haziran 2011 tarihlerinde Astana’da toplanan38. İslam Dışişleri Bakanları Konferansı’nda, İslam Konferansı Örgütü’nün adı İslam İşbirliği Örgütü (İİÖ) olarak değiştirilmiştir. İİÖ’nün (eski adıyla İKÖ’nün) 1969’daki ilk üyeleri; Afganistan, Cezayir, Çad, Endonezya, Fas, Şlistin, Gine, İran, Kuveyt, Libya, Lübnan, Malezya, Mali, Mısır, Moritanya, Nijer, Senegal, Somali, Sudan, Pakistan, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Ürdün ve Yemen’den oluşmaktadır. 1970’li yıllarda bağımsızlıklarını yeni kazanan ülkelerin de katılımıyla Örgütün üye sayısı hızla artmıştır. 1972’de Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Sierra Leone, Suriye ve Umman; 1974’te Bangladeş, Burkina Faso, Gabon, Gambiya, Gine Bissau, Kamerun ve Uganda; 1975’te Irak; 1976’da Komorlar ve Maldivler; 1978’de Cibuti üye olmuştur. 1980’li yıllarda Benin, Brunei ve Nijerya (İKÖ’ye) katılmıştır. Doğu Bloku ve SSCB’nin dağılmasının ardından İKÖ’nün üye sayısı 1990’lı yıllarda hızla artmıştır. 1992’de Arnavutluk, Azerbaycan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan; 1994’te Mozambik; 1995’te Kazakistan; 1996’daÖzbekistan ve Surinam; 1997’de Togo; 1998’de Guyana ve 2001’de de Şldişi Sahilleriörgüte üye olmuşlardır. Gözlemci üyeler ise Bosna Hersek, KKTC, Orta Afrika, Tayland ve Rusya’dır. İslam İşbirliği Örgütü’nün 2012 yılında 57 üyesi bulunmaktadır.

İslam İşbirliği Örgütü’nün Amaçları

İslam İşbirliği Örgütü’nün amaçları;

  • Üye ülkeler arasında İslami dayanışmayı geliştirmek ve teşvik etmek,
  • Ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel ve diğer önemli faaliyet alanlarında üye ülkeler arasında işbirliğini güçlendirmek ve uluslararası kuruluşlarda üye ülkeler arasında dayanışmayı sağlamak,
  • Irk ayırımının ve sömürgeciliğin her şeklini ortadan kaldırmaya gayret etmek,
  • Uluslararasında barış ve güvenliği desteklemek için gerekli her türlü tedbiri almak,
  • İslam dünyasının kutsal mekânlarının korunması amacıyla üye ülkeler arasında gerekli işbirliğini sağlamak, Şlistin halkının işgalci güçlere karşı verdiği mücadeleye sağlanan desteği koordine ederek Şlistin halkının haklarını (self-determinasyon da dâhil) tekrar kazanması, topraklarını kurtarması ve egemenliğini tesis etmesi için yardımda bulunmak,
  • Bütün Müslüman toplumların onur, bağımsızlık ve millî haklarını korumak amacıyla verdikleri mücadelelerini desteklemek,
  • Çocuklara ve gençlere İslam değerlerinin öğretilmesinin yanı sıra eğitim yoluyla kültürel, sosyal, moral ve ahlaki değerleri güçlendirmek,
  • Üye ülkeler ile diğer ülkeler arasında işbirliği ve karşılıklı anlayışı geliştirmeye yönelik elverişli ortamı  yaratmaktır.

Örgütün temel ilkeleri ise üyelerin ülkelerin eşitliği, üyelerin birbirilerinin içişlerine karışmama, her ulusun kendi geleceğini belirleme hakkının kabul edilmesi, üyeler arasında çıkabilecek anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümlenmesi, üyelerin birbirilerinin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına saygı göstermesi ve bu konuda kuvvete başvurulmaması şeklinde belirlenmiştir.

İslam İşbirliği Örgütünün Yapısı ve Yönetimi

İslam İşbirliği Örgütü’nün üç temel organı bulunmaktadır. Bunlar; İslam Zirvesi, Dışişleri Bakanları Konferansı ve Genel Sekreterlik’tir. Ayrıca İİÖ çatısı altında Uluslararası İslam Adalet Divanı İnsan

Hakları Bağımsız Daimi Komisyonu ve konferanslarda izlenecek yöntem ve kuralları belirleyen İdari Komite Konferans toplantıları dışında üyelerin örgütte temsilini ve iletişimini sağlayan Daimi Temsilciler Komitesi İslam Zirvesi, İslam Ülkeleri Devlet ve Hükûmet Başkanları Konferansı’nın kısa adıdır. Örgütün en yüksek yönetim organı olup üç yılda bir toplanmaktadır. İslam Zirvesi’nde Genel Sekreterlik ve Dışişleri Bakanları Konferansı’nın hazırladığı gündem ve anlaşmalar ele alınmaktadır. Gündem, genelde İslam dünyasının sorunları  ve uluslararası gelişmelerden oluşur. İslam Zirvesi olağanüstü hallerde üyelerin basit çoğunluğunun desteğiyle özel oturumlar için toplanabilmektedir. İslam Zirvesi: İslam Ülkeleri Devlet ve Hükûmet Başkanları Konferansı’nın kısa adıdır.

İİÖ’nün en yüksek yönetim organı olup üç yılda bir toplanmaktadır. Zirve’de Genel Sekreterlik ve Dışişleri Bakanları Konferansı’nın hazırladığı gündem ve anlaşmalar ele alınmaktadır. İslam Zirvesi olağanüstü hâllerde üyelerin basit çoğunluğunun desteğiyle toplanabilmektedir.

İslam Dışişleri Bakanları Konferansı, her yılın Aralık ayında İslam Zirvesi tarafı ndan belirlenen stratejiler doğrultusunda uygulamaya yönelik kararlar almak için toplanır. Dışişleri Bakanları Konferansı, Genel Sekreterliğin ve yan organların bütçelerini onaylar, gerekirse yeni organ ve komite tesis edilmesi için tavsiyede bulunur. İslam Dışişleri BakanlarıKonferansı: Her yıl Aralık ayında toplanmaktadır.  Konferans İslam Zirvesi’nde alınan kararların uygulanmasında önemli role sahiptir. İslam Dışişleri Bakanları Konferansı, İİÖ Genel Sekreterliği’nin ve yan organlarının bütçelerini onaylamak, gerekirse yeni organ ve komite tesis edilmesi için tavsiyede bulunmak gibi görevleri bulunmaktadır.

Genel Sekreterlik, İslam Zirvesi ve Dışişleri Bakanları Konferansı’nda alınan kararların uygulanmasından sorumludur. Genel Sekreterliğin diğer görevleri ise İslam Zirvesi ve Dışişleri Bakanları Konferansı’nda alınan kararların uygulama sonuçlarını raporlaştırarak tekrar ilgili organlara iletmek, İİÖ’nün çalışmaları ile ilgili olarak yıllık raporlar hazırlamak ve bunları üst organlara sunmak şeklindedir. Zirvesi ve Dışişleri Bakanları Konferansı’nda alınan kararların uygulanmasından sorumludur. Söz konusu organ, çeşitli zirvelerde alınan kararların uygulama sonuçlarını raporlayarak tekrar ilgili organlara iletmekte, çalışmaları ile ilgili olarak yıllık raporlar hazırlamakta ve bunları üst organlara sunmaktadır. Bunların dışında Genel Sekreterlik, İİÖ’nün bütçe ve programını hazırlar, Örgüt organlarının çalışmalarını uyumlaştırır ve üye ülkeler arasında iletişimi güçlendirerek görüş farklılıklarının azaltılmasına katkıda bulunur. İİÖ Genel Sekreterliği’nin merkezi Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindedir. Genel sekreter ise İslam Dışişleri Bakanları Konferansı tarafından 5 yıllık süre için seçilir. Bir genel sekreter en fazla iki dönem seçilebilmektedir. Günümüzde (2012) İİÖ’nün Genel Sekreteri ülkemizden Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’dur. İhsanoğlu, bu görevi 2005 yılından itibaren yürütmektedir. Örgütün çalışmalarında daimi komitelerin önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu komitelerden Kudüs Komitesi, Temmuz 1975’te oluşturulmuştur. Amacı, Kudüs Sorunu’nu da içine alan Arap-İsrail Çatışması’na kökten çözüm bulmaktır. Başkanlığını Senegal’in yaptığı Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi ise İİÖ’ye üye ülkeler arasındaki enformasyon ve kültürel işbirliğini geliştirmeyi hedeşemektedir. Başkanlığını Türkiye’nin yürüttüğü Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İİÖ’ye üye ülkeler arasında ekonomik ve ticari işbirliğini geliştirmeye yönelik anlaşma ve projelere odaklanmıştır. Bilim ve Teknolojik İşbirliği Daimi Komitesi ise İslamülkeleri arasında bilim ve teknoloji alanlarında işbirliğini amaçlamaktadır. Komitenin başkanlığını Pakistan yürütmektedir

İşbirliğine Yönelik Anlaşmalar

İİÖ, üye ülkeler arasındaki işbirliğini geliştirmek ve derinleştirmek için başta ekonomi,ticaret ve yatırım olmak üzere pek çok alanda anlaşma hazırlamıştır. Ekonomik,Teknik ve Ticari İşbirliği Genel Antlaşması, Yatırımların Teşviki, Korunmasıve Garantisi Antlaşması, İKÖ Tercihli Ticaret Sistemi Çerçeve Anlaşması (TPS-OIC),TPS-OIC Tercihli Tarife Düzeni Protokolü (PRETAS), TPS-OIC Orijin Kuralı Anlaşmasıve İKÖ Terörle Mücadele Anlaşması bunlardan bazılarıdır. Söz konusu anlaşmaların etkinliğinin artması için bütün üye ülkeler tarafından onaylanması gerekmektedir.

Söz konusu anlaşmalara ilişkin süreçlerin pek çok ülkede ya başlamadığı ya da çok yavaş ilerlediği görülmektedir. Din haricinde çok fazla birleştiriciun sura sahip olmayan üye ülkelerin, gevşek bir örgüt çatısı altında toplanması ve ortak hareket etmesi oldukça güç olmuştur.

Bölgesel ve Küresel Gelişmeler Karşısında İslam İşbirliği Örgütü

Örgüt, 11 Eylül 2001’deki saldırıların ardından özellikle batı toplumlarında giderek yaygınlaşan İslamophobi’yi (İslam korkusu) yenmek için bu ülkelerdeki faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Küresel ve bölgesel örgütlerle yapılan ortak toplantılar ile Türkiye ve İspanya’nın eş başkanlığını yürüttüğü Medeniyetler İttifakı’ndaki elde edilebilecek bir başarı, hem dünya barışına katkı hem de İİÖ’nün başarısı sayılacaktır.

Türkiye-İslam İşbirliği Örgütü İlişkileri

Türkiye, 1. İslam Zirvesi’ne Dışişleri Bakanı düzeyinde katılmıştır. 1969-1973 döneminde Türkiye-İKÖ ile ilişkileri alt düzeyde temsil ile yürütülmüştür. 1973 Arap-İsrail Savaşı ve 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı, Türkiye’yi İslam ülkelerine yakınlaştırmıştır. Türkiye 1975’deki Dışişleri Bakanları Konferansı’na bakan düzeyinde katılmıştır. Bu yakınlaşmada Türkiye’nin İKÖ üyelerinden istediği/isteyeceği siyasi ve ekonomik destekler önemli rol oynamıştır. İKÖ toplantılarına Başbakan düzeyinde ilk katılım, Bülend Ulusu Hükümeti (21 Eylül 1980- 13 Aralık 1983) döneminde olmuştur. 25-27 Ocak 1981 tarihlerinde toplanan konferansta Türkiye’yi başbakan Bülend Ulusu temsil etmiştir. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı düzeyinde katıldığı ilk İslam Zirvesi ise 4. İslam Zirvesi’dir (Kazablanka-1984). Bu Zirve’de başkanlığa Türkiye’nin seçilmesi ardından örgütün daimi komitelerinden İSEDAK’ın (COMCEC’in) başkanlığı Türkiye’ye verilmiştir. 1980’li yıllardaki İKÖ toplantılarına yüksek düzeyli katılımın ardından Türkiye ile İslam ülkeleri arasındaki ilişkiler hızla gelişmiştir. Türkiye’nin İKÖ (Haziran 2011’den itibaren İİÖ) nezdindeki ağırlığının giderek artmasının bir sonucu olarak örgütün genel sekreterlik makamı bir Türk’e emanet edilmiştir merkezi Ankara’da bulunan İslam Ülkeler İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC) ve ikinci ise merkezi İstanbul’da bulunan İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’dir (IRCICA).

İslam Kalkınma Bankası

Aralık 1973’te İslam Ülkeleri Maliye Bakanları Konferansı toplanmış, İslam Kalkınma Bankası’nın (İKB) kuruluşuna ilişkin bildiri yayınlanmıştır. İslam Kalkınma Bankası (Islamic Development Bank: IDB) Sözleşmesi 23 Nisan 1975’te yürürlüğe girmiş, 20 Ekim 1975’te Banka faaliyetlerine resmî olarak başlamıştır. Banka’nın merkezi ise sermayeye en fazla katkıyı sağlayan S. Arabistan’nın Cidde şehrindedir. İslam Kalkınma Bankası, Dünya Bankası modelinde örgütlenmiş bir uluslar arası Şnansman kuruluşudur İslam Kalkınma Bankası:Banka faaliyetlerine resmî olarak Ekim 1975’te başlamıştır. Banka’nın amacı, üye ülkelerin yanı sıra üye olmayan ülkelerdeki Müslüman toplulukların ekonomik ve sosyal açıdan kalkınmalarına katkıda bulunmaktır. 56 üyeli Banka faaliyetlerini sermayeye en fazla katkıyı sağlayan S. Arabistan’nın Cidde şehrinde yürütmektedir. İslam Kalkınma Bankası, Dünya Bankası modelinde örgütlenmiş, gruba bağlı olarak 8 uluslar arası kuruluş faaliyet göstermektedir.

Üyeleri ve Amaçları

İslam Kalkınma Bankası (İKB) 22 üye ülke tarafından kurulmuş, günümüzde üye sayısı 56’dır. Guyana dışındaki tüm İİÖ üyesi ülkeler İKB’ye üyedirler. Banka’ya üyelik için gerekli şart ise İKÖ üyeliğinin yanı sıra İKB Guvernörler Kurulunun çoğunlukla karar almasıdır. Banka’nın amacı, üye ülkelerin ve üye olmayan ülkelerdeki Müslüman toplulukların ekonomik ve sosyal açıdan gelişme (kalkınmalarına) katkıda bulunmaktır. Banka, amaçlarını gerçekleştirmek için aşağıdaki fonksiyonları yerine getirmektedir. Bunlar;

  • Üye ülkelerdeki kuruluşlara veya verimli projelere sermaye iştirakinde bulunmak,
  • Üye ülkelerdeki kamu ve özel sektör projelerine kredi sağlamak,
  • Üye ülkeler arasındaki ticaretin geliştirilmesine yardımcı olmak ve bu doğrultuda çalışmalar yapmak,
  • Üye ülkeler arasında teknik işbirliğini geliştirmek ve teknik yardım sağlamak,
  • Eğitim faaliyetlerinin yanı sıra ekonomik konularda araştırma yapmak özetlenebilir.

Banka Sermayesi ve Oy Dağılımı

İslam Kalkınma Bankası’nın (İKB’nin) sermayesi İslam Dinarı (İD) üzerinden kaydedilmekte, bir İslam Dinarı ise bir SDR’ye eşittir. Özel Çekme Hakları diğer bir deyişle SDR (Special Drawing Rights), IMF tarafından yaratılmış kaydi paradır. Banka ödenmiş sermayesine en fazla katkı sağlayan ülkeler S. Arabistan (% 26.57), Libya (% 10.68), İran (% 9.32), Mısır (% 9.22) ve Türkiye (% 8.41) şeklinde sıralanmaktadır.

Bankanın Yapısı ve Yönetimi

Bankanın üç temel organı vardır. Bunlar: Guvernörler Kurulu, İcra Direktörleri Kurulu (Yönetim Kurulu) ve Başkan’dır. Guvernörler Kurulu, Banka’nın en yetkili organı olup yılda bir defa toplanır. Kurulda her üye bir guvernör ve bir yardımcısı ile temsil edilir. İcra Direktörleri Kurulu, 18 üyeden oluşmaktadır. Üyelerin 9’u Banka’ya en fazla sermaye katkısı sağlayan Türkiye’nin yanı sıra BAE, İran, Katar, Kuveyt, Libya, Mısır, Nijerya ve S. Arabistan tarafından doğrudan atanmaktadır. Diğer ülke gruplarını temsil edecek direktörler, Guvernörler Kurulundaki seçimle belirlenmektedir. Başkan, 5 yıllık süre için Guvernörler Kurulu tarafından seçilmektedir. Şimdiye kadar seçilen IDB (İKB) başkanlarının hepsi S. Arabistan vatandaşıdır

Bankanın Finansman Faaliyetleri

İslam Kalkınma Bankası ekonomik ve sosyal kalkınmaya katkı sağlamak amacıyla üyelerine kredi vermektedir. Türkiye, Banka kredilerinden en fazla yararlanan ülkeler arasındadır. Türkiye Sınai Kalkınma Bankası ve Kalkınma Bankası, İKB kredilerine ulusal düzeyde aracılık eden ve dağıtan kuruluşlardır. İKB kredilerinden faiz almamaktadır. Bunun yerine kardan pay alma ve zararı paylaşma (kâr/zarar ortaklığı) şeklinde kredi kullandırmaktadır. Banka Ödünç Finansmanı, Teknik Yardım, Leasing, Taksitli Satış, Eşit Katılım Kâr Ortaklığı,

İstisna, Murabaha ve Finansman Hattı Finansman araçlarını kullanmaktadır.

ARAP LİGİ

Arap Ligi (Birliği) ülkeleri Atlas Okyanusu’ndan Basra Körfezi’ne kadar geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır. Bölgede nüfusun çoğunluğu Müslüman Arap olmasına karşılık, pek çok küçük etnik ve dinî gruplar da mevcuttur. Arap Ligi: Diğer adı Arap Birliği olan kuruluşun temeli, 1944’teki İskenderiye Protokolü ile atılmıştır. Örgüt, 1945’te Kahire’de 6 ülkenin imzaladığı anlaşma ile kurulmuştur. Günümüzde 22 üyesi bulunan Örgütün amacı, üye ülkeler arasında işbirliğini geliştirmek, üyelerin politikalarını koordine etmek, üye ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini korumaktır.

Arap Birliği’ne Yönelik Girişimler

Arap ülkeleri arasında ilk ittifak ise 1936 yılında, Irak ile Suudi Arabistan arasında gerçekleşmiştir. Bir yıl sonra Yemen İmamlığı da ittifaka katılmıştır. İttifak anlaşmasına göre ülkeler birbirlerine saldırmayacak, üçüncü bir ülke ittifak üyelerinden birine saldırdığında diğer üyeler saldırıya maruz kalan ülkeye yardım edecek, ülkeler aralarındaki sorunları barışçı yollardan çözecekler, kültürel konularda işbirliği artırılacaktır. İttifak bu hâliyle Arap milliyetçileri tarafından yetersiz bulunmuştur.

Kuruluşu, Üyeleri ve Amaçları

1943’teki kapsamlı görüşmelerin ardından 7 Ekim 1944’te 5 Arap ülkesi İskenderiye Protokolü ile Arap Birliği’nin temeli atmıştır. Arap Ligi’ni (Arab League), resmî adıyla Arap Devletleri Ligi’ni (League of Arab States), kuran anlaşma 22 Mart 1945’te Kahire’de imzalanmıştır. Irak, Lübnan, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Suriye’nin oluşturduğu birliğe 5 Mayıs 1945’te Yemen de katılmıştır. Günümüzde Arap Birliği’nin üye sayısı 22 ve gözlemci üyesi 4’tür. Arap Birliği’nin amacı, üye ülkeler arasında yakın bir işbirliği gerçekleştirmek, bu doğrultuda siyasi (politik) faaliyetleri koordine etmek, üye ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini korumaktır. Barış ve güvenliğin sağlanmasında uluslar arası kuruluşlarla işbirliği yapmak, ekonomik ve sosyal ilişkileri düzenlemek, Arap Birliği’nin temel ilkeleri arasındadır. 

Yapısı ve Yönetimi

Konsey, Birliğin en üst yönetim organı olan Konsey, genellikle dışişleri bakanları düzeyinde toplanır. Devlet ve hükumet başkanları düzeyinde yapılan konsey toplantılarında ise Arap Birliği’ni ilgilendiren konularda temel kararlar alınır. Konseyde her üyenin bir oyu vardır. Alınan kararların bağlayıcılığı ise sadece oy veren ülkelerle ilgilidir.

Genel Sekreterlik, Birliğin günlük faaliyet yürütmek ve üye ülkeler arasında koordinasyonu sağlamak ile görevlidir. Genel Sekreterlik Mısır’ın başkenti Kahire’dedir. 1979’daki Mısır-İsrail Barış Anlaşması ardından Tunus’a taşınan genel sekreterlik 1989’da Mısır’ın Arap Ligi’ne yeniden kabulü ile tekrar Kahire’ye getirilmiştir. Günümüzde Arap Birliği’nin genel sekreteri, Mısır eski Dışişleri Bakanı Nebil El Arabi’dir.

Bölgesel Sorunlar Karşısında Arap Birliği

Ortadoğu coğrafyası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından itibaren istikrarsızlık ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bir bölgedir. Bu gelişmelerde başta İngiltere, ABD, İtalya, Fransa ve eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi ülkelerin bölgeye yönelik politikaları önemli bir role sahiptir. İngiliz manda yönetimi altındaki Filistin topraklarına dışarıdan yapılan Yahudi göçünün engellen(e)memesi, toplumlar arası çatışmalara ek olarak İngiliz ordusuna yönelik saldırıların artması sonucunda İngiltere Filistin topraklarından çekilme kararı almıştır. Bu kararın ardından İsrail devletinin kurulması Filistin sorununu derinleştirmiştir.

BM nezdindeki görüşmelerde soruna çözüm bulunamamıştır. Filistin Sorunu bağlı olarak İsrail, Arap Birliği’nin ve bölgenin en önemli konusu olmuştur. 1980-1988 dönemindeki Irak-İran Savaşı’nda Körfez ülkeleri ile Ürdün ve Mısır, Irak’ı desteklerken Libya, Suriye ve Güney Yemen (22 Mayıs 1990’da Kuzey Yemen ile birleşerek Yemen Cumhuriyeti’ni oluşturmuşlardır) ise İran’dan yana tavır sergilemişlerdir. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından I ve II. Körfez Savaşlarında, bazı Birlik üyeleri işgalci güçlerle işbirliği yaparak Birlik üyesi Irak’a saldırmışlardır. 2010’da halk ayaklanmaları ile başlayan Arap Baharı’nda da Arap Birliği’nin (Ligi) başarılı bir sınav veremediği görülmektedir. Arap Ligi’nin bölgesel sorunlar karşısında belki de tek başarısı, kısa vadeli de olsa, 1973’teki Petrol Savaşı’dır. Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (Organization of Arap Petroleum Exporting Countries: OAPEC) üyeleri, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail’e büyük destek veren başta ABD ve Fransa başta olmak üzere Batılı ülkelere petrol ambargosu uygulamıştır. Batılı ülkelerin devreye girmesiyle İsrail’in Mısır’a kısmi ödünler vermesi sağlanmış ardından Mısır-İsrail Barış Anlaşması imzalanmıştır. Bu gelişmeler üzerine Arap dünyası ile Mısır arasındaki diplomatik ilişkiler kesilmiştir. İsrail ile barış anlaşması imzalayan Mısır cumhurbaşkanı Enver Sedat suikastı sonucu hayatını kaybetmiştir. Mısır ile Arap dünyası arasındaki ilişkileri ancak 1980’li yılların sonuna doğru düzelebilmiştir. Günümüzde Arap Birliği, üye ülkeler arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmeye çalışmaktadır.

Türkiye-Arap Ligi İlişkileri

Türkiye ile Arap Ligi ülkeleri arasında tarihî, kültürel, sosyal ve dinî açıdan güçlü bağlardan söz edebiliriz. Türkiye, Arap Birliği üyesi ülkelerle hem ikili hem de çok taraşı olarak ilişkileri geliştirmeyi hedeflemiştir. 2007’de Türk-Arap İşbirliği Forumu Çerçeve Anlaşması’nın imzalanması ve 2008’de Birliğin Türkiye’de temsilcilik açması kararı, önemli gelişmelerdir.

ÜNİTE=8

 

Hükümet Dışı Uluslararası Örgütler

Hükümet dışı uluslararası örgütler, devletlerin/kamu gücünün kurduğu, yürüttüğü kurumların dışında ortaya çıkan uluslararası sivil yapılardır. uluslararası örgütlerden ayırt etmek için “gönüllü kuruluşlar”, “sivil toplum kuruluşları” ve “hükümet dışı kuruluşlar” başta olmak üzere farklı kavramlar kullanılmaktadır

HÜKÜMET DIŞI ULUSLARARASI ÖRGÜTLERİN TANIMI

BM Genel Kurulunun 1996/31 sayılı kararına göre, BM’de danışmanlık statüsü elde etmek isteyen hükümet dışı örgütlerin BM amaç ve ilkelerine uygun hareket etmesi, faaliyet alanında genel kabul görmüş ve temsil niteliğini haiz olması, merkezi ve temsilcisi bulunması yani kurumsal varlık ve süreklilik arz etmesi, devletler/hükümetler arası bir anlaşmayla kurulmamış olması gibi özellikler taşıması gerekmektedir. BM’dekine benzer bir mantıkla Sözleşme şartlarının uygulanacağı hükümet dışı örgütleri işaret ederken yani AK açısından ve AK platformunda geçerli olacak şekilde sıralanan ölçütlere göre, kâr amacı gütmeme/gönüllülük, uluslararası yarar gütme, taraf bir devlet iç hukukuna uygun kurulma, en az iki devlette faaliyet gösterme ve taraf devletlerden birinde merkezî olma ölçütlerinin karşılanması gerekmektedir BM’ye göre devletlerarası anlaşmalarla kurulmamış, bütün uluslararası örgütler “hükümet dışı örgüt” olarak kabul edilir.  BM ve AK’nin söz konusu kararları, hükümet dışı uluslararası örgütlerin faaliyetlerine resmiyet, meşruiyet ve tanınırlık kazandırmaktadır. Hükümet dışı örgütleri tanımlamak için en sık başvurulan ölçütler arasında, “kâr amacı gütmeme/gönüllülük” ve “uluslararası (toplumsal) yarar gütme” bulunmaktadır.

Kâr amacı gütmeme/gönüllülük ölçütüne göre, bir oluşumun hükümet dışı örgüt olabilmesi için özel/ticari şirketlerden farklı olarak faaliyetlerini herhangi bir maddi beklenti olmadan yürütmesi gerekmektedir. Burada vurgu yapılan, üyelere/ çalışanlara “kâr payı dağıtmama” larıdır. Öte yandan, genelde faaliyet göstere bağışlar ya da kimi faaliyetlerden elde edilen açıklanabilir paylardan karşılanması bir yere kadar kabul edilebilir bulunmakta, ancak bu durumda da birinci itiraz gündeme gelmekte ve gelirlerin ya da bağışların izlenen politikaları etkileme potansiyeli anlamında “etik” ve “siyasi” boyutları tartışılmaktadır. Tüm bunları ilgilendirir bir şekilde getirilen genel bir eleştiriyse, en genel anlamıyla hükümet dışı örgütlerin faaliyetlerinin ve faaliyet gösterdikleri alanların ekonomik büyüklüklerinin bu alanı neredeyse bir “sektör” olarak adlandırmaya zemin teşkil eder boyutlara ulaştığı yönündedir.

Uluslararası (toplumsal) yarar gütme ölçütü: Tüm “uluslararası toplum”un ve özellikle de geleneksel olarak devletler arası ilişkiler alanının birçok açıdan dışarıda bıraktığı toplumlar arası ve ötesi örgütlenmeleri ve insanların genel yararını gütme şeklinde tanımlanabilecek bu ölçüt, beraberinde birçok tartışmayı da getirmektedir. Kimi oluşumların sadece bu ölçüt üzerinden “hükümet dışı örgüt” olmadığını ya da olduğunu ileri süren ya da bu anlamda çeşitli sınıflandırmalar yapan oldukça ciddi tartışmalar ve görüşler bulunmaktadır. Öte yandan, eğer vurgulanmak istenen “daha geniş toplumsal kesimlerin çıkarını ve/veya yararını gözetmek” ise bu durumda da tartışmanın ekseni kaymakla birlikte sorunlar bitmemektedir. Sivil toplum kuruluşlarının, mevcut düzenin açıklarını kapatarak kendisini idame ettirmesi için yönlendiren, bu anlamda da toplumun “gazını alma” işlevi gören ve “halka dayalı alternatişer” olmaktan ziyade “neo-liberalizmin araçları” olarak faaliyet gösteren yapılanmalar olduğu yönünde eleştiriler

getirilmektedir.

HÜKÜMET DIŞI ULUSLARARASI ÖRGÜTLERİN ULUSLAR ARASI POLİTİKADAKİ YERİ

özellikle insan hakları ve çevre sorunları konusunda faaliyet gösteren birçok hükümet dışı örgütün başta Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Afrika Birliği, Amerikan Devletler Örgütü, İslam İşbirliği Örgütü, Arap Birliği vb. birçok uluslararası örgütte daimi ya da ad hoc danışmanlık hatta gözlemci statüsü elde ettiğini görmekteyiz. Hükümet dışı örgütlerin temel faaliyet alanları arasında sayılabilecek çevre, insan hakları, kültürel değerlerin korunması gibi konuların küresel nitelikte olması bu örgütlerin de küreselleşmesi sonucunu doğurmuştur. Gerçekten de hükümet dışı uluslararası örgütlerin uluslararası politikada oynadığı rol, en ciddi muhalişerinin bile göz ardı edemeyeceği, görmezden gelemeyeceği önemli bir gelişmedir. Bu açıdan bakıldığında, hükümet dışı örgütler uluslar arası politikanın bir gerçeğidir. Bu nedenle “uluslararası ilişkiler” kavramı da yerini “dünya politikası”, “küresel politika” gibi kavramlara bırakmaktadır. Hükümet dışı örgütler birçok uluslararası örgütte görüş bildirme, gündem yaratma ve danışma işlevi görmektedir.

ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ

28 Mayıs 1961’de The Observer’da Peter Benenson imzasıyla yayınlanan “The Forgotten Prisoners” makalesiyle başladığı kabul edilen bir süreçle kurulan Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) (Amnesty International), bugün hem ulaştığı kapsama alanı, hem etkinliği hem de tanınırlığı ve bilinirliği açısından en önde gelen hükümet dışı örgütlerdendir. UAÖ, bir yandan sömürge altındaki devletlerin bağımsızlaştığı ve Bağlantısızlar Hareketi’nde somutlaştığı üzere üçüncü dünyacı akımların güçlendiği, diğer yandan da insan hakları alanında uluslararası düzeyde yoğunlaşan tartışmalar çerçevesinde mevcut devlet sisteminin farklı bakış açılarıyla eleştirildiği dönemde kurulmuştur.

 UAÖ, günümüzde kendi temel misyonunu şöyle sıralamaktadır:

  • Kadınların, çocukların, azınlıkların ve yerel halkların hakları,
  • İşkenceye son verme,
  • İdam cezasının kaldırılması,
  • Fikir mahkûmlarının, sığınmacıların ve göçmenlerin sorunları ve hakları,
  • Siyasi suçluların hakları,
  • İnsan onurunun korunması.

Uluslararası Af Örgütü, insan haklarına saygı gösterilmesi ve bu hakların korunması konusunda çalışan insanların oluşturduğu uluslar arası alanda tanınan küresel bir harekettir. Vizyonu, her insanın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarafından kabul edilen insan haklarına ve diğer tüm uluslararası insan hakları standartlarına erişebilmesini sağlamaktır. Uluslararası Af Örgütü “karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak” anlayışından esinlenerek ve fakat mevcut sorunlara, engellere ve mahkûmiyetlere de dikkat çekerek dikenli telle çevrilmiş bir mum şeklinde bir amblem benimsemiştir.

Örgütlenme

Her hükümet dışı örgütte olduğu gibi resmî yapılanmalardan farklı olarak görece esnek ve yatay olarak örgütlenen UAÖ’nün en üst düzey yönetim organı, Uluslar arası Konsey’dir. Örgütün merkezînin bulunduğu Londra’da faaliyet gösteren ve şubelerin ve alt-birimlerin üyeleri oranında önerdiği adaylardan oluşan Uluslar arası Konsey’de örgüt dışından da katılımcılar yer alabilmekte ancak oy verme hakkı sadece UAÖ üyelerine ait sayılmaktadır. İki yılda bir toplanan Konsey, hem genel siyasayı ve politikaları belirlemekte hem de bir anlamda iç denetim yapmaktadır. Bunun dışında, Uluslararası Konsey tarafından seçilen 8 üye ve Mali İşler Sorumlusu’ndan oluşan ve yılda bir kez toplanan Uluslararası Yürütme Komitesi de bulunmaktadır. Komite’nin ana amacı, tüm faaliyetlerin UAÖ’nün statüsüne, ilkelerine ve Uluslararası Konsey tarafından belirlenen genel politikalara uygun bir şekilde yürütülmesini gözetlemek, denetlemek ve sağlamak olarak belirlenmiştir.

Örgütün sürekliliğini ve devamlılığını (ve hatta bir adresi olabilmesini), kısacası bir örgüt (tüzel kişilik) olabilmesini sağlayan kilit organ olan Sekretarya ise Uluslar arası Konsey ve Uluslararası Yürütme Komitesi’nin günlük rutin işlerini takip etmek ve gerçekleştirmekle görevlidir. Uluslararası Af Örgütü, 1977’de Nobel Barış Ödülü, 1978’de BM İnsan Hakları Ödülü’nü almıştır. UAÖ, genel olarak etkin, bilinen ve saygın hükümet dışı kuruluşlar arasında sayılmaktadır. Ayrıca çeşitli uluslararası örgütler, resmî konferanslar gibi platformlarda danışmanlık/gözlemci statüsü de elde etmiş durumdadır Resmî İnternet sayfalarındaki bilgilere göre 150’nin üzerinde ülkeden yaklaşık 2.8 milyon gönüllüsü, destekçisi ve abonesi olan UAÖ’nün, 80 ülkede de büroları bulunmaktadır.

 Ülke Kuralı

UAÖ’nün kendisini benzer birçok hükümet dışı örgütten de ayıran en önemli çalışma ilkesi, “ülke kuralı”dır (Work on Own Country Rule – WOOC). Bu kurala göre, örgüt temsilcilikleri bulundukları ülkede hak ihlaline uğrayanlarla ilgili raporlama yapamamaktadır.

Uluslararası Af Örgütü’ne Yönelik Eleştiriler

demokratik sistemleri gereği ihlal iddialarının gündeme gelmesine karşı baskıcı ve sansürcü bir anlayış sergilemediği için, “açık toplumlar” olan Batılı devletlerin en küçük ihlalleri bile etkin ifade ve şikâyet mekanizmalarıyla hemen gündeme gelebilmekte (ve böylece aslında hemen etkin çözümler de üretilebilmekte), buysa sanki Batılı devletler daha çok/ciddi sayıda ihlal yapıyormuş gibi bir durum ortaya çıkarmaktadır. Öte yandan, UAÖ’nün Batılı devletlerin ve özellikle de ABD ile İngiltere’nin dış politika önceliklerine ve uygulamalarına paralel hareket ettiği ve insan hakları ihlalleriyle ilgili çalışmalarını bu çerçevede belirlediği yönünde eleştiriler de getirilmektedir. Buna göre, Batı’da hem de tam üçüncü dünya bağımsızlaşırken ortaya çıkan, merkezî Batı’da olan, bağışçılarının önemli bir kısmı Batılı olan ve Batılı devletlerle yakın çalışmalar yapan UAÖ’nün başka türlü değerlendirilmesi de mümkün değildir. Bu bağlamda, örgütün Batılı devletlere ve mütteŞklerine insan hakları ihlalleri konusunda daha “anlayışlı” yaklaştığını ve yoğun ihlallerin istikrar-barış vb. ilkeler ön plana çıkarılarak geçiştirilmesi politikalarına payanda olduğunu ileri sürenler de bulunmaktadır. “Batı”ya bakış/yaklaşım konusunda getirilen bu iki-yanlı eleştiriler bir yana, bazı devletler de UAÖ’yü “güvenlik-insan hakları dengesi”ni iyi okuyamamakla eleştirmektedir. Buna göre, devletlerin vatandaşlarının haklarını korumak için gerekli önlemleri alma görevinin olduğu ve bunun da insan hakları anlayışının bir parçası olduğu görmezden gelinmekte ve “dengesiz” ve “gerçekçi olmayan” eleştiriler yapılmaktadır. kültürel/yerel değerlere ve anlayışlara dikkat edilmediği eleştirisini yapmaktadır. UAÖ’nün özellikle 11 Eylül sonrası dünyada yaşanan kimi kritik gelişmelerde aldığı tavır da olumlu ve olumsuz anlamlarda tartışma konusu olmuştur. Guantanamo uygulamalarını sert şekilde eleştiren ve bunları günümüzün Gulag Kampları olarak niteleyen UAÖ, Danimarka’da patlak veren ve birçok Avrupalı siyasetçi tarafından “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilen “karikatür krizi” konusunda da farklı bir tutum almış ve “nefret söylemi niteliğindeki eylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini” açıklamıştır. eleştiri aldığı bir diğer konu da Filistin sorunu konusundaki tutumu olmuştur. Özellikle 2008-2009 kışında İsrail’in Gazze müdahalesi sonrasında hem İsrail devletinin hem de HAMAS’ın çeşitli uygulamalarını insan hakları perspektifinden eleştiren UAÖ, kimileri açısından saygınlığını bir kere daha ispatlamışken, iki tarafta da kaşların kalkmasına neden olmuştur.

İNSAN HAKLARI İZLEME ÖRGÜTÜ

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch: HRW), 1978’den itibaren kurulan bir dizi insan hakları örgütünün 1988’de tek bir şemsiye altında toplanmasıyla oluşturulmuştur. Helsinki Nihai Senedi’nin 1975’te yayınlanmasını takiben özellikle Doğu Bloku devletlerindeki insan hakları ihlallerini gündeme getirmek, bu devletlerin Helsinki’de uzlaşılan ilke ve kurallara ne ölçüde uyduğunu izlemek ve bu çerçevede onlar üzerinde siyasi baskı oluşturmak amacıyla 1978’de kurulan Helsinki Watch, örgütün ilk nüvesini oluşturmaktadır. Bölgelerindeki insan hakları uygulamalarını izlemek için 1981’de kurulan Americas Watch, 1985’te kurulan Asia Watch, 1988’de kurulan Africa Watch ve 1989’da kurulan Middle East Watch, örgütün temel bileşenlerini oluşturmaktadır. Kuruluş dönemleri ve süreçleri itibarıyla ABD’nin insan haklarını bir aktif dış politika meselesi/aracı olarak görmeye başlamasına (olumlu ve olumsuz manada) paralelliğine hep dikkat çekilen İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün merkezi, New York’ta bulunmaktadır. Berlin, Brüksel, Chicago, Cenevre, Johannesburg, Londra, Los Angeles, Moskova, Paris, San Francisco, Tokyo, Toronto ve Washington’da şubeleri bulunur.  HRW, temel hedefini, ortaya çıkarılan insan hakları ihlalleri ışığında ihlalci devletler üzerinde uluslararası baskının artması ve ilgili devletlerin bu kapsamda uygun ve etkin önlemleri almasının sağlanması olarak ilan etmiş durumdadır.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne Yönelik Eleştiriler

Hazırladığı ülke raporlarıyla getirdiği eleştiriler seçici, ideolojik, taraşı vs. bulunan HRW, Batılı devletler tarafından kendilerine karşı daha acımasız davranıldığı şeklinde eleştirilirken, diğer devletler tarafından da Batıcı, İsrail yanlısı ve Batılı lobilerin etkisinde olan bir yapılanma olarak nitelenebilmektedir. Gerçekten de, bu anlamda getirilen farklı eleştirilere bakıldığında, HRW bir yandan İsrail karşıtı, ABD karşıtı vs. bulunurken diğer yandan da Çin karşıtı, Venezüella karşıtı ya da İsrail yanlısı ve ABD yanlısı da bulunabilmektedir. HRW, çalışma ve örgütlenme yöntemi bağlamında eleştirilerle de karşılaşmaktadır. Saha çalışmasından ziyade izleme ve raporlamaya ağırlık vermesi, yani bir anlamda “masa başı” çalışmasının HRW’nin çalışmalarının sağlıklı olmasını engellediği yaygın olarak vurgulanmaktadır. maddi kaynaklarını bireysel bağışlardan ziyade yoğunlukla büyük bağışçılardan elde eden HRW, sansasyon yaratacak ya da en azından medyada yer alacak konulara yoğunlaşmakta ve raporlarını da bu amaç/öncelik doğrultusunda kaleme almaktadır.

YEŞİL BARIŞ

Kalkınma-sanayileşme-çevre denkleminin ve aslında mevcut kalkınma/sanayileşme politikalarıyla yöntemlerinin yoğunlukla tartışılmaya başlandığı 1960’ların sonu ve 1970’lerin başı, çevre hareketlerinin de doğmaya başladığı döneme tekabül etmektedir. ilk elde Vencouver’da (Kanada) düzenlenen nükleer-karşıtı eylemlerle olgunlaşan yapılanma, ismini ABD’nin Alaska’da yapacağı nükleer denemeye itirazi tanıklık etme yolculuğu için kiralanan ve adı Greenpaece olarak değiştirilen gemiden almaktadır. Yeşil Barış, 1971 yılından itibaren küresel düzeyde çevre sorunlarına karşı mücadele veren en önemli hükümet dışı uluslar arası örgüttür. 1972 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı neticesinde imzalanmış olan Stockholm Deklarasyonu, “çevre hakkı” konusunda uluslar arası düzeydeki ilk ve en önemli belgedir. Zehirli ve kimyasal atıklar, balina avcılığı, deniz canlılarının korunması, okyanuslar, yağmur ormanları ve habitat, biyolojik çeşitlilik, sürdürülebilir tarım, temiz enerji, iklim değişikliği, nükleer kirlilik ve silahsızlanma, genetiği değiştirilmiş organizmalar vb. konular dâhil her türlü çevresel sorun, örgütün zamanla genişleyen ajandasında yer almaktadır. Günümüzde 28 ülkede bölgesel bürosu, 42 ülkede de doğrudan çalışma merkezi olan ve profesyonel çalışanlarının yanı sıra gönüllüleri vasıtasıyla çeşitli kampanyalar, eylemler, yayınlar ve etkinlikler yapan Greenpeace, dünyanın ilgi alanı genişliği itibarıyla en kapsamlı, faal ve etkin uluslararası çevre örgütü sayılmaktadır. Greenpeace’in, çalışmalar yürüttüğü temel konular şunlardır:

  • Okyanuslar ve yaşlı ormanların korunması,
  • İklim değişikliğini durdurabilmek için fosil yakıtların kademeli olarak sonlandırılması ve yenilenebilir enerjilerin teşvik edilmesi,
  • Nükleer silahlanma ve nükleer kirliliğe son verilmesi,
  • Zehirli kimyasalların ortadan kaldırılması,
  • Genleri ile oynanmış organizmaların doğaya bırakılmasının önlenmesi.

Yeşil Barış’a Yönelik Eleştiriler

Batılı/sanayileşmiş hem de saniyeleşmemiş devletlerden eleştiriler gelmektedir. Birinci grup, örgütün özellikle küresel çevresel sorunlar bağlamındaki eleştirilerini ve çözüm konusundaki taleplerini temelde Batılı devletlere yönelttiğini ileri sürürken, ikinci grup ise çevresel duyarlılıkların “aynı yöntemlerle sanayileşme sırası kendilerine gelmişken” gündeme getirilmesinin Batı’nın bir oyunu olduğunu düşünmektedir. Greenpeace’in en önemli eylem biçimi, “tanıklık etme” olarak adlandırılmaktadır. Buna göre, aktif bir eylem tarzından ziyade itiraz edilen, dikkat çekilmek istenen uygulamaların olduğu mekânlarda genelde sadece hazır bulunarak ve/veya pasif direniş yöntemleriyle konunun gündeme gelmesi ve tartışılması amaçlanmaktadır. Örneğin bir nükleer deneme alanına ünlü Gökkuşağı Savaşçısı (Rainbow Warrior) gemisiyle gidilmekte ve olaya “seyirci olunmakta”, bir tehlikeli atık geçişine nezaret edilmekte ya da çevre kirliliği yaratan bir fabrika kapısında durarak sabah işine giden çalışanlara durum “hatırlatılmakta”dır. Nadiren engelleme şeklinde gerçekleşen eylemlerin amacının dikkatleri konuya çekme ve toplumsal farkındalık yaratma olması, öte yandan Greenpeace’e etkisizlik, “üst-orta sınıftan kendini önemli hissetmek isteyen pasif kişilikler olma” ve hatta şov yapma gibi eleştirilerin gelmesine de neden olabilmektedir. Greenpeace, zehirli ve kimyasal atıklar, balina avcılığı, deniz canlılarının korunması, okyanuslar, yağmur ormanları ve habitat, biyolojik çeşitlilik, sürdürülebilir tarım, temiz enerji, iklim değişikliği, nükleer kirlilik ve silahsızlanma, genetiği değiştirilmiş organizmalar vb. konular dâhil her türlü çevresel sorunla ilgilenmektedir.

ULUSLARARASI KIZILHAÇ VE KIZILAY FEDERASYONU

her biri aslında bağımsız birer “ulusal” yapının bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Afet bölgelerine acil yardım ulaştırmada öncelik, yardım toplama konusunda birçok sivil toplum kuruluşundan farklı kimi hak ve ayrıcalıklar da bu bağlamda gündeme gelen diğer sui generis özelliklerdir.

Kuruluş Süreci ve Örgütlenme

Artık klasikleşmiş anlatıya göre, Kızılhaç olarak anılacak yapının 1863’te kurulmasına giden yol, İtalyan birliğinin sağlanmasıyla sonuçlanacak süreçteki savaşlardan 1859 Solferino Muharebesi’ne tanık olan İsviçreli iş adamı Hanry Dunant’nın savaş alanında yaralıların ve sivillerin durumu karşısındaki “insani” rahatsızlığıyla başlamıştır. İsviçre bayrağının ters yüz edilmiş şekli olan sembolleri nedeniyle “Kızılhaç” olarak anılmaya başlamıştır. Önayak oldukları ve İsviçre hükümetinin de desteğiyle toplanan devletlerarası konferansta yaralıların durumunu ele alan ilk Cenevre Sözleşmesi’nin (1864) imzalanmasıyla yapının uluslararası etkisi artmıştır. Federasyon, büyük ölçüde özerk/bağımsız ulusal sivil toplum örgütleri/dernekler şeklinde örgütlenmiş yapılardan (national societies) oluşan bir uluslararası çatı örgütüdür. Öyle ki, bu çatı yapılanmanın en yaygın bilinen parçalarından olan “Uluslararası Kızılhaç Komitesi” (International Committee of the Red Cross: ICRC) de aslında uluslararası bir örgüt değildir; bir İsviçre kuruluşudur. Öte yandan amaç, ilke, hedef, uluslararası statü ve özellikle de çatışma alanında sahip olunan kimi hak ve ayrıcalıklar temelli ortaklık, eşgüdümlü çalışma ve alınan ortak kararlar çerçevesinde yürütülen faaliyetlerle uluslararası bir görünüm de arz etmektedir. Temel uluslararası etkisini ve statüsünü 1946 Cenevre Sözleşmeleri’nden alan “Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Federasyonu” ise, 190’a yakın ülkeden bileşeniyle Cenevre merkezli olarak faaliyet göstermektedir. Kıtasal denebilecek beş büyük bürosu ve 14 bölgesel bürosu olan Federasyon, her iki yılda bir tüm ulusal yapıların toplanmasıyla oluşan Genel Kurultarafından seçilen Genel Sekreteri tarafından yönetilmektedir. Yürütme göreviyse Yönetim Kurulu’na (Governing Board) aittir.

Eleştiriler

en ciddi eleştirilerin başında, “yardım” sürecinde kimi dinî, siyasi, kültürel ve ideolojik kötüye kullanmalarının önüne geçme konusunda yeterli özenin her zaman gösterilmediği gelmektedir. daha kategorik bir eleştiriye göreyse, her durumda “merhamet” kavramının bizatihi kendisi sorunludur; zira “merhamet” ancak asimetrik/hiyerarşik bir ilişki çerçevesinde ve kimi beklentiler üzerinden sunulur ya da inşa edilir. Bir diğer eleştiriyse, Kızılhaç ve Kızılay yapılarının kimi bölgesel sorunlarda ve özellikle de uluslararasılaşmış iç çatışmalarda bağışçı ve destekçi ülke/devlet politikalarından bağımsız hareket etme konusunda her zaman çok özenli olmadığıdır. Yardım ekiplerinin içine resmî/askeri unsurların “sızması”na karşı yeterli önlemlerin alınmadığı bu bağlamda en sık tartışılan konudur. “Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Federasyonu” bileşenlerinin çatışma ortamlarının mağduru olduğu durumların sayısı da epeyce fazladır. Kabul gören amblemlerin de yardımıyla usulüne uygun olarak açıkça işaretlenen hastanelerin, mülteci kamplarının vb. insani tesislerin örneğin “teröristlerin barındırıldığı” vb. gerekçelerle askerî hedef olduğu durumlara sıklıkla rastlanmaktadır. Temel bir uluslararası insancıl hukuk yükümlülüğünün ağır bir şekilde ihlali anlamına da gelen bu gibi gelişmeler, ilgili bileşenlerin faaliyetlerini yürütmesi önünde ciddi bir engel de olabilmektedir.

Amblem Sorunu

Temel insancıl hukuk metinleri çerçevesinde özellikle çatışma alanında bir anlamda dokunulmazlık sağlayan haklardan yararlanarak faaliyetlerini yürütebilen Kızılhaç ve Kızılay bileşenleri.

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir