AÖF Türkiyenin toplumsal yapısı ders notları



Ünite 1:

*** Toplumsal Yapıyı Açıklayan Kavram ve Kuramlar

Anahtar Kavramlar

Toplum, insanları etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür. Herbert Spencer toplumsal yapı kavramını ilk kullanan kişi olmasına karşın, bu kavram o dönemde pek açıklığa kavuşamamıştır.

Toplumsal yapı, toplumda sürekli ve örgütlü sosyal ilişkilerin bütünüdür.

Toplumsal yapının parçaları; toplumsal statü, toplumsal rol, toplumsal gruplar, toplumsal sınıf, toplumsal ağ, toplumsal kurumlar ve kültürdür.

Statü, kişinin toplumsal yapı içinde bulunduğu konumdur.

Toplumsal sınıf, insanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre bu pozisyonun bilincinde olsun veya olmasın bölünmeleridir.

Toplumsal ilişkiler ağı, bireyin grup içi ve dışı bütün ilişkilerini içine alır. Bu ağ sayesinde bireyler ve gruplar, haberleri, bilgileri ve kaynakları paylaşırlar.

Toplumsal kurum, toplumun yapısı ve temel değerlerinin korunması bakımından zorunlu sayılan, nispeten sürekli kurallar topluluğudur.

Kültür, toplumda yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaştıklarını kapsayan bir kavramdır.

Toplumsal yapıyı açıklayan kuramların başlıcaları yapısalcılık, yapısal fonksiyonalizm, sosyal alışveriş kuramı, çatışma kuramı ve evrimci sentez kuramıdır.

Türkiye’de toplumsal yapı üzerine yapılan ilk çalışmalar, Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin tarafından gerçekleştirilmiştir.

Türk sosyoloji yazınında 1945-1972 yılları arasında toplumsal yapı ile ilgili çalışma yapan sosyologların başlıcaları Behice Boran, Mübeccel Belik Kıray, Nihat Nirun, Nevzad Yalçıntaş, İbrahim Yasa, Orhan Türkdoğan, Tahir Çağatay ve Ömer Bozkurt’tu.

Türk sosyoloji yazınında 1985 ve sonrasında toplumsal yapı üzerine çalışma yapan başlıca araştırmacılar; Emre Kongar, Korkut Boratav, Birsen Gökçe, Beylü Dikeçligil, Aytül Kasapoğlu ve Mehmet Ecevit’tir.

Amaçlarımız

Toplmsal yapı kavramını tanımlamak.

Toplumsal yapı, toplumda organize olmuş sosyal ilişkilerin bütünüdür.

*** Toplumsal yapıyı oluşturan parçaları açıklamak.

Toplumsal yapının parçaları toplumsal statü, toplumsal rol, toplumsal gruplar, toplumsal sınıf, toplumsal ilişkiler ağı, toplumsal kurumlar ve kültürdür. Statü, kişinin toplumsal yapı içinde işgal ettiği konumdur. Rol, belirli bir statüyü işgal

eden kişiden beklenen davranıştır. Toplumsal grup, en az iki kişiden meydana gelen, benzer değer ve beklentileri paylaşan bireylerin düzenli etkileşimleri sonucu ortaya çıkan bir birleşmedir.

Toplumsal sınıf, insanların toplumsal ve ekonomik pozisyonlarına göre bu pozisyonun bilincinde olsun veya olmasın bölünmeleridir. Toplumsal ilişkiler ağı bir bireyin hem grup içinde hem de diğer gruplar, kuruluşlar ve kurumlarla olan bütün ilişkilerini kapsayan ağdır. Toplumsal kurum, toplumun yapısı ve temel değerlerinin korunması bakımından

zorunlu sayılan, nispeten sürekli kurallar topluluğudur. Kültür, toplumda yaşayan insanların bütün öğrendikleri ve paylaş- tıklarını kapsayan bir kavramdır.

*** Toplumsal yapıyı farklı kuramlar ışığında değerlendirmek.

Yapısalcılık, inceleme konusu olarak yapıyı ele almak gerektiğini ileri süren çeşitli bilim dallarındaki ortak görüşün adıdır. Yapısalcılık bilimsel bir yöntem olduğu kadar bir ideolojidir. Yapısal fonksiyonalizm, toplumsal kurumları toplum içinde yerine getirdikleri fonksiyonlarına göre inceleyen bir yaklaşımdır. Sosyal alışveriş kuramı, kökenleri ekonomi ve davranış psikolojisine bağlanan ve sosyolojiden çok sosyal psikolojiye dayanan bir kuramdır. Çatışma kuramı, toplumu, temel maddi gereksinimler ve kaynakları elde ederken çatışan grupların bir sistemi olarak görür. Çatışma kuramı sosyal kökeni alt sınıf olan bir grup sosyolog tarafından ortaya atılmıştır. Evrimci sentez kuramı, Lenski’nin çatışma kuramı ile fonksiyonalizmi evrimci bir çerçevede sentezlemeye çalıştığı bir tabakalaşma kuramıdır.

*** Türkiye’nin toplumsal yapısı ile ilgili çalışmalar yapan başlıca araştırmacıların isimlerini listelemek.

Türkiye’nin toplumsal yapısı üzerine çalışma yapan başlıca araştırmacılar: Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, Behice Boran, Mübeccel B.Kıray, İbrahim Yasa, Tahir Çağatay, Nihat Nirun, Ömer Bozkurt, Nevzad Yalçıntaş, Niyazi Berkes, Şerif Mardin, Özer Ozankaya, Eyüp Kemerlioğlu, Korkut Boratav, Emre Kongar, Orhan Türkdoğan, Birsen Gökçe, Nur Serter, Beylü Dikeçligil, Aytül Kasapoğlu, Mehmet Ecevit ve Bahattin Akşit’tir.

Yaşadığınız bölgede ya da turist olarak gezdiğiniz bölgelerde arkeoloji ve etnografya müzelerini ziyaret ederek geçmiş dönemlerde Anadolu’da yaşamış toplumları ve yaşam biçimlerini değerlendirmeye çalışınız.

Yaşadığınız ya da turist olarak ziyaret edeceğiniz bölgede hangi müzelerin olduğunu Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığının İnternet adresinden (www.kultur.gov.tr) öğrenebilirsiniz. Ülkemizde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 98 Müze Müdürlüğü, 90 bağlı birim ve 129 düzenlenmiş ören yeri olmak üzere, ziyaret edilebilir 317 ünite aynı zamanda birer eğitim ve bilim kurumu olarak hizmet vermektedir.

Öğrencilik statüsü dışında hangi statülere sahip olduğunuzu düşünün.

Anne babanızın çocuğu olarak sahip olduğunuz bir statünüz vardır. Bunun yanında cinsiyetiniz yani kadın ya da erkek olmamız bir başka statünüzdür. İnsanın yaşı örneğin; çocuk, genç, orta yaşlı ya da yaşlı olması ona toplumda bize farklı statüler getirir. Eğer çalışıyorsanız, bir çalışan olarak statümüz vardır. Örneğin, memur ya da işçi olmak gibi. Eğer evliyseniz; bir eş olarak statünüz vardır. Çocuğunuz varsa bir anne veya baba olarak statünüz vardır. Yaşamımız boyunca birçok statüye sahip oluruz ve bu statülerin gerektirdiği rolleri yerine getiririz.

*** Sahip olduğunuz öğrencilik statüsünün gerektirdiği roller nelerdir?

Öğrencilik statüsünün gerektirdiği roller açısından örgün eğitim alan biri için dönem başlarında kayıt yaptırmak, derslere devam etmek, derslerine çalışmak, sınavlara girmek ve ödev vb. uygulamaları yapmak, okul yönetmeliğine uymak, mezun olmak sayılabilir. Bir açıköğretim öğrencisinin rolleri ise benzer şekilde dönem başında kayıt yaptırmak, derslerine çalışmak, sınavlara girmek, derslerini başarıyla geçmek ve mezun olmak biçiminde sıralanabilir.

*** Üyesi olduğunuz toplumsal gruplar nelerdir?

İçinde bulunduğumuz grupların başında aile gelir. Bunun yanında arkadaş grupları olabilir. Gerek iş ortamında gerekse iş ortamı dışında arkadaşlarımızla birçok paylaşım yaşarız. Yüz yüze, sıcak samimi ilişkilerin yaşandığı bu tür ilişkilerimiz yanında, resmî ilişkilerimiz de vardır. Örneğin, amir ve memur arasındaki iş ilişkisi gibi. Hobilerimizle ilgili olarak bir grubun üyesi olabiliriz. Örneğin; zekâ oyunları veya gezi kulübü.

Ünite 2:

*** Türkiye’de Kültür ve Kültürel Değişim

Anahtar Kavramlar

Kültür sözcüğü beşeri, estetik, maddi ve biyolojik alandaki ve bilim alanındaki anlamlarıyla dört farklı biçimde ele alınır.

Kültür; normlar, değerler, inançlar, semboller ve dil olmak üzere farklı ögelerden oluşur.

Dil, kültürü oluşturan ana ögelerden biridir.

Türkler sırasıyla Göktürk, Uygur, Arap kökenli ve Latin kökenli olmak üzere dört temel alfabe kullanmışlardır.

Kültürel süreçler başı-sonu belli olmadan süregelen olaylardır.

Türk kültürü ve Türkiye kültürü farklı anlamlar taşımaktadır.

Türk kültürünün Orta Asya, komşu ülkeler (Çin, Hint) ve İslam (Arap, İran) olmak üzere üç temel kaynağı vardır.

Türkiye kültürünün etkileyen 4 kültür; özgün Türk kültürü (Orta Asya), İslam kültürü (Arap, İran), Anadolu yerli kültürleri ve Batı (Avrupa) kültürüdür.

Amaçlarımız

*** Kültürün farklı anlamlarını ayırt etmek.

Bilim alanındaki kültürle uygarlıklar; beşeri alandaki kültür ile eğitim sürecinin ürünü; estetik alandaki kültürle güzel sanatlar; maddi (teknolojik) ve biyolojik alanda kültürle de üretme, tarım, ekin, çoğaltma ve yetiştirme anlamları kastedilmektedir.

Kültürün ögelerini sıralamak.

Kültürün ögeleri; normlar, değerler, inançlar, semboller ve dildir.

Kültürel süreçleri açıklamak.

Kültürel süreçler başı-sonu belli olmadan süregelen olaylardır. Kültürel süreçlerin kültürel olaylardan farkı, daha genel, soyut ve evrensele yakın düzeyde geçerli kavramlar olmalarıdır. Kültürel süreçler arasında; kültürleme, kültürel yayılma, kültürlenme, kültürleşme, kültürel yozlaşma, kültür şoku, zorla kültürlenme, kültürel özümseme ve kültürel değişme sayılabilir. Kültürleme, doğumdan ölüme kadar bireyin, toplumun istek ve beklentilerine uyacak biçimde etkilenmesi ve değiştirilmesi, geniş anlamıyla toplumsallaşmadır. Kültürel yayılma, belli bir toplumda, dıştan içe doğru ya da içten dışa doğru, maddi ve manevi ögelerin sürekli olarak yayılmasıdır.

Kültürlenme, belli bir toplumun alt-kültürlerinden ya da farklı toplumlardan kopup gelen birey ve grupların buluşması ve bir etkileşim süresi sonunda, asıl kültür ve alt-kültürlerde bulunmayan yepyeni bir bileşime varılması, ulaşılmasıdır.

Kültürleşme, kültürel yayılma süreciyle gelen maddi ve manevi ögelerle, başka kültürlerden birey ve grupların, belli bir kültürel etkileşime girmesi ve karşılıklı etkileşim sonucunda her ikisinin de değişmesidir. Kültürel yozlaşma, yayılmacılara göre, bir merkezden çıkan ve yayılan kültürün etkisinin her zaman çıkış ve geliş yerindeki yükseklik ve derecesini koruyamayıp bozulması, yozlaşmasıdır.

Kültür şoku, bir kültürden başka bir kültüre giden bireylerin, yeni kültüre uyum yapmakta karşılaştıkları güçlükler, sıkıntı ve bunalımlar, gösterdikleri tepkilerdir. Zorla kültürlenme, bir kültüre mensup birey ve grupların, başka bir kültür tarafından zorla değiştirilmesidir. Kültürel özümseme, bir kültürel sistemin başka bir kültürel sistemi giderek kendine benzetmesi, kültürel egemenliği altına almasıdır. Kültürel değişme, yukarıdaki bütün süreçlerin ve öteki kültürel etkenlerin bir bileşkesi olarak, toplumun bütünüyle veya bazı kurumlarıyla değiş- mesi ya da değişikliğe uğramasıdır.

*** Türk kültürü ve Türkiye kültürü arasındaki farkı açıklamak.

Türk kültürü ile Türk kavminin tarih sahnesine çıkışından başlayarak, günümüze dek süregelen ve Türklerin yerleştikleri, yaşadıkları, bugün de yaşamakta oldukları yerlerde yarattıkları ve etkinliğini sürdüren kültür anlaşılmaktadır. Türkiye kültürü denildiğinde ise Türklerin yerleşmelerinden dolayı Türkiye denilen bu topraklarda onlardan önce varolan, onların gelişiyle büyük bir değişikliğe uğrayarak devam eden ve günümüze ulaşan kültür anlamıa gelmektedir.

*** Türk kültürünü ve Türkiye kültürünü etkileyen uygarlıkları sıralamak.

Türk kültürünün; Orta Asya, komşu ülkeler (Çin, Hint) ve İslam (Arap, İran) olmak üzere 3 temel kaynağı vardır. Türkiye kültürünü etkileyen 4 kültür; Özgün Türk kültürü (Orta Asya), İslam kültürü (Arap, İran), Anadolu yerli kültürleri ve Batı (Avrupa) kültürüdür.

*** Türkiye’de kültürle ilgili yapılmış temel araştırmaların başlıca bulgularını değerlendirmek.

Hofstede’in araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de toplulukçu değer ve normlar egemendir, kadınsı değerler ön plandadır, güç mesafesi fazladır, belirsizlikten kaçınma eğilimi yüksektir. Dünya Değerler Araştırması, 2011 yılı sonuçlarına göre ise Türkiye’de bireysel mutluluk ve hanenin maddi durumunun tatmin düzeyleri son yıllarda artmıştır. Erkeğin aile reisi olmasının tercihi vb. gibi erkek egemen değerleri destekleyen sonuçlar elde edilmiştir. En sık yapılan dinî ibadetler oruç tutma ve kurban kesmedir. Evlilik kurumu saygın ve gerekli bir kurum olarak görülmektedir. Siyasete demokratik katılım konusunda halkın geleneksel çekimserliği artarak sürmektedir. İnsan haklarına saygı duyulmadığı fikri yaygın bulunmuştur.

Ünite 3:

*** Türkiye’de Aile Kurumu ve Nüfusla İlgili Sorunlar

Anahtar Kavramlar

2000 yılındaki nüfus sayımında 67.803.927 kişi olan Türkiye nüfusu, 31 Aralık 2011 tarihi itibarıyla 74.724.269 kişidir.

Son sayıma göre ülke nüfusunun % 76,8’i il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır (www.tuik.gov.tr).

2011 yılındaki nüfus sayımına göre nüfusun % 50,2’sini (37 milyon 532 bin 954 kişi) erkekler, % 49,8’ini (37 milyon 191 bin 315 kişi) ise kadınlar oluşturmaktadır.

Kültürün içselleştirilmesiyle birlikte toplumun kuralları ve değerleri kabul edilir ve içselleştirilir.

Kayseri’de, bunalım geçirdiği iddia edilen annesinin, inşaatın 5. katından attığı 2 yaşındaki çocuk öldü. Kazım Karabekir Mahallesinde oturan F.Z.H. (25), 2 yaşındaki oğlu M.H’yi evlerinin yanındaki bir inşaatın 5. katından attı.

Küçük çocuk, olay yerinde yaşamını yitirdi. Anne F.Z.H. ise olay yerine gelen polis ekipleri tarafından inşaattan indirilerek gözaltına alındı. F.Z.H, psikolojik muayene için Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldü http://www.haberevet.com/haber/20110107/271489/kunye.html).

Kent nüfus oranı 2000 yılında % 64,9 iken köy nüfus oranı % 35,1 olarak ölçülmüştür. Oysa 2007 yılında kent nüfus oranının % 70,5, köy nüfus oranının % 29,5 olduğunu görürüz (www.tuik.gov.tr).

Kırsal alanlarda aile bağımsız bir ekonomik birim olmaktan çıkar. Üretime katılan aile emeği farklılaşır ve aile geçimini sağlamak için emeğini aile dışı işletmelere satar (Özbay, 1984: 42).

“Kentleşme, nüfusun büyük oranının tarımdan ve topraktan kopup tarım dışı alanlarda, sanayide, karmaşık örgütlerde ve dolayısı ile köyden başka yerlerde, kentlerde hayatlarını kazanmaya ve yaşamaya başlamaları demektir (Kıray, 1982: 57).

“Gecekondu ailesi bir taraftan kır ailesinin alışkanlıkları, tutumları ve değer yargılarıyla çevrili diğer taraftan kent yaşantısının etkisi altında kalan bir aile tipidir (Gökçe, 1991: 388).

“Köylü olarak düşünürüm, kendimi köylü olarak görürüm. Çünkü karın üstünde yalınayak odun topluyorduk ki yakak köyde biz. İnsan halini unutur mu? Ben onu unutup da şehirli olamam. Dünya kadar variyetim (varlığım, malım) olsa gine olamam” (Erman, 1998: 218).

Bireylerin yapmış oldukları evliliklerin % 85,9’unda hem resmî hem de dinî nikâh kıyılmıştır (www.tuik.gov.tr:2006).

2011 yılının III. Dönemi’nde (Temmuz-Ağustos-Eylül) evlenme sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 0,8 artarak 184.750’ye yükselmiştir. (www.tuik.gov.tr, 2011).

2011 yılının IV. Dönemi’nde (Ekim-Kasım-Aralık) evlenme sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 0,8 azalarak 137.386 olmuştur (www.tuik.gov.tr, 2011).

Türkiye’de kaba doğum hızı 1990 yılında % 25,2 iken 2000 yılında % 20,2, 2006 yılında ise % 18,7’ye gerilemiştir.

Türkiye’de kaba doğum hızı 2010 yılında % 17,0, genel doğurganlık hızı ise % 71,5’tir (www.tuik.gov.tr, 2011).

Evlilik birliği, ortak hayatın sürdürülmesi eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmışsa, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açılır. Medeni Yasa’da yapılan değişiklikle Aile Mahkemeleri kurulmuştur.

Eşler arasında Yasal Mal rejimi değişti. Eşin üzerindeki mallara ortaklığı getiren edinilmiş mallara katılma rejimi yasallaştı.

Türkiye’de 2007 yılında 638.311 çift evlenirken 94.219 çift ise boşanmıştır (www.tuik.gov.tr: 2007).

2011 yılının III. Dönemi’nde (Temmuz-Ağustos-Eylül) boşanma sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 4,2 artarak 25.858’e yükselmiştir (www.tuik.gov.tr, 2011).

2011 yılının IV. Dönemi’nde (Ekim-Kasım-Aralık) boşanma sayısı 2010 yılının aynı dönemine göre % 3,3 azalarak 28.370’e düşmüştür (www.tuik.gov.tr, 2011).

Türkiye’de 2007 yılı verilerine göre boşanmaların % 41,8’i evliliğin ilk 5 yılı içinde, % 22,5’i ise 16 yıl ve daha fazla süre evli olan çiftlerde gerçekleşmiştir (www.tuik.gov.tr, 2008).

2011 yılının IV. Dönemi’nde meydana gelen boşanmaların % 39,7’si evliliğin ilk 5 yılı içinde, % 24,9’u ise 16 yıl ve daha fazla süreli olan evli çiftlerde gerçekleşmiştir (www.tuik.gov.tr, 2012).

4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, 08-03-2012 tarihinde 6284 sayılı AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN olarak değiştirilmiş ve 19- 03-2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Alo 183 telefon hattı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı olarak şiddete uğrama tehlikesi altındaki kadın ve çocuklara, psikolojik, hukuki ve ekonomik alanda danışmanlık hizmeti vermek için kurulmuştur (Karınca, 2011: 43).

Türkiye’de 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza Yasası, kadının cinsel ve bedensel bütünlüğünü koruyan değişiklikleri içermektedir.

Yeni Medeni Yasa, evlilik içinde kadın-erkek eşitliğini önceki yasadan daha ileri bir düzeyde sağlamıştır (Karınca, 2011: 67).

Türk Medeni Kanunu, eşlerin oturdukları konuttan yararlanma ve kullanma hakkını etkileyen hukuksal işlemlerde tek başına değil, birlikte hareket etme ve karar verme zorunluluğunu getirmiştir.

Hiç kimse zorla evlendirilemez. Herkes evleneceği kişiyi seçme hakkına sahiptir.

Nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri yetkili kılınmıştır [md.177], (Karınca, 2011: 67).

Yeni Medeni Yasa ile kadının ev içindeki emeği, ailenin geçimine katkı olarak değerlendirilecektir

Amaçlarımız

*** Ailenin yapısı ile ilgili farklı bakış açılarını karşılaştırmak.

Aileye getirilen en temel yaklaşımlar, evrensel ve fonksiyonalist bakış açılarıdır. Ailenin evrensel bir kurum olduğunu savunan G. P. Murdock’a göre aile ortak ikamet, ekonomik iş birliği ve yeniden üretimle karakterize edilen sosyal bir gruptur. Bu grup her iki cinsin yetişkinlerini içerir ve bunların arasında sosyal olarak onaylanmış bir cinsel ilişki vardır.

Ailenin işlevsel analizini yapan T. Parsons’a göre ise ailenin temel ve indirgenemez iki fonksiyonu vardır: 1. Çocukların birincil sosyalizasyonu 2. Toplum nüfusunun yetişkin kişiliklerinin sabitlenmesi. Ona göre aileler insan kişilikleri üreten fabrikalardır. İlk sosyalizasyon sıcaklık, güvenlik ve karşılıklı destek ister.

*** Türk ailesinin oluşumunu etkileyen faktörleri tanımlamak.

Türk ailesinin oluşumunu etkileyen faktörler ailedeki yapısal değişiklikler ve sosyo-ekonomik etmenlerdir. Çekirdek aile, ataerkil geniş aile, geçici geniş aile ve çözülmüş aile olmak üzere dört aile tipi vardır. Aileyi etkileyen sosyo-ekonomik etmenler ise mülkiyet, iş, meslek ve gelir ilişkileridir. Bu faktörlerle birlikte aile tiplerinin oluşumu evlilik kalıplarını, evliliğin oluşumunu, evlilikte yaş, aile otoritesi, davranış kalıplarını ve karı koca ilişkilerini etkiler. Türk aile yapısı çekirdek büyük bir çoğunlukla çekirdek ailelerden oluşur. Geniş aile ne kırsal alanlarda ne de kentsel alanlarda başat aile yapısı olmaktan çıkmıştır.

*** Kırsal ailenin özelliklerini saptamak.

Ailenin üretim işlevindeki değişiklikler ailenin yapısını da önemli ölçüde etkiler. Türkiye tarımında aile yapıları ağırlıklı olarak küçük meta üreticisi hanelerden oluşur. Bu haneler küçük ve orta büyüklükteki topraklar üzerinde aile emeğini kullanarak üretim yapan birimlerdir. Hanede yaşayan bireylerin iş bölümü içerisindeki yerleri yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir.

*** Kentsel ailenin farklılıklarını açıklamak.

Bütün metropol aileleri, modern teknolojinin kurumları tarafından yaratılmış farklılaşmış, kurumlaşmış ve örgütlü bir çevrede yaşarlar. Buna karşılık gecekondu ailesi bir taraftan kır ailesinin alışkanlıkları, tutumları ve değer yargılarıyla çevrili diğer taraftan kent yaşantısının etkisi altında kalan bir aile tipidir. Gecekondu aileleri kentsel ekonomi içerisinde kalıcı ve temel ögeler hâline geldiler. Oysa elde ettikleri yalnızca kendi durumlarını sürdürmelerini sağlayacak toplumsal ve ekonomik destek ve ekonomik koruma oldu.

*** Boşanmanın nedenlerini saptamak.

Boşanma davası, eşlerden birinin kötü muamelesi, hayata kast edecek veya onur kırıcı davranışlarda bulunması, küçük düşürücü suç işlemesi ve haysiyetsiz bir hayat sürmesi, evlilik dışı ilişkide bulunması, evi terk etmesi, tedavisi olanaksız akıl hastası olması hâlinde açılır.

*** Aile ve ailenin yapısı ile ilgili yasal düzenlemeleri listelemek.

Yeni Medeni Yasa ile aile içerisinde kadın-erkek eşitliği sağlanmıştır. Türk Medeni Yasası’na göre:

  • Kadınlar ve erkekler 17 yaşını doldurmadan evlenemezler.
  • Kadınlar evlendikten sonra önceki soyadlarını kullanabilirler.
  • Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler.
  • Eşler oturdukları konuttan yararlanma ve kullanma hakkını etkileyen hukuksal işlemlerde tek başına hareket etmeyip birlikte hareket etmek ve karar vermek zorundadırlar.
  • Kadının bir meslek ve sanatla uğraşması kocanın iznine bağlı değildir.
  • Çocuğun velayeti ile ilgili olarak kadınlar erkeklerle eşit haklara sahiptirler.
  • Hiç imse zorla evlendirilemez. Herkes evleneceği kişiyi seçme hakkına sahiptir.
  • Evlili birliği devam ederken ya da eşler ayrı yaşarken kadınlar nafaka talebinde bulunabilir.
  • Nafaka davası Türkiye’nin her yerinde ve Aile Mahkemelerinde açılabilir.
  • Yeni Medeni Yasa ile kadının ev içindeki emeği ailenin geçimine katkı olarak değerlendirilecektir.

*** G. Murdock aileyi nasıl tanımlar?

G.P. Murdock’a göre aile, ortak ikamet, ekonomik işbirliği ve yeniden üretimle karakterize edilen sosyal bir gruptur. Bu grup her iki cinsin yetişkinlerini içerir ve bunların arasında sosyal olarak onaylanmış bir cinsel ilişki vardır.

*** T. Parsons’a göre ailenin temel ve indirgenemez fonksiyonları nelerdir?

  1. Parsons’a (1955) göre ise ailenin temel ve indirgenemez iki fonksiyonu vardır: 1. Çocukların birincil sosyalizasyonu 2. Toplum nüfusunun yetişkin kişiliklerinin sabitlenmesi.

*** D. Cooper’ın eleştirisine göre aile nasıl tanımlanır?

  1. Cooper’ın (1972) eleştirisine göre ise aile “kendi” olmayı ve insanların kendi bireyselliklerini yaratma özgürlüklerini reddeder. Aile bireyleri sınırlayıcı olan rollerde uzmanlaştırır. Böylece bireylerin davranışları dar kalıplarla sınırlanır ve benliğin gelişimi engellenir.

*** Serim Timur’a göre aile tiplerinin oluşumu aile ile ilgili hangi faktörleri etkiler?

Serim Timur’a göre aile tiplerinin oluşumu evlilik kalıplarını, evliliğin oluşumunu, evlilikte yaş, aile otoritesi, davranış kalıplarını ve karı koca ilişkilerini etkiler.

*** Türkiye’de çiftler hangi nedenlerden dolayı boşanırlar?

Türkiye’de çiftlerin büyük çoğunluğu “geçimsizlikten”, “bilinmeyen nedenlerden “diğer” nedenlerden, “terk” nedeniyle boşanırken, bir kısmı da “zina”, “akıl hastalı- ğı”, “cürüm ve haysiyetsizlik” ve son olarak “cana kast ve pek fena muamele” den dolayı boşanırlar.

*** Yeni Türk Ceza Yasası’na aile ile ilgili getirilen değişiklikler nelerdir?

Yeni Türk Ceza Yasası:

  • Töre cinayetlerini cezalandırmaktadır.
  • Birden fazla evliliği ve imam nikâhını yasaklamaktadır.
  • Resmî nikâh yapılmadan gerçekleştirilmek istenen dinî nikâhları cezalandırmakta ve engel olmaktadır.
  • Evlilik içi tecavüzü suç saymaktadır.
  • İş yerinde, eğitim kurumunda veya aile içinde taciz ve tecavüzü cezalandırmakta, mağdurun bu eylem sonucu işsiz kalması, eğitim kurumunu terk etmesi veya aileden ayrı kalması hâlinde verilen cezayı artırmaktadır.
  • Tecavüz sonucu hamile kalan kadının kendi isteğinin bulunması hâlinde (hamileliğini 20 haftayı geçmemiş olması koşulu ile) hastane ortamında olmak koşulu ile kürtaj olmasına izin vermektedir.
  • Aynı konutta yaşanan birlikteliklerde kötü muamele ve şiddeti cezalandırmaktadır.
  • Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmemeyi suç saymaktadır.
  • Hâkim ve savcı kararı olmadan yapılacak bekâret kontrolünü (her türlü genital muayeneyi) yasaklamaktadır.

Yeni Medeni Yasa ile evlilik içinde getirilen değişiklikler nelerdir?

Yeni Türk Medeni Yasası’na göre:

  • Kadınlar ve erkekler 17 yaşını doldurmadan evlenemezler.
  • Kadınlar evlendikten sonra önceki soyadlarını kullanabilirler.
  • Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler.
  • Türk Medeni Kanunu, eşlerin oturdukları konuttan yararlanma ve kullanma hakkını etkileyen hukuksal işlemlerde tek başına hareket etmeyip birlikte hareket etmek ve karar vermek zorunluluğu getirmiştir.
  • Kadının bir meslek ve sanatla uğraşması kocanın iznine bağlı değildir.
  • Çocuğun velayeti ile ilgili olarak kadınlar erkeklerle eşit haklara sahipler.

Yeni Medeni Yasa ile evlilik içinde getirilen değişiklikler:

  • Hiç kimse zorla evlendirilemez. Herkes evleneceği kişiyi seçme hakkına sahiptir.
  • Evlilik birliği devam ederken ya da eşler ayrı yaşarken kadınlar nafaka talebinde bulunabilir.
  • Nafaka davası Türkiye’nin her yerinde ve Aile Mahkemelerinde açılabilir.
  • Yeni Medeni Yasa ile kadının ev içindeki emeği ailenin geçimine katkı olarak değerlendirilecektir.

Ünite 4:

*** Türkiye’de Eğitim Kurumu ve Sorunları

Anahtar Kavramla

İşlevselci Kurama göre eğitim, mevcut toplum değerlerinin korunması ve sürdürülmesini sağlayan bir toplumsal kurum iken Marxist Çatışmacı Kuram’da toplumsal, ekonomik ve politik düzenin bir parçası olarak toplumda var olan eşitsizlikleri yeniden üreten ve meşrulaştıran bir kurumdur.

Kültürel sermaye, bireylerin ya da grupların eğitim başarısı ve sosyal statülerine ailenin geçmişinin (background) ve eğitimin katkısını ifade etmektedir.

Osmanlı Devleti’nde eğitim uzun yıllar kendi içinde kademelere ayrılan medreselerle yönetici zümrelerin yetiştirilmesinde kullanılan Enderun Mektebi aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu mektep dışında, devletin eğitimle olan bağı oldukça sınırlı olmuş, ülke içindeki okulların açılıp işletilmesi dinsel örgütlenmeler paralelinde gerçekleştirilmiştir.

1924-1926 arasındaki eğitim reformları sayesinde bugünkü Türkiye eğitim sistemi kurulmuştur.1924- 1926 arasındaki eğitim reformları sayesinde bugünkü Türkiye eğitim sistemi kurulmuştur.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 3 Mart 1924’te eğitim üzerinde devlet otoritesini mutlaklaştıran, temel amacı ülke içindeki bütün eğitim kurumlarını tek bir merkeze bağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı.

Eğitim sistemi, öğrencilerin hem eğitimsel hem de sosyal gereksinimlerini yeterli düzeyde karşılamamaktadır. Eğitimin gereksinimleri yeterince karşılayamaması, hem ekonomik ve politik sistemdeçarpıklıklara neden olmakta hem de sosyal ve kültürel konularda ciddi olumsuzluklar doğurmaktadır.

Eğitim sistemi, Millî eğitim yerel düzeydeki okullara kadar uzanan bürokratik bir yapı içerisinde işlemekte; eğitimde yenileşme çalışmaları da genellikle merkezden başlamakta ve merkezden yönlendirilmektedir.

Türkiye eğitim sistemi, merkeziyetçi, bürokratik ve toplumun gereksinimlerini karşılamaktan uzak görünmektedir.

Bunun yanı sıra sistemin fiziksel altyapı, donanım, derslik ve öğretmen eksikliği, okullaşma düzeyinin düşüklüğü, eğitimde fırsat eşitsizliği ve başarı düzeyinin düşüklüğü gibi pek çok sorunu bulunmaktadır.

Eğitime yapılan kamu harcamaları açısından Türkiye eğitime en az kamu kaynağı ayıran OECD ülkesidir. 2006 verilerine göre Türkiye’de ilköğretim düzeyinde kamu kaynaklı öğrenci başına harcama, OECD ortalamasının beşte biri kadardır. Ortaöğretim düzeyinde ise Türkiye’nin yaptığı harcama, OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dörtte biridir.

Ülkemizde öğretmen yetiştirmede çok ciddi sorunlar yaşanmakta, öğretmenlerimize gerekli olan yaşam standartı ve mesleki gelişimi olanakları yeterince sağlanamamaktadır.

Eğitimde düzenleyici bir siyaset üstü bir kurumun olmaması ve uzun vadeli planlamanın eksikliği eğitimin bugünkü sorunlarının yapısal nedenlerinden en önemlisidir.

Uluslarası çapta değerlendirme ve karşılaştıma yapan PİSA türü sınavlardan elde edilen sonuçlar eğitim sistemimize oldukça geniş perspektiften dönüt sağlayarak, zengin bir değerlendirme ve geliştirme kaynağı olarak kullanılabilir.

Son zamanlarda küreselleşmeyle birlikte, temel bir toplumsal hak ve bir kamu hizmeti olan eğitimin özel ve paralı hâle getirilmesi daha fazla gündeme getirilerek, kamu hizmeti niteliğini zayıflatma ya da kamu hizmeti olmaktan çıkarılma duruma getirilmeye çalışıldığı görüntüsü vermektedir.

Üniversiteler, eğitimin toplumsal bir olgu olarak ele alındığı mekânlar olmaktan çıkartılıp, tek boyutlu yani sadece sermayenin “etkinlik/kârlılık” iş yaptığı “ekonomik mekanlar” hâline getirilme riskiyle karşı karşıya kalabilmektedir.

Küreselleşmeyle birlikte toplumsal anlamda ise toplumsal ihtiyaçlar çevresinde tanımlanan eğitimin amaçları, bunlardan daha ziyade piyasanın amaçlarına göre şekillenmeye başlamıştır. Bu durum aynı zamanda neoliberalizm sürecinin Türkiye’de de etkinleştiğini göstermiştir.

Türkiye’de eğitimde reform girişimleri, sistemin özüne dokunmadan, siyasal çıkar elde etmek amacıyla bütünlükten uzak yapılmakta ve bu yüzden beklentileri karşılayamamaktadır.

Amaçlarımız

*** Eğitime yönelik temel kuramsal yaklaşımları özetlemek.

İşlevselci yaklaşıma göre, eğitim kurumunun işlevi, toplumsal sürekliliğin sağlanması için gerekli norm ve değerlerin aktarılmasıdır. İşlevselci yaklaşım, çağdaş toplumlarda belirli statü ve konumlara ilerlemede bireysel yetenek ve çaba toplumsal kökenden daha önemli olduğu için, eğitim, uzmanlaşmayı sağlayarak ve bireyleri yeteneklerine göre sınıflandırarak “iyi” eğitimli olanların “daha iyi” mesleki konumları elde etmelerine olanak tanıyacağını iddia etmektedir. İşlevselciliğe göre, eğitim ve okullar kişinin statüsünü aile kökeninden ziyade çabayla yeteneğin belirlediği bir fırsat eşitliği toplumunun yaratılmasına yardımcı olmaktadır. İşlevselci kurama göre eğitim, mevcut toplum değerlerinin korunması ve sürdürülmesini sağlayan bir toplumsal kurum iken, çatışmacı kuramda toplumsal, ekonomik ve politik düzenin bir parçası olarak toplumda var olan eşitsizlikleri yeniden üreten ve meşrulaştıran bir kurumdur.

Çatışmacı kuram, eğitimin devletin temel ideolojik aygıtlarından biri olduğunu ve çocuğun “etkiye en açık” olduğu çağda, eğitim yoluyla, sınıflı toplumlarda yerine getirmesi gereken toplumsal role uygun ideolojiyle donatıldığını, toplumsal sınıflarına uygun işler için eğitildiklerini vurgulamaktadır. Eğitimin bireylerin kültürel sermayelerinin yeniden üretmelerini sağladığını düşünen yeni üretim kuramının temsilcisi ise Bourdieu’dur. Bourdieu’ya göre, eğitimle kazanılan kültürel sermaye, toplumdaki ayrıcalıklı gruplardan aktarılan ve sahip olunan beceri ve yeteneklerin toplamıyla ilgilidir. Kültürel sermaye (eğitim, dil gibi), sosyal sermaye (sosyal bağlar ve iletişim) ve ekonomik sermaye (para ve diğer maddi kaynaklara sahip olma) hem aileden aktarım yoluyla hem de resmî eğitimle elde edilebilir.

Kültürel sermaye, bireylerin ya da grupların eğitim başarısı ve sosyal statülerine ailenin geçmişinin (background) ve eğitimin katkısını ifade eder. Örneğin, yükseköğrenim görme hakkına sahip olanlar, kültürel ayrıcalıkları nedeniyle toplumda daha fazla kabul görme statüsü elde ederler.

*** Eğitim alanında fırsat eşitliğinin anlamını açıklamak.

Eğitimi, içerik ve biçim olarak, insanlar arasındaki doğal farklılıklara göre biçimlenmesi gereken bireysel bir tercih olarak gören işlevselci yaklaşım, eğitimde eşitliği “eğitimde fırsat eşitliği”ne indirgemektedir. Yeteneğe vurgu yapan “fırsat eşitliği” ilkesi toplumsal, siyasal ve ekonomik kökenlerine bakılmaksızın herkesin yetenek ve becerileri ölçüsünde yarışabileceğini öngörmektedir.” Fırsat eşitliği”, mevcut eşitsizliklerin ortadan kaldırıldığı ve dolayısıyla eğitimsel eşitliğin sağlandığı bir durumu ifade etmez. “Fırsat eşitliği” politikaları, eşitliğin kendisini değil, fırsatını sunmakta, sunduğu fırsatlarla farklılık ve eşitsizliğe yol açmaktadır. Kendi içinde çelişkili bir kavram olan fırsat eşitliği, eşitsizliği gerektirmektedir. Sonuç olarak, eğitimin ilkeleri arasında yer alan “fırsat eşitliği” anlayışı yerine, sınıflar, cinsiyetler, bölgeler arasındaki ekonomik, toplumsal ve kültürel eşitsizliklerin giderilmesini de içeren bir “eşitlik” anlayışı getirilmelidir. Çünkü eğitim alanında yaşanan eşitsizliklerin temelinde başta ekonomi olmak üzere eğitimi etkileyen alanlarda görülen eşitsizlikler yatmaktadır.

*** Cumhuriyet Dönemi eğitim politikalarının temel hedeflerini özetlemek.

Cumhuriyet kadroları eğitimden bir yandan yeni topluma uygun ve rejimi güçlendirecek insan yetiştirme görevi beklenirken, diğer yandan özellikle kapitalizmin giderek güçlenmesiyle, ekonomik amaçlara hizmet edecek insan gücü yetiştirmek eğitimin temel işlevi hâline gelmiştir. Yeni bir rejimin kurulmasında, yeni bir toplumsal düzenin oluşturulmasında, yeni bir değerler sisteminin yerleştirilmesinde, ulusal bilincin uyandırılmasında ve gerekli ekonomik kalkınmanın ger- çekleştirilmesinde ****** ve Cumhuriyet kadroları en büyük sorumluluğu eğitime vermiş ve okulları en güçlü değişim mekanizmaları olarak görmüştür. Cumhuriyet Dönemi boyunca, eğitim ulusal bilinçlenmenin en önemli aracı olmuştur. Okulları, öğretmenleri, program ve yapılarıyla eğitim sistemi ulusal, laik ve demokratik bir özü gerçekleştirecekti.

*** Türkiyede’ki millî eğitimin temel sorun alanlarını finansman, öğretmen yetiştirme, fiziki donanım ve altyapı ve sınav sistemi açılarından analiz etmek.

Okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde yaklaşık 5 milyon çocuk ve genç çağ nüfusu içinde olmasına rağmen eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Bunun eğitimin finansmanı ile ilgili olduğu da düşünülmektedir. Eğitime yapılan kamu harcamaları açısından Türkiye eğitime en az kamu kaynağı ayıran OECD ülkesidir. İstatistiki verilere göre Türkiye’de ilköğretim düzeyinde kamu kaynaklı öğrenci başına harcama, OECD ortalamasının beşte biri kadardır.

Ortaöğretim düzeyinde ise Türkiye’nin yaptığı harcama, OECD ülkeleri ortalamasının yaklaşık dörtte biridir. Derslik ve fiziki donanım yetersizlikleri yüzünden sınıf mevcutları büyük kentlerde ortalama 40-45 civarındadır. Sınıfların kalabalık olması eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Ders kitaplarının içeriğinde bilimsel olmayan, ayrımcı ve cinsiyetçi ögeler söz konusu olmaktadır.

Ayrıca, iş güvencesiz çalışmayı esas alan geçici ve sözleşmeli öğretmenlik uygulaması giderek yaygınlaşması eğitim sürecinin niteliksizleşmesine yol açmaktadır. Son olarak Türkiye’de eğitim, özellikle yükseköğretim, alt toplumsal sınıflar için bir kurtuluş yolu olarak görülmekte ve bunun yolu da Yükseköğretime Geçiş Sınavı’dan geçmektedir. Sınav başarısı ile kişinin sınıfsal konumu, sosyoekonomik kökeni, “kültürel sermayesi”, mezun olduğu okul türü, geldiği bölge arasındaki ilişki görünmez olmaktadır. Türkiye’de yapılan birçok araştırma sınav başarısı ve öğrencinin sosyoekonomik kökeni, bitirdiği okul türü, anne-babalarının eğitim durumu, geldiği coğrafi bölge arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.

*** Küreselleşmenin Türkiye’deki eğitim sistemine etkilerini değerlendirmek.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de küreselleşme ve teknolojideki devasa ilerlemeyle birlikte “bilgi” ön plana çıkmaktadır. Artık sanayi toplumunun ötesine geçildiği iddiaları ile fiziki sermaye ile birlikte bilgi de önemli bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Söz konusu bilgi ve bu bilginin üretilmesi, sistemin devamlılığını sağlamada anahtar bir rol oynamaktadır. Bu kadar değerli olan bir şeyin kamu malı olarak telaffuz edilip herkese parasız olarak verilmesi ve/veya öğretilmesi tartışma konusu hâline getirilmektedir. Dolayısıyla, bilginin de piyasada alınıp satılan bir ticari meta hâline gelmesi söz konusu olmuştur.

Aynı zamanda, söz konusu bilginin üretilmesi süreci olan eğitim/öğretimin de metalaşması söz konusudur.

Küreselleşmeyle birlikte önemli bir eğilim de öğrencilerin bir katılımcı değil, “müşteri” olarak görülmesidir. Eğitim sistemleri daha fazla piyasa merkezli olmaya yönelmek zorunda bırakılmaktadır. Ülkelerin kamusal bütçeden eğitim için ayırdıkları kaynakları giderek azaltmaları ile de beslenerek okullar ve piyasa arasındaki ilişki eğitim sürecinin toplumun amaçlarından piyasanın amaçlarını gerçekleştirmeye doğru de- ğişme göstermektedir.

*** Eğitim şuralarının amacı ve niteliğini araştırınız.

Eğitim şuraları ülkedeki eğitimin, toplum ve dünyanın değişim şart ve doğrultusunda planlama, düzenleme ve yeniden yapılanmasına yardımcı olmak üzere bürokrasi, siyaset ve bilim çevrelerinin önde gelen kişilerin katıldığı yüksek danışma toplantılarıdır. Eğitim kamuoyunda şuraların “bir sistem arayışı” içinde geçtiği yolunda genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Bu toplantılarda sistem arayışından çok, mevcut uygulamalardaki açıklar ile dönemlere özgü sosyokültürel ve pedagojik sorunları Türkiye’de eğitimin güncel ve ivedi sorunları olarak sistemin öncelikli gündemi olmuştur.

*** AB ülkeleri eğitim sistemlerinde nitelik belirlemede kullanılan eğitsel nitelik göstergelerini araştırınız.

Avrupa eğitim sistemlerinde nitelik değerlendirme ve kıyaslamada kullanmak üzere belirlenen temel göstergeler 4 temel alanda toplam 16 tanedir. Bu alanlar ve kapsadığı göstergeler şunlardır: (1) Bilgi-Beceri: Matematik, Okuma, Fen, Bilgi ve İletişim Teknolojileri (ICT), Yabancı Diller, Öğrenmeyi Öğrenme, Sosyal Bilgiler/Yurttaşlık; (2) Başarı ve Üst Eğime Katılma: Okuldan ayrılma, Ortaöğretimin tamamlanması, Yüksek Öğ- retime katılma; (3) Örgün Eğitimin İzlenmesi: Okulda verilen eğitimin değerlendirilmesi ve yönlendirilmesi, Aile katılımı; (4) Kaynaklar ve Yapılar: Öğretmenlerin eğitimi ve yetiştirilmesi, Okulöncesi eğitime katılma, Bilgisayar başına düşen öğrenci sayısı, Öğrenci başına düşen eğitim harcamaları (Aksoy, 2003: 56).

*** Küreselleşme sürecinin üniversite kurumuna etkilerini araştırınız.

Yeni meta üretimini sağlayacak veya meta üretiminde verimliliği artıracak teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin söz konusu küreselleşme süreçte yaşamsal bir hâl almasıyla birlikte yüksek vasıflı kafa emeğine duyulan ihtiyaç da artmıştır. Bu süreç ise eğitimin, teknolojinin gereklerine mutlak bir şekilde tabi kılınmasını doğurmuştur. Bu noktada üniversiteler ile sermaye arasındaki ilişkinin önemi ortaya çıkmaktadır. Şirketlerin kendi iç örgütlenmelerinde yaptıkları değişikliklerle kurdukları ve üniversitelerden transfer ettikleri araştırmacıların yer aldığı araştırma-geliştirme bölümleri bir süre sonra yetersiz kalınca, üniversitelerdeki bilimsel faaliyetten azami faydayı sağlayabilmek için üniversite ve sanayi arasında organik ilişkiler kurulmuştur (Özuğurlu, 2006). Artık üniversitelerdeki bilimsel çalışmalarda hangi soruların peşine düşüleceğini, hangi problemlerin inceleneceğini, ne tür çözümlerin aranacağını ve ne tip sonuçlar çıkarılması gerektiğini kendi çıkarları peşindeki sermayenin güdümündeki bu organik yapı belirleyecektir (Çam, 2006: 6

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Yorumlar 3

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir