AÖF İletişim hukuku ders notu



İLETİŞİM HUKUKU  ünite 8

BASIN VE YAYINCILIKTA CEZAİ SORUMLULUK

KİTLE İLETİŞİMİ VE CEZA HUKUKU İLİŞKİSİ

Kitle  iletişim  faaliyetlerinin  ceza  hukuku  alanıyla  karşılaşması  çeşitli sebeplerden  kaynaklanabilir.  Gerçekten  basın-yayın  organlarının  işçi-işveren ilişkilerinden,  tevdi  yahut  bildirimde  bulunma  yükümlülüğünden  ya  da  bizatihi yayının içeriğinden dolayı suçların meydana gelmesi ve ceza hukuku yaptırımlarıyla karşılaşılması mümkündür.

Kitle  iletişim  araçlarının  etki  alanı  genişledikçe  medyanın  bir  araç  olarak suçun  işlenmesinde  kullanılması  da  yaygınlık  kazanmış;  bunun sonucu olarak,  hem basının  kişiler  ve  toplum  üzerindeki  zararlı  olabilecek  etkilerini  önlemek  hem  de kitle iletişim araçlarını denetlemek  amacıyla basın yoluyla işlenen suçlara ve ceza sorumluluğuna  ilişkin  düzenlemeler  yapılmıştır.  Yasa  koyucular, kitle  iletişim  alanında  işlenebilecek  suçları  belirleyerek  ortak  hukuk  kurallarının uygulanmasında  zorluklar  yaşanan  basın  suçları  bakımından  ayrı  kurallar  koyma ihtiyacı  duymuşlardır.  Bu  tür  suçlar  ve  bunları  yaptırıma  tabi  tutan  kurallar  ile yargılama  usulüne  ilişkin  özel  nitelikli  hükümler  pek  çok  devlette  yer  almaktadır.

Ceza Hukuku ve Ceza Sorumluluğunun Esasları :

Haksızlık  oluşturan  insan  davranışlarından  hangilerinin  suç  olarak  kabul edilmesi  gerektiğini  ve  bu  davranışlar  karşılığında  hangi  tür  yaptırımların uygulanacağını  belirleyen  bir  hukuk  disiplini  olarak  ceza  hukuku,  diğer  hukuk dallarına  göre  daha  fazla  devlet  müdahalesini  gerektirir.

Diğer  bir  ifade  ile  ceza  hukuku,  suç  teşkil  eden  bir  haksızlığın  varlığından  söz edilebilmesi  ve  dolayısıyla bir  kişi  hakkında,  işlemiş olduğu  bu  suçtan  dolayı  ceza hukuku  müeyyidesi  uygulanabilmesi  için  aranan  şartların  gerçekleşip gerçekleşmediği ile ilgilenir.

Toplumsal  düzenin  devamı  açısından  korunması  gereken  hukuki  değerlerin bilerek  ve  istenerek  (kasten)  ihlalini  veya  bu  değerleri  korumaya  matuf  kurallara karşı  özensizliği  (taksir)  ifade  eden  insan  davranışlarına,  suç  adı  verilmektedir.

     Her hukuk kuralının temelinde bir değer vardır. Hukuki değerler,  toplumdaki sosyal  düzenin  devamı  için  korunması  gereken  soyut  değerlerdir.  Bu  değerlerin kaynağı ve  somut  ifade biçimi olan davranış normları toplumda değer telakkilerini oluşturmaktadır.  Kişinin,  muhatabı olduğu  davranış  normlarına  aykırılık oluşturan davranışı bir haksızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla,  her suç  bir  hukuki değerin  ihlalidir  ve  bir  haksızlıktır. Ceza hukukunda bir insan davranışının suç oluşturabilmesi için  o davranışın önceden  kanunda  açıkça  suç  olarak  düzenlenmiş  olması  (tipiklik),  fiil,  netice, nedensellik  bağlantısı,  konu  gibi  maddi  unsurlar,  kast  ya  da  taksir  biçiminde olabilen  manevi  unsur  ile  fiilin  hukuk  düzeniyle  çelişmesi  anlamına  gelen  hukuka aykırılık  unsuru  bulunmalıdır.   Bunlar  suç  oluşturan  insan  davranışını  suç oluşturmayandan  ayıran  ve  fiilin  suç  teşkil  etmesi  için  varlığı  muhakkak  aranan unsurlardır. Bunlardan birinin bile eksikliği fiili suç oluşturmaktan çıkaracaktır.

Suçun  unsurları  bakımından  yapılan  değerlendirmede  haksızlık  teşkil  eden bir  fiilin  işlenmesi  hâlinde,  bu  haksızlığı  gerçekleştirin  kişinin  şahsi  özellikleri dikkate  alınmaksızın  bu  fiil  hakkında  bir  yargıda  bulunulmaktadır.

Ancak  bir  suçun  varlığı,  her  zaman  failin  cezalandırılabileceği  anlamına  gelmez. Diğer  bir  deyişle  suçun  oluşması  ayrı,  failin  cezalandırılabilmesi  ayrı  bir değerlendirmeyi  gerekli  kılar.  Şöyle  ki;  işlediği  haksızlık  sebebiyle  failin cezalandırılabilmesi için onun kusurlu olması da aranır. Kusurluluk, işlediği fiille ilgili olarak  kişideki  iradenin  oluşum  şartlarının  belirlenmesi  ve  bu  tespite  istinaden gerçekleştirdiği  eylem  dolayısıyla  failin  şahsen  cezalandırılmasının  gerekip gerekmediği,  diğer  bir  söyleyişle  kınanabilirliği  hususundaki  yargıyı  ifade  eder.  Suçun  faili  kusurlu  olmasa  dahi  fiil  haksızlık oluşturmaya devam edecektir;  ancak bu fiili işlemesinden dolayı fail hakkında ceza yaptırımı  tatbik  edilemeyecektir. Ceza  yaptırımı  için  “kusur”;  güvenlik  tedbiri  yaptırımı  için “tehlikelilik” esas alınır.

Basın Suçu Kavramı:

Suç  niteliğindeki  bir  fiilin  basılmış  eserler  yoluyla  işlenmesi  hâlinde  basın suçu söz konusu olur.  Basın yoluyla işlenip sorumluluk ve takip bakımından özel bir sisteme bağlanan suçlar basın suçu olarak adlandırılır.

Aleniyetin bazı suçlarda bir unsur olarak yer aldığı, bir kısım suçların basının idari rejimini  düzenleyen  kurallara  muhalefet  sebebiyle  meydana  geldiği,  üçüncü  bir grup  suçların  ise  salt  düşüncenin  yayılmasını suç  hâline  getiren  düzenlemelerden kaynaklandığı  belirtilmekte  ve  ayrı  bir  basın  suçunun  bulunup  bulunmadığı hususunda  farklı  sonuçlara  ulaşılmaktadır.  Öğretideki  tartışmaların  esasına girmeksizin bu konuda üçlü bir ayrımın genel kabul gördüğü söylenebilir. Buna görekanunun bir hareketi sırf basın yoluyla işlendiği takdirde cezalandırdığı suçlar  basın suçu olarak nitelendirilebilir.  Bu  suçlar  başka  bir araçla  işlendiğinde  cezalandırılmazlar,  yalnız  basını  araç  olarak  kabul  ederler  ve başka  bir  şekilde  gerçekleşecek  aleniyet  bu  suçların  oluşması  bakımından  yeterli olmaz.  Bu suçlara  dar anlamda basın suçları  da denir.

 Dar anlamda basın suçlarına örnek olarak Basın Kanunu’nun 20. maddesinde yer alan;cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve  okuyucuyu  bu  tür  fiillere  özendirebilecek  nitelikte  olan  yazı  ve  resim yayımlamayı  ceza  yaptırımına  bağlayan  hüküm  ile  yine  Basın  Kanunu’nun  21. maddesinde  düzenlenen;  evlenmeleri  yasak  olan  kişiler  arasındaki  cinsel  ilişki haberlerindeki  kişi  isimlerinin  yayımlanmasını,  bazı  suçların  mağdurları  ile  18 yaşından  küçük  suç  faili  ve  mağdurlarının  kimliğinin  açıklanmasını  yasaklayanhükümler gösterilebilir.

Yine Basın Kanunu’nda dar anlamda basın suçu olarak değerlendirilen,  aynı kanunun  yargıyı etkileme suçunu düzenleyen  19. maddesi  ilga edilmiş,  yeni Türk Ceza Kanunu’nda soruşturmanın gizliliğini  ihlal  (m. 285)  ve  intihara  yönlendirme  (m.  84)  suçları  genel  suç  olarak  kabul  edilmiştir.

Basılmış  eserlerin  içeriğine  ilişkin  suçlar  bakımından  yapılan  ayrımlarda  bir diğer  kategoriyi  basın  yoluyla  işlenen  suçlar  oluşturur.  Bu  grupta  ele alınan  suçlar  hem  başka  araçlarla  hem  de  basının  araç  olarak  kullanılması suretiyle  işlenebilmektedir.  bu suçlar  aslında  her  türlü  araçla  işlenmesi  olanağı  bulunan  suçların  fiilen  basılmış eserle  işlenmesi  anlamına  gelir.  5680  sayılı  eski  Basın Kanunu’ndan  farklı  olarak  2004  tarihli  ve  5187  sayılı  yeni  Basın  Kanunu  “basın suçu”  kavramı  yerine  “  basılmış  eserler  yoluyla  işlenen  suç”  ibaresini  kullanmayı tercih etmiştir.

Basın yoluyla işlenen suçlara örnek olarak  Türk Ceza Kanunu’nda yer alan aşağıdaki fiiller sayılabilir :

 İntihara azmettirme ve teşvik (m.  84),                                                                                                                                     tehdit (m.  106),                                                                                                                                                                            şantaj  (m.  107),                                                                                                                                                                                    hakaret (m. 125),                                                                                                                                                             haberleşmenin gizliliğini ihlal (m.  132),                                                                                                                                                   özel  hayatın  gizliliğini  ihlal  (m.  134),                                                                                                                                                        verileri  hukuka  aykırı  olarak verme  veya  ele  geçirme  (m.  136),                                                                                       nitelikli  dolandırıcılık  (m.  158),                                                                                                                               uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını özendirme (m.  190),                                                                                    suç işlemeye tahrik (m. 214),                                                                                                                                                                    suçu ve suçluyu övme (m.  215),                                                                                                                                                  halkı kin  ve düşmanlığa tahrik (m. 216),                                                                                                                               kanunlara  uymamaya  tahrik  (m.  217),                                                                                                                                               suç  örgütünün  propagandasını  yapma(m.  220/8)                                                                                                müstehcenlik  (m.  226),                                                                                                                                                        fiyatları  etkileme  (m.  237),                                                                                                                                               göreve  ilişkin sırrın açıklanması (m.  258),                                                                                                                                  iftira (m.  267),                                                                                                                                                                                   soruşturmanın ve kapalı duruşmanın gizliliğini  ihlal  (m.  285),                                                                                              ses  veya  görüntülerin  kayda  alınması  (m.  286),                                                                                                            adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (m. 288),                                                                                                                               cumhurbaşkanına hakaret (m.299),                                                                                                                                                    devletin  egemenlik  alametlerini  aşağılama  (m.  300)                                                                                                                  Türk  milletini,  Türkiye Cumhuriyeti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılama (m.  301),                                             devlete karşı savaşa tahrik (m.  304),                                                                                                                                           temel millî  yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama  (m.  305),                                                                                    halkı  askerlikten  soğutma  (m.  318),                                                                                                                                         askerleri  itaatsizliğe teşvik (m. 319),                                                                                                                                savaşta yalan haber yayma (m. 323).

Basın suçlarına ilişkin genel kabul gören  tasnifte üçüncü kategoriyi  basın düzenine  karşı  suçlar  oluşturmaktadır.  Basın  faaliyetinde  bulunanlar,  basının idari  rejiminin  gereği  olarak  birtakım  yükümlülükler  üstlenmekte  ve  belirli formaliteleri  yerine  getirme  mükellefiyeti  altına  girmektedir.  Basının  yönetsel düzenine  ilişkin  yükümlülüklere  aykırı  davranışlar  basın  düzenine  karşı  suçlar olarak  adlandırılmaktadır.

Basının  idari  düzeninin  sağlanması amacının  bir  ürünü  olan  bu  suçların  diğer  basın  suçlarından  farkı,  çoğunlukla yayına  bağlı  olmaksızın  gerçekleşmeleri  ve  sorumluluk  bakımından  başka esaslara  dayanmalarıdır.

Diğer  bir  deyişle  dar  anlamda  basın suçları ve basın yoluyla işlenen suçlar basılmış eserin fikrî  içeriğiyle  ilgili iken,  basın düzenine  ilişkin  suçlar  yayım  öncesi  veya  sonrası  uyulması  icap  eden  bir  kısım kurallara  ilişkindir. beyanname  vermeden  dönemsel  (süreli) yayın  faaliyetine  girişme,  gerçeğe  aykırı  beyanname  verme,  beyannamedeki değişiklikleri  bildirmeme,  yasal  şartları  taşımayanların  süreli  yayın  çıkarmaları, kanunda  öngörülen  nitelikleri  haiz  olmayanların  sorumlu  müdür  olması  basının yayın öncesi düzenine ilişkin suçlardır.

 Basılmış eserin  yayın türü, sahibi, sorumlu müdürü,  yönetim  yeri  gibi  belirli  bilgileri  içermesi  (impressum)  yükümlülüğüne uyulmaması,  basılan  her  türlü  yayının  imzalı  iki  nüshasının  basımcı  tarafından dağıtım veya yayımın yapıldığı gün o yerdeki Cumhuriyet başsavcılığına teslim edilmesi yükümlülüğünün yerine getirilmemesi de yayım sonrası basın düzenini bozan suçlar arasında yer almaktadır.

Basın Suçunun Unsurları :                                                                                                                                           Basın  suçunun  varlığından söz  edebilmek  için  her  şeyden  önce  bir  basılmış eserin  varlığı  zorunludur.  Basın  Kanunu’nun  “Tanımlar”  başlıklı  2.  maddesinde basılmış eserin;  yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araçlarla  çoğaltılan  yazı,  resim  vb.  eserler  ile  haber  ajansı  yayınlarını  ifade  ettiği belirtilmiştir.

Basın suçunun oluşabilmesi için basılmış eserin aleniyet kazanması gerekir ki bu da yayım  yoluyla gerçekleşir.  Basın Kanunu yayımı; basılmış  eserin,  herhangi  bir  şekilde  kamuya  sunulması  biçiminde  tarif  etmiştir. Keza Kanunu’nun  11. maddesi basılmış eserler yoluyla işlenen suçun  yayım anında oluşacağını belirtmektedir.

Basın  suçunun  oluşması  bakımından  varlığı  aranan  üçüncü  unsur  bir görüşe göre  fikrî  muhteva,  diğer  görüşe  göre manevi  unsur  olan  kasttır.  Basının  düzenine  karşı  suçları  basılmış  eserin içeriğine  yönelik  suçlar  olmamaları  sebebiyle  ayrı  olarak  ele  alıp  basın  suçları tabirini sadece basılmış eserin içeriğine ilişkin (dar anlamda basın suçları ve basın yoluyla  işlenen  suçlar)  suçlarla  sınırlı  kabul  eden  görüş  sahipleri  üçüncü  unsur  olarak  fikrî  muhteva  (düşünsel  içerik)  ögesini saymaktadır.

Buna karşılık böyle bir ayrım yapmaksızın her üç suç kategorisini basın suçları başlığı altında ele alan görüş ise basın suçunun oluşabilmesinde genel esaslara göre failde o  suçu işleme kastının varlığını üçüncü öge olarak kabul etmektedir.

Fikri muhtevayı basın suçunun üç unsurundan biri gören yaklaşım,  öğretide daha  baskındır.  Buna  göre,  örneğin  zorunlu  bilgilerin  basılmış  eserde gösterilmemesi  Basın  Kanunu’na  göre  suç  oluşturmasına  karşılık,  bu  fiil  basın yoluyla işlenen suçlardan değildir. Çünkü böylesi bir yükümlülüğe aykırı davranışın, okuyucu kitlesi üzerinde tehlikeli bir fikrî  etki meydana getirdiğinden söz edilemez.

BASIN SUÇLARINDA CEZA SORUMLULUĞU

Basılmış  eserler  aracılığıyla  işlenen  suçlardan  dolayı  ceza  hukukunun  genel sorumluluk  düzeninden  ayrı  bir  sorumluluk  rejimine  ihtiyaç  duyulduğu  kabul edilmekte ve buna gerekçe olarak basın suçlarının muhtelif kişilerin kolektif ve aynı amaca yönelmiş fiilleri sonucunda meydana gelmesi gösterilmektedir.

 Gerçekten  çok  sayıda  insanın  katıldığı  bir  dizi  işlemin  ardından ortaya  çıkan  basılmış  eserin  içeriğinde  bir  suç  unsuru  bulunması  durumunda, bundan kimin ya da kimlerin sorumlu tutulacağı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

 Suç içeren yazıyı kaleme alan yazar ya da muhabir, yazının teslim edildiği sorumlu müdür, yazının dizimi ve matbaada yazının basımında görev yapanlar, dağıtıcı ve satıcılar gibi  bir  basılmış eserin muhatap kitleye ulaşmasında rolü bulunanların sorumluluğunun belirlenmesinde ceza hukukunun iştirake ilişkin hükümlerinin  yeterli  olmayacağı,  zira  kimin  fail,  kimin  yardım  eden  sıfatıyla sorumlu  tutulacağının  belirlenme  imkânının  bulunmadığı  düşüncesiyle  basın suçlarında  ceza  sorumluluğunu  tanzim  eden  kurallara  ihtiyaç  bulunduğu belirtilmektedir.

Basın  özgürlüğünün  kısıtlanmamasını  sağlamak  hedefinin  yanı  sıra  bu özgürlüğün  kötüye  kullanılmasını  önlemek  amacıyla  her  ülke  kendine  özgü sistemler  geliştirmiştir.  Basın  yoluyla  işlenen  suçlar  ile  genel  nitelikteki  diğer suçlar  arasında  fark  gözetmeyen;  ceza  sorumluluğunu,  ceza  hukukun  genel hükümleri çerçevesinde belirleyen sistemlere  genel kurallara göre  sorumluluk sistemleri  denilmektedir.

 Bu  sistemde  asıl  sorumlu  olarak görülen, eserin fikrî  içeriğini oluşturan  eser sahibi  dışında bir kimsenin sorumlu tutulabilmesi  bu  kişinin  suçu  oluşturan  yayım  fiiline  iştirak  etme  iradesinin varlığına  bağlıdır.  Bu  sisteme  göre,  örneğin  yazı  işleri  müdürü  suç  oluşturan yazının  içeriği  hakkında  bilgi  sahibi  olmadığını  kanıtlamak  suretiyle sorumluluktan  kurtulabilecektir.

Dönem  dönem  Almanya’nın bazı  eyaletleri,  Amerika  Birleşik  Devletleri  ve  İngiltere’de  uygulama  alanı bulmuş  olan  bu  sistem  özellikle  anonim  nitelikteki  eserlerde  basın  suçlarının cezasız kalma ihtimali sebebiyle eleştiriye uğramıştır.

Birbirini  izleyen  ve  kolektif  bir  çabanın  sergilendiği  bir  sürecin  ardından yayımlanan  basılmış  eserin  içeriğinde  bir  suç  unsuru  bulunması  durumunda, bundan  kimin  ya  da  kimlerin  sorumlu  tutulacağı  hususunda  karşılaşılan zorluklar nedeniyle birçok ülkede özel sorumluluk sistemleri geliştirilmiştir. Ceza hukukundaki genel sorumluluk sisteminden farklı olarak bazı ülkelerde “kanuni sorumluluk  sistemi”,  “basamaklı  sorumluluk  sistemi”  ve  “taksirden  doğan sorumluluk sistemi” şeklinde uygulamalar olduğu görülmektedir.

Kanuni  sorumluluk  sisteminde  basın  suçlarının  cezasız  kalmaması  için genel  sorumluluk  kurallarından  ayrı  olarak  kanunlarda  özel  bir  sorumluluk rejimi  öngörülmektedir. Mutlaka bir sorumlu bulunarak basın suçlarının cezasız kalmasını önlemeyi amaçlayan ve otomatik bir sorumluluk getiren  bu sistemde basın  suçlarının  cezasız  kalmaması  için  bir  kişi  yayının  sorumlusu  olarak gösterilmekte,  bu  kişi  basın  suçunun  sorumlusu  olarak  kabul  edilmekte  ve cezalandırılmaktadır.

Fransız  basın  kanunlarının  getirdiği  bu  sistem özellikle  hukuk  devleti  ve  “kusursuz  ceza  olmaz”  ilkelerine  aykırı  olduğu  için kaba bir sistem olarak nitelendirilmiştir.

Belçika’da ortaya çıkan ve kanuni sorumluluk sisteminin yumuşatılmış bir şekli  olarak  nitelenen  basamaklı  sorumluluk  sisteminde,  bir  basın  suçu işlendiğinde kural olarak eser sahibi sorumlu tutulmakta,  eser sahibinin  (failin)bilinmemesi/bulunamaması  durumunda  sorumluluk  ikinci  derecede  başka şahsa  (yazı  işleri  müdürüne)  geçmektedir.  Onun  da  sorumlu  tutulamaması hâlinde  sırasıyla  basan,  satan,  dağıtan  kişinin  sorumluluğu  cihetine  gidilir.

Taksirden  doğan  sorumluluk  sisteminde,  basın  suçlarından  dolayı  süreli yayınlarda  sorumlu  müdür,  süresiz  yayınlarda  ise  yayımcı,  taksir  esasına  göre yani  kendilerine  yüklenen  dikkat  ve  özen  yükümlüğünün  ihmali  nedeniyle sorumlu  tutulmaktadır.  Kanunlarla  sorumluluk  statüsü  verilen  bu  kişiler, görevlerini  yerine  getirmede  mesleklerinin  gerektirdiği  dikkat  ve  özen yükümlülüğünü  (yayın  faaliyetlerini  denetleme  ve  basılacak  eseri  suç unsurlarından arındırma gibi birtakım görev ve yükümlülükleri) savsaklamaları durumunda  basılmış  eser  yoluyla  işlenen  suçlardan  sorumlu  tutulmaktadırlar.

Prusya Basın Kanunu kökenli olan bu sistemde fail ve şeriklerin cezalandırılamamaları  durumunda  yayınlarda  etkili  konumda  bulunan,  yayın politikasını ve işlemlerini yönlendirmede söz sahibi olan kişilerin mesleki taksire dayalı  olarak  esas  suçun  failine  göre  daha  az  ceza  ile  tecziyeleri öngörülmektedir.

Basılmış  eserler  aracılığıyla  işlenen  suçlardan  dolayı  özel  sorumluluk sistemlerinin  çeşitli  biçimlerinin  birleştirilmesiyle  oluşturulmuş  karma sorumluluk sistemleri  de bulunmakta, bunun yanı sıra  bir yazının yayımlanmasına ne sıfatla olursa olsun bilerek katılan herkesi sorumlu tutan  birlikte  sorumluluk  sisteminden ve  totaliter düzenlerde görülen devlet basını sisteminden de söz edilmektedir.

Basın Kanunu’na Göre Cezai Sorumluluk :

Basın Kanunu’na göre, süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan, esersahibi sorumludur.2004  tarihli  ve  5187  sayılı  yeni  Basın  Kanunu’nun  “Cezai  Sorumluluk” başlığını taşıyan 11. maddesinde yer alan yeni düzenleme şöyledir: “Madde 11- Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur. Süreli  yayınlar  ve  süresiz  yayınlar  yoluyla  işlenen  suçlardan  eser  sahibi sorumludur.

Süreli  yayınlarda  eser  sahibinin  belli  olmaması  veya  yayım  sırasında  ceza ehliyetine  sahip  bulunmaması ya  da  yurt  dışında  bulunması  nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle  mahkûm  olduğu  cezaya  etki  etmemesi  hâllerinde,  sorumlu  müdür  ve yayın  yönetmeni,  genel  yayın  yönetmeni,  editör,  basın  danışmanı  gibi  sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu olur. Ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu  müdürün  bağlı  olduğu  yetkilinin  karşı  çıkmasına  rağmen  yayımlanması hâlinde, bundan doğan sorumluluk yayımlatana aittir.

Süresiz  yayınlarda  eser  sahibinin  belli  olmaması  veya  yayım  sırasında  ceza ehliyetine  sahip  bulunmaması  ya  da  yurt  dışında  olması  nedeniyle  Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle  mahkûm  olduğu  cezaya  etki  etmemesi  hâllerinde  yayımcı;  yayımcının belli olmaması veya basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında  olması  nedeniyle  Türkiye’de  yargılanamaması  hâllerinde  ise  basımcı sorumlu olur.

Yukarıdaki hükümler, süreli  yayınlar ve süresiz  yayınlar için bu Kanun’da aranan şartlara uyulmaksızın yapılan yayınlar hakkında da uygulanır.

”Maddenin  1.  fıkrasında  basılmış  eserler  yoluyla  işlenen  suçun  “yayım anında”  oluşacağı  belirtilerek  suçun  işlendiği  zaman,  Kanun’la  açıklığa kavuşturulmuş,

  1. fıkrada  “süreli  yayınlar  ve  süresiz  yayınlar  yoluyla  işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur” denilerek basın suçlarında asıl sorumlunun eser sahibi olduğu vurgulanmıştır.

 Eser sahibi terimi, süreli veya süresiz yayının içeriğini  oluşturan  yazıyı  veya  haberi  yazanı,  çevireni  veya  resmî  ya  da karikatürü yapanı  ifade eder.  Böylece eser sahibi ile birlikte sorumlu müdür ve yayımcıyı da cezalandıran (2004 yılı öncesinde yürürlükte olan 5680 sayılı Basın Kanunu’nun  benimsediği)  eski  sistemden  dönülmüştür.  Basın  Kanunu’nun  11. maddesinin  gerekçesinde,  süreli  veya  süreli  olmayan  yayınlar  yoluyla  işlenen suçlardan sorumlu olacak kişiler  belirlenirken 5680 sayılı eski Kanun’dan farklı olarak  başkasının  fiilinden  sorumluluk  ve  objektif  sorumluluk  hâllerine  yer vermemek  ve  bu  tür  sorumluluk  hâllerini  en  aza  indirmek  amacıyla  böyle  bir düzenlemenin yapıldığı belirtilmektedir.

Basın  Kanunu’na  göre  süreli  (dönemsel)  yayın;  belli  aralıklarla yayımlanan  gazete,  dergi  gibi  basılmış  eserler  ile  haber  ajansları  yayınlarınıetmektedir.  Süreli  yayınlarda  işlenen  basın  suçlarından;  eser  sahibi,  sorumlu müdür  ve  bağlı  olduğu  yetkili  ile  yayımlatanın  birbirlerinin  yerine  kademeli olarak  cezalandırılmasını  öngören  basamaklı  bir  sorumluluk  sistemi  kabul edilmiştir.

Basamaklardan  birinde  sorumlu  bulunması  ve  cezalandırılabilmesi durumunda diğer basamaktaki kişi sorumlu tutulmamaktadır.

Basın Kanunu’na göre  süresiz  (dönemsel olmayan)  yayın;  belli aralıklarla yayımlanmayan  kitap,  armağan  gibi  basılmış  eserleri  ifade  eder.  Kanun,  süreli yayınlarda olduğu gibi süresiz yayınlarda işlenen basın suçlarından doğan ceza sorumluluğu  bakımından  da  özel  sorumluluk  sistemlerinden  basamaklı sorumluluk  sistemini  kabul  etmiştir.  Sorumluluk basamakları;  eser  sahibi,  yayımcı  ve  basımcı  şeklinde  sıralanmaktadır. Basamaklardan birinde sorumlu bulunması ve cezalandırılabilmesi durumunda diğer  basamaktaki  kişi sorumlu  tutulmamaktadır.  Diğer  bir  ifadeyle  bir  önceki basamakta  yer  alan  kişinin  sorumluluğuna  gidilebildikçe  bir  alttaki  basamakta yer alan kişinin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Alt basamaktaki kişilerin sorumluluğu  kendisine  nazaran  üst  basamaktaki  kişiler  açısından yedek/tamamlayıcı niteliktedir.

Türk Ceza Kanunu’nda yer alan  basın yoluyla işlenen suçlardan  yukarıda

söz  edilmişti. 

Basın  Kanunu’nda  ise  zorunlu  bilgileri  göstermeme  (m.  15),                                                                          durdurulan  yayının  yayımına  devam  etme  (m.  16),                                                                                                       teslim  yükümlülüğüne uymama  (m.  17),                                                                                                                  düzeltme ve cevabın yayımlanmaması  (m.  18),                                                                                                                         cinsel saldırı, cinayet  ve  intihara  özendirme  (m.  20),                                                                                                    kimliğin  açıklanması  yasağını  ihlal  (m.21),                                                                                                                basılmış  eserleri  engelleme,  tahrip  ve  bozma  (m.  22),                                                                                                    süreli  yayınları dağıtma  yükümlülüğünü  ihlal  (m.  23),                                                                                                            kaynak  göstermeksizin  yeniden yayımlama (m. 24) suçlarına yer verilmiştir.

Basın  Kanunu’nun  26.  maddesinde  basın  yoluyla  işlenen  suçlara  ilişkin dava  süreleri  günlük  süreli  yayınlarda  2  ay,  diğer  basılmış  eserler  yoluyla işlenen suçlarda 4 ay şeklinde düzenlenmiştir.

TRT Kanunu’na Göre Cezai Sorumluluk :

2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 28.  maddesine  göre  Türkiye  Radyo  Televizyon  Kurumunun  yayınları  yoluyla işlenen  suçlarda  veya  haksız  fiillerde,  yayın  tespit  yoluyla  yapılmışsa,  metni yazan veya sesi tespit edilen, bu metni veya tespiti fiilen kontrol eden ve yayını fiilen  yöneten  ve  kontrol  eden  kişiler  sorumludur.  Türkiye  Radyo  Televizyon Kurumunun, kendilerine tevdi edilen metni aynen okumakla görevli personeli o

yayının yönetim ve kontrolünde  özel olarak görevlendirilmiş olmamak şartıyla, o yayın yoluyla işlenen suçtan veya haksız fiilden sorumlu tutulmazlar.

TRT  yayınlarında  suç  oluşturan  davranışlarda  bulunulması  hâlinde  ceza sorumluluğunun  nasıl  belirleneceği  meselesinin  çözümü,  çeşitli  yayın  türleri bakımından  ayrı  ayrı  ele  alınabilir.  Herhangi  bir  ön  hazırlık  yapılmadan, herhangi bir denetimden geçmeksizin gerçekleştirilen  (olayın veya konuşmanın anında  ve  doğrudan  doğruya  aktarıldığı)   canlı  yayın  esnasında  işlenen suçlardan  (ilgili  kanunda  açıkça  belirtilmemekle  birlikte)  kurum  personelinin sorumlu tutulması düşünülemez.

Ön  hazırlık  yapıldıktan  sonra  gerçekleştirilen  canlı  yayınlarda  (örneğin metni  önceden  hazırlanıp  da  canlı  olarak  sunulan  ana  haber  programında)metni  hazırlayan  ile  bu  metni  önceden  denetleyenler  sorumlu  iken  sadece kendilerine  verilen  metni  okumakla  görevli  personel  (spikerler)  yayın  yoluyla işlenen  bu  suçtan  sorumlu  tutulamaz.  Aynı  sorumluluk  esası  canlı  olmayan yayınlar bakımından da geçerlidir.

Kanun’a  göre  28.  madde  kapsamına  giren  suçlardan  ve  haksız  fiillerden dolayı  yayının  yapıldığı  tarihten  başlayarak  60  gün  içinde  açılmayan  davalar dinlenmez.

Özel Radyo TV Yayınlarında Cezai Sorumluluk :

6112  sayılı  Radyo  ve  Televizyonların  Kuruluş  ve  Yayın  Hizmetleri  Hakkında Kanun’un 46. maddesi sorumlulukla ilgilidir. Buna göre yayından doğan sorumluluk yayını yöneten veya programı yapanla birlikte sorumlu müdüre aittir.

Böylece yeni Kanun  suçlar  ve  haksız  fiillerden  birlikte  sorumluluk  esasını  benimseyerek  TRT yayınlarının hukuki rejiminden farklı bir düzen öngörmüştür. Kanun’un  “Adli  Yaptırımlar”  başlıklı  33.  maddesinde  de,  geçerli  bir  yayın lisansı  bulunmaksızın  yayın  yapan kişiler, yayın lisansı olmasına rağmen lisans tipi dışında  yayın  yapan  ve  izinsiz  verici  tesis  edenler,  yayın  kayıtlarını  bir  yıl  süreyle muhafaza etmeyen veya Üst Kurulca ya da Cumhuriyet başsavcılığınca istenmesine rağmen, süresi içerisinde ve aslına uygun olarak teslim etmeyen  kuruluş sorumlu müdürü hakkında çeşitli miktarda hapis ve/veya adli para cezası öngörülmüştür.

İnternet Ortamında Yapılan Yayınlarda Cezai Sorumluluk :

5237  sayılı  TCK’nin  yürürlüğe  girdiği  2005  yılından  sonra  bilişim  suçlarına ilişkin  mevcut  düzenlemelerin  internetin  gün  geçtikçe  artan  kullanım  oranına paralel olarak ortaya  çıkan yeni suç tipleriyle mücadele etmek bakımından yetersiz kaldığı  düşüncesiyle, sadece  internet ortamında işlenebilecek suçlarla mücadeleyi mümkün  kılacak  bir  yasal  düzenlemenin  gerekliliği  üzerinde  yoğun  tartışmalaryaşanmıştır. Bu tartışmaların neticesinde 04.05.2007 tarihinde 5651 sayılı “İnternetOrtamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar  Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele  Hakkında  Kanun”  yürürlüğe  girmiştir.  Bu  Kanun’la  ilk  amaçlan  husus, internet  süjelerinin  yani  içerik  sağlayıcı,  erişim  sağlayıcı,  yer  sağlayıcı  ve  toplukullanım sağlayıcının ceza hukuku bakımından yükümlülük ve sorumluluk alanlarınıbelirlemek  ve  böylece  özellikle  internet  ortamında  işlenebilen  içerik  suçlarının önüne  geçmektir.  Bu  Kanun’la  özellikle,  fonksiyonları  ve  sorumlulukları  tartışmalıolan  internet  süjelerine  ilişkin  tek  tek  tanımlamalar  ve  sorumluluk  alanları belirleme yoluna gidilmiştir.

5651 sayılı Kanun, ortaya çıkan suçuncezalandırılması  aşamasında  suçluyla  mücadelede  genel  yasaklamaları  tercihederek geneli cezalandırdığı için “eksik”  olarak nitelendirilmiştir.

Kanun’un  benimsediği  sistemde  ceza  sorumluluğu  belirlenirken  Kanun’da tanımlanan  içerik  sağlayıcı,  yer  sağlayıcı,  erişim  sağlayıcı  gibi  kavramlar  dikkate alınacaktır.

Kanun’un  4.  maddesine  göre,  internet  ortamı  üzerinden  kullanıcılara sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayan gerçek veya tüzel kişi  anlamına  gelen  içerik  sağlayıcı,  internet  ortamında  kullanıma  sunduğu  her türlü içerikten sorumludur.

Basın Kanunundaki “eser sahibi” kavramının,  internet ortamındaki yayınlar  bakımından  karşılığı olan içerik sağlayıcının kendi eyleminden kaynaklanan ceza sorumluluğunu üstlenmesi (tüzel kişinin ceza sorumluluğu kısmı hariç) ceza hukukunun temel prensipleriyle uyumludur.

İnternetin  hukuki  rejimi,  henüz  gelişimini  tamamlamamış,  istikrar kazanamamış  ve  eksiklikleri  giderilememiş  bir  düzendir.  Bunda  internetin dinamik ve sınırlanmaya az elverişli bir olgu olmasının da payı bulunmaktadır. Nitekim  internet  ortamındaki  yayınların  hukuki  düzenini  oluşturan  yasal düzenleme  çalışmaları  gündemden  düşmemektedir.  5651  sayılı  Kanun’un  da eleştirilen birçok yönü bulunmaktadır.

CEVAP VE DÜZELTME HAKKI  ünite 9

CEVAP VE DÜZELTME HAKKI KAVRAMI

Cevap ve düzeltme hakkı, muhteva bakımından kişi ve kuruluşların iletişim özgürlüğünün kötüye kullanılması suretiyle mağdur edilmelerini önlemeye yönelik oluponlara aynı araçla hemen karşılık verebilme imkânı sunan bir kurumdur.

Çağdaş  demokrasilerde  medyanın  denetleme,  haber  verme  ve  kamuoyu oluşturma  gibi  temel  işlevlerini  bihakkın  yerine  getirebilmesi  için  varlığı  zorunlu olan özgürlük ortamı ve kitle iletişim araçlarının kendine özgü  nitelikleri, medyayı büyük  ve  etkin  bir  güç  hâline  getirmiştir.  Ne  var  ki  medya,  kendinden  beklenen görevleri  ve  işlevleri  yerine  getirirken  bazı  kişi  ve  kuruluşlarla  ihtilafa  düşebilir, bunlar  hakkında  gerçek  dışı  bilgiler  vererek  ya  da  kişilik  haklarını  ihlal  ederek olumsuz kanaatlerin doğmasına yol açabilir. Bu durum söz konusu kişi ve kuruluşlar bakımından  tehlikeli,  hatta  yıkıcı  sonuçlar  doğurabilir.

Medya  ile  muhatap  kitle arasında  ortaya  çıkabilecek  bu  gibi  tehlikeler  ve  olumsuz  sonuçlar  ancak  ilgiliye aynı yayın organında alenen cevap ve düzeltme hakkının tanınması ile önlenebilir. Aksi hâlde haberin doğruluğunun kanıtlanmış sayılması ihtimali  söz konusu  olabilir.

1961 ve 1982 Anayasaları, 5187 sayılı Basın Kanunu, 2954 sayılı TRT Kanunu ve  6112  sayılı  Radyo  ve  Televizyonların  Kuruluş  ve  Yayın  Hizmetleri  Hakkında Kanun,  kavramı  “düzeltme  ve  cevap  hakkı”  biçiminde  ele  almaktadırlar.

 Tarihsel perspektiften cevap ve düzeltme hakkına ilişkin yasal düzenlemelere  bakıldığında bir  kavram  ve  terim  birliği  görülmemektedir.  1864  tarihli  Matbuat Nizamnâmesi’nde  “cevap”,  1877  tarihli  Matbuat  Kanunu’nda  “cevap  ve  tekzip”,

1931  tarihli  Matbuat  Kanunu’nda  “tashih”  ve  “cevap  hakkı”,  daha  sonraki  yasal düzenleme olan 5680 sayılı Basın Kanununda ise “cevap ve düzeltme hakkı” deyimi kullanılmıştır.

Özellikle  karşılaştırmalı  hukukta  “cevap  hakkı”  ile “düzeltme  hakkı” ayrı ayrı ele alınmaktadır. Bizim Anayasa’mız ve diğer kanunlarımız ise ikisini tek bir hak  ve  bir  kavram  olarak  birleşik  hâlde  düzenlemektedir.  Uygulamada  bazen  bu kavramların  yanında,  bazen  bu  kavramların  yerine  “tekzip”  sözcüğü  de kullanılmaktadır.  Tekzip,  Arapça  kökenli  bir  kelime  olup  “yalanlama”  anlamına gelmektedir.  Ancak  5680  sayılı  Basın  Kanunu  ile  öğretideki  yazarların  ve uygulamacıların birçoğu, “cevap ve düzeltme hakkı” deyimini benimsemektedir. Buçalışmada  hem  öğreti  hem  de  uygulama  bakımından  iletişim  hukukumuzda yerleşmiş  ve  yaygınlık  kazanmış  bir  terim  olması  sebebiyle  “cevap  ve  düzeltme hakkı” deyimi tercih edilecektir.

Cevap  ve  düzeltme  hakkının  tanınması  ile  iletişim  özgürlüğünün  kötüye kullanılmasını önlemek, halkın doğru bilgi alma hakkının gerçekleşmesini sağlamak gibi amaçlar da güdülür. Nitekim öğretide cevap ve düzeltme hakkına ilişkin yapılan tanımların birçoğunda bu amaçlar ön plana çıkarılmıştır. Bunların yanı sıra cevap ve düzeltme  hakkı  ile  ilgili  olarak  kişi  ve  kuruluşların  iletişim  özgürlüğünden yararlanmasını  sağlayan  ve  doğru  haber  dolaşımının  gerçekleşmesinde  etkinliği bulunan  bir  hak  olması  yanında,  yayın  organı  ile  hak  sahibi arasında  bir  denge  kurması  ve  bir  savunma  aracı  olması  niteliğinden de bahsedilmektedir. Cevap ve  düzeltme hakkına ilişkin olarak çeşitli yönlerinin ön plana çıkarıldığı tanım denemelerinin ortak özelliklerini nazara alarak bu  hakkın  muhteva  bakımından  kişi  ve  kuruluşların  iletişim  özgürlüğünün  kötüye kullanılması  suretiyle  mağdur  edilmelerini  önlemeye  matuf  ve  onlara  aynı  araçla hemen  karşılık  verebilme  imkânı  sunan  bir  kurum  olduğunu  belirtebiliriz.

Kitle iletişim özgürlüğünün öncelikli tarafları devlet ve kitle iletişim araçları iken  cevap  ve  düzeltme  hakkının  tarafları,  kitle  iletişim  araçları  ile  söz  konusu hakkın süjesi olacak ilgili kişi ve kuruluşlar olmaktadır.

Tarihsel gelişimi ve pozitif hukukumuzdaki yeri Cevap  ve  düzeltme  hakkının  tarihsel  kökeni  1789  Fransız  İhtilali’ne  kadar gitmektedir.  Ancak 19. yüzyılın bir ürünü olan bu hakkın ilk  yasal  kaynağını  1822  Fransız  Basın  Kanunu  oluşturmuştur.  Cevap  hakkının  da  düzenlendiği  bu  kanunun  yerini  alan  1880 tarihli Basın Kanunu ise, cevap hakkının yanında düzeltme hakkına da yer vermiştir.  Fransız İhtilalinin getirdiği siyasi  fikir mücadelesi atmosferinde basın  özgürlüğünün  kötüye  kullanılması  ve  iftira  niteliğindeki  ithamlara  cevap verilememe  tehlikesi  üzerine  kişilere  cevap  ve  düzeltme  hakkının  yasal  yoldan tanınması önerilmiş, Fransız Meclisi’nde ilk başlarda kabul görmeyen bu teklif daha sonra  1822  tarihli  Fransız  Basın  Kanunu’na  girmiş  ve  bundan  sonra  diğer devletlerin  basın  kanunlarınca  da  kabul  edilmişti.  Belirtmek gerekir ki cevap hakkına çeşitli gerekçelerle itiraz eden müellifler bulunduğu gibi bu hakka  hukuk  düzenlerinde  yer  vermeyen  devletler  de  vardır.

Ülkemizde ise iletişim hukukumuzun ilk yasal kaynaklarından 1864 Matbuat Nizamnâmesi  ile  1877  tarihli  Matbuat  Kanunu,  cevap  ve  düzeltme  hakkı bakımından  Fransız  Basın  Kanunu’nun  içerdiği  düzenlemelerde  yer  alan  esaslara paralel hükümler getirmişlerdir. İkinci meşrutiyet ile birlikte kabul edilen 1909 tarih ve  287  sayılı  Matbuat  Kanunu,  1931  tarihli  Matbuat  Kanunu  gibi  daha  sonraki düzenlemeler de bu hakka yer vermiş nihayet 1961 Anayasası’nın 27. maddesi ve 1982  Anayasasının 32. maddesi  cevap ve düzeltme  hakkını anayasal bir hak hâline getirmiş, düzenlenmesini kanunlara bırakmıştır. 1950’den 2004 yılı ortalarına kadar yürürlükte kalan 5680 sayılı Basın Kanunu’nun 19. ve 29. maddeleri gibi  09.6.2004 tarih  ve  5187  sayılı  yeni  Basın  Kanunu’nun  14.  ve  18.  maddeleri  anayasa  hükmü gereği cevap ve düzeltme  hakkına ilişkin esasları düzenlemişlerdir. Bunun yanı sıra 2954  sayılı  TRT  Kanunu,  6112  sayılı  Radyo  ve  Televizyonların  Kuruluş  ve  Yayın Hizmetleri  Hakkında  Kanun  ile  Türkiye’nin  de  tarafı  olduğu  Avrupa  Sınır  Ötesi Televizyon  Sözleşmesi’nin  8.  maddesinde  de  cevap  ve  düzeltme  hakkına  yer verilmiştir.

 Birleşmiş  Milletler  bünyesinde  1952  yılında  imzaya  açılan  ve  1962  yılında yürürlüğe giren Cevap ve Düzeltme Hakkına İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye ise çok az  devletin  katılmış  ve  günümüz  kitle  iletişiminin  özelliklerine  uygun  hâle getirilmesi önerilen bu sözleşme “platonik bir mekanizma öngördüğü” gerekçesiyle eleştirilmiştir.

Cevap ve düzeltme hakkı, Basın Meslek İlkeleri’nin 16. maddesinde de “Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar” biçiminde ifadesini bulmuştur.

Hukuki niteliği :

Cevap  ve  düzeltme  hakkının  hukuki  niteliği  konusunda  doktrinde  bir  görüş birliğinin bulunduğunu söylemek zordur. Hukukumuzda anayasal bir hak olarak ilk kez tanındığı 1961 Anayasası’nın 27. maddesinde cevap ve düzeltme  hakkı, temel haklar  çerçevesinde  düzenlenmiş,  Anayasa’nın  gerekçesinde  bu  hakkın  “basın hürriyetinin  fertlerin  şeref  ve  haysiyetlerini  gölgelememesi”  adına  benimsendiği ifade  edilmiştir.  1982  Anayasası  da  cevap  ve  düzeltme  hakkını  “Temel  Haklar  ve Ödevler”  başlıklı  ikinci  kısım  içinde  “Kişinin  Hakları  ve  Ödevleri”  bağlamındadüzenlemiştir.

Cevap ve düzeltme  hakkının hukuk düzenindeki ve hakların sınıflandırılması sistemi  içindeki  yerine  ilişkin  görüşler,  hukuk  sistemlerine  ve  zamana  göre değişiklik arzetmektedir. Türk Anayasalarının konuyu “temel haklar” çerçevesinde ele almasına karşın, söz konusu hakkın kamu hukukuna ilişkin bir kavram mı, özel hukuka ait bir kavram mı olduğu hususunda da bir görüş birliği bulunmamaktadır. Önceleri  cevap  ve  düzeltme  hakkının,  kamunun  doğru  bilgi  alma  hususundaki bilgilenme  hakkını  gerçekleştirmesi  sebebiyle  kamu  hukukuna  ait  bir  kavram olduğu  kabul  edilmekte  iken  daha  sonraları  bu  hakkın  içerik olarak  Medeni  Kanun  ve  Borçlar  Kanunu’ndaki  kişiliğin  korunmasına  ilişkin hükümlere benzemesinden dolayı  cevap ve düzeltme  hakkının özel hukuka ilişkin bir kavram olduğu belirtilmektedir. Diğer yandan  cevap ve düzeltme  hakkını belirli bir suçlamaya karşı kullanılan meşru müdafaa benzeri bir araç  olarak  niteleyenler olduğu  gibi  bu  hakkın,  basına  karşı kişiliğin  korunmasına  yönelik  olduğu,  kullanılması  ilgilinin  cezai  ve  medenisorumluluğu şartına bağlı olmadığı için meşru müdafaaya benzetilemeyeceğini ileri sürenler de  vardır.  Bu  konuda  daha  farklı  ve  çok  çeşitli görüşlerin bulunduğu da bilinmektedir.

Ancak bizce  cevap ve  düzeltme  hakkı,  tıpkı  iletişim  hukuku  gibi  bir  yandan  kamu  hukukunu,  diğer yandan  özel  hukuk  alanını  ilgilendiren,  iletişim  özgürlüğü  ve  bilgilenme  hakkı  ile ilişkilendirilebilen,  aynı  zamanda  kişi  ile  medya  arasındaki  ilişkilerde  kişiliği korumayı amaçlayan kendine özgü bir müessesedir. Zira  cevap ve düzeltme  hakkı vasıtasıyla yayına konu edilen kişinin düşüncesi de kamuoyuna aktarılmış olur; bu sayede  toplumda  doğru  bilgilenmenin  sağlanmasına  katkıda  bulunulur.  Hiç şüphesiz  cevap  ve  düzeltme  hakkı,  kişilik  haklarının  korunmasına  da  hizmet etmektedir.

TÜRK KİTLE İLETİŞİM HUKUKUNDA CEVAP VE DÜZELTME HAKKI

Yayına konu edilen kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileri hakkında gerçeğe aykırı yayınlar yapılmış olmasıdurumunda cevap ve düzeltme hakkı kullanılabilir.

1982  Anayasası’nın  cevap  ve  düzeltme  hakkını  düzenleyen  32.  maddesi ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı  yayınlar  yapılması  hâllerinde  bu  hakkın  tanınacağını  ve  kanunla düzenleneceğini  belirtmektedir.  Aynı  hükmün  ikinci  fıkrasına  göre,  cevap  ve düzeltme  yayımlanmazsa,  yayımlanmasının  gerekip  gerekmediğine  hâkim tarafından  ilgilinin  müracaat  tarihinden  itibaren  en  geç  yedi  gün  içerisinde  karar verilir.  Anayasa’nın  bu  düzenlemesinden,  söz  konusu  hakkın  mutlak,  sınırsız  ve genel nitelikte değil, belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı bir hak olduğu ve yazılı basının  yanı  sıra  diğer  kitle  iletişim  araçlarına  karşı  da  başvuru  imkânının bulunduğu  sonuçlarına  ulaşılabilir.  Anayasa’nın belirtilen  hükmü  gereği,  5187  sayılı  Basın  Kanununun  14.   maddesi  cevap  ve düzeltme  hakkına  yer  vermiş,  kanunun  18.  maddesi  ise  cevap  ve  düzeltmenin yayımlanmaması durumunda uygulanacak yaptırımı düzenlemiştir. Keza 2954 sayılı Türkiye  Radyo  ve  Televizyon  Kanunu’nun  27.  maddesi  ile  6112  sayılı  Radyo  ve Televizyonların  Kuruluş  ve  Yayın  Hizmetleri  Hakkında  Kanun’un  18.  maddesi  de cevap ve düzeltme hakkına yer vermiştir.

Gerek Anayasanın 32. maddesi, gerekse buna dayalı olarak basılmış eserleri düzenleyen Basın Kanunu’nun, TRT yayınlarına ilişkin 2954 sayılı Kanun’un ve özel radyo  ve  televizyon  yayınlarına  ilişkin  6112  sayılı  Kanu’nun  cevap  ve  düzeltme hakkını  düzenleyen  maddeleri,  söz  konusu  hakkın  doğması  için  bazı  durumların varlığını  şart  koşmaktadır.  Bunlar;  yayına  konu  edilen  kişilerin  haysiyet  ve şereflerine  dokunulması  veya  kendileri  hakkında  gerçeğe  aykırı  yayınlar  yapılmış olmasıdır.  Bir  yayında  bu  durumdan  birinin  bulunması  halinde  ilgili  kişi  kanunda belirtilen  hususlara  uygun  olarak  hazırladığı  cevap  ve  düzeltme  metnini  belirli süreler içinde yayınlatma hakkına sahip olabilecektir. Cevap ve düzeltme hakkının kullandırılmaması  veya  usulsüz  cevap  ve  düzeltme  metninin  yayınlatılmaya çalışılması hâlinde yargı organına başvuru imkânı da söz konusudur.Ülkemizde basılmış eserler, kamu radyo-TV  yayıncılığı,  özel radyo televizyon yayınları  ve  internet  ortamında  gerçekleştirilen  yayınlar  için  dört  ayrı  kanun  söz konusu  olduğundan  ulusal  mevzuatımızda  yer  alan  cevap  ve  düzeltme  hakkına ilişkin bu düzenlemeler her kanun bakımından aşağıda ayrı ayrı incelenecektir.

Basın Kanunu’nda Cevap ve Düzeltme Hakkı :

26.06.2004  tarihinde  yürürlüğe  giren  5187  sayılı  Basın  Kanunu’nun “Düzeltme  ve  cevap”  başlığını  taşıyan  14. maddesi,  söz  konusu  hakkın  doğma ve kullanım  koşullarını  düzenlemiş,  cevap  ve  düzeltmenin  yayımlanmamasının yaptırımını ise 18. maddede  tespit  etmiştir. Buna göre “Süreli yayınlarda kişilerin şeref  ve  haysiyetini  ihlal  edici  veya  kişilerle  ilgili  gerçeğe  aykırı  yayım  yapılması hâlinde,  bundan  zarar  gören  kişinin  yayım  tarihinden  itibaren  iki  ay  içinde göndereceği  suç  unsuru  içermeyen,  üçüncü  kişilerin  hukuken  korunan menfaatlerine  aykırı  olmayan  cevap  ve  düzeltme  yazısını;  sorumlu  müdür  hiçbir düzeltme  ve  ekleme  yapmaksızın,  günlük  süreli  yayınlarda  yazıyı  aldığı  tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç  günden  sonraki  ilk  nüshada,  ilgili  yayının  yer  aldığı  sayfa  ve  sütunlarda,  aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.”

5187  sayılı  Basın  Kanunu’nun  basılmış  eserlerin  basımı  ve  yayımını kapsadığını  ifade  eden  1/2.  maddesini  göz  önüne  alarak  Kanun’un  konu  ile  ilgili düzenlemesine bakıldığında dikkati çeken ilk husus, söz  konusu hakkın yalnız süreli yayınlar  bakımından  tanınmış  olduğudur.  Buna  göre  belli  aralıklarla yayımlanmayan kitap, armağan gibi basılmış eserler bakımından bu Kanu’na  göre cevap  ve  düzeltme  hakkının  kullanılabilmesi  mümkün  değildir.  Esasen  bu  tür yayınların  niteliğinin  de  bu  hakkın  kullanılabilmesine  elverişli  olduğu  pek söylenemez.

Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının şartları :

Basın Kanunu’nun cevap ve düzeltme hakkına ilişkin 14. maddesi, söz konusu hakkın  doğması  için  öncelikle  bir  süreli  yayında  kişilerin  şeref  ve  haysiyetini  ihlal edilmesi ya da kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması şartını aramaktadır. “Şeref”  ve  “haysiyet”  sözcüklerinin  toplumda  kişiye  gösterilen  saygının dayandığı şahsi  değer, onur ve iyi şöhreti ifade ettikleri gerçeğinden hareketle bu kavramların hukuk düzeni tarafından korunan kişilik hakları kapsamındaki değerler olarak ortaya çıktığı  belirtilebilir.  “Şeref ve haysiyetin ihlali söz, yazı, resim veya bir hareketle bir kimseye toplum tarafından verilen manevi  değerlere saldırılması sonucu bunlarda bir azalmanın meydana gelmesidir” Kişinin  şeref  ve  haysiyetini  ihlal  eden  yayınların  genellikle  ceza  hukuku bakımından hakaret suçunu  teşkil ettiği görülmekle beraber bir yayına karşı cevap ve düzeltme hakkının kullanılabilmesi için yayının ilgili kişinin şeref ve haysiyetini ihlâl  etmesi  yeterli  olup  bunun  ayrıca  sövme  veya  hakaret  suçunu  oluşturması gerekli  değildir.

 Kişilerin  şeref  ve  haysiyetini  ihlal  eden  yayınların  gerçeğe  uygun olması,  objektif  haber  verme  niteliğine  sahip  olması  ya  da  başka  bir  kaynaktan iktibas edilmiş olması dahi cevap hakkının doğmasını engellemez.

Basın  Kanunu’nun  14.  maddesinin  cevap  ve  düzeltme  hakkının  doğduğunu kabul ettiği durumlardan ikincisi ise bir süreli yayında  kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması hâlidir. Günümüz dünyasında haber, çabucak eskiyen, aktüalitesini hemen  yitirebilen  bir  üründür.  Kitle  iletişim  kuruluşları  arasındaki  haber  verme yarışı  ve  amansız  rekabet, olayların  hedef  kitleye  geciktirilmeksizin  ulaştırılmasını gerektirmektedir.  İşte  bu  noktada  haberin  içerik  yönünden  hukuka  uygunluk koşullarından  birisini  teşkil  eden  “gerçeklik”  unsuru  ön  plana  çıkmaktadır. Öncelikle  bugün  kitle  iletişim  hukukunda  haberin  gerçekliğinden  anlaşılması gereken,  maddi  gerçeklik,  diğer  bir  ifade  ile  ileride  belirli  bir  zaman  sonra belirlenebilecek  olan  maddi  gerçeğe  uygunluk  değil,  yayında  yer  alan  haberin okuyucuya sunulması anındaki duruma ve iddialara uygun biçimde aksettirilmesidir.  Gerçeklikten  Yargıtayın  anladığı  da  “görünen  gerçekliktir.

Haberin gerçekliğinden anlaşılan, “görünen gerçeklik”tir. Ancak gazetecinin maddi gerçeği araştırıp bulmakla yükümlüolmaması, onu mesleğin gerektirdiği özen ve dikkati sarf etmekten alıkoymamalıdır.

Haberin,  diğer  medya  kuruluşlarından  önce  okuyucuya  ulaştırılması gerekliliği, basın mensubundan  bir polis müfettişi, bir dedektif yahut ceza hâkimi gibi  davranmasını  beklememizi  engeller.  Ne  var  ki  bu  durum,  gazetecinin  maddigerçeği  araştırıp  bulmakla  yükümlü  olmaması,  onu  mesleğin  gerektirdiği  özen  ve dikkati  sarf  etmekten  alıkoymamalıdır.  Diğer  yandan  yayının  gerçeğe  aykırılığının tespitinde  subjektif  kriterlerin  mi,  yoksa  objektif  kıstasların  mı  esas  alınması gerektiği,  öğretide  tartışmalı  bir  husustur.  Karşılaştırmalı  hukukta  birçok  ülkede ilgilinin  yayını  gerçeğe  aykırı  görmesi  cevap  hakkının  doğması  için  yeterli  kabul edilmiştir.  Öğretide  de  bu  görüş  önemli  ölçüde  taraftar bulmaktadır.  Zira  gerçeğe  aykırılık  şartının  objektif  olarak anlaşılması  durumunda  hakkında  yayın  yapılan  kişiye  cevap  ve  düzeltme  hakkını kullanabilmek  için  yayın  konusu  haberin  gerçeğe  aykırılığını  ispatlamak yükümlülüğünün  yüklenecek,  böylece  söz  konusu  hakkın  kullanımı önemli  ölçüde daralacaktır;  oysa  cevap  hakkı,  kişiliği  koruma  amacı  gütmektedir  ve  böylesi  bir uygulama,  müessesenin  amacına  uygun  düşmeyecektir.

Gerçeğe  aykırılık bakımından  ilgilinin  görüşünün  yeterli  kabul  edilmesinin  cevap  ve  düzeltmehakkının etkin kullanımını sağlayacağı da ifade edilmektedir.Ancak  bu  durumda  da  doğru  olarak  verilmiş  haberlere  karşı  dahi  bu  hakkın kullanılmasının  söz  konusu  olacağı,  bunun  haber  verme  hakkını  ciddi  biçimde sınırlayacağı,  hakkın  kötüye  kullanılması  sonucunu  doğuracağı  bir  karşı  görüş olarak savunulmaktadır.

Son olarak, bir yayın, kişinin aleyhine bir nitelik  arz  etmese,  diğer  bir  ifade  ile  yayın  konusu  kişiyi  övücü,  ona  üstün meziyetler  atfedici  mahiyette  bile  olsa,  yayının  gerçeğe  aykırılık  taşıması durumunda  ilgili  kişi  bu  yayından  dolayı  gerçeğe  aykırılık  sebebiyle  cevap  ve düzeltme hakkını kullanabilmelidir.

Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının kullanılması :

Cevap ve düzeltme hakkının uygulaması, hakkın kim tarafından, hangi süre içinde, kime karşı, nasıl kullanılacağı; cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması hâlinde  ne  gibi  sonuçların  doğacağı  ve  başvurulabilecek  hukuki  yolların  nelerden ibaret  olduğu  gibi  hususları  ihtiva  eder.  Basın  Kanunu  açısından  bakıldığında Kanun’un 14. maddesinde hakkın kullanılması usulü, 18. maddesinde ise cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının müeyyidesi düzenlenmiştir.

Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının sahipleri :

  1. maddenin birinci  fıkrasına  göre  “süreli  yayınlarda  kişilerin  şeref  ve haysiyetini  ihlal  edici  veya  kişilerle  ilgili  gerçeğe  aykırı  yayım  yapılması  hâlinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan cevap  ve  düzeltme  yazısını;  sorumlu  müdür  hiçbir  düzeltme  ve  ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde,  diğer  süreli yayınlarda  yazıyı  aldığı  tarihten  itibaren  üç  günden  sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.”

Basın  Kanunu’nun  14/1.  fıkrası  hükmü  incelendiğinde,  süreli  bir  yayında şeref  ve  haysiyeti  ihlal  edilen  veya  hakkında  gerçeğe  aykırı  yayım  yapılan  ilgili kişilerin  cevap  ve  düzeltme  hakkının  süjesi  olarak  kabul  edildiği  görülmektedir. Buna  göre  hakkında  belirtilen  nitelikte  yayın  yapılan  kişiler  cevap  ve  düzeltme hakkını kullanabileceklerdir. “Kişi” sözcüğünün bir hukuki  terim olarak haklara ve borçlara  ehil  olabilen  varlıkları  ifade  ettiği  göz  önünde  bulundurularak  kanuni düzenlemeye  göre  gerçek  ve  tüzel  kişilerin  cevap  ve  düzeltme  hakkını kullanabilecekleri  ifade  edilebilir.  Kanunun  kişi  sözcüğünü  kullanmasından  dolayı özel hukuk ya da kamu hukuku tüzel kişiliği niteliğinde olmayan toplulukların söz konusu  hakkı  haiz  olmadıkları  kabul  edilmektedir.  Ancak kanundaki diğer koşulların bulunması hâlinde bu tip toplulukları oluşturan gerçek kişilerin kendileri bakımından cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri tabiidir. Yine  söz  konusu  hakkın  yabancılar  tarafından  da  kullanılabilmesini  önleyen  bir hüküm  yoktur.  Yasa’nın  14.  maddesinin  son  fıkrası,  cevap  ve düzeltme  hakkına  sahip  olan  kişinin  ölmesi  hâlinde  bu  hakkın,  mirasçılardan  biri tarafından  kullanılabileceğini  öngörmüştür.  Türk  hukukunda  cevap  ve  düzeltme hakkının  bizzat  veya  ilgilinin  yasal  temsilcileri  marifetiyle  kullanılabileceği  kabul edilmektedir.

Cevap ve  düzeltme  hakkının  doğması ve  kullanılabilmesi  için yayının,  hakkı kullanmak isteyen kişi ile ilgili olması gerekir. Bu ilgi genel bir ilgi değil, bireysel bir ilgi  olmalıdır.  Aksi  hâlde  gerçeğe  aykırı  olduğu  düşünülen  her  yayın  hakkında hemen  herkesin  cevap ve düzeltme  hakkını  kullanabilmesi  gerekirdi  ki  bu  durum hem  söz  konusu  hakkın  amacına  aykırı  düşerdi  hem  de  basın  kuruluşları  için altından kalkılamaz bir külfet doğururdu.

Basın Kanunu’na göre cevap ve düzeltme yazısının nitelikleri :

Basın Kanunu, cevap ve düzeltme metninin nitelik ve nicelik bakımından bazı özelliklere  sahip  bulunması  koşulunu  getirerek  hakkın  amacına  uygun  kullanımını temin  etmek  istemiştir.  Buna  göre  süreli  yayınlarda  kişilerin  şeref  ve  haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı  yayın yapılması hâlinde, bundan zarar gören kişinin yayın tarihinden itibaren iki ay içinde göndermesi gereken cevap ve düzeltme  metni  “suç  unsuru”  içermemeli,  “üçüncü  kişilerin  hukuken  korunan menfaatlerine  aykırı”  olmamalıdır.  Diğer  bir  deyişle  kişi,  hakkını  kötüye kullanmamalı,  cevap  ve  düzeltme  metni,  yayınlanan  yazıyla  ilgili  olmalıdır.  Cevap ve düzeltmede, buna neden olan eser belirtilmelidir.

Cevap  ve  düzeltme  metni  ilgili  yazıdan  uzun  olmamalıdır.  Cevap  ve düzeltmeye neden olan eserin 20  satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hâllerinde  cevap  ve  düzeltme  otuz  satırı  geçemeyecektir.  Bu  nitelikleri  taşıyan cevap  ve  düzeltme  metni,  yayını  yapan  süreli  yayının  sorumlu  müdürüne gönderilir.  Sorumlu  müdür  hiçbir  düzeltme  ve  ekleme  yapmaksızın,  günlük  süreli yayınlarda  yazıyı  aldığı  tarihten  itibaren  en  geç  üç  gün  içinde,  diğer  süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde cevap ve düzeltmemetnini  yayımlamak  zorundadır.  Süreli  yayının  birden  fazla  yerde  basılması halinde,  cevap  ve  düzeltme  yazısı,  cevap  ve  düzeltme  hakkının  kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.

Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasında yargıya başvuru :

Cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmaması hâlinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına karar verilmesini isteyebilir.

Basın  Kanunu’nun  14/1.  fıkrasında  belirtilen  süreler  içinde  cevap  ve düzeltme yazısının yayımlanmaması hâlinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren,  birinci  fıkra  hükümlerine  aykırı  şekilde  yayımlanması  hâlinde  ise  yayım tarihinden itibaren 15 gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh  ceza  hâkiminden  yayımın  yapılmasına  veya  bu  Kanun  hükümlerine  uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam (asliye ceza hâkimi) üç gün içinde itirazı inceleyerek  karar  verir.  Yetkili  makamın  kararı  kesindir.  Cevap  ve  düzeltmenin yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.

Kanu’nun  öngördüğü  düzenlemede,  hem  sulh  ceza,  hem  de  asliye  ceza hâkiminin yapacağı iş bellidir. Hâkim talebin zamanında yapılıp yapılmadığına, şekil şartlarına  uygun  olup  olmadığına,  cevap  ve  düzeltme  metninin  suç  unsuru  içerip içermediğine  veya  üçüncü  kişilerin  haklarını  ihlal  edip  etmediğine  bakacaktır. Hâkime  başka  bir  denetim  yolu  tanınmamıştır.  Bu  düzenleme  5680  sayılı  Basın Kanunu’nun  getirdiği  düzenlemeden  farklılık  arzetmektedir.  Bu  husus  eleştirilere hedef olmakta, hatta yeni hükmün hukuka aykırı olduğu iddia edilmekte, hâkimin, eskiden  olduğu  gibi  cevap  ve  düzeltme  metni  üzerinde  gerekli  gördüğü değişiklikleri yapabilme hakkına sahip olması gerektiği belirtilmektedir.

Cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının yaptırımı :

Basın Kanunu’nun  18. maddesi, düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu  yetkilinin  adli  para  cezasıyla  cezalandırılmasını  öngörmektedir.  Kanun, ayrıca para cezasının miktarı bakımından,  “tek bir basın-yayın kuruluşu tarafından basılan  ve  en  az  üç  komşu  ilde  veya  en  az  bir  coğrafi  bölgede  yayımlanan  süreli yayını  ifade  eden”  bölgesel  süreli  yayınlar  ile  “tek  bir  basın-yayın  kuruluşu tarafından  aynı  isimle  basılan  ve  her  coğrafi  bölgede  en  az  bir  ilde  olmak  üzere, ülkenin  en  az  yüzde  yetmişinde  yayımlanan  süreli  yayın  ile  haber  ajanslarının yayınlarını ifade eden” yaygın süreli yayınlar  arasında da bir ayrım yapmış; cezanın alt sınırını bölgesel süreli yayınlarda, yaygın süreli yayınlar  için öngörülenden dahadüşük tutmuştur.  Kanu’na göre, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili  hakkında  verilen  adli  para  cezasının  ödenmesinden  yayın  sahibi,  sorumlu müdür  ve  sorumlu  müdürün  bağlı  olduğu  yetkili  ile  birlikte  müteselsilen sorumludur.  Bu birlikte sorumluluk hükmü ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.

2954 Sayılı TRT Kanunu’nda Cevap ve Düzeltme Hakkı :

Ülkemizde,  Basın  Kanunu  yalnız  basılmış  eserlerin  basımı  ve  yayımını düzenlemekte, radyo ve televizyon yayıncılığı alanı ise biri kamu yayıncılığını, diğeri özel  radyo  ve  televizyon  yayıncılığını  konu  edinen  iki  farklı  kanun  tarafından düzenlenmektedir.

  1. yüzyılın başlarında  radyonun,  1930’lu  yıllarda  televizyonun  ortaya çıkmasıyla  radyo  ve  televizyon  yayıncılığı  doğmuş,  kitlesel  iletişim  yeni  araçlar sayesinde etkinliğini artırmıştır. Cevap ve düzeltme hakkı, zamanla bu yeni iletişim araçları bakımından da bir ihtiyaç olarak baş göstermiş ancak basın açısından genel kabul  gören  bu  hak,  radyo  ve  televizyon  yayınları  bakımından  tereddütlere  ve görüş  ayrılıklarına  sebep  olmuştur.  Öyle  ki  doktrinde  bazı  müellifler  radyo  ve televizyonda cevap ve düzeltme hakkının mümkün olmayacağını ileri  sürmüşlerdir. Bugün  cevap  ve  düzeltme  hakkı,  gerek  radyo  televizyon yayıncılığı  alanını  düzenleyen  kanunlar  ve  uluslararası  sözleşmeler  gerekse öğretinin  ve  meslek  mensuplarının  büyük  çoğunluğu  tarafından  kabul  edilmiş  bir müessese hâlini almıştır.

Türkiye’de  radyo  yayıncılığı  1927  yılında  Telsiz  Telefon  Türk  Anonim Şirketi’ne  radyo  yayınları  yapma,  daha  doğrusu,  bir  sözleşmeyle  işletme  yetkisi verilmesiyle  başlamış,  1936  yılından  itibaren  radyo  yayınları  Matbuat  Umum Müdürlüğü  tarafından  sürdürülmüştür.  Türkiye’de  televizyon  yayınlarının  9 Temmuz  1952  yılında  başlamasından  sonra  yeni  bir  medya  aracı  olan  televizyon, Türkiye  Radyo  Televizyon  Kurumunun  31  Ocak  1968  tarihinde  düzenli  yayına geçmesiyle Türk halkının ilgi alanına girmiştir. Ülkemizde 01 Mayıs 1964 tarihinde yürürlüğe  giren  359  sayılı  yasa  ile  Türkiye  Radyo  Televizyon  Kurumu  (TRT) oluşturulmuş,  televizyon  yayınları  1980’li  yılların  sonuna  kadar  TRT  tarafından devlet  tekelinde  yürütülmüştür.  1980  askerî  müdahalesinden  sonra  birçok kurumda  olduğu  gibi  TRT  bakımından  da  yapısal  değişikliğe  gidilmiş,  11.11.1983 tarih  ve  2954  Türkiye  Radyo  ve  Televizyon  Kanunu  yürürlüğe  girmiştir.  Bu Kanu’nun  27.  maddesi,  Anayasa’da  da  yer  verilen  cevap  ve  düzeltme  hakkını düzenlemiştir.

TRT Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının şartları :

2954 sayılı Kanun’un 27. maddesinde cevap ve düzeltme hakkının doğması için gereken şartlar, Anayasa’nın 32. maddesi ile belirlenen esaslara uygun biçimde düzenlenmiştir. TRT yayınlarına karşı cevap ve düzeltme hakkının, ancak bir kişinin “haysiyet  ve  şerefine  dokunulması”  veya  kendisiyle  ilgili  olarak  “gerçeğe  aykırı hususlar bulunması” durumlarında tanınması söz konusu olabilecektir.

Kanu’nda  geçen  “yayınlarda  bir  kişinin  haysiyet  ve  şerefine  dokunulması” ibaresinin  anlamının  açıklığa  kavuşturulması  gerekir.  Sözlük  anlamı  itibarıyla“dokunmak”  kelimesiyle  temas  etmek,  tedirgin  etmek,  ilişkin  olmak  ve  hafifçe değinmek  kastedilir.  Kişinin  haysiyet  ve  şerefine  dokunan  yayınların  hakaret suçlarında  da  görülen,  şahsın  namusunu,  şerefini,  şöhretini,  vakarını,  toplumdaki yeri  ve  saygınlığını  haleldar  eden  ifadeleri  içerdiği  genellikle  kabul  edilmektedir.

Ancak cevap ve düzeltme hakkının doğması bakımından bu ifadelerin sövme veya hakaret  suçunu  oluşturmuş  olmaları  şart  değildir.  Yayının  imalı dahi olsa kişinin haysiyet ve şerefi ile ilgili bir dokundurmada bulunması yeterlidir. Yayının  kişinin  haysiyet  ve  şerefine  dokunan  nitelik  taşıyıp  taşımadığının  tespiti, yayına  konu  edilen  kişinin  sübjektif  değer  ölçüleri  ve  duyarlılıkları  değil,  yayının iletişim  özgürlüğünün  ve  haberin  hukuka  uygunluk  şartlarının  sınırlarının  aşılıp aşılmadığı  gibi  objektif  kriterler  ile  toplumsal  ölçütlere  göre  ilgili  kişinin  sosyal konumu da göz ardı edilmeksizin hâkim tarafından değerlendirilerek yapılır. 2954  Sayılı  TRT  Kanunu’na  göre  cevap  ve  düzeltme  hakkının  doğabileceği diğer bir durum olan yayında kişinin kendisiyle ilgili olarak gerçeğe aykırı hususlar bulunması  hâli  için,  Basın  Kanunu  bakımından  bu  koşul  için  yapılan  açıklamalar, TRT yayınları açısından da geçerlidir.

-Cevap hakkının kullanılabilmesi için yayının ima yoluyladahi olsa kişinin haysiyet ve şerefi ile ilgili bir dokundurmada bulunması yeterlidir.

TRT Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının kullanılması :

TRT  yayınları  hakkında  cevap  ve  düzeltme  hakkının  kullanılması,  hak sahiplerinin kimler olduğu, hakkın hangi süre içinde, kime karşı, nasıl kullanılacağı gibi  hususlar  2954  Sayılı  TRT  Kanunu’nun  27.  maddesinde  düzenlenmiştir.  TRT yayını, ister canlı olarak yayımlansın yahut önceden hazırlanmış bir program olsun, ister haber veya yorum ya da yayımlanması mecburi bir program niteliğinde olsun, cevap  ve  düzeltme  hakkının  doğması  bakımından  yayının  türü  veya  vasfı  önemli değildir. Yeter ki bir kişinin “haysiyet ve şerefine dokunulması” veya kendisiyle ilgili olarak  “gerçeğe  aykırı  hususlar  bulunması”  koşullarından  en  az  biri  gerçekleşmiş olsun.

TRT Kanunu’na göre cevap ve düzeltme hakkının sahipleri :

TRT  yayınları  bakımından cevap ve  düzeltme  hakkının  sahipleri  haysiyet  ve şerefine dokunulan veya kendisiyle ilgili olarak gerçeğe aykırı hususlar dile getirilen kişilerdir.  “Kişi”  tabiri,  tüm  gerçek  kişiler  ile  özel  hukuk  ve  kamu  hukuku  tüzel kişilerini  kapsamaktadır.  TRT  Kanunu’nun  ilgili  madde  (27.  m.)  metninde  özel hukuk  tüzel  kişileri  ile  Türkiye  Büyük  Millet  Meclisinde  grubu  bulunan  fakat hükûmete  dâhil  olmayan  siyasi  partiler  ayrıca  belirtilmiştir.  Bu  sebeple  Yasa’da “kişi”  kavramının  kapsamının  dar  tutulduğu  akla  gelmektedir.

Kanun’da devlet daireleri ve kamu kuruluşlarından söz edilmemesinden dolayı bu tür kuruluşların cevap ve düzeltme hakkının bulunmadığı ifade edilmektedir.  Tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlar bakımından ise bunlara mensup olan  gerçek  kişilerin,  kendileri  bakımından  cevap  hakkını  kullanabilmeleri  kabul edilmektedir.

TRT  yayınında  cevap  ve  düzeltme  hakkını  kullanacak  kişinin,  adı  açıkça anılmasa  bile  tereddüde  mahal  bırakmayacak  biçimde  anlaşılabilmesi  gereklidir.  Cevap  ve  düzeltme  hakkı,  küçükler  ve  ehil  olmayanlar  tarafından bizzat kullanılabileceği gibi bunların yasal temsilcilerinin de bu hakları vardır.  İradi  temsilin de geçerli olacağı, diğer bir deyişle ilgilinin vekilinin de cevap  ve  düzeltme  talebinde  bulunabileceği  belirtilmektedir.

Kanun’un  27/h  maddesi  gereğince  cevap  ve  düzeltme  hakkını  kullanmadan  ölen kimsenin  bu  hakkını  mirasçıları  birlikte  veya  bunlardan  yalnız  ilk  başvuranı kullanabilir. Cevap ve düzeltme hakkı,  Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’nin 8. maddesi gereği yabancılar bakımından da geçerlidir; hatta yabancının oturduğu yerin ulusal sınırlar dışında olması da hak sahibi olmasını engellemez.

Cevap ve düzeltme yazısının nitelikleri :

Yayınlarda bir kişinin haysiyet ve şerefine dokunulması veya kendisi ile ilgili olarak  gerçeğe  aykırı  hususlar  bulunması  hâlinde;  Türkiye  Radyo  Televizyon Kurumu, o kişinin yayın tarihinden başlayarak yedi gün içinde göndereceği cevap ve  düzeltme  metnini,  TRT  Genel  Müdürlüğünce  alınmasından  başlayarak  üç  gün içinde yayınlamakla yükümlüdür. Kanuna göre cevap ve düzeltme  hakkının sahibi, cevap  ve  düzeltme  metninde,  yayında  kendisine  gerçeğe  aykırı  olarak  bir  husus atfedildiğini  veyahut  şeref  ve  haysiyetine  dokunulduğunu  veya  gerçeğin  ne olduğunu  kısaca  açıklar.  Ancak  cevap  ve  düzeltme  metni,  cevap  ve  düzeltmeye esas  olan  yayın  süresinin  ilgili  bölümünün  süresini  aşamaz.  Cevap  ve  düzeltme metninin  ilgili  kanun  hükümlerine  uygun  olmalı,  suç  niteliğindeki  ifadeler taşımamalı,  yeni  bir  cevap  ve  düzeltme  hakkı  doğurur  nitelikte  olmamalıdır.  Aksi hâlde, TRT Genel Müdürlüğü bu talebi reddeder.

 

 

Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasında yargıya başvuru :

Cevap  ve  düzeltme  hakkı  doğan  kişi  bu  hakkını  kullanabilmek  için  önce TRT’ye yayının yapıldığı tarihten itibaren 7 günlük hak düşürücü süre içinde  başvurulmalı;  cevap  ve  düzeltme  metni  TRT  Genel  Müdürlüğüne gönderilmelidir.  Kanun’da  gösterilen  şekil  ve  şartlara  uygun  olarak  gönderilen cevap  ve  düzeltme  metni,  ulaşmasından  itibaren  3  gün  içinde  yayımlanmalıdır. Kanun’un  19.  maddesi  uyarınca  yapılan  yayınlar  nedeniyle  Türkiye  Büyük  Millet Meclisinde grubu bulunan fakat hükûmete dâhil olmayan siyasi partiler, cevap ve düzeltme  hakkı  taleplerini yayın  tarihinden  başlayarak  üç  gün  içinde  Ankara  Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde yaparlar (27/2 md.). Cevap ve düzeltme metninin 2954 sayılı Kanun hükümlerine uygun olmaması veya suç niteliğindeki ifadeler taşıması veyahut yeni bir cevap ve düzeltme hakkı doğurur  nitelikte  olması  hâlinde,  Genel  Müdürlük  bu  talebi  reddettiğini, yayınlamakla yükümlü olduğu üç günlük sürenin bitiminden itibaren iki gün içinde ilgilisine  bildirir.  İlgili,  bu  red  kararına  karşı,  iki  gün  içinde  Ankara  Sulh  Ceza Hâkimliği  nezdinde  itiraz  edebilir.  Hak  sahibi,  itirazını,  Ankara  Sulh  Ceza Hâkimliğine  gönderilmek üzere  bulunduğu yer mahkemesine de verebilir. Ankara Sulh Ceza Hâkimi, en geç iki gün içinde cevap ve düzeltme metnini; suç niteliği olup olmadığı,  yayın  ile  ilgisi  bulunup  bulunmadığı,  bu  maddede  yazılı  şartlara  uygun olup olmadığı, yeni bir cevap ve düzeltme hakkı doğurur nitelikte olup olmadığı ve süresi  içinde  Türkiye  Radyo  Televizyon  Kurumuna  gönderilip  gönderilmediği yönlerinden  inceleyerek karar  verir.

  Hâkim  cevap  veya  düzeltme  metninin  aynen yayınlanmasına karar verebileceği gibi uygun göreceği değişiklikleri bizzat yaptıktan sonra yayınlanmasına da karar verebilir. Bu kararın birer örneği taraflara gönderilir. Taraflar, bu karara, kendilerine tebliğinden başlayarak iki gün içinde Ankara Asliye Ceza  Hâkimliği  nezdinde  itiraz  edebilirler.  Asliye  ceza  hâkiminin  verdiği  karar kesindir.  Bu  kararın  Genel  Müdürlüğe  tebliğinden  itibaren  en  geç  iki  gün  içinde cevap ve düzeltmenin yayınlanması zorunludur.

Cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının yaptırımı :

TRT yayınları bakımından cevap ve düzeltme hakkının doğmasında kural olarak yayının türü ve içeriğinin önem taşımadığı kabul edilmekle birlikte  2954 sayılı TRT Kanunun’un 27/son fıkrası, “siyasi partilerin radyo ve televizyondan  özel kanunları uyarınca yapacakları seçim propaganda konuşmaları ile bu kanun’un 18. maddesi uyarınca  yayınlanan  hükümet  bildirisi  veya  konuşmaları  hakkında  bu  madde hükümleri  uygulanmaz”  hükmünü  getirmek  suretiyle  bu  nitelikteki  yayınlar açısından  cevap  ve  düzeltme  hakkını  kullanma  imkânını  tanımamıştır.  Burada belirtilen  yayınlar  dışında  herhangi  bir  TRT  yayınının  cevap  ve  düzeltme  hakkına sebebiyet  vermesi  ve  ilgilinin  süresi  içinde  gönderdiği,  Kanuna  ve  usulüne  uygun cevap  ve  düzeltme  metninin  gerekli  zaman  zarfında  yayımlanmaması;  itiraz edilmeksizin  yahut  tapılan  itiraz  sonucu  yargı  kararıyla  kesinleşmiş  cevap  ve düzeltme  metnini  süresi  (iki  gün)  içinde  yayımlanmaması  hâlinde  hangi  sonucun doğacağı  hakkında  kanunda  açık  bir  hüküm  bulunmamaktadır.

 Ancak  TRT Kurumunun genel müdür tarafından temsil ve idare edildiği, bu sebeple bu konuda sorumluluğun da TRT Genel Müdürüne ait olacağı ve bu durumda genel hükümlere göre  hareket  edilmesi  gerekeceği,  yetkili  savcılığın  Ankara  Cumhuriyet  Savcılığı olacağı  düşünülmekte;  diğer  yandan  genel  müdürün  ağır hizmet  kusuru  işlediği  veya  tarafsızlığını  ihlâl  ettiği  gerekçesi  ile  Türkiye  Radyo Televizyon  Kurumu  yönetim  kurulunun  teklifi  ve  Bakanlar  Kurulunun  kararı  ile görevden alınmasının yolunun açılacağı belirtilmektedir.

6112 Sayılı RTKYH Kanun’da Cevap ve Düzeltme Hakkı :

Özel radyo ve televizyonlarda haklarında şeref ve haysiyetlerini ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın yapılan kişiler cevap ve düzeltme hakkını kullanabilir.

Türkiye’nin 75 yıllık elektronik yayıncılık geçmişinde  1990 yılına kadar fiilen, 1993  yılına  kadar  da  hukuken  bir  devlet  tekelinin  varlığı  söz  konusudur.  Yayın tekelinin kaldırılması konusunda TBMM’de anlaşma sağlanması üzerine 8 Temmuz 1993’te  3913  sayılı  Kanun  ile  Anayasa’nın  133.  maddesi,  radyo  ve  televizyon istasyonları  kurma  ve  işletme  hakkını  kanunla  düzenlenecek  şartlar  çerçevesinde serbest  kılacak  şekilde  değiştirilmiştir.  Anayasal  değişiklik,  tekel  durumundaki kamu  yayıncılığından,  özel  yayıncılığı  da  kapsayan  çoğulcu  yayıncılığa  geçişin başlangıcı  olmuştur.  Bundan  sonra  Anayasa’nın  öngördüğü  yasal  düzenleme ihtiyacına  cevap  vermek  üzere  1994’te  yürürlüğe  giren  3984  sayılı  Radyo  ve Televizyonların  Kuruluş  ve  Yayınları  Hakkında  Kanun,  yerini  2011  yılında  kabul edilen  6112  sayılı  Radyo  ve  Televizyonların Kuruluş  ve  Yayın  Hizmetleri  Hakkında Kanun’a bırakmıştır.

6112 Sayılı Kanun’a göre cevap ve düzeltme hakkının sahipleri ve şartları :

6112 sayılı  Kanun’un 18. maddesi  cevap ve düzeltme hakkına yer vermiştir.

Buna göre  cevap ve düzeltme hakkının sahipleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın gerçek  ve  tüzel  kişilerdir.  Düzeltme  ve  cevap  hakkına  sahip  olan  kişinin  bu  hakkı kullanmadan  ölmesi  hâlinde,  bu  hak  mirasçılarından  biri  tarafından  kullanılabilir. Bu durumda, ölümün 60 günlük düzeltme ve cevap hakkı süresi içinde gerçekleşmiş olması kaydıyla, kalan düzeltme ve cevap hakkı süresine  30  gün ilave edilir.    Hakkıkullanacak  kişiler  hakkında  şeref  ve  haysiyetlerini  ihlal  edici  veya  gerçeğe  aykırıyayın yapılması,  bu hakkın doğması için şarttır.  Bu hususta diğer kanunlara ilişkin açıklamalar geçerlidir.

6112 sayılı Kanun’a göre cevap ve düzeltme hakkının kullanılması :

Medya  hizmet  sağlayıcıya  başvuru  süresi  yayın  tarihinden  itibaren  60 gündür.  Cevap  ve  düzeltme  metni,  üçüncü  kişilerin  hukuken  korunan menfaatlerine  aykırı  olmamalı  ve  suç  unsuru  içermemelidir.  Medya  hizmet sağlayıcılar, hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, yazıyı aldığı tarihten itibaren en  geç  yedi  gün  içinde,  cevap  ve  düzeltmeye  konu  yayının  yapıldığı  saatte  ve programda,  izleyiciler  tarafından  kolaylıkla  takip  edilebilecek  ve  açıkça anlaşılabilecek  biçimde  düzeltme  ve  cevabı  yayınlar.  Düzeltme  ve  cevap  hakkı doğuran  programın  yayından  kaldırıldığı  veya  yayınına  ara  verildiği  durumlarda, düzeltme ve cevap hakkı, yedi günlük süre içinde anılan programın yayın saatinde kullandırılır. Düzeltme ve cevapta, buna neden olan yayın belirtilir.

Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasında yargıya başvuru :

Düzeltme  ve  cevabın  belirtilen  süre  içinde  yayınlanmaması  hâlinde  bu sürenin  bitiminden;  usulüne  aykırı  şekilde  yayınlanması  hâlinde  düzeltme  ve cevabın yayınlandığı tarihten itibaren  10  gün içinde ilgili kişi, mahkemeden cevap ve  düzeltmenin  ilgili  kanun  hükümlerine  uygun  olarak  yayınlanmasına  karar verilmesini isteyebilir. Yetkili ve görevli mahkeme; başvuru sahibinin ikamet ettiği yerdeki sulh ceza mahkemesi, başvuru sahibinin yurt dışında ikamet etmesi hâlinde Ankara Sulh Ceza Mahkemesidir.    Sulh ceza hâkimi, istemi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Bu karara karşı tebliğden itibaren yedi gün içinde yetkili asliye ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Asliye ceza mahkemesi itirazı üç iş günü içinde  inceleyerek  kesin  karara  bağlar.  Hâkim  tarafından  düzeltme  ve  cevabın yayınlanmasına karar verilmesi hâlinde, birinci fıkradaki yedi günlük süre, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse  kararın kesinleştiği tarihten; itiraz edilmişse asliye ceza mahkemesi kararının tebliği tarihinden itibaren başlar. İlgili kişi belirtilen cevap ve düzeltme hakkını, aynı süreler içinde doğrudan (medya hizmet sağlayıcısına başvurmaksızın) sulh ceza mahkemesinden isteyebilir.

Cevap ve düzeltmenin yayımlanmamasının yaptırımı :

6112  sayılı  Kanun’un  “Yayın  hizmeti  ilkeleri”  başlıklı  8.  maddesi hükümlerinin,  hem  özel  radyo  ve  televizyon  yayınları  hem  de  TRT  yayınları bakımından  da  uygulanacağı  aynı  Kanun’da  açıkça  belirtilmiştir.  8/1-o  bendi, yayınların kişi veya kuruluşların cevap ve düzeltme hakkına saygılı olmak zorunda  olduğunu  amirdir.    Kanun’un  32.  maddesine  göre  bu  ilke,  yükümlülük  veya yasaklara  aykırı  yayın  yapan  medya  hizmet  sağlayıcıları  uyarılır.  Uyarının  ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan  bir  önceki  aydaki  brüt  ticari  iletişim  gelirinin  yüzde  birinden  üçüne  kadar idari  para  cezası  verilir.  İdari  para  cezası  miktarı,  radyo  kuruluşları  için  bin  Türk Lirasından,  televizyon  kuruluşları  ve  isteğe  bağlı  medya  hizmet  sağlayıcıları  için 10bin  Türk  lirasından  az  olamaz.  Bu  Kanun  hükümlerine  göre  idari  para  cezasına veya idari tedbire karar vermeye Üst Kurul yetkilidir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki gerçek ve tüzel kişilerin kişilik haklarını ihlal eden yayın  hizmetlerinden  doğan  maddi  ve  manevi  zarardan  dolayı,  medya  hizmet sağlayıcı  kuruluş  ile  birlikte  programın  yapımcısı  müştereken  ve  müteselsilen sorumludur.

İnternet Ortamındaki Yayınlara Karşı Cevap ve Düzeltme Hakkı :

Türkiye’de  23  Mayıs  2007  tarihinde  yürürlüğe  giren  5651  sayılı  İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele  Edilmesi  Hakkında  Kanun’un  “İçeriğin  yayından  çıkarılması  ve  cevap hakkı”  başlıklı  9.  maddesinde  “içerik  nedeniyle  hakları  ihlal  edildiğini  iddia  eden kişi,  içerik  sağlayıcısına,  buna  ulaşamaması  hâlinde  yer  sağlayıcısına  başvurarak kendisine  ilişkin  içeriğin  yayından  çıkarılmasını  ve  yayındaki  kapsamından  fazla olmamak  üzere  hazırladığı  cevabı  bir  hafta  süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde  reddedilmiş  sayılır”  denilmekte  ve  kişilere  yerleşim  yerindeki  sulh  ceza mahkemesine 15  gün içinde  başvurarak  hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilmekteydi. Bu düzenleme,hakkın  kullanım  alanını  diğer  mevzuata  göre  daha  geniş  tutmaktaydı.

 Ancak  6 Şubat  2014  tarihli  ve  6518  sayılı  Kanun’un  93.  maddesiyle  maddenin  başlık  ve içeriğindeki  cevap  hakkına  ilişkin  ibareler  Kanun’dan  çıkarılmış  ve  erişimin engellenmesine  ilişkin  hükümler  konulmuştur.  Erişimin  engellenmesi,  cevap  ve düzeltme  hakkından  farklı  bir  müessese  olduğundan  burada  ele  alınmayacak, internetin hukuki rejiminin anlatıldığı ünitede incelenecektir.

KİTLE İLETİŞİMİNDE DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ KURUMLAR  ünite 10

DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ KURUMLARIN TARİHSEL GELİŞİMİ

Düzenleyici ve Denetleyici Kurum Kavramı :

İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulan düzenleyici ve denetleyici kurumlar, Avrupa’da özellikle 1980’lerden itibaren hızla yayılmaya başlamıştır.

İlk  olarak  1930’larda  Amerika  Birleşik Devletleri’nde kurulan  düzenleyici  ve denetleyici  kurumlar,  Avrupa’da  özellikle  1980’lerden  itibaren  hızla yayılmaya  başlamıştır.  Amerika’da  genel  olarak  “Bağımsız  Düzenleyici  Birimler” (Independent  Regulatory  Agencies)  olarak  adlandırılan  bu  kurumlar,  İngiltere’de “Yarı-Özerk  Hükûmet  Dışı  Örgütler”  (Quasi-Autonomous  Non  Govermental Organizations),  Fransa’da  ise  “Bağımsız  İdari  Otoriteler”  (Autorités  Administratifs Indépendantes) olarak isimlendirilmektedir.

Düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  ortaya  çıkış  nedenleri  şu  şekilde özetlenebilmektedir:

  1. a) Ekonomik alandaki  teknik  ve  karmaşık  sorunların  çözümü  uzmanlık gerektirmektedir  ve  klasik  bakanlık  yapısı  bu  sorunları  çözmede  yetersiz kalabilmektedir.
  2. b) Zaman zaman  devletin  piyasada  hem  hakem  hem  de  oyuncu  olması durumunda,  alınacak  kamusal  kararların  haklılığının  ve  tarafsızlığının  şaibeli  hâle gelmemesi  için  kararların  bağımsız  ve  tarafsız  kurumlarca  alınması  tercih edilmektedir.
  3. c) Bu bağımsız  kurumlar  siyasi  etkilerden  uzak  olma  durumları  ile  siyasi iktidarların  siyasal  nedenlerle  alamayacakları,  almaktan  çekinecekleri  veya erteleyecekleri kararların alınmasını kolaylaştıracaklardır.
  4. d) Kriz dönemlerinde  krizin  bedelinin  kendilerine  yüklenmesini  istemeyen siyasi iktidarlar da bu tür kurumların oluşturulmasında istekli olmaktadırlar.

Öğretide  yaygın  olarak  kabul  gören  tanım  Ulusoy  tarafından  yapılmıştır. Ulusoy’a göre, “toplumsal yaşam için özel bir önem ve duyarlılık taşıyan, temel hak ve  özgürlükler  ile  ekonomik  ve  sosyal  sektörlerde  veya  alanlarda  düzenleme, denetleme  ve  yönlendirme  (regülasyon)  faaliyetinde  bulunan,  kararları  üzerinde hiçbir makam ve merciin etkisinin olmadığı, karar organları özel güvencelere sahip, mali  özerkliği  haiz,  özerk  bütçeli  kamu  tüzel  kişileri”  olarak  tanımlanabilecek  bu kurumlar, bazı istisnalar dışında, asli karar organı olan Kurul ve ona yardımcı olmak ve  kararlarını  uygulamak  üzere,  Kurul  Başkanı  ve  yardımcı  personelden  oluşan kurum şeklinde yapılanmaktadırlar.

Ülkemizde  düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  Anayasal  dayanağı  olarak, devletin  toplumsal ve ekonomik yaşamın para,  kredi, mal ve hizmet piyasaları gibi bireylerin  ve  toplulukların  hak  ve  özgürlükleri  ile  yakından  ilişkili  alanlarındaki kamusal  ve  özel  kesim  etkinliklerini  düzenlemek,  denetlemek,  aykırı  davranışları önlemek ve yaptırımlara bağlamak ödevi gösterilmektedir.

Nitekim  Anayasa’nın  167.  maddesinde  “Devlet,  para,  kredi,  sermaye,  mal  ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır;  piyasalarda  fiilî  veya  anlaşma  sonucu  doğacak  tekelleşme  ve  kartelleşmeyi önler” hükmüne yer verilmiştir.

Düzenleyici  ve  denetleyici  kurumlar  “karar  organlarının  şekli”,  “regülasyon özelliği” ve “faaliyet alanlarının niteliği” gibi ölçütler kullanılmak  suretiyle  birtakım  sınıflandırmalara  tabi  tutulmuşlarsa  da,  radyo  ve televizyon  alanında  faaliyette  bulunanlar  dışında  diğerleri  piyasa  ekonomisinin düzenlenmesine yönelik  faaliyette  bulunmaktadırlar. Bu nedenle, iletişim  alanında  faaliyette  bulunan  düzenleyici  ve  denetleyici  kurumlar  özel  bir öneme ve ayrı bir yere sahiptirler.

İletişim  alanındaki  düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  dünyadaki gelişimine  kısaca  göz  atmak  faydalı  olacaktır.  Bu  gelişimde  üç  ülke  dikkat çekmektedir. Bu ülkeler sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa’dır.

Amerika  Birleşik  Devletleri  diğer  alanlarda  olduğu  gibi  radyo  ve  televizyon yayıncılığı  alanında  da  düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  ortaya  çıktığı  ilk ülkedir.  1934 yılında  çıkarılan İletişim Kanunu ile  bütün elektronik iletişim alanının sorumluluğu  Federal  Communications  Commission  (FCC)  adıyla  anılan  Federal İletişim Komisyonuna verilmiştir (www.fcc.gov).

İngiltere’de özel radyo ve televizyon yayıncılığı diğer Avrupa ülkelerine göre daha  önce  başlamış  olup  bu  alan  2003  yılına  kadar  çeşitli  kurumlar  ile düzenlenmiştir.   2003 yılında iletişim sektörünü düzenleyen İletişim  Ofisi (Office of Communication),  kısa  adıyla  OFCOM  kurulmuştur.  OFCOM, daha önce kurulan beş  düzenleyici kurumun görevini  devralmıştır. Bu düzenleyici kurumlar;  Yayın  İlkeleri  Komisyonu  (The  Broadcasting  Standards  Commission), Bağımsız Televizyon Komisyonu  (The Independent Television Commission),  İletişim Bürosu  (The  Office  of  Telecommunications/OFTEL),  Radyo  Otoritesi  (The  Radio Authority)  ve  Telsiz  Bürosu’dur  (The  Radiocommunications  Agency)(www.ofcom.org.uk).

Özellikle  özel  televizyonların  yasal  düzenlemeler  olmaksızın  yayın  yapmaya başlaması ülkemizde olduğu gibi Fransa’da  da yapılmak zorunda kalınan  yeni yasal düzenlemelerle hukuki bir zemine kavuşmuştur.  1986 yılında  Görsel-İşitsel İletişim Yüksek Kurulu  (Commission Nationale de la Communication et des Libertés/CNCL) adı  ile  kurulan  ve  yayınların  denetimini  üstlenmiş  kurul,  1989  yılında  Yayıncılık Yüksek  Konseyi  (Counseil  Supérieur  de  L‟audiovisiuel/CSA)  olarak  değiştirilmiştir.

Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların Özellikleri :

5108  sayılı  Kamu  Mali  Yönetimi  ve  Kontrol  Kanunu’nun  3.  maddesinin  c bendine ve bu Kanun’a ekli III sayılı cetvelde ülkemizde dokuz adet düzenleyici ve denetleyici  kurumun  olduğu  ifade  edilmektedir:  Radyo  ve  Televizyon  Üst  Kurulu, Bilgi  Teknolojileri  ve  İletişim  Kurumu,  Sermaye  Piyasası  Kurulu,  Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Kamu İhale Kurumu,  Rekabet  Kurumu,  Tütün  ve  Alkol  Piyasası  Düzenleme  Kurumu  ve  Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu. Her ne kadar bu kurumların tabi olduğu tek  bir  hukuki rejim olmasa da bu kurumların ortak  özellikleri öğretideverilmektedir:

Bunlar; sermaye piyasası, rekabet, radyo ve televizyon yayıncılığı, bankacılık gibi  kamusal  yaşamın  hassas  alanlarında  düzenleme  ve  denetleme  görevlerini yerine  getiren,  devlet  adına  icrai  karar  alma  yetkisine  sahip  bağımsız  nitelikteki kuruluşlardır.

1- Regülasyon:

Düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  en  önemli  ayırt  edici  özelliği regülasyon  işlevi  görmeleridir.  Regülasyon  görevini  üstlenmiş  düzenleyici  ve denetleyici  kurumlar,  kamusal  hayatın  hassas  alanı  denilen  alanlarda  kamu hizmetlerini  yürütmek  ve  işletmekten  ziyade  bu  alanlarda  “oyunun  kurallarını” belirler,  diğer  bir  ifadeyle  o  alanı  organize  ederler.

2- Bağımsızlık :

Bağımsızlık,  “toplumun,  toplumsal  bir  kümenin  ya  da  bireyin  başka  bir toplumun,  toplumsal  kümenin  ya  da  bireyin  etkisi,  güdümü,  yönetimi  ve belirlenimi altında bulunmaması” olarak tanımlandığına göre, bir kurumun bağımsız olması yürütme organının  ve öteki idari mercilerin bu kurum üzerinde  herhangi bir idari yetkiye  ve denetime sahip olmamasını ifade eder  ki  bu kurumların  bağımsızlığı  hem  organik  hem  de  işlevsel  anlamda  bağımsızlık  olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Düzenleyici ve denetleyici kurumların organik anlamda bağımsız sayılabilmeleri için şu özelliklere sahip olmaları gerekir:

  1. A) Düzenleyici ve  denetleyici  kurumların  görev  ve  yetkileri, bakanlıkların kontrolü dışında, kanunla düzenlenmelidir.
  2. B) Kurul üyelerinin atanmasında mesleki standartlar öngörülmelidir.
  3. C) Kurul üyelerinin görev süreleri, genel siyasi seçimlerle çakışmayacakşekilde belirlenmeli ve kurul üyelerinin bireysel görev süreleri, diğer üyelerin değişim süresinden ayrılmalıdır.
  4. D) Kurullara, düzenleme  yapmak  ve  uygulamayı  yönlendirme  yetkisi verilmelidir.
  5. E) Kurulların özel bütçeleri olmalıdır.
  6. F) Personel ücretleri iyileştirilmelidir.

Düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  işlevsel  bağımsızlığı  ise  kendilerine herhangi bir organ, makam, merci ya da kişi tarafından görevleri ile ilgili emir ve talimat verilememesinin, tavsiye ya da telkinde bulunulamamasının sağlanması ile olur  ki,  bu  da  ancak  bu  kurumların  işlem  ve  eylemlerinin  yürütme  organının hiyerarşi  ya  da  vesayet  denetimi  biçimindeki  denetimine  tabi  olmaması  ile sağlanabilir.

3-  Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların Yetkileri :

Her biri birer kamu tüzel  kişisi olan düzenleyici ve denetleyici kurumlar,  icrai karar alma yetkileri ile danışma organı olmaktan çıkmaktadırlar.

3.1. Düzenleme Yetkisi :

Amerika Birleşik  Devletleri’nde  düzenleyici ve denetleyici kurumları devletin dördüncü gücü konumuna getiren değer  bu kurumların  düzenleyicilik misyonudur.  Anayasa’ya göre  (madde 124)  kamu tüzel  kişileri kendi görev alanlarını  ilgilendiren  kanun  ve  tüzüklerin  uygulanmasını  sağlamak  üzere  ve bunlara  aykırı  olmamak  şartıyla  yönetmelikler  çıkarabildiği  için  düzenleyici  ve denetleyici  kurullar  da  öncelikle  yönetmelikler  aracılığıyla  bu  düzenleme misyonunu  yerine  getirirler.  Ayrıca  uygulamada  karar,  tebliğ,  tamim,  sirküler,bildiri  vb.  işlemler  adı  altında  yayınladıkları  ve  idarenin  adsız  işlemleri  denilenbelgeler  aracılığıyla  da  düzenleme  yaparlar.  Ancak,  düzenleme  yetkisi  yasalar çerçevesinde  yerine  getirilen  ikincil  bir  yetki  olduğu  için  bu  kurumların  bu yetkilerini kullanarak yapacağı işlemlerle  yasal düzenlemenin kapsamı daraltılamaz veya genişletilemez.

3.2. İnceleme ve Denetleme Yetkisi :

Kamusal  hayatın  hassas  alanında  faaliyette  bulunan  aktörlerin  yasalara  ve kendi  düzenlemeleri  ile  getirilen  kurallara  ne  derecede  uyduğunu  kontrol  etmek amacıyla,  düzenleyici  ve  denetleyici  kurumlar  gerekli  gördüğü  bilgi  ve  belgeleri ilgililerden  istemek,  onların  bilgilerine  başvurmak,  gerektiğinde  yerinde  inceleme yapmak yetkilerini haizdir.

3.3. Yaptırım Uygulama Yetkisi :

Düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  yaptırım  uygulama  yetkisi,  faaliyette bulundukları alanda düzenleme ve denetleme yetkilerinin bir uzantısı olarak kabul edilmektedir ve bu yaptırımlar “idari müeyyide” niteliğindedir.

 Rekabet  Kurumu  gibi  bazı  düzenleyici  ve denetleyici kurumlar uyguladıkları yüksek para cezalarıyla ön plana çıkarken,  diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlar ilgili kanunlarında kendilerine verilen ruhsatıniptali,  uyarı,  kapatma,  askıya  alma  gibi  değişik  idari  yaptırımlara  başvurmaktadır.

RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULU

Radyo  ve  televizyon  yayıncılığı,  uzunca  bir  süre  hemen  hemen  her  ülkede olduğu  gibi  devlet  tekeline  bırakılan  bir  alan  olmuştur.  Nitekim  1982  Anayasası“Radyo  ve  televizyon  idareleri  ancak  devlet  eliyle  kurulur  ve  idareleri  tarafsız  bir kamu  tüzel  kişiliği  halinde  düzenlenir”  ifadesiyle  bunu  Anayasal  bir  ilke  olarak belirlemiştir (madde 133). Ancak çok sayıda radyo ve televizyon yayın faaliyetinde bulunmaya  başlamış  ve  yasama  organı  bu  fiili  durumu  hukuki  bir  zeminedayandırmak  için  1993  yılında,  1982  Anayasası’nın  133.  maddesini  “Radyo  ve televizyon  istasyonları  kurmak  ve  işletmek  kanunla  düzenlenecek  şartlar çerçevesinde serbesttir” şeklinde değiştirmiştir. Radyo  ve  televizyon  yayıncılığını  düzenleyen  3984  sayılı  Radyo  ve Televizyonların  Kuruluş  ve Yayınları Hakkında Kanun, TBMM tarafından  13/4/1994 tarihinde  kabul  edilmiş  ve  20/4/1994  tarihli  Resmî  Gazete’de  yayımlanarak yürürlüğe  girmiştir  ve  böylece  bir  kamu  tüzel  kişiliği  niteliğinde  Radyo  ve Televizyon  Üst  Kurulu  (RTÜK)  kurulmuştur.  Yasa  koyucu  bu  düzenleyici  ve denetleyici  kurum  için  “kurul”  ya  da  “kurum”  kavramını  kullanmamış  ve  bu kavramların yerine “üst kurul” kavramını tercih etmiştir.

2005 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile “Radyo ve televizyon faaliyetlerini düzenlemek  ve  denetlemek  amacıyla  kurulan  Radyo  ve  Televizyon  Üst  Kurulu dokuz  üyeden  oluşur.  Üyeler,  siyasi  parti  gruplarının  üye  sayısı  oranında belirlenecek  üye  sayısının  ikişer  katı  olarak  gösterecekleri  adaylar  arasından,  her siyasi  parti  grubuna  düşen  üye  sayısı  esas  alınmak suretiyle  Türkiye  Büyük  Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluşu, görev ve  yetkileri,  üyelerinin  nitelikleri,  seçim  usulleri  ve  görev  süreleri  kanunla düzenlenir” hükmüne yer verilmek suretiyle RTÜK’ün üye seçimi değiştirilmiştir.

AB müktesebatına uyum çerçevesinde Aralık 2007’de AB Resmî Gazetesi’nde yayımlanarak yürürlüğe giren ve AB  Sınır Ötesi  Televizyon Direktifi’ni değiştiren AB Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi hükümleri esas alınarak  yürütülen yeni kanun  çalışmaları  neticesinde  15/02/2011  tarihinde  TBMM’de  kabul  edilen  6112 sayılı  Radyo  ve  Televizyonların  Kuruluşu  ve  Yayın  Hizmetleri  Hakkında  Kanun 03/03/2011  tarihinde  27863  numaralı  Resmî  Gazete’de  yayımlanarak  yürürlüğe girmiştir  (www.rtuk.org.tr).  Böylece  ülkemizde  radyo  ve  televizyon  yayınlarının hukuki rejimi 2011 yılında çıkarılan 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun çerçevesinde şekillenmektedir.

RTÜK’ün Özerkliği ve Bağımsızlığı :

Anayasa’nın 133. maddesine 2005 yılında eklenen ikinci fıkra ile paralel bir düzeleme  olarak  6112  sayılı  Kanun’un  “Radyo,  televizyon  ve  isteğe  bağlı  yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla, idari  ve mali  özerkliğe sahip,  tarafsız  bir  kamu  tüzel  kişiliği  niteliğinde  Radyo  ve  Televizyon  Üst  Kurulu kurulmuştur”  ifadesiyle RTÜK’ün hem idari ve mali özerkliğine vurgu yapılmış  hem de tarafsız bir kamu tüzel kişiliği olduğu belirtilmiştir (madde 34/1). Aynı maddenin ikinci fıkrasında RTÜK’ün bağımsızlığına şu ifadelerle vurgu  yapılmıştır: “Üst Kurul, bu  Kanun  ve  mevzuatta  kendisine  verilen  görev  ve  yetkileri  kendi  sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır” (madde 34/2).

RTÜK,  6112  sayılı  Kanun’da  ve  5018  sayılı  Kamu  Mali  Yönetimi  ve  Kontrol Kanunu’nda  belirtilen  usul  ve  esaslar  çerçevesinde  kendisine  tahsis  edilen  malikaynakları  görev  ve  yetkilerinin  gerektirdiği  ölçüde,  kendi  bütçesinde  belirlenen usul  ve  esaslar  dâhilinde  serbestçe  kullanır.  RTÜK’ün  malları  Devlet  malı hükmündedir, haczedilemez (madde 34/2).

RTÜK,  hükûmet ile olan ilişkilerini  Başbakan veya  onun  görevlendireceği bir bakan aracılığıyla yürütmektedir (madde 34/4). RTÜK, en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili konularda kamu  kurum  ve  kuruluşları  veya  özel  kuruluşlarda  en  az  10  yıl  süreyle  görev yapmış, mesleki  açıdan yeterli bilgiye, deneyime ve Devlet memuru olma niteliğine sahip,  otuz  yaşını  doldurmuş  kişiler  arasından  Türkiye  Büyük  Millet  Meclisince seçilen dokuz üyeden oluşur (madde 35/1).

Seçim  için,  siyasi  parti  gruplarının  üye  sayısı  oranında  belirlenecek  üye sayısının  ikişer  katı  aday  gösterilir  ve  Üst  Kurul  üyeleri  bu  adaylar  arasından  her siyasi  parti  grubuna  düşen  üye  sayısı  esas  alınmak suretiyle  Türkiye  Büyük  Millet Meclisi  Genel  Kurulunca  seçilir.  Ancak,  siyasi  parti  gruplarında,  Türkiye  Büyük Millet  Meclisinde  yapılacak  seçimlerde  kime  oy  kullanılacağına  dair  görüşme yapılamaz ve karar alınamaz (madde 35/2).

RTÜK  üyelerinin seçimi, adayların belirlenerek ilanından sonra 10 gün içinde yapılır.  Siyasi  parti  grupları  tarafından  gösterilen  adaylar  için  ayrı  ayrı  listeler hâlinde  birleşik  oy  pusulası  düzenlenir.  Adayların  adlarının  karşısındaki  özel  yer işaretlenmek suretiyle oy kullanılır (madde 35/3).

 

Karar  yeter  sayısı  olmak  şartıyla  seçimde en  çok oyu  alan  boş  üyelik  sayısı kadar aday seçilmiş olur. Seçim sonucu Resmî Gazetede yayımlanır (madde 35/4).

RTÜK  üyelerinin  görev  süresi  altı  yıldır.  Üyelerin  üçte  biri  iki  yılda  bir yenilenir.  Üyelerin  görev  sürelerinin  bitiminden  iki  ay  önce;  üyeliklerde  herhangi bir  sebeple  boşalma  olması  hâlinde,  boşalma  tarihinden  veya  boşalma  tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise tatilin bitiminden itibaren bir ay içinde aynı usulle  seçim  yapılır.  Bu  seçimlerde,  boşalan  üyeliklerin  siyasi  parti  gruplarına dağılımı, ilk seçimde siyasi parti grupları kontenjanından seçilen üye sayısı ve siyasiparti gruplarının hâlihazırdaki oranı dikkate alınmak suretiyle yapılır. Üyeliklerdeki boşalma sebebiyle yapılan seçimlerde seçilen üyeler, yerlerine seçildikleri üyelerin görev süresini tamamlar (madde 35/5).

RTÜK’ün Düzenleme Yetkisi :

RTÜK’ün  düzenleme  yapma  yetkisinin  kaynağını öncelikle  Anayasa’nın 124. maddesi  oluşturur.  Anayasa’nın  124.  maddesine  göre  Başbakanlık,  bakanlıklar  ve kamu  tüzel  kişileri,  kendi  görev  alanlarını  ilgilendiren  kanunların  ve  tüzüklerin uygulanmasını  sağlamak  üzere  ve  bunlara  aykırı  olmamak  şartıyla,  yönetmelikler çıkarabilirler.  Dolayısıyla  bir  kamu  tüzel  kişisi  olan  RTÜK’ün  görev  alanlarıyla  ilgili yönetmelik çıkarma yetkisi vardır.

6112  sayılı  Kanun’da  RTÜK’e  görsel  işitsel  iletişim  alanını  düzenleme konusunda  geniş  yetkiler  verildiği  görülmektedir.  6112  sayılı  Kanun’un  34. maddesinde  RTÜK’ün  görev  ve  yetkileri  Ünite  6’da  bir  liste  hâlinde  verildiği  için burada  tekrar  edilmeyecektir.  Ancak  6112  sayılı  Kanun’un  34.  maddesinin  ilk fıkrasında radyo, televizyon ve isteğe  bağlı yayın  hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla  RTÜK’ün  kurulduğu belirtildiğine göre düzenleme yetkisi açıktır.  

6112  sayılı  Kanun’un  diğer  maddelerinde  de  RTÜK’e  açıkça  düzenleme yetkisi verilmiş konular şunlardır:

  Kanun’un  “Yeniden  İletim”  başlıklı  4.  maddesinde  yeniden  iletimin serbest  olduğu  belirtilirken,  maddenin  son  fıkrasında  yeniden iletimin usul ve esaslarının  RTÜK tarafından hazırlanan  yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

  Kanun’un  5.  maddesine  göre  yayın  hizmetlerinin  Türkçe  yapılması esas  olmakla  birlikte  Türkçe  dışındaki  dil  ve  lehçelerde  de  yayın yapılabilir.  Bu  yayınlara  ilişkin  usul  ve  esaslar  RTÜK  tarafından hazırlanan yönetmelikle belirlenir.

  Kanun’un  10.  maddesinde  radyo  ve  televizyon  yayın  hizmetlerinde reklam  ve  tele-alışveriş  ele  alınmış,  televizyon  ve  radyoda yayınlanacak  reklam  ve  tele-alışverişe  ilişkin  diğer  hususların  RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

  Kanun’un  16.  maddesinde  kamuoyu  için  büyük  önem  taşıyanolayların  münhasır  yayın  haklarına  sahip  televizyon  yayıncılarının, 5846  sayılı  Fikir  ve  Sanat  Eserleri  Kanunu  kapsamında,  diğer yayıncılara adil, makul ve eşitlikçi  bir temelde bedeli karşılığında  kısa gösterim  hakkı  sağlamak  zorunda  oldukları  belirtilmiştir.  Kısa gösterim  hakkının  uygulanmasıyla  ilgili  usul  ve  esasların  RTÜK tarafından  hazırlanan  yönetmelikle  belirleneceği  hüküm  altına alınmıştır.

 

  Kanun’un  17. maddesinde toplum için büyük önem arz eden ulusal ve  uluslararası  önemli  olayların  ülke  genelinde  şifresiz  ve  ücretsiz olarak  yayınlanması  düzenlenmiştir.  Kamunun  önemli  olaylara erişimi  ile  ilgili  usul  ve  esasların  ise  RTÜK  tarafından  hazırlananyönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

  Kanun’un 21. maddesinde İlgili mevzuata uyulması ve kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmamak şartıyla, her türlü ad ve bu adı tasvir eden  blok  grafiklerin  logo  olarak;  sesli  duyuruların  ise  çağrı  işareti olarak  kullanılabileceği  ifade  edilmiştir.  Uygulamayla  ilgili  usul  ve esasların  RTÜK  tarafından  hazırlanan  yönetmelikle  düzenleneceği belirtilmiştir.

  Kanun’un  27.  maddesinde  RTÜK’e  verilen  düzenleme  yetkilerinden biri  de  frekans  planlarının  uygulanmasına,  karasal  sayısal  yayına geçiş  ve sıralama ihalesine  ilişkin  usul ve esasların  RTÜK tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

Bu sayılan hususlar dışında  bazı mali konular ve personel rejimine ilişkin  bazı konularda 6112 sayılı Kanun ile RTÜK’e açıkça düzenleme yetkisi verilmiştir.

RTÜK’ün İzin Yetkisi :

6112 sayılı Kanun’da RTÜK’e görsel işitsel iletişim alanında geniş izin verme yetkileri  verildiği  görülmektedir.  Kanun’un  37.  maddesinin  (c)  bendine  göre “Medya  hizmet  sağlayıcı  kuruluşların  yayın  lisansı  talebinde  bulunabilmeleri  için gerekli  idari,  mali  ve  teknik  şartları  belirlemek  ve  bu  kuruluşlardan  şartlarısağlayanlara yayın lisansı vermek,  denetlemek ve gerektiğinde iptal etmek” görevi RTÜK’e verilmiştir.

Kanun’un  32.  maddesinin  5,  6,  7.  fıkralarında  RTÜK’ten  yayın  izni  alan kuruluşların hangi şartlarda yayın izinlerinin iptal edileceği düzenlenmektedir. Buna  göre  Kanun’un  “Yayın  Hizmeti  İlkeleri”  başlıklı  8.  maddesinin  birinci fıkrasının  (a)  ve  (b)  bentlerindeki  ilkelere  bir  yıl  içinde  tekraren  aykırı  yayın yapılması  hâlinde  medya  hizmet  sağlayıcı  kuruluşun  yayınının  10  güne  kadar durdurulmasına; ikinci tekrarı hâlinde ise, yayın lisansının iptaline karar verilir.

Yayın lisansı verilmesi için Kanun’da aranan  şartlardan  birinin kaybedilmesi hâlinde,  ilgili  medya  hizmet  sağlayıcı  kuruluşa  bu  şartı  yerine  getirmesi  için  30günlük  süre  verilir.  Verilen  süreye  rağmen  şartı  yerine  getirmeyen  kuruluşun yayınları  üç  ay  süreyle  durdurulur.  Bu  süre  zarfında  şartın  yerine  getirilmemesi hâlinde ise, ilgili kuruluşun yayın lisansı iptal edilerek kanal ve frekans kullanımına son verilir.

Yayın lisansının verilmesi için gerekli  şartlara  uygunluğunu hile ile elde ettiği tespit  edilen  kuruluşun  yayın  lisansı  iptal  edilir.  Yayın  lisansı  iptal  edilmiş  olan kuruluştan alınmış olan yayın lisans bedeli ile kanal ve frekans yıllık kullanım bedeli iade edilmez.”

RTÜK’ün Denetleme Yetkisi :

6112  sayılı Kanun’un  34. maddesinin ilk fıkrasında da belirtildiği üzere RTÜK, temel olarak radyo ve televizyon yayınlarını düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulmuş  bir kurumdur.

 Kanun’un 37.  maddesinde ise RTÜK’ün görev ve yetkileri sayılır iken şu denetleme yetkilerinden bahsedilmektedir:

 

  Türkiye  Cumhuriyeti  topraklarında  yerleşik  medya  hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerini, bu Kanun hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin  taraf  olduğu  uluslararası  antlaşmalara  uygunluğu açısından izlemek ve denetlemek (madde 34/e).

  Türkiye  Cumhuriyeti  topraklarında  yerleşik  olmayan,  ancak  Türkiye Cumhuriyeti  yargı  yetkisi  altında  bulunan  medya  hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerinin bu Kanun hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası  antlaşmalara  uygunluğunu gözetmek,  gerekli  hâllerde  diğer  devletlerin  yetkili  kurum  ve kuruluşlarıyla iş birliği yapmak (madde 37/f).

  Medya  hizmet  sağlayıcılardan  görevleri  kapsamında  her  türlü  bilgi, belge  ve  kayıtları  almak,  medya  hizmet  sağlayıcıları  yerinde denetlemek  ve  lisans  şartlarına  uymayan  cihazları  mühürleyerek kapatmak (madde 37/s).

  Medya  hizmet  sağlayıcılarının  seçim  dönemlerindeki  yayınlarını Yüksek  Seçim  Kurulunun  kararları  doğrultusunda  izlemek, denetlemek ve değerlendirmek (madde 30/2).RTÜK’ün içerik denetimi ile ilgili yukarıda sayılan görevlerini yerine getirmeyetkisi, hâlen yürürlükte olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu  Teşkilatı  Kuruluş  ve Görev  Yönetmeliği’nin  7.  maddesinde  belirtildiği  üzere,  İzleme  ve  Değerlendirme Dairesi Başkanlığına verilmiştir.

RTÜK’ün Yaptırım Yetkisi :

6112  sayılı  Kanun’un  32.  maddesinde  RTÜK’ün  uygulayabileceği  idari yaptırımlara  yer  verilmiştir.  Bu  yaptırımlardan  nispeten  daha  hafif  nitelikte sayılabilecek uyarma yaptırımı 32. maddenin ikinci  fıkrasında sayılan yayın hizmeti ilkelerine  ve  Kanun’un  diğer  maddelerinde  belirlenen  ilke,  yükümlülük  veya yasaklara  aykırı  yayın  yapan  medya  hizmet  sağlayıcı  kuruluşlara  uygulanacaktır. İhlalin tekrarı hâlinde ise medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari  iletişim  gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verileceğide öngörülmek suretiyle kademeli bir yaptırım tercih edilmiştir.

Kanun’un 32. maddesinin 4. fıkrasında idari tedbir olarak öngörülen program durdurma  cezasının  nasıl  uygulanacağı  da  düzenlenmiştir:  “İdari  tedbir uygulanması  sonucu yayını  durdurulan  programların yerine,  aynı yayın  kuşağında ve ticari  iletişim yayını içermeksizin, Üst Kurulca temin edilen eğitim, kültür, trafik, kadın  ve  çocuk  hakları,  gençlerin  fiziksel  ve  ahlaki  gelişimi,  uyuşturucu  ve  zararlı alışkanlıklarla  mücadele,  Türk  dilinin  güzel  kullanımı,  çevre  eğitimi,  engelli sorunları,  sağlık  ve  benzeri  kamuya  yararlı  konularda  programlar  yayınlanır. Yükümlülük veya yasağa aykırılık dolayısıyla idari  tedbir olarak programın yayınının durdurulması kararının verilmesi halinde, yaptırım uygulanmasına sebebiyet veren fiilin  işlenmesinden  dolayı  sorumluluğu  olan  programın  yapımcısı  veya  varsa sunucusu,  yayının  durdurulduğu  süre  zarfında,  aynı  veya  farklı  medya  hizmet sağlayıcı kuruluşta hiçbir ad altında başka bir program yapamaz veya sunamaz”.

  1. maddesinin 5.  fıkrasına  göre,  Kanun’un  8.  maddesinin  birinci  fıkrasının (a)  ve (b) bentlerindeki ilkeleri bir yıl içinde tekraren ihlal eden yayıncı kuruluşlara çok  daha ağır müeyyideler öngörülmüştür.  Şöyle ki    “8. maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerindeki ilkelere aykırı yayın yapılmasını müteakip verilecek yaptırım kararının  tebliğinden  itibaren  bir  yıl  içinde  aynı  ihlalin  tekrarı  hâlinde,  medya hizmet sağlayıcı kuruluşun yayınının on güne kadar durdurulmasına; ikinci tekrarı halinde ise, yayın lisansının iptaline karar verilir.”

Kanun’un 33. maddesinin ilk fıkrasında; “Üst Kuruldan yayın lisansı almadan veya yayınları Üst Kurul tarafından geçici olarak durdurulmasına ya da yayın lisansı iptal edilmesine rağmen yayın yapan gerçek kişiler ile tüzel kişilerin yönetim kurulu üyeleri ve  genel müdürü,”  hakkında  bazı  adli yaptırımlar öngörülmüştür.  Şöyle  ki bu kişiler “bir yıldan iki yıla kadar hapis ve bin günden bes bin güne kadar adli  para cezası  ile  cezalandırılır.  Tüzel  kişiler  hakkında  ayrıca  5237  sayılı  Türk  Ceza Kanunu’nun  60.  maddesindeki  güvenlik  tedbirleri  uygulanır.  İzinsiz  olarak faaliyetine  devam  eden  yayın  cihaz  ve  tesisleri  Üst  Kurulca  mühürlenerek kapatılır.”

  1. maddenin  ikinci  fıkrasına  göre  de  “Yayın  lisansı  olmasına  rağmen lisans tipi  dışında yayın yapan ve izinsiz verici tesis eden medyahizmet sağlayıcılar Üst Kurulca uyarılır, yapılan uyarıya rağmen izinsiz  yayına devam edenler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanır.”Sonuç olarak 6112 sayılı Kanun’un idari yaptırımın türü, miktarı ve süresine ilişkin ulusal düzenlemeleri;
  2. a) idari para cezaları,
  3. b) program durdurma, katalogdan çıkarma yaptırımı,
  4. c) yayın durdurma,
  5. d) yayın iletiminin durdurulması,
  6. e) yayın lisansının veya iletim yetki belgesinin iptalinden oluşmaktadır

RTÜK’ün Çalışma Esasları :

Düzenleyici  ve  denetleyici  kurumların  en  önemli  özelliklerinden  biri  olan bağımsızlık şüphesiz bu kurumların  çalışma esasları, toplantı ve karar yeter sayısı ile de yakından ilgilidir.

RTÜK, tam gün esasına göre çalışır, haftada en az bir defa olmak üzere, en az beş  üyenin  hazır  bulunması  ile  toplanır  ve  en  az  beş  üyenin  aynı  yöndeki  oyuyla karar alır. Çekimser oy kullanılamaz (madde 40/1).

Başkanın  çağrısı  veya  üç  üyenin  birlikte  talep  etmesi  hâlinde  RTÜKolağanüstü toplantıya çağrılabilir (madde 40/2).

Toplantı gündemi Başkan, yokluğunda Başkan vekili tarafından hazırlanarak, toplantıdan  en  az  bir  gün  önce  RTÜK  üyelerine  bildirilir.  Gündeme  yeni  madde eklenebilmesi için toplantıda bir üyenin öneride bulunması ve önerilen maddenin RTÜK tarafından kabul edilmesi gerekir (madde 40/3).

Geçerli mazereti olmaksızın üst üste iki, bir ay içerisinde üç defa toplantıya katılmayan  RTÜK  üyeleri  üyelikten  çekilmiş  sayılır.  Bu  durum,  Üst Kurul  kararı ile tespit edilir ve Türkiye Büyük Milleti Meclisi Başkanlığına bildirilir (madde 40/4).

RTÜK  toplantılarındaki  müzakereler  gizlidir  ve  açıklık  kararı  alınmadıkça müzakereler açıklanamaz (madde 40/5).

İhtiyaç duyulması hâlinde, görüşlerinden yararlanmak üzere ilgili kişiler RTÜKtoplantısına davet edilebilir. Ancak  RTÜK  kararları toplantıya dışarıdan katılanların yanında alınamaz (madde 40/6).

RTÜK’ün  gizliliği  bulunmayan  düzenleyici  ve  denetleyici  nitelikteki  kararları uygun vasıtalarla kamuoyuna duyurulur (madde 40/1).

RTÜK’ün gelirleri şunlardır (madde 41):

  1. a) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlardan alınacak yayın lisansı ücretleri.
  2. b) Karasal ortamdan  yayın  yapan  kamu  ve  özel  medya  hizmet  sağlayıcı kuruluşlardan alınacak televizyon kanal, multipleks kapasite ve radyo frekans yıllık kullanım ücretleri.
  3. c) 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, yayın  hizmetlerinin  iletimi  faaliyetinde  bulunan  platform, multipleks  ve  altyapı  işletmecileri  ile  verici  tesis  ve  işletim  şirketinden  alınacak yayın iletim yetkilendirme ücretleri.

ç)  Medya  hizmet  sağlayıcılarının,  program  destekleme  gelirleri  hariç  aylık brüt ticari iletişim gelirlerinden ayrılacak yüzde üç paylar.

  1. d) Gerektiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bütçesinden alınacak Hazine yardımı.
  2. e) Sair gelirler.

SİNEMA ESERLERİNİN DENETİMİ   ünite  11

Sinema filmleri görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarındandır.

Teknolojik  gelişim  süreci  göz önünde  bulundurulduğunda  bu  araçlar,  kullanım  şekillerine  göre  üç  ayrı  başlık altında  incelenebilir.  Bunları  görsel  araçlar,  işitsel  araçlar,  görsel  –  işitsel  araçlar şeklinde  saymak  mümkündür.  Basılı  eserler  görsel  araçları oluştururken;  radyo,  kaset  ve  plaklar  işitsel  araçları,  televizyon,  internet,  videobantları  ve  sinemada  görsel  ve  işitsel  kitle  iletişim  araçlarını  oluşturmaktadır.

 İlk  sinema  gösterimi  Fransa’da  yapılmıştır.  28  Aralık  1895  yılında  Paris’teCapucine  Bulvarı’ndaki  Granda  Cafe’de  Lumiere  kardeşlerin  ilk  filmi  izleyiciyle buluşmutur. Osmanlı Devleti’nde ilk sinema deneyimi 1896 yılında, İstanbul’da  gerçekleşmiştir.

Görüldüğü  gibi  ülkemizde  sinema  faaliyetleri  zaman bakımından Avrupa ile parelellik göstermektedir.  İlk deneyim bir belgesel filmdir. Yabancı bir yönetmen tarafından Haliç’te kiralık bir sandalda gezi filmi çekilmiştir. Sonraki  yıllarda  yine  yabancı  yönetmenler  tarafından  çekilmiş  gezi  filmlerine rastlanmaktadır.

Diğer  yandan  sinema  gösterimleri  ise  1908  yılına  kadar  gezici niteliktedir.  Çeşitli  kahvelerde  kısa  süreli  gösterimler  şeklindedir.  İlk  yerleşik sinema II. Meşrutiyetin ilanıyla Tepebaşında kurulmuştur.

İlk Türk sinemacısı ise Fuat Uzunkınay’dır. 1914 yılında Osmanlı Devleti’ninBirinci  Dünya  Savaşı’na  girdiği  sıralarda,  1876-1877  Osmanlı-Rusya  Savaşı esnasında  Ruslar  tarafından  Yeşilköy’de  dikilen  zafer  anıtı  yıkılmak  istenmiştir. Yıkılma  anı  bir  belgesel  film  olarak  kayıt  altına  alınmıştır.  “Ayestefanos’da  Rus Abidesi’nin  Yıkılışı”  isimli  150  metrelik  bu  çekim  bir  Türk’ün  çektiği  ilk  sinema filmidir.

Sinemanın  ilk  defa  gösterime  girmesi  eğlence  sektörüyle  olmuş,  ticari kaygılarla  bu  amaç  doğrultusunda  yayınlar  yapılmıştır.  Ancak,  sonraki  yıllarda, özellikle  20.  yy.’da,  siyasal  saiklerle,  bizzat  devletler  tarafından  propaganda  aracı olarak da kullanılmıştır. Çağımızda, sinema teknolojisinin ve sinemaya ait ürünlerin üretimi,  Amerika,  Avrupa  ve  Japonya’  ya  ait  büyük  şirketlerin  egemenliği  altında yoğunlaşmaktadır.

Özellikle internetin  yaygınlaşması ve  sinema filimlerinin  intenet ortamında da izlenebiliyor olması, sinema filimlerine ilişkin hukuki rejimi oldukça karmaşık bir hâle getirmiştir.

ÜLKEMİZDE SİNEMA FİLİMLERİNİN HUKUKİ REJİMİNİN

TARİHİ

Sinema  eserlerine  ilişkin  ilk  yasal  düzenlemelerle  birlikte  dünyada  sinema filmlerinin  denetiminde   temel  olarak  iki  sistemin  kullanıldığı  gözükmektedir.Bunlar,  “Devlet  Sansürü  Sistemi”  ve  “Kendi  Kendini  Denetleme  Sistem”leridir.

Devlet sansürü sisteminde devlet, sinema filmlerini,  kendine  bağlı bir kurum  eliyledenetler.  Kurumun yapısı ve işleyişi bizzat devlet tarafından belirlenmektedir.  Öte yandan  kendi  kendini  denetleme  sisteminde  devlet,  bu  alana  müdahale  etmez. Denetim, toplumsal sorumluluk teorisi paralelinde, büyük oranda sektörün kendi iç işleyişine bırakılmıştır. Ancak, bu sistemde de sinema filmleri, çocuklar ve gençlerin korunması  vs.  gibi  birtakım  temel  amaçlarla  ve  sektör  tarafından  oluşturulan  bir bağımsız kurum aracılığıyla denetlenebilmektedir.

Ülkemizde  sinema  filmlerine  ilişkin  ilk  düzenleme  9  Haziran  1932  yılında yürürlüğe  giren  “Sinema  Filimlerinin  Kontrolüne  Ait  Talimatname”dir.  Bu  tarihe kadar  sinema  filimlerinin  takibatını  valilikler  sürdürmüşlerdir.  Sonrasında  ilgili talimatname,  4  Temmuz  1934  tarih  ve  2559  sayılı  Polis  Vazife  ve  Selahiyet Kanunu’nun  6.  maddesine  dayanarak  çıkarılan  ve  31  Temmuz  1939  tarihinde yürürlüğe giren “Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname” ile yürülükten  kaldırılmıştır.  Bu  Nizamname  sansüre  hukuki  altyapı  sağladığı  için sansür  nizamnamesi  olarak  bilinmekteydi.  Nizamnamenin  oluşturduğu  sansür ortamı  sinema  sektörünün  gelişmesini  önlemiş,  sinemadaki  bir  çok  yeniliği  ticari kaygıyla  göze  almak  istemeyen  yapımcılar,  sansür  zırhının  arkasına  sığınarak sansürden  en  az  etkilenecek  ve  daha  çok  kazandıracak  salon  filmleri  yapmaya yönelmişlerdir.

1977  yılına  kadar  bazı  küçük  değişikliklerle  1939  Nizamnamesi  yürürlükte kalmıştır.  Film  sansürünün  daha  sonraki  yıllarda  1977  ve  1983  tüzüklerine  dayalı olarak  sürdürülmüştür.  Görüldüğü  gibi  çok  uzun  yıllar ülkemizde sinema filmlerinin hukuki rejimi bağımsız bir kanuna kavuşamamıştır. Sinema  filimlerinin  Polis  Vazife  ve  Selahiyet  Kanunu’nun  kapsamından çıkarılıp  ayrı  bir  kanuni  çerçeveye  kavuşturulması  1986  yılında  yayınlanan  3257 sayılı  “Sinema,  Video  ve  Müzik  Eserleri  Kanunu”  ile  mümkün  olmuştur.  Böylece ülkemizde  sinema  ve  müzik  eserlerinin  teşvik  edilmesi,  eserlerin  üretilmesi, denetlenmesi,  dağıtılması,  gösterilmesi,  icrası  ve  bu  işlemlerden  doğan  hakların korunmasına ilişkin kuralları koyarak büyük bir boşluk doldurulmuştur.

3257  sayılı  bu  Kanun  2004  yılına  kadar  çeşitli  değişikliklerden  geçirilmekle birlikte yürürlükte kalmıştır.  Sinema filimlerinin  desteklenmesi amacıyla hukuki alt yapıya  duyulan  ihtiyaç  ve  3257  sayılı  Kanun’un  artık  ihtiyaca  cevap verememesinden dolayı yeni kanun çalışmalarına başlanmıştır. 14.7.2004 tarihinde sinema  filimlerinin  hukuki  rejimine  ilişkin  5224  sayılı  “Sinema  Filimlerinin Değerlendirilmesi  ve  Sınıflandırılması  ile  Desteklenmesi  Hakkında  Kanun” çıkarılmıştır.

5224 SAYILI KANUN’UN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Kanun’un Amacı :

5224 sayılı Kanun’un 1. maddesinde, Kanun’un amacı,  “bireyin ve toplumun sinema  sanatı  ürünlerinden  verimli  bir  biçimde  yararlanabilmesi  ve  sinema sanatının  sunduğu  olanaklardan  yararlanarak  çağdaş  ve  etkin  bir  kültürel  iletişim ortamının  yaratılması  için  sinema  sektörünün  eğitim,  yatırım,  girişim,  yapım, dağıtım ve gösterim alanlarında geliştirilmesi ve güçlendirilmesi ile kayıt ve tescile de esas olacak şekilde sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasını ve bu  alanda   yerli  ve  yabancı  yatırım  ve  girişimlerin  desteklenmesini  sağlamak”olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla bu Kanun’un amacı;

  Bireyin ve toplumun sinema sanatı ürünlerinden verimli bir biçimde yararlanabilmesini

  Sinema filimlerinin desteklenmesini, değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasını sağlamaktır.

    Görüldüğü  gibi  Kanun,  sinema  filmlerinin  takibi  veya  denetlemesi  yerine, desteklenmesi  ve  toplumun  etkin  bir  şekilde  bu  sanat  ürününden yararlanabilmesini  temel  amaç  edinmiştir.  Dolayısıyla  yeni  Kanun’la  birlikte sinemanın hukuki rejiminde,  önceden beri süre gelen sansürcü anlayıştan, sinema sanatının desteklenmesi gerektiği düşüncesini  öne çıkaran özgürlükçü bir anlayışa adım atıldığı ileri sürülebilir.

Bu  gelişmeye  rağmen  Kanun’un  tam  anlamıyla  bağımsız  bir  sinemanın doğumuna  imkân  tanıdığını  ileri  sürmek  yanlış  olur.  Kanun’un  İkinci  Bölümü’nde sürekli  kurullar  düzenlenmiştir.  Bu  kurullar  Kanun’un  1.  maddesinde  ifade  edilen amaçları  yerine  getirecek  topluluklardır.  İkinci  Bölüm’de  sayılan  bu  topluluklar Danışma  Kurulu,  Destekleme  Kurulu,  Değerlendirme  ve  Sınıflandırma  Kurul’udur.Kanun’un  ilanıyla  birlikte  ilk  tepkiler,  kanunun  bu  kurullar  vasıtasıyla  sinema sektörünü tümüyle devletin  ve Kültür ve Turizm  Bakanlığının denetimine  soktuğu yönünde olmuştur.

Kanun’un Kapsamı :

Kanun’un  “Kapsam”  üst  başlıklı  ikinci  maddesine  göre  “bu  Kanun  sinema sektörünün güçlendirilmesi, desteklenmesi, kayıt ve tescile de esas olacak şekilde sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılması ile Bakanlığın görev, yetki ve sorumluluğuna ilişkin hükümleri kapsar”.  Görüldüğü gibi  bu maddeye göre bu kanun

  Sinema filimlerinin güçlendirilmesi ve desteklenmesi

  Sinema  filimlerinin  değerlendirilmesi  ve  sınıflandırılması  ve  bu kapsamda  (Değerlendirme  ve  sınıflandırmanın  teknik  anlamda “denetleme”  anlamına  geldiği  ileride  belirtilecektir.)

 Kültür  ve Turizm Bakanlığı’nın  görev, yetki ve sorumluluğuna ilişkin hükümlerİle ilgilidir.

Destekleme :

Kanun’un  tanımlar  üst  başlıklı  3.  maddesinde  destekleme,  “Sinema sektöründe  yapım,  senaryo  yazımı,  arşiv,  belgeleme,  teknik  altyapı,  eğitim, araştırma,  geliştirme,  tanıtım,  dağıtım,  pazarlama,  gösterim  alanlarına  ilişkin projelerin  değerlendirilerek  uygun  görülenlerin  desteklenmesi,”  şeklinde tanımlanmıştır.

Destekleme  işlemi  Kültür  ve  Turizm  Bakanlığı  bünyesinde  kurulan “Destekleme  Kurulu”nca  yerine  getirilir.  Kurul,  Bakanlık  temsilcisi  ile  ilgili  alan meslek birliklerinin üyeleri arasından seçtiği birer üye ve sinema ile ilişkili alanlarda temayüz  etmiş  uzman  kişilerden  Bakanlıkça  belirlenecek  üç  üyeden  oluşur.

Bakanlık  kendi  belirlediği  üyelerden  gerekli  gördüğünü  değiştirebilir  veya  meslek birliklerinden,  seçtikleri  üyelerin  değiştirilmesini  isteyebilir.  Kurul  üye  sayısı  15kişiyi  geçemez.  Kurulun  oluşturulmasında  üye  bildirimi  açısından  ortaya  çıkan eksiklikler  Bakanlıkça  giderilir.  Kurul  üyelerinin  görev  süresi  iki  yıldır.  Bakanlık temsilcisi dışındaki üyeler iki dönem üst üste seçilemezler.

Kurulun başkanlığını Bakanlık temsilcisi yapar. Kurul, üye tam sayısının en az üçte ikisi ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar verir. Kurulun iki defa  üst  üste  toplanamadığı  veya  karar  veremediği  durumlarda  Bakanlık kendiliğinden karar verir.

Kurul  kararları  Bakan onayı  ile  yürürlük  kazanır.  Onaylanmayan  kararlar  30gün içinde yazılı gerekçesi ile birlikte yeniden gözden geçirilmek üzere Kurula iade edilir.  Kurulun  son  kararı  Bakan  onayına  tekrar  sunulur,  bu  durumda  da onaylanmayan kararlar geçersiz sayılır.

Kurulun  sekreterlik  hizmetleri  Bakanlık  tarafından  yerine  getirilir.  Bu faaliyetin  yerine  getirilmesi  için  Bakanlık,  destekleme  başvurusunda  bulunan projelere  ilişkin  ön  incelemeleri  yapmak  üzere  kendi  bünyesinde  yeterli  sayıda raportör görevlendirir.

Kurul  tarafından  desteklenen  yapım  projelerinin  gerçekleştirilmesinden sonra  meydana  getirilen  filmlerde  değerlendirme  ve  sınıflandırma  sonucu,  uyarı niteliğindeki işaret ve ibare kullanılmasının zorunlu tutulması hâlinde bu projelere sağlanan destek geri alınır.  Bu işaret ve ibareler 2005 yılında 5224 sayılı Kanun’a dayanılarak  çıkarılan  “Sinema  Filmlerinin  Değerlendirilmesi  ve  Sınıflandırılmasına ilişkin  Usul  ve  Esaslar  Hakkında  Yönetmelik”le  düzenlenmiştir.

Filmlere  konulacak  zorunlu  işaretler,  “genel  izleyici  kitlesi”, “cinsellik  unsurları  içerir”,  “şiddet  ve  korku  unsurları  içerir”,  “olumsuz  örnek oluşturacak  davranışlar  içerir”  ibarelerinin  yanı  sıra  yaş  gruplarına  ilişkin belirlemelerden oluşmaktadır.

Yukarıdaki  sebepten  ötürü  desteğin  geri  alınması  durumunda  veya  destek sağlanan  projelerin  geçerli  bir  sebep  olmaksızın;  süresinde  gerçekleştirilmemesi veya  geri  ödemelerin  yapılmaması  hâlinde,  sağlanan  destekler  ve  alacaklar  6183 sayılı  Amme  Alacaklarının  Tahsil  Usulü  Hakkında  Kanun  hükümlerine  göre  tahsil edilir.

5224 SAYILI KANUN’A GÖRE SİNEMA FİLMLERİNİN

DENETLENMESİ

Genel Olarak

5224  sayılı  Kanun’da  denetim,  “değerlendirme  ve  sınıflandırma”  şeklinde ifade  edilmiştir.  Bu  tercihin  sebebinin,  denetim  kelimesinin  sansürü çağrıştırmasından kaynaklandığı ileri sürülebilir.

Kanun’un  tanımlar  üst  başlıklı  3.  maddesinde  “değerlendirme  ve sınıflandırma”nın  denetim  yerine  tercih  edildiği  şu  ifadelerle  açıklanmıştır.  Buna göre,  “Değerlendirme  ve  sınıflandırma:  Ülke  içinde  üretilen  veya  ithal  edilen sinema  filmlerinin  ticari  dolaşıma  ve  gösterime  sunulmadan  önce,  gösterim  ve iletim biçimleri dikkate alınarak kayıt ve tescile de esas olacak şekilde kamu düzeni, genel  ahlak  ile  küçüklerin  ve  gençlerin  ruh  sağlığının  korunması,  insan  onuruna uygunluk  ve  Anayasada  öngörülen  diğer  ilkeler  doğrultusunda  denetlenmesi, değerlendirilmesi ve sınıflandırılması” anlamına gelir.

Yine  Kanun’un  7.  maddesine  göre,  ülke  içinde  üretilen  veya  ithal  edilen sinema  filmlerinin,  ticari  dolaşıma  ve  gösterime  sunulmasından  önce  kayıt  ve tescile de esas teşkil edecek şekilde değerlendirilmesi ve sınıflandırılması yapılır. Bu faaliyet  sonucunda  uygun  bulunmayan  filmler,  ticari  dolaşıma  ve  gösterime sunulamaz.

Değerlendirme ve sınıflandırma sonrası uygun bulunan veya istenilen gerekli düzeltmeleri  yapılan  filmler  kayıt  ve  tescil  edilir  ve  bu  filmleri  içeren  taşıyıcı materyaller  bandrollenir.  Ayrıca  filmlerin, değerlendirme ve sınıflandırma sonucunu gösterir  işaret  veya  ibareleri  taşıması  zorunlu  tutulduğu  takdirde,  bu  işaret  veya ibarelerin  her  türlü  tanıtım  ve  gösterim  alanında  ve  taşıyıcı  materyal  üzerinde kullanılması zorunludur.

2005  yılında  5224  sayılı  Kanun’a  dayanılarak  “Sinema  Filmlerinin Değerlendirilmesi  ve  Sınıflandırılmasına  ilişkin  Usul  ve  Esaslar  Hakkında Yönetmelik” çıkarılmıştır. Yukarıda bahsedilen işaret veya ibarelere ilişkin ayrıntılar bu  Yönetmelik’te  düzenlenmiştir.  Yönetmelik’in  12.  maddesine  göre,  ticari dolaşıma  veya  gösterime  sunulması  uygun  bulunan  ancak  içerikleri  nedeniyle seyircinin  bilgilendirilmesi  veya  izleyici  kitlesi  için  yaş  sınırı  uygulanması  gereken filmlerde çeşitli işaret ve ibareler kullanılması zorunludur.  Zorunlu tutulan bu içerik gösterici  işaret  ve  ibarelere  “aile  ile  birlikte  izlenebilir”i  ifade  eden  (A)  işareti eklenebilir.

Bu işaret ve ibareler 11 adettir:

  Genel İzleyici Kitlesi. ooo

  7 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. (7+)

  7 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir. (7A)

  13 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. (13+)

  13 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir. (13A)

  15 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. (15+)

  15 yaş altı izleyici kitlesi aile eşliğinde izleyebilir. (15A)

  18 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir.(18+)

   Şiddet ve korku unsurları içerir. ***

  Cinsellik unsurları içerir. +o+

  Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir. (-)

Söz konusu işaret ve ibarelerin, 12 puntodan küçük olmayacak şekilde, filme ilişkin  tüm  taşıyıcı  materyal,  afiş,  broşür  ve  diğer  tanıtıcı  malzeme  ile  jenerikte kullanılması;  ayrıca,  gösterim  veya  tanıtım  yapılan  tüm  mekânlarda  rahatça görülebilecek  şekilde  bulundurulması  da  zorunludur.  Ayrıca   bir  sinema  filminin gösterimi öncesinde veya film arasında seyirciye sunulan   diğer film fragmanlarının o  anda  gösterimi  yapılan  film  için  belirlenmiş  olan  içerik  gösteren  işaret  ve ibarelere ve yaş sınırına uygun olması da zorunludur.

Ticari  dolaşıma  veya  gösterime  sunulması  uygun  bulunmayan  filmlere  iseYönetmelik ekinde (EK: B) yer alan uyarıcı nitelikteki işaret ve ibare verilir ve bunlar filme ilişkin rapora işlenir.  Ek B’de belirtilen işaret şu şekildedir:

Denetim  sonucu  zorunlu  tutulan  yukarıdaki  işaret  ve  ibarelerin kullanılmaması hâlinde, Bakanlığın talebi veya üçüncü kişilerin ihbarı üzerine mülkiidare amirlerince filmlerin gösterim ve dağıtımı durdurulur ve;

  Zorunlu  tutulduğu  hâlde  gerekli  işaret  ve  ibareleri  taşımayan filmlerin dağıtım ve gösterimini yapanlara 12 bin Türk lirası,

  Zorunlu  tutulduğu  hâlde  gerekli  işaret  ve  ibareleri  kullanmayan filmlerin yapımcılarına 50 bin Türk lirası,

  Üzerindeki  işaret  ve  ibarelere  rağmen,  bu  işaret  ve  ibarelere uyulmaksızın dağıtım ve gösterim yapanlara  50 bin Türk lirası,  idaripara cezası verilir.

İdari  nitelikte  olan  bu  para  cezaları  mahallî  mülki  amir  tarafından  verilir.

Diğer  yandan  idari  para  cezasının  ödenmiş  olması,  öngörülen  yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.Yönetmelikte Kanun’la paralel bir düzenleme öngörmüştür. Yönetmelik’in 9. maddesine göre denetleme neticesinde gösterimi  uygun bulunmayan filmler ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz. Uygun bulunan, öngörülen kısıtlayıcı tedbirleri uygulanan veya istenilen gerekli düzeltmeleri yapılan filmler ise kayıt ve tescil edilir ve bu filmleri içeren taşıyıcı materyaller bandrollenir.

Değerlendirme  ve  sınıflandırmaya  ilişkin  diğer  ayrıntılar  Yönetmelik’te düzenlenmiştir.  Buna  göre;  değerlendirilmesi  ve  sınıflandırılması  için  başvuru; ekinde  filme  ilişkin  kısa  bilgi  ve  Bakanlıkça  belirlenecek  formatta  izlenebilir  bir kopyanın bulunduğu başvuru formu ile filmin yapımcısı veya ithalatçısı tarafından yapılır.  Başvuru  formlarında,  filmin  adı,  türü,  süresi,  yapımcısı,  başrol  oyuncuları, varsa  dağıtımcı  ve  ithalatçısı,  gösterim  ve  iletim  biçimleri  ile  Bakanlıkça  gerekli görülebilecek diğer bilgiler yer alır (m.10).

Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu :

Kanun’un  4.  maddesine  göre  sinema  filmlerinin  değerlendirilmesi  ve sınıflandırılması,  Kültür  ve  Turizm  Bakanlığı  bünyesinde  oluşturulan “Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu”nca yapılır.Kurul; dokuz üyeden oluşur. Üyelerin dağılımı şu şekilde olur:

  Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İçişleri ve Millî Eğitim bakanlıklarındanbirer üye

  İlgili  alan  meslek  birliklerince  önerilecek  uzman  kişiler  arasından Bakanlıkça seçilecek üç üye

  Bakanlık tarafından belirlenecek, alanında doktora derecesi bulunan bir sosyolog, bir psikolog ve bir çocuk gelişimi uzmanı

Bu kişilerle birlikte denetimi  yapılan filmin yapımcısı istediği takdirde Kurula “gözlemci” olarak katılabilir.

Kurul, en az altı üyenin katılımıyla toplanır ve beş üyenin aynı yöndeki oyuyla karar  alır.  Dolayısıyla  kurul  için  toplantı  yeter  sayısı  6  iken  karar  yeter  sayısı  5 olarak öngörülmüştür.

Kurul, alt kurullar oluşturarak çalışabilir. Alt kurul oluşturulmasının amacı ön değerlendirme ve sınıflandırma yapılmasıdır.

Kurulun Çalışma Usul ve Esasları :

Değerlendirme  ve  Sınıflandırma  kurulunun  çalışma  usul  ve  esasları Yönetmelik’te  belirlenmiştir.  YönetmeliK’in  6.  maddesine  göre  kurul  şu  hâllerde karar verebilir:

  Alt kurullarca yapılan ön değerlendirme ve sınıflandırma sonucunda gerekli görülen hâllerde,

  Alt kurullarca filme ilişkin kısıtlayıcı tedbir  uygulanması ve düzeltme yapılması kararına yapımcının veya ithalatçının itirazı üzerine,

  İnsan  onurunun,  kamu  düzeninin,  genel  ahlakın,  çocukların  ve gençlerin  ruh  sağlığının  korunması  amacıyla;  şiddet,  pornografi  ve insan onuruyla bağdaşmayan görüntü ve etkiler içermesi nedeniyle Bakanlıkça  yeniden  değerlendirilmek  üzere  kendiliğinden,  sevk edilen sinema filmlerinin Kanun’un 4.  maddesinde belirtilen esaslar çerçevesinde  değerlendirme  ve  sınıflandırmasını  yapar. Değerlendirme  ve  sınıflandırma  sonucu;  filmin  gösterim  ve  ticari dolaşıma  sunulmasının  uygun  olup  olmadığı,  filmle  ilgili  kısıtlayıcı tedbir  uygulanması  veya  düzeltme  yapılması,  filme  ilişkin  işaret  ve ibare  kullanılmasının  zorunlu  tutulması  hususlarına  ilişkin  karar alabilir. Gerektiği takdirde birden fazla işaret ve ibare kullanılmasına karar verilebilir.

Değerlendirme  ve  Sınıflandırma  Kurulunun  kararları  gerekçesine  de  açıkça yer vermek suretiyle raporlanır. Bu rapor başkan ve üyeler tarafından imzalanır.

Alt Kurullar :

Alt  kurulların,  sinema  filimlerinin  ön  değerlendirme  ve  sınıflandırmasının yapılması  amacıyla  oluşturulabileceğinden  yukarıda  bahsedildi.  Birden  fazla  alt kurul  oluşturulabilir.  Alt  kurul,  yapılan  ön  değerlendirme  ve  sınıflandırma sonucunda, gerekli görülen hallerde veya filme ilişkin öngörülen kısıtlayıcı tedbire yapımcının  muvafakat  etmemesi  halinde,  filmi  bir  kez  daha  değerlendirilmek  ve karara bağlanmak üzere Değerlendirme ve Sınıflandırma Kuruluna gönderir.

Yönetmeliğin  7.  Maddesine  göre  alt  kurul,  Bakanlık  temsilcisi,  meslek birliklerince  sektörden  önerilen  kişiler  arasından  Bakanlıkça  seçilecek  bir  temsilci ile  Bakanlıkça  belirlenecek  bir  psikolog  olmak  üzere  üç  kişiden  oluşur.  Üye  sayısı kadar  yedek  üye  belirlenir.  Burada  dikkat  edilmesi  gereken  alt  kurullarda görevlendirilen  üyeler  Değerlendirme  ve  Sınıflandırma  Kurulunda  görev  alamaz.

Bakanlık temsilcisi alt kurulun başkanıdır. Alt kurul toplantılarına üyelerden başkası katılamaz.

Değerlendirme ve Sınıflandırmanın Esasları :

Sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasının, Kültür ve Turizm Bakanlığı  bünyesinde  oluşturulan  “Değerlendirme  ve  Sınıflandırma  Kurulu”ncayapıldığından  yukarıda  bahsedildi.  Değerlendirme  ve  sınıflandırmanın  esasları Yönetmelik’te belirlenmiştir.

Yönetmelik’in  11.  maddesine  göre,  Bakanlık  bünyesinde  oluşturulan  Kurul sinema  filmlerini  gösterim  ve  iletim  biçimlerini  de  dikkate  almak  suretiyle  kamu düzeni,  genel  ahlak,  küçüklerin  ve  gençlerin  ruh  ve  beden  sağlığının  korunması, insan  onuruna  uygunluk  ve  Anayasa’da  öngörülen  diğer  ilkeler  doğrultusunda değerlendirir.  Burada “değerlendirme” ifadesinin denetleme anlamına geldiğini bir kez daha belirtelim.

Bu  maddeye  göre  yerli  veya  yabacı  sinema  filmleri  gösterime  girmeden önce,

  Kamu düzeni                                                                                                                                                                                    Genel ahlak                                                                                                                                                                                          Küçüklerin ve gençlerin ruh sağlığının korunması                                                                                                                       İnsan onuruna uygunluk                                                                                                                                                                Anayasada öngörülen diğer ilkeler çerçevesinde denetlenir.

Sınıflandırmanın  esasları  da  Yönetmelik’te belirlenmiştir.  11. maddeye göre kurullar  sinema  filmlerini,  genel  izleyici  kitlesi  tarafından  izlenebilirlik  ve  yaş bakımından sınıflandırır. Bu  sınıflandırmada  cinsellik,  korku  veya  şiddet  unsurlarının  ağırlıklı  olup olmadığı  gibi  hususlar  dikkate  alınır.  Kurullar  ayrıca  bahsedilen  bu  unsurlarınağırlığını  dikkate  alarak  bazı  filmlerin  aile   eşliğinde  izlenmesinin  uygun  olacağına karar verebilir.

Kurullar tarafından, yaş bakımından sınıflandırılan sinema filmlerinin, radyotelevizyon gibi araçlarla veya dijital iletim de dahil olmak üzere işaret, ses, ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla yayın ve/veya iletiminin günün hangi saatlerindeyapılamayacağı da karara bağlanır.

REKLAMLARIN HUKUKİ DENETİMİ…..ünite …12

Görsel  ve  işitsel  iletişim  araçlarının  ticari  faaliyetlerde  ve  reklamcılıkta  da kullanıldığı  bilinmektedir.  Bu  tür  yayınların  ticari  faaliyetlerin  desteklenmesi, tanınırlığın  sağlanması  satışların  artırılması  gibi  gelir  getirici  bir  etkisi bulunmaktadır. 

Radyo ve televizyon yayınlarında ticari iletişime ilişkin ilke ve kurallar temel olarak  6112  sayılı  Kanun’la  düzenlenmiştir.  6112  sayılı  Kanun  bir  bölüm  başlığını tamamen  bu  konuya  ayırmıştır. 

Kanun’un  dördüncü  bölümünün  başlığı  “Yayın Hizmetlerinde Ticari İletişim”dir. Bununla birlikte 2954 sayılı TRT Kanunu’nda, 4207 sayılı  Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’da  ve Mayıs 2014’te yürürlüğe girecek olan 6502  sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da da çeşitli düzenlemeler bulunmaktadır.

6112 SAYILI KANUN’DA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM

Ticari İletişimin Genel Esasları :

Radyo ve televizyon yayıncılığının, düşünceyi açıklama özgürlüğünün önemli bir  aracı  olduğu  göz  önünde  bulundurulursa,  bu  kitle  iletişim  araçlarının  nasıl toplumsal  bir  fonksiyon  gördüğü  ve  ne  derece  kamusal  öneme  sahip  bulunduğu anlaşılmış olacaktır.  Radyo ve televizyon yayıncılığının amacı doğrultusunda kamu yararına  uygun  şekilde  gerçekleştirilebilmesi  ticari  iletişimin  belirli  kurallar çerçevesinde yürütülmesini gerektirmektedir.  6112 sayılı Kanun’da bu ilkeler ticari iletişimin genel esasları başlığında düzenlenmiştir.

Kanun’un  3.  maddesinde  ticari  iletişimin  ne  olduğu  tanımlanmıştır.  Buna göre,  ticari  faaliyetlerin  kitle  iletişimi  ile  buluştuğu  ticari  iletişim,  radyo  ve televizyon reklamları, program desteklemesi, tele-alışveriş ve ürün yerleştirmeyi de kapsamak üzere, ekonomik bir faaliyette bulunan gerçek veya tüzel kişinin, ürün,hizmet  veya  imajını,  doğrudan  veya  dolaylı  olarak  tanıtmak  amacıyla  tasarlanmış sesli veya sessiz görüntülerin bir ücret veya benzeri bir karşılıkla ya da öz tanıtım amacıyla bir programla birlikte ya da bir program içine yerleştirilerek verilmesidir.

Bununla birlikte Kanun gizli ticari iletişimi de belirlemiş ve denetim altına almıştır. Aynı  maddeye  göre  gizli  ticari  iletişim,  medya  hizmet  sağlayıcı  tarafından  reklam yapmak  maksadıyla  veya  kamuyu  yönlendirebilecek  şekilde;  mal  veya  hizmet üreticisinin  faaliyetinin,  ticari  markasının,  adının,  hizmetinin  ve  ürününün  reklam kuşakları  dışında  ve  reklam  yapıldığına  ilişkin  açıklayıcı  bir  ses  veya  görüntü bulunmaksızın programlarda sözcükler veya resimler ile tanıtılmasını ifade eder.

6112 sayılı Kanun ticari iletişimin genel ilkelerine yer vermiştir. Kanun’un 9. maddesi bu konuya ilişkindir. Buna göre:

(1)  Ticari  iletişim, yayın  hizmetinin  diğer  unsurlarından  görsel  ve işitsel olarak kolayca ayırt edilebilir olmak zorundadır.                                                                                                                                                          (2) Ticari iletişimde bilinçaltı teknikleri kullanılamaz.                                                                                                        (3) Gizli ticari iletişime izin verilemez.                                                                                                                               (4)Haber  bülteni  ve  haber  programlarını  düzenli  olarak  sunan kişilerin görüntü veya seslerine ticari iletişimlerde yer verilemez.                                                                                                                                        (5)Ticari  iletişim, medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve program içeriğini etkileyecek şekilde kullanılamaz.                                                                                                                                                                    (6)  Ticari  iletişim,  8.  maddede  belirlenen  esas  ve  ilkeler  saklı kalmak kaydıyla;                                                              a) Adalet, hakkaniyet ve dürüstlük ilkelerine uygun olmak,                                                                                                b)  Cinsiyet,  ırk,  renk  veya  etnik  köken,  tabiiyet,  din,  felsefi  inançveya  siyasi  düşünce,  engellilik,  yaş  ve  herhangi  bir  ayrımcılığı  içermemek veya teşvik etmemek,                                                                                        c) Yanıltıcı olmamak ve tüketicinin çıkarlarına zarar vermemek,                                                                              ç)Çocukların  fiziksel,  zihinsel  veya  ahlaki  gelişimine  zarar vermemek,  deneyimsizliklerini  veya  saflıklarını  istismar  ederek,  çocukları bir  ürün  veya  hizmeti  satın  almaya  veya  kiralamaya  doğrudan yönlendirmemek;  çocukları  reklamı  yapılmakta  olan  ürün  veya  hizmetleri satın  almak  için  ebeveynlerini  veya  başkalarını  ikna  etmeye  doğrudan teşvik  etmemek;  çocukların  ebeveynlerine,  öğretmenlerine  veya  diğer kişilere  duyduğu  güveni  istismar  etmemek  veya  sebepsiz  olarak  çocukları tehlikeli durumlarda göstermemek,                                                                                                 d) Kadınların istismarına yönelik olmamak,                                                                                                                     e)Sağlık,  çevre  ve  güvenliğe  zarar  verecek  davranışa  teşvik etmemek, zorundadır.                                                    (7)  Genel  beslenme  diyetlerinde  aşırı  tüketimi  tavsiye  edilmeyen gıda  ve  maddeler  içeren  yiyecek  ve  içeceklerin  ticari  iletişimine,  çocuk programlarıyla birlikte veya bu programların içinde yer verilemez.                                                                                                                                                                                                         (8) Ticari  iletişim yayınlarının ses seviyesi diğer yayın bölümleri ile aynı seviyede olmak zorundadır.”

Görüldüğü gibi ticari  iletişim, yayın hizmetinin diğer unsurlarından görsel ve işitsel olarak kolayca ayırt edilebilir olmak zorundadır.  Dolayısıyla ticari  iletişimde bilinçaltı  teknikleri  kullanılamaz  ve  ticari  iletişimin  gizli  yapılmasına  izin  verilmez.

Ayrıca, haber bülteni ve haber programlarını düzenli olarak sunan kişilerin görüntü veya  seslerine  ticari  iletişimlerde  yer  verilemeyeceği  ve  ticari  iletişimin,  medya hizmet sağlayıcının editoryal bağımsızlığını ve program içeriğini  etkileyecek şekilde kullanılamayacağı belirtilmiştir.

6112  sayılı  Kanun kapsamında  medya  hizmet  sağlayıcıların  uyması  gereken yayın hizmeti usul ve esaslarını belirlemek için RTÜK tarafından yayınlanan “Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”de de ticari iletişimin temel esasları düzenlenmiştir.

Konuyu ele alan Yönetmelik’in 9. maddesindeki düzenleme de şu şekildedir:

(1)  Ticari  iletişim,  yayın  hizmetinin  diğer  unsurlarından  görsel ve/veya işitsel olarak kolayca ayırt edilebilir olmak zorundadır.                                                                                                                                                        (2) Ticari iletişimde bilinçaltı teknikleri kullanılamaz.                                                                                                                (3) Gizli ticari iletişime izin verilemez.                                                                                                                                          (4)  Haber  bülteni  ve  haber  programlarını  düzenli  olarak  sunan kişilerin görüntü veya seslerine ticari iletişimlerde yer verilemez.                                                                                                                                                (5)  Ticari  iletişim,  medya  hizmet  sağlayıcının  editoryal bağımsızlığını ve program içeriğini etkileyecek şekilde kullanılamaz.                                                                                                                                                  (6) Ticari iletişim, yayın hizmeti ilkeleri saklı kalmak kaydıyla;                                                                                                                             a) Adalet, hakkaniyet ve dürüstlük ilkelerine uygun olmalıdır.                                                                                                            b)  Cinsiyet,  ırk,  renk  veya  etnik  köken,  tabiiyet,  din,  felsefi  inanç veya  siyasi  düşünce,  özürlülük,  yaş  ve  herhangi  bir  ayrımcılığı  içermemeli veya teşvik etmemelidir.                                                                                    c) Yanıltıcı olmamalı ve tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarına zarar vermemelidir. Ticari iletişimi yapılan bir ürün, hizmet veya imajın özellikleri hakkında aldatıcı düzeye ulaşan eksik bilgi ve abartılı ifade ve görüntülere yer verilemez.                                                                                                                          ç) Çocukları hiçbir şekilde istismar etmemelidir. Çocukların fiziksel, zihinsel  veya  ahlaki  gelişimine  zarar  vermemeli,  deneyimsizliklerini  veya saflıklarını  istismar  ederek,  çocukları  bir  ürün  veya  hizmeti  satın  almaya veya kiralamaya doğrudan yönlendirmemeli; çocukları reklamı yapılmakta olan  ürün  veya  hizmetleri  satın  almak  için  ebeveynlerini  veya  başkalarını ikna  etmeye  doğrudan  teşvik  etmemeli;  çocukların  ebeveynlerine, öğretmenlerine veya diğer kişilere duyduğu güveni istismar etmemeli veya sebepsiz olarak çocukları tehlikeli durumlarda göstermemelidir. Çocukların sahip  oldukları  deneyim  göz  önünde  bulundurularak  bu  kapsamdaki  yaş gruplarında gerçek dışı beklentilere neden olunmamalıdır.

  1. d) Kadınların istismarına  yönelik  olmamalıdır.  Tanıtımı  yapılan ürün,  hizmet  veya  imajda,  kadın  bedeni  cinsel  bir  meta  olarak kullanılmamalıdır.                                                                                                                  e)  Sağlık,  çevre  ve  güvenliğe  zarar  verecek  davranışa  teşvik etmemelidir.                                                                                  f)  Ticari  iletişimde  yer  alan  kişi,  meslek  ve  unvanı  ile  tüketicinin güvenini  kötüye  kullanacak  ya  da  tecrübe  ve  bilgi  eksikliklerini  istismar edecek biçimde hareket edemez.                                                                   (7)  Yağ,  yağa  dönüşen  asitler,  tuz/sodyum  ve  şeker  gibi  genel beslenme diyetlerinde aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen gıda ve maddeleri içeren yiyecek ve içeceklerin ticari  iletişimine, çocuk programlarıyla birlikte veya bu programların içinde yer verilemez.                                                                                    (8) Ticari  iletişim yayınlarının ses seviyesi diğer yayın bölümleri ile aynı  seviyede  olmak  zorundadır.  Ticari  iletişim  yayını  başladığında  ses seviyesi  yükseltilerek  veya  alçaltılarak  izleyici  veya  dinleyici  rahatsız edilmemelidir.”

Tele-alışveriş, taşınmazlar, hak ve yükümlülükler dâhil olmak üzere, mal veya hizmetlerin bir ücret karşılığında temini amacıyla kamuya yönelik doğrudan arz yayınını ifade eder.

Televizyon ve Radyo Yayın Hizmetlerinde Reklam ve Tele Alışveriş

Ticari iletişimin bir boyutunu oluşturan radyo ve televizyon reklamı Kanun’da şu  şekilde  tanımlanmıştır:  Taşınmazlar,  hak  ve  yükümlülükler  dâhil  olmak  üzere mal veya hizmetlerin teminini teşvik etmek, bir amaç veya düşünceyi yaymak veya başka  etkileri  oluşturmak  amacıyla  ticaret,  iş,  zanaat  veya  bir  meslekle  bağlantılı gerçek ve tüzel kişi tarafından, bir ücret veya benzeri bir karşılıkla yapılan her türlü duyuru  veya  öz  tanıtımdır.   Ticari  iletişimin  başka  bir  boyutunu  oluşturan  telealışveriş  ise,  taşınmazlar,  hak  ve  yükümlülükler  dâhil  olmak  üzere,  mal  veya hizmetlerin  bir  ücret  karşılığında  temini  amacıyla  kamuya  yönelik  doğrudan  arz yayınını ifade eder.

6112  sayılı  Kanun’un  10.  maddesi  televizyon  ve  radyo  yayın  hizmetlerinde reklam ve tele-alışverişe ilişkin kuralları düzenlemiştir. Buna göre;

(1)  Televizyon  ve  radyo  yayın  hizmetlerinde  reklamlar  ile  telealışveriş,  sesli  ve/veya  görüntülü  bir  uyarıyla  açıkça  fark  edilebilecek  ve program  hizmetinin  diğer  unsurlarından  kolaylıkla  ayırt  edilebilecek biçimde düzenlenir.

(2) Tele-alışveriş yayınları hariç her türlü reklam yayınlarının oranı, bir  saat  başından  bir  sonraki  saat  başına  kadarki  yayın  içinde  %  20’yiaşamaz.

(3)  İkinci  fıkrada  belirtilen  orana,  program  desteklemesi  ve yayıncının  kendi  programlarının  tanıtımlarına  ayrılan  süre  ile  ürün yerleştirme  dâhil  değildir. Program  tanıtımlarının oranı,  bir  saat  başından bir sonraki saat başına kadarki yayın içinde % 5’i aşamaz.

(4)  İkinci  fıkrada  belirtilen  süreden  bağımsız  olarak,  sesli  ve görüntülü bir uyarı ile açıkça belirtilerek, kesintisiz en az  15  dakika süreyle tele-alışveriş yayını yapılabilir. Bu yayının süresi bir  gün içinde toplam  bir saati aşamaz.

 (5) Ücretsiz yayınlanan ve Üst Kurul tarafından tavsiye edilen kamu hizmeti duyuruları reklam sürelerine dâhil edilmez.

(6)  Reklam  ve  tele-alışveriş  yayınları,  programların  arasına  veya programın  bütünlüğü,  değeri  ve  hak  sahiplerinin  hakları  zedelenmeyecek biçimde  bir  program  içine  yerleştirilebilir.  Bağımsız  bölümlerden  oluşan programlarda  veya  devre  araları  içeren  spor  programları  ve  benzer yapıdaki  olay  ve  gösteri  programlarında,  reklam  ve  tele-alışveriş  yayınları bölüm veya devre aralarına yerleştirilir.

(7) Sinema ve televizyon için yapılmış filmler ile haber bültenleri ve çocuk  programları,  planlanan  yayın  süreleri  otuz  dakikadan  fazla  olması hâlinde, her otuz dakikalık yayın süresi için bir kez olmak üzere reklam ve tele-alışverişle kesilebilir.

(8)  Dinî  tören  yayını  içine  hiçbir  şekilde  reklam  ve  tele-alışveriş yayını yerleştirilemez.

(9)  Münhasıran  reklam,  tele-alışveriş  ve  öz  tanıtım  yayınlarına ayrılmış  televizyon  ve  radyo  yayın  hizmetlerine  bu  madde  hükümleri uygulanmaz.

(10) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar Üst Kurulca yönetmelikle düzenlenir.”

“Yayın  Hizmeti  Usul  ve  Esasları  Hakkında  Yönetmelik”de  de  radyo  ve televizyon  yayıncılığında  reklam  ve  tele-alışverişin kuralları  belirlenmiştir. Konuyu ele  alan  “Reklam  ve  tele-alışveriş  yayınlarının  biçim  ve  sunuşu”  başlıklı, Yönetmelik’in 10. maddesindeki düzenleme de şu şekildedir:

(1)  Televizyon  hizmetlerinde  reklamlar  ile  tele-alışveriş  yayınları, sesli  ve  görüntülü  bir  uyarıyla  açıkça  fark  edilebilecek  şekilde,  program hizmetinin  diğer  unsurlarından  kolaylıkla  ayırt  edilebilecek  biçimde düzenlenir. Reklamlar ve tele-alışverişin ayırt edilebilmesi için;

  1. a) Televizyon reklam  ve  tele-alışveriş  kuşaklarının  önünde  ve bitiminde herhangi bir reklam unsuru içermeyen reklam veya tele-alışveriş kapağı  kullanılır.  Reklam veya  tele-alışveriş  kapağı  en  az  3  saniye  süre  ile ekranda kalır. Medya hizmet sağlayıcıları, reklam veya tele-alışveriş kapağı tasarımında    Ancak  reklam  veya  tele-alışveriş  kuşaklarının önünde kullanılan reklam kapağı ile  birlikte başlamak üzere en az 6 saniye süre ile Ek-2’de yer alan reklam veya tele-alışveriş giriş logosu yayınlanır.

Reklam  veya  tele-alışveriş  kuşaklarının  bitiminde  kullanılan  reklam  veya tele-alışveriş kapağı yayını ile son bulacak şekilde en az 6 saniye süre ile Ek-2’de yer alan reklam veya tele-alışveriş  çıkış logosu yayınlanır. Üst Kurulca reklam sürelerinden sayılmayacağına ve ücretsiz olarak yayınlanabileceğine karar verilmiş olan kamu spotlarının yayını sırasında; Ek-2’de yer alan kamu spotu logosu sürekli olarak yayınlanır.

  1. b) Bant reklam  yayını  süresince  Ek-2’de  yer  alan  bant  reklam logosu  yayınlanır.  Bant  reklam  yayınında  reklam  alanı  görüntü  alanının %20’sini aşamaz. Bant reklam teknikleri kullanılarak yapılan spot ve küçük ilanlar  tarzındaki  reklamlar;  program  bütünlüğü,  değeri,  etkinliği  ve mesajın  bozulmasını  önlemek  için  sesli  olarak  yayınlanamaz.  Spor karşılaşmalarında  sporcuların  ve  yayınlanan  müsabakanın,  diğer programlarda  oyuncuların,  sunucuların  ve  konuşmacıların  görüntülerini kapatacak şekilde yerleştirilemez.

(2) Radyo yayın hizmetlerinde reklamlar ile tele-alışveriş yayınları, sesli bir uyarıyla açıkça fark edilebilecek şekilde, program hizmetinin diğer unsurlarından kolaylıkla ayırt edilebilecek biçimde düzenlenir. Reklamlar ve tele-alışverişin  ayırt  edilebilmesi  için;  “REKLAMLAR”  ve  “TELE-ALIŞVERİŞ”şeklindeki  ticari  iletişimin  türünü  belirten  sözler  ile  reklam  müziği  (cıngıl) reklamın  önünde  ve  bitiminde  dinleyicinin  anlayacağı  biçimde  en  az  3 saniye süreyle kullanılır.

(3)  Dinî  tören  yayını  içine  hiçbir  şekilde  reklam  ve  tele-alışveriş yayını yerleştirilemez.

(4)  Haber  bültenleri  ve  çocuklara  yönelik  programlarda  bant reklamlar yayınlanamaz.

(5)  Özel  tarifeli  telefon  hatları  içeren  ve  yayın  ilkelerine  uygun olarak  yayınlanan  reklamlarda  yazılı  açıklamalarda  kullanılan  karakter büyüklüğü en az 8 punto olmalıdır. Söz konusu açıklamaların ekranda kayar şekilde verilmesi durumunda izleyicilerin okuyabileceği bir hızda olması, bu yazıların ekranda sabit bir şekilde bulundurulması durumunda ise ekranda en az 10 saniye kalması sağlanır.”

“Yayın  Hizmeti  Usul  ve  Esasları  Hakkında  Yönetmelik”de  reklam  ve  telealışverişte  oran  ve  süreler  de  düzenlenmiştir.  Yönetmeliğin  “Televizyon  ve  radyo yayın hizmetlerinde reklam ve tele-alışveriş oran ve süreleri”  adlı 11. maddesi şu şekildedir:

(1)  Reklam  ve  tele-alışveriş  yayınları,  programların  arasına  veya programın  bütünlüğü,  değeri  ve  hak  sahiplerinin  hakları  zedelenmeyecek biçimde bir program içine yerleştirilebilir.

(2) Bağımsız bölümlerden oluşan programlarda veya devre araları içeren  spor  karşılaşmaları  ve  benzer  yapıdaki  olay  ve  gösteri programlarında,  reklam  ve  tele-alışveriş  yayınları  bölüm,  duraksamalar veya devre aralarına yerleştirilir.

(3) Tele-alışveriş yayınları hariç her türlü reklam yayınlarının oranı, bir  saat  başından  bir  sonraki  saat  başına kadarki yayın  içinde  %  20’yi  (12dakikayı)  aşamaz.  Bu  orana,  program  desteklemesi  ve  yayıncının  kendi programlarının tanıtımlarına ayrılan süre ile ürün yerleştirme dâhil değildir. Bu süre en fazla altı defa program bölünerek kullanılabilir.

*Alkol ve tütün ürünleri için hiçbir şekilde ticari iletişime izin verilemez.

*Reçeteye tabi ilaçlar ve tedaviler hakkında ticari iletişim yapılamaz.

*Reçeteye tabi olmayan ilaçlar ve tedavilerin reklamları dürüstlükilkesi çerçevesinde, gerçeği yansıtan ve doğrulanması mümkün unsurlardan oluşacak şekilde hazırlanır.

*İlaçlar ve tıbbi tedaviler için telealışverişe izin verilemez.

(4) Program tanıtımlarının oranı, bir saat başından bir sonraki saat başına kadarki yayın içinde % 5’i (üç dakikayı) aşamaz.

(5)  Bant  reklamlar  her  bir  girişte  en  fazla  10  saniye  olarak verilebilir.

(6)  Üçüncü  fıkrada  belirtilen  süreden  bağımsız  olarak,  sesli  ve görüntülü bir uyarı ile açıkça belirtilerek, kesintisiz en az  15  dakika süreyle tele-alışveriş yayını yapılabilir. Bu yayının süresi bir  gün içinde toplam  bir saati aşamaz.

(7)  Reklam  ve  tele-alışveriş  sürelerinin  hesaplanmasında  ticari iletişimin  önünde  ve  bitiminde  kullanılan  “reklam  kapağı”/“cıngıl”ların süresi dikkate alınmaz.

(8) Ücretsiz yayınlanan ve Üst Kurul tarafından tavsiye edilen kamu hizmeti duyuruları reklam sürelerine dâhil edilmez.

(9) Sinema ve televizyon için yapılmış filmler ile haber bültenleri ve çocuk  programları,  planlanan  yayın  süreleri  30  dakikadan  fazla  olması hâlinde,  ilk  30  dakikada  reklam  ve  tele-alışverişle  kesilemez.  İlk 30dakikadan  sonra  her  30  dakikalık  bölüm,  en  fazla  bir  defa  ve  istenilen zamanda kesilebilecek şekilde reklam ve tele-alışveriş yerleştirilebilir.”

Mevzuatımıza  göre  reklama  ve  tele-alışverişe  özgülenmiş  televizyon  ve radyo hizmetlerinin oluşturulması mümkündür. Gerek Kanun’un 10. maddesinin 9. fıkrası  gereğince gerekse de Yönetmelik’in 15. maddesi gereğince, reklam ve telealışveriş  yayınlarının  biçim  ve  sunuşu  ile  oran  ve  süreleri  ilişkin  Kanun  ve Yönetmelik’te  yer  alan  yukarıdaki  düzenlemeler,  bu  konuya  özgülenmiş  yayın hizmetlerine uygulanmaz.

Belirli Ürünlerin Ticari İletişimi :

Radyo  ve  televizyon  yayıncılığının  işlevlerinin  bir  kısmı,  toplumu  doğru  ve gerçeğe  uygun  bilgilerle  donatmak,  yöneticileri  eleştirmek  ve  uyarmak,  bireyleri içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları yönünden bilinçlendirmektir. Bu açıdan bakıldığında radyo ve televizyon yayıncılığının kamu yararını gözetmesi gerektiği  de  anlaşılmaktadır.  Bu  gereklilikten  hareketle  belirli  ürünlerin  ticari iletişiminin kısıtlanması ya da  tamamen yasaklanması mümkün olabilir. Dolayısıyla radyo  ve  televizyon  yayıncılığın  kamu  yararı  boyutu  göz  önünde  bulundurulursa, her türden ürünün ticari iletişime konu edilemeyeceğine işaret etmek gerekir.

Bu tür ürünler ağırlıklı olarak insan sağlığıyla  ilgilidir. 6112 sayılı Kanun’da bu tür özel ürünlere ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir. Kanun’un 11. maddesi şu şekildedir:

(1)  Alkol  ve  tütün  ürünleri  için  hiçbir  şekilde  ticari  iletişime  izin verilemez.

(2)  Reçeteye  tabi  ilaçlar  ve  tedaviler  hakkında  ticari  iletişim yapılamaz.

 (3)  Reçeteye  tabi  olmayan  ilaçlar  ve  tedavilerin  reklamları dürüstlük  ilkesi  çerçevesinde,  gerçeği  yansıtan  ve  doğrulanması  mümkün unsurlardan oluşacak şekilde hazırlanır.

(4) İlaçlar ve tıbbi tedaviler için tele-alışverişe izin verilemez.”

Sponsorluk, kurumsal ve ekonomik amaçlara ulaşmak için basın, medya, spor, sanat, kültür ve sosyal faaliyet alanlarında kişilerin, kurum ve kuruluşların ya da kamusal boyutu olmayan çeşitli organizasyonların para, araç gereç veya hizmet ile desteklenmesi ve tüm bu aktivitelerin planlanması, organizasyonunun yürütülmesi ve kontrolüdür.

“Yayın  Hizmeti  Usul  ve  Esasları  Hakkında  Yönetmelik”de  de  “Belli  Ürünleri Ticari İletişimi” üst başlığıyla benzer bir düzenleme bulunmaktadır. Konuyu ele alan 12. maddeye göre;

(1)  Aşağıda  belirlenen  ürünlerin  reklamlarında  uyulması  gereken kurallar şunlardır:

  1. a) Alkol ve  tütün  ürünleri  için  hiçbir  şekilde  ticari  iletişime  izin verilemez.
  2. b) Reçeteye tabi  ilaçlar  ve  tedaviler  hakkında  ticari  iletişim yapılamaz.
  3. c) Reçeteye tabi olmayan ilaçlar ve tedavilerin reklamları dürüstlük ilkesi çerçevesinde, gerçeği  yansıtan  ve  doğrulanması  mümkün unsurlardan  oluşacak  şekilde  hazırlanır.  Bu  konuda  17/2/2005  tarihli  ve 25730  sayılı  Resmî  Gazete’de  yayımlanarak  yürürlüğe  giren  Beşeri  Tıbbi Ürünlerin Sınıflandırılmasına Dair Yönetmelik hükümlerine göre hazırlanan ve her yıl Sağlık Bakanlığınca yayımlanan liste esas alınır.

ç) İlaçlar ve tıbbi tedaviler için tele-alışverişe izin verilemez.

d)Her  türlü  (ateşli  veya  ateşsiz)  silah  veya  silah  üreticisi  ve satıcısının ticari iletişimine izin verilemez.

  1. e) Falcı, medyum,  astrolog  ve  benzerlerinin  verdikleri  hizmetlerin ticari iletişimi yapılamaz.
  2. f) Eş ve  arkadaş  bulma  hizmetlerinin  ticari  iletişimine  izin verilemez.
  3. g) Diğer kanunlarla  reklamı  yasaklanan  ürün  ve  hizmetlere  ilişkin ticari iletişim yayını yapılamaz.”

Görüleceği  gibi  Yönetmelikteki  yasak  katalogu  genişletilmiştir.  Kanun’da alkol,  tütün  ürünleri,  reçeteyle  satılan  ilaçlar  ve  tedaviler  gibi  insan  sağlığıyla doğrudan  ilgili  ürünlere  ilişkin  ticari  iletişim  yasağı  getirilirken,  Yönetmelik’te bunlara  ilaveten  her  türlü  silah  veya  silah  üreticisi  ve  satıcısının,  falcı,  medyum, astrolog  ve  benzerlerinin  verdikleri  hizmetlerin  ve  eş  ve  arkadaş  bulma hizmetlerinin  ticari  iletişimine  izin  verilemeyeceği  belirtilmiştir.  Ayrıca Yönetmelik’te diğer kanunlara da gönderme yapılarak, liste genişletilmiştir.

Ticari İletişimde Sponsorluk

Günümüzde sponsorluk  kavramını, kurumsal ve ekonomik amaçlara ulaşmak için basın, medya, spor, sanat, kültür ve sosyal faaliyet alanlarında kişilerin, kurum ve kuruluşların ya  da kamusal boyutu olmayan çeşitli organizasyonların para, araçgereç  veya  hizmet  ile  desteklenmesi  ve  tüm  bu  aktivitelerin  planlanması, organizasyonunun  yürütülmesi  ve  kontrolü  karşılar.  Sponsorluk  faaliyetine  radyo ve  televizyon  yayıncılığında  da,  maliyetlerin  azaltılması  amacıyla  sıkça başvurulmaktadır.

Bilindiği  gibi  tamamen  teknolojik  donanımla  gerçekleştirilen radyo  televizyon  yayıncılığı  oldukça  pahalı  faaliyetlerdir.  Bu  masrafların  asgari düzeye  indirilmesi  amacıyla,  yayınlanan  programın  yayın  aşamasına  ulaşıncaya kadar gereken kimi hizmet ve araç gereçlerin temini ya da programa doğrudan mali kaynak sağlanması karşılığında çeşitli tanıtımlar yapılmaktadır. Daha önce radyo ve televizyon  yayıncılığının  kamu  hizmeti  boyutundan  bahsedilmişti.  İşte  sponsorluk yöntemiyle yapılan  destek  faaliyetlerinin,  radyo ve  televizyon  yayıncılığının  kamu hizmeti  olma  vasfını  olumsuz  etkilemesini  önlemek  için,  ilke  ve  kurallarının belirlenmesi  gerektiği  düşünülmüştür.

 Bu  amaç  doğrultusunda  6112  sayılı Kanun’da  da  birtakım  kurallar  oluşturulmuştur.  Kanun’da  sponsorluk  kavramı yerine  “program  desteklenmesi”   ifadesi  tercih  edilmiştir.  Kanun’un  “Program Desteklemesi” başlıklı 12. maddesine göre;

(1) Bir program tamamen veya kısmen destek görmüşse, bu husus programın  başında,  program  içindeki  reklam  kuşaklarına  giriş  ve  çıkışta  ve programın  sonunda  uygun  ibarelerle  belirtilir.  Program  tanıtımlarında programı destekleyene atıfta bulunulamaz.

(2) Desteklenen programlarda, destek verene veya üçüncü bir kişiye ait mal ve  hizmetlere  atıfta  bulunulamaz  ve  bunların  alınması,  satılması  ve kiralanması teşvik edilemez.

(3)  Programlar,  ticari  iletişimi  yasaklanmış  olan  mal  ve  hizmetlerin üretimi  veya  satışıyla  iştigal  eden  gerçek  ve  tüzel  kişilerce  desteklenemez. Tıbbi ürünleri üreten, pazarlayan veya satan ya da tıbbi tedavileri pazarlayan veya  sunan  gerçek  ve  tüzel  kişilerin  program  desteklemesinde  bulunması hâlinde,  gerçek  ve  tüzel  kişilerin  ismi,  markası,  logosu  veya  imajı  program desteklemesinde  kullanılabilir;  ancak  gerçek  ve  tüzel  kişilerin  üretim  veya satışını yaptığı reçeteye tabi tıbbi ürünler veya tıbbi tedaviler kullanılamaz.

(4) Haber bülteni ve dinî tören yayınlarında program desteklemesine izin verilemez.

(5)  Program  desteklemesinin,  medya  hizmet  sağlayıcının  editoryal bağımsızlığını  ve  sorumluluğunu  etkilemesine  izin  verilmez.  Programın başında,  program  içindeki  reklam  kuşaklarına  giriş  ve  çıkışta  ve  programın sonunda  program  desteklemesi  yapıldığı  belirtilirken,  programı destekleyenin  ürün  veya  hizmetlerinin  kiralanması  veya  satın  alınması doğrudan teşvik edilemez ve ürün veya hizmetlere aşırı vurgu yapılamaz.”

 “Yayın  Hizmeti  Usul  ve  Esasları  Hakkında  Yönetmelik”in  13.  maddesinde program desteklemesi daha ayrıntılı düzenlenmiştir. Buna göre:

(1)  Bir  program  tamamen  veya  kısmen  destek  görmüşse,  destek verenin  ticari  kimliği  programın  başında  ve  sonunda,  program  içindeki reklam kuşaklarına giriş ve çıkışta görsel ve/veya işitsel unsurlarla 5’er saniye süre ile belirtilir. Destek verenin ismi, markası, logosu, ürün görüntüleri ve imajı dışında hiçbir görüntü ve ifadeye yer verilemez.

(2)  Program  tanıtımlarında  programı  destekleyene  atıfta bulunulamaz.

(3)  Desteklenen  programlarda,  ürün  yerleştirme  yöntemi  de  dâhil, hiçbir  şekilde  destek  verene  veya  üçüncü  bir  kişiye  ait  mal  ve  hizmetlere atıfta  bulunulamaz  ve  bunların  alınması,  satılması  ve  kiralanması  teşvik edilemez.  Destekleyen  firma  ismi  program  adının  bir  parçası  olarak kullanılamaz.

(4) Ticari iletişimi yasaklanan ürün ve hizmetleri üretenlerle bunların satışı ile iştigal edenler, program desteklemesinde bulunamazlar.

(5) Tıbbi ürünleri üreten, pazarlayan veya satan  ya da tıbbi tedavileri pazarlayan  veya  sunan  gerçek  ve  tüzel  kişilerin  program  desteklemesinde bulunması hâlinde, gerçek ve tüzel kişilerin ismi, markası, logosu veya imajı program  desteklemesinde  kullanılabilir;  ancak  gerçek  ve  tüzel  kişilerin üretim  veya  satışını  yaptığı  reçeteye  tabi  tıbbi  ürünler  veya  tıbbi  tedaviler kullanılamaz.

(6) Haber bülteni ve dinî tören yayınlarında program desteklemesine izin verilemez.

(7)  Program  desteklemesinin,  medya  hizmet  sağlayıcının  editoryal bağımsızlığını ve sorumluluğunu etkilemesine izin verilemez.

(8) Programın başında, program içindeki reklam kuşaklarına giriş ve çıkışta  ve  programın  sonunda  program  desteklemesi  yapıldığı  belirtilirken, programı  destekleyenin  ürün  veya  hizmetlerinin  kiralanması  veya  satın alınması  doğrudan  teşvik  edilemez  ve  ürün  veya  hizmetlere  aşırı  vurgu yapılamaz.”

Ticari İletişimde Ürün Yerleştirme

Ürün  yerleştirme  eski  bir  yöntem  olarak  yarım  yüzyıldan  fazladır  başta sinema  filmlerine  olmak  üzere  kitle  iletişim  araçlarında  uygulanmaktadır. Tüketicilerin  tutum  ve  davranışlarını  yönlendirmek  maksadıyla,  ticari  ürünlerinmarkalarının  bir  bedel  karşılığında  görsel  ve  işitsel  kitle  iletişim  araçlarınayerleştirilmesi  olarak  tanımlanabilen  bu  yöntem;  günümüzde  etkili  bir  pazarlama iletişimi aracı olarak  sıkça  kullanılmaktadır.  Ürün yerleştirmeyle izleyicinin inanç ve davranışlarının firma lehine etkilenmesi amaçlanmaktadır.  1940’lı yılların başından bu  yana  kullanılan  ürün  yerleştirmenin,  günümüzde  sınırlarını  oldukça  geliştirmiş ve farklı platformlarda da uygulanmaya başlamıştır. Bu çerçevede ürün  yerleştirme yöntemine  sinema  ve  televizyon  filmlerinin  yanında  televizyon  programlarında, bilgisayar  ve  video  oyunları  ile  kitaplarda  rastlamak  mümkündür.  Bu  yöntem, özellikle televizyonda reklamdan kaçan izleyicilere de ürünlerin tanıtılması imkânını tanımaktadır.

Radyo  ve  televizyonda  ürün  yerleştirmenin  ilkeleri  6112  sayılı  Kanun’da düzenlenmiştir.  3.  maddeye  göre  ürün  yerleştirme,  bir  ürün,  hizmet  veya  ticarimarkanın,  ücret  veya  benzeri  bir  karşılıkla  program  içine  dâhil  edilerek  veya bunlara  atıf  yapılarak,  program  içinde  gösterildiği  her  tür  ticari  iletişim  olarak tanımlanmıştır.

Kanun’un “ürün yerleştirme” başlıklı 13. maddesine göre;

(1)  Sinema  ve  televizyon  için  yapılmış  filmler,  diziler  ile  spor  ve genel eğlence programları haricinde, yayınlarda ürün yerleştirmeye yönelik uygulamalara  yer  verilemez.  Ürün  yerleştirme  uygulamaları  ticari  iletişimle ilgili düzenlemelere tabidir.

(2)  Üst  Kurul  tarafından  belirlenecek  şartlarda,  belirli  mal  ve hizmetlerin ücretsiz olarak program içine dâhil edildiği durumlarda da ürün yerleştirmeye izin verilebilir.

(3)  Ürün  yerleştirmenin,  medya  hizmet  sağlayıcının  editoryal bağımsızlığını  ve  sorumluluğunu  etkilemesine  izin  verilmez.  Ürün yerleştirmede,  ürün  veya  hizmetlerin  kiralanması  veya  satın  alınması doğrudan  teşvik  edilemez  ve  ürüne  aşırı  vurgu  yapılamaz.  İzleyiciler, programın  başında,  sonunda  ve  reklam  arası  sonrasında  program başladığında, ürün yerleştirmenin varlığı hakkında açıkça bilgilendirilir.

(4) Haber bültenlerinde, çocuk programlarında ve dinî programlarda ürün yerleştirmeye izin verilmez.

(5)  Ticari  iletişimi  yasaklanmış  ürünlerin  ürün  yerleştirmede kullanılmasına izin verilmez.”

“Yayın  Hizmeti  Usul  ve  Esasları  Hakkında  Yönetmelik”in  14.  maddesinde ürün yerleştirme daha ayrıntılı düzenlenmiştir. Buna göre:

(1)  Sinema  ve  televizyon  için  yapılmış  filmler,  diziler  ile  spor  ve genel eğlence programlarında ürün yerleştirme yapılabilir. Ürün  yerleştirme uygulamaları ticari iletişimle ilgili düzenlemelere tabidir.

(2)  Ürün  yerleştirme  ile  ilgili  bilgilendirmede,  ürün  yerleştirme uygulaması  yapılacak  programın  başında,  sonunda  ve  her  reklam  kuşağı sonrasında program başladığında, “Arial” yazı tipinde, “Normal” yazı stili ve boyutu  15  piksel  büyüklüğündeki  “Bu  programda  ürün  yerleştirme bulunmaktadır.”  ifadesi  yayınlanır.  Söz  konusu  bilgilendirme  yazısının ekranda  akan  yazı  ile  belirtilmesi  durumunda  izleyicilerin  okuyabileceği  bir hızda  olması;  ekranda  sabit  bir  yazıyla  belirtilmesi  durumunda  ise  ekranda en az 10 saniye kalması sağlanır.

 (3)  Genel  olarak,  ürün  yerleştirme,  programın  bütünlüğünü bozmamalıdır.  Ürün  yerleştirmede;  ürün  veya  hizmetin  özelliklerinin övülmesi  ya  da  benzeri  diğer  ürün  ya  da  hizmetlere  göre  belli  bir  ürüne yönelik  tercih  bildirilmesi,  ürünlere  veya  hizmetlere  özel  tanıtıcı  atıflar yaparak  ürün  veya  hizmetlerin  kiralanmasının  veya  satın  alınmasının doğrudan teşvik edilmesi ve aşırı vurgu yapılması, ürüne ilişkin detaylı bilgi verilmesi ve farklıçekim teknikleriyle ürünün ön plana çıkarılması yasaktır.

(4)  Ürün  yerleştirme  ile  program  içerisine  yerleştirilen  ürün, programın bir parçasıymış gibi doğal mecrasında kullanılmalıdır.

(5) Ürün yerleştirilen programda, bir saatlik yayın süresince  en fazla 4 farklı ürün yerleştirmesi yapılabilir.

(6)  Ticari  iletişimi  yasaklanmış  ürünlerin,  ürün  yerleştirmede kullanılmasına izin verilmez. Ürün yerleştirme esnasında yerleştirilen ürüne ilişkin bant reklam yapılamaz.

(7)  Ürün  yerleştirmenin,  medya  hizmet  sağlayıcının  editoryal bağımsızlığını ve sorumluluğunu etkilemesine izin verilmez.

(8)  Haber  bültenlerinde,  çocuk  programlarında  ve  dinî  tören yayınlarında ürün yerleştirmeye izin verilmez.”

Ticari İletişime İlişkin İdari Yaptırım

6112 sayılı Kanun’un  10. bölümü idari yaptırımları düzenlemiştir. Bu bölüm incelendiğinde idari yaptırım uygulaması bakımından ticari iletişim ihlalleri ile genel ihlallere  uygulanacak  yaptırım  düzenlemeleri  açısından  temel  bir  ayrımın bulunmadığı  görülecektir.  Dolayısıyla  32.  maddede  yer  alan  idari  yaptırım düzenlemeleri  ticari iletişim içinde geçerlidir.  Dolayısıyla 32. maddenin 2. fıkrasına göre,  Kanun’da  ticari  iletişime  ilişkin  belirlenen  ilke,  yükümlülük  veya  yasaklara aykırı  yayın  yapan  medya  hizmet  sağlayıcısı  uyarılır.  Uyarının  ilgili  kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki  aydaki  brüt  ticari  iletişim  gelirinin  yüzde  birinden  üçüne  kadar  idari  para cezası  verilir.  İdari  para  cezası  miktarı,  radyo  kuruluşları  için  bin  Türk  lirasından, televizyon  kuruluşları  ve  isteğe  bağlı  medya  hizmet  sağlayıcıları  için  on  bin  Türk lirasından az olamaz.

Diğer yandan 32. maddenin 1. fıkrasına göre içeriği;

*Türkiye  Cumhuriyeti  Devleti’nin  varlık  ve  bağımsızlığına,  devletin ülkesi  ve  milletiyle  bölünmez  bütünlüğüne,  Atatürk  ilke  ve inkılaplarına aykırı olan,

* Irk,  dil,  din,  cinsiyet,  sınıf,  bölge  ve  mezhep  farkı  gözeterek toplumu  kin  ve  düşmanlığa  tahrik  eden  veya  toplumda  nefret duyguları oluşturan,

* Terörü  öven  ve  teşvik  eden,  terör  örgütlerini  güçlü  veya  haklı gösteren,  terör  örgütlerinin  korkutucu  ve  yıldırıcı  özelliklerini yansıtıcı  nitelikte  olan,  terör  eylemini,  faillerini  ve  mağdurlarını terörün amaçlarına hizmet eder şekilde sunan,

*  Suç  işlemeyi,  suçluyu  ve  suç  örgütlerini  övücü,  suç  tekniklerini öğretici nitelikte olan,

*  Müstehcen olan,

* Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeren,

* Şiddeti özendirici veya kanıksatıcı olan,

ticari  iletişime  yer  veren  medya  hizmet  sağlayıcı  kuruluşlara,  uyarı yapılmaksızın  ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin  tespit  edildiği  aydan  bir  önceki  aydaki  brüt  ticari  iletişim  gelirinin  % 2’sinden%  5’ine  kadar  idari  para  cezası  verilir.  İdari  para  cezası  miktarı,  radyo kuruluşları  için  bin  Türk  lirasından,  televizyon  kuruluşları  ve  isteğe  bağlı  medya hizmet sağlayıcıları için on bin Türk lirasından az olamaz. Ayrıca, idari tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş  keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak,  bu fıkra hükümlerine göre idari  para cezası ile  birlikte  idari  tedbire  karar  verilebileceği  gibi,  sadece  idari  para  cezasına  veya tedbire de karar verilebilir.

İdari para cezası veya idari tedbir kararı verme yetkisi RTÜK’e aittir.  Kurul’un kararlarına karşı 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu hükümlerine göre yargı yoluna  başvurulur.  Ancak,  idare  mahkemesinde  dava,  işlemin  tebliği  tarihinden itibaren  15  gün  içinde  açılır.  İdare  mahkemesinde  iptal  davası  açılmış  olması, kararın yerine getirilmesini durdurmaz.

TRT’nin reklam yayınlarında halkı aldatıcı, yanıltıcı, haksız rekabete veya karşılıklı cevaplamaya yol açıcı, diğer ürün veya nitelikleri kötüleyici, herhangi bir ürünün israfını telkin veya ima edici ve genel olarak memleketin ekonomik durumuna zarar verici hususlara yer verilmez, siyasi propaganda yapılamaz.

2954 SAYILI TRT KANUNU’NDA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM

TRT her ne kadar kamu yayını  yapsa da ekonomik olarak sürdürülebilirliğini gerçekleştirmek  için  çeşitli  gelirlere  de  ihtiyaç  duymaktadır.  Zira  radyo  ve televizyon yayıncılığı  tesislerin ve program üretiminin pahalılığı dolayısıyla oldukça masraflıdır.  3093  sayılı  Türkiye  Radyo  Televizyon  Kurumu  Gelirleri  Kanunu’nun “Gelirler”  başlıklı  2.  maddesinde  diğer  gelirlerinin  yanında  reklam  yayınları  da sayılmıştır.

 Ticari  iletişimin  bir  aktörü  olan  TRT’nin  bu  tür  yayınlarının  esaslarının belirlenmesi gerekir.Reklamlara  ilişkin  esaslar  ise  2954  sayılı  TRT  Kanunu’nun  26.  maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre,  TRT, görev ve yayın esaslarına uymak kaydıyla gerçek kişiler,  kurumlar  ve  özel  hukuk  tüzel  kişilerince  de  hazırlanan  programlı  veya programsız  reklam  kuşaklarını  radyo  ve  televizyondan  yayınlayabilir.  Ancak  bu reklam  yayınlarında;  halkı  aldatıcı,  yanıltıcı,  haksız  rekabete  veya  karşılıklı cevaplamaya  yol  açıcı,  diğer  ürün  veya  nitelikleri  kötüleyici,  herhangi  bir  ürünün israfını telkin veya ima edici ve genel olarak memleketin ekonomik durumuna zarar verici hususlara yer verilmez, siyasi propaganda yapılamaz.

4207 SAYILI TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARININ ÖNLENMESİ VE KONTROLÜ HAKKINDA KANUN’DA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM

4207 sayılı Kanun’da tütün ürünlerinin  ticari iletişimiyle  ilgili düzenlemelere yer  verilmiştir.  Bu  düzenlemeyle  tütün  ürünlerinin  reklam  ve  tanıtımı yasaklanmıştır.  Kanun’un  “Diğer  koruyucu  önlemler”  başlıklı  3.  maddesinde  bu yasaklar şu şekilde düzenlenmiştir:

“Tütün  ürünlerinin  ve  üretici  firmaların  isim,  marka  veya  alâmetleri kullanılarak her ne suretle olursa olsun reklam ve tanıtımı yapılamaz. Bu ürünlerin kullanılmasını  özendiren  veya  teşvik  eden  kampanyalar  düzenlenemez.  Tütün ürünleri üreten ve pazarlamasını yapan firmalar, her ne surette olursa olsun hiçbir etkinliğe  isimlerini,  amblemlerini  veya  ürünlerinin  marka  ya  da  işaretlerini kullanarak destek olamazlar.

Her  ne  amaçla  olursa  olsun,  tütün  ürünlerinin  isim,  logo  veya  amblemleri kullanılarak bildirim yapılamaz, basın-yayın organlarına ilân verilemez. Televizyonda  yayınlanan  programlarda,  filmlerde,  dizilerde,  müzik kliplerinde,  reklam  ve  tanıtım  filmlerinde  tütün  ürünleri  kullanılamaz, görüntülerine yer verilemez.

Tütün  ürünleri,  (…)   otomatik  makinelerle,  telefon,  televizyon  ve  internet gibi elektronik ortamlarla satılamaz ve satış amacıyla kargo yoluyla taşınamaz.

Görüldüğü gibi  4207 sayılı Kanun’da tütün ürünlerinin ticari iletişimiyle ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.  Her ne amaçla olursa olsun, tütün ürünlerinin isim, logo veya amblemleri kullanılarak bildirim yapılamaz, basın-yayın organlarına ilan verilemez.

Ayrıca televizyonda yayınlanan programlarda, filmlerde, dizilerde, müzik kliplerinde,  reklam  ve  tanıtım  filmlerinde  tütün  ürünleri  kullanılamaz, görüntülerine  yer  verilemeyeceği  gibi,  tütün  ürünleri,  otomatik  makinelerle, telefon,  televizyon  ve  internet  gibi  elektronik  ortamlarla  satılamaz  ve  satış amacıyla kargo yoluyla taşınamaz.

Bir ticari uygulamanın; mesleki özenin gereklerine uymaması ve ulaştığı ortalama tüketicinin ya da yöneldiği grubun ortalama üyesinin mal veya hizmete ilişkin ekonomik davranış biçimini önemli ölçüde bozması veya önemli ölçüde bozma ihtimalinin olması durumuna haksız ticari uygulama adı verilir.

6502 SAYILI TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN’DA TİCARİ İLETİŞİM VE REKLAM

6502 sayılı Kanun’un  bir  kısmının  başlığı  tamamen  ticari reklama  ayrılmıştır. Kanun’un  altıncı  kısmının  başlığı  “Ticari  Reklam  ve  Haksız  Ticari  Uygulamalar”dır.Bu kısımda ticari reklama ilişkin  genel ilkelere ve haksız ticari uygulamalara ilişkin esaslara yer verilmiştir. Ayrıca bu kısımda Reklam Kurulu da düzenlenmiştir.

Ticari Reklama İlişkin Genel Esaslar6502  sayılı  Kanun’un  61.  maddesi  ticari  reklama  ilişkin  düzenlemelere  yer vermiştir. Buna göre:

(1) Ticari reklam, ticaret, iş, zanaat veya bir meslekle bağlantılı olarak; bir mal veya hizmetin satışını ya da kiralanmasını sağlamak, hedef kitleyi oluşturanları bilgilendirmek veya ikna etmek amacıyla reklam verenler tarafından herhangi bir mecrada yazılı, görsel, işitsel ve benzeri yollarla gerçekleştirilen pazarlama iletişimi niteliğindeki duyurulardır.

(2)  Ticari  reklamların  Reklam  Kurulunca  belirlenen  ilkelere,  genel ahlaka,  kamu  düzenine,  kişilik  haklarına  uygun,  doğru  ve  dürüst  olmaları esastır.

(3)  Tüketiciyi  aldatıcı  veya  onun  tecrübe  ve  bilgi  noksanlıklarını istismar edici, can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve  suç  işlemeyi  özendirici,  kamu  sağlığını  bozucu,  hastaları,  yaşlıları, çocukları ve engellileri istismar edici ticari reklam yapılamaz.

(4)  Reklam  olduğu  açıkça  belirtilmeksizin  yazı,  haber,  yayın  ve programlarda, mal veya hizmetlere ilişkin isim, marka, logo veya diğer ayırt edici şekil veya ifadelerle ticari unvan veya işletme adlarının reklam yapmak amacıyla  yer  alması  ve  tanıtıcı  mahiyette  sunulması  örtülü  reklam  olarak kabul  edilir.  Her  türlü  iletişim  aracında  sesli,  yazılı  ve  görsel  olarak  örtülü reklam yapılması yasaktır.

(5)  Aynı  ihtiyaçları  karşılayan  ya  da  aynı  amaca  yönelik  rakip  mal veya hizmetlerin karşılaştırmalı reklamı yapılabilir.

(6)  Reklam  verenler  ticari  reklamlarında  yer  alan  iddiaların doğruluğunu ispatla yükümlüdür.

(7) Reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları bu madde hükümlerine uymakla yükümlüdür.

(8) Ticari reklamlara ilişkin getirilecek sınırlamalar ile bu reklamlarda uyulması gereken usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”

Haksız Ticari Uygulama

6502 sayılı Kanun’un 62.  maddesi  haksız ticari uygulamanın ve haksız ticari uygulamanın  reklam  yoluyla  yapılırsa  sonuçlarının  ne  olduğu  şu  şekilde düzenlenmiştir;

(1) Bir ticari uygulamanın; mesleki özenin gereklerine uymaması ve ulaştığı ortalama  tüketicinin ya  da  yöneldiği  grubun  ortalama  üyesinin mal  veya  hizmete ilişkin  ekonomik  davranış  biçimini  önemli  ölçüde  bozması  veya  önemli  ölçüde bozma ihtimalinin olması durumunda haksız olduğu  kabul edilir. Özellikle aldatıcı veya  saldırgan  nitelikte  olan  uygulamalar  ile  yönetmelik  ekinde  yer  alan uygulamalar  haksız  ticari  uygulama  olarak  kabul  edilir.  Tüketiciye  yönelik  haksız ticari uygulamalar yasaktır.

(2) Ticari uygulamanın haksız olduğunun iddia edilmesi hâlinde, ticari uygulamada  bulunan,  bu  uygulamasının  haksız  ticari  uygulama  olmadığını ispatla yükümlüdür.

(3)  Haksız  ticari  uygulamanın  reklam  yoluyla  gerçekleştirildiği hâllerde bu Kanu’un 61. maddesi hükümleri uygulanır.

(4)  Haksız  ticari  uygulamaların  tespit  edilmesine  ve  bunların denetlenmesine  ilişkin  usul  ve  esaslar  ile  her  hâlükârda  haksız  ticari uygulama olarak kabul edilecek uygulamalar yönetmelikle belirlenir.”

Reklam Kurulu

Ticari  reklam  ve  ilanlarda  uyulması  gereken  ilkeleri  belirlemek,  bu  ilkeler çerçevesinde  ticari  reklam  ve  ilânları  incelemek  amacıyla  oluşturulmuş  olan Reklam  Kuruluna  ilişkin  temel  ilkeler  6502  sayılı  Kanun’un  63.  maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;

(1)  Ticari  reklamlarda  uyulması  gereken  ilkeleri  belirleme  ve  haksız  ticari uygulamalara karşı tüketiciyi korumaya yönelik düzenlemeleri yapma, bu hususlar çerçevesinde  inceleme  ve  gerektiğinde  denetim  yapma,  inceleme  ve  denetim sonucuna göre durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari para cezası veya gerekli  görülen  hâllerde  de  üç  aya  kadar  tedbiren  durdurma  cezası  verme hususlarında görevli bir Reklam Kurulu oluşturulur. Kurul tedbiren durdurma kararıverme yetkisini Reklam Kurulu başkanına devredebilir. Kurulun kararları Bakanlıkça uygulanır.

(2)  Başkanlığı,  Bakanın  görevlendireceği  ilgili  Genel  Müdür tarafından yürütülen Reklam Kurulu;

  1. a) Bakanlığın ilgili  Genel  Müdür  yardımcıları  arasından görevlendireceği bir üye,
  2. b) Adalet Bakanlığının, bu Bakanlıkta idari görevlerde çalışan hâkim veya savcılar arasından görevlendireceği bir üye,
  3. c) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının görevlendireceği bir üye,

ç) Sağlık Bakanlığının görevlendireceği bir üye,

  1. d) Kültür ve Turizm Bakanlığının görevlendireceği bir üye,
  2. e) Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun görevlendireceği bir üye,
  3. f) Türk Standartları Enstitüsünden bir üye,
  4. g) Ankara, İstanbul  ve  İzmir  büyükşehir  belediyelerinin  kendi aralarından seçeceği bir üye,

ğ)  Yükseköğretim  Kurulunun,  reklamcılık,  iletişim  veya  ticaret hukuku alanında uzman öğretim üyeleri arasından görevlendireceği bir üye,

  1. h) Türkiye Odalar  ve  Borsalar  Birliğinin,  Türkiye  Medya  ve  İletişim Meclisi üyeleri arasından görevlendireceği bir üye,

ı) Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonunun görevlendireceği bir üye,

  1. i) Tüketici Konseyinin  Konseye  katılan  tüketici  örgütü  temsilcileri arasından seçeceği bir üye,
  2. j) Reklam verenler  derneklerinin  veya  varsa  üst  kuruluşlarının seçeceği bir üye,
  3. k) Reklamcılar derneklerinin  veya  varsa  üst  kuruluşlarının  seçeceği bir üye,
  4. l) Türk Eczacıları Birliğinin görevlendireceği eczacı bir üye,
  5. m) Türk Diş Hekimleri Birliğinin görevlendireceği diş hekimi bir üye,
  6. n) Türk Tabipleri  Birliği  Merkez  Konseyinin  görevlendireceği  doktor bir üye,
  7. o) Türkiye Barolar  Birliğinin  görevlendireceği  avukat bir  üye,  olmak üzere başkan dâhil 19 üyeden oluşur.

(3)  Kurul  üyelerinin  görev süreleri  üç  yıldır.  Süresi  bitenler  yeniden görevlendirilebilir  veya  seçilebilir.  Üyelikler  herhangi  bir  sebeple  boşaldığı takdirde  boşalan  üyeliklere  ikinci  fıkra  esasları  dâhilinde  bir  ay  içinde görevlendirme  veya  seçim  yapılır.  Süresi  dolan  üyenin  görevi,  yeni  üye görevine başlayıncaya kadar devam eder.

(4)  Kurul  ayda  en  az  bir  defa  veya  ihtiyaç  duyulduğu  her  zaman Başkanın çağrısı üzerine toplanır.

(5) Kurul, başkan dâhil en az  11  üyenin hazır bulunması ile toplanır ve  toplantıya  katılanların  salt  çoğunluğu  ile  karar  verir.  Oyların  eşit  olması hâlinde başkanın oy kullandığı taraf çoğunluğu sağlar.

 (6)  Bakanlıkça,  Kurulun  karar  vermesine  yardımcı  olmak  üzere sektörel alanlarda ihtisas komisyonları kurulur. Komisyonlar, başkan dâhil en az üç en fazla beş kişiden oluşur.

(7) Kurul  Başkan ve üyeleri ile ihtisas komisyonu başkan ve üyelerine ödenecek huzur hakkı ve huzur ücreti ile buna ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir.

(8)  Kurul,  incelemesini  ilgili  belgelerin  yer  aldığı  dosya  üzerinden yapar.  Kurulun  sekretarya  hizmetleri  Genel  Müdürlük  tarafından  yerine getirilir.

(9)  Kurul,  gerekli  gördüğü  takdirde  özel  uzmanlık  gerektiren hususlarla ilgili olarak ihtisas sahibi üniversiteler, özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişilerin görüşlerine başvurabilir.

(10)  Kurul  kararları,  tüketicilerin  bilgilendirilmesi,  aydınlatılması  ve ekonomik çıkarlarının korunması amacıyla Bakanlıkça açıklanır.

(11)  Reklam  Kurulunun  ve  ihtisas  komisyonlarının  kuruluşu, görevleri, çalışma usul ve esasları ile sekretarya hizmetleri ve diğer hususlar yönetmelikle belirlenir.”

Ticari Reklama İlişkin İdari Yaptırım

Kanun’un  ticari  reklama  ilişkin  düzenlemelere  yer  verilen  61.  maddesinde belirtilen yükümlülüklere aykırı hareket eden reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları hakkında durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari para cezası  ve  gerekli  görülen  hâllerde  de  üç  aya  kadar  tedbiren  durdurma  cezası uygulanır.

Reklam  Kurulu, ihlalin  niteliğine  göre  bu cezaları  birlikte veya  ayrı  ayrı verebilir. Aykırılık;

* Yerel  düzeyde  yayın  yapan  televizyon  kanalı  aracılığı  ile gerçekleşmiş ise on bin Türk lirası,

* Ülke  genelinde  yayın  yapan  televizyon  kanalı  aracılığı  ilegerçekleşmiş ise iki yüz bin Türk lirası,

* Süreli  yayınlar  aracılığıyla  gerçekleşmiş  ise,    yerel  düzeyde yayın  yapanlar  için  beş  bin  Türk  lirası,  ülke  genelinde  yayın yapanlar için yüz bin Türk lirası,

* Yerel düzeyde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise beş bin Türk lirası,

* Ülke genelinde yayın yapan radyo kanalı aracılığı ile gerçekleşmiş ise elli bin Türk lirası,

*  İnternet aracılığı ile gerçekleşmiş ise elli bin Türk lirası,

* Kısa mesaj aracılığı ile gerçekleşmiş ise yirmi beş bin Türk lirası,

*Diğer mecralar aracılığı ile gerçekleşmiş ise beş bin Türk lirası,

idari para cezası verilir. Reklam Kurulu, idari işleme konu ihlalin bir yıl içinde tekrar  edilmesi  hâlinde  yukarıda  belirtilen  idari  para  cezalarını  on  katına  kadar uygulayabilir.  Reklam  Kurulu  tarafından  karar  verilen  idari  yaptırımlar  Bakanlık tarafından uygulanır.

 

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir