AÖF Türkiye’de felsefenin gelişimi 2 ders notu



  TÜRKİYEDE FELSEFENİN GELİŞİMİ 2

  VARLIK VE BİLGELİK FELSEFESİ

  UNİTE 1

İlk filozofların  varlık sorununu arkhe olarak adlandırdık­ları sorunu temellendirme çabalarıyla başlanmış.

Modern dönem Türk düşünürleri varlık sorunuyla yakından ilgilenmişlerdir. Takiyettin Mengüşoğlu, düşüncelerini yeni ontoloji açısından geliştirerek varlık so­rununun temel özelliklerini öne çıkarmıştır. H. Ziya Ülken, konuyla ilgili başlı ba­şına bir kitap yazarak, varlığın temel sorunlarını geniş çapta incelemeye çalışmış­tır. İsmail Tunalı, sanat anlayışını varlık sorununa dayandırdığından, ontolojiyle il­gilenmiştir. Nermi Uygur, metafizik bağlamında sorun üzerinde durmuştur. Teo­man Duralı, düşüncelerinin temelinde metafiziğe önemli yer vermiştir. Aşağıda, T. Mengüşoğlu, H. Ziya Ülken, N. Uygur ve T. Duralı’mn varlık ve metafizik hakkm- daki düşünceleri üzerinde durulacaktır.

TAKİYETTİN MENGÜŞOĞLU

Takiyettin Mengüşoğlu, Nicolai Hartmann’m öğrencisi olarak Hartmann tarafından geliştirilen yeni ontoloji anlayışını savunmaktadır. Doçentlik tezi olan Fenomeno- loji ve Nicolai Hartmann (1976) adlı çalışmasında Hartmann’m varlık ile ilgili dü­şüncelerini incelemiştir. Felsefeye ilişkin düşüncelerini topluca verdiği Felsefeye Giriş (1968) kitabında, Harmann’m yaklaşımını genel olarak yansıtırken, Ontoloji başlığı altında varlık sorununa da yer vermiştir. Felsefi Antropolojide (1971), söz konusu varlık anlayışını temele alarak sorunları açıklamıştır.

Varlık tabiri çok genel kullanılırken, varolan, varlığa gö­re daha hususidir. Hem varlık hem de varolan en son şeydir. Bu nedenle varlık ve varolan tarif edilemezler.

Mengüşoğlu’na göre günün ontolojisi, kendinde şey, mutlak geist, saf ben gibi metafizik yükü taşımaktan kurtulmuş, onu sırtından atmıştır. Mengüşoğlu, varlığı, varolanın kendisini, en son şey olarak görmektedir. Çünkü varlık fenomenleri, var­lığın, varolanın gerisinde bulunan, görünüş sahasına çıkmayan herhangi bir meta­fizik temelden haber vermiyorlar.

Yeni ontoloji her bilgi gibi fenomenlerden ha­reket eder; bu fenomenler, varlık fenomenleridirler. Ontoloji için bu fenomenlerin arkasında tözsel bir şey yoktur. Ontoloji, fenomen tabirinden şu basit manayı an­lar: Fenomen, bir şeyin açığa çıkması, kapalı kalmaması, kendisini göstermesi de­mektir. Varlık, ‘varolan’, kendisini fenomenlerinde gösterir

Ontolojinin temel yapısını ortaya koyan kategoriler, varlık türleri ile varlık tarzlarının temellendirilmesinde de etkilidirler.

Mengüşoğlu’na göre, varolanı tayin eden ilkeler, kategorilerdir. Ontolojide kate­gori tabiriyle, öznenin veya varlığın formları kastedilmez; aksine, varlığı, varolanı ta­yin eden ve varolanın kendisinde mevcut olan varlık prensipleri kastedilir

. Her varlık sahasının kendi kategori­lerinin tespiti ve onlarla ilişkilendirilmesi esastır. Bir varlık sahasının kategorisi diğer bir alana taşındığında, ontolojinin karşı çıktığı ..izm’ler ortaya çıkmaktadır. Mengü­şoğlu bu tehlikenin önüne geçmek için, kategoriyi özneye ait bir unsur olarak de­ğil, varolana ilişkin bir durum olarak tanıtır (Mengüşoğlu 1968, 112). Mengüşoğlu kategorileri şöyle sınıflamıştır: Kozmolojik kategoriler: Zaman, mekan, substans (öz ya da dayanak), kausalite (nedensellik), tabiattaki kanunluluk, karşılıklı tesir. Orga­nik Kategoriler: Formun muhafazası, nevilerin değişmesi, organik gayelilik, mutati- on (değişme), selektion (ayıklanma), canlının kaynağı. Antropolojik kategoriler: ak­tiflik pasiflik, önceden görme, önceden tayin etme .

Mengüşoğlu, varlık türlerini iki çeşit olarak kabul etmiştir:

  • Reel varlık
  • – İde­al varlık.

 Reel varlık, zaman mekan içinde bulunan, oluş halinde olan, değişme ha­linde olandır.

İdeal varlık, reel varlığın zıddıdır; zaman ve mekanda yer kaplamaz, ne deği­şir ne de oluş halindedir. İdeal varlık, meydana gelmez, değişmez, başka bir şek­le girmez; onun bir tekliği yoktur

 Ontolojide ideal varlık tabiriyle, matematik, kıymetler ve fikirler sahası, kastedilir.

Mengüşoğlu’na gö­re, ontolojide, varlık tarzlarından imkan, gerçeklik, zarurilik, tesadüfilik, imkansız­lık, gerçek olmama anlaşılır (Mengüşoğlu 1968, 125). Bunlar da varlık modelitele- ri adı altında alt birimlere ayrılırlar:

  • Zarurilik, başka türlü olmamak.
  • Gerçek­lik, böyle olmak, başka türlü olmamak.
  • İmkan, böyle olabilmek veya böyle ola­mamak.
  • Tesadüfilik, zaruri olmak, başka türlü de olabilmektir.
  • Gerçek olma­ma, böyle olmamak.
  • – İmkansızlık, böyle olamamak

Mengüşoğlu, ontoloji anlayışını ve tarihi varlık sahası hakkındaki düşünceleri­ni, felsefi antropolojinin kuruluşunda kullanmıştır.

. İnsan, ilk defa çağımızda kendisine, kendi problem ve fenomenlerine dönmüş, kendi kendisini özel bir felsefe dalının araştırma sahası yapmıştır. Men­güşoğlu, felsefenin bu dalına felsefi antropoloji adını verdiğini ve Batı’da bu ad al­tında yığınla yapılan çalışmalardan farkının, ontolojik temellere dayanmış olması­nı göstermiştir.

Felsefi antropoloji, insanın kozmostaki yerini, insanın çe­şitli alanlardaki başarılarını, onun yapıp etmelerini, tavır takınmasını, değer duygu­sunu, bilgisini, tarihliliğini, hürriyetini; ideleştirme, çalışma, kendisini bir şeye ver­me, inanma, önceden görme, önceden planlama gibi fenomenleriyle dil, din, dev­let kurma gibi “varlık şartlarını” ele almaktadır.

Varlık şartları şunlardır: Bilen, yapıp-eden, kıymetlerin sesini duyan, tavır takınan, önceden gören ve önceden tayin eden, isteyen, hür hareketleri olan, tarihi olan, ideleştiren, kendisini bir şeye veren, seven, çalışan, eğiten, ve eğitilen, devlet ku­ran, inanan, sanat ve tekniğin yaratıcısı olan, konuşan, bio-psişik bir yapıya sahip olan bir varlıktır

                                              HİLMİ ZİYA ÜLKEN

Türkiye’de varlık soru­nuyla ilgili ilk kitap olduğunu söyleyebileceğimiz Varlık ve Oluş (1968) adlı çalış­ma, onun konuyla ilgisini açıkça ortaya koymaktadır.

Ülken’e göre, felsefenin temel konusu varlıktır. Hakikat, gerçek, düşünce gibi problemler varlık sorunundan çıkar.

Ülken, varlığın sınırlılık ve sınırsızlık özelliklerini Parmenides, Platon ve Aristoteles’ten hareketle değerlendirmiştir.

Ülken’e göre, varlık kavramı, bir özü (essence), bazı yüklemleri ve sıfatları ve tavırları gerektirir.

Ülken, varlığı dikotomiler (karşıtlıklar) çerçevesinde de ele almıştır. Ona göre varlık-yokluk dikotomisi ilk konulan problemdir.

Varlık- yokluk dikotomisi konulamayınca, onun yerine varlıkların tamamlayıcı vasıfları olan başka kavramlar kendilerini gösterirler. Bu karşılıklı kavramlar varlık-oluş, varlık-görünüş, olmak-mecbur olmak, gerçek- ideal, varlık-düşünce, varlık-imkan gibi, zıt ve tamamlayıcı kavramlardır. Bunlar, varlık – yokluk dikotomisinde oldu­ğu gibi, çelişik değildirler.

Oluş, varlığın sı­fatı (yüklemi), oluşun tarzları onun (varlığın) tavırlarıdır. Varlık, değişmez dayanak gibi alınınca yalnız bir öz teşkil eder. Fakat bu özün gerçekleşmesi oluşta meyda­na çıkar (Ülken 1968, 142). Varlık felsefesi, gerçek-görünüş dikotomisini (karşıtlı­ğını) ortadan kaldırır

Hiçbir varlık, yalnız gerçek ve yalnız görünüş değildir. Her varlık görünüş, her görünüş de aynı zamanda varlıktır. Onlar, aynı özün birbirlerini tamamlayan iki manzarasıdır.

Matematikle birlikte felsefe de sezgi yöntemini kullanır (Ülken 1968, 168). Sezgisel içe bakışla, varlığın yapısı ve oluş sorunu belli ölçülerde anlaşılmaktadır.

Ülken’e göre varlıkta kriz ve ritim unsurları bulunmaktadır. Ona göre kriz, var­lığın bünyesinde sürekli değil, bazı durumlarda kendinden sonra gelen düzenle il­gilidir.

Ülken’e göre zıt ve tamamlayıcı vasıfların kriz hali, alem­lerin bu dönüm noktalarında iki esaslı karakteri olduğu, bundan dolayı, onlardan her biri kendi alemleri için geçerliği olan iki ilkeye dayanırlar:

  • Birbirini dışta bı­rakma
  • Birbirine bağlılık ilkesi

 İlk ilkeye göre, sonlu olan bir alemde bütün va­kalar ve şeyler arasında birbirini dışta bırakma, yani bir şey veya vakanın aynı za­manda bir şey, veya vaka olmama hali vardır.

İkinci ilkeye göre, sonlu olan bu alemde bütün vakalar ve şeyler karşılıklı birbirlerine bağlıdırlar.

Varlık- taki ritim ise, madde ve enerji bağlamında ele alınmıştır

Onların devamlı, kesintili, kapalı, açık, zincirleme halinde veya dağınık, bir cins­ten veya ayrı cinsten ferdiyetsiz-ferdiyetli olmalarına göre bu vasıtalardan biri kul­lanılır:

  • Kapalı devresi olan, zincirleme bağlı, bircinsten ve ferdiyetli ritimlerde sebeplilik münasebeti aranır.
  • Şartlarla sebeplerin birbirine karıştığı karmaşık ol­gu tiplerinde ise, sebeplilik yerine bağlantılar aranır.
  • Açık devreli, ayrıcinsten ve ferdiyetsiz olan olgularda her iki münasebet şekli de kullanılamaz.

İnsan doğuştan yetmezliğinin krizini iki ritim ile aşmaktadır: Gerileme ve Ge­nişleme. Bu bakımdan o, öteki varlıklara, hayvana, bitkiye, hatta madde ve enerji­ye benzer.

Bütün varlıklarda görülen, sürekli-süreksiz, hudut-hudutsuz ikilemi (dyade) insan için de geçerlidir. İnsanı diğerlerinden ayıran zıt ve tamamlayıcı vas­fı, krizin şuurunda olmasıdır.

Ülken’e göre varlık, oluştan ayrılamaz. Oluş, varlığın gerçekleşmesidir; olacak olan varlıktır. Devam olamadan değişme olmaz; süreklilik olmadan, süreksizlik dü­şünülemez. İmkan olmadan gerçek olmaz; zamansız varlık olamaz.

İnsan duyu temelli bir faaliyet merkezi olarak, hem ruh fiilleri, hem de beden olarak işler. Bir yandan duyumlar, hareketler, reflekslerle başlayan ruh, öte yandan kaslar ve sindirim işlemleri de beden fiilleri olarak görülürler (Ülken 1968, 227).

Bütün bunlar oluşun insan çerçevesinde gerçekleşen hallerdir. Bu süreç çerçeve­sinde, bilinç, dış bilinç, eylemler, arzular, gerçekleşirler.

NERMİ UYGUR

Uygur, Felsefenin Çağırışı (1971) adlı kitabında metafiziği de konu edinmiş ve bu bağlamda da varlık konusuna na­sıl baktığını sergilemiştir. Metafizik, ünitenin başında da belirtildiği gibi, varlık so­runlarıyla ilgilidir ve Nermi Uygur metafiziğe ilişkin görüşlerini söz konusu kitapta Felsefe mi Metafizik mi? başlığı altında ele almaktadır. Nermi Uygur, metafizikle il­gi sorunları tartışırken, varlıkla ilgili görüşlerinin de ip uçlarını vermektedir.

Metafiziğin en belli başlı tanımlarından biri, en eskisi olması ne­deniyle de kaynak olan tanımı, evrenin tümünü bilmektir; şeklindedir. (Uygur 1971, 82). Tanıma göre metafizik evreni bilmekle yükümlüdür.

Bir başka metafizik tanımı örneği, varlığın özünü öğrenmektir; şeklinde yapılmaktadır (Uygur 1971, 84). Öz nedir? Öz, bir şe­yin yapıcısı, kurucusu, taşıyıcısı ise, öz bir varlığı o varlık yapan şey ise, bilimlerin konusu da varlığın özü değimlidir

). Metafiziğin ikinci tanımı üzerindeki tartışmalar iki so­nuç doğurmaktadır: İlki, metafiziğin temelinde dinlerdekiyle akraba olan bir inanış vardır. Nitekim birçok metafizikçi, varlığın özünü tanrıca varlıkla, şu ya da bu di­nin Tanrı’sıyla bir tutmuşlar, gerek adlandırmalarında gerekse özel tasvirlerde ol­sun, din inanışlarının yabancısı olmayan bir tutumu benimsemişlerdir İkincisi, ikin­ci tanımın birinciden pek farklı olmadığıdır. Varlık da (varlığın özü de) evrenin tü­mü gibi, hangi çeşitten olursa olsun, evrendeki tek tek varolanlardan ayrı metafi­zikçe bir gerçekliktir

Üçüncü tanım, metafizik, fizik-ötesini tanıma çabası şeklindedir

Meta- fizikçilere göre, varlığın özü, fizik ötesidir; bunu bilen evreni tümüyle bilir. Böyle­likle üç tanımın da birbirleriyle iç içe oldukları ortaya çıkar.

Dördüncü tanım, “Bir- ‘şeyin’de­rinine inmek” şeklinde dile getirilmiştir. (Uygur 1971, 86). Bu tanım seçikçe orta­ya çıkmasa da, bütün metafizikçilerin paylaştıkları bir tanımdır.

Metafiziklerde dört tipik soru vardır:

  • Evren tümüyle nasıl kurul­muştur?
  • Varlığın ne gibi bir özü vardır?
  • Fizik ötesinin yapısı nasıldır?
  • Bir şey (dolayısıyla her şey) derinliğinde nasıldır?

 

TEOMAN DURALI

Ona göre, Tanrı’nın dışında tüm varlığın, cevher ile araz tarzında vasıflandırıldım ve varolanların kuvve-fiil-gaye üçlemesi şeklinde tezahür edişini, felsefenin yüreği olan metafiziğin varlık öğretisi ele alır.

. Duyulara açık yahut yakın olmayanlara, doğa araştırmaları dışında olanlara ilk felsefe denmiştir. Aristo­teles’e göre, ikinci felsefenin konusu varolanlardır. Varlık, alemin, yani hakikatin ve onun türevi olan gerçekliğin pınarıdır. Varlığın dışında ve/ya ötesinde bir şey düşünülemez. Olan yalnızca varlıktır.

ilk felse­fe, gerek fiziğin gerekse ikinci felsefenin hem temeli hem de çatısıdır (Duralı 2006, 86). Aristoteles, varlığın ilkasli sebebi ve hareket ettiricisi sorununu, ilahiyat (filo- sofia theologike) adı verdiği alanda, Tanrı bağlamında ele almıştır.

Metafiziğin esas sorunu ve görevi, akıl varlığı olarak öznedir. Da­ha açık bir anlamda, metafiziğin görevi, öznenin varlık şartları ile onun iki ana vas­fı olan akıl ile ahlakın sınırları ile temel belirlenimlerini tespit edip ortaya çıkar­maktır.

transsendental akıl araştırma ile incele­me sahası anlamındaki numenoloji, tasavvursuz sezgi demek olan salt sezgiden hareket eder. Salt sezgiyle edinilen de, fikirdir (Duralı 2006, 92). Ortaya konulan bu düşüncelerle, hakikat, fenomenoloji, numenoloji, bilim, felsefe ve metafizik arasındaki ilişkiler de farklı bir bağlamda açıklanmıştır.

Tektanrılı vahiy dinininkini şaşırtacak raddede andırmaktadır

BİLGİ FELSEFESİ

Felsefenin temel sorunu olan bilgi, modern felsefe anlayışının temelini oluştur­maktadır. John Locke tarafından kurulduğu kabul edilen bilgi felsefesinin temel çerçevesini, , zihinde bilginin meydana gelme sürecini açıklayarak, bilginin kökeni­ni doğru olarak keşfetmek ve doğru bilginin özellikleri ile bilginin doğruluk şart­larının araştırılması çizmektedir.

  1. Mengüşoğlu, Teo Grünberg, Arda Denkel ve Ömer Naci Soykan’ın bilgi felsefesine ilişkin görüşlerine yer verilmektedir.

TAKİYETTİN MENGÜŞOĞLU

Mengüşoğlu’na göre, her bilginin, bilen ve bilinen olmak üzere iki unsuru var­dır. Bilgi de bu iki unsur arasındaki bağdan çıkar. Bilen, özne olarak, bilinen de nesne olarak kabul edilir.

Özne – nesne ilişkisinden hareketle, bilgi sorununu açıklayan çeşitli bilgi anla­yışlarını, Mengüşoğlu şöyle sıralamıştır:

  • Bazı bilgi anlayışları, özneyi tam bağım­sız kabul ederken, nesneyi özneye bağlarlar. Nesne, öznenin herhangi bir kabili­yetinin ürünüdür. Bu yaklaşım tarzına idealizm denir (Mengüşoğlu 1968, 35-36).
  • 2 Öznenin herhangi bir bilinç içeriğinden hareket eden teorilere ise duyumcu de­neycilik (sensualist-empirist) teoriler adı verilmektedir. Bu teoriler nesneyi, duyu ya da impression (izlenim) olarak görürler. Nesnenin kendi başına bir varlığı oldu­ğunu kabul etmezler (Mengüşoğlu 1968, 36).
  • Realizm, nesneyi kendi başına bir şey olarak kabul eder. Nesne alanı, özne alanını içine alır. Yani özneye, nesneden hareket edilerek varılır.
  • Monist teori, özne nesne ayrımını kaldırarak her iki un­suru da üst bir alanın özellikleri olarak kabul eder

Dört tür olan söz konusu bağlar şöyle açıklanmıştır:

İdrak edimi (aktı), insanı, dünyayla, varlık-alemiyle temasa, münasebete götüren önemli bir bilgi ak- tıdır. İdrak aktı, çevreyi tanıtır ve çevredeki unsurlara yönelme imkanı verir, eşya­nın mekandaki tertip, sıra ve düzenini, çevredeki şeylerin şekillerini, renklerini, kokusunu, sertliğini, yumuşaklığını, uzaklık, yakınlık, küçüklük ve büyüklüklerini tanıtır.

Düşünme aktı, bütün varlık sahalarını, hatta irre- el olan şeyleri, varolan şeylerle ilgisi olmayan hayal alanını da içine alır

Anlama aktı, düşünmenin idrak sahasına ait olan olayları herhangi bir refleksiyon sarf etmeden, doğrudan doğruya kavranmasıdır.

İzah etme aktı, ya matematik-mantık, ya da fizik-nedensel bir temele dayanır. Çünkü izah etme, belli bir ilkeden hareket ederek bir şeyi, bir olayı kavramak, açıklamak demektir. Dolayısıyla, dolaylı bilgi sağlamaktadır.

. Doğrudan doğruya varolana, varlığa yönelen bir tavra öteden beri intentio recta (doğrudan varlığa yönelme) adı verilmektedir. Bu tavrın karşısında, onun zıttı olan intentio obliqua vardır. Birinci tavırda, özne doğrudan doğruya var­lığa yönelir, ikinci tavırda, özne refleksiyona (öznellikler etkili olur) bürünür. On­tolojik esaslara dayanmayan bütün bilgi teorileri böyle bir tavırdan hareket eder­ler.

Mengüşoğlu, Felsefi Antropoloji adlı çalışmasında, naif, bilimsel, felsefi, sanat ve dini bilgi türleri üzerinde durmuştur.

TEO GRUNBERG

Teo Grünberg’in felsefe anlayışı, genel olarak analitik felsefe akımı çerçevesinde gelişmiştir. Bilgi anlayışı da analitik bir çerçevede temellendirilmiştir. Bilgi anlayı­şının temellerini sergilediği, Epistemik Mantık (1971) adlı çalışmasını şöyle açıkla­mıştır: Çalışmanın amacı, Anlam Kavram ı Üzerine Bir Deneme adlı doktora tezin­de ortaya konulan genel metodu “bilgi” kavramına uygulamaktır.

Felsefenin amacı, bir takım önermeler (ya­ni bilgiler) ortaya koymak değil, eldeki önermeleri aydınlatmaktır (Grünberg 1971, 1). Bu bağlamda felsefe, herhangi bir bilgiyi ifade eden veya ifade ettiği sanılan her türlü önermeyi çözümleyen, yani anlamını aydınlatan bir uğraşıdır. Görevi, öner­meleri çözümlemek yani analiz etmekten ibaret olan bu felsefeye, analitik felsefe denir.

Grünberg’e göre, bilmek fiilinin bilgi teorisi bakımından dört anlamı vardır:

  • “Olduğunu bilme” manasındaki kullanılışı. X, p olduğunu biliyor. 2
  • “İş-bilme” ma­nasında kullanılış. Ahmet bisiklete binmesini biliyor.
  • Bir “konuyu bilme” mana­sında kullanılışı. Ahmet erguvan rengini bilir.
  • “Soru karşılığı” olarak kullanış. Ah­met bu kitabı kimin yazdığını biliyor.

Bilginin şartları:

  • İnanma şartı: X, p’ye inanmıyorsa, tam tersi p olmayana inanıyorsa, hiç olmazsa p ile p olmayan şıkları arasında bir seçim yapamıyorsa, (şüphe hali), x’in p’yi bildiğini söyleyemeyiz.
  • Doğruluk şartı, X, p’yi bildiğini ka­bul etsin. Eğer daha sonra X <p> nin yanlışlığını kabul etmek zorunda kalırsa, o zaman p’yi bilmesinin bir sanıdan ibaret olduğunu, gerçekte p’yi bilmediğini kabul edecektir. 3-
  • Belgeleme şartı: meteorolog Ahmet’in yanlış bir hesap sonucunda <p> önermesini (yani yarın yağmur yağacak önermesini) kabul ettiğini ve bir te­sadüf olarak ‘p’nin doğru olduğunu (yarın yağmur yağacağını) düşünelim.

Belgeleme en önemli bilgisel (epistemik) terimdir. Doğru bir inancı bilgi yapan faktör belgelemedir. Doğruluk semantik bir kavram, inanma da psikolojik bir kavram olduğundan, bilgiyi bilgi yapan tek gerçek bilgisel şartın belgeleme olduğu söylenebilir.

 Grünberg’e göre İnanma, bilgisel değil, ampirik-psikolojik bir terimdir.

ARDA DENKEL

Bilgi sorununu en geniş çaplı inceleyen düşünür hiç şüphesiz Arda Denkel’dir (1949-1995). Çalışmalarının tamamı bilgi felsefe hakkında olmuştur. Anlamın Kö­kenleri, Nesne ve Özellik, Bilginin Temelleri, Nesne ve Doğası, makalelerin toplan­masından oluşan Düşünceler ve Gerçekler, esas olarak bilgi felsefesi sorunlarını içermektedirler. Genç yaşta ölümü nedeniyle çalışmaları eksik kalmıştır.

Denkel, Bilginin Temelleri adlı kitabın amacını şöyle açıklamıştır: “Bu kitapta­ki amacımız, tutarlı deneyciliği sürdürerek; özdekçi (materyalist) bir evren görüşü­nü bununla birlikte temellendirmek olacak.

Denkel’e göre, fiziksel nesnelerin gerçekçi anlamda, yani bağımsız olarak var oldukları savını temellendirmenin yolu şu aşamalardan oluşmaktadır:

  • Olayların gelişimi, birbirlerini izleyişleri ve gelecekte meydana ge­lecek deneylerimize ilişkin genellemeler ve bu yolla tahminler yapmak için, algıla­nan olayların yanı sıra algılanmayan ve bizden bağımsız olaylar da bulunduğunu varsaymak zorundayız.
  • Yapılan bu tahminler hem başarılı olmakta hem de de­neyin tutarlılığını açıklamaktadır.
  • Tahmin başarılı olduğuna göre, ona olanak ve­ren genelleme de doğrudur.
  • Doğru bir genelleme için zorunlu olan varsayım da doğrudur.
  • Olaylar fiziksel nesnelerin geçirdikleri değişimler olduklarına göre, bizden bağımsız olaylar varsa, bizden bağımsız fiziksel nesneler de vardır.

Deney verisine dayanılarak yürütülen iki önemli üstdüzey anlıksal işlev, an­lak (anlayış gücü) ve eylemin anlıksal boyutunu oluşturur: İnanmak ve istemek. Düşünmekten söz edildiğinde, içeriği inanç ve isteklerden oluşan bilinçli bir anlık- sal olaylar dizisi anlaşılır.

ÖMER NACİ SOYKAN

Önemli düşünürlerimizden biri olan Ömer Naci Soykan (1945- ), felsefenin çok çe­şitli alanlarında yayınlar yapmış ve bilgi felsefesiyle de yakından ilgilenmiştir. Bu çalışmada, Soykan’m bilgi anlayışı, Bilgi Tarzlarını Bölümleme Denemesi adlı ma­kalesi çerçevesinde ele alınmıştır.

Soykan, bilgi sorununda ileri adımlar atabilmek için varlıksal (ontik) ve varlık- bilimsel (ontolojik) ayrımının açıklık kazanması gerektiğini belirtmiştir.

Varlıksal denilen her şey aslında varlıkbilimseldir; yani dile getirilen her şey, bizim sözümüzdür. Eğer şeyin kendisini bilebilseydik, şeyin kendisi ile bun­dan oluşturduğumuz obje arasında hiçbir ayırım kalmazdı.

Soykan’a gö­re görünüş ile şeyin kendisi ayrımını yapmanın başlıca iki yararı şudur: Bu sayede aynı şeyin farklı bilgilerini edinmenin, bilimde ilerlemenin olanağı açıklanmış ve böylece “doğa yasası” denilen şeyin aslında bilim yasası demek olduğu anlaşılmış olur.

Ayırdında olmanın üç tarzı vardır:

  • Tüm duygu ve duyumlarımda beden -ruh birliği olarak ruhum (bilincim, kendi benim vb.) duygu ve duyumlara sahip olduğunun ayırdında olmak.
  • Tüm zihinsel etkinliklerimde zihnim, kendisinin etkinlikte olduğunun ayırdında olmak.
  • Beden ruh birliği olarak ruh ve zilin bütünlüğüne sahip olan ben, ruhumun ve zihnimin etkilenim ve edimlerinin ayırdında olmak.

Birinci tarz, yani duyarlığın doğrudan doğruya sağladığı bilgide, bir şey ile o şeyin bilgisi ayrımı ve nesnenin kendisi ile onun görünüşü ayrımı yoktur.

Bizim dışımız­da, bizden bağımsız bütün gerçek (real) nesnelere ilişkin nesnel bilgi bu ikinci tarzda elde edilir. Bu iki tarz arasında başlıca karakteristik ayrımlar şunlardır: Bi­rincisinde bizde meydana gelen etkilenimin nedeni, ister içimizde ister dışımızda­ki şey olsun, bu etkilenimin kendisi bilincimizin objesi olduğu zaman, o birincildir (Soykan 2003-1, 20).

 İkinci tarz, duyarlık temelinde anlama yetisinin sağladığı bil­gidir.

 Duyarlığın sağladığı intuitif bilgi ile anlama yetisinin oluşturduğu nesnel bilginin yanında,

bir üçüncü tarz olan akıl bilgisi vardıir. Biri aklın doğrudan doğ­ruya kendisinin ürettiği bilgi, diğeri yine Kant’tan esinle aklın anlama yetisini nes­ne yaptığı bilgi olarak ikiye ayrılır. Matematik nesnelerin kendileri ve bunlarla ya­pılan işlemler, tanımlar, ispatlar, kurgulamalar biricisine girer; böylece onlar aklın ürettiği nesne bilgisi olurlar.

dördüncü tarz bir bilgi daha vardır. İnsan­da duyarlığa bağlı olarak iş gören, şimdiye dek ele alınanlardan başka olan bu ye­ti, hayalgücü adını alır

Soykan bilme tarzları olarak tanımladığı unsurları, içeriksel olarak bir şemada özetlemiştir. Özellikler başlığı altında şu unsurlar sıralanmıştır:

 a- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımsızlığı ve şeyin kendisi ile onun görünüşü ayrımsızlığı; b- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımı ve şeyin kendisi ile onun görünüşü ayrımı;

 c- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımı özel bir tarzda;

d- Nesne yalnızca bir özne için;

e- Nesne her özne için;

 f- Deney bilgisi;

g- Belli tarzda deney bilgisi;

 h- Niteliksel deyimleme;

  • Niceliksel deyimleme;

j- Niceliksel deyimlenebilir;

 k- İletilebilir;

 l- Dil kullanımına katılma yoluyla bir ölçüde iletilebilir;

 m- Uzlaşma yoluyla iletilebilir;

 n- Dil kullanı­mı, literatür, gelenek yoluyla iletilebilir

 o- Aklın doğru kullanımı yoluyla iletilebi­lir ve doğruluğu görülebilir;

 p- Doğruluğu kanıtlanabilir;

 r- Doğruluğu denetlene­mez;

 s- Genel geçer;

 t- Özneler arası geçerli

Bilgi Tarzları ve Bilen Şey:

  • Intuitif Bilgi: a- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrım­sızlığı ve şeyin kendisi ile onun görünüşünün ayrımsızlığı; d- Nesne yalnızca bir öz­ne için; f- Deney bilgisi; h- Niteliksel deyimleme; 1- Dil kullanımına katılma yoluy­la bir ölçüde iletilebilir; r- Doğruluğu denetlenemez. Bilen Şey: I- Özne, ben, bilinç, .. insanın tinsel bütünlüğü.
  • Nesnel Bilgi: b- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımı ve şeyin kendisi. ile onun görünüşü ayrımı; e- Nesne her özne için; f- Deney bilgisi; j- Niceliksel deyimlenebilir; p- Doğruluğu kanıtlanabilir; k- İletilebilir; s- Genel geçer. Bilen şey: II- Anlama Yetisi.
  • Akıl Bilgisi:1 Aklın Ürettiği Bilgi: a- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımsızlığı ve şeyin kendisi, ile onun görünüşü ayrımsızlığı; e- Nesne her özne için; f- Deney bilgisi; i- Niceliksel deyimleme; p- Doğruluğu kanıtlanabi­lir; s- Genel geçer. 3.2 Olanak Bilgisi: a- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımsızlığı ve şeyin kendisi ile onun görünüşü ayrımsızlığı; e- Nesne her özne için; o- Aklın doğ­ru kullanımı yoluyla iletilebilir ve doğruluğu görülebilir. Bilen şey. III- Akıl.
  • Ha­yalgücü Bilgisi: a- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımsızlığı ve şeyin kendisi ile onun görünüşü ayrımsızlığı; h- Niteliksel deyimleme; n- Dil kullanımı, literatür, gelenek yoluyla iletilebilir. Bilen Şey: IV – Hayalgücü.
  • Değer Bilgisi: c- Bilinen şey ile onun bilgisi ayrımı özel bir tarzda; e- Nesne her özne için; g- Belli tarzda deney bil­gisi; h- Niteliksel deyimleme; m- Uzlaşma yoluyla iletilebilir;t- Özneler arası geçer­li; (Soykan 2003-1, 26-27). Bilen şey: V – İnsanın Tinsel Bütünlüğü

Mantık-Bilim Felsefesi- Ahlak Felsefesi

Ünite 2

MANTIK

. Logikos kökenli man­tık kelimesi, söze, akıl yürütemeye ait demektir. Farabi’ye göre mantık, nutk keli­mesinden türemiştir ve üç şeye delalet eder:

  • İnsanın makulleri idrak edebilece­ği kuvvete delalet eder
  • İnsanın nefsinde anlayış yolu ile hasıl olan makullerdir; bunlara içten konuşma denilir.
  • ,İçerde bulunan şeyi dil ile söylemektir. Ona da dıştan konuşma demektir

. Özellikle Ebheri’nin Isagoji kitabı Osmanlı medreselerinin baş eserleri arasın­dadır. Farabi ve İbni Sina’nın Aristoteles mantığını yorumlama temeline oturtulan Isagoji, Tanzimat sonrası mantık çalışmalarında da etkili bir model olarak görül­mektedir. Dönemin düşünürlerinden Cevdet Paşa’ya göre mantık kitaplarının ko­nusu şöyledir: Biz bir şeyi ya tasavvur ederiz veya tasdik ederiz. Zihin bilinen ta­savvurlardan bilinmeyen tasavvurları; bilenen tasdiklerden bilinmeyen tasdikleri elde eder. Zihin bu çalışma süresince hataya düşebilir. İşte zihni böyle bir hataya düşmekten koruyan mantık ilmidir, ki malumat-ı tasavvuriye ve malumat-ı tasdiki- yeden ibarettir.

Mantık başlıklı bölümde, mantığın konusu ve kısımla­rı, formel mantık, fikrin ve zıtların formel mantığı, fikirlerin kaplam açısından sınıf­landırılmaları, hükmün ve önermenin formel mantığı, sentetik önermeler, muhake­menin formel mantığı, doğrudan çıkarma, dolaylı çıkarım ve yeni kıyas, formal mantığın değeri, uygulamalı mantık yahut metodoloji türünden sorunlar ele alın­mıştır.

. İlki, Üniversite Reformu (1933) öncesi hocalarından olan Halil Nimetullah, Batı düşünce dünyasında çok büyük tartışmalara neden olan L. Levy- Bruhl’ün ilkel toplulukların düşünce biçimlerinin medeni toplumlardan çok farklı olduğunu temellendirmege çalıştığı Prelogic düşüncesini okutmasıdır. İkincisi, Mantıkçı Pozitivizmin önemli isimlerinden biri olana H. Reichenbach İstanbul Üni­versitesi Felsefe Bölümü’nde beş yıl ders vermekle birlikte, derslerini çeviren Nus- ret Hızır dışında, bölümde kimseyi etkilememesidir

Necati Öner’in doktora çalışması Tanzi­mat’tan Sonra Türkiye’de İlim ve Mantık Anlayışı’dır. Öner, doçentlik tezi olarak Fransız Sosyoloji Okuluna Göre Mantığın Menşei Problemi (1964) başlıklı çalış­mayı yapmıştır. Mantık İlkelerinin Varlıkla İlişkisi (1971) teziyle profesörlük un­vanı almıştır.

. Necati Öner, Klasik Mantık kitabı, Kavram ve Terim, Tanım ve Bölme, Hüküm ve Önerme, Akıl Yürütme, Tasdik Türleri ve Beş Sanat bölümlerinden oluşmuştur.

Türkiye’nin önde gelen mantıkçılardan biri olan Teo Grünberg, 1968 yılında Sembolik Mantık başlıklı kitabını yayınlamıştır.

Hüseyin Batuhan’la birlikte yayınladıkları Modern Mantık adlı kitapta, mo­dern mantığın temel araştırma alanları tanıtılmıştır. Modern Mantıkta mantığın baş­ta gelen etki alanları ile belirtilmiş, mantığın semiotik, sembolik mantık, niceleme mantığı, kümeler ve bağıntılar, aksiyom sistemleri bölümleri kapsamlı bir şekilde ta­nıtılmıştır. Bu iki çalışma, Türkiye’deki modern mantık çalışmalarının temelini oluş­turmuştur.

Bilgi Teorisi ve Mantık adlı eseriyle E. Von Aster ile Anlam Üstüne Bir Deneme ve Epistemik Mantık adlı kitapları başta olmak üzere diğer çalışmalarıyla Teo Grünberg’tir. Adı geçen iki kişinin çalışmalarında bilgi sorunlarıyla mantıksal yapının içiçeliği sergilemektedirler.

                                                         YÖNTEM

Yöntemin (metot) oluştuğu teo­rik alan, felsefe olmuştur. Felsefenin oluşma sürecinden itibaren, özellikle Sofistik eleştirileri aşmak için geliştirilen mantık, diyalektik, retorik yöntem unsurları ola­rak kullanılmaktadırlar.

. Fel­sefede bu amaca yönelik olarak, felsefenin oluşma sürecinden başlayarak, diyalek­tik, retorik ve mantık baskın unsurlar olmuşlardır.

Tür­kiye’de yöntem açısından öne çıkan felsefe kitaplarının başında, Nermi Uygur’un Felsefe’nin Çağrısı gelmektedir. Uygur, adı geçen kitabında, felsefe sorusunun özelliklerini, felsefede temellendirmenin özelliklerini, felsefe ve metafizik ilişkileri­ni, felsefenin bölük-pörçüklüğü ile felsefe tarihi sorunlarını ele almıştır.

. Teo Grünberg’in An­lam Üzerine Bir Deneme ile Epistemik Mantık adlı kitapları da yönteme ilişkin ça­lışmalar arasında sayılırlar.

Felsefe yöntemi, felsefecinin ya da filozofun düşüncelerini temellendirirken ta­kip etmesi gereken yoldur. Söz konusu yolun köşe taşlarını şüphe, eleştiri, tanım, sınıflandırma ilke, tutarlılık, felsefe bilinci oluşturmaktadır. Sıralanan bu unsurlar, felsefe metninde tam olarak içselleştirilmiş bir şekilde sergilenmişse, o metnin ya­zarı felsefi tutuma tam olarak sahip olmuş ve felsefenin yöntem gereklerini yerine getirmiş sayılır. Felsefi yöntemin temel taşlarının özellikleri kısaca şöyledir:

Şüphe: Şüphe, felsefeyi başlatan temel unsurdur. İçine doğup büyüdüğümüz bilgiler sorgulandığında, doğrulukları dolayısıyla da güvenilirlikleri tartışmalı hale gelmektedir.

Eleştiri: Şüphe edilen şeyin eksiklerinin ya da yanlışlıklarının ne olduğunun tes­piti, eleştirinin başlangıcını oluşturur.

Dolayısıyla eleştiri her durumda şüpheyle birliktedir. Eleştirinin üç aşaması vardır:

İlk aşama kişinin kendisini eleştirisidir. İl­gilendiği alandaki durumunu ve sınırlarını sorgulamaktır.

İkinci aşama, başkaları­nın ortaya koyduğu metinlerin eleştirisidir

Üçüncü aşama, tespit edilen eksiklik ve hataların tamamlanmasını sağlamak.

Tamm: Felsefe yönteminin başlıca unsuru olan tanım, üzerinde konuşulan ko­nuların doğru anlaşılmasını sağlar

Sınıflandırma: Herhangi bir konunun içeriğini nelerin oluşturduğunu, konula­rın hangi noktalarda birbirleriyle ilişkili olduklarını, hangi noktalarda olmadıkları­nı sergilemesi sınıflama aracılığıyla oluşturulur

İlke: Felsefi bir konunun temelini oluşturur. Hangi konu ele alınırsa alınsın o konuyu taşıyan ilkeye varmak her zaman çalışmanın amaçlarından biridir

Tutarlılık: sıralanan bu unsurların her birinin uygulanmasıyla ortaya çıkan dü­şüncelerde çelişkilerin olmamasıdır

Felsefe bilinci: Nermi Uygur, söz konusu bilinci şöyle açıklamıştır: Felsefenin bir konusu ya da konuları var mıdır? Bu konuları nasıl işlemeli felsefe? Nelere gü­cü yeter felsefenin, nelere yetmez? Felsefece bilginin doğruluk ölçeği, ya da ölçek­leri, nelerdir? Felsefenin, çeşitli açılardan, ne gibi bilgisel, değersel, sorunsal boyut­ları vardır? Öğrenene ve öğretene ne yönlerden ne tür ödevler yükler felsefe?

BİLİM FELSEFESİ

Osmanlı düşüncesindeki köklü dönüşümlerin nedenlerinden biri, modern bilgi ve bilim anlayışıdır. Ordunun teknik ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan okullar ara­cılığıyla Türkiye’ye girmeye başlayan bilim anlayışı, giderek ağırlıklı bir yer kazan­mıştır.

Tanzimat sonrasında bu ihtiyaçların teorik açıklamaları yapılmaya başlanmıştır. Münif Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Abdulah Cevdet, Ziya Gökalp gibi çok sayıda düşünür, bilimin önemi hakkında çeşitli yayınlar yapmışlardır.

Üniversite Reformu Öncesi Bilim Anlayışları

Münif Paşa, Mahiyet ve Aksam-ı Ulum adlı yazısında, ilmin Mezopotamya’da Sür­yani ve Kaldani gibi kavimlerle başladığını ve onlardan Mısır’a geçtiğini, Mısırdan, Yunanlılara, onlardan da Romalılara intikal ettiğini kabul eder. İslam dünyasında ilim gelişirken Yunancadan yapılan tercümelerin önemli olduğunu, OsmanlIlarda da bir dönem önemli bir aşamaya gelmiş olan ilmin sonraları gerilediğini dile ge­tirmektedir.

Münif Paşa’ya göre ilim, mutlaka bir şeyi bilmek demek olup, bir kaide çerçe­vesinde bir araya toplanan malumata denir.

 Münif Paşa bir adım daha ileri giderek, bilimsel bilginin mantıksal temelini açıklamıştır. Ona göre bütün ilimler, kıyas ve tümdengelim kaidesine uyularak tertip olunmuş malumat­tan ibaret olarak, umum hükmün ittihat eylediği (birleştirdiği) efkara (anlayışa) da­yanırlar.

ahlak, sahih (kesin) ilimlerden sayılmaz (Münif Paşa 2003/2, 170). İdare-i mülkiye (kamu idaresi) ve askeriyeden ibaret olan siyaset ilimleri, de­ğiştiklerinden, sahih ilimlerden çok büyük farklılıklar gösterirler.

Münif Paşa, adı geçen yazının başında, ilimleri ikiye ayırmıştır:

  • Akli ilimler, insanın kendi yetenekleriyle gerçekleştirdikleridir.
  • Nakli İlimler, vasıtasız telak­ki ve öğrenmedir.

Döneminde bilinen ilimleri yedi başlık altında toplamıştır:

  • Lisan ve Edebiyat: sarf, nahiv, şiir, inşa, bedî, beyan.
  • Riyaziye (matematik) ve Tabiye (fizik): Hesap, cebir, hendese, Cerr-i eşkal (mekaniğin ağır­lık kaldırmayla ilgili kısmı), hikmet-i tabiye (fizik hakkında), kimya, astronomi.
  • Ulum-ı Tabiiye (Genel Fizik İlimleri) ve Tıbbiye: Dünyanın tabakaları ilmi, maden ilmi, botanik, zooloji, anatomi, hıfz-ı sıhhat (koruyucu tıp), tıp ve cerrahi.
  • Ulum- ı tarihiye (genel tarih) ve coğrafya: Coğrafya, tarih, arkeoloji (asar-ı kadîme), sik­keler ilmi.
  • Edyan (dinler ) ve Ulum-ı Felsefiye (Felsefe ilimleri): Dinler ilmi, fel­sefe, mitoloji (esatir, ilm-i hurafat), gariplikler ilmi.
  • Ulum-ı Siyasiye (siyaset ilim­leri): Kanunlar ilmi, siyaset ilmi, iktisat, ziraat ilmi, askerlik ilmi.
  • Ulum-ı Nefise (Güzel Sanatlar): Fenn-i musiki, fenn-i mimari, fenn-i resim (Münif Paşa 2003/2, 170-171). Bu ilim sınıflaması, İslam ilim anlayışı ile modern bilimleri aynı çatı altın­da toplamaktadır,

Ali Suavi, insan olmayı ilimle tanımlamış (Ali Suavi 1974/2-8, 561) ve ilimleri, ulum ve fünun olarak ikiye ayırmıştır. Ulum (ilimler), burhanlar (kıyasla) ile ispat olunmuş olan kavrayışlardır. Fünun, eşyaya mahsus kurallarla eşya üzerinde çalış­maktır Ulum, hesap, hendese, cebir, mukabele, tabiat ve ilahiyat gibi çalışmaları içerirken, fünun, sarf ve nahiv, mania ve mantık, şiir, resim ve musiki gibi çalışma­ları içerir.

Her devlet için bilinmesi lazım olan ulum ve fünun on beştir:

  • Tedbir-i mülk, temel hukuk kuralları ile dalları.
  • Askeri Tedbirler (Tedbir-i asker).
  • Deniz bilimleri (Fenn-i derya).
  • Fenn-i sefaret (konsolosluk ilimleri)
  • Fenn-i miyah (su bilimle­ri).
  • Cerr-i eskal (ağır şeyleri kaldırma fenni).
  • Hendese-i askeriye (Askeri geo­metri).
  • Topçuluk.
  • Sebk-i ma’adin, top, tüfek ve emsali aletlerin yapıldığı fen.
  • Kimya, kağıt ve barut gibi şeylerin yapıldığı ilim.
  • Fenn-i tıb (Tıp ilmi), cer­rahlık, baytarlık bu öbekte yer alırlar.
  • Felâhat (ziraat) ilimleri.
  • Tarih-i tabi- yat, madenler, bitkiler (nebat) ve hayvanları konu alır.
  • Kitabet, basım ile yayın­cılık ve nakkaşlığı içerir.
  • Tercüme (Yabancı dillerden çeviriler yapmak)

Şemsettin Sami’ye göre, eski mede­niyetler zaten mahvolmuştur. Şemsettin Sami şöyle demektedir: Onlarla uğraşmak, ancak tarihe, asar-ı atike (arkeoloji, eski çağ araştırmaları) ilmine ait bir vazifedir

Eski medeniyetlerin en muahharı olan İslam medeniyeti ile onun selefi olan Yu­ nan medeniyetinin bir çok asarı bâkidir (eserleri süreklidir).

şerafettin Magmumi, şair­leri ve şiiri, fen açısından eleştirmiş, gereksiz bir uğraşı olarak görmüştür. Ona gö­re esas şairler, fenden hareketle, gündelik hayatın sorunları çözen ve onu kolay­laştıran kişilerdir.

Bilimle bir milletin nasıl kurtulacağı sorununu Jön Türkler iki şekilde ele almış­lardır:

  • Darwinizm, tıbbiyeliler aracılığıyla aydınlar arasında hızla yayıldığından, kendilerine uygun gelen Sosyal Darwinizm sistemiyle toplumu açıklamaya çalış­mışlardır.
  • Toplumsal sorunların çözümünde, diğer bir yol olarak, her alanda yetkili olan bilimin, yönetim alanına da girmesi gerektiği düşüncesidir

İdeolojik yaklaşım tarzında, bi­lim, nesnel temellerinden kopartılarak ayrılmış ve siyasal anlayışların malzemesi haline getirilmiştir. Bu zihniyet çerçevesinde bilimi tanıtmak, bilimi imha etmekle aynı anlama gelmektedir.

Ziya Gökalp, İlme Doğru (1922) adlı yazısında, asri milletlere katılmak için zo­runlu bazı şatların olduğunu belirtmiştir.

Ayrıca, iyi ile kötünün bilinmesinde de ilim esastır (Gökalp 1982/2, 9-10). Gele­nekçiler ile yenilikçiler arasındaki tartışmalarda ilim belirleyici olur. İlim, uzvi ko­nularda sıhhi olan ile marizi olanı tespit ettiği gibi, içtimai meselelerde de benzer bir görevi üstlenir (Gökalp 1982/2, 10). Bu konuda içtimaiyat, toplumsal konular­daki sağlıklı ve zararlı olanları tespit etmektedir

Üniversite Reformu Sonrasında Bilim Anlayışları

Felsefe Bölümü’nde yabancı hocaların hakim olduğu dönemde yetişenler, çoğun­lukla tarih felsefesi, felsefi antropoloji, kültür bilimlerinin sınıflanması, dil- kültür ilişkisi gibi alanlarla ilişkiye girmişlerdir. 1933 Üniversite Reformu sonrasında bilim felsefesine ilişkin çeşitli yayınlar yapılmıştır. Adnan Adıvar, bilim, din ve felsefe içerikli düşünce tarihi olan Tarih Boyunca İlim ve Din adı kitabını 1944 yılında ya­yınlamıştır. Aydın Sayılı’nın Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir adlı bilim felsefesi ki­tabı 1948 yılında piyasaya çıkmıştır. Takiyettin Mengüşoğlu, 1968 yılında yayınla­dığı Felsefeye Giriş kitabında İlim Teorisi başlıklı bir bölüme yer vermiştir. Hilmi Zi­ya Ülken 1969’da Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde İlim Felsefesi başlıklı ki­tabını yayınlamıştır.

. İstanbul Üniversitesinde bilim felsefesi çalı­şanların başında, Canlılar Sorunu başlıklı doktora teziyle Teoman Duralı gelmek­tedir

Windelband’ın yönteme dayanan bilim sınıflandırması, insan bil­gisini, bilgi ve yöntem açısından ikiye ayırarak Rasyonel bilimler (felsefe ve mate­matik) ile Deneye dayanan (tarih bilimleri ve doğa bilimleri) bilim öbekleri şeklin­de verilmiştir.

Dilthey da yöntemden yola çıkarak, bilimleri manevi ve doğa bilim­leri olmak üzere ikiye ayırmıştır. Manevi bilimler sınıfında, dil, edebiyat, sanat, fel­sefe, hukuk ve bütün tarih ilimleri yer almaktadır. Fizik, kimya, biyoloji de doğa bilimleri öbeğinde yer almaktadırlar.

Yıldırım, Bilim Felsefesi (1973) adlı kitabında, bilimi bir bilgi yığını olarak de­ğil, bir düşünme yöntemi olarak açıklamaktır (Yıldırım 1979, 5). Bu çerçevede öne çıkarılan bilim felsefesi, konu ve amacına uygun olarak, eleştirel ve analitik bir dü­şünme çabasına dayandırılır

Bir başka deyişle bilim felsefesi, bilimi anlama çabasını iki temel ayırım üzerinde yürütür:

  • Olgu ve teori ilişkisi.
  • Buluş ve doğrulama bağlamı.

Felsefe-bili- min yöneldiği yolun tersine yönelenler, dünyaaşkm dogmacı yapılar halini almış, felsefe, spekülatif metafizik sistemler üretmiştir. Felsefe-bilim, bilimsel teoriler üre­tirken, spekülatif metafiziklerin kimisi öğretiler ile ideolojileri doğurmuşlardı.

AHLAK FELSEFESİ

Ahlak felsefesi (etik), insanların birbirleriyle ilişkilerinde eylemlerini dayandırdık­ları değerler ile ilkeleri konu eden felsefe disiplinidir. Ahlak, esas olarak insanlık tarihiyle örtüşmekle birlikte, ahlak felsefesinin, Sofistlerin yarattığı sorunları gider­mek çabasında olan Sokrates ve Platon tarafından kurulduğu kabul edilmektedir.

Ahlak Felsefesiyle ilgili olarak Türkiye’de çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Mehmet Ali Ayni, Hilmi Ziya Ülken, Bedia Akarsu, îoanna Kuçuradi, Doğan Özlem ahlak felsefesi alanında çalışma yapanlardan ilk akla gelen kişilerdir. Burada Takiyettin Mengüşoğlu, Bedia Akarsu, Doğan Özlem ve Teoman Duralı’nın ahlakla ilgili dü­şünceleri tanıtılmaktadır.

TAKİYETTİN MENGÜŞOĞLU

Mengüşoğlu, Değişmez Değerler Değişen Davranışlar adlı çalışmasını, felsefi etik için kritik bir hazırlık olarak tanıtmıştır.

Felsefenin temel soruları:

  • Ne biliriz?
  • Ne yapmamız lazım?
  • Şimdiki hayatımızda sonraki hayatımız için ne umut edebiliriz?
  • Kant’ın eklediği insan nedir?

Mengüşoğlu’na göre insanın ne yapması gerektiği sorusu, ahlak metafiziğiyle ilgilidir.

Mengüşoğlu’na göre Kant’ın dile getirdiği dördüncü soru olan insan nedir? so­rusu da metafizik bir temele dayandırılmıştır

Fakat felsefi antropoloji “insan ne­dir?” sualini sormaz. Ancak insanda ve yalnız onda meydana çıkan fenomen ve başarıları, onun dünyayla, kainatla olan münasebetini bize gösterir.

Mengüşoğlu, ahlak felsefesi tarihinde ortaya çıkan görüşleri şöyle sıralamıştır:

  • Yunanlılarda ortaya çıkan ahlak felsefesi anlayışı. Bu anlayış Kant’a kadar sür­müştür.
  • Kant tarafından ahlak felsefesinin yeniden kuruluşu.
  • Max Scheler ve Hartmann tarafından yeniden biçimlendirilen değerler ahlakı (Mengüşoğlu 1968

, 263-264). Son aşama, Mengüşoğlu’nun görüşlerini oluşturduğu anlayışı temsil etmektedir.

Mengüşoğlu, Değişmez Değerler Değişen Davranışlar adlı çalışmasında, etiğin (ahlak felsefesi) fenomen ve problemlerini antropolojik -ontolojik bir esastan ha­reket edilerek ele alınacağını bildirmiştir

: İnsanın hareket ve faaliyetlerini, hususi bir problem sahası olarak araştıran, bu sahanın varlık karakteriyle onun temelini teşkil eden kıymetlerin var­lık karakterini, insanın hareket ve faaliyetlerinin bağlı veya müstakil olduklarını tetkik eden bilgiye ahlak felsefesi (etik) adı verilmektedir.

BEDİA AKARSU

Bedia Akarsu, ahlak felsefesi hakkında kitap yayını yapan önde gelen az sayıda ki­şiden biridir. Ahlak Öğretileri IMutluluk Ahlakı ve Ahlak Öğretileri II Immanuel Kant’m Ahlak Felsefesi adlı iki ciltlik ahlak felsefesi çalışmaları, ahlak felsefesinde­ki temel görüşleri vermesi nedeniyle ahlak felsefesi tarihidirler..

Akarsu’ya göre etik (ahlak felsefesi), ahlaksal olanın özünü ve temellerini araş­tıran bilim, insanın kişisel ve toplumsal yaşamındaki ahlaksal davranışları ile ilgili sorunları ele alıp inceleyen felsefe dalıdır.

Akarsu’ya göre, ahlakı filozoflar bulmuş değildir. En ilkel topluluklar da dahil her yerde ve her zaman ahlak vardı

filozofları ikiye ayır­maktadır:

  • Eylemler, eyleme temel olan, eylemi ortaya koyan düşünüşün niteli­ğine göre değerlidir ya da değildir.
  • Sonucuna ya da başarısına göre bir eylem ahlaki bakımdan değerlidir ya da değildir.

Birincide, eylemi ahlaki kılan, eylemi yapan kişide bulunan iyi düşünüştür. İkincide eylemi ahlaki yapan, arkasındaki düşünüş ne olursa olsun, iyiyi ortaya koyması, iyiyi yaratmasıdır.

Her ahlak da bu buyrukların gerçekleştirilmesini, yerine getirilme­sini ister, onlara itaat edilmesini ister. İtaat ise özgürlüğü ortadan kaldırmaktadır.

                         DOĞAN ÖZLEM

Doğan Özlem Etik – Ahlak Felsefesi adlı kitabının ders notlarından oluştuğunu kita­bın önsözünde bildirmektedir.

Ahlak felsefesinin temel malzemesi, insan eylemlerinden türetilmektedir. Ey­lemler de akıl tarafından belirlenirler. Özlem’in belirttiği gibi, insan, akıllı varlık ol­ması nedeniyle, eylem yapan bir varlıktır. Eylem, bir ilke, norm, inanç, değere vb. bağlı, istençli davranıştır (Özlem 2010, 19-20). Genelde teorik ve pratik olmak üze­re ikiye ayrılan aklın pratik özelliği, ahlaki eylemlerin nedeni olarak kabul edilir (Özlem 2010, 21). Ayrıca, iyi, kötü, yanlış, gibi değerlendirmeler eylemleri nitele­yerek eylemlerin belirlenmesini sağlarlar.

Özlem’e göre Hıristiyan ahlakı, İs­lam ahlakı, Yahudi ahlakı, Konfüçyüsçü ahlak, Budist ahlak, hümanist ahlak, hoş­görü ahlakı, ödev ahlakı, aristokrat ahlakı, burjuva ahlakı, köle ahlakı gibi ahlak türlerinden bahsedilmektedir

Özlem’e göre, etikte (ahlak felsefesinde), evren, insan ve Tanrı olmak üzere üç tür temellendirme tarzı vardır

 (Özlem 2010, 29). Bunların her biri kozmolojik, din­sel ve antropolojik temellendirme başlıkları altında ele alınmaktadır.

Kozmolojik Temellendirme, evren ile insanın ahlaksal yaşamı, olgu ile değer, varlık düzeni ile ahlak düzeni arasında öz ve nitelik bakımından bir ayırım yapmayan, tam tersine ahlak fenomenini kozmolojik yönden temellendiren anlayıştır (Özlem 2010, 30­31).

Dinsel Temellendirme, ahlakı bir dinin akidelerine göre temellendirmek iste­yen anlayışa denir (Özlem 2010, 31-32).

Antropolojik Temellendirme, ahlak haya­tını insandan hareketle temellendirmedir

, etik alanda üç temel problem vardır:

  • İyi ve en yüksek iyi sorunu.
  • Doğru eylem sorunu.
  • İrade özgürlüğü sorunu

                                      TEOMAN DURALI

Teoman Duralı, Sorun Nedir? adlı çalışmasının başında, ahlak felsefesi yapmak is­tediğini belirtmiştir: Ona göre başkaldıran, ahlak kişisidir.

. Felsefenin bilgi-bilim ile varlık araştırmaları alanları, ahlaka giden yollardır

Ahlak belirlenmeksizin insan bilmecesi çözülemez. İnsan bilmecesi çözülemedik- çe de, ne bilgi, ne bilim, ne de varlık anlaşılır

Duralı, ahlakı felsefenin merkezine koy­muş ve ahlakı dine bağlamıştır.

Bu bağlamda ahlakı şöyle nitelendirmiştir: Hak-batıl, iyi-kö- tü, güzel- çirkin zıtlıklarını tespit ile temyiz etme düşünme çabalarını kendine ko­nu alan ahlaktır.

Duralı’ya göre, ruhun varlığına inanmak, istikbalin teminatıdır. Ruhun varolduğuna inanılmadığında, dolayısıyla da geleceğe güven duyulmadığı yerde hayat yoktur. Hayatın bulunmadığı ortamda ahlaktan söz edilemez (Duralı 2006, 196). Dolayısıyla ahlak, ruh ve hayat temeline oturtulmuştur.

Duralı’ya göre, dış etkiler üstüne girişilmiş mantık – deney işlemleri bütününe bilim denir.

Hem dış yani bilimin, hem de iç ya­ni ahlakın hareket ettiricisi ve yürütücüsü ilahi ruhun biz insandaki tecelligahı olan akıldır

Estetik – Felsefe Tarihi

                     ESTETİK

Estetik, diğer adıyla sanat felsefesi, Platon ve Aristoteles’ten bu yana felsefenin te­mel disiplinleri arasında yer almaktadır. Temel konusu sanat eserinin nasıl bir ya­pıya sahip olduğunu açıklamaktır. Î.Ü. Felsefe Bölümü ders­leri içinde estetik dersleri de yer almaktadır. Mazhar Şevket îpşiroğlu, İsmail Tuna- lı, Bedrettin Cömert, Taylan Altuğ, Ömer Naci Soykan estetik konusunda çalışma yapan kişilerdir.

                 İsmail Tunalı

İsmail Tunalı, felsefenin estetik disiplinini, bütün yönleriyle incelemiş ve bütün eserlerini estetik konusunda vermiştir. Tunalı’nın estetik sorununu nasıl anladığı ve ne türden özelliklerini öne çıkardığı, Sanat Ontolojisi ile Estetik adlı kitapların­dan hareketle aşağıda ele alınmaktadır.

Tunalı, Sanat Ontolojisi adlı kitabında, sanatın ontolojisi hakkında şunları bil­dirmektedir: Çağdaş sanat felsefelerinden biri olan sanat ontolojisi, sanat eseri de­nilen varolanı somut bir varlık olarak ele alıp çözümlemek ister.

Sanat ontolojisi, sanat eserlerini varoluşları yönünden inceleyen felsefedir.Varolan ve varlık nedir? Varlık tarzları, varlık tabakaları ve varlık kategorileri nedir? soruları, söz konusu yeni felsefe anlayışının özellikle araştırdığı, üzerinde durduğu, bir ta­kım ana ve temel sorulardır.

Varolan vardır; ifade­si varlığın insandan bağımsız bir anlama sahip olduğunu bildirmektedir. Modern ontolojinin de çıkış noktası on he on problemidir. O da problemini, varolanın var­lığını araştırmada bulur.

Sanat eserinin ontik yapısını araştıran bir ontoloji gereklidir. Bu ontoloji artık yeni bir ad alır, sanat ontolojisi adını alır. Buna göre, sanat ontolojisi, genel ontolojinin sanat eserini, onun ontik yapı ve tabakalarını, estetik değerini araştıran bir kolu olacaktır.

varlıkta bir genel kanun varsa, o da çoklukta birlik kanunudur. Çünkü varlık, heterojen ol­ması yönünden, bir çokluğu gösterir, ama bu çokluk yine de birbiriyle bağlantılı bir yapıyı, bir düzeni ifade eder ve bu da bir birliği, bütünlüğü dile getirir (Tunalı 1971, 44). Tunalı benzer bir yapının sanat ontolojisinde de olduğu düşüncesinde­dir.

Sanat eserinin varlığı, bir şiirin, bir heykelin, bir müzik parçasının, varlığı nasıl bir varlıktır? Sanat eserinin varlığı ile öbür varlıklar arasında nasıl bir ilgi ve ayrılık vardır? Sanat eserinin ontik yapısı nedir? Bu yapı ile sanat eserine yüklediğimiz değer arasında nasıl bir ilgi vardır? Soruları da ontoloji için ele alınması ve çözümlenmesi gereken ontolojik sorulardır.

sanat ontolojisi, genel ontolojinin sanat eserini, onun ontik yapı ve tabakalarını, estetik değerini araştıran bir kolu olacaktır.

Tunalı, Estetik kitabında sanatın ana ilkelerini temellendirmiştir. Ona göre este­tik, duyulur algının, duyusallığm sağladığı bilgi ile ilgili bir bilimdir.

Felsefi estetik, bütün varlık alanını çevreler ve kucak­lar. Felsefi estetiğin ödevi, bu estetik varlığı, ontik elemanlar yönünden araştırmak­tır (Tunalı 1979, 25). Tunalı, Estetik kitabının geri kalan kısmını bu dört unsuru in­celemeye ayırmıştır.

Estetik süje: Tunalı’ya göre, bilme etkinliğindeki süje rolü, estetik etkinlikte de kendini gösterir.

Estetik obje: Estetik obje, genel olarak bir estetik süjenin kendisiyle estetik bir ilgi içinde girdiği bir varlık anlamına gelir. Estetik süje, geniş anlamda doğa varlığı ile, bu varlığı oluşturan insan, canlı, inorganik doğa gibi doğa kesimleriyle estetik ilgi kurduğu gibi, sanat yapıtlarıyla, resim, heykel, yapı, şiir, roman gibi unsularla ilgi kurar.

Fenomenolojik estetik, şeylere dönelim formülüyle, şeyleri, fenomenleri bir ide- alite, realiteden sıyrılmış bir öz, eidos olarak anlamakta, nesnelerin real varlığını görmemezlikten gelmektedir .

Ontolojik çözümleme, estetik objenin, sanat yapıtının varlık tarzını, ontik yapı­sını, varlık tabakalarını araştıran ontoloji, yani sanat ontolojisi, estetik için en temel araştırma disiplinidir.

Marksist estetik, estetik obje nedir sorusuna Marx’ın obje belirlenimlerinden ha­reketle cevap verebilmektedir .

Estetik Değer: Estetik gerçekliğin üçüncü ayağı, estetik değerdir. Estetik süje estetik objeyle ilgi kurmakla kalmaz, ona güzel, yüce, trajik, komik gibi değerler de yükler. Estetik objelere yüklenilen bu yüklemler, estetik değerler olarak kabul edilirler (Tunalı 1979, 117). Bu belirlenimden hareketle, başta estetik bir değer ola­rak güzellik olmak üzere, yüce, trajik, komik gibi estetik değerler çok çeşitli yön­leriyle ve estetik anlayışları çerçevesinde incelenmiştir.

Estetik Yargı: Tunalı, estetik gerçekliğin son unsuru olan estetik yargı sorunu­nu, esas olarak Kant’ın estetik yargılar hakkındaki düşünceleri bağlamında analiz etmiştir. Estetik yargı, duyum ve algılar aracılığıyla gelen verilerin bilme süreci için­de dönüştürülerek bilgi haline getirilmesidir.

          FELSEFE TARİHİ

Felsefe tarihçiliği, felsefenin bir dalı olarak Aristoteles’le başlamaktadır .Aristoteles’i ilk felsefe tarih­çisi yapmaktadır. Ancak asıl felsefe tarihçiliği 19. yüzyılda gelişmiştir.Ernst von Aster, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde 12 yıl ders veren (1936-1948) bunların içinde felsefe tarihi dersleri de olan, derslerini önemli felsefe tarihçimiz Macit Gökberk tarafından çevrilen ve bir de felsefe tarihi yayınladığın­dan, bu bölüme onun görüşleriyle başlamak uygundur.

felsefe tarihi, felsefeye girişi kolaylaştırır,

Macit Gökberk

Felsefenin Evrimi (1979) adlı kitabının Önsözdünde felsefe anlayışına ilişkin ipuç­ları vermiştir. Felsefenin bütün tarihi boyunca uzayıp giden bu çabalar, felsefe tarihinin konusunu oluşturur .

Ona göre felsefe tarihi, felsefeyi oluşturan belli başlı filozofların sü­rüp giden bir tartışması şeklinde de görülebilir. Sorunların ortaya konuluşu ile bunların çözüm denemeleri, bu filozofların yapıtlarında gerçekleşmiştir.

Türkiye’de, 1961 yılından bu yana, en çok okunan Felsefe Tarihi yazarı olan Macit Gökberk, adı geçen kitabında nasıl bir felsefe tarihi anlayışıyla bu kitabı yaz­dığına ilişkin bir açıklama yapmamıştır. O, Nicolai Hartmann’m “Problemler Tari­hi” Görüşü başlıklı yazısında, felsefe tarihi anlayışına ilişkin ip uçları vermiştir.

  1. yüzyıl felsefe tarihinin klasikleştiği dönem olarak kabul edilir.

Hartmann, dönemin felsefe tarihlerinden şüphe edilmesi gerektiğini düşünmüştür. Hegel’i takiben yazılan felsefe tarihleri, isteni­len başarılara ulaşamamışlardır              Hartmann, felsefe tarihinde sistemden çok, problemlerin ele alınmasını öner­miştir.         Felsefe tarihi boyunca sistem düşüncesi yanında bir de problem düşüncele­ri göze çarpar.

Hartmann’a göre felsefe tarihçiliği konusunda ikinci bir yaklaşım daha vardır. Problemleri esas alan, onları çözümleyen, araştıran, içlerine nüfuz eden, her şeyi kanıtlama çabasında olan bir anlayıştır.

Hartmann, tarihi düşüncenin önünde üç ön yargının bulunduğunu belirtmiştir:

  1. Bir düşünürün öğrettiği her şey eşit değildir.
  2. Fichte’nin şu sözüyle ilişkilendi- rilmiştir: “Ne türlü bir felsefe seçeceğimiz, ne türlü bir insan olduğumuza bağlıdır”, Ayrıca “Felsefe çağının çocuğudur” düşüncesi de felsefeyi çağına bağlayarak öznel bir uğraş haline getirir
  3. Sistemlerdeki önemli olan her özelliğin felsefe dışı bir kaynaktan geldiği anlayışı    Bu önyargılardan kurtulmak gerekmektedir ve bunun için de problemlerle uğraşılmalıdır.

Tarihçiyi kendi görüşlerinin dışına çıkaracak yöntemler vardır. Ancak burada dört güçlük bulunmaktadır:

  1. Sistemlerin bu kadar değişmesi içinde bu kadar doğruluk var mı?
  2. Bu değişmenin arka planında bir sürekliliği bulabilir miyiz?
  3. Felsefe bakımından elimizde sağlam doğruluk olmadığına göre, felsefenin tarihin­deki doğruluk ile yanılmayı ne ile ayıracağız.
  4. Her devir ve her tarihçi için doğ­ruluk ile yanılma başka başka değil mi?

                      Takiyettin Mengüşoğlu

İnsan başarılarının en önemlileri, onun ilim, felsefe, sanat ve teknik sahasında ger­çekleştirdikleridir. Bu nedenden dolayı en önemli tarih de ilim, sanat, teknik tari­hidir; çünkü bütün insan faaliyetleri – hangi sahaya ait olurlarsa olsunlar- bilgiye dayanan faaliyetlerdir, fakat ilim için, özellikle de tabiat ilimleri için tarih bir prob­lem değildir.

Kimya tarihi, kimyacı tarafından yazılırken, felsefe tarihi, çok defa filozof olmayan­lar, sadece felsefe ile meşgul olanlar tarafından yazılır.

Felsefede açığa çıkarmanın, bu açıklama ve anlamanın çeşitli yolları var­dır; işte filozofun asıl mühim vazifesi, bu çeşitli yollardan yürünmesi, verimli olan yeni araştırmaları tetikleyen düşünceler üretmesidir.

Tasnif, bu sistemleri, realizm, idealizm, pozitivizm gibi belli ‘ism’lere ayırmak suretiyle yapılır (Mengüşoğlu 1968, 307-308). Felsefe tarihçisi, fi­lozofları bu tasnif ilkelerine göre sınıflandırır, bir filozofun eksik bıraktığı fikrin di­ğeri tarafından tamamlandığını gösterir.

Mengüşoğlu, felsefe tarihini, felsefeyi geliş­tiren düşüncelerin tarihi olarak yazılması gerektiği düşüncesindedir. Ancak sistem­ler ve ..izm’lerin de felsefenin gelişmesine katkı sağladığı da unutulmamalıdır.

                                                Nermi Uygur

Nermi Uygur, felsefe tarihi hakkındaki düşüncelerini ilkin Felsefe ve Tarihi (Felse­fe Arkivi 13, 1962) adlı yazısında ele almıştır. Sonra bu yazı Felsefenin Çağrısı (1971) adlı kitabında, değiştirilerek yeniden kullanılmıştır. Aşağıda Felsefenin Çağ­rısı adlı kitapta, Felsefe-Dünü ve Yarını başlıklı bölümde felsefe tarihi hakkındaki düşünceleri ele alınmaktadır.

Felsefe araştırmasının kendi geçmişi ile ilişkisi nedir? Bu ilişki hangi gereksinim­lerden doğar? Bu gereksinimin giderilmesiyle ne gerçekleştirilir? Felsefenin gelece­ğinden neler beklenebilir? (Uygur 1971, 155-156). Uygur’a göre bu sorular nihai ola­rak felsefe nedir? sorusuna dayanır.

Uygur felsefe tarihi sözünün genellikle iki anlamda kullanıldığını belirtmekte­dir:

  1. Bugünden önceki filozofların düşünceleri, bin yıllarla ifade edilen felsefe ta­rihini oluştururlar.
  2. Felsefe çalışmaları üzerinde yapılan çalışmalar.

İlk anlamında felsefe tarihinin kurucuları filozoflardır.

 İkinci anlamında felsefe tarihi, felsefe ta­rihçilerinin başarılarıdır.

 Bundan felsefe tarihçilerinin filozoflardan sonra gelen, varlıkça filozoflara bağlı olan, görevlerini ancak filozofların yaptıkları üzerinde ba­şarabilen kimseler oldukları açığa çıkmaktadır.

Uygur’a göre felsefe tarihçisi, bir tarihçidir. Felsefe tarihçisinin amacı, felsefeyi, felsefe tarihi biliminde yeniden kurmaktır. Felsefe tarihçisi, tarihçiliği özellikle be­lirtildiğinde, felsefeyi tarihçi gözüyle aydınlatır; felsefeye tarih bilinci kazandırır.

Bu bakımdan felsefe tarihçisinin görevi: insan tarihinin belli bir kesitini, felsefeyi, özel bir bilinçle yoğurmak, felsefeyi anlamak, bu anla­yışla felsefenin tarihini ‘gerçekleştirmektir’.

Felsefenin geçmişini anlamak için ne yapmak gerekir? Uygur’a göre yapılacak şey, geçmişteki felsefeyi bulup ortaya çıkarmak, bu felsefenin kuruluşunu açık kıl­mak, zamandaki gidişini belirtmektir.

 Fel­sefe anlayışları olmayanlar geçmişteki felsefeyi göremez; görse bile çarpık görür; bu ise olaylara hakkını vermemek olur; tarihçi için de bundan daha acı bir başarı­sızlık olmasa gerek.

Geçmişteki felsefeyi anlamak için, bu felsefeyle felsefe olarak ilgilenmek; bu felsefeyi yeniden düşünmek; bu felsefeyi düpedüz bir tarihçi olarak değil, filozof olarak anlamak, felsefe tarihçisinin benimseyeceği kaçınılmaz bir tutumdur.

Ancak felsefeden yetişmiş bir kişi, felsefenin tarihini yazabilir

Felsefe tarihi, felsefenin ne ise o şekilde ortaya koyması gerektiğinin bilincinde ol­makla birlikte, felsefenin ne olduğu tartışmalı olduğundan, felsefe tarihçisinin du­rumu kolay değildir.

Uygur’a göre felsefeden ancak filozof anlar; çünkü o felsefeyi yapar; en doğru felsefe anlayışı filozofun felsefeyle uğraşmada sağladığı anlayıştır.

Ödevini hakkıyla yerine getirmesi için, felsefe tarihçisinin filozof olması gere­kir.

Felsefe anlayışına filozof sahip olduğundan, felsefe tarihçiliğini de filozofun yapması gerekmektedir. Uygur’a gö­re filozofluk ile felsefe tarihçiliği iki ayrı uğraşı değildir.

Felsefe tarihçisi filozof, filozof da felsefe tarihçisidir.

Yarın bilinme­mekle birlikte, filozof yarından sorumludur.

Felsefenin kaderi fi­lozofların elindedir.

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir